31 Temmuz 2008 Perşembe

Gec/e yok-tun yine, geç gel(me diye-mezdim sana

Bu gece yine oturdum yatağımın kenarına ve sana baktım. Uzunca saçlarının, yastığının üzerine dökülmüş bir biçimde öyle güzel uyuyordun ki, sesizce tenini içime çektim nefesinle birlikte.

Ardı arkası
kesilmeyecek
şekilde,

imge/lerim/de
ruhum
sev-işti
bedeninle.
Gözlerim
boğuldu
nefesinle.
Sesim kısılıp,
tiz bir sesle

kalbim kıpranışları
ile sana
-Seni
Sevi(yor)um-

demeye
çalışıyordu.

Sen bunu
bilmesende...


Sensizliğin hayallerimde olmayışı ile dayanabildim, bu zamana kadar. Hayallerime nüfuz edişinle ansızın, kalbimi mahkum ettin gülüşlerine. Şuan gözlerimin üzerine yaşlar ile seni çizdiğim günler aklıma geliyor(....)

Yoksunluğun o kadar dayanılmaz ve acı vericiydi ki, damarlarım sertleşip vücudum kaskatı kesiliyordu.

Yaşamak ile yaşamamak arasında pedal çeviriyordum o zamanlar...

Büyülendim senden, etklendim ama gelemedim, gitmek istedim ama yapamadım. Hep engellerim tuttu yüreğimi sana karşı. Sonunda bu yasak büyüden dolayı, yakıldım diri diri.

Afrodit ve İnanna' dan beri yasak aşkın hep bende gizliydi bu yüzden.

Huyu belli olmayan bir kuyuyum ben.

Ruh sökümü anlarda hep sen olmadığında da otururdum yatağımın kenarına. Elime aldığım kalem ve defterime, imgelerle çizerdim seni nefes almayarak.

Yağmur tırmalarken camı, ruhum bir gece daha geçirirdi sensizce. O gecelerde, ruhum sensiz, ruhum duru değildi. İşte sis düşmüş ışıksız aydınlıklarda, tıpkı azgın dalgalar gibi kalbimi zorlardı sana kavuşmam için.

Ve sen geldin bu gece.

Hayal...

....imde,

sessizce...

.... geç gel(me diye-mezdim sana.

LiberterKedi

Rengahenk / Can Yücel

Çanlar Kimin İçin Çalıyor[E.Hemingway]

Kullanma Prospektüsü

Bir mektup yazdım
sana bugün.
Hayallerimiz
kalemimiz,
sevgimiz
kalem traşımız,
umutlarımız ise
parşömenlerimizdi,
aşkımızı anlatabilmek
için sevgilim.


Bende ki gizli
sensizliklerin
hüznü bu.
Yoksunluklarının
acısı,
korkusu bu
absürdleşmelerimin
sebebi.

Anlatamadıklarımı
kelimelerle
çiziyorum sana,
derinlerine
yapışıtırıyor,
duygularıma
kazıyorum.
İçerisinden
çekip
kurtarasın diye
ben hep
bekliyorum seni
imgelerimde,
kelimelerin
gizinde.

Mektup denmezdi ki buna,
bir hıçkırık,
bir içe
kapanış bu.
Erkeğin
göz yaşlarını
yüreğine
hançer gibi,
saplamasıydı.
"Çocuğu olur da
sevinçle bağırır" ya,
bu da özlemini
yenmek için.
İç
i
s
y
a
n
ı
m
d
ı
sana
aslında...

Mektubum sana
olan
özlemim.
Yoksunluğunda ki
harabelerim.
Olmadığın
günlerimde,
restore ediyorum
beynimde
seni/beni
tekrar
tekrar.

Kalanlarımızı
düzenliyor
yeniden
tasarlıyorum.
Üzerlerini
göz yaşlarım
ile örtüyorum.
Su altında
parlaklığını,
canlılığını
yitirmesin
diye.
Sana anlatmak istiyorum
ama
uygun
kelimelerin
dizaynını nasıl yapacağım
bilemiyorum.

Bana yardım et...

...yok
bunun
ilacı,
ilacım
olan
senin
nerede
"Kullanma
P
r
o
s
pek
t
ü
s
ü
n"

LiberterKedi

30 Temmuz 2008 Çarşamba

Orhan Veli'den Dök-üntüler/i

"sekiz parçadan müteşekkildir"

Yol

Düzdür.
Üzerinden tramvay geçer.
Adamlar geçer
Kadınlar geçer.

Kadınlar

Kadınlar...
Akşam, sabah
Tramvayı beklerler
Rejinin önünde...

Yeşil

Sevdikleri renk
Yeşildir
Ellerinde
Yemek çıkınları.

Vatman

Hep karşıya bakar
Cigara içmez
Vatman
Ömür adamdır

Peyzaj

Evler, dükkanlar, duvarlar,
Kömür depoları,
Deniz,
çantalar, mavnalar, kayıklar.

Deniz

Denizi kim sevmez
Üstünde ve kenarlarında
Balık
Tutulduktan sonra

Balıkçılar

Bizim Balıkçılar
Kitaplardaki balıkçılar gibi
şarkıyı
Bir ağızdan söylemezler

Senin Evin

Bütün bu yollardan
Tramvayla geçilir
Halbuki senin evin
Daha ötededir.

İçkiye benzer birşey var bu havalarda

İçkiye benzer bir şey
var bu havalarda.
Kötü ediyor insanı,
kötü...
Hele bir hasretlik oldu mu serde;
Sevdiğin başka yerde,
Sen başka yerde.
Dertli ediyor insanı,
dertli.

İçkiye benzer bir şey
var bu havalarda,
Sarhoş ediyor insanı,
sarhoş.

Orhan Veli Kanık

Biz ve totalitarizm...

Biz ve totalitarizm...

Tam bir tehlike. İnsanlık bu tehlikeyi görmemektedir. Bu yüzdendir ki sürekli olarak kendilerine yönetim sistemleri kurmakta ve bunların boyunduruğu altında, tepkisiz olarak hayatlarını idame ettirmektedirler. Kendi tasarımları kardan adamlara karşı.

Daha önceleri buna dair, bir çok karşıt manifesto yayınlansada, bunu göremeyenler her zaman kendilerini yönetemeyecekleri ürkünçlüğünü, dip diri tutmayı başarmışlardır.



İşte bu sanrı totalitarizmi dinç tutmuştur yıllardır....

(...) Bu tehlikenin çıkardığı acı verici sonuç ise bütünlüğünü yitirmiş bir toplumdur. Anti - Ütopik radikal tabulara sahip, bölünmüş toplumun bireyleri, bu tehlikenin hiçbir zaman olmadığını savunacak kadar da cesaretlidider. Ki bunlar bazı zamanlarda şu provakatif eylemlerini kabul edilirmişçesine toplum içerisinde gerçekleştirmişlerdir. Çünkü toplumun zamanla şuursuzlaşmasından yararlanmaktadırlar.

Bu eylemler şunlardır:

Eleştiriyi silah olarak kullanıp, kökenlerini yitirmiş düşünceleri ile sürekli anti - totalitaristleri asimile etme yolunda maşa olmuşlardır.

Bu tehlike ardından doğan gerçeklik ise; böyle bir düşünce sistemine dahil olmuş toplumların, tehlikenin mikropları haline gelme yolunda, başkalaşım geçirdiği gerçeğidir.

Öyle bir mikroptur ki insanı doğadan koparmış, onu yok etme yolunda hızlıca adımlar attırmaktadır bireye- Çarpık kentleşmeler, yakılan ormanlar, çevre kirlilikleri, yüksek tahribat gücü olan kimyasal ve biyolojik silahların, doğada denenerek doğaya tecavüz edilmesi bunlardan bir kaçıdır-

Doğanın insana hesap sorma gününde, insanlığın önüne sunacağı fizibilitenin ufak bir kısmıdır bu eylemler. İnsanın ona yaptıklarına bağlı olarak...

Kendi benliği olan doğaya, bu tecavüzü yapan bireyler hümanizmadan nasıl bahseder bilinmez. Ya da bu söylemlerin absürd olduğunu, gerçeği yansıtmadığını nasıl dillendirdiklerinde şakşakcıları tarafından poh pohlanmaları beni hep dehşete düşürüyor bugün. Benliğini yitirmiş bireyler bunlar.

Anlayamadıklarını yeren bu kişiler, nasıl samimi olduklarını savunurlar, bu da ürkütücü.(...)

(...) Benliğini yitimiş insanlık acınacak haldedir günümüzde.

Biz diyip, bireysel özgürlükleri dahil, kendi adlarına bişeyler yapamayanlar, nasıl da ellerine tıkılan düşünce paketlerini sorgusuz-sualsiz beyinlerine yüklenmişlerdir. Korkutucu. Bu enjeksizyon ile, bu mekanizmanın birer değişilmez parçası haline geldiklerini görmezden geliyor, ve farkındalıksız hazır hayatları idame ettiriyorlar.

Bu kişilerin özgürce düşünemeyişleri ile, nasıl da acınacak halde bile olmadıklarını göstermektedirler. Çünkü onlar bu bilinsizleştirme eylemlerinin mücahitleri olmuşlardır. Bundan dolayıdır ki yitirilmişlerdir bugün bu kişiler(...)

(...)böyle toplumlarda; kişisel düşünceler yokulmuş, özgün fikirler üretilmez ve insanların adları zamanla kaybolmaya mahkum hale gelmiştir.

