29 Şubat 2008 Cuma

Ne Olacak Sonumuz!

Birçok değişik imge kullanmak istiyorum hayatımda. Farklı olmak için değil. Ama sadece anlatamadıklarımı değişik ifadeler ile betimlemek amacındayım.

Sizlere sormak istiyorum şunu;

Dün gece uyurken bir rüya gördüm, çağların duvarı uzuyordu önümde. Çürümüş et kokuları yükselen insanlık aynı etten bir yığındı bu rüyada. Ve sürekli çağ atladığını düşünse de, sadece yaşamını kolaylaştırmıştı aslında üretimden, düşünmekten ve daha birçok şeyden uzaklaşmıştı hep bir sonraki çağ içerisinde insanlık. Bağrına uğultusu sinmişti dünyanın. Tutunamayanların sesiz çığlıkları ise endişeden kaskatı kesilmişti bu duvar karşısında. Genizlerine hakim olmaya yüz tutmuş bu çürümüşlüğün dayattığı yaşamı kim isterdi ki acaba merak ediyorum?

Yıkılan onca fikir, gelişen onca dinamik yapı, atılan onca adım neden bir yerlere taşıyamıyordu toplumları. Loş ışıklar altında gizli saklı olan idealar aslında kurtaracaktı hümaniteyi. Oyuklardan sızan ışığın üzerine düştüğü bu garip ekoloji vahşi gözlerini parıldatıyordu, her onu değiştirmek isteyene. Korkuyorlardı aslında ve utanmalarıda bu korkularından türeyen, onlara kesilmiş cezalardır onlar bunu göremese de.

Yontmalar, hiyeroglifler, kabartmalar, ardından zamanın içerisinde keşfedilen papirüs üzerine gerçekleştirilen yazım dili bile artık karşı çıkamıyordu bu yapıya. Sınırlandırılıyor, yasaklanıyor ve önüne setler çekiliyordu. Aslında insanlığa büyük bir armağandı yazmak, anlatmak ve düşüncelerini eyleme dökmek. O kadar zarif bir işti ki bizler bunu layıkı ile hiçbir zaman yapamıyoruz.

Sonuç olarak güne düşen, dünün artıklarına baktıkça bugün. Zümrütten, somaltından ve yakuttan saraylar görüyoruz geçmiş tarihimizde. İçlerinde cariyeler, hadım ağaları kontrolünde tutsak. Perşembe Anna, çarşamba Nina, salı ..nın günü. Ne günümü?

Tabi ki efendisinin çürümüş bedeninin altında döşek, üstünde yorgan olma günüdür. Anna, nina ve niceleri için. Uluların, bahtiyarların otağ kurduğu, cihangirlerin kandan, buhurdan kudurduğu inlerde yaşayan, bir görünen tarihi yaşadık bizler. Günün kokuşmuşluğunu ve çürümüşlüğünü görenler ya sadece ahir zamanda, seher yeliyle nasıl bir ağaç ürperirse, yukarıda bahsettiğimiz o kokuşmuş duvar da muttasıl öyle ürperiyordu. Ya da başka vakitlerde ise sadece tek büründüğümüz canlı formu yarasa gibi olmamızdı bunlara tek sebep. Tek farkımız bizler günün her saatinde sokaklardayız.

Ne olacak sonumuz diye düşündüğünde tutunamayanlar. Tek çıkar yolu muammanın üstüne oturmuş sır kapısını aralamaktır diye fısıldıyor çevre sesler.

Peki sizce ne olacak sonumuz?

25 Şubat 2008 Pazartesi

Sen/Siz Sess-iz Bir Ölüm

...gözlerinde esen lodosun önüne takilip gitsemde sensizce,
uzat ellerini üsüyor yüregim sevgilim senden uzakta olan
bu sahipsiz bedenle....

Beni hayata ve mutluluga baglayan,
senin karsiliksiz sevgindir,
farkinda olmasanda...
Olmazsan olamayan
bir maddeyim dünya da
ben sensiz..

Kelimelerim arasinda sakladigim dünyam,
hayatimin arz merkezinde
yer alan seni anlatir herzaman..
Varligima mana
yükleyerek seninle.

Yildizlarin pariltisi altinda,
yastigima sarilip ta boguyorum kendimi
hergece sen bilmesende
"sevdigim" senden uzakta
sahipsiz bir mezarim ben...
yol alamiyorum hiç sensizce
tipki mezarlar gibi..

Bir dolu, iki bos gidip gelmekteyim
bilmesende yoklugunda.
Mutlu ve (u)mutlu yüregimde
sensiz olsamda,
mücadelem "BiZiM" için hayatimda...
Unutma ki;
"Olmadan sen/siz sess-iz bir ölüm hakim bana bilmesende!"

Senden Uzakta

Mazgallara dolan suyun
tasmasi gibiydi
sana olan sevgim.

Unutulmayı bekleyen kelimelerim var
benim,hayalerimde sana karsi.
Kapa gözlerini
ağrıyan dişin yerine
düşünü çektim
bağışla beni...

Rutubet tutmuş ağzım
dillendiremiyor sensizligi.
Kalabalık caddelerde nefessiz
kalana kadar dolaşsamda
seni bulmak icin,
yetersiz kaliyor bacaklarim...

Sebebi ise,
senden uzakta,
ben bir hicim sevgilim....

22 Şubat 2008 Cuma

Sahte Ekoloji

Yoksunluğunun kabulünü,
günüme düşen
güvensizlikler belirlese de.

Anlaşılmayan kelimeler bile
harap düştü artık bu şüpheden.

Ne isem o olabileceğimi
neden kabullenilmeden
yargılanıyorum
ben bilmiyorum.

