25 Mart 2013 Pazartesi

...v 2

içime gece düşer...
sokaklarımda eski
aşkların uğuldamaları.
ve bir serçe ürkekliğindeki
duygularım.
korkma gecenin ıssız sakinliğinden.
gerilen saç tellerimden fırlayan
hatıralar,
ellerime akar hüzünlerimle,
kaç gecenin bızıklamasına yatak olan
beynim
susmuyor iniltiler ile.
ve sen yoksun.
gelen
giden
na-mevcut.
v.
se(v)iyorum
sendeki beni
geri durmak
kaybetmek
korku
ve
ürkeklikten
gel
gün
gir
iç - erime.


20 Mart 2013 Çarşamba

sevmek kesin bir sessizlik

sevmek suskunluktu, 
sevmek kesin bir sessizlikti, 
sevmek uzaklıktı, 
sevmek dokunamamak, 
erişememek, 

sevişememekti.

ya da yüzyıldır böyle öğretilmişti 


sevmek.


Murathan Mungan

sevmek itiraf edememekti. sevmek kendinden parçasını koparıpta, ayaklar altına alamamaktı. sevmek platon'un söyleyemediği kadar gerçeklikti. delilikti. sevmek gün doğumuna yetişemeyen sokak aralarında kalmış serseri aşklardı. ilk sevgilinin dudaklarına koşan nefesin, ciğerde yarattığı astım kriziydi sevmek. sevmek kaybetmenin ardından yenilenmekti. gün batımıyla kızaran ve reddedilen bir gencin, yuvarlak şişelerin dibini görüpte nara atmaktı. 




bir gün gelipte camın kenarına düşen çiğ tanesi gibi, göz yaşlarımız vardı hayatımızda. birbirimize bu kadar değebilecekken, neden uzaktık anlam veremezdim. hayaller kurup, gözlerimizin ardından cennetleri boyardık seninle ve biz şimdi edimsiz, tümceler kuruyoruz. günaydın.



güneş, tülün o geceden kalan zerafetli bakire duruşunu her sabah parçalayıp, yüzüme ışıltısını bıraktığında, benim dudaklarımda ve dimağımda senin imgelerin varoluyor. ve umudumu sırtıma atarak sana seyyahlaşıyorum hayallerimle. dünün bugünden tek bir farkı ise, sensiz geçen fiziksel şekilsiz hareketlerden öte gitmiyor.



kırmızı bir yasak elma gibi. istençli ve haklı günahların oburluğu. bitmeyen başlangıçların, trajik kıpırdaşmalarından ibaret, bir sevgi mastarı benimkisi. zamana aşılanmış ve beklentilerle gelmeyecek bir han duvarları, duvar yazısı gönlümdeki. eros' un astigmat oluşu ile hep yanlış tarafından isabetlenmiş kaybedilmişliklerin hatıratı benim sevgim.



her rüya sonrasında, uyandığım soğuk döşemeden bir gün daha kalkmaya cesaretsizim. düşman bir yapayalnızlık ardından gelen rahatlık ile ısınıyorum günlerimde. paylaşımlarımı nefesimle birlikte yaptığım sigaram bile, dudaklarımızın kurumuş ovalarında prangalı bir halde bekliyor ölümü. sözcüklerim altında mayınlar taşıyor, korteksime bağlı ve ben ölüme bir gülümseme ile...

...sevmek, ölebilmektir!

diyorum.




17 Mart 2013 Pazar

i feel no pain

aşk....

inciten yaşamın 
kekremsi tadı...
dilime düşen
prangalı kelimeler.
hayat...
manalı, 
manasız gülüşler,
gizli fikirler, 
açık niyetler...
düzüşmelerin ardından saflaşan ruhlar.
diller, 
dinler, 
niyetler, 
bireyler...

her birinin taptığı istemli sakat kisve aşk.

kaybetmenin verdiği dipten bakış..

"i feel no pain, coz i have hole on my chest now"



11 Mart 2013 Pazartesi

pi'ye

belki...

hep yaşamımızda var olan şüphelerimizin yüzünden, bisikletin pedalına yarım bastık. korktuk, çekindik, irkildik ama en büyük sorun ürkütüldük.



ileriye hep baktığımızda, gözlerimizin üzerine çöreklenen, kevaşe sisteme özgü, gayr-ı meşru hayallerden başka hiç bir şey görmedik. hep, mental ateşimiz, apış aramızdan yükselen o sperm karışımlı, bacak arası kirinden öte değildi. bu görünen yüzümüz. yada gizli kalan yanlarımız ile ilintili. hep bir yerinde, kendimize buluşan o duygu virüsü ile toplumun kökünü kurutan popülerliğin en aciz kurbanları olduk. hata işledikçe hayatta, çeşitli kurbanlar ve tanrısal metalar oluşturduk. bu öyle bir sistem ki bizi kendi yarattıklarımızın kölesi haline getirdi.



