Şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Nisan 2013 Cumartesi

akrostij aşk!

her aşkın 
bir fahişeye benzemesi
her sevginin 
bir piçe dönüşmesi
havanın ağırlığından mı,
gönlün düştüğü kaşarın,
 dönekliğinden mi

bilinmeyen,
bir denklem mi
sevgi denilen 
fısıltı mı
aşk denilen 
meni mi

herşeyin bir kuyruğu,
herkesin bir çukuru vardır,
konu aşk olunca.,
bitişler,
başlangıçlar,
varoluşlar,
yokoluşlar...

bazen söz biter,
şekil devam eder...
sözün kifayetsiz kaldığı yerde,
eşekler kendini aslan sanırlar.
bunun ismi tragedya
trajedik
riskli
aptalca
gereksiz
elastik
duyguların
yaşandığı
akrostijdir.
aşk!

kapı aralığındaki toz'a


29 Kasım 2012 Perşembe

maximum increment

bazen hiç kapanmayacak yaralarımızı anı katlederek pansuman ederiz.
eski defterlerin yırtık sayfalarından silinmeyenler, yüreğimizi kanatır.
ve sevda bir destan gibi olan yüreğinizi ondan alır.
tıpkı tahir ile zühre'nin sevgisi gibi...

afşar timuçin


sevgi denen şey yücedir.
onuruna yediremez sönmeyi,
sevgi denen şey,
kendini horlamaz.
benimsemez yolundan dönmeyi.

sevgi denen şey sonsuzdur.
ne zaman tanır,
kendine ne de yer 
kendini hiçbir şeyde sınırlamaz. 
sevgi denen şey,
sevgisizden korkmaz 
direnir 
doğru sayar kendini
tek yücelik bilmeyi


p.s: bir yüreği delik, herşeyi kendi klozet genişliğindeki dünyasıyla eşleştirir.


27 Kasım 2012 Salı

arafın tepesindeki yasak elma.


arasak bulamayız gölgemizi
hangi suya baksak namevcuduz.
(cahit sıtkı tarancı)

ölü duvarların gerisinde...
gündüz ve gece,
güneş ve ay,
özgür ve mahkum
diye ayrılmıştı 
hayat.

kah gülerek,
kah ağlayarak,
bazen isyan ederek,
bazen kopuşlar ile...
soluksuz maratonlar
gelip gibi gidiyor 
yaşam.

arıyoruz.
yolculukları bir türlü sonlamayan seyyahlar 
gibiyiz hayatta.

damarlarımızı çalımlayan
jiletlerin ağzı kadar keskin hayat.
hayata olan bağımlılığımız kadar ince 
bakışlar.
aynı tonda çalan,
iki farklı makama ait olan türkü 
gibidir
insan ve hayat.

sev.
sevgimi yaşayabilmen için 
ayaklarındaki iplerden kurtul,
sökül geçmişinden,
geleceğindeki cennetin hurisiz,
sadece ikimize ait olan kısmını düşün.
oyluklarımı dolduracak hayaline izin verde çırpınsın 
yüreğimdeki senin cennettinde.

korkma ve gör.
secdenin alınyazısına değdirdiğin zihnin ile 
düşün.
mutluluk ne.
düğüm düğümlendikçe 
yüreklerimizde,
hurçın bir karadeniz gök'ü oluşur.
ve biz
biribimizden koparız 
sevgilim.
tıpkı betimlemelerdeki 
çiftler gibi.

arafın tepesindeki yasak elma.



26 Ekim 2012 Cuma

açlık direnişlerine

çiçekler, parmaklıklar ardından soluyor...
ölüme gülümsüyor güneş.
yıldızlar semah durmuş samanyolu üzerinde.
ve acı yekpare bir halde ağıtlarını dillendiriyor.
her yerde bir emek kıvılcımı,
her hücrede bir özgürlük umudu ile
mücadele inatla devam ediyor.
selam olsun açlığın direnişçilerine...


