Afiş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Afiş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mayıs 2013 Çarşamba

düş / tük.

öl
ölüm
öldüm.
sar beni.

kör.
düş.
üşüdüm.
sessizliğin bilinci,
dil ve süreç
yaşamın düzen -sızısı
karanlığın diş ağrısı
süt dişlerini dökmüş geçmişim.
piştim.

zaman.
ve algı.
insanın boş tahta oluşu.
silinmeyen tebeşir izleri
ve yosunlar.
rüzgar siler.
hatıralar ve düşünce.
çiftleşme anevrizması.
tüm zamana yayılan libido.
ve savaş.
kadın 
erkek.
düş.
tük.



23 Nisan 2013 Salı

eğitim ve sınav

toplumun içerisinde genleşen gevrek eğitimin içerisindeki taraflı siyaset, devlet koyunları yaratmaya devam ediyor.

sıralar uygun adım düzenle oturtulan çocukların çğrenme yetisini, kendi yetilerini geçemeyecek şekilde öğretenlerin çoğunlukta olduğu zamanlar sonrası, bugündeyiz. hepimiz eleştirdiklerimiz ve gözlerimizi kapadıklarımızın sorumlusuyuz.

hadi iyi geceler.





son (+21)


hep bir son hayal ederken, kaçtığımız cehenneme çevirdiğimiz bugünümüzdü. kayıtsızlıkla.


düşlerle geçirilen bir yaşam sonrasında hep vitesin sabitlenmesi. ve uyuşturucularla değiştirilen zaman… uyku aralarında uyandıran kabuslarla yaşama müdahil olmak. amaçlı, amaçsız yaşamı fütursuzca alkol, sik, am ve seks yumuşaklığında geçen sonsuz taşaklarla yaşamak… kabaran hayatlarımızın ürperen bulutları ile gökyüzüne sabit küfürlerle sövgüler düzmek. bir çoklarımızın yaşamlarında gerçekleşen düşsel orgazmların ardından duyulan pişmanlık gibidir hayat…bir sigara kadar nefese sahip olmak.


körleşip, sessizleşmek. şizofrenik kişiliklerimiz ile deliliklerimizi kabullenememek. emsalsiz piç sokakların köhneleşmiş geçit altlarına duyarsızlaşmaktır son. ve toplumsal bir piç olmaktır hayat… toplumların diğerine benzer dayanışması, arka bahçede içilen biralar ardından, çekilen marihuana eşliğinde bilincimizin altına saklanananların gerçekliğine uyanmak. sanrılar, deniz ve girdap. dünya ve yeşil. ağaçlar ve üzerindekiler. mezarlıklar ve ölümleri ile bize hep acı verenler, vermeyenler. savaşlar ile yitirilen kişiler… katliamlar, kavgalar ile ilerlerken bizim yüzümüzdeki maskelerimizden ayrılamama cesaretsizliğimiz, hep ertelemeleri getiriyor. çaresiz bir yetimiz.



çatı katlarında, şehre tepeden bakmak.

iç nefes ile karnımıza zorla soktuğumuz stres sancıları. bizi nasılda rahatsız eder. tabiri olmaz. yalnızlaşırız. sol yanımıza aldığımız gölgemizle, yaptığımız pişmanlık monologlarında nemlenen pencerelerimizden süzülen heyelan, parmaklıklarını aşıpta yanağımıza emeklediğinde, uyanırız. hapsettiğimiz ruhumuzun o bebeksi halini gömeriz yine tabutuna vampirmişçesine. üzerine giyindiğimiz iş elbiselerimizle yeniden sabaha hazır kıta adımlarız zamanı.bitirdiğimiz bu monolog ardından kalan sakinleşme zamanlarında. sonrasında hep tarihin o şerefisz tekerürleri kalır, öksüz bir çocuk gibi. hayat budur, kabullenmemiz hep uzun sürer. acı ızdırap verici olsa da cezalandırıcımız ne göktedir, ne marihuanadadır. sadece beynimizdedir… hatıralar gibi.

hep kafalarımız iyi olduğu esnada çıkar hayaller. kendisi de değişken kişilikli bir seyyahtır. porno sitelerinde harcanan değişken debili hayat sıvımız gibi hep yuva arar kendisine. bu zevk gezilerinde sahibimizi arayan sadık hayvan sürüleri gibi, birbirimizi tartarız. genetik olarak hep ideal olana sülükleşiriz. kanını çeker, kanımızı veririz. paranoyakçasına birbirimizi sündürürüz. hayat böyle devam eder, sona doğru. akıntı hep baştan durur. sessizlik zift gibi yapışkan ve katran haldedir.


futbol gibi boktan bir süreçtir yaşam.

ikiz ve yansıma gibi eş anlamlıdır. ve hayattır ismi. tıpkı; mahallelerin aralarında yaptığımız maçlardaki gibidir. sert ve hırslı oyunlar ile yaşamda da birbirmizi yenmeye çalışırız. en güzeli ise beraberliktir. hiç kazanan olmasa, bir tarafımız olmasa, bugün popüler ve sekülerik bir hayatın hüküm sürmediği yaşamlarımız olur. fakat sokakta, sonu hep to be continue’ suz biten tragedyalar ile başkalarının oyunlarını sahnelendiririz. acı köleleşmemiz. histerik ve isterik bir şekilde devam eder.

