Öznel İsyan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Öznel İsyan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2013 Pazar

we dont support to sexist person!


toplumun şizofrenisi haline geline cinsiyetçilik bir saplantıdır. insan, cinsiyetiyle değil, birey yönü ile değer görmelidir.

we dont support to sexist person!

15 Nisan 2013 Pazartesi

sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı.

sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı. 

yavaş ve usulca zihninize tahakküm kurarak, bizi ele geçiriyor.ve sıkıntı öldürüyor zamanla. 

acı ve öfke değil, sıkıntı öldürüyor insanlığı. ne yaptığını bilmemek sıkıntı ve sanrılar ile örülüdür. çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. elini en temiz tutan, suç aletidir, iktidar için. insanı içerisine aldığında, sakinleştirir ve köreltir. ardından usulca işler bünyesine. ardından ölümü getirir. sessizlik ve eylemsizlik gelir. biat toplumu ile.

sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor... çünkü tükenme ve tıkanma ile birlikte, yaşamı kusarsın hatıralarına. katil çoğunluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak... bireyin ölümünü gerçekleştiriyor. öldürüyor onu vakitlice, alış veriş mağazalarında, sokaklarda, tatillerde ve daha nice hazırladığı trajik sahnelerde. insanın raflaşan zihin yollarına, kendi istediklerini istifliyor. sen ise, toz oluyorsun zamanda...

sıkıntı davet ediyor, açıyor yatağını... bacaklarının arasını kutsallaştıranın, beynini fethediyor ve parmaklar ile ovaları sulandırıyor. sıkıntı günahları oluşturuyor ve acı ortak olmayanı defediyor. kapatıyor. insanın pişmanlığı ve çocuksu hallerinin vahşi tecavüzcüsü oluyor. en nevrotik vakıaların metasını oluşturuyor. alkol ve uyuşturucuyu saplıyor bünyeye ve sıkıntı çözüyor, öfke başlıyor. 

sıkıntı insanı ciddileştiriyor. hayata karşı hep septikleşiyor ve kerberos'un kokrkusuyla yaşamı benimsiyorsun. devam ediyor ve yaşamını ona göre şekillendiriyorsun. mücadele sadece senin hürriyetin için oluyor. tekilleşiyor ve mutsuzluğa saplanıyorsun. ve şuursuzca hayata kararıyorsun. 

sonra bir güç ile uyanıyorsun. sıkıntının insanı olgunlaştırdığını öğreniyorsun. ve hayatı tanıman da  sana yol gösteren bir seyyah olduğunun farkına varıyorsun sıkıntının. çünkü sıkıntı plan program demek oluyor hayatında. acı kendi yasasını durmadan fısıldarken çektiklerinle sana, aynı zamanda sıkıntı ile yol gösteriyor. öfke ile hatırat defteri tutturuyor şuuruna oysa. 

sıkıntı savuruyor seni hatıralarında. parçalara ayırıp, seni formlaşmaktan alıkoyuyor. engelliyor temelinin aynı olmasını. ağlatıyor, üzüyor, mideni bulandırıyor, uyutmuyor, adeta yaşarken türlü acıları zihnine yükleyerek gebertiyor seni ama öldürmüyor. olgunlaşıyorsun. bir muz gibi...ilk başta yemyeşilken, olgunlaştıkça açılıyorsun. ölü bir deniz gibi olmaktansa, karadeniz gibi açık dalgalarınla, zihin kıyılarındaki artıkları silip, süpürüyorsun. ve güneşin gövdesine serilerek, aynalarda hep ters görüntüler ile kendini yüceltiyorsun. edindiğin sabır tecrübelerinle.

sıkıntı kutlu doğum kutlamalarında, genç bir bakirenin kanını kaybetmesiyle içerisinde olduğu korkuyu notalandırır. acı dolu zamanlarda şenlikler ister çünkü acı gerçekliktir. acı, sefalet zamanlarında sessiz kalmanın ete bürünmüş halidir. eline gelene vücut sıvından dolayı yargılanmanın dayanılmaz aptallığıdır. acı gerçeğin mutena halidir.