24 Ekim 2012 Çarşamba

postmodern köle ve aynası


toplum zıvanadan çıkmış. cinayet cinayeti kovalıyor. akıl susmuş ve mefhumlar cehennem! 

bir raks içinde tepinip duruyor. sloganlar yönetiyor insanları. ideolojiler yol gösteren birer harita değil, idrâke  giydirilen deli gömlekleri. aydın dilini yutmuş; namlular konuşuyor. bir kıyametin arifesinde miyiz acaba?  

dünyayı şeytan mı yönetiyor?  

düzeni büyücüler mi bozdu? 

bu kördüğümü çözecek iskender nerede?



tarihlerin tanımadığı bir tahrip cinneti karşısındayız. sosyal bir kuduz veya kanser. bu sinsi, bu kancık, bu  sürekli boğazlaşmaya anarşi demek hata. anarşi saman alevi gibi yanıp söner. her ülkede, her çağda, her düzende belirebilir: fitne, fesat, kargaşa. 

anarşizm desek düpe düz münasebetsizlik.  

anarşizm, bir dünya görüşüdür. tutarlı bir felsefesi, gözüpek havarileri, ölümle alay eden kahramanları vardır. anarşizm, hürriyet aşkıdır; insanın asaletine ve yüceliğine inanıştır; tek kusuru hiçbir zaman gerçekleşmemiş    ve gerçekleşemiyecek olması. anarşizm avrupa' nın rezil ve yalancı medeniyetini yok edip bahtiyar bir çağın yaratıcısı olmak hülyâsıdır.



nihilizm?

nihilizm, anarşizm' in çarlar rusya' sında aldığı isim. 

batı, bizim yaşadığımız faciaya şahit olmamış ama  başlayacak diye tir tir titrediği bu felâketin adını koymuştur:  anomi.  anomi: şuursuzluk. anomi, bütün değerlerin tepetaklak olması, çürüyüş, çöküş...



aydının görevi: karanlıkları aydınlatmak. yazık ki o da kasırganın içinde. sokaklarda kardeşleri, çocukları  boğazlaşırken soğukkanlılığını nasıl koruyabilir!

evet, ama görev görevdir. önce kafalardaki keşmekeşi dağıtmağa; metafizik birer orospu olup çıkan kaypak, hain, aldatıcı mefhumlara ışık tutmağa çalışalım. bu  araştırma  zifiri  bir  karanlıkta  çakılan kibrit... 

kuledeki nöbetçinin feryadı:

şeytan' ın gücüne inanmak lazım. gördüklerimizi şeytan' ın işi diye vasıflandırmaktan başka çıkar yol yok. mavera inancını yıktı şeytan. insanları kibirlerinden yakaladı. tanrı' dan ne farkımız var demeye başladılar. ve şeytan içimizde uyuklayan aşağılık insiyakları şahlandırdı: "hırs, tama'ı, altın aşkı." bu insiyakların doludizgin at koşturacakları bir iktisat düzeni ilham etti: kapitalist ekonomi.



...bir facianın kronolojisini çiziyor meriç. yaşamımız git gide metalaşıyor. birbirmize pragmatist ilişkiler ile yaklaşıyoruz. insan kendi doğasına zarar veren yegane düşüncesiz canlı. bunun temelindeki olgu ise doyumsuzluk. bedenindeki doyuramadığı o sapık azgınlık'ı, sosyal yaşamına yansıttığından bu duruma geldik. güç ve iktidar çatışkısı.

foucault'u dinlerken: cinsellik ve cinsiyet konusunda burjuvazi kendini önceleri görkemli bir bedenle, itibarlı bir hakikate adamış olsa bile daha sonra bunları toplumun geri kalan kesimlerine sıradan bir hakikat ve alın yazısı olarak kaktırmıştır. bu simülark burjuvazinin teni üzerinden, muhtemelen cildini de eriterek akıp gitmiştir. bu yeni sarmal ya da cinsellik simülasyonu. bu, birincisinin yerini almış olan yeni cinsel gerçeklik, yitirilmiş gönderenler sistemi* (*muhtemelen pornonun varlık nedeni tam tersine o grotesk hipergerçekliği sayesinde, bir anlamda, gerçek cinselliğin hala yaşadığını kanıtlayabilmek amacıyla bu yitirilmiş referans sistemlerinin yeniden harekete geçmesini sağlamaktır.)  -gerçekte belli bir biçime sokulmuş olan, bilinçaltı adlı mitin uyumlu görüntüsünden başka bir şey değildir. ne kadar da büyüleyicidir.