aslında yaşamımız…


dükkanların vitrinlerindeki gibidir. trafik ışıklarına benzer şekilde yanıp sönen neon ışıkları gibi göz kamaştırıcıdır. birileri gelecek ve sizi mutlu edecek diye kendimize zarar veriririz. “güneş ve ay ankara da sade yayılır”… der kimileri. o boktan, kasvetli sert kışında donma tehlikesine karşı beklediklerimizin yaptıkları sonrasında, hayatımızda güvensizleşiriz. bu işte intiharı getirir.

intihar…

kendi içerinizdeki alacakaranlıktaki ağacın titremesidir. yaprakların alkol, sigara ve marihuana gibi sahtelikler ile esrar külüne dönen yaşamınız, isyancılığı asimile edilmiş öz ruhunuzun lanetidir. aklın yüce ışığı söner. rafına kaldırılmış tatlı, kekremsi ve anne çorbası gibi kokar çocukluk döneminiz. kitleler ile olan iletişim baş göstericidir şimdilerde. ve kendisi hayvanat bahçesi gibidir yaşamın. evet insanlar ve ilişkilerimiz. bir hayvanat bahçesi gibidir. ışığın iç karartıcı parlaklığında boğazları paramparça ve kasvetli beyinleri örselenmiş, kişiler tarafından üzerinize yönlendirilen gözler onların bıçaklarıdır. bedenlerinize saplanmak için arkanızı dönmenizi ve zayıf anınızı beklerler. sizi avlamak için diş bilerler. hapsettikleri fikirleriyle zamanı gelince sizi bir hayvanat bahçesi bireyine çevirir sizi. üzerinize çıkıp kendi sefaletli yaşamlarını arşa denkleştirmeye çalışırlar. benzerlerine boğulmuş halde olan fikirleri, tahakküm ettiği dünyayı yaşanmaz hale getirir. rayların üzerinden kayan bir tren durağında, son adımını atan piç bir çocuk gibi sahipsizleşirler sonda.
ardından hep aynı seramoni duyulur.

çocuk seslerinin gürültüsü arasında, titreyerek bekleyen gerçekleştiremediğiniz yaşamımız. fısıldadıklarını anlamadığınız bu aptal kargaşada sizi uyandırmaya çalışsa da başarısız olmuştur. artık öteki gibisin


iz. bir gidiş için kendilerini yeraltında zincirleyenler, gece boyunca beyoğlunda gittikleri kerhanenin kapısında kendi kusmuklarında boğulurlar. tepesine düşen loş sokak lambasının cılız ışığı altında. dibe vurmuş bir yaşam krokisidir bu. sonunda gömülüp kalanlar ve dışarı çıkanlar hep o ötekiler gibidir. hayat manasız ve fütursuzdur. toplumsal bir birey için hayat, gün ortasında ıssız ve bayat bir bira yaşamı ile sokaklarda dolaşmak, dokunmak ve düzüşmek üçgeninde sonlanan bir yaşam. ardınan adına yakılan ağıtlar ve ruhuna fatiha söylemi ile siktir edildiğin yeraltı sonundur.



sikil gel ve siktir git.

15 Nisan 2013 Pazartesi

sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı.

sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı. 

yavaş ve usulca zihninize tahakküm kurarak, bizi ele geçiriyor.ve sıkıntı öldürüyor zamanla. 

acı ve öfke değil, sıkıntı öldürüyor insanlığı. ne yaptığını bilmemek sıkıntı ve sanrılar ile örülüdür. çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. elini en temiz tutan, suç aletidir, iktidar için. insanı içerisine aldığında, sakinleştirir ve köreltir. ardından usulca işler bünyesine. ardından ölümü getirir. sessizlik ve eylemsizlik gelir. biat toplumu ile.

sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor... çünkü tükenme ve tıkanma ile birlikte, yaşamı kusarsın hatıralarına. katil çoğunluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak... bireyin ölümünü gerçekleştiriyor. öldürüyor onu vakitlice, alış veriş mağazalarında, sokaklarda, tatillerde ve daha nice hazırladığı trajik sahnelerde. insanın raflaşan zihin yollarına, kendi istediklerini istifliyor. sen ise, toz oluyorsun zamanda...

sıkıntı davet ediyor, açıyor yatağını... bacaklarının arasını kutsallaştıranın, beynini fethediyor ve parmaklar ile ovaları sulandırıyor. sıkıntı günahları oluşturuyor ve acı ortak olmayanı defediyor. kapatıyor. insanın pişmanlığı ve çocuksu hallerinin vahşi tecavüzcüsü oluyor. en nevrotik vakıaların metasını oluşturuyor. alkol ve uyuşturucuyu saplıyor bünyeye ve sıkıntı çözüyor, öfke başlıyor. 