dökülen zamanın getirdiği sıkıntı ille de dans diyor, kahkaha atıyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor avuçlarına. kaygan ve bir o kadar da şuursuzca seni sefilleştiriyor. acı ve öfke, korkuyu yeniyor. sıkıntı zamanı okşuyor. sıkıntı arzuyu kaşıyor, sıkıntı acı ve öfke terbiye ediyor. sıkıntı, insanın kendisine karşı yabancılaşmamasında rehberlik ediyor. ve acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor.

ve yaşamdan insan sıkılıyor. kendini alaşağı ediyor. yakışmadı.



13 Nisan 2013 Cumartesi

akrostij aşk!

her aşkın 
bir fahişeye benzemesi
her sevginin 
bir piçe dönüşmesi
havanın ağırlığından mı,
gönlün düştüğü kaşarın,
 dönekliğinden mi

bilinmeyen,
bir denklem mi
sevgi denilen 
fısıltı mı
aşk denilen 
meni mi

herşeyin bir kuyruğu,
herkesin bir çukuru vardır,
konu aşk olunca.,
bitişler,
başlangıçlar,
varoluşlar,
yokoluşlar...

bazen söz biter,
şekil devam eder...
sözün kifayetsiz kaldığı yerde,
eşekler kendini aslan sanırlar.
bunun ismi tragedya
trajedik
riskli
aptalca
gereksiz
elastik
duyguların
yaşandığı
akrostijdir.
aşk!

kapı aralığındaki toz'a


2 Mart 2013 Cumartesi

vaziyet - i hal

her düşüncenin içerisinde debelenen insanoğlu, doğanın götünde kalmış dışkı halinde.



tabiatın tek canavarı şuan insan. yarattığı karmaşa ile kendi sonunu getirdiğinin farkında değil. her yamacın üzerinden süzülerek daha da dibe düşüyor. neresinden kaldıracağız hayatı, bu kafadaki insanımsılar ile. neresine nefes olup onu koruyacağız.ne zaman domatesin o eşsiz afrodizyak kokusunu alabileceğiz yeniden. hangi gece akşam sefalarının geceye olan zerafetli gösterişine şahit olacağız yeniden. biz ne zaman doğalın kopulamayacak bir unsur olduğunu yaşamlarımız için anlayabileceğiz?



tüketim toplumunun yarattıkları ile hayatımız, asosyal medya olmuş. sanat, kültür, çeşitlilik ve daha hayatın içerisindeki bir çok hissedilebilinen farklı renkler, sönmeye başlıyor. korku insanlara aşılanarak, herkes kaybetme güdüsü ile diğeri için bir şeyler yapmayı gereksiz ve mühim olmayan bir durum olarak algılıyor. sadece tek algı: seks ve tüketim eksenli olmuş.



gün doğdukça, bizler özümüzden eğriliyoruz olmadığımız yere. cinsiyet savaşları ile ataerkil dönemin ne getirdiğini gerçekleşen dünya savaşlarında görmemize rağmen hala aynı hatanın devamına destek oluyorz. yok olmanın verdiği o dayanılmaz hafiflikteki hayat gerçeklikleri bir hiç olmuş. beyinlerimizdeki pandora'nın kutuları ile sürekli bir telaş yaratıyoruz hayatta. açtığımız ve gördüklerimiz, yaşanılanların pekte yabancısı olmdığını gösteriyor. bugün dünyanın tüm global devletleri için fahiş fiyatlı seks metaları halindeyiz. kendimizin tüccarı durumundayız. döküldüçke azalan ve kaybolanız.



tek tip insan hürriyeti ancak makak maymunlarında var.

ama bizlerin vaziyet - i hali ancak bir foseptik çukurundan ibaret.

hadi eyvallah.

C.