Bu aşırı sınıflanma dürtüsü ile, kalçalarına yiyecekleri barkodlar ile yönlendirilmiş kuvvetlerdir bu bireyler. Zamanla toplumda kendiliğinden oluşan uyanma anlarına bağlı olarak. Bunlar dengeyi kurmaları için sürekli toplumun bağrına sokulan düşünce paketleridir: Bu düşünce paketleri yöneticilerin, güç odaklarının ve metalaştırdıkları tarafından üretilmiş, empoze edilmiş hazır temalı promosyon ürünleridir sadece. Günü geldiğinde yokolmaya mahkumlardır.(...)

(...) topumun bu yıkımı yaşaması sonrasında doğan yaşam akışı ise; saydam, cam duvarların arkasında yaşayan insanların, her dakikası yönetilmekte ve nasıl davranılması gerektiği, yüklenildikleri bilgi paketleri tarafından kendilerine aşılanmıştır zaten.

Erkek ve dişi ayırdımı yoktur. Git gide herşey reçel gibi karmaşık bir hal alamaya başlamıştır. Cinselliklerini bile öz(gür)ce yaşayamamaktadırlar artık. Kutu kolaya tecavüz misali, kapağın şiddetle açılması ile gelen o anlık serinlik geçidir unutmayın. Gerçekler acıtıcı ve yakıcıdır.

Edebiyatın radikal söylemlerini bu kişiler anlamazlar. Edebi radikalleri ise toplumdan uzak tutarak, topluma anlık endorfin salgılayıcı aşk-sevgi-hümanizma söylemleri altında safsataları gerçek gibi kabullendirtirler.

Ama bu değişmeye mahkumdur.

Bugün imkansız gibi görünse de. Toplumun devinimle birlikte, sistemin yıkımı ile değişeceği gerçeğini görmektedirler isyancılar. Bu hale gelmiş bir toplumun düşünce yenilikleri olan - başı-sonu belli algoritmalar-yıkılacak ve yerlerlerini eleştiriye açık, gelişime aç, karşılıklı anlaşmaya dayalı kanunlara yerini bırakacaktır.

Bu gelen karşılıklı toplumsal sözleşmeler gibi anlaşamaya dayalı kanunlar, halkın iradesini içerisinde barındıran ve toplumsal mzgürlüğü savunarak bireysel özgürlükleri temellendiren kanunlar bütünüdür.

Bu antlaşmaların, kanunların , sözleşmelerin bizi bizden uzaklaştırdığını, totaliter bir yapının kabul edilebilinir birşey olduğunu hala savunabilirmisiniz?

Savunursanız neye bağlı olarak...

LiberterKedi

29 Temmuz 2008 Salı

Albert Camus Kitapları

Amerika Günlükleri


"İki kere intihar fikri. İkincisinde, hala denize bakarken, şakaklarında ürkütücü bir yanık hissi. İnsanın kendini nasıl öldürdüğünü şimdi anlıyorum. Yine sohbet, laf çok ama söylenen az. Karanlıkta yukarı güverteye tırmanıyor, çalışmamla ilgili bazı kararlar verdikten sonra günü deniz, ay ve yıldızların karşısında bitiriyorum. Su yüzeyi hafiften ışıltılı ama derindeki karanlığı hissediyorsunuz. İşte deniz bu ve ben denizi bunun için seviyorum! Yaşama çağrı, ölüme davetiye."

- Arka kapak -



Çeviri
: Osman Akınhay / Öteki Yayınevi


Başkaldıran İnsan



1957 yılında kırk dört yaşında Nobel Ödülünü alan "Albert Camus" (1913-1960), yaşamı boyunca şu sorunun yanıtını aradı: "İnsan toprakla nasıl bağdaşabilir, yoksulluğu yüzünden acı çekerek, ama güzelliğini koruyarak saçma ve yücelik için nasıl yaşayabilir?" Camus' ye göre sanat "yalancı bir lüks" ve bencil bir edebiyatçının yapıtı değildir. Sanat yaşayabilir, kullanılabilir bir durumdadır; gerçeğe sadık ve onun üzerinde olduğu için, hiç uysallaşmayan saçmalığı ve hiç yok olmayan umudu ile insanın durumunu tepeden tırnağa kapsar. "Başkaldıran İnsan", başkaldırının kendisidir, ama ılımlı ve insanın boyutlarında. "Başkaldıran İnsan", adalete ve özellikle doğruluğa vurgundur, mutlak olanın iğvasından, mitoslardan, gurur, horlanma ve kanın romantik baş dönmelerinden uzak durur. Ama insan, ne ise, o olmaya yanaşmayan tek yaratıktır. Bu yâdsıma onu İntihara mı, yoksa bir başkasını öldürmeye mi götürür? "Hayır!" demeyi bilen insandır "Başkaldıran İnsan", ama kime, neye, nerede, nasıl? Başkaldıran insanı kuşatan 'hayır'ın içeriği nedir? Bunun yanıtı "Başkaldıran İnsan"da.



Çeviri : Tahsin Yücel / Can Yayınları


Büyüyen Taş



Camus' nün "Sürgün ve Krallık"ı dilimize çevrilmişti; ama iki güzel, uzun öyküsü dışarıda bırakılmıştı. Türk yazın ve ekinine bir sürü seçkin güzellik katan Mehmet Fuat' ın ince beğenisiyle daha önce De Yayınevi' nde basılmış bu ustalıklı öyküleri yeniden okuyabilme fırsatı…




Çeviri : Bertan Onaran / Ara Yayıncılık


Caligula



Albert Camus'nün yapıtları çevrildiği ülkelerde büyük yankılar uyandırdı. Bunların başında "Yabancı" ve 1938'de yazdığı "Caligula" gelir. Caligula açıkça belirtir: Kişiler ölür ve onlar mutlu değildir. Roma' nın tek egemeni, sona değin us yolunu dener. Görülmemiş zırvalıklarla çevresine korku salar ve dalkavuklarının hançeri altında ölünceye değin olanaksızı yakalamaya çalışır.




Çeviri : Abdullah Rıza Ergüven / Berfin Yayınları


Defterler 1


Değerli olmak ya da olmamak. Yaratmak ya da yaratamamak. Birinci durumda, her şey kanıtlanmıştır. İstisnasız, her şey. İkinci durum, tam bir anlamsızlıktır. Geriye en güzel intiharı seçmek kalır: Evlilik + 40 iş saati ya da tabanca. " Kendimiz olacak zamanımız yok. Yalnızca mutlu olmaya zamanımız var. " Devrimci düşünce, tam anlamıyla insanın, insanlık durumuna karşı çıkışıdır.Bu anlamda, çeşitli görünümler altında, sanatın ve dinin süre giden tek temasıdır. Bir devrim her zaman Tanrılara karşı gerçekleştirilir - Prometheus'tan başlayarak. Bu, insanın yazgısının üstünde hak iddia etmesidir, zorbalar ve soytarı burjuvalar bunun bahanesinden başka bir şey değildir. Kuşku yok ki bu düşünce, tarihsel eylemi içinde kavranabilir. Bunu kanıtlama iradesini göstermek, boyun eğmemek için Malraux' nun coşkusu gerekir. O coşkuyu kendi özünde ve kendi yazgısında bulmak çok basittir. Bu anlamda, mutluluğun fethini dile getiren bir sanat yapıtı devrimci bir yapıt olabilir.

Çeviri: Ümit Moran Altan / İthaki Yayınları


Defterler 2


Camus' nün Defterler' inin birinci cildi, bir alıntı ve temalar birikimi, taslak ve imge deposu, bir edebiyat laboratuarı görünümündeydi. İkinci ciltte ise tarih egemen: Satır aralarında, II. Dünya Savaşı' ndaki ırksal temizlik, soğuk savaş, siyasal davalar, karmakarışık bir dünyanın bütün sarsıntıları yer alıyor. İnsan saçma bir evrende nasıl bir tutum benimsemeli? Başkaldırı mı, devrim mi? Yazınsal angajman mı, tanıklık mı, oyalanma mı? Bu kitapta, yalnızca bir düşünürle karşılaşacağımızı sanıyorduk; oysa tüm kırılganlığıyla bir insanı keşfediyoruz.



Çeviri: Ümit Moran Altan / İthaki Yayınları


Defterler 3



Albert Camus' nün 1935 - 1951 tarihleri arasında tuttuğu defterler, yazarın ölümünden kısa bir süre sonra yayımlanmıştı. Defterler' in bu üçüncü cildinde, öncekilerde olduğu gibi, Yaz, Düşün, Sürgün ve Krallık gibi yapıtların doğuşuna tanık oluruz. Başkaldıran İnsan'ın başlattığı tartışmalara yazarının gösterdiği tepkileri de görürüz. Tamamlanamamış birçok projenin notları yine bu ciltte bulunmaktadır. Yunanistan yolculukları, Cezayir savaşı trajedisi, Nobel ödülü... Camus'nün yaşamına damgasını vuran pek çok önemli olay, gene Defter'in bu üçüncü cildinde yer alıyor.



