28 Nisan 2011 Perşembe

serçe telaşı

sevgil/im/ 

günün belli saatlerinde seni unutmayı zorlar göz kapaklarım...

...bilmezler ki ardıllarında asılı olan senin imgeni. 
göremezler bendeki seni. 

hapsolmuşluğum, zoruna gider bir çoklarının. 
umrumdamı ki ölümsüz babamız 
ve tüm olimposun götü yağlı tanrıları,
ermişleri, 
kahramanları, 
pornografik heykelleriyle iştahımızı kabartan mitosları? 

iki bedende imgesel tek bir düş'ün bu...

tüm cennet, cehennem bir arada olsun ki 
ve yeminler eyleyeyimki, 
parisli bir kibar kadar narin olmayan, 
yaralanmış ellerimde; 
tırnaklarımın arasında gizlediğim kömür tanecikleri kadar eski, sana olan sevgim. 
her baharda ağaçların dallarını kıran, bedenini gebe bırakan meyveler kadar yoğun v
e yeniyim senin için. 
terkedilmiş yüreğimi bekleyen hislerim gibi 
mor zirvelere açan çiçek kadar esrarengiziz biz. 

önsözü söylenmiş, 
gerisi gelişmekte olan bebemiz bu.

hisset.

sözü susanın kaybettiği olmayalım bir kere daha. 

mayısa özgü emeğin çilesini gömmeyelim toprağa. 

gözyaşlarımızın nemlendirdiği yanaklardan akıp gitmesin zaman. suyu ikiye ayıran salkım yaprağı kadar rahat, ölüm coşkusunu bile bile kelebek olan tırtıl kadar cesaretli olalım beraber. 

pandora' nın kutusunu kundaklıyorum satıhlarda...

an-lam(ı) düşüncelerime gömdüklerimde. yapay örgün gibi saçlarına dolanan gözlerimin içinde barındırıyorum sana olan çiçeklerimi. 

gör, 
bil, 
hisset. 

amasranın eteklerine inerken, tepemizde saklı kırlardaki  üç yapraklı yoncayı bulmak gibiydi benim seni buluşum. 

duy, 
oku, 
anla...

son söz: bendeki imge[n]

örtüsüz görünen betimlemelerle bezenmiş bu satırlar, 
bendeki doldurduğun hayatın 
kardelen çiçekleri gibi 
güçlü ve ateşli. 
ama korkum, 
dolup taşmak, 
taşıp 
kaybetmektir. 
bil.

b(e)klenti: 

çocuğunu asma  beşikte sallayan bir anne kadar şefkatli ( yeditepe )de / onun içi süt dolu biberonu olan ayasofya kadar ilahi bir sevgiyle, bekleyeceğim seni / ki duygularım bakir kalsın diye kapatıyorum kendimi kiliseye ...

serçe telaşıyla kıpırdayan kalbin,
 camına çarpması...


22 Nisan 2011 Cuma

bir ....kere

insanın kendini hissetmesi...


son zamanlarda rüyalarım yosunlanmıyor. duygularım bir hayli çiçekli. öyle zamanları arşınlıyorum ki, çiçekleri derliyorum etraflıca.

neden kadın diğerine başlarken ötekinden farklı olacağı sanrısıyla savaşırda, erkek daimi olarak karşısındakini belirli kalıplara sokarak idame ettirir yaşamını.

19 Nisan 2011 Salı

düş]ün[&me

ölüm korkusuyla doğup, yaşama mutluluğuna alışamamak...
parafsızlıkla, tarafsızlıkla idame ettirememek özgür yaşamı.

...yosunlarının dal dal, kayalara dolanması. yengeçlerin kıyı kenarlarındaki deniz fenerlerini infilak ettirme isteği. ağaçların diplerine gizlenmiş solucanların, toprağı nefessiz bırakması. gölün gövdesine dolandığı, çamurlu bir sazlığın içerisindeki o karmaşayı, dibindeki su gibi her yanını saran, etine, kanına saldıran bu gürültüyü görmeyen yarasaların tahakküm ettiği yaşam...



neresindeyim bu labirentin. neresi çıkışı bu kaos deliğinin. yüzü, yüzsğz olan acılarla anlamıyoruz...