sonuç olarak. bugün insan yarattığının kölesi olmayı çok iyi başarabiliyor. ölümler kölelikle başlıyor. ve milyonlarca postmodern köle doğuyor bu kapitalist sistemde.işte böyle bir köle

padişah' ın kölesidir
tilkiden kurnazlığını çalmış  
maymundan oyunculuğunu aşırmış  
köpekten kuyruk sallamayı öğrenmiş  
kediden yaltaklanmayı 
yılandan soğukluğu çekip almış  
kargadan leş yemeyi kaldırmış  
sinekten pis olmayı 

işte böyle bir köle 
padişah' ın kölesi 
kötünün kötüsü 
bir köle 



kaynaklar: bir facianın hikayesi - cemil meriç / foucault' yu unutmak - jean baudrillard / destanlar - afşar timuçin

30 Eylül 2012 Pazar

acı/tan' a


"...aşk, mutluluk şarkısına dönüşen bir yalnızlık çığlığıdır, yüce aşkla beraber, olağanüstü, ulvi harikuladelikler insan yaşamının bir parçası oluverir, onun sayesinde, ten ve kafa birbiri içinde erir. aralarında tam bir uyum kurulur... artık öncesi gibi değildir insan, ani bir değişime uğramış, tene bağlı duyguları ruhani bir boyut kazanmıştır. benzer bir değişim, karşımızdaki insanda da gerçekleşir. kendisi olmaktan çıkmıştır kişi, umut edip bekleyen birisi yerine, yepyeni bir hayata başlayan bir başkası vardır karşımızda. sizi gerçekten tamamlayan insanla karşılaşmışsanız, hiçbir ayrılık, hiçbir kopuş düşünülemez artık... yüce aşk, bu iki değişik insanın birbiriyle sağladığı uyumdur." - jurnal syf:13



...ben bu toplum tarafından, ruhumu bütünleyecek bir ruhun kürtaj ile alındığını düşünüyorum. yarim mecnun gibi kayboldu diyen, göğüsleri cıvıl cıvıl kızların olmadığı düşleri kuruyorum ütopyalarımda. sessizce ağladığım gecenin, döl yatağına gönderdiğim her bir gözyaşım farklı bir his ile gelişiyor. ben susmanın en eşik aralığındayım. geceyi gündüz ile çarpıştıran bir ruhsuz ordusu ile yaşıyorum. defalarca göğsümün, despotluğu ile geride kalan kalbimin işlediği suçlar yüzünden kendi zihnimce cezalandırıldım...!



hayat bir diyalog. kalp ve beynin bitmez savaşı arasında kalmış, anlaşılmazlıkların ve zaman bilincini yitirmiş bir aralık... yaşıyoruz. gündüz ile gece arasında. neden. yüksek pamuk topuklu ayakkabılar giyen prensesim yok benim hayatımda. elleri nasır tutmuş, yediği dayaklardan ve ağlamaktan ses telleri kalınlaşmış annem var. hayatımın tam merkezinde, yaşadıklarını bize bir garip tiyatral oyun gibi anlatan annem. vurupta üzülen ve ardından göz yaşlarıyla tenimizi pansuman eden meleğim... yazılacak çok mektupların denemesi bu düşler...



asılı kalmışım bir garip bilinmezliğe. annemden kesilen bağımdan sonra ilk defa alıştım. bırakıp giden bir ruh fahişesinin, sadece beni kendisi gibi kokutamadığı için bu noktadayım. ama bir yerlerin ötesindeyim. yalnızlığın özleminin, taze kekik kokulu, akasya yumuşaklığında esen bir meltem rüzgarıyla taradığı saçlarımın telleriyle hayatıma bağlıyım. ben kendim hakkında duyulan şüphelerin haksızlığında, ensiz yaşamlarıyla zamanımı dolduran gündelikçilere siktir çekiyorum artık. 