hayatlarımızın teneffüs aralarında taşıdıklarımız.

aşk, bu sevgi yortu altında güzellikler bahçesi denilen en vahşi, en acımasız sömürü metası. önce elinize aldığınızda, hafifçe kremlenmiş, titreşimli bir vibratör gibi size sokulur. içinizde hafif kıpırdaşmalar ile, iki kişilik halüsinasyonlar yaşamanıza sebep olur. bir çok defa dinen ve toplumun genelleştirilmiş ahlak yapısına göre uygun hareket etseniz de birçok defa mutsuz bir othello'yu oynarsınız yaşamınızda.

sonuç piç hayaller...



bozuk kişiliklerimizin içerisindeki irinler...

zaman...

günlerin dünyanın üzerinde gidip gelmesiyle, bir hayli korkunç bir hal alıyor. güvensizlik, anti popülasyoncu bencil bireyci kişilik, kişisel yükselme hırsı ve daha nicesi... insanlığın morfini, sanal dünya ile kendini geliştiriyor. sessiz insanlık. bir zombi filminde olmadığımın farkına ancak nefes aldığımda varıyorum. içerimde bezik bir hava oturuyor. pişmanlık, miskinlik, hırsların gölgesinde sesiz kalmayı yeğlemiş bir hayat. kaleme tutundukça yoruluyorum. anlatamadığım savruk ve hüzün dolu hatıralarım ve kirlenmiş gerçeklerimi, bileklerimden çıkıp, kağıdın üzerine yatmak isteyen damarlarım ile anlatmaya çalışan biri var bu hayatta.



hep bir sonraki, ötekisinden daha farklı ümidiyle tutulurken, her biri lacivertin, kahverengi tonlarını temsil ediyor. her kaybettiğimiz kahve fincanlarındaki karışımlar, kılı kırk yardırırcasına zihnimize tecavüz ediyor hatıralarla.

elveda pi.

bitmeyen bir sayının tuhaf hikayesi.




2 Mart 2013 Cumartesi

vaziyet - i hal

her düşüncenin içerisinde debelenen insanoğlu, doğanın götünde kalmış dışkı halinde.



tabiatın tek canavarı şuan insan. yarattığı karmaşa ile kendi sonunu getirdiğinin farkında değil. her yamacın üzerinden süzülerek daha da dibe düşüyor. neresinden kaldıracağız hayatı, bu kafadaki insanımsılar ile. neresine nefes olup onu koruyacağız.ne zaman domatesin o eşsiz afrodizyak kokusunu alabileceğiz yeniden. hangi gece akşam sefalarının geceye olan zerafetli gösterişine şahit olacağız yeniden. biz ne zaman doğalın kopulamayacak bir unsur olduğunu yaşamlarımız için anlayabileceğiz?



tüketim toplumunun yarattıkları ile hayatımız, asosyal medya olmuş. sanat, kültür, çeşitlilik ve daha hayatın içerisindeki bir çok hissedilebilinen farklı renkler, sönmeye başlıyor. korku insanlara aşılanarak, herkes kaybetme güdüsü ile diğeri için bir şeyler yapmayı gereksiz ve mühim olmayan bir durum olarak algılıyor. sadece tek algı: seks ve tüketim eksenli olmuş.



gün doğdukça, bizler özümüzden eğriliyoruz olmadığımız yere. cinsiyet savaşları ile ataerkil dönemin ne getirdiğini gerçekleşen dünya savaşlarında görmemize rağmen hala aynı hatanın devamına destek oluyorz. yok olmanın verdiği o dayanılmaz hafiflikteki hayat gerçeklikleri bir hiç olmuş. beyinlerimizdeki pandora'nın kutuları ile sürekli bir telaş yaratıyoruz hayatta. açtığımız ve gördüklerimiz, yaşanılanların pekte yabancısı olmdığını gösteriyor. bugün dünyanın tüm global devletleri için fahiş fiyatlı seks metaları halindeyiz. kendimizin tüccarı durumundayız. döküldüçke azalan ve kaybolanız.



tek tip insan hürriyeti ancak makak maymunlarında var.

ama bizlerin vaziyet - i hali ancak bir foseptik çukurundan ibaret.

hadi eyvallah.

C.