24 Ocak 2008 Perşembe

Sen Bil(Me)sende 2

Doğa, bahar için serenad yapıyor.
Rüzgarlar ılık ılık bedenlerimizi okşuyor.
Herkes mutlu, herkes sesizce arşınlıyor sokakları.
Geceleri çıkan seslerin ürpertisi ile herkes,
amansız bir koşucu gibi, bir el daha önümüze geçecek
diye altındakini eziyor,
önündekini arkadan çekiştiriyor.

Bu gidişe kim,kimler dur diyecek.
Yok mu bu düzensiz düzeni değiştirecek?
Üstüne sinmiş yol kokusuyla
avunan onca zombi var ki...
Umutsuzum bu güne baktıkça...

Bu seranad gerçekleşirken içinde sevgili doğa.
Sen ne umutlar ile her sene tüm doğurganlığın
yenilemeye çalışırsın evreni getirdiklerin ile.
Yeniden tüketecekler ama bu zombiler
unutma...
Sen Bilmesende...

LiberterKedi

22 Ocak 2008 Salı

Kazım Koyuncu

1972 Artvin/Hopa doğumlu Koyuncu, yirmi yaşında Dinmeyen adlı müzik grubu’na katılmış, 1993′de Mehmedali Barış Beşli ile, Lazca müzik yapmak amacıyla Şuku grubunu kurmuştu. İki arkadaş bir yıl sonra aralarına İlhan Karahan ve Metin Kalaç’ı da alarak grubun adını Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) dönüştürmüş ve 1995 başında Va Mişkunan (Bilmiyoruz) albümüyle Lazca rockın ilk örneğini vermişti. Lazcayı yaşatmak amacıyla Lazca rock yapıyorlardı. Plak şirketleri ise bu soundu ‘Soft Laz Rock’ diye tanımlıyordu.O günlerde grup elemanları Lazca dilinin yaşatılmasına rock yoluyla katkıda bulunmayı amaçladıklarını, rock müzikteki dinamizmle yöre insanının enerjisinin örtüştüğünü görünce heyecanlandıklarını anlatıyor, Lazca’nın rockın sert söyleyişine de uygun olduğunu belirtiyorlardı.

Dört yıl içinde Zuğaşi Berepe, kamuoyuna pek yansımasa da önemli işler yaptı ve konserlerle hedefini gerçekleştirmeye çalıştı. Bu etkinliklerden Brüksel konseri sırasında canlı kayıt edilen parçaları, kısıtlı sayıda bastırdıkları Bruxel Live (1998) adlı albümde bir araya getirdiler.

Gruptaki eleman sayısı arttıkça müzikal yapı da güçlenmişti. Kazım Koyuncu (vokal, akustik gitar), Cafer İşleyen (bass, vurmalılar, flüt), Gürsoy Tanç (elektrikli gitar), Uğurcan Sezen (klavye), Zülküfil Murat Dilek (davul), Metin Kalaç (kayıt) Lazcayı yaşatmanın yanında aşk şarkılarına katılan sert söylemli yapıtlar ve modern rock anlayışı üzerine oluşturdukları çizgiyle de kabul görmeye başlamışlardı.

Zuğaşi Berepe, Va Mişkunan albümünden dört yıl sonra İgzas (Gidiyor) adlı albümüyle bu çabayı listelere taşıdı. Yedi Lazca, bir Hemşince, bir de Türkçe sözlü parçadan oluşan albümün müzikal zenginliği, rockın çeşitli tonları arasında akıllıca gidip gelen sounduyla 1998′in en iyi yerli yapıtlarından biri oldu. Lazca’nın öne çıktığı kültürel bir misyonun yanında sıkı bir rock albümü özelliği de taşıyordu İgzas (Parçaların Türkçe anlamları kapakta verilmişti). Bu albümde Kazım Koyuncu (vokal, gitar), Cafer İşleyen (bass, vurmalılar, flüt), Gürsoy Tanç (gitar), Uğurcan Sezen (tuşlular), Zülfikil Murat Dilek (davul), Mahmut Turan (tulum), Metin Kalaç (kayıt), Mehmedali Barış Beşli’den (vokal) oluşan grubun, doğayı katledecek Çamlıhemşin’deki Fırtına Deresi’nin üzerine yapılacak santrale karşı kampanyayı desteklemesi de İgzas’ın diğer bir özelliğiydi.

Grup 2000′lerin başında dağılınca, kuruculardan Kazım Koyuncu yoluna tek başına devam etmeyi kararlaştırdı ve solo albümleri Viya (2002) ile Hayde’yi (2004) yayımladı. Anadolu Rock’a kayan soundla ürettiği müziği kısa sürede büyük ilgi görüp, yaptıkları geniş kitlelere tam ulaşmaya başlamıştı ki hastalandı Koyuncu. Akciğer kanserine yakalanmıştı.