yeri biz bekledik 
ahiret uyurken 
ateş, 
yaşlı da olsan
ancak seninle döndü 
o eski şaşkınlık 
geçerli zamana,
işte güneş 
eski hatır günlerinde 
iki gözkapağı altında battı çocuk 
çocuksa 
ufku da görür.
evimizin üstünde parladı sessizlik 
ve suskunluk ağladı
babam şimdi öldü, 
kökler kuru, 
ve yıllar ölü.
-ölüm şiir'inden / adonis -


karanlığın sesini gün batımına kadar gizlersin acıtanı.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

mutlu/luk

"dünyanın en büyük mutluluğu başlamaktır" - pavase



aynayım
senin hayallerine, içerlerimde baktıkça
hatırladıkça
kırılıyorum,
kanıyorum,
ağlıyorum.
...
...
...
seneleri biten,
yolları hatırlatan bir şuur bende,
seni hatırlatan,
pencerelerimi nemlendiren 
şuur 
amorf bir bilinç
var bende
yüreğimde bir sızı
aklımda senin çamurdan izlerin
kendimi vaftiz ediyorum
başladım.

13 Temmuz 2012 Cuma

esrik bir akşam ertesi...


sevmek için genç ölmek için geç...

geçiştirdiklerim ile yaşamımı hep gözardı ediyorum. 
dilimi, dilim dilim eyledim. 
damağımda esrik bir akşamdan kalmalık var. 
annemin o taze nane katıklı çorbası yok 
bu soğuk diyarda. 


umutsuz ve kırgınlıkların sempatizanlığı mevcut burda.
yıldızların boyları dünyadan büyük bu 
yarım yamalak insanların yüzlerinde bilinçsiz bir mutluluk
bir nevi garip bir karnaval.
elimde bir toplu iğne,
etrafımda ise balonlar,
ve ben,
kerberosum.

söz ile fuzuliyi,
gam ile sevdayı anarım,

"...eksik olmaz gamımız bunca ki, bizden gam olup gamlu gider,  her gelen şad gelip yanımıza..." 

son.
boğazda bekliyordum seni,
elimde papatyalar, 
mevsimlik,
dilimde gelevera deresinin serinliği,
yüz paçalarımdan su sızarken,
kalbimdeki çatlaktan kaybettiklerimi saklayamıyorum.
dilimi kırıyor ve bugün
doluyorum.
dilimdeki 
tüten
düş/
tü.


11 Haziran 2012 Pazartesi

hey/e/lan


heyelan


bir kelime
bekliyor
tepede….

bir çığlığınla
düşecek
ve…

diğerlerinin önünü açacak
o gizli heyelana
yol olacak.

söyle
ne!

30 Mart 2012 Cuma

devr/im

devrim

temiz kalan tek yerdir 
devrim 
bütün bir yıl 
kirlenen duvarda 
ama görebilmek icin 
asıldığı çividen
indirilmelidir 
yapraklari biten 
takvim 
zorbalara direnmektir 
devrim 
bir çocuğun annesinin çantasından aldığı 
paraları altına gizlediğini 
söylememiştir dövülen hiçbir hali 
içinde yaşamaktır devrim 
dikiş kutusunun 
ve toplu iğneler gibi 
bir arada olmayı gerektirir 
karşı koyabilmek icin zulmüne 
makas denilen patronun 
gece ışıklar arasında
koşmaktır devrim 
ateş böceklerini 
yakalamak isteyen çocukların 
peşine takılır gün gelir 
yanıp sönen mavi ışıkları 
polis arabalarının
kağıt bir gemidir devrim 
bütün gemler 
hurdaya çıksa da sonunda 
taşıdığı özgürlük şiiriyle 
batmadan yüzer nicedir 
dünya sularında 
kim bilir kaç yunus görmüş 
kaç DENİZ GEZMİŞ
...