7 Aralık 2012 Cuma

v...

boş bir kovanda arı gibi dolanıp dururken çarpıştık.

hayallerimiz biribirini kovalıyor. zaman kum saati gibi. hayallerimizi dar boğazdan sıkıntılı bir halde ilerletiyor. hep ibadet gibi seni gizledim sine'mde.



- karlı bedenime düşen kor. ateşledin yine serçe yüreğimi. titrek korkularımızı beslediğimiz kafesimizin üzerine çullananlar, geride kalan göz yaşlarımız ile yıkadığımız eski ruh ateşlerinde... zaman zaman sen, onları imlersin, ben ise bizi çizerim. buluştuğumuz nokta, o karton hayallere vücut olduğumuz zihnimiz. çift ruhlu, tek bedenli hikayemiz gibi...  

nasılda ikizleşmişiz. 

küçük balıklar gibi, sular yükseldikçe kıyıya vuruyoruz cesaretlice. simgeleştirdiklerimizin, elimize sardığı kararmış gümüşler bizde yok. estetik  ise gözlerindeki o tatlı yeni doğmuş bebek kokusu gibi. ben sana doldukça, sen bana tavaf ediyorsun. eski kitap kokusu hayallerimizle... 

sar.



med-cezir gibi birbirmizin üzerinde gidip gelirken, hayallerimizin birbirlerine sarılması. yeşil ve mavinin o morumsu soğukluğu olmayacak bizde. her şey mavi  - v - yeşil. bir düzensizlik. kalbimde sana dolanan dualar gibiydi benim hayallerim. tanrının eli değmiş gülüşündü beni güçlü kılan. serana-tını, bülbüllerin sümbül yapraklarında verdiği bir aşk ise bu, biz iki ucu ateşli değnekleri tutabilecek güçteyiz.

dizelere düşmeyen, düşlerin ebeveynleriyiz bu hayalde...



ağdasız bir teni yaralayan hisler kadar sert ve derin yaşam, geride kalıyor artık. mavinin, yeşille seviştiği ve çağıl çağıl ormanlara, ovalara, sulara dağıldığı hayat: gözlerimde limansız gemilere hayallerimizi bindiriyor. fırtınalarla başlayan yolculuğumuzun, meltemlerle sonlanacağı günlere gitme dileğiyle, merhaba!

ben c...

kanımdan daha da karanlık olan, dünyanın pisliğinden, ayrı kokladığın ben. bir akarsu değil, okyanusum seninle. evlerimizin saçaklarında çekişen serçelerin ürkek, cilveleşmelerindeki zamanlarda doğan güneş gibi girdiğin hayatıma, nasıl bir mana olacaksın bilemeyiz. ama...

devam edebilmeliyiz!

eminim ki kimse bizim kadar endişeli değildi. kimse bir kedinin ne yiyeceğine endişelenmiyordu. göz yaşında tuttuğun o kusursuz dünyanın berraklığında savruldum kenara. ortasından gittiğimiz hayata, temkinli yaklaşabiliyorum artık seninle. v/e sen bu hikayede bir ayrımın noktasından sonraki, büyük harfsin. uzanıp dokunda, şu hikayenin sonu gelmesin. aşk, yoluna çıkalan hikayede son beklenmez. beklenen sonlar her daim ölüme gider. seninle ve sesinle birlikte aşk:

"...arıyıpta içimdeki yakınlığın, yakıcılığı ile dönüp-dolaşıp etrafında tavaf ettiğim sensin."

 benim için.

birlikte...






29 Kasım 2012 Perşembe

maximum increment

bazen hiç kapanmayacak yaralarımızı anı katlederek pansuman ederiz.
eski defterlerin yırtık sayfalarından silinmeyenler, yüreğimizi kanatır.
ve sevda bir destan gibi olan yüreğinizi ondan alır.
tıpkı tahir ile zühre'nin sevgisi gibi...

afşar timuçin


sevgi denen şey yücedir.
onuruna yediremez sönmeyi,
sevgi denen şey,
kendini horlamaz.
benimsemez yolundan dönmeyi.

sevgi denen şey sonsuzdur.
ne zaman tanır,
kendine ne de yer 
kendini hiçbir şeyde sınırlamaz. 
sevgi denen şey,
sevgisizden korkmaz 
direnir 
doğru sayar kendini
tek yücelik bilmeyi


p.s: bir yüreği delik, herşeyi kendi klozet genişliğindeki dünyasıyla eşleştirir.


