31 Temmuz 2011 Pazar

nem


sıcaklığın yüzümü öperken,
nemlenir gözlerim...
hava da karanfil kokulu çayların,
mutlak mutluluğu varsa,
hafif araladığım pencerem gibi olsan da hayatımda...
hayalin her daim dolar düşlerime...
niyetsiz gecelerin düş pişiminde,
harıl harıl yanan odun parçaları gibi
şeviştiğimiz zamanlarda,
belki daha neşeli
görünebilirim...

elimde kara kalemim.
düşlerime kelimeleri giyindirirken,
seren bir yağmur dolar yanaklarıma
gözlerimden...
sus ve dinle...
seni seviyorum ölüm.

22 Temmuz 2011 Cuma

Sil/dim

caddelerle ve lağımlarla, azizelerle ve orospularla, kahramanlarla ve ketum insanlarla, dilencilerle ve götü boklu üstü takım elbiselerle kuşanmış yavşak insanlarla ve bütün bunlara inat her şeyin farkında olan delilerle dolu foseptik hayata işemek...

hepimiz bu şizofreniyle dünyayı beceriyoruz....
aslında bu bir sanrı. imgelerimizin içerisinde bile ona karşı işlediğimiz bu kendi, kendimize gerçekleştirdiğimiz tecavüzün suçundan kaçıyoruz. nereye... bir boşluğun kenarına.... insanın tepenin kenarından, boşluktan gelen o çekici nefesi koklaması... zamanın üç-beş köpeğin uluması olduğunun dayatması beistir. bir çokları bütün kuralların insan yaşamını düzenlediğine inanırken, birçokları da bu kuralların insanlara yöneticilerin dayatması olduğunu söylüyor... ama hepsinin unuttuğu insanın kendi yarattıklarına köle olma sorunsalı...bu sorun insanın aklına; insanın kendi kendine tecavüz etmesi için mutlaka birşeyler geliştirdiği manyaklığıyla yaşadığını düşündürtmekten başka birşey  getirmiyor.


piçler bırakıyoruz...

düşüncesizliğimizden ötürü, fakirleştirip, dünyayı körleştiriyoruz...toplumların konuk olduğu topraklar, çölleşiyor. geçmişin bizim olduğunu unuttuğumuz kadar, geleceğin çocuklardan aldığımız bir miras olduğunun farkında değiliz. umarsız ve duyarsızca parçalıyoruz. acıma duygusundan öteleşerek boktan bir hayat felsefesi oluşturuyoruz gelecek için. bu yaşam bizim elimizle öizdiğimiz bir sembolist yaşam...ne kadar kalem varsa, onun kadar silgi ya da temizleme malzemesi var...yeterli olan istemek. hadi başla.
Sil

7 Temmuz 2011 Perşembe

biz kaybetmeyeceğiz!

ben ölümün kokusunu soluyan damarlarımdaki kana isyan ettikçe, bir şeyler engelliyor. 

bilmiyorum.

bir şiltedir bizi çürüten. bazı bağımlılıklarımız yüzünden askı misali değişiyoruz. değişip, devşiremiyoruz hayatta. git gide çürüyen et parçaları haline geliyoruz. herkesin herkesleştiği bu dönemde, kullanılan en büyük silah ise aile. isyana karşı, değişime karşı, mücadeleye karşı yapılacak en basit saldırı yöntemiyle bizleri bu savaşta güçsüz düşürmeye çalışıyorlar. piç mi olmamız lazım bilinmiyor...

saçma ise her şeyleşmek...

bu aileyi ve bireyi ortadan kaldıran bir unsur gibi görünsede bizi mahşer inancına çeken iktidari bir hayalin gerçekleşmesinden başka bir şey değil. istesek de, istemesek de geçmiş zaman geleceğin üzerinde bir tahakküme sahip... çünkü tahakküm yalanlarına geleceğe yön vermek için yaptıklarına bugünde yalandan elbiseler giydirip, makyaj yaptırarak zihinlerimizin sokaklarına salıveriyor. bizde onlara ödünlerimizi vererek, hayallerimizi boşaltıyoruz zihinlerimizden...

tehlike içsellikten uzaklaşıp, başka bir ram olmak...

ya da:

koyun olmak, toplumsal bir fert olmaktan değil, hayatına dair düşüncelerini kaybetmekle başlıyor! 
 
bu yüzden galeano'yu dinlemek gerek: " bilmesek de, istemesek de geçmiş zaman şimdiki zamanın içinde bütün canlılığıyla tik - taklarına devam eder... ama bugün, hatırlama hakkını canlandırmak ve hayata geçirmek hiç bir zaman olmadığı kadar gerekli: geçmişi tekrarlamak değil, tekrarlanmasını önlemek için, aptallığın ya da talihsizliğin sürekli yankısına mahkûm olmayan seslerle konuşabilmek için..."

...savaşmamız lazım. herşeyi kaybetmeyi göze alarak, yarına dair, pastel renkler bırakabilmek adına savaşmak lazım. bir çocuk ninnisi gibi ezgisel bir isyankarlıkla savaşmak lazım. korkmadan üzerilerine gidip, geçmişte yaşattıkları ve bugünde üzerlerine bizlerin hayalleriyle kıyafetlendirdikleri boktanlıklarını sıvamamamız lazım.

uyanın!

kaybetmek yitirmek değildir!


4 Temmuz 2011 Pazartesi

balığımın düşlerine




ben bir uyku değilim
uyandır. 
gözlerimi arala da uyandır
gözlerinle beni
o kadife dudaklarınla 
serinlet ruhumu
ilk sabah beyazlığı gibi 
yanına al! 
tut ve hapset düşlerine...
önce 
büyük bir korku olan sensizliği öldür...
uyandır ve nefes ver...
balığım....
umudum yanında
düşlerinde...
yokluğun alın yazım olmak istese de 
bilirim kokuşmuşluğu...
müfredatım dolu hayalsizliklerine,
korkma...
nefesin ruhumda...
bazen bir kopmuş yaprak gibi düşlerine düşse de ömrüm 
sana uzanmak ister elim...
yüreğim tutmak isteyince seni....
elim senden başka hiç bir şey sevdirmez gönlüme...
ey bütün çiçeklerimi doğuran dal
susma ve konuş...
hayallerimizi taşıyan en güzel balık'a....
yak beni hayallerinle.
çök içime, ısıt ruhumu

1 Temmuz 2011 Cuma

adil birey


adil birey kimdir, nasıldır, nasıl olmalıdır soruları artık anlamsız.
düşünemeyen ve iktidarın ağzından konuşan her bir fert sınırları çizilmiş bir biçimde yaşarken...diğerleri ise çeşitli baskı süzgeçlerinden geçirilerek asimile ediliyor. 

bu katliama sessiz kalan her birey düşünmeden yoksun, birer maymundur....başkasına dokunun yılanın kafasını ezmeyen maymundur!