sıkıntı insanı ciddileştiriyor. hayata karşı hep septikleşiyor ve kerberos'un kokrkusuyla yaşamı benimsiyorsun. devam ediyor ve yaşamını ona göre şekillendiriyorsun. mücadele sadece senin hürriyetin için oluyor. tekilleşiyor ve mutsuzluğa saplanıyorsun. ve şuursuzca hayata kararıyorsun. 

sonra bir güç ile uyanıyorsun. sıkıntının insanı olgunlaştırdığını öğreniyorsun. ve hayatı tanıman da  sana yol gösteren bir seyyah olduğunun farkına varıyorsun sıkıntının. çünkü sıkıntı plan program demek oluyor hayatında. acı kendi yasasını durmadan fısıldarken çektiklerinle sana, aynı zamanda sıkıntı ile yol gösteriyor. öfke ile hatırat defteri tutturuyor şuuruna oysa. 

sıkıntı savuruyor seni hatıralarında. parçalara ayırıp, seni formlaşmaktan alıkoyuyor. engelliyor temelinin aynı olmasını. ağlatıyor, üzüyor, mideni bulandırıyor, uyutmuyor, adeta yaşarken türlü acıları zihnine yükleyerek gebertiyor seni ama öldürmüyor. olgunlaşıyorsun. bir muz gibi...ilk başta yemyeşilken, olgunlaştıkça açılıyorsun. ölü bir deniz gibi olmaktansa, karadeniz gibi açık dalgalarınla, zihin kıyılarındaki artıkları silip, süpürüyorsun. ve güneşin gövdesine serilerek, aynalarda hep ters görüntüler ile kendini yüceltiyorsun. edindiğin sabır tecrübelerinle.

sıkıntı kutlu doğum kutlamalarında, genç bir bakirenin kanını kaybetmesiyle içerisinde olduğu korkuyu notalandırır. acı dolu zamanlarda şenlikler ister çünkü acı gerçekliktir. acı, sefalet zamanlarında sessiz kalmanın ete bürünmüş halidir. eline gelene vücut sıvından dolayı yargılanmanın dayanılmaz aptallığıdır. acı gerçeğin mutena halidir.

dökülen zamanın getirdiği sıkıntı ille de dans diyor, kahkaha atıyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor avuçlarına. kaygan ve bir o kadar da şuursuzca seni sefilleştiriyor. acı ve öfke, korkuyu yeniyor. sıkıntı zamanı okşuyor. sıkıntı arzuyu kaşıyor, sıkıntı acı ve öfke terbiye ediyor. sıkıntı, insanın kendisine karşı yabancılaşmamasında rehberlik ediyor. ve acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor.

ve yaşamdan insan sıkılıyor. kendini alaşağı ediyor. yakışmadı.



13 Nisan 2013 Cumartesi

akrostij aşk!

her aşkın 
bir fahişeye benzemesi
her sevginin 
bir piçe dönüşmesi
havanın ağırlığından mı,
gönlün düştüğü kaşarın,
 dönekliğinden mi

bilinmeyen,
bir denklem mi
sevgi denilen 
fısıltı mı
aşk denilen 
meni mi

herşeyin bir kuyruğu,
herkesin bir çukuru vardır,
konu aşk olunca.,
bitişler,
başlangıçlar,
varoluşlar,
yokoluşlar...

bazen söz biter,
şekil devam eder...
sözün kifayetsiz kaldığı yerde,
eşekler kendini aslan sanırlar.
bunun ismi tragedya
trajedik
riskli
aptalca
gereksiz
elastik
duyguların
yaşandığı
akrostijdir.
aşk!

kapı aralığındaki toz'a


oku/malı



tarihin medeniyet'in yüz karası olarak sunduğu devlet karşıtı olgular, toplumların yüzünün ve bilincinin açılmasına deniz feneridir...

2 Mart 2013 Cumartesi

vaziyet - i hal

her düşüncenin içerisinde debelenen insanoğlu, doğanın götünde kalmış dışkı halinde.



tabiatın tek canavarı şuan insan. yarattığı karmaşa ile kendi sonunu getirdiğinin farkında değil. her yamacın üzerinden süzülerek daha da dibe düşüyor. neresinden kaldıracağız hayatı, bu kafadaki insanımsılar ile. neresine nefes olup onu koruyacağız.ne zaman domatesin o eşsiz afrodizyak kokusunu alabileceğiz yeniden. hangi gece akşam sefalarının geceye olan zerafetli gösterişine şahit olacağız yeniden. biz ne zaman doğalın kopulamayacak bir unsur olduğunu yaşamlarımız için anlayabileceğiz?



tüketim toplumunun yarattıkları ile hayatımız, asosyal medya olmuş. sanat, kültür, çeşitlilik ve daha hayatın içerisindeki bir çok hissedilebilinen farklı renkler, sönmeye başlıyor. korku insanlara aşılanarak, herkes kaybetme güdüsü ile diğeri için bir şeyler yapmayı gereksiz ve mühim olmayan bir durum olarak algılıyor. sadece tek algı: seks ve tüketim eksenli olmuş.