çıkılacak bir yüzü, bir yüzeyi yok oysa. bu ses insanın, iğrenç düşüncesizliğinden ötürü bataklaşmış okyanus gönlünün nasılda gölleştiğinin kanıtı. bu bataklığından kurtulmanın tek yolu..."

...yok. bizler kendi kökümüze saran dikenli sarmaşıklarız. dibimize uzanan, içi çürümeyle bezenmiş mutasyonlarız. tanrının yarası, toplumun çibanı, ailenin unuttuğu acılarız. bir otobüs bulmak için, zamanı defalarca kez kesip, doğrayıp yeniden prototiplendirebiliyorken. hayatı bu kadar yaşanamazda kılabiliyoruz.

korkuyorum sodomun hazzına alışık kalan bu sabit hayattan. 

bu sanrıyı kendimde yaşattığım düşüncesiyle, yastığımı nemlendirmiş kafamdaki düşüncelerimle fırlıyorum yataktan. kırmızı noktaları olan göz bebeğimin gebelendiği rüyalar işleyen beyinciğime, isyanlar diziyorum kelimelerimle. olmuyor. kölesi oluyoruz. batırıyorum kürdanları diş etlerime, acıyı empoze ediyorum üzerlerine. çünkü ben rahatsızım. 



küçükken hayal edebiliyorken, büyüdüğünde yasaklanıyorsun. susma payı bu. düşüncelerin yasaklanamazken düş etlerinde, kelimeleri giyindikçe insanlaşıyorlar ve ardından tahakkümce baltalar vuruluyor fütursuzca. çünkü sen toplumun bir ferdisin. toplum ise yanlış evrilmiş, tahakküm pinokyosu haline getirilmiş bir meta. elindeki sen içinde yaşamalısın. 

çünkü sen birey olarak yaşayamazsın.

....
..
.

ardılları kestim. 

akvaryum balığı olmak istemiyorum. oksijeni bile sıvılaştırıp alıyoruz artık. beyaz tozların hayallerine biat ediyoruz. yeşil hayallerin yapaylığına doluyoruz kendimizi. üç yapraklı güller ile seratonin kazanıyoruz. mekanik kevaşeler halinde sokaklarda komutlanıyoruz. 



bizler gerçeksiz, toplumsal yalanların sadık kanişleriyiz. korkuyor ve panik ataklaşıyoruz. gün geçtikçe birbirimizleşiyor ve tel tel çürüyoruz. nedir yosunu denizden çıkaran, yengeci bu kadar militan ettiren olgu. 

düşün?

18 Nisan 2011 Pazartesi

kalbimde çocuksu bir korku

eğer o eski
mübarek tanrı,
devrilip dönen
bulutlar üstünden
mutlu şimşekler
serperse yere
kalbimde çocuksu
bir bağ ve korku,
öperim sarılıp
eteklerini.

J.Wolfgang Goethe - İnsanlığın Sınırları

16 Nisan 2011 Cumartesi

balık olmak hapsolmak değildir

günü üçe bölüp, ortasından başlamak. 



bir çok mekanik yaşamda yoğunlaşmış kişilerin yaşadığı histir bu. herkes bir rotayı takip edemez. ettiği zaman mutlaka engeller çıkar. çıkan engelleri aşanlarda, bir daha ki sefere yeniden engellenir. bu engelleri ezip parçalayan insanlar mevcut yaşamda. böyle kişilerde perde arkasında bırakılırlar. 

neden?