Sunay Akın

18 Aralık 2011 Pazar

beşe bir

nerede tükettiğimizi bilmediğimiz bir yaşamın 
garip gölgesi altında mızmızlanan 
şımarık çocuklar gibiyiz.
gayr-i meşru
piçleriyiz
hayatın.




.

14 Kasım 2011 Pazartesi

bir/e

hata/

siyatik/nefrotik
bir hal
çöz bağlarımı
dil kesildi
ruh düştü
yaman 
bir ruhiye

/düşünmek 

keskin bir dizi
sızıyla ayrılmış his
ağırlaşan ufuk
güneşi jiletlemek


/bulmak ölümdür/

.hataya düştüğünde, 
çektiğin acının halet-i ruhiyesidir bu. 
kimine göre yaşanılmaması gerek, 
kimine göreyse;
olgunlaştırma 
gerçekliğidir. 

bir manası var.
ne!


her açılmak:
- yeni bir ölüm, yeni bir doğuştur! -

...bitişe...


29 Ekim 2011 Cumartesi

heyelan...

bir kelime
bekliyor
tepede....

bir çığlığınla düşecek
ve...

diğerlerinin önünü açacak
o gizli heyelana
yol olacak.

söyle

ne!

28 Eylül 2011 Çarşamba

çöl

gökyüzünden bir umut dolmuyor günün cebine...
göğün tepesinden düşen güneş dalgaları,
vücutları kavuruyor bu iğrenç yerde... 
çevremizde ne kırlar,
ne bozkırlar mevcut, 
alabildiğince kurak bir çöl
ve monotonlaşmış insanlar
sıçrayıp duruyor... 

kıyasıya / kırasıya. 

gürültü patırtı karşısında susuyor her şey. 
karşıda arafın korkusu... 
arafat dağı ağıtını dinlediğim zamanlar. 
soluk almadan dinlediğim bir donmuş sessizlik...
yılkı bir at sırtı yaşam.
öl
çöl.

20 Mayıs 2011 Cuma

ruhun nazenin korkusu

bizi üzen başka birşey....



tanımlayamadığımız duygular, seyyah olmuş sokakları arşınlıyor. hislerin parçalanmışlığı, cebimizde hatıra olarak serkeş bir halde. sokaklarda bir puştun peşinden giden kadınlara karşı özlem. mevcut yaşadıklarımızdaki dünyanın dümbüklüğüne isyan bu yalnızlık... özlem ki onların estetik bedenlerine, en nadide imgelerini dizimliyor. bir garip edinim bu. karanlık ve puslu bir oda dünya. gitarımın telleriyle  hayatın göz tellerini sullandırıyorsun sen hayallerimde. aldığım uyuşturucular zihnimi sislendiremiyor. anlamsız gülmelerin de bile bir matem havası mevcut oluyor. alkışların, dünyayı umursamamanın içerisindeki o boş ümitsizliğin yanından tutuşturuyor zevzek beğenileri...

mozeralla peyniri yürekli insanlar. 



açlığın ne olduğunu bilmeden, aç parazit duygularını, vakıf olmadıkları hislerde idame ettirmeye çalışıyor. başarısızlık okullarındaki çoban bunlar. büyük bir ablukanın içerisindeki esirleşmiş, kendi öz benliğini yitirmiş, tıkanmışlıklarının arasından sıyrılmaya çalışan ram: dinlendiğin duygular sana ait olmadıkça sen, nasıl özgürlüğü savunabilirsin. kullandığın hayatın bir başkasının vücudundan ödünçlüğü korkusuyla, yüksekten düşmüş, yükseklik korkusuyla cebelleşen bir sevapyedisin sen. korku atlatma oyunu oyna. 


jilet neştere kafa tutuyor. kokuşmuş popüler ütopya bu...