gün doğdukça, bizler özümüzden eğriliyoruz olmadığımız yere. cinsiyet savaşları ile ataerkil dönemin ne getirdiğini gerçekleşen dünya savaşlarında görmemize rağmen hala aynı hatanın devamına destek oluyorz. yok olmanın verdiği o dayanılmaz hafiflikteki hayat gerçeklikleri bir hiç olmuş. beyinlerimizdeki pandora'nın kutuları ile sürekli bir telaş yaratıyoruz hayatta. açtığımız ve gördüklerimiz, yaşanılanların pekte yabancısı olmdığını gösteriyor. bugün dünyanın tüm global devletleri için fahiş fiyatlı seks metaları halindeyiz. kendimizin tüccarı durumundayız. döküldüçke azalan ve kaybolanız.



tek tip insan hürriyeti ancak makak maymunlarında var.

ama bizlerin vaziyet - i hali ancak bir foseptik çukurundan ibaret.

hadi eyvallah.

C.

15 Ocak 2013 Salı

kukla vol.1

şimdi zaman kestirmesi: ölü tenlerimizin içerisinde kokuşmuş kuklalar gibiyizdir.



yüzümün altında sakladığım gözyaşlarımın kölesiyim. sessiz bir geminin güvertesindeki sallanan filamanın üzerine düşen rüzgar gibi aşklar. aşık olmak ise günümüzde böyle bir etki ile eş anlamlı. kimse mevzu bahis fedakarlık ise buna boyun dik bir halde konumunu göstermiyor, çevresine. maddiyatın herşey, estetiğin ise renkli bir kerhane yatağı gibi tek gecelik sevdaların suratlarından ibaret olduğunu zannedenlerin dünyasında, aşık oluyoruz biz. ve tutulduklarımızın bunların tersine ilişkilere girmek, ihtiyadimıza inanamaması bizim anormalliğimizden midir?



değil!

bir fahişenin günlüğünü okuyanların temaşa ettikleri, el ve vücut hareketleri bugün kü en ciddi sapkınlıklardır. derik cümleli aşklara bire özlem duyan edebiyatın içerisinde dalgalanan hafif nihilistik görünümündeki, liberal sevdaların tek manası: " götümüze girecek olan sevgili hediyelerini, onun bızırına bırakacağımız meniler ile hazineleştirebiliriz..." mantığı ile seks herşeydir oluyor.

hangi aşk ki kelimeler ile sevgilinin tenine dokunsun. hangi sevdadır ki sevdiceğin gözlerini cümleciklerle buğulandırsın. hangi hayaldir ki o çiçek kokulu sevgilinin başına destanlar yazdırsın günümüzde, merak edilir.

bitime kalmayınca, perdeler sürür yere...

bizde iplerimizden sıyrılamayarak yerimize asılmayı bekleriz gün bitimine.

kukla vol.1


15 Aralık 2012 Cumartesi

kıç üzerinden flütler...

acı insanoğlunu, kendinde tutar.

kaybolduğumuz zamanlarda her daim bir kalp kırıklığı ile düşünürüz, mesnetsiz. nedir bizi bu kadar düşünceli eden. sorumlu insan acısının içerisinde bıraktıklarına takıntılı yaşamak yerine, yapamadıklarının korkusuzluğunda onun için savaşır. bir anlam bütünlüğü yok hayatımızda. insanın hep muzdariplikleriyle birlikte fakirleşen beyni artık, devletler için bir ütü masasıdır. 



sosyal medya denilen batakhaneler, görünen kerhanelerdir. bu ortamda her istediğiniz türden ruh kevaşesi insanlar görebilirsiniz. kendilerini en renkli fahişelerden bile daha renkli gösterip, kendi etleri üzerine pislemekten başka hiçbir şey yaptıramazlar. sosyal medya diye dayattıkları ardı belli olmayan, sokakları boşaltan bu alan insanların özgürlüklerini daha bir daraltığı halde,  bir çok kişi bunun farkında bile değil. bizler şizofrenleştiğimizin bu alanların ince elenip, sık dokunması ardından farkındalığına erişceğiz. 

aile artık birlikteliğin en çekirdek kurumu olmaktan çıkartılmıştır. önce televizyonlarla, insanlık duygusal açıdan iğdiş edilmiş ve ardından birbirinden uzaklaştırılmıştır popüler kapitalist silahlarıyla. internet bir anlamda insanlara sınırsız görünen bir sınırlılık sağlarken, diğer yandan bizi daha bir güçsüz hale getiriyor. yapamadıklarımızın verdiği pişmanlıklarımızı yıkmak için, sürekli bir kevaşe halde ruhlarımızın dolandırıcıları halindeyiz.

kuru nane bile artık endüstriyel bir meta olmuş. laboratuarların cellatlığında insanlığın her bir sorununa karşılık yeni bir engel çıkartmayı çok iyi becerebiliyor kokuşmuş modernite. bir türlü temeli oluşturulmadan savunulan görüşler ile, insanlar özünden saptırılıyor. daha çok şey biliyoruz ama daha az gelişiyoruz. bu nasıl bir ironinin, tragedyasıdır bilinmiyor. 

ama bilinen bir gerçek vardır ki, mumu bile kül eden bu modernite, hayatı değiştirmeye yeltendikçe daha kötü ediyor. düşünmek işte böyle bir olgu. ceplerimizde taşıdığımız hayatlarımız beyinsiz askerleri olmamak ümidiyle...

korku acı'yı tünetmez kıçı üstüne!