Çeviri: Ümit Moran Altan / İthaki Yayınları

Düğün Ve Bir Alman Dosta Mektuplar



Can Yayınları, bu kitapta Albert Camus' nün iki yapıtını bir arada sunuyor. Bunlardan biricisi, Düğün, tıpkı Tersi ve Yüzü gibi gerçek bir gençlik yapıtı, ama gene Tersi ve Yüzü gibi sanatçının "benliğini ve dilini yaşamı boyunca besleyen bir kaynak" aynı zamanda. Gerçekten de Düğün'deki denemeler Tersi ve Yüzü 'yle aynı dönemde yazılmış olmaları ve kaynak çevreyi, Cezayir'i, yansıtmaları yanında, aynı yalın, duru ve somut anlatımla, aynı keskin bakışı, aynı anlama tutkusunu, aynı yaşam ve yeryüzü aşkını ortaya koymakta. Bir Alman Dosta Mektuplar ise, İkinci Dünya Savaşı döneminin ürünü. Bir yandan temelsiz bir üstünlük deneyiminden yola çıkarak dünyayı egemenliği altına almaya kalkan bir ulusla bağımsızlığını onurla savunan bir başka ulusun tutumunu karşı karşıya getirirken, bir yandan da gerçek yurttaşlığın, gerçek toplumsal ahlakın niteliklerini sergiliyor Başkaldıran İnsan'ı muştulayan küçük boyutlu bir büyük yapıt.


Çeviri : Tahsin Yücel / Can Yayınları


Doğrular


Doğrular, Çarlık Rusya' sında geçmiş gerçek bir olaydan esinlenen bir oyundur. Eğer devrim için her şey mubahsa, devrim sonrası toplum, hangi insancıl temeller üzerinde yükselecektir? Sorunun yanıtı, bu oyunun yazılışından yarım yüzyıl sonra tüm anlamını yitirmiş gibidir. Son otuz yılda dünyayı saran terör eylemlerini gerçekleştirenler için, böylesi etik sorunlar yoktur. Ama bir zamanlar sorulmuş, tartışılmış, bugün kör inançlara yenik düşmüş, yok sayılmış sorunlar bundan böyle tartışılmayacak demek değildir. Bunun aksine inanmak teröre boyun eğmek demektir. Camus' nün tüm yapıtları gibi, Doğrular da, insanoğlunun onurlu yaşamı için bir başkaldırı niteliğinde.Özellikle, terörün binbir yüzünü tanıyan günümüz insanları için.


Çeviri
: Ferit Edgü / Yaba Yayınları

Düşüş


Albert Camus çağdaş düşün ve yazın dünyasındaki saygın yerini yalnızca oyunlarıyla da, yalnızca "Sisifos Söyleni" ve "Başkaldıran İnsan" la da alırdı belki. Ama Camus'yü Camus yapan öncelikle anlatı yapıtlarıdır. "Yabancı" (1942), "Veba" (1947) ve "Düşüş"se (1956) bu yapıtlar arasında üç büyük doruktur. Ancak, kimi yazın severler bu üç başyapıt arasında daha çok "Düşüş"ü yeğlerler. Bu kitap, herhangi bir düşünce ya da savı özellikle öne çıkarmaya çalışmadan, yalın bir anlatım ve özgün bir kurgu içinde, zengin bir düşünce duygu yüküyle, çağdaş dünyayı ve insanlarını derinlemesine sorgulayıp yargılar, çirkinliklerini ve düşkünlüklerini sergiler. Ama, aynı zamanda, bu dünyada yaşayan, dolayısıyla şu ya da bu biçimde, şu ya da bu ölçüde onun sorumluluğunu taşıyan bireyler olarak tek tek her birimize bir ayna tutar, eski avukat Jean-Baptiste Clamence' ın öyküsü aracılığıyla, bize kendini tehlikeye atmadan yaşayanların, yani hepimizin ve her birimizin benzersiz öyküsünü anlatır. "Düşüş"ün yayımlanmasından bir yıl sonra Camus' nün Nobel Ödülünü kazanması bir rastlantı olmasa gerek…


Çeviri
: Hüseyin Demirhan / Can Yayınları


Ecinniler



Gerek Albert Camus' yü, gerekse Dostoyevski' yi en iyi belirleyen yapıt, kuşkusuz "Ecinniler"dir. Dostoyevski'nin 1870/71' de yazdığı bu ünlü romanını (Cinler adıyla Can Yayınları' nda bu roman yayınlanmıştır) Albert Camus 1959' da oyunlaştırmış ve ilk kendisi sahneye koymuştur. Albert Camus, "varoluşçuluk hümanizmi"nin ilginç bir örneği olan "Ecinniler"de, kendi varoluşçuluk anlayışının siyasal, felsefi ve etik sınırlarını zorlamakta; "Sisypho Söylencesi" ve "Başkaldıran İnsan" gibi en etkili ve önemli yapıtlarında ele aldığı varoluş sorunsalını Dostoyevski' nin yaşadığı olaylar dünyası içinde vermektedir.




Çeviri
: Aziz Çalışlar / Can Yayınları


İlk Adım


Albert Camus' nün 1960 Ocağında korkunç bir araba kazasında yaşamını yitirmesi tüm dünyayı derinden derine sarsmış, zamansız ölümünün yankıları aylarca, hatta yıllarca sürmüştü. Otuz dört yıl sonra, 15 Nisan 1994' te, tam da o korkunç kaza sonunda büyük yazarın çantasında bulunmuş bir bitmemiş romanın: "İlk Adam"ın en sonunda okura ulaştırılması, tüm dünyada 1994 yılının en büyük yazın olayı oldu; kitap benzerine az rastlanır bir ilgi gördü. Bunu anlamak hiç de zor değil: "İIk Adam" bitmemiş bir roman, yazarının tasarladığı son biçimden de oldukça uzak belki; ama ne olursa olsun, XX. yüzyıl yazınına damgasını vurmuş bir büyük yazarın elinden çıktığını her satırında belli ediyor; üstelik, bu büyük yazarın kimi yapıtlarında şöyle bir sezinlediğimiz çocukluk ve gençlik dönemini aile ve okul çevresini, kısacası yetişim sürecini benzersiz bir içtenlik, duyarlık ve dürüstlükle yansıtmakta Bu açıdan bakılınca, "İlk Adam"ın hem tamamlanmış hem de örnek bir yapıt olduğu söylenebilir. Büyük yapıtların oluşumu konusunda bulunmaz bir belge niteliği taşıması da cabası.


Çeviri : Tahsin Yücel / Can Yayınları

Mutlu Ölüm


"Mutlu Ölüm" 1930'ların sonuna doğru yazılan, ama ancak 1971 yılında yayımlanan bir roman. Albert Camus (1913-1960) için daha sevimli görünen "Yabancı" daha önce yazdığı "Mutlu Ölüm" ün yayımlanmasını erteletmiş olabilir. Çünkü roman sanatı, 40'lı, 50'li yıllarda daha çok romanın yapısal özelliklerine ağırlık veriyordu. Bir sanat yapıtının yaratıldığı dönemde kusur sayılabilecek kimi özellikleri, daha sonra erdeme dönüşebiliyor. Albert Camus' nün ölümünden on bir yıl sonra günışığına çıkan bu romanını günümüzde öne çıkaran en önemli özellik, onun "romansı" oluşudur. "Mutlu Ölüm" yaratıcısı Albert Camus'ye otuz yıl sonra başkaldırmış ve özgürlüğüne kavuşmuştur. Bu roman, hem çağdaş bir yapıt, hem yazar-yapıt-okur ilişkisinin göz kamaştırıcı bir tanığıdır.


Çeviri
: Ramis Dara / Can Yayınları

Ruha Dokunan Düşünceler


Var oluşu sorgulayan, bireyi savunmak için çaba harcayan, çağdaş dünyaya önemli mesajlar veren bir edebiyatçı filozoftur, Camus. Felsefi düşüncelerini kolay anlaşılır bir dil kullanarak anlatabilen nadir düşünürlerden biridir. Bu kitap, Albert Camus'yü tek bir kitapta okumanız için hazırlandı. Bu kitap ruhunuza dokunsun diye yayınlandı...






Çeviri
: Ömer Sevinçgül / Carpe Diem Kitapları


Sisifos Söyleni


"Sisifos Söyleni", ünlü Fransız yazar ve düşünürü Albert Camus' nün (1913-1960) savaş yıllarında yayımlanan (1942) bir deneme kitabıdır. Daha kitabın ilk satırında, bireyin bir yaşama nedeni bulunmadığını keşfedişiyle, her türlü günlük çalışma ve acının içinde kökleştirdiği uyumsuzluk duygusuyla, yaşamın gülünçlüğünün bilincine varmasıyla birlikte, gerçekten ciddi tek felsefi sorunun intihar olduğu vurgulanır. Ancak sorulacak en önemli soru, bu duyguların bireyi zorunlu olarak intihara götürüp götürmeyeceğidir. Yazar uyumsuzluk kavramını açık seçik bir biçimde inceler. Sonunda da gerçek bir çözüm önerir. İnsan aklını sürekli olarak uyumsuzluğun insanlık dışı yanıyla savaşmaya iten başkaldırıdır bu. Ancak başkaldırı insanlığa gerçek boyutlarını kazandırır, çünkü insanın durumunu durmaksızın yenilenen bir savaşıma bağlar...