kelimeler yoruluyor, içimizdeki bu boktan migren ağrılarını anlatmaya. göz bebekleri, emeklediği dizleri üzerinden hiç bir zaman diliminde ayağa kalkamıyor. tümünü göster. tümüne doldurduğun acılarından kaçma. kaçtığın yaşamının tasması olmuş bir köleysen sen; zamanın en sefil kevaşesisin....

genç duygularımın içerisinden seçtiğim his formları bunlar. eğilip dudaklarının arasına kenetlediğim dilim ile düşlerini çekiyorum. kadife bir yüzeyde, bir biri üstlerinde gidip gelen, parçalı şizofren bedenlerimizin zamana karşı isyanı bu. nerede durdurduğumuzu bilemiyorum. kuyucu ya da mezarcının uyuz iti gibi hep ölmüş bedenlerin, kefenleri oluyoruz. büyük bir yedinci geminin içerisinde, manasız kısa metrajların başrol oyuncusu oluyoruz.

sözlerin lethesinde, dudaklarımızı nemlendirdiğimiz kenarlarda, yalnız sazlıkların diplerindeki böcek yuvalarında esir hayatımız. bir hoş nazenin hayat... herkesçe mutlu mesut, bencilce yaşam hoş karşılanıyor. ağır sırlarımın yüreğimde oluşturduklarıyla, son damlasını da damarıma enjekte ediyorum sırlarımızın. ardından... 

söyle/mek istediklerimi unutuyorum. düşüncelerimin anal bölgelerine gizemleniyor hayat...sonuçlanıyor: 

" ...ben senin bende ki oluşturduğun duyguların ağırlığında; mutsuzluğumla bile, en narin örümcek ağlarında, cambazlık yapıyorum kelimelerimle..."

sana dair, soyunmuş ruhumun gölgesi...


7 Mayıs 2011 Cumartesi

annem'e

anne' m

sen hüznümün üzerine
damla damla örtünen siper.
sevgime çağıldayan,
kederimin üzerine yağan
anne' m.
göz bebeklerim dolduğunda
çatırdayan kırış kırış
kalbimin uçurumlarında,
yüreğimdeki hasret yarıkları
itekler beni sana...
dilim dilim kesilmekte
gözyaşlarım sana,
yanaklarımdan sarkınarak aşağı
toprağa bulanır
her sensiz geçen günde.
işte o zaman,
ışığına dolanıp,
sıcacık yüreğinin içerisinde
sen' in hayallerinle
tavaf ederim rüyalarımı
anne' m
düşlerinin göğsüne
sensiz yaslandığım gecelerde,
düşlerin düşlerimi
yastığıma dolanan senin imgelerinde
dik tutar bu çürümüş bedenimi
sesin hayali'yle
anne' m...
bu çorak topraklarda
kanat çırpar yüreğim hayalinle
sesim buğulanır,
boğzımda dizelenir özlemin
yumruk yumruk havaya asılır
sana da'ir sözlerim
anne' m
senin yanında olsaydım
ellerine erir ellerim,
ellerine karışırdı ıslaklığında
bedenim
anne' m
eğirmek istediğim tüm körelmişliklerimi,
gökyüzü kokulu,
kestane renkli saçlarını,
parmaklarımla
ellerime doladığımda,
bütün kötülüklere
zindan olurdun sen
anne' m
hep zamanlarda..
zorlu kum tanelerinin
intiharları anları' nda
çıkıp gelirdin hep yanıma
eziyetle yürüdüğün yaşamına rağmen
düş olup,
umut ekerdin
yaşamımıza
anne' m
...
yeter sensizlik anne' m
dökünüyorum sensizlik yorgunluğunu bedenime,
göz kapaklarım ardından,
kopup gelen sarnıçlarda
yağmurlar topluyorum
bu kurak topraklarda dinlenirken senin için
anne'm
gül et beni kederine
kimse eline alamasın
güzel kokulu bir hurma ağacı gibi
dolandığın hayallerinle,
kal gözlerimin ardında
daimi olarak
anne' m
sen olmadan ben
ben olamam melaike
anne' m

anne' me
...
..
.
böcek' inden ilahesine

5 Mayıs 2011 Perşembe

son serçe

"o" zaman



topukları yere sürten 
şaki bir velet
düşüncelerim 
benim. 

geceden denizin boynundan 
kopup gelen 
istiridyeler kadar, 
sarhoştur 
zihnim. 

sona kalan yaprakların üzerine 
düşer sen'in imlerin. 
düşlerim, 
düşlerin, 
düşlerce 
gecelerim
...
..
.

kendi dibine dolanan 
sarmaşığın intiharı 
göze almasındaki 
öznesin 
sen.