7 Aralık 2012 Cuma

v...

boş bir kovanda arı gibi dolanıp dururken çarpıştık.

hayallerimiz biribirini kovalıyor. zaman kum saati gibi. hayallerimizi dar boğazdan sıkıntılı bir halde ilerletiyor. hep ibadet gibi seni gizledim sine'mde.



- karlı bedenime düşen kor. ateşledin yine serçe yüreğimi. titrek korkularımızı beslediğimiz kafesimizin üzerine çullananlar, geride kalan göz yaşlarımız ile yıkadığımız eski ruh ateşlerinde... zaman zaman sen, onları imlersin, ben ise bizi çizerim. buluştuğumuz nokta, o karton hayallere vücut olduğumuz zihnimiz. çift ruhlu, tek bedenli hikayemiz gibi...  

nasılda ikizleşmişiz. 

küçük balıklar gibi, sular yükseldikçe kıyıya vuruyoruz cesaretlice. simgeleştirdiklerimizin, elimize sardığı kararmış gümüşler bizde yok. estetik  ise gözlerindeki o tatlı yeni doğmuş bebek kokusu gibi. ben sana doldukça, sen bana tavaf ediyorsun. eski kitap kokusu hayallerimizle... 

sar.



med-cezir gibi birbirmizin üzerinde gidip gelirken, hayallerimizin birbirlerine sarılması. yeşil ve mavinin o morumsu soğukluğu olmayacak bizde. her şey mavi  - v - yeşil. bir düzensizlik. kalbimde sana dolanan dualar gibiydi benim hayallerim. tanrının eli değmiş gülüşündü beni güçlü kılan. serana-tını, bülbüllerin sümbül yapraklarında verdiği bir aşk ise bu, biz iki ucu ateşli değnekleri tutabilecek güçteyiz.

dizelere düşmeyen, düşlerin ebeveynleriyiz bu hayalde...



ağdasız bir teni yaralayan hisler kadar sert ve derin yaşam, geride kalıyor artık. mavinin, yeşille seviştiği ve çağıl çağıl ormanlara, ovalara, sulara dağıldığı hayat: gözlerimde limansız gemilere hayallerimizi bindiriyor. fırtınalarla başlayan yolculuğumuzun, meltemlerle sonlanacağı günlere gitme dileğiyle, merhaba!

ben c...

kanımdan daha da karanlık olan, dünyanın pisliğinden, ayrı kokladığın ben. bir akarsu değil, okyanusum seninle. evlerimizin saçaklarında çekişen serçelerin ürkek, cilveleşmelerindeki zamanlarda doğan güneş gibi girdiğin hayatıma, nasıl bir mana olacaksın bilemeyiz. ama...

devam edebilmeliyiz!

eminim ki kimse bizim kadar endişeli değildi. kimse bir kedinin ne yiyeceğine endişelenmiyordu. göz yaşında tuttuğun o kusursuz dünyanın berraklığında savruldum kenara. ortasından gittiğimiz hayata, temkinli yaklaşabiliyorum artık seninle. v/e sen bu hikayede bir ayrımın noktasından sonraki, büyük harfsin. uzanıp dokunda, şu hikayenin sonu gelmesin. aşk, yoluna çıkalan hikayede son beklenmez. beklenen sonlar her daim ölüme gider. seninle ve sesinle birlikte aşk:

"...arıyıpta içimdeki yakınlığın, yakıcılığı ile dönüp-dolaşıp etrafında tavaf ettiğim sensin."

 benim için.

birlikte...






27 Kasım 2012 Salı

gündüz balıkçısı ve hamaktasallananfare konuşmaları - 1

hayatımızın her döneminde, mekanik bir hayatı yaşıyoruz. bunun sebepleri nedir diye incelesek ve tartışsak ne sonuçlar çıkartabiliriz. kendimizin efendisi olmamız gerekirken, hep birilerine hizmet eden moronlar halinde, duyarsız hareket ediyoruz. yani hiçbir şekilde bir eylem gerçekleştirmiyoruz. 

gündüz balıkçısı ve hamaktasallanan fare dialogları:

hamaktasallananfare: 

düşünce hurriyeti ile içeri tıkılan bir eşber yağmurdereli örneği bu ülke de varken, nasıl da ileri demokrasiden bugün bahsedebiliyoruz balıkçı. 

gündüz balıkçısı: 

iktidarın ilerlediği sadece nasyonalistlerin savunduğu tekdüze bir yaşamın sürüldüğü, anti - demokratik saçmalıktır. düşünmek ve özgür fikirler belirtmek tabuları yıkar. bu yüzden böyle sistemelerin tek amacı zümreye hizmet etmek ve tahakkümün dediğini kabullenecek, kendini düşünecek bireyler yumurtlamaktır vajinalarda. ama bir gerçek vardır ki: "dile ket vuranın başına, düşünce tokmak olur.

