23 Nisan 2013 Salı

eğitim ve sınav

toplumun içerisinde genleşen gevrek eğitimin içerisindeki taraflı siyaset, devlet koyunları yaratmaya devam ediyor.

sıralar uygun adım düzenle oturtulan çocukların çğrenme yetisini, kendi yetilerini geçemeyecek şekilde öğretenlerin çoğunlukta olduğu zamanlar sonrası, bugündeyiz. hepimiz eleştirdiklerimiz ve gözlerimizi kapadıklarımızın sorumlusuyuz.

hadi iyi geceler.





son (+21)


hep bir son hayal ederken, kaçtığımız cehenneme çevirdiğimiz bugünümüzdü. kayıtsızlıkla.


düşlerle geçirilen bir yaşam sonrasında hep vitesin sabitlenmesi. ve uyuşturucularla değiştirilen zaman… uyku aralarında uyandıran kabuslarla yaşama müdahil olmak. amaçlı, amaçsız yaşamı fütursuzca alkol, sik, am ve seks yumuşaklığında geçen sonsuz taşaklarla yaşamak… kabaran hayatlarımızın ürperen bulutları ile gökyüzüne sabit küfürlerle sövgüler düzmek. bir çoklarımızın yaşamlarında gerçekleşen düşsel orgazmların ardından duyulan pişmanlık gibidir hayat…bir sigara kadar nefese sahip olmak.


körleşip, sessizleşmek. şizofrenik kişiliklerimiz ile deliliklerimizi kabullenememek. emsalsiz piç sokakların köhneleşmiş geçit altlarına duyarsızlaşmaktır son. ve toplumsal bir piç olmaktır hayat… toplumların diğerine benzer dayanışması, arka bahçede içilen biralar ardından, çekilen marihuana eşliğinde bilincimizin altına saklanananların gerçekliğine uyanmak. sanrılar, deniz ve girdap. dünya ve yeşil. ağaçlar ve üzerindekiler. mezarlıklar ve ölümleri ile bize hep acı verenler, vermeyenler. savaşlar ile yitirilen kişiler… katliamlar, kavgalar ile ilerlerken bizim yüzümüzdeki maskelerimizden ayrılamama cesaretsizliğimiz, hep ertelemeleri getiriyor. çaresiz bir yetimiz.



çatı katlarında, şehre tepeden bakmak.

iç nefes ile karnımıza zorla soktuğumuz stres sancıları. bizi nasılda rahatsız eder. tabiri olmaz. yalnızlaşırız. sol yanımıza aldığımız gölgemizle, yaptığımız pişmanlık monologlarında nemlenen pencerelerimizden süzülen heyelan, parmaklıklarını aşıpta yanağımıza emeklediğinde, uyanırız. hapsettiğimiz ruhumuzun o bebeksi halini gömeriz yine tabutuna vampirmişçesine. üzerine giyindiğimiz iş elbiselerimizle yeniden sabaha hazır kıta adımlarız zamanı.bitirdiğimiz bu monolog ardından kalan sakinleşme zamanlarında. sonrasında hep tarihin o şerefisz tekerürleri kalır, öksüz bir çocuk gibi. hayat budur, kabullenmemiz hep uzun sürer. acı ızdırap verici olsa da cezalandırıcımız ne göktedir, ne marihuanadadır. sadece beynimizdedir… hatıralar gibi.

hep kafalarımız iyi olduğu esnada çıkar hayaller. kendisi de değişken kişilikli bir seyyahtır. porno sitelerinde harcanan değişken debili hayat sıvımız gibi hep yuva arar kendisine. bu zevk gezilerinde sahibimizi arayan sadık hayvan sürüleri gibi, birbirimizi tartarız. genetik olarak hep ideal olana sülükleşiriz. kanını çeker, kanımızı veririz. paranoyakçasına birbirimizi sündürürüz. hayat böyle devam eder, sona doğru. akıntı hep baştan durur. sessizlik zift gibi yapışkan ve katran haldedir.


futbol gibi boktan bir süreçtir yaşam.

ikiz ve yansıma gibi eş anlamlıdır. ve hayattır ismi. tıpkı; mahallelerin aralarında yaptığımız maçlardaki gibidir. sert ve hırslı oyunlar ile yaşamda da birbirmizi yenmeye çalışırız. en güzeli ise beraberliktir. hiç kazanan olmasa, bir tarafımız olmasa, bugün popüler ve sekülerik bir hayatın hüküm sürmediği yaşamlarımız olur. fakat sokakta, sonu hep to be continue’ suz biten tragedyalar ile başkalarının oyunlarını sahnelendiririz. acı köleleşmemiz. histerik ve isterik bir şekilde devam eder.