çünkü popülizm kalıcı olmaktan öte, günü geçmişle anımsatmamaktır. nasıl olduğunu hatıra sayfalarımızı kokladıkça, genizlerimizde kimi zaman ağır bir koku gibi, kimi zamanda zihnimizde bizi yeniden doğuran bir duygu yumağı halinde anımsamamıza sebep olur. 

popüler kültür kolay yaşamı, günlük algılayıcılarımızın tahakkümünde geçireceğimiz hayatın gerekliliğini salık verir. isyan, direniş, savaşma, düşünme, aidiyet duygusu olmadan yaşama prototipini şiddetli bir halde savunur. bir çok alt açıklamasını içerisinde barındırır:


isyan olmadan; nasıl bir yatırım yapılırsa halka, halk onu tüketecek ve sessizce verileni hazmedecektir. ihtiyacını kendisi belirleyemeden, komutlarla yaşamaya başlayacaktır. otoraksinin kevaşesi haline gelerek, ruhani dünya rahatlığını imgelendirerek karşıt olmadan, biat eyleme kültürüyle yaşamını süreğenleştirecektir. bu prototip, her totoliter rejimin istediği birey formatıdır. zararsız ve istenendir.


direniş olmadan - bu zincirleme reaksiyon bozulamaz. eğer otoritenin prototipi olursak, kapitalizm için iyi bir katalizör oluruz. bugüne dek kapitalizmin sarsılmaz yapısı bunu iyi ezberlediği, ezberletmeyi de başardığı ve insanları asimile etmeyi başarıyla gerçekleştirdiği için; isyan olmaması şaşırtıcı olmayan bir üründür. bu tahakküm prototipinin yaşamını makyajlamıştır. yaşanmasını da istençli bir halde tüm bireylerin bilinçüstlerinden her türlü tahakküm silahıyla, zihinlere aşılamıştır. televizyonlar, post - modern siyasal yapılar, değerleri kişiye göre evrilmiş felsefeler, sanal deformasyon dünyasındaki asosyal yaşam gerekliliğini hakim kılarak bunu gayet başarılı bir rotada yol almasını sağlamışlardır.


düşüncenin eyleme dökülmemesi; bu sistemin yıkılmaz hükmünü beslemiştir. eşber yağmur dereliyi içeri atan idari yönetimler, bunu çok iyi kanıtlamıştır. izledikleri sistemlerde bunları hatırlamayan bizler, iyi birer piyon haline geldik. asosyal olarak, net üzerinden götürdüğümüz bilmem kaç kişiyiz oluşumlarıyla, düşünmeden, hiç bir eylem yapmadan asosyal bir bünyeyle sadece bulutumsu bir isyancı, direnişçi yapıdayız bugünde. beis olan ise bu imitasyon yapılarında da bile bizim yerimize düşünenlerin, yine tahakkümün sadık köpekleri olduğunu göremeyişimizdir. düşünmek engellenemez ama dile dökülmesiyle birlikte, kelimelerle ifade giyindirildiği zaman yasakçı zihniyetin baltalarına maruz kalabilir. bunun en açık örneği geçmişten günümüze gelen kitap yasaklamalarıdır.


aidiyet duygusu mekanikleşen bireylerde olmayan, gereksiz olarak duyumsanan bir histir. isyancı, direnişçi, düşünen bir insan olarak uğur mumcu, ahmet taner kışlalı, hrant dink ve diğerleri bu hisse sahip oldukları için istanmeyen aydınlıklarıdr. aidiyet duygusuyla, çocukların ne olduğunu görebilmeleri için daimi bir bünye ile yazılarına kalıp sağlamışlardı öznel düşünceleriyle. tahakkümün tuvalet kağıdı olmadıkları içinde prototipler ile katledildiler. bugün olmayan bu gerçek aydınlar sayesinde az da olsa umudumuzu titrek bir halde dik tutabiliyoruz. yaşamın ortasından başlasakta, istediğimiz taktirde, üzerimize çullanan idari çürümüş tahakkümün yaptığı yanlışlara isyan edebiliyoruz. toplumsal bilinç oluşturabileceğimizi tekel direnişiyle gösterebiliyoruz. peki bunları yapabilirken, neden bunları unutuyoruz...



sonuç: balık olmak hapsolmak değildir. balık olmak içerisinde girmek istemeyeceğin bir akvaryumda harakiri yapabilme cesaretidir.

öptüm

14 Nisan 2011 Perşembe

cinsiyetçi reklamlara karşıyım(!)

kadın' ın metalaştırılması cinsiyetçi faşizmin en belirgin yaptırımıdır. buna DUR DE!

not: mide bulandırıcı bir halde, tüm reklamlardaki kadını seksist bir obje gibi bizlere dayatan sistem ,foseptik çukuru gibi.