düşünceler dans eden, tango kadınları kadar kıvrak ve estetiktir. doğru temellendirildiğinde, kimse onları sınırlayamaz ve önüne geçemez. hacimsiz ve yoğundur. sınırladıkları, engelledikleri taktirde, kaybedip köle bir toplum onların gelişmemesine en iyi gelecek örneği, olacaktır. apolitik ve vurdumduymazcı bireycilik, kabullenmektir. bu insanların çok uzun süreçlerden geçmesi sonucu oluşturulan bir dönüşümdür. darbeler bunları hazırlayanların en iyi silahıdır. insanın, ne ekerse onu biçmesi ise bugün kü militaristlerin ve ordunun düştüğü durumdur. 

gelecek üzerine söylemlenmiş bu söz, çok doğru basmakalıp bir sözdür. bugün kü sürece gelene kadar yıllarca görülen tehlikeler; "komünistler geliyor, din elden gidiyor olgusuyla emperyalizm ayakta kaldı. onlar için savaşanlar ise anarşist, komünist, sosyalist veya ateist olarak içeri tıkıldı. ya da yaşları büyültülerek idam edildi (bknz.: erdal eren) ya da çeşitli işkencelerden geçirtilerek yedi göbek sülalesine korku aşılandı (bknz.: dersim katliamı ile katledilenlerden arda kalanlar)"

...nereye gelindi?

insanların birbirinden uzaklaşması; sürekli bir korkunun, zihinlerinde tahakküm etmesi, empoze edildi. ve okumanın hastalık, araştırmanın sakatlık doğuracağı dayatması ile insanları asosyalleştirdiler, faşistleştirdiler ve doğadan koparıp, dünyanın bilmem kaç metrekare ile sınırlı olmasının renkli dünyasını enjekte ettiler bilinçlere. bireyin önemi vurgulanırken, toplumsal yaşama ve paylaşma hakkının zararlı ve insanca yaşamanın suç olduğunu benimsettiler. 

son: köle toplum! 





16 Ekim 2012 Salı

muteber sikiş(+18)


genelin yaşam anlayışına göre bir edepsizlik alıntısıdır. yazım yanılgıları, insan algısıdır. hayat yanılgısı ise tecrübe ile sınanır.

Crispin Sartwell - Edepsizlik, Anarşi, Gerçeklik


hayatı sevmek ve dünyayı sevmekle bağdaşan post-etik değerler geliştirme sürecinde, edepsizlik ve ihlal nosyonlarını keşfettim. her ahlâki iddia neyin nasıl olması gerektiğini yani, mevcut kurulu haliyle dünyanın böyle olmaması gerektiğini söylediğinden, şeytana uymak şeylerin olmasına imkân tanımaktır.



bu anlamda, ahlâk kurallarını çiğnemek bir ayin olabilir.



batı kültüründeki karakteristik ihlallerin hepsi bedenselliğin olumlanmasıdır. nasıl belli başlı dinsel kültür disiplinlerini doğuran şey, çömezlerin bedenlerini aşma yönündeki nafile çabalarıysa, her türden edepsiz sözcük de bedeni yeniden hatırlatan bir şeydir. 



bir gezegenin yüzeyinde koşuşturup duran memeli hayvanlar olduğumuzu bize hatırlatan her şey muteberdir. sikişmek muteberdir, "siktir" demek de.

30 Eylül 2012 Pazar

acı/tan' a


"...aşk, mutluluk şarkısına dönüşen bir yalnızlık çığlığıdır, yüce aşkla beraber, olağanüstü, ulvi harikuladelikler insan yaşamının bir parçası oluverir, onun sayesinde, ten ve kafa birbiri içinde erir. aralarında tam bir uyum kurulur... artık öncesi gibi değildir insan, ani bir değişime uğramış, tene bağlı duyguları ruhani bir boyut kazanmıştır. benzer bir değişim, karşımızdaki insanda da gerçekleşir. kendisi olmaktan çıkmıştır kişi, umut edip bekleyen birisi yerine, yepyeni bir hayata başlayan bir başkası vardır karşımızda. sizi gerçekten tamamlayan insanla karşılaşmışsanız, hiçbir ayrılık, hiçbir kopuş düşünülemez artık... yüce aşk, bu iki değişik insanın birbiriyle sağladığı uyumdur." - jurnal syf:13



...ben bu toplum tarafından, ruhumu bütünleyecek bir ruhun kürtaj ile alındığını düşünüyorum. yarim mecnun gibi kayboldu diyen, göğüsleri cıvıl cıvıl kızların olmadığı düşleri kuruyorum ütopyalarımda. sessizce ağladığım gecenin, döl yatağına gönderdiğim her bir gözyaşım farklı bir his ile gelişiyor. ben susmanın en eşik aralığındayım. geceyi gündüz ile çarpıştıran bir ruhsuz ordusu ile yaşıyorum. defalarca göğsümün, despotluğu ile geride kalan kalbimin işlediği suçlar yüzünden kendi zihnimce cezalandırıldım...!