2 Mayıs 2011 Pazartesi

serçe korkusu

 satırladım kelimeleri...

aralarında voltalar atarken, kaybettiğim kimliksiz duygularım toparlanıyor bugün. ben kendi içime evriliyor ve doğmamışlıklarımı düşük yaptırıyorum. rüyanın ortasında uyanamayıp, karabasanla cebelleşmeyi, bilinçli haldeyken yapıyorum defalarca kez...

iki bedende tek kişilik bir sahnede...

söze ikilem büründürdüğüm kimliklerle, sergilemek istemediklerimi piyeslendiriyorum. koru elime alıp, kalbime çeyrek, çeyrek fırlatıyorum. ve ben bölünmüşlüklerimi birleştiriyorum bugün. amorf vücudumda, raffaello misali heykellerini yapıyorum, düş bahçelerimi zenginleştirsin diye...

zeytin ağaçlarının kokusu arasında...

ben senin sırma dereler gibi çağıldayan saçlarına, rüzgarla notaları gömüyorum. amasra' nın yeşil tepeleri kadar yoğun gözlerine her bakışımda, yapraklar döküyorum sözlerimden gözlerime. bir gelişinle, gittiğin beş vakitte; sesinle zihnimde giyindirdiğin imgeleri, sözcüklere batırıyorum için için. 

yetmiyor. hiç bir yüklem, edat, dolaylı tümleç seni taşımıyor / taşıyamıyor.

sanırım yeniden itiraf edeceğim!

limanları eskitiyorum uzaktan. kelimeleri telaffuz edemiyorum dilimde. parmaklarımın titrek ve ürkek hali, her baharda fidanın uterusuna düşen cenin olan sen ile vahdet-i vücud oldu bugünde / seninle. bütün hislerim... tapılanın kimsesizleşmene karşı müdahil olması bile, dizlerini bükmeyecek. emin ol. 

ve yazılmamış önsözü metaforlandıracağız birlikte...

o an, arka sayfanın popülerliğini yitirmesine sebep olacak senin, bu eşsiz nazenin ve öyküsel yapın.  tüm kitaplar ortak dili konuşacak sonunda. ve insanlar farkında olmadan, menekşe gözlerinden süzülecek o ince çizgili mutluluk yaşlarının hazzını anlamdıramayacak. geçmişi derleyen çiçek tozları gibi, duygular/ımız dölleyecek yarını. 
bırak, 
korkma. 
sadece hayal et...

yer çekimine inat, kanat çırpınışlarıyla güneşe kanayacağız...



saçılmamışlığın ve duygusal gizemin eşsiz harikalığı; narkisosu haklı çıkarsada, kelimelerin kul kılıyor, düşlerimi sana...her tebessüm edişinle yüzünde açtığın o esrarengiz biçemle, çölleri bile irkiltmen ile...; hakkari' de bir antalya gibi, sahra çölünde bir yağmur ormanı yaratman gibi. bu bile engellemiyor seni anlatabilmeme... 

ve seni doladıkça umutlara, uzaklaşmak istiyorum sayfalarla. sese sarıldıkça umutla, yetmiyor iki parmak kalınlığındaki dolmalar seni zihnimden kazımaya.

sen...