aslında yaşamımız…


dükkanların vitrinlerindeki gibidir. trafik ışıklarına benzer şekilde yanıp sönen neon ışıkları gibi göz kamaştırıcıdır. birileri gelecek ve sizi mutlu edecek diye kendimize zarar veriririz. “güneş ve ay ankara da sade yayılır”… der kimileri. o boktan, kasvetli sert kışında donma tehlikesine karşı beklediklerimizin yaptıkları sonrasında, hayatımızda güvensizleşiriz. bu işte intiharı getirir.

intihar…

kendi içerinizdeki alacakaranlıktaki ağacın titremesidir. yaprakların alkol, sigara ve marihuana gibi sahtelikler ile esrar külüne dönen yaşamınız, isyancılığı asimile edilmiş öz ruhunuzun lanetidir. aklın yüce ışığı söner. rafına kaldırılmış tatlı, kekremsi ve anne çorbası gibi kokar çocukluk döneminiz. kitleler ile olan iletişim baş göstericidir şimdilerde. ve kendisi hayvanat bahçesi gibidir yaşamın. evet insanlar ve ilişkilerimiz. bir hayvanat bahçesi gibidir. ışığın iç karartıcı parlaklığında boğazları paramparça ve kasvetli beyinleri örselenmiş, kişiler tarafından üzerinize yönlendirilen gözler onların bıçaklarıdır. bedenlerinize saplanmak için arkanızı dönmenizi ve zayıf anınızı beklerler. sizi avlamak için diş bilerler. hapsettikleri fikirleriyle zamanı gelince sizi bir hayvanat bahçesi bireyine çevirir sizi. üzerinize çıkıp kendi sefaletli yaşamlarını arşa denkleştirmeye çalışırlar. benzerlerine boğulmuş halde olan fikirleri, tahakküm ettiği dünyayı yaşanmaz hale getirir. rayların üzerinden kayan bir tren durağında, son adımını atan piç bir çocuk gibi sahipsizleşirler sonda.
ardından hep aynı seramoni duyulur.

çocuk seslerinin gürültüsü arasında, titreyerek bekleyen gerçekleştiremediğiniz yaşamımız. fısıldadıklarını anlamadığınız bu aptal kargaşada sizi uyandırmaya çalışsa da başarısız olmuştur. artık öteki gibisin


iz. bir gidiş için kendilerini yeraltında zincirleyenler, gece boyunca beyoğlunda gittikleri kerhanenin kapısında kendi kusmuklarında boğulurlar. tepesine düşen loş sokak lambasının cılız ışığı altında. dibe vurmuş bir yaşam krokisidir bu. sonunda gömülüp kalanlar ve dışarı çıkanlar hep o ötekiler gibidir. hayat manasız ve fütursuzdur. toplumsal bir birey için hayat, gün ortasında ıssız ve bayat bir bira yaşamı ile sokaklarda dolaşmak, dokunmak ve düzüşmek üçgeninde sonlanan bir yaşam. ardınan adına yakılan ağıtlar ve ruhuna fatiha söylemi ile siktir edildiğin yeraltı sonundur.



sikil gel ve siktir git.

15 Nisan 2013 Pazartesi

sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı.

sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı. 

yavaş ve usulca zihninize tahakküm kurarak, bizi ele geçiriyor.ve sıkıntı öldürüyor zamanla. 

acı ve öfke değil, sıkıntı öldürüyor insanlığı. ne yaptığını bilmemek sıkıntı ve sanrılar ile örülüdür. çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. elini en temiz tutan, suç aletidir, iktidar için. insanı içerisine aldığında, sakinleştirir ve köreltir. ardından usulca işler bünyesine. ardından ölümü getirir. sessizlik ve eylemsizlik gelir. biat toplumu ile.

sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor... çünkü tükenme ve tıkanma ile birlikte, yaşamı kusarsın hatıralarına. katil çoğunluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak... bireyin ölümünü gerçekleştiriyor. öldürüyor onu vakitlice, alış veriş mağazalarında, sokaklarda, tatillerde ve daha nice hazırladığı trajik sahnelerde. insanın raflaşan zihin yollarına, kendi istediklerini istifliyor. sen ise, toz oluyorsun zamanda...

sıkıntı davet ediyor, açıyor yatağını... bacaklarının arasını kutsallaştıranın, beynini fethediyor ve parmaklar ile ovaları sulandırıyor. sıkıntı günahları oluşturuyor ve acı ortak olmayanı defediyor. kapatıyor. insanın pişmanlığı ve çocuksu hallerinin vahşi tecavüzcüsü oluyor. en nevrotik vakıaların metasını oluşturuyor. alkol ve uyuşturucuyu saplıyor bünyeye ve sıkıntı çözüyor, öfke başlıyor. 

sıkıntı insanı ciddileştiriyor. hayata karşı hep septikleşiyor ve kerberos'un kokrkusuyla yaşamı benimsiyorsun. devam ediyor ve yaşamını ona göre şekillendiriyorsun. mücadele sadece senin hürriyetin için oluyor. tekilleşiyor ve mutsuzluğa saplanıyorsun. ve şuursuzca hayata kararıyorsun. 