27 Kasım 2012 Salı

arafın tepesindeki yasak elma.


arasak bulamayız gölgemizi
hangi suya baksak namevcuduz.
(cahit sıtkı tarancı)

ölü duvarların gerisinde...
gündüz ve gece,
güneş ve ay,
özgür ve mahkum
diye ayrılmıştı 
hayat.

kah gülerek,
kah ağlayarak,
bazen isyan ederek,
bazen kopuşlar ile...
soluksuz maratonlar
gelip gibi gidiyor 
yaşam.

arıyoruz.
yolculukları bir türlü sonlamayan seyyahlar 
gibiyiz hayatta.

damarlarımızı çalımlayan
jiletlerin ağzı kadar keskin hayat.
hayata olan bağımlılığımız kadar ince 
bakışlar.
aynı tonda çalan,
iki farklı makama ait olan türkü 
gibidir
insan ve hayat.

sev.
sevgimi yaşayabilmen için 
ayaklarındaki iplerden kurtul,
sökül geçmişinden,
geleceğindeki cennetin hurisiz,
sadece ikimize ait olan kısmını düşün.
oyluklarımı dolduracak hayaline izin verde çırpınsın 
yüreğimdeki senin cennettinde.

korkma ve gör.
secdenin alınyazısına değdirdiğin zihnin ile 
düşün.
mutluluk ne.
düğüm düğümlendikçe 
yüreklerimizde,
hurçın bir karadeniz gök'ü oluşur.
ve biz
biribimizden koparız 
sevgilim.
tıpkı betimlemelerdeki 
çiftler gibi.

arafın tepesindeki yasak elma.



16 Ekim 2012 Salı

muteber sikiş(+18)


genelin yaşam anlayışına göre bir edepsizlik alıntısıdır. yazım yanılgıları, insan algısıdır. hayat yanılgısı ise tecrübe ile sınanır.

Crispin Sartwell - Edepsizlik, Anarşi, Gerçeklik


hayatı sevmek ve dünyayı sevmekle bağdaşan post-etik değerler geliştirme sürecinde, edepsizlik ve ihlal nosyonlarını keşfettim. her ahlâki iddia neyin nasıl olması gerektiğini yani, mevcut kurulu haliyle dünyanın böyle olmaması gerektiğini söylediğinden, şeytana uymak şeylerin olmasına imkân tanımaktır.



bu anlamda, ahlâk kurallarını çiğnemek bir ayin olabilir.



batı kültüründeki karakteristik ihlallerin hepsi bedenselliğin olumlanmasıdır. nasıl belli başlı dinsel kültür disiplinlerini doğuran şey, çömezlerin bedenlerini aşma yönündeki nafile çabalarıysa, her türden edepsiz sözcük de bedeni yeniden hatırlatan bir şeydir. 



bir gezegenin yüzeyinde koşuşturup duran memeli hayvanlar olduğumuzu bize hatırlatan her şey muteberdir. sikişmek muteberdir, "siktir" demek de.