Belkide sebeb kişinin
ekolojisidir.
Böyle olmamıza
tek neden
onun fikirlerinden kopamadığı,
kişiliğini belirleyen
belirsizlikler içerisinde
bulunan sahte ekolojisidir...

Ben Bencilim

Ben bir pervazım
dışarıya bakan,
sokağınızı gözlemleyen
bir pervazım.

Ben dışarıya açılan bir kapıyım,
fakında olmayan
bir çok kişinin
hergün arşınladığı bir kapı.

Ben bir pencereyim
içerisi havalansın diye
kanatları öylesine hiddetli bir şekilde
açılan bir pencere.

Ben dipsiz bir kuyuyum,
içerisine ne atarsanız atın
dolduramayacağınız bir kuyu

Ben artık bir ölüyüm,
anlayamadıklarınız içerisinde,
kendi dünyasında,
yeraltından sizleri izleyen bir ölü

Ben bencilim artık.
İstemeyerek beni bu yola iten
sizlerden kaçan bir bencilim

Seni Çok Özledim Dedecim

Üzerinden 4 yıl geçti üzücü zor ve hala kabul edemediğin bir dört yıl. İsyan etmek istedim o güne hep. Hayatımın ise sensiz manasız ve bir hiç olduğunu senin yokluğunda anladım benim canım Dedecim.

Her gece bir kere rüyamda o ay parçası gibi gecemi aydınlatan yüzünü görebilmek için yalvardım ve dua ettim ama sen yoktun bir çok gece. Rüyalarıma her girdiğinde, her senin hayalini beynimde tenefüz ettiğimde bir sonraki gün yeniden doğdum.

Her sene birkaçkez uğradığım minik ama sevgi dolu ufak bahçende, senin yüreğinden kopan sevginle işlediğin bahçene girdiğimde ise içimi bir hüzün kaplıyor. Yüreğim biraz daha kırgın, gönlüm gün geçtikçe biraz daha acılı sana koşmak için sabırsızca ruhumu bedenimden sökmek istese de, birşeyler tutuyor onu orada kalması yönünde.

Yağmurlar yağdığında gözlerimin içerisinden dışarıya süzülen damlalar beni biraz daha bu acıya katlanamaz hale getirse de, her senin mezarının başına geldiğimde garip bir tebessüm doluyor yüreğime yüzüme yansıyan, göz yaşlarımla mezarının başına akan. Soğuk mezar taşlarının arasında süzüldükçe, yüreğim daha da burkulsa da başında dua etmeye başladığımda. Mutlaka tek bir gerçek yüreğime saplanıyor. Ve bu gerçeklik ise " senin olmadığın bir hayat çok zor ve manasız geliyor bana".

Ben seni çok özledim dedecim, hala her gece yatağıma girdiğimde dua ediyorum sana "ne olursun bu gece rüyamı hayalinle şenlendir dedecim"diye. Ben sensiz yapamıyorum bu hayatta. Seni çok özledim dedecim.

17 Şubat 2008 Pazar

Öylesine Değil, Ölesiye Sevmek

Ne zaman sokakları yaralayan,
kaldırımları tokatlayan,
gelinciklerin solmasına ve
yapraklarını toprağın
üstüne çömelmesine
sebebiyet veren bir yağmur
olsa dışarıda.
Sokağa çıkarım yalın ayak.

Yeşil olan dünya üzerindeki
en bakir, en el değmemiş
topraklar bile.
Senin tenin kadar bana
canlılık sağlamıyordu yokluğunda.
İşte böyle zamanlarda
rengarenk doğanın
en kirletilmemiş
yedi beyaz orkide yaprağının
eşsiz zerafeti, yedi buğday başağının
göz kamaştıran sarılığı,
seni bana yedi gün, yedi gece
rüyalarımda, yani gecenin mavisinde
beyinimi işgal etmeni,
zerafetinin ve göz kamaştırcılığın ile
yerini hep orada tutmanı sağlardı.

Ve dizelerde ki serzenişim ile
sana yaklaşamaya çalışsamda.
Sen ne kadar duyuyorsun
beni bilemiyorum;
Ve sana bikez daha diyorum;
Şarap yapılması için,
ayaklar altına alınan
üzüm taneleri gibi.
Param parça, ezik büzük
olmuş yüreğim.
Senin dudakların arasından çıkan,
o sözler ile
yeniden doğdum.
SENİ SEVİYORUM
benim canım sevgilim.
Sen bunun
farkındamısın
bilemiyorum...
Ama ben seni
öylesine değil,
ÖLESİYE SEVİYORUM.

LiberterKedi

Gerçek Bu Mu?

Son üç gecedir,
intihar etmedim hiç biliyormusun.
Düşlerimde gizlendiğim duvarın
ardında bakakaldım dünyaya!

Edebiyat için insan,
büyütülmüş düşünceleriyle değil,
öldürülmüş çocuksu fikirleri ile
olmalıymış aslında.
Sadelik ve temiz bir
gelecek yaratabilmek için.

Şiddet unsuru içeren cümleler,
kin besleyen kelimeler
birlikte bir düşü öldürmüş.
Ardından doluşmuşlar
edebiyat minibüsünün
içerisine tıklım tıkaç,
cenaze namazı için...

Çığlığımıydı bu toplumsal şizofreninin,
yoksa gecenin
karanlığına gömülmüş hali mi,
yoksa acının can çekişmesi miydi.
"Toplum" üzerindeki insan davranışlarını
yansıtan bir ayna gibi
edebi kisve altında
yeralarak,bir düş daha
üç gecedir ürkerek bakıyor,
gerçek bu mu diye...

LiberterKedi