sonra bir güç ile uyanıyorsun. sıkıntının insanı olgunlaştırdığını öğreniyorsun. ve hayatı tanıman da  sana yol gösteren bir seyyah olduğunun farkına varıyorsun sıkıntının. çünkü sıkıntı plan program demek oluyor hayatında. acı kendi yasasını durmadan fısıldarken çektiklerinle sana, aynı zamanda sıkıntı ile yol gösteriyor. öfke ile hatırat defteri tutturuyor şuuruna oysa. 

sıkıntı savuruyor seni hatıralarında. parçalara ayırıp, seni formlaşmaktan alıkoyuyor. engelliyor temelinin aynı olmasını. ağlatıyor, üzüyor, mideni bulandırıyor, uyutmuyor, adeta yaşarken türlü acıları zihnine yükleyerek gebertiyor seni ama öldürmüyor. olgunlaşıyorsun. bir muz gibi...ilk başta yemyeşilken, olgunlaştıkça açılıyorsun. ölü bir deniz gibi olmaktansa, karadeniz gibi açık dalgalarınla, zihin kıyılarındaki artıkları silip, süpürüyorsun. ve güneşin gövdesine serilerek, aynalarda hep ters görüntüler ile kendini yüceltiyorsun. edindiğin sabır tecrübelerinle.

sıkıntı kutlu doğum kutlamalarında, genç bir bakirenin kanını kaybetmesiyle içerisinde olduğu korkuyu notalandırır. acı dolu zamanlarda şenlikler ister çünkü acı gerçekliktir. acı, sefalet zamanlarında sessiz kalmanın ete bürünmüş halidir. eline gelene vücut sıvından dolayı yargılanmanın dayanılmaz aptallığıdır. acı gerçeğin mutena halidir.

dökülen zamanın getirdiği sıkıntı ille de dans diyor, kahkaha atıyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor avuçlarına. kaygan ve bir o kadar da şuursuzca seni sefilleştiriyor. acı ve öfke, korkuyu yeniyor. sıkıntı zamanı okşuyor. sıkıntı arzuyu kaşıyor, sıkıntı acı ve öfke terbiye ediyor. sıkıntı, insanın kendisine karşı yabancılaşmamasında rehberlik ediyor. ve acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor.

ve yaşamdan insan sıkılıyor. kendini alaşağı ediyor. yakışmadı.



13 Nisan 2013 Cumartesi

akrostij aşk!

her aşkın 
bir fahişeye benzemesi
her sevginin 
bir piçe dönüşmesi
havanın ağırlığından mı,
gönlün düştüğü kaşarın,
 dönekliğinden mi

bilinmeyen,
bir denklem mi
sevgi denilen 
fısıltı mı
aşk denilen 
meni mi

herşeyin bir kuyruğu,
herkesin bir çukuru vardır,
konu aşk olunca.,
bitişler,
başlangıçlar,
varoluşlar,
yokoluşlar...

bazen söz biter,
şekil devam eder...
sözün kifayetsiz kaldığı yerde,
eşekler kendini aslan sanırlar.
bunun ismi tragedya
trajedik
riskli
aptalca
gereksiz
elastik
duyguların
yaşandığı
akrostijdir.
aşk!

kapı aralığındaki toz'a


oku/malı



tarihin medeniyet'in yüz karası olarak sunduğu devlet karşıtı olgular, toplumların yüzünün ve bilincinin açılmasına deniz feneridir...

5 Nisan 2013 Cuma

ezgi'lerin kaşarlığında...

kimse hayatınızı bilmez sizin. sadece onlarla tanıştıktan sonra, onlar olursunuz. kimse siz olmaya bile cesaret edemez. çünkü biz ölüm makinalarıyız. uygun adım hayat devam.


aşk pompa gerektirir (+31.5)

hadi artık sevişelim...



kelimeler gidip geliyor. sözler, paralar ve zaman gidiyor. ardından sevişmiyorsunuz ve elizabeth. veya salatalık ile iç geçirmeler. zaman denilen olgu da insan denilen canlı hep kendini tüketim süzgecinden geçirerek, hareket ediyor. ardından geldiğimiz nokta ise koskoca olmayan bir nokta. gündelik ilişkilerin mot, sıradan ve bir birinin aynısı olması gerçeği, insanın cesaret edememesi ve tüketme sevdasından kaynaklı değilde ne.

we trust to fucking idiot heart...


bir çiroz şizofrenisi bu. kalbine güvenen, apışarası kokusuyla çiftleşir.

herkeste bir çift kişilik oluşması sonrasında, alışkanlık haline gelen internetin, zamana uyumsuzluğu. bu kişilik ile alakalı. şaftımızın kaydığı günümüzde, götü toparlayamıyoruz. neresindeyiz lan bu hayat dercesine bir yerlerine tutunuyoruz. ve tırnaklarımızın diblerinden şaha kalkan deriler gibi hayata seyrek ve cılız tutunuyoruz. hadi susalım.