hayat bir diyalog. kalp ve beynin bitmez savaşı arasında kalmış, anlaşılmazlıkların ve zaman bilincini yitirmiş bir aralık... yaşıyoruz. gündüz ile gece arasında. neden. yüksek pamuk topuklu ayakkabılar giyen prensesim yok benim hayatımda. elleri nasır tutmuş, yediği dayaklardan ve ağlamaktan ses telleri kalınlaşmış annem var. hayatımın tam merkezinde, yaşadıklarını bize bir garip tiyatral oyun gibi anlatan annem. vurupta üzülen ve ardından göz yaşlarıyla tenimizi pansuman eden meleğim... yazılacak çok mektupların denemesi bu düşler...



asılı kalmışım bir garip bilinmezliğe. annemden kesilen bağımdan sonra ilk defa alıştım. bırakıp giden bir ruh fahişesinin, sadece beni kendisi gibi kokutamadığı için bu noktadayım. ama bir yerlerin ötesindeyim. yalnızlığın özleminin, taze kekik kokulu, akasya yumuşaklığında esen bir meltem rüzgarıyla taradığı saçlarımın telleriyle hayatıma bağlıyım. ben kendim hakkında duyulan şüphelerin haksızlığında, ensiz yaşamlarıyla zamanımı dolduran gündelikçilere siktir çekiyorum artık. 

yeri biz bekledik 
ahiret uyurken 
ateş, 
yaşlı da olsan
ancak seninle döndü 
o eski şaşkınlık 
geçerli zamana,
işte güneş 
eski hatır günlerinde 
iki gözkapağı altında battı çocuk 
çocuksa 
ufku da görür.
evimizin üstünde parladı sessizlik 
ve suskunluk ağladı
babam şimdi öldü, 
kökler kuru, 
ve yıllar ölü.
-ölüm şiir'inden / adonis -


karanlığın sesini gün batımına kadar gizlersin acıtanı.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

mutlu/luk

"dünyanın en büyük mutluluğu başlamaktır" - pavase



aynayım
senin hayallerine, içerlerimde baktıkça
hatırladıkça
kırılıyorum,
kanıyorum,
ağlıyorum.
...
...
...
seneleri biten,
yolları hatırlatan bir şuur bende,
seni hatırlatan,
pencerelerimi nemlendiren 
şuur 
amorf bir bilinç
var bende
yüreğimde bir sızı
aklımda senin çamurdan izlerin
kendimi vaftiz ediyorum
başladım.

26 Ağustos 2012 Pazar

mono/fuck/lar - 1

garip bir yaratılma hikayemiz var. bence yaratıcı da kendisinden şüpheli....

ne diyordu hayyam;

beni özene bezene yaratan kim? 
sen! ne yapacağımı da yazmışın önceden. 
demek günah işleten de sensin bana:
öyleyse nedir o cennet cehennem?

biz piç miyiz?

6 Temmuz 2012 Cuma

kendimi okuyorum.../sevgilimle

kendimi okuyorum...



dilime pelesenk olmuşların düşbazıyım. içerimde sakladıklarımın kurbanıyım. bir kölelik yaşamı. hep birilerine ait olduğunu hissetmekten dolayı, kendin olamıyorsun. sırtında taşıdığını zannettiğin dünyayı, hep sen büyütüyorsun. göremiyorsun ileriyi. adım atarken birilerine bağımlı kalıyorsun yaşamında. ürkütülerek hep büyütülüyorsun. korkuların teması, hep aynı tüm insanlık için. coğrafya ayırt etmiyor. dil, din, ırk demeden seni bir güzel sıradanlaştırıyor.



sınıflara, sınırlara, sorunlarla bölünüyorsun. içerileri boş edilgen faktörler senin nefes almanı zorlaştırıyor. gülemiyorsun. hayatın en güzel eylemlerini yapamıyorsun. aşkı onların istedikleri kalıpların dışında yaşadığında ise, onlarca şizofren bir platonik olarak nitelendiriliyorsun. kimseye umut, hiç bir kalbe kalem olamıyorsun. bireyler kaybolup, yerlerine kalıp aşklar gelmiş bugün. sıradan ve bayağı görülen eski anlatılan aşk eylemlerinin yerini bugün sadece iki tema kaplıyor.