çizgi ötesinden, en pastel duyguların eskizisin sen. bir annenin çocuğuna verdiği ilk süt kadar temiz ve melaikesin. içinde güneşleri sefer ettiren, gölgelere kabus olan prometheus' un mantık ateşisin sen. yayını terleten ok kadar dik ve sert, köküne eğilmeyen sarmaşık kadar dirençli ve savaşçısın sen. korkma; yıldızlara değecek başın. eteklerinde taşıdığın toprakla, her daim en güzel duygulara gebe kalacağız beraber.

ve artık birlikteyken, son damla korkusuyla buz kesen bitiş yudumu olmayacağız, bu çay fincanı prototipli dünyada

bil ki senden uzakta...

insanların içerisinde, bomboş gözlerle...tıpkı; arsız bir patikanın önüne çekilmiş amansız bir duvar gibi. gardan yolculadığımız veda anındaki son paso treninin sesi arasına karışan hıçkırıklar kadar tiz ve derin bir acı ile çektikçe ağırlaşan zaman... beni rüyalar ve gerçekler arasında gel-gitlerle şizofrenleştiriyor, sesinin ve varlığının gitme korkusuyla. 

bu yüzden göğsümün ortasını yarıpta,
kalbimin kafesinin içerisine
koyduğum yemleri
alır mısın kendine? 

yorgun korkularından 
vazgeçmek için,
benim için.


tema: seni sevmek korkusu






18 Nisan 2011 Pazartesi

kalbimde çocuksu bir korku

eğer o eski
mübarek tanrı,
devrilip dönen
bulutlar üstünden
mutlu şimşekler
serperse yere
kalbimde çocuksu
bir bağ ve korku,
öperim sarılıp
eteklerini.

J.Wolfgang Goethe - İnsanlığın Sınırları

12 Mart 2011 Cumartesi

yapay soğan


(bir intihar kronolojisi bu….)

tuzla* bezenen bir bedenin dünyaya gelir gelmez, hiç döl yatağından ayrılmak istememesiyle başlayan bir ruh maskesi…

ikarusun kaçışı değil bende ki.
farklı, çok farklı bir sebep var.
kimsesizce ölüp – gitmek.

kaderciliğin içinde, utançla eşitlenen intihar arzusu bu,

sarışın başaklar gibi
tomurcuklanan çocukların,
geleceğini koruyamadığımız için
bize bıraktıkları yok olan mirasları;
dünya
yaşanmaz olmuş…
ruh boşluklarımızı
doldurmaktan

vaftiz edilmez halet-i ruhiyelerimiz
intihar bir utançtan öte şereftir….
ölüm anları:
ovadan süzülen rüzgar ile
bedenini süzer bu anlar…
gözü bağlı bir leylak kokusu
genzine dolanır.
bütün yaşamın bir film gibi
ince ve karanlık olarak,
gözünün önünden geçer.

ve susarsın

boğazın boğumlanır,
kelimeler dilden çıkmaz,
uyarılmaz olur sinirlerin
kısmi bir felçtir intihar…

acı çevirir o küçücük güneşimizi.
karanlıklaşmış geleceğimiz,
doyumsuzluklarla yaşanamayacağını öğütler
bu his ölümü koklatır…
taşarak evlerden, taraçalardan,
trabzanlardan…
gelip sesimizin yerini alır.
ruhun esnek hali katılaşıp kalır.
alaca karanlığın,
daim baldıranıdır bu

yükseğe geçişe doğru…
ve kuşlar gibi sırata doğru…
fildişi gibi keskin ve kırılmaz rüzgarın tavrı gibi.
dağ kadar engin ve dik güneşin iskeleti gibi.
tahta heykeller arasında,
denizin yavrusu gibi
küçük bir japon balığı gibi
safça zorunlu bırakılmış mahkumluktan
kurtulmaktır bu...

geride bırakılan tahta heykeller arasında…
içlerini sündürülmüş kan ve et
kokuyor taki bu vaftiz anına kadar


bitti.

söz: ben küçükken kaç yaşımda doğdum bilmiyorum. annemin sancılarını işittiğimden beri uyandım. acıyla ağlasamda götüme ilk şaplağı doktordan yedim ve sustum. tahakkümü, o zaman tanıdım ve düşmanı oldum.