Çeviri : Tahsin Yücel / Can Yayınları

Sürgün Ve Krallık

Jean-Paul Sartre, Albert Camus'nün ölümünden sonra şunları yazmıştı: "Uzun süre düşünmeden seçimini yapmayan, bir kez seçince de buna bağlı kalan ender insanlardandı... Camus'nün insancılığında, ansızın bastıran ölüme karşı insanca bir davranış varsa; mutluluk yolunda giriştiği o gururlu, katıksız araştırma, insana bu denli aykırı gelen ölüme dayanıyor, ölümle besleniyorsa; Camus'nün yapıtını da, bu yapıttan ayrı düşünülemeyecek yaşamını da, varlığın her anını ölümün elinden kapan bir insanın katıksız, başarılı denemesi olarak görebiliriz. Kırk dört yaşında, 1957 Nobel Ödülünü alan Albert Camus (1913-1960) "Sürgün ve Krallık"ta yer alan altı öyküde, acıma, güçsüzlük, iyilik, kötülük gibi temel insani durumları, insanın davranışlarını güdülendiren "kurban" ve "cellat" ikilemini ele alıyor.


Çeviri
: Tahsin Yücel / Can Yayınları

Tersi ve Yüzü


"Brice Parain, sık sık, yazdıklarımın en iyisini bu küçük kitabın içerdiğini ileri sürer... Hayır, aldanıyor, çünkü deha bir yana bırakılırsa, insan yirmi iki yaşında yazı yazmasını pek bilemez. Ama Parain'in söylemek istediğini anlıyorum.Bu acemice sayfalarda, sonradan yazdıklarımdakilerden daha çok gerçek aşk bulunduğunu söylemek istiyor, haksız da değil. Bu sayfaların yazıldığı zamandan beri, yaşlandım, çok şeyler görüp geçirdim. Sınırlarımı, sonra hemen hemen bütün zayıflıklarımı tanıyarak kendi hakkımda bilgi edindim... Herkes gibi ben de düşlerim bazı bazı. Ama iki sakin melek onun eşiğinden hiçbir zaman geçirmediler beni; biri dostum yüzünü gösterir, öbürü düşmanın suratını. Evet, bütün bunları biliyorum, aşkın neye patladığını da öğrendim ya da aşağı yukarı. Ama yaşamın kendisi hakkında, "Tersi ve Yüzü"nde acemice söylenenden daha fazlasını bilmiyorum."


-Albert Camus-


Çeviri
: Tahsin Yücel / Can Yayınları


Veba



Camus adı çoğu okur için Yabancı romanıyla özdeşleşir. Ancak yazarın en önemli yapıtı aslında "Veba"dır. Keskin bir gözlem gücünün desteklediği arı bir bilinçle Veba, yalnızca çağımızın değil, tüm insanlık tarihinin ortak bir sorununa değinir: Felaketin yazgıya dönüşmesi. Camus' nün hiçbir yapıtında böyle acı bir yazgı, böylesine şiirsel bir dille ele alınmamıştır. "Veba", insanın ve ışığın şiiridir. Bu şiirde renkler alabildiğine koyu, ancak yazarın sesi o denli umut doludur. Beklenmedik bir boyuta ulaşan veba salgını tüm Oranlıları ilkin umutsuzluğa boğar, ardından Doktor Rieux, Tarron ve Grand'ın gösterdikleri dayanışma örneği, başta yetkililer olmak üzere herkese bir güç ve umut kaynağı olur...



Çeviri
: Nedret Tanyolaç / Can Yayınları

Yabancı


Albert Camus' nün en tanınmış, en çok yabancı dile çevrilmiş, en çok incelenmiş ve hala en çok satan kitaplar arasında yer alan "Yabancı", aynı zamanda yazarın en gizemli yapıtı. Ölümün egemen olduğu bir "varlık"ın en anlamsız olgularını saçma bir düzensizlik içinde yaşayan bu romanın başkişisi "Meursault", bir simge kahraman değildir, "adı" olmayan bir "Yabancı"dır; bu eksik kimlik, gerçeklikten algıladığı şeyi yapılandıramayan, yeniden örgütleyemeyen, ama gerçekliğin yankılarını yakalamaya çalışan bir boş bilincin imgesidir. Onun kayıtsızlığı ve edilgenliği, işte bu boş bilincin ürünüdür. Yabancı, büyüleyici gücünü, içinde barındırdığı trajedi duygusuna borçlu: Bir türlü ele geçirilemeyen anlamın sürekli aranması, bilinç ile toplumsal dünya arasındaki çatışma. Camus'yle buluşanların hiçbiri, onunla karşılaşınca hayal kırıklığına uğramamıştır. "Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir," der Camus. Giderek daha çok sevilen bir yazar olması, onun bu sevgisinin yansımasından başka bir şey değildir.


Çeviri: Vedat Günyol / Can Yayınları

Yaz


"Yaz", yapıtları arasında organik bağlantı ve bütünsellik ilkesine büyük önem veren Albert Camus'nün "Tersi ve Yüzü", "Sürgün ve Krallık" ve "Düğün" adlı kitaplarıyla birlikte birbiriyle ilişkili ya da bağımsız bir metinler çevrimi oluşturur. Doğaya, dağa, denize ve güneşe derinlemesine bir sevgi duymuş, kendisine bir sığınak, düşüncelerine bir yanıt aramış ve Akdeniz ışığında bütün yaşam felsefesinin imgesini bulmuş olan Albert Camus, "Yaz"da Cezayir'in sıcak ve aydınlık doğasından Antik Yunan'ın ölçülü ve ışıklı düşüncesine uzanır. Böylece, Avrupa'nın kapıldığı yıkıcı tutkuyu yalın olduğu kadar hayranlık uyandıran bir mantıkla yargılar ve ortaya çıkan Akdeniz bilinci "Albert Camus"nün mutluluk etikasını yaratır...


Çeviri
: Tahsin Yücel / Can Yayınları

Yolculuk Günlükleri


Yolculuk Günlükleri, Albert Camus' nün İkinci Dünya Savaşından hemen sonra, 1946 yılı mayıs ayında Amerika Birleşik Devletlerine, 1949 yılı Haziran - Ağustos ayları arasında Güney Amerika ülkelerine yaptığı gezilerde tuttuğu notları kapsıyor. Birincisinde otuz üç yaşında henüz yeterince tanınmamış; ikincisinde ise otuz altı yaşında ve ünlenmeye başlamış bir yazar. Öznel ve nesnel koşullar nedeniyle, iki günlüğün havası birbirine benzemiyor....




Çeviri: Ramis Dara / Can Yayınları

27 Temmuz 2008 Pazar

Asım Bezirci

Yazar, eleştirmen sanat adamı Asım Bezirci 1928 yılında Erzincan' da. Demiryolu işçisi bir babanın oğlu olarak Dünya' ya gelen asım bezirci, ilkokulu Erzincan' da bitirdi. 1939 depreminden dolayı ortaokulu orada okuyamadı, erzurum' da yatılı okula giderek öğrenimine orada devam etmek zorunda kaldı. Bezirci, edebiyat serüvenine lise yıllarında başladı. Her insanın ileride neye yöneleceğine ilişkin, ilk ipuçları genellikle lise yıllarında ortaya çıkmaya başlar. Bezirci' de de, her şeye eleştirel bakan ve eleştiren, ne olursa olsun onu olduğu gibi kabul etmeyen muhalif ve araştırmacı yanı, lise yıllarında öne çıkmaya başladı. Bu da onu edebiyat alanına daha da yakınlaştırdı ve okuma sevgisini büyüttü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi "Türk Dili ve Edebiyatı" Bölümü' ne girmesinin nedeni de buydu zaten.

Üniversite yıllarında, ülkemizin içinde bulunduğu siyasal durum, doğal olarak yazarıda etkilemişti. Dünya' da yaşanan devrimlerin etkisi hissediliyor, sosyalist düşünce tartışılıyordu. Asım Bezirci' de Türkiye Sosyalist Partisi'nin düşüncelerini benimsedi ve Gerçek Dergisi' nde o süreçte yazıları çıkmaya başladı. Bu yazıları nedeniyle de birçok soruşturmaya maruz kaldı ve daha sonra tutuklandı. Altı ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Bezirci' yi bu kez işsizlik tutsak almıştı. Zorla bir ilaç fabrikasında kendisine iş bulmuş ve orada çalışmaya başlamıştı. Yaşadığı ekonomik zorluklar, onun edebiyat tutkusunun önüne hiçbir zaman geçmedi. her fırsatta yazdı, araştırdı ve okudu. 6–7 eylül olayları nedeniyle hakkında bir soruşturma daha açıldı ve tekrar tutuklanıp beş ay daha hapishaneye atıldı. 1957 yıllarından sonra tamamen edebiyat alanına giren yazar, daha ciddi eleştiriler, denemeler yazmaya başladı.

1960' ta Dost; 1963'te Otağ; 1968'de Yeni Dergileri tarafından "En beğenilen eleştirmen" seçildi. Daha birçok yerde ödüller verildi Bezirci'ye. Zamanla kendisi de edebiyat alanında üretimler vermeye başladı. Eleştirmen kimliği bu yıllarda ağır ağır kendini gösteriyordu. Bunun yanı sıra araştırmalarına da ağırlık veriyordu tabi ki. Bu yazıları çeşitli sol dergilerde yayımlandı. Aydın biyografileri üzerinde çalıştı. Eski işyerinden ayrılıp edebiyata yoğunlaşan bezirci, tekrar ekonomik sıkıntılar çekmeye başlayınca Unilever' de muhasebeci olarak çalışmaya başlayarak, iki işi birlikte yürüttü. Emekli oluncaya kadar da burada çalıştı. 1961' de eserleri çeşitli yayınevlerince yayımlanmaya başladı. Sadece eleştirmenliğiyle değil, üretkenliğiyle de kendisinden söz ettirdi. Ve eleştirmen-yazar olarak anılmaya başladı.