13 Nisan 2011 Çarşamba

we have to back at work

merdivenden inerken acınızı kucağınıza alıp yaşamak.

ağlamak ve gülme eylemsizliğiyle acıya hançerlenmek. dilim dilim edilmiş yaşamlarımız, quasimodo' nun imkansız aşkına dönüşmüş. her bir yanımız ateşlenmişte, közlenmeye başlamış. toprağa ayaklarımız kavuştuğunda ağırlaşmaya başlamış yükümüz. derdi, derde katarak ağırlaşmaya devam etmişiz. birbirimizin nefesine dolanırken yapayalnız kalarak asosyalleşmişiz. sanrılarımızın kokusu ile genizlerimiz akmış, göz yaşlarımız yanaklarımızı vaftiz etmiş. bizler kirli doğmuş, temiz ölüyoruz. 

susmak şimdi eylemsizlik. 

söz yaşları ise tanrının gölgesi...

yol boyunca deniz kıyısında firar eden yengeçleriz...

tut. bir ucunu süreğenleştirdiğin köle yaşam nasılda monotonlaştırıyor. nasılda münazaralara konu olmuşta, öbekleriniz parçalanmış. yorumlar, yoğrulmadan yorulmuş ihtiyaçlara dönüşerek, insan için yalanı simgelemiş. biz sizin on iki parmak bağırsağınız gibi değiliz diyen, bir çok düşünce bezemiş metaforlarımızı. ellerimize tutturulan bu absürdlüklere dayanmaz olmuş beyin. korteks şeker tepsisi gibi parıldayan bir raf halinde, sığ ve dümdüz edilmiş.

acı olgunlaştığında kederlendirir. gerçek ise yalanı kurutan metan gibi suratları ekşitir. çamur üstüne bastıkça sıçrar. kendimiz, kendimizi bildikçe suskunlaşırız. dilimiz dile değdikçe, dile dolandıkça çiçeklenir. hislerimiz, hislendikçe, dilde çiçek derildikçe coşkunlaştırılmış hayallerimiz bizi direnmeye mahkumlaştırır:.. korku ise annenin kekik kokulu çorbasının, tadına ulaşamamak, tadını bir daha alamamaktır. bu gittikçe artan temelsiz binanın üzerimize çökmesi, yosunların duygulara sarılması, insanın hislerinden tomurcuklanarak köküne dolanmasıdır.

hayat...

sarmaşık gibi kaç kez kendini dolayacağını bilmeyen şuursuz, bitkisel düzendir. 

...kül kedisi gibi düzenbaz bir hayalperest değil, sömürülmüş bir kızın, ironik kevaşe yaşamıdır. iki açıktan, karanlıktaki umutlu bekleyişi dua ile elde etme sanrısından öte materyalist bir yaşamdır. kül kediliği kandırılmış mahduriyetin hayali mücadelesidir. mücadele etmek ile gerçek olmayanı elde etme güdüsü piç bir batıldır. hayat buna ılımsız, tırnaklarının arasındaki kir kadar gerçek olmayan derinliktir. - sen ne isen "o"sundur. o andan sonra savaşma gelişim için - demek ise basit bir deformasyon önerisidir. tahakküm isteği budur. bunu kabul etmeyen bir koyun ise, şiddetsiz bir zerzeledir yaşamınızda. sadece sizi bulandıran mürekkep balığıdır. eylemsizde olsan gelişirsin demek, pinokyonun uzayan uzvunun burnu olmadığı, düşünceleri olduğu gerçeğini yüzümüze vuran tokatla eşdeğerdir.

kısacası sen ağaç gövdesindeki halkaların, durgun suya düşen dalganın yarattığı o kaos dairelerinin, rüzgarın içerisine aldığı kelebeğin kanatlarındaki dirençsin. hayat neresinden bakarsan, orasından yaşayacağın değil; neresinden başlarsan, orasından tutupta kendince evriltiğindir.

 sevgili.



dip not: we have to back at work.