Pes etmiyordu; tedaviyi sürdürürken üretmeye devam ediyorduı. Ancak günden güne direnci zayıflıyordu; adına düzenlenen konsere çıkamamıştı. Sonunda 25 Haziran tarihinde ajanslardan şöyle bir başlık düştü: ‘Karadeniz’in genç sesi sustu’

Müzik vazgeçilmez bir yaşam kaynağı idi onun için. Devrimci mücadele ise onun kendi ifadesiyle “tarihin akışını düze çıkarmaya çalışmak”, “savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar, kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar, yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar, yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar” görmemek için, insanlaşmak için üzerinde yürünmesi gereken uzun bir yoldur. Çocuk yaşında tanıştığı mahpushane, dört ay misafir edecektir onu İstanbul’da. Ama ne gözaltında gördüğü işkence ne de dört aylık mahpusluk durdurur onu insanlığın aydınlığa olan yürüyüşünde.

21 Ocak 2008 Pazartesi

Pir Sultan Abdal

Karanlık, ıslak, soğuk bir zindanda geçti puslu kış. Elleri, ayakları, boynu zincire vurulmuş, sessizce ölümü bekliyordu. Bir darağacında sallandırılacağını biliyordu ama kimseden aman dilemiyordu.

İran Şahı İsmail' in kırk bin yandaşının ismini ''deftere'' yazdıran, yetinmeyip başlarını vurduran Yavuz Selim' in ardından, oğlu Kanuni de Anadolu Alevileri' ni kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Ve işte bu delikanlı günlerinde o, dizelerinden eksik etmedğini 'şahına' soruyordu.

''Güzel şah'ım çok yerlerden görünür,
Aslı nedir niye verdin Bağdat'ı''

Yıllar sonra başına neler geleceğini bilmiyordu elbette bu sözleri söylerken. Padişaha karşı ayaklananların arasına katılıp tutuklanacak, Sivas Valisi Deli Hızır Paşa' nın önüne çıkarılacak, Paşa ona içinde şahın adının geçmediği üç şiir söylerse salıverileceğini bildirecek ama sazını eline alan ozan gönülsüz kelimelerle methiyeler düzmektense karşısındakine,


''Hızır paşa bizi berdâr etmeden,
Açılın kapılar Şah' a gidelim,
Siyaset günleri gelip yetmeden,
Açılın kapılar Şah' a gidelim''

diye başlayacaktı söze ve geri gönderilecekti Sivas Kalesi içindeki zindanına.

Hızır paşayla tanışıklığı gençlik yıllarına dayanıyordu bir rivayete göre. O sıralarda paşa değildi henüz Hızır. Komşu köy Sofular' dan yola çıkıp Banaz' a gelmiş, Pir Sultan' ın tekkesinde müridi olmuş ve yedi yıl sonra birgün şöyle demişti ona:

''Pirim herkes himmetinle bir makama oturuyor. Bana da himmet et, büyük adam olayım, ben de bir makama varayım.''

Pir Sultan dalmış düşünmüş, düşünürken gülümsemiş, sonunda ağzından şu sözler dökülmüştü: ''Ben sana dua ederim, sen büyük adam olursun. Olursun da bir gün gelir başımı vurdurursun''. İzniyle tekkeden ayrılan Hızır İstanbul' a gitmiş, padişahın sarayına girmiş, çok geçmeden paşa olup Sivas Valiliği' ne atanmıştı. Ne var ki halkına zulmeden paşadan 'illallah' demişti kısa süre içinde halk.

Büyüklenen Hızır Paşa bir gün masa donatıp Pir' ini yemeğe çağırmış ama konuğu lafı döndürüp dolaştırmadan onun haram yemeklerini değil kendisinin, köpeklerinin bile yemeyeceğini söylemiş, derken paşanın kadılarının adıyla çağırdığı köpekleri de gelmiş ama yemeklerin yanına bile yaklaşmamıştı. Bu durum karşısında kendisini iyice aşağılanmış hisseden Paşa hiddetlenmiş ve emir vermişti askerlerine:

''Asın!''

Söylenen o ki Pir Sultan sonraki günlerde söyledi şu dizeleri:

''Yürü bre Hızır Paşa,
Senin de çarkın kırılır,
Güvendiğin padişahın,
O da bir gün devrilir.''

Umrunda değildi ki onun bağışlanmak... Kim bilir kaç kez Alevilik' ten cayması için baskı yapılmış ama o itaat etmeyip her seferinde aynı karşılığı vermişti:

''Dönen dönsün ben dönmem yolumdan...''

Göze almıştı ölümü, çünkü ölüm özgürlüktü. Tutsaklıktı öteki türlüsü. "Öyle değil böyle söyle" diyenlere, dilindeki, yüreğindekini inkâr ettirip onu kendilerine benzetmek isteyenlere, kitaplarına uydurdukları adaletsiz kurallarını Tanrı'ya maledip onu günahkâr belleyenlere, usanmadan 'iman etmeye' davet edenlere, 'çok' oldukları için 'az' olanların üstüne yürüyenlereydi isyanı.

20 Ocak 2008 Pazar

Native Flute Ensemble - Spirit Wind [2007]



1. Drummers Journey
2. Red Hawks Rattle
3. Calling the Spirits
4. Sacred Spaces
5. Healers Melody
6. Cosmic Tree
7. Hunting Spirit Rock
8. Spirit Wind
9. Invoking Hawks Spirit
10. Offerings Against an Empty Sky
11. Guardians of the Medicine Pipes
12. Flutes of the Heart
13. Flute and Drum Quest
14. Flesh of White Corn