Bu süreçte Fikret Arel, Halis Acarı imzalarıyla, sonraları da kendi adıyla

Yeni Ufuklar - Forum - Pazar Postası - Yelken - Dost - Ataç (kendi çıkardığı) - Yeni A - Gelecek - Dönem - Papirüs - May - Halkın Dostları - Soyut - Politika gibi gazete ve dergilerde yazılar yazıyordu.

1979' da Türkiye Yazarlar Sendikası' na üye oldu ve aynı yıl yönetime seçildi. Bir yıl sonra da tüm dehşetiyle 12 eylül geldi. Asım Bezirci, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Barış Derneği davalarında yargılanmaya başladı. Aynı zamanda çevirilerinden dolayı da başı dertteydi, A. Kadir' le birlikte çevirdiği "Sosyalist Gözle Ganat Ve Toplum" ile "On Şair, On Şiir" adlı kitapları toplatıldı.

Ülkemizde yazarların ve aydınların gördüğü şiddetli baskı ve sansür politikası ile ülkenin gelişmesi istenmese de. Süreğen bir şekilde Asım Bezirci de bu şiddetli, hiddetli ve baskı politikasına boyun eğmedi. Herzaman mücadelesini sürdürdü. Pir Sultan Abdal'ı araştırırken, onun dara çekildiği ilde kendisini de ateşin beklediğini bilmiyordu belki ama, ülkemizin nasıl ve kimler tarafında yönetildiğini çok iyi biliyordu. Kaderinin Pir Sultan' la Sivas' ta böylesine çakışacağı yazarın aklına gelmiş miydi bilinmez.

Bezirci, Pir Sultan' ın yaşamını, kişiliğini, sanatını tüm yönleriyle araştırıp, üzerine tüm şiirlerini de yerleştirerek güzel bir eser ortaya çıkarmıştı. Bu çok emek verdiği etkinliğe katılmak üzere 1993 Temmuz' unda Sivas' a geldiğinde Pir Sultan'ı daha iyi nasıl anlatacağını düşünüyordu belki. Ancak ölüm orada kol geziyordu, hem de kalleşçesine, sinsice. 2 Temmuz' un o kavurucu sıcağına otuz beş aydının, yazarın, sanatçının en önemlisi insanın madımakta diri diri yakıldığı tüm ülke izledi tepkisizce. Külleri bile katledilip, madımak onlara tabut edildi. Madımak' ın ateşi bir ülkenin yüreğini yaktı. Asım Bezirci ve onun kadar değerli aydınlarını yitirdi bu vatan. Ruhuna kara bir leke daha yapıştı. Geriye tarifi imkansız bir acı kalacaktı yüreklerde...


Son Bir Hediye/Ölüm/

Ölüm...

Gerçek bir oluşum üzerine...

Vurun sayfaların üzerine, sessizliklerini nasıl da size yansıtmıyorlar görün kendiniz. Bu kadar sahip olduğunuz andilleri tükettiğiniz de, kültürünüzden geriye ne kalacak.

Hiç bunun korkusunu yaşamıyor musunuz?

Atay olabilmek adına, kazanıldığını zannettiğimiz onca kazanımlarda, bize bunu sağlayanları unutup, merdiven gibi üzerlerine tırmanmak ne kadar trajik acı bir hal alasada. Bu davranışlar, kişi için gözardı edilen bir gereçeği vurguluyor. Birey herzaman bu çıktığı merdivenleri kullanarak inecektir, ama sadece farkında değil bunun. Tıpkı yıldızların gökyüzünde durdukları yerlerden ayrılmaları gibi. İnsanı insandan farklı kılan tekşey sınıfıdır, sınıfın kalkacağı gerçeğini görmezlikten gelsenizde bunlar şuan bile yaşanılmaktadır. Buna en bariz örnek ise William Shakespeare' in şu anekdotudur:


Kralda, soytarıda aynı iştah ile acıkır.

...belki o anda varlığınızı katletmeniz gerektiğinin farkına varmalısınız. Parçalanıp dağılan insanlığınızı boğazlayarak, dolayımlarınızı elde ettiğinizi hiç unutmayak, dünyaya gözünüzü açtığınız ilk anı hatırlayın. Hepimiz Ağladık!

İnsanlığınızdan utanmadığınız ya da bütünlüğünü korurduğunu görürseniz şunu unutmayın. Sizler ruhunuzu yitirmişsiniz. Bedenizden çok sakatlanmış duygularınız nasıl işleyecek, varlığı olanaksız hangi duygularınızla gözlemleyeceksiniz bu kaybolmayı.

Çok merak ediyorum?

Ruhunuz yok!

Ölümü, sel gibi giyin üzerlerinize, gün geçtikçe suyun üzerinizden aşındırdıkları ile yaptıklarınız, ruh temelinize inecek. Üzerinde yükseldiklerinizin, bilmediğiniz o eşsiz güçlerinin farkına varamayacaksınız. Apansız yayılan bir biyolojik silahın etkileri gibi, yitirdiğinizde şişkinliğinizi, tekrar onların gerçekleri boy gösterecek. Bulundukları yerlerinden kalkacaklar ve sizlerin pisliğinizi isyan olarak yüzlerinize sıvıyacaklar.


Tatlarla ve iç içe geçmiş, dolanbaçlı labirentlerle yüklü bu isyanı yaşayacaksınız. Ölümünüz yakındır, fentleriniz artık suyun üzerine çıktı. Kaybettiğiniz su perileri örtemeyecek artık sizlerin yoksunluklarınızı, size acıyacak tek olgu ölüm olacak gelen yıkım ile...

Yıkım geldiğinde, işkence çekeceksiniz, ölüm sizinle münazaraya girmeyecek, sürüm sürüm sürüneceksizniz ruhsuzluklarınız ile. İşte o zaman üçüncü melek çıkacak. Geçmişinizi sizin çizdiğiniz tablolarda gözleriniz önüne getirecek. Ve ne kadar yitik kişilikler olduğunuzu görecek, sizi yükseltenlerin, isyanının başarısı ile "Neresinde benim varlığımın düşüncesi?" diyeceksiniz. -Çünkü düşünecek bir bilgi birikiminiz yok, sahip olduğunuz düşünce paketleri sizi yolda dımdızlak bırakacaktır. Uyanın-

Ve gelen üçüncü meleğin size sağladığı ölüm ile kutsanacaksınız. Bir daha ebediyen dünyaya gelemiyerek.

Unutmayın sakın, size alt tabakanın sağladığıklarını. Hatırlamazsanız öleceksiniz.

Ölüm size son bir iyilik ise; bir kere öldüğünüzde, bir daha varolamayacaksınız. İşte bu size ölümden armağandır.

LiberterKedi

26 Temmuz 2008 Cumartesi

Kork/u olsa-da, kaybet)mek d-aha- acı

Kork/u olsa-da, kaybet)mek d-aha- acı

Kelimelere dökemiyorum -korku çok ürkünç olsa da, kaybetmek daha acı- yaşadıklarım hep ayaklarımı gövdemden bir adım geride tutmamı fısıldıyor. Acı, korku, ihanet ve üzüntü yaşanmaması mı gerekiyor, yaşanması mı gerekiyor?

Sonu gelmeyen bulmaca kutuları gibi bu.

Kendimi çizdiğimi sanıyorum konuşurken. Sözlerimi kendi kendime dillendiriyorum sanki. Bir sanrı mı bu içerisinde kaybolduğum, kalvyede parmaklarım titrerken bilmiyorum, nasıl bişey bu garip bir mutluluk, derin bir acı içeriyor ruhum, nasıl birşey bu...

Tanımıyorum...

Tanımlanamayan morfemler var dilimde ama diyorum ya korkuyorum.

Yok acısı, yok salatası bunun karmaşıklığında belli ki dahinin akıl labirentindeyim. İçimde bir ayna, zamanın ruhu göz kapaklarımın arkasında kaçırıyorum onu. Ama dökemiyorum bunu. Anlatamadıklarım, söyleyemediklerim düşündükçe griftleşiyor ve ben gitgide içinden çıkılacak bir durumun ortasındayken kendimi boşluğa bırakıyorum. Bu hazzı yenmek tanımalaya bilmek adına.

-e bilmek,

-a bilmek

aslında tek gerçek hiçbirşeyi bilmemek...

İyi mi?

Kötü mü?

Sorunlarıma sorunluca, karmaşıklıklarıma dahinin akıl labirentinde yer alarak enjekte ediliyorum. Ve korkuyorum sanrılarımdan...

Ben bir deliyim bu dünyadan olmayan, anlatamadıklarını kelimelere dökemeyen bir deli.

"korku çok ürkünç olsa da, kaybetmek daha acı"

LiberterKedi

Saçmalama!

Sokak isimlerine
yazılar yolladım.
Kendimi gömdüm
sokak lambaları
ardına.

Sensizliklerimde
azrail yoklamaları
ile irkildim.

Bunun
farkında
mıydın!

Saçmlamak işte
böyle bişey.
İçinden geleni
anlatamama,
karşındakinin
aşağılamasıdır
kişiliğini...

LiberterKedi

Susku Ve Çığlık

Dedim başka dünyalıyım diye...

Birileri beni bu dünyaya çağırdı. Kurguladığım bir hayatın, ölüm öncesi sessiz haykırışları bu imgeler.