13 Temmuz 2012 Cuma

esrik bir akşam ertesi...


sevmek için genç ölmek için geç...

geçiştirdiklerim ile yaşamımı hep gözardı ediyorum. 
dilimi, dilim dilim eyledim. 
damağımda esrik bir akşamdan kalmalık var. 
annemin o taze nane katıklı çorbası yok 
bu soğuk diyarda. 


umutsuz ve kırgınlıkların sempatizanlığı mevcut burda.
yıldızların boyları dünyadan büyük bu 
yarım yamalak insanların yüzlerinde bilinçsiz bir mutluluk
bir nevi garip bir karnaval.
elimde bir toplu iğne,
etrafımda ise balonlar,
ve ben,
kerberosum.

söz ile fuzuliyi,
gam ile sevdayı anarım,

"...eksik olmaz gamımız bunca ki, bizden gam olup gamlu gider,  her gelen şad gelip yanımıza..." 

son.
boğazda bekliyordum seni,
elimde papatyalar, 
mevsimlik,
dilimde gelevera deresinin serinliği,
yüz paçalarımdan su sızarken,
kalbimdeki çatlaktan kaybettiklerimi saklayamıyorum.
dilimi kırıyor ve bugün
doluyorum.
dilimdeki 
tüten
düş/
tü.


6 Temmuz 2012 Cuma

kendimi okuyorum.../sevgilimle

kendimi okuyorum...



dilime pelesenk olmuşların düşbazıyım. içerimde sakladıklarımın kurbanıyım. bir kölelik yaşamı. hep birilerine ait olduğunu hissetmekten dolayı, kendin olamıyorsun. sırtında taşıdığını zannettiğin dünyayı, hep sen büyütüyorsun. göremiyorsun ileriyi. adım atarken birilerine bağımlı kalıyorsun yaşamında. ürkütülerek hep büyütülüyorsun. korkuların teması, hep aynı tüm insanlık için. coğrafya ayırt etmiyor. dil, din, ırk demeden seni bir güzel sıradanlaştırıyor.



sınıflara, sınırlara, sorunlarla bölünüyorsun. içerileri boş edilgen faktörler senin nefes almanı zorlaştırıyor. gülemiyorsun. hayatın en güzel eylemlerini yapamıyorsun. aşkı onların istedikleri kalıpların dışında yaşadığında ise, onlarca şizofren bir platonik olarak nitelendiriliyorsun. kimseye umut, hiç bir kalbe kalem olamıyorsun. bireyler kaybolup, yerlerine kalıp aşklar gelmiş bugün. sıradan ve bayağı görülen eski anlatılan aşk eylemlerinin yerini bugün sadece iki tema kaplıyor.

- sex

- gelecek



endüstriyelleşiyor hayat. bireyler köleleşiyor. bağımlı ve özgürlüğün ne olduğunu bilmeyen yarasalara evrimleşiyorlar. rakamlar ve sayılarla birlikte, metalaşıyoruz. devlet memuru mantığıyla üretimden öte isteğe hizmet ediyoruz. değerlerimiz oluşmuyor artık kendimize özgü. kendimizi ne kadar iğrençleştirip, satarsak ve ne kadar değer biçip onların kevaşesi haline getirirsek kendimizi, bize o kadar saygı gösteriyorlar. boris vian'ın, mezarlarınıza tüküreceğimin ana karakterine büründüğünüzde, onların normal de günah dedikleri, kutsal kitaplarında belirledikleri yapılmaması gerekenleri yaptığımızda, alkış tutup, onların idolü haline geliyorsun. bir garip halet-i ruhiye bu.

ruh sağlığını yitirmiş insanların yarasalaştığı bu dünya da yalnızlaşarak kendimi okumak; üzerimi çizmek, yağmurlu bir havada kafamı geriye atıp gözlerimden süzülen yağmur damlalarını içerime almak en güzel hayat eğlencesi. kendine bir kütük parçasından baston yapmak gibidir hayat. sabır ve ince bir işçilik ister. emek olmadan, zorluklar aşılmadan, hiç bir acı sindirilmeden bir yere gelemiyorsun. yeri geldiğinde temasını yitirmiş hayatınızdan ayrılmaktır yaşamak... 




anlamı ise: sol anahtarsız güftelerin mevcutluğudur. zaman dizlerinizin altından kayar da gider ya, toprak tepenizde kubbe olur. dilinizi dişlerinizle parçalamak istediğiniz pişmanlıklarınızın hatıratlarında; tutamadıklarınız, söyleyemediklerimiz için biçilmiş bir garip acıdır bu şizofrenlik. tıpkı aşağıdaki monologtaki gibi:

-kaç kere kendimi ifşa ettiysem sana, bugün o kadar fazla öldürüyorsun beni. 