- sex

- gelecek



endüstriyelleşiyor hayat. bireyler köleleşiyor. bağımlı ve özgürlüğün ne olduğunu bilmeyen yarasalara evrimleşiyorlar. rakamlar ve sayılarla birlikte, metalaşıyoruz. devlet memuru mantığıyla üretimden öte isteğe hizmet ediyoruz. değerlerimiz oluşmuyor artık kendimize özgü. kendimizi ne kadar iğrençleştirip, satarsak ve ne kadar değer biçip onların kevaşesi haline getirirsek kendimizi, bize o kadar saygı gösteriyorlar. boris vian'ın, mezarlarınıza tüküreceğimin ana karakterine büründüğünüzde, onların normal de günah dedikleri, kutsal kitaplarında belirledikleri yapılmaması gerekenleri yaptığımızda, alkış tutup, onların idolü haline geliyorsun. bir garip halet-i ruhiye bu.

ruh sağlığını yitirmiş insanların yarasalaştığı bu dünya da yalnızlaşarak kendimi okumak; üzerimi çizmek, yağmurlu bir havada kafamı geriye atıp gözlerimden süzülen yağmur damlalarını içerime almak en güzel hayat eğlencesi. kendine bir kütük parçasından baston yapmak gibidir hayat. sabır ve ince bir işçilik ister. emek olmadan, zorluklar aşılmadan, hiç bir acı sindirilmeden bir yere gelemiyorsun. yeri geldiğinde temasını yitirmiş hayatınızdan ayrılmaktır yaşamak... 




anlamı ise: sol anahtarsız güftelerin mevcutluğudur. zaman dizlerinizin altından kayar da gider ya, toprak tepenizde kubbe olur. dilinizi dişlerinizle parçalamak istediğiniz pişmanlıklarınızın hatıratlarında; tutamadıklarınız, söyleyemediklerimiz için biçilmiş bir garip acıdır bu şizofrenlik. tıpkı aşağıdaki monologtaki gibi:

-kaç kere kendimi ifşa ettiysem sana, bugün o kadar fazla öldürüyorsun beni. 

-ben seninle bir gelinciğin kırmızı duvaklı narin yapısını oluşturmuştum.

sevgilim/e.


-son-

1 Haziran 2012 Cuma

bu gece


ayrılık kokusu var havada;

nefesime çöreklenen sen, boğazıma doluyorsun beni. kendimdeki bilinçsiz davranışlar... çekip götürdüklerin arasında piçleşmiş hayaller. bakire meryem göz yaşları yastığımdakiler. ve gece de kulağıma, yastığımın dibine gizlediğim eşsiz sığırcık kanatlarının şarkısı, beynimde dolanıyor. 


kulağıma dizimlenen imgelerimdeki haz...

benden gizlediklerini, bana daha iyi betimliyor. korkuyorum. kendi ikizimi kaybetmekten - her yaptığımı topuklarımdan yere doğru uzanıp, taklit eden karanlık çarşafım - gecede, nereye gidiyor bilmiyorum. garip bir seyyah. kendini, gecede gizleyen, gündüz de benim imitasyonum olan seyyah. her şafak ile topuklarıma prangalanıyor yine...




yeniden sabah olacak ve su ile dolu bu kabın üzerine gökyüzü gelecek...

yavaş yavaş terleyecek su, kabın çeperlerine doğru. kendi içerisine kamikazeler saplayacak, su. ve ölüm kendini yalnız hissettiğinde beni alacak koynuna. en son zinamızı o gece yapacağız onunla. dudaklarıma hançerlerini değidirip, bedenimi yakacak teni ile...



gitmeliyim bu gece;

...bir amaç uğruna, yüreğime dokunmalıyım intiharım ile. öncelikle göğsümde beslediğim çiçeklerime sularını vermeliyim. yasemin kokulu rüyalarımın titrettiği zihin kalıntılarımı restore edip, içimde ikamet etmeliyim bu son  gecede. 

ve dün, bugünden yine farklı olacak. 

ya da tıpkı o ünlü hamlet tümcesi gibi:

OLMAK YA DA OLMAMAK!

...septikliğine gömülü kalacak.

...işte bu boktan küf kokulu bedeni, sadece yalnızlık gömleğimin sığacağı bir valiz gibi alıp gitmeliyim, bu gece.

birşey deme...

kork benden. çünkü benim küçük hayallerimde, sonbahar yaprakları arasında cellatlık yapan rüzgarlarım var gecelerimde...

öptüm gamzenden.


20 Nisan 2012 Cuma

suskunluk, köleliğin prangasıdır!

kör bir duvar,


üzerinde kuş tünemeyen hayatın içerisinde kaybolan çığlıklarımızın, birbirine değmediği bir yaşam....
kule diplerinde çektiğimiz şarap şiselerinin dibi kadar küçük dünyamız. taze yarılmış, kıpkırmızı nar taneleri gibi annelerimizin etekleri içerisinden merhaba dediğimiz dünyaya, herşeye karşı köreliyoruz.


sönük bir harın üzerinden geçirdiğimiz ellerimize değen, o sımsıcacık hatıralar ne de güzel zihnimizi besliyor. yüzümüzde aktifleşen kasların arasında gözlerimiz kapalı bir halde gülümsüyoruz, doğa ile kopmamış hayattaki bir insan gibi. ve bir ses müdahale ediyor şuurumuza...

ayakta mı uyuyorsun lan!

...diyerek.

sonuç dünyanın içerisindeyiz.


kirletilmiş, insanların aşama aşama doğadan kopmasına tanıklık etmiş. kendi kendilerini yönetme uğruna doğaya da tecavüz etmiş bir nesiliz. birbirimize karşı