Sen bugünümde yokken ruhum tanımsızlaşıyor. Sızlaşıyor acı ile. Dengesizliklerin sizsizlikleri belki. Anlam yükledikçe manasızlaşmaları yüreğe dökülü veriyor ve yürek dökümü sessiz imlerim ayalarımın altına düşü veriyor. Acınmasız sokaklara atılıyorum. Atılıyor, yargılanmadan asılıyorum. Acaba neden bu dünya böyle merak etmiyorda değilim...

Plastik dünya bu dünya. Bir ateş attın mı ortasına hemen yanıyor, yeni bir form alıyor ve değişiyor. Sistemin bu kadar cıvıklaştığı dünyada. Tek yaşama sebebim ne diye sorarsan hayatımda hatasız tek vereceğim cevabı yüreğinin derinliklerinde bulacaksın...

Susku ve çığlık, sızlaşıyor...

LiberterKedi

25 Temmuz 2008 Cuma

Tüm Aşklarda Gizli Olan...

Fantezi: Hayallerinde onu hissetmek, yüreğinin tam ortasında, bacaklarının arasında sıkışıp kalmak, onun teninde, derisinde, bedeninde yok olmak- ölmek gibi- fantezidir.

Arzunu o olarak yaşamak, kanında vaftiz olur gibi, onunla karşılıklı irkilmelerle biz olabilme; vahşi bir his değil, tuhaf bir hazdır sevişmek, onun ruhunun tıkanması gerekn boşluklarında. Bu hem acı verir, hemde sevindirir. İki yol arasında ki en kısa mesafedir anlattıklarım... Anlayabilmek, anlam yükleyebilmek, belki de zor olanı seçmek hayallerinde onunla bir olmak, olabilmek işte bu böyle bişeydir.

Herzaman bu kadar toz- pembe değil. Göze kaçıp ovuşturmamıza sebep olur, ardından kan çöreklendirir üzerine. Bu bir zehirlenmedir. Yaşamımız boyunca karşılıklı bir çok sefer olduğumuz bir durumun aynadaki görüntüsüdür. Yerilmek insan doğasındaki karşılaşabileceği en doğal olgudur. Bireyin ekolojisinden ötürü...

İnsanın ruh ekolojisi, mezar ürkekliği ile sınırlandırılıyor kendince. Ahir korkusu, hesap güdüsü ürkekleştiriyor onu. Ama o bunun farkında değil. Düşüncede yapılan onca günah ve fantezi ahlakın, düşüncenin ve erdemin genelleştirilmesiyle sığlaşıyor. Budala bir hal alıyor, mavi sulara atlar gibi karısının üzerinde yolculuk edenler mi erdemli, sevdiğinin ruhunda gezinen, tenininde ölenler mi ahlaklı. Düşündürücü- Aslında tek gerçek sev-iş/mek!-

Tıpkı bir devrim gibidir sevişmeler, kanla başlar, bir damla göz yaşı ile sulanır, bir hayat ile yep yeni bir form alır. Böyle bir sarmalın elementleriyiz biz. Makinalaşmaya alışık olduğumuzda, tahrik edilmedikçe susma hakkımızı kullanıyoruz. Tepkisiz ve hareketsizce. Issız bir sis içerisinde yitirdiklerimizi görüyormusun?

Yok!

Toplumsal yargılanma korkusu, eşitsizlik, bir çember. Sonu olmayan, korkusuz yatak gıcırtıları her evde var. Yataklar da patlamaya hazır onca mayın gibi olan insan, gerçekte bu kadar ahlak polisliğine düştüğünde hiç samimi gelmiyor...

Cinselleşmiş dünya yitikleşiyor ahlak dürtüsüyle. Kimse duymuyor ve sorgulamıyor. Sevişme ve fantezi acaba bedenlerde mi sadece hissiedildiğinde gerçektir. Ruh sökümleri, tan ağırmalarındaki o mutluluk nasıl bilirmi hümanite?

Sanmaların ardından gelen sınırlandırmalar ile en güzeli habersizce rüyalarında ona sahip olmadır. Sevgi/Seks reaksiyolojisi böyledir.

Haksızmıyım?

Kor/k-sus)ma

Korkuuuu....

Büyük bir
yol ayırdımı,
gölgelerindeyim
umarsızca.
Hayatının kalemi,
kederinin pusulasıyım ben.
Tam içinde,
ruhunda bir
yerdeyim.
İşte sana
cevabım...

....susmaaa

... da, ruhumda
saklı isyanlar,
bende ki senin
izdüşümlerin,
çok acı...
dil eylemleri,
ruh protestoları içerisindeki,
dingin bir o kadar da asi
bekleyiş,
göz kapaklarının
ardında gizli...

Acıııı....

Aynayım ben,
kelimelerini sana
yansıtan,
ruhunum ben.
Hislerini tokatlayan.
Ben ruh dibine
serilmiş bir paspasım,
üzerime basıp geçsen de,
anlayamayacağın hislerin
karmaşasıyım.
Dünya'da varolmayan
deli bir uzaylı.

Nasıııı....

Bağır ruhunun tan sökümlerine.
Giremezsin; gölge
düşmez köşelerime,
bakirliğini muhafaza etmiş
beyin labirentlerime.
İstediğin kadar çek oltan ile
dilimden kelime,
neye yarayacak.
Beni ben yapan şeyler
tükenmeye yüz tuttuğunda,
gidecek yer kalmadığında.
Gölgeni nereye
sereceksin?

...ürkekleştiriyor...

23 Temmuz 2008 Çarşamba

Mastürbasyon

Ellerinden kayar gider zaman.
Hislerin hayallerine çarpar,
bedeninde ki titreşimler ile,
birden rahatlayı verirsin.

Artık ne ileriyi,
ne geriyi,
ne zamanı,
ne ötekini,
ne sonu,
ne diğerlerini,
ne olabilecekleri
düşünürsün.

İşte böyle bir şey mastürbasyon.
Tek kişilik, tek perdeli bir oyun gibi
geride kalan ise nemli eller.

LiberterKedi

22 Temmuz 2008 Salı


Rüzgar hızlıca, iç/lice sana doğru
sürüklendiğinde,

saçlarını bırakta savursun.

Yağmur usulca tenini
okşadığında,kaçınma damlalardan.
Tenine dolasınlar beni.

Sende buharlaşayım.

Saman isyanları gibi bir sevgimi arzuluyorsun. İnanmıyor ve hissetmiyormusun bendeki senin izlerini. Günlüğüme karaladığım onca ...saklı isyanı dillendirdiğim imgelerimi tanı. Tedavim benim senin hayallerimdeki görüntülerin. İsyanım sana olan özlemimin bende oluşturduğu dayanılmaz acılar. Ümidim sana özgür değilken sağlayamadıklarımı sınırsızca yaşatmaktır, bunu bil yeter bana...

Vazgeçirtmeyecek benden seni bu keçilikler...

Unutma! Ben bir deliyim. Ben bu dünyadan değilim. Ve hücrem senin sevgin.

LiberterKedi

Hiss/et/mek

İçim/de sana doğru
taşan bişeyler var...
Sana anlatamadığım
özlemler,
sevgi,
hüzün
ve acı
-hissediyor
musun
-.

Aşk, sadece
sentetik bir
ilaçtır.
İmgelerimde
kaybolduğunda
aç/mısın
Yağmaya
y
a
ğ
m
u
r
l
a,
haz-ı-
r

sın.

LiberterKedi

20 Temmuz 2008 Pazar

Yağmur İle Gelen

Yağmur yağıyor dışarıda,
üzerini giymeden çık.

Tomurcuklanmış toprak kokusunu,
ayakların ile savur etrafına.

Tenini, bedenini yağmura teslim et.
Bırak da damlalar süzülsün üzerinde.

Ölüyor bir deli sensiz farkında mısın?
Başka coğrafyadan ve bu dünyadan olmadığı halde,
burada hayatını idame ettiriyor
sen bilmeden.

Aç bırakıyor bu özlem onu.
Yağmurla gelen sensizliğin
kemirgenliği,onun bedenini
silikleştiriyor.
Ve yağmur
Özletiyor Seni.

Yağmur ile
g
e
l
e
n
.
.
.
Hava/da

Burada
duvar ile direk
arasında asılı
sallanıyorum.

Kenarlarım yırtık
parçalarım sarkık
içim patlak.

Burada
geçmiş ile gelecek
arasında gerili
sallanıyorum.

Saatlerim çarpık
günlerim çatlak
yılım yitik.

Sözcükler gelip geçiyor içimden
anlamsızlığa doğru
eylemler geçip gidiyor elimden
çaresizliğe doğru.

Boşalıyorum
burada
hiçlik ile yokluk
arasında.

Oruç Aruoba

İÇ/Ruh Sökümleri -1-

Uzun zamandır içime bişeyler koymuyordum. Düzensiz raflarım ile, içleri iyice karışmış halde hep kafamı ellerimin arasında hapsetmiştim. Uyurken korkularımı ve yalnızlıklarımı doluyordum bedenime. Kalbim ile beynimin arasına sıkıştırdığım ölümü düşününce hep sen geliyordun beni hayata bağlayan.

Ürperiyordum ışıklı yollarda yürürken, birden karanlık yollara sapan kaderimin farkına varınca. Biraz içime çekilmiştim sanırım. Yalnızlığımla suskunluğumun yitikleştirilmesi nasıl makul bir hal alabilirdi.