-ben seninle bir gelinciğin kırmızı duvaklı narin yapısını oluşturmuştum.

sevgilim/e.


-son-

11 Haziran 2012 Pazartesi

hey/e/lan


heyelan


bir kelime
bekliyor
tepede….

bir çığlığınla
düşecek
ve…

diğerlerinin önünü açacak
o gizli heyelana
yol olacak.

söyle
ne!

8 Haziran 2012 Cuma

grup abdal - bir ay doğar

zaman öyle anda damarlınıza jilet olur ki...diliniz titrer. yüreğinizden dökülemeyenler göz yaşlarınız ile beyniniz tarafından paketlenip yanaklarınız üzerinden dışınıza atılır. işte bu sıkıntıdır. en iyi rehberi ise türküdür.

seyirle!



deja vu!

a: tanrı'nın öldürmenizi emrettiğini söylüyorsunuz ama tanrı öldürmez ki?

b: tanrı musa' nın kavmini öldürdü. insanoğlu bir tecavüz sonrasında, dünyaya gelen sadık piçlerdir!


1 Haziran 2012 Cuma

bu gece


ayrılık kokusu var havada;

nefesime çöreklenen sen, boğazıma doluyorsun beni. kendimdeki bilinçsiz davranışlar... çekip götürdüklerin arasında piçleşmiş hayaller. bakire meryem göz yaşları yastığımdakiler. ve gece de kulağıma, yastığımın dibine gizlediğim eşsiz sığırcık kanatlarının şarkısı, beynimde dolanıyor. 


kulağıma dizimlenen imgelerimdeki haz...

benden gizlediklerini, bana daha iyi betimliyor. korkuyorum. kendi ikizimi kaybetmekten - her yaptığımı topuklarımdan yere doğru uzanıp, taklit eden karanlık çarşafım - gecede, nereye gidiyor bilmiyorum. garip bir seyyah. kendini, gecede gizleyen, gündüz de benim imitasyonum olan seyyah. her şafak ile topuklarıma prangalanıyor yine...




yeniden sabah olacak ve su ile dolu bu kabın üzerine gökyüzü gelecek...

yavaş yavaş terleyecek su, kabın çeperlerine doğru. kendi içerisine kamikazeler saplayacak, su. ve ölüm kendini yalnız hissettiğinde beni alacak koynuna. en son zinamızı o gece yapacağız onunla. dudaklarıma hançerlerini değidirip, bedenimi yakacak teni ile...



gitmeliyim bu gece;

...bir amaç uğruna, yüreğime dokunmalıyım intiharım ile. öncelikle göğsümde beslediğim çiçeklerime sularını vermeliyim. yasemin kokulu rüyalarımın titrettiği zihin kalıntılarımı restore edip, içimde ikamet etmeliyim bu son  gecede. 

ve dün, bugünden yine farklı olacak. 

ya da tıpkı o ünlü hamlet tümcesi gibi:

OLMAK YA DA OLMAMAK!

...septikliğine gömülü kalacak.

...işte bu boktan küf kokulu bedeni, sadece yalnızlık gömleğimin sığacağı bir valiz gibi alıp gitmeliyim, bu gece.

birşey deme...

kork benden. çünkü benim küçük hayallerimde, sonbahar yaprakları arasında cellatlık yapan rüzgarlarım var gecelerimde...

öptüm gamzenden.


7 Mayıs 2012 Pazartesi

d/b ilimin delisi

delilik sevgilim,



benim sevgimdir delilik. bir sözcük üzerine kurulmuyor, var olanı dürtüyor, eşeliyor, o bölge de yer ediniyor. içerisinde bir ateş ile harlanıyor. kıvılcımları öyle bir hal alıyor ki gözlerime gelinceye kadar, damla damla yanaklarıma serpiliyor. ardından bir iç çekme ile kendimi herkesden kaçırıyorum....



martıların çöpleri karıştırmayı sürdürdüğü sabahlar. kedilerin deniz üzerine kanatlanıp, patileriyle volta attıkları anlarda, garip bir dejavu ile güne yeniden koloninin içerisinde başlamak. onların yaşadıklarına göre hayatını şekillendirmek. onların talimatlarına uyum sağlamak... deliliğe olan sevgimi pekiştiriyor.



sikini eline alıp, duvar diplerine işeyen çocuklardır gerçek hayat. annesinin ağzından dökülen sövgülere rağmen okuldaki deli gömleğini çıkarıp, evin bir köşesine cesaretlice savuran ve sokağa akan çocuktur gerçek hayat. tarlaların içerisinde kamelyalar inşa ederek ortak bir paylaşım alanı yapabilme uğruna çırpınmaktır hayat...

hayat, herşeye inat delice ortak yaşamdır.



fakat bizler, toplumun sadık itleri için,



bir sabah uyanıp, bedenimizin tüm hücrelerini ele geçirmiş devingen bir acıyla uyanız. tek tip toplumsal bireyizdir. tıpkı tahakkümün istediği gibi. ondan sonra böyle, nereye baktığını bilmeyen gözlerimizle her karşılaştığımızda katlanacak bir acımız mevcuttur yaşamımızda, her kendimizle bakışımızda suntadan yapılmış, otorite piçleriyizdir.

jiletin damarımda pabuç süzdürmesiyle....hayat benim zihinmde:



seni sürükleyeceğim. sürükleyeceğim ki, açığa çıkarılamayacak derinliğe hapsedeceğim. poseidon'u kapına bekçi edeceğim. tanımlanabilir gün ve gecelere maledilemeyecek bir sevi karabasanından aldığım pay ile seni zihnimde fahişeleştireceğim.

saygısını bulsun kendi içkin dünyasında herkes. belirsiz "ben"in. yaslı yüreğimin utangaç itirafı:



"SİZİNLE HER YAŞADIĞIM GÜN, BİR GÜN DAHA YİTİRİYORUM..."


20 Nisan 2012 Cuma

suskunluk, köleliğin prangasıdır!

kör bir duvar,


üzerinde kuş tünemeyen hayatın içerisinde kaybolan çığlıklarımızın, birbirine değmediği bir yaşam....
kule diplerinde çektiğimiz şarap şiselerinin dibi kadar küçük dünyamız. taze yarılmış, kıpkırmızı nar taneleri gibi annelerimizin etekleri içerisinden merhaba dediğimiz dünyaya, herşeye karşı köreliyoruz.


sönük bir harın üzerinden geçirdiğimiz ellerimize değen, o sımsıcacık hatıralar ne de güzel zihnimizi besliyor. yüzümüzde aktifleşen kasların arasında gözlerimiz kapalı bir halde gülümsüyoruz, doğa ile kopmamış hayattaki bir insan gibi. ve bir ses müdahale ediyor şuurumuza...

ayakta mı uyuyorsun lan!

...diyerek.

sonuç dünyanın içerisindeyiz.


kirletilmiş, insanların aşama aşama doğadan kopmasına tanıklık etmiş. kendi kendilerini yönetme uğruna doğaya da tecavüz etmiş bir nesiliz. birbirimize karşı herhangi bir sevgimiz olmadığı gibi, doğanın her bir kademesinde körleşiyoruz... asosyal bir yaşam ile endüstriyel metaların translığında şuurumuz çölleşiyor. tek renk, tek dil, tek ruh üçlemesinde sınırlandırılıyoruz. ismini terimsel fahişelikle süslendiriyorlar. ve bizde sessiz kalıyoruz. lal olmuş dilimizin sağnak acısını duyamıyoruz. mevlana'nın dediği gibi kalbimiz deniz, dilimiz kıyıdır...ama kirletilmiş, içerisindeki tüm canlılığı yok edilmiş, militarist, teokratik ve bireyin yaşam hakkının elinden alındığı bir toplumun sadık köpekleriyiz bizler.



emir geliyor ordan burdan, dalga geçiyorlar bizlerle. halkına takla attırıp, yedi göbek ileride doğacak nesillerini bile borçlandırıyor bu canavarlar. görmüyoruz. kör olmaktan, vurdumduymazlıktan başka bir şey bu. nasıl bir temanın içerisinde cümle olmuşuz, belirsiz. bir hiçliğin garip trajedisinden başka bir şey değil yönelimsel yönetim.

korku işte burda başlıyor.



suskunluk, köleliğin prangasıdır!

23 Mart 2012 Cuma

sana...

yağmur yağdı
ve hiç dinmedi,
büyüdükçe büyüdü
isli ve
yalnız
olmak


biliyorum!

insanın psikolojisinin ne durumda olduğunu sorgulaması, psikolojik bir gerginliğin meyvasıdır diyor kimileri....

belki de doğru.

insanın intihar eğilimini sorgulamanın yerine, onu bu noktaya getiren etmenlerin doğurdukları insanları nerelere parçalayıp uzatıyor onu sorgulamak gerekiyor.

kimeleri televizyondan fırlayanların hayatını arzularken...ben neden börklüceli mustafa'nın yaşamını arzuluyorum.

biliyorum!

2 Mart 2012 Cuma

bir hediye aldık, ama...

hayal bir delinin tualidir. menşeii belli olmayan renklerin çiftleştiği bir yataktır. kendi yönüne akmayan hırçın bir nehirdir.


toplumsal olmayan bir ütopyacı için hayatın teması budur.

ardına takıldığımız baloncukların kölesiyiz. -muş'lu, -miş'li geçmişlerin / geleceklerin peşinde sürünen kendimizin fakiriyiz. bir yere gelmek istiyoruz. ama geldiğimiz yer, hep kendimizden uzaklaştığımız yerdir. eski günahlara saplanan hançerlerin ucunda ömrümüz.


ateşin ortasında kalmış akrepler kadar gölgemiz net değil. 

kendimizden kaçan, 
toplumun en sadık köpekleriyiz.




zamanın sürüncemesiyle uğraştıkça, eski günahların gölgelerini büyütüyoruz yaşamımızda. kararsızlıklarımızın arasında, hayatımıza, hep yön veren toplumun beklentileri. en büyük korkumuz, kendimizle yüzleşmek.

halbuki orak bir kere yüzünü parçaladımı korkunun, direnişin ardı kesilemez hiç bir güç tarafından. inanç, bir garip kandırmacadır dogmanın kucağında. herşeyin uykusu sularında dinginken, diş kırılır düşlerin gerçekleşmemesine. herşey bir korkuyla engellere, kurallara ve dayatmaların getirdiği formel bir yaşama dönüştürülür. işte bu yüzden kimse kendisi olamaz.



bu yüzden, gün hiç mutlu doğmaz. ardında hep yaşayamadığımız, kendimizden kaçtığımız bir umudun çaresiz bekleyişiyle dağınıklaşır. bu dağınık günlerin cüssesi çok irileşir. geriye - ileriye eşit gidişlerin zamanı kalır. anlamına adres ise "hayat" denilir...



herşeye bir rest ile...



13 Ocak 2012 Cuma

ölüme nağmeler-1 (mayakovski)


bir varmış bir yokmuş
derler hani: 
aşkın küçük sandalı 
hayat ırmağının akıntısına kafa tutubalir mi! 
dayanamayıp parçalandı işte


sonunda,
acıları, 
mutsuzlukları,
karşılıklı haksızlıkları, 
hatırlamağa bile değmez: 
ödeşmiş durumdayız 


kahpe felekle. 
ve sizler 


mutlu olun 
yeter 

-mayakovski-
Karikatür: Aşkın Ayrancıoğlu