Uzunca düşündüm durdum ve en uygun yol, kelimeler ile dans etmekti. Tıpkı Emma Goldman' ın "Danssız bir devrim olmaz" dediği gibi. İşte bu anda yüreğimin düştüğü yol olan yalnızlık dağlarında gezdiridiğim fikirlerimin çobanıydım ben.

Yönetimsel olarak onları sanatta, edebiyatta salamuraya yatırsamda, geçmişte düşündüklerimi gözardı edip onları kirlettiğim için vicdanım yanıyordu. Bedenimi kaplayan bu ateş sürekli beni sayıklamalara itiyordu. Ve oltamın yalnızlıklara saplanmasını fısıldıyordu. Yollarını kaybetmiş gökte asılı duramayan yıldızlar-Ben nerede hata yapıyorum- diye konuşurken, zaman hızla gidiyordu ellerimin arasından usulca süzülerek.

İç/sel oluyordu göz yaşlarım hatırladıkça. Her bir imgem parçalana parçalana dolanıyordu ve anlamını bilmeyen kaynak eminliğinde değil bunun. En acısı bu.

"Ezgi'ye Çağrı"

LiberterKedi

19 Temmuz 2008 Cumartesi

"Kendi dilini kullanamadığında, evrensel düzeyde bir hiçsindir"

Not Alışımı
: Kelimelerinizi seçtiğiniz zaman iç/kapanıklık ile sanrılarımıza gömülme. Ürkek bir kızın bakireliğini kaybetmesi sonrası, vücuduna düşen titreme gibi çekiniyorum kitaplardan alıntı yaparken. Üzüntülerimi, sevinçlerimi, coşkunluklarımı anlatmaya çalışırken seçtiğim imgelerimin sığlaşması için uğraşsamda hep dilimin süzgecine takılıyor. Ki onlar zaten beynin sansürüne maruz kalırken, bu kadar Anti-Liberter' lik ile -özgürlük düşmanlığının-düşüncede yer etmesinin kime ne faydası var çözemiyorum.

Anlat-ama-ma: Herşeyi dilediği konuma getirerek ifade edemediğinde bir hırsa bürünür insan. Affedilme duygusuyla tanrısına sığınır söylemlemek istediğinin doğurduğu yanlışları gidermesi için. Dogmalara düşen birey, her zaman bir noktada tıkanacaktır bilimin kapısında durduğunda. Açıklayamadıklarının kölesi olacaktır, tıpkı dilinde ki imgelerin yetersizliğinde olduğu gibi.

Gelen İfadesizlik: Özgürleşme süreci, hep anlamayla ilintili bir durum olsa da ikisi çoğu zaman ayrı ayrı düşünülmüştür. Bilgi tasarımlarındaki bu açık sırandanlaşmanın sebebi bu. Bilginizi sokakfahişeleri gibi oradan oraya aktarırken, kirlenmesine göz yummanız ile kaybedersiniz. Böyle bir olguya karşılık üç maymunu oynadığınız içindir aslında.

-Tamam bunun uygun ifadesi budur hocam.

-Eminmisin hocam

-Evet. Hep konuşmalıyız kendimizden emin olarak. Ancak böyle ifade edebiliriz kendimizi.

Üzüntü ile hafif bir ton ile:

-Dünya'da en iyi ifade anlatımlarında özgür kalabilmektir. Karşındakini dinlemeden emin olma. Sürekli dinle ve düşün süzgecinden geçir.

[Devam Edecek]

18 Temmuz 2008 Cuma

Perde

Nesimiden açarım perdemi bugün:

Dostluklar kurulsun
İnsanlar gülsün
Barış güvercini uçsun dünyada
Yok olsun kötülük
Düşmanlık ölsün
Barış güvercini uçsun dünyada.

Ne güzel söylemlemiş Nesimi. Yoksa barış dünya da, olsun çocukların boya kalemleri, olsun onların hayalleri, umutları, sevinçleri, neşeleri. Bu neden anlaşılmaz olmuş acaba sorgulandıkça sığlaşır. Hakk-ı nazarım... ızdırabından eridiğim hasret ile üzüntülerime bağlı bir acıdır bu.

Barış ölmüş kabullenemiyorum. Umut ölmüş ağlamaklı yüreğim. Sevgiler sığlaşmış kendimden şüpheleniyorum. Zaman donuklaşmış gelişimim durgunlaşıyor mu bilemiyorum. Gördüğüm birşey var ki nekrofililer dolmuş topluma, ego bağımlıları, yönetme düşkünleri ve diğerleri duyun -Barış Ölmüş-

Sizin yüzünüzden, kibirlerinizin tohumları ile kirlettiğin beyinler yüzünden, karaladığınız onca bakir defter sayfası hayatın yolunda kenarında konsomatris olarak çalışır olmuş. Pisliklerinizi, egonuzu, kelimelerinizin cıvıklığını giderebilmek adına. Ama neye yarar. Homeros' un kahramanları, İskandinav Vikingleri sizin barbarlığınız devam etsin zamanda, zaptedin heryeri. Gitti barış neye yarar ele geçirdikleriniz, yarınlarınız olmayacaksa...

Değişim/Devinim yoksa, barış ölmüşse günde. Gündüze düşer gece, geceden kalmaz karanlık perde.

17 Temmuz 2008 Perşembe

Yalan Bir İronidir

İnsanın kişilik sorunsalına bağlı olarak beğenilme güdüsü.

Sayfalarca yazılacak bir olgu aslında. Beğenilme güdüsü ile hareket etmenin psikolojisi ne acaba.

Süslü, yaldızlı, etkileyici olmayı isteme arzusu. Övünme, kendin ile yetinme yalanı insanın kendisine bile itiraf etmekten korktuğu en büyük paranoyadır dünden kalan. Bu klasik söylemler , bu davranışın temellendiği olgulardır. Genel bir çerçeve içerisinde toplarsak, bu davranışa yakın olan insanların tabirini şöyle yapabiliriz:

Bu yolda adım atan insanlar; acıktığında avına diş bileyen çakal sürüsünün yaptığı gibi, bu adımları gerçekler olarak kabul görselerde, argo bir tabir ile bunun eşanlamlısı mezarcılıktır.

Yüzyıllardır insan dünya üzerinde hayatını idame ettirirken, koşullar gereği farklı alanlarda da boy göstermiştir. Bu tıpkı Kültür & Sanat alanında da olduğu gibi. Yaşamı içerisinde kimi zaman politik gerçekler ile kimi zaman sanatsal gerçekler ile hareket etmiştir kişi. İnsanın boy gösterdiği ve aslında tek hak götürmeyen alan ise Kültür & Sanat alanıydı bugüne kadar.

Zaman ilerledikçe üretimin yavaşlaması, statikocu yapıların dinamik görünmesi, alışıla gelmiş beşeri davranışları çürüten imgeler ile yazılan yazıların, toplumun gelişimine yönvermeye başlamasıyla, toplumun geleceğine tecavüz edilmiştir. Buna bağlı olarak yola çıktığımızda, böyle Kültür & Sanat çakalları tarafından sistematik olarak yürütülen çalışmalar ile gerçeklerin yerini politik yalanlar yer almıştır. Toplumu oluşturan halk git gide birbirine güvenemez olmuş. İnsanlar ise yalanlar ile gözlerini boyayanların davranışlarını normal bir hareket olarak kabul etmişlerdir. Tarih sayfalarında yer alan buna benzer bir çok olayın ardından gelen tek gerçek ise sistemin "yıkım" ıdır.


...


Evet dejenere olmuş insanın anlayışı, yalanı kabullenip, gerçekleri gözardı etmesi ile gelen tek kazanım sistemin yıkımıdır. Yönetim değişiklikleri işte bugün bu şekilde oluyor. Günümüz toplumunda insan davranışları sanat açısından asimile edilmiş gerçekler ve bireye empoze edilmiş yalanlar ile hızla ilerlemektedir.

Sosyoloji, psikoloji, felsefi ve diğer tüm bilim alanlarında yıkım süregeliyor uzun zamandır.

Yer yer sistemin kötü gidişini daha da kötüye götürmek isteyenlere karşı ayak direyenler olsa da. Ayak direyenlerin gerçekleri yaşatma ve gelecek kuşaklara aktarma inatları, yine bu yalanları kabullenen toplum tarafından yıkılıyor.

Yarınları ellerinden alınan çocuklar ise daha tohumdan gerçek olmayan olgular tarafından yönlendiriliyor güç odakları tarafından. Görüntüde. Aslında toplum yıkmamış oluyor onları, anlattıklarımıza bağlı olarak.

Yıkan ise temelde onlara yüklenen yalanlardır. Bugün bu inatçıların yok oluşu ile hayat idamesi sırasında trajedik olayların yaşanması ardından ve sonrasında kendi kendine ortaya çıkan gerçeklerin hiçbir zaman yıkılmaması da, kendi içerisinde durumun bir ironi barındırdığını gösteriyor. Yani yalan bir ironidir aslında.

Bunun deneysel çıkarımları ise traji komik bir şekilde hep yaşanıyor.

Nasıl mı?

Şöyle: Bugün inatçıların fikirleri şarkılarda, türkülerde, şiirlerde, hikayelerde vb. bir çok Kültür & Sanat dalının altında hep üretilerek yaşatılıyor, gerçek sanatçılar tarafından. Nesillerdir yıkılmayan bu gerçeğin tek sebebi ise; onların "Beğeni gütmeyen, gerçeklerin farkında olan realist insanlar" olmalarından kaynaklanıyor.

Sonuç olarak, her ne kadar bu düşün çoğu kimse tarafından kabul görmesede. Yalanla başlayan bir iş, beğeni kazansada ilk başlarda, kendini tüketerek zamana yenik düşecektir.

Ve gereçeğin yüzüstüne çıkması -sanatçı- tarafından olacaktır. Kendini sanatçı zanneden yalancılar ise ancak süreç içerisinde kendini yitiren politik bir kir olacaktır tarih sayfalarında.

Gölge

Gölge

Yoktun köşe başından
başlayarak esen rüzgarın,
bedenimde seslendirdiği ezgide.
Kim diye merak ettiğimde,
acaba aklına gelen kimdi
düşüncelerinde?

Kendi kendime mırıldanıp,
yükünü zorlanarak sırtlanmış
bir hamal gibi, dinlenmesi için
tenhalara seriyorum ardımdan
beni takip eden gölgemi...

Ve senin olmadığın diyarlara
kanatlandırıyorum yüreğimi!
En keskin bıçaklar ile
hatıralarımı parçalıyor
ve ardıma seriyorum.
Bensiz kaybolduğun da
bilmediğin diyarlarda,
beni bulabilmen için..

Gölgemi bırakıyorum teninde.
Nefesimi sıkıştırıyorum dudaklarının
arasına nefes alamadığında,
yanında olduğumu bilmen için..
İçimdeki içsizlikle ben
senden ayrılıyorum, bedensel olarak.

Ama gölgemi doluyorum gölgene,
soluğumu veriyorum dudaklarının
en derin köşelerine...
Ruh sökümü bir ayrılıkta daima
ayaklarından başlıyorum gölgemi
güneşin geldiği yöne sererek,
Ben sana kelimelerde çığırıyorum
SENİ SEVDİĞİMİ.
Sana gölgemi de emanet ederek,
gidiyorum bugün sensizce,
gölgesizce...

LiberterKedi

10 Temmuz 2008 Perşembe

Buğudaki iz, izdeki sis perdesi

Karadenizin mavi akşamlarının
gökyüzünde çöreklediği anlarda.
Odamın camı üzerine nefesimle
buğu yaparım sevgilim...

Buğuların üzerine dayadığım
yanaklarım ile, senin ve benim
hayallerimizi çizerim gözyaşlarım ile
camın buğusu üzerine...
Ellerimi açıp dalgalara sürtüne sürtüne,
Sana akarım coşkun karadenizin
o hiddetli suları ile birlikte.

Ayaklarımın ıslaklığı ile hayallerine
adım atarım senin rüyalarında.
Geceleri gözlerinin kenarında
oluşan nem ise, hayallerine gizlice
attığım, sana kavuşma adımlarıdır
korkma.Karadenizden kalma
hayallerine taşıdığım,özlemlerimin
ıslaklığındandır gözlerinin etrafındaki nem.

Ne kötü birşey düşün,ne tek bir laf et ;
Ama ebediyet içinde sana karşı olan,
bu sonsuz sevgim ile ısıt kendini...
benim ve senin, bize dair olan
hayallerimizi yakarak yap bunu.

Ve göçebe kuşların daimi göçleri gibi
gitsemde birgün, içinde en masum
ve sana özel olan öpücüklerimin
teninde uyandırdığı o ürkek utangançlığı
hisset ben olmadığım zamanlarda,
bedeninde ve hayallerinde.

Hayalet beni ve hayalet sevgimin sıcaklığını,
üşündüğün anlarda bensizce kaldığın zamanlarda
bizi düşleyerk uyu.
Yağmurun camında oluşturduğu buğuya
dudaklarını dayarak uyu.

Rüyalarında kaybol ve sana yağmur damlalarıyla,
yolladığım en bakir öpücükleri, gözyaşlarının dudaklarında
bıraktığı esinti ile hisset bedeninde her daim...

LiberterKedi

Asimile Edilmiş Suskun Çığlıklar

Bağırma!

Anırma!

Bağımsızlığını savunma!

Artık yok bağımsızlık!

Savaşların bu kadar hat safhada, soğukça yapıldığı dönemler olan günümüzde insanlar arasındaki düşmanlıklarda sinsice oluyor. Tarihin parşömenlerinde yazılanlara binayen, eski düşmanlar bile daha mertmiş, şimdi ki dost görünümündeki hainlerden.

Cesaret ve mücadelenin tek başına yeteceği anların artık kaybolup, hainliğin, dedikodunun, yalanların ve gerçekten uzak olanın kazandığını görüyorsun çevrene baktığında bugün. Artık çocukların elinde tabanca var Afrika' da, Avrupa' da, Asya' da ve Amerika' nın arka bahçelerinde, daha nicesinde... Bunun menşei ne diye soranların ya da soramayanların gördüğü veya göremediği, artık onlar ya kendi özgürlüklerini sahip oldukları yarınlarda daimi kılmak için minik elleri ile mücadele ediyor. Veya onlara verilen sentetikler ile uyuşan beyinleri ile onların yarınlarını çalan bok kafalı, şişman ve koca kaseli patronlara hizmet ediyorlar, onların maşaları aracılığı ile...

Utanma!

Tartışma!

Atışma!

Nasıl deme!

Mahçup bir şekilde durma!

Asıl suçlu sen değilsin!

Bizleriz asıl suçlu, düşünemeyen, üretmeyen, çıkarımlar yapamayan, özeleştiri yapamayan, bilgisi ile şişinip duran, genellemelerden kaçınmayan, insanların güvenlerini çalan ama onları yüzüsütü bırakmayı çok iyi başaran bizleriz. Hainiz ki sizden aldığımız dünümüzü, bizlerin olan yarınlarımıza taşırken düşünemediğinizi, korkularınızı ve cezalarınızı da itiraz etmeden kabullendik. Sizleri uyarmadık dünümüzde gözünüzden kaçanları gösteremeyerek, özgürleşmeyi sürekli toplumun dinamiği içerisinde gerçekleşmesi ile mümkün kılınabileceğine inandık. İnandık ve inandırıldık, kandırıldık ve sorgulamadık yaşamı, sesiz bir fırtına yaklaşırken, bugünde götürceklerine göz yumduk ve yitirmek için bugün bizler, sizlerin eksikliklerini tamamlayamadığınız puzzle parçalarını yerlerine iyice oturtamadığımız ve yanlış yerleştirilmiş parçaların oluşturduğu o düzgünsüzlük dalgasını kendimize, kendimiz empoze ettik.

Ve günümüze düşen, dünün dalgalanmalarının bu kadar şiddetli hissedilmesine kendimiz sebebiyet verdik baba.

Baba bugün çocukların ellerinde silahlar var, Sentetikler ile uyuşturulmuş çocuklar, yarınları çalınmış, özgürlükleri onlar için bir ütopya haline dönüşmüş çocuklar onlar baba. Utanma utanacak bizleriz, düşünemedik sizlerin eksiklikleriniz nedir diye, babadan olanın oğlunda çıkacağını çözemedik, görmezden geldik ve bugün kaybettik. Kendi kendimize empoze ettiğimiz yanlışlar ile gerçekleri asimile ettik ellerimizle.

Asimile edilmiş yaşamaların suskunluğudur umut etmemek, yıkılmış yarınların tek inancıdır mücadele utanma!

LiberterKedi

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Geleceği İfşa Edilmiş Çocuk

Çocukların geleceklerine tecavüz etmemi isteyerek benden sabahları kısaltmamı, güneşin doğmasını engellememi istiyorsun. Arıların polenleri dört bir yana dağıtmasını önlemem için birşeyler yapmamı istiyorsun. Neden?

İşte buna bağlı olarak tek yapacağımdır ki "hayallerini yak,hayatı yaşanamaz bir hale getirebilmek adına, yaptıkların için bu iğrenç güdülerini bir kenara bırak" yaşamdan uzak, yaşamına dair olan bu güdüleri...

Güç aşıklarının kasıkları arasında sıkıştırdığı meni, toprağa verilmiş, tohumları yeşermiş ve dünyanın dört bir yanında hakim olan bu yönetim çılgınlığını kabul etme yarasalığı ile. Herkes kendi esinti sesisini duyurmaya çalışıyor. Kölelik içerisinde, bir yarasa gibi.

En edebi küfürlerden yoksun artık yazılar, sıradan ve dingin olan aşklar, tecavüzlerin tohumlandırdığı bu sapkın latent kişilikler nasıl da boşluklarda çığırtkanlık yapıyor umarsızca.

Düşünme, düşünebilme yetisi elinden alınmış toplumların düştüğü bu sanrı ile gelecek endişesi taşıyanlar, herşeyi bir kenara bırakmış, içinde bulundukları bu kaotik durumu düzeltebilmek adına sürekli hayalleri ile bugünlerini ısıtıyorlar.

Yuvasından fırlatılmış, uçmayı yeni öğrenen serçe bile yere yaklaştıkça gördüklerine bağlı olarak özgürlüğüne kanat çırpıyor. O ince, narin, adeta bir şaheser gibi olan kanatları ile semaya doğru. Bu kadar -bilmişin arasında, bu kadar duyarsızın arasında, böyle beterin beteri var - diyen sorumsuzun arasından sıyrılmak için hayallerini yüklenerek absürdü yenmeye doğru yol alıyor hayalleri ile. Tıpkı geleceğine tecavüz edilmiş bir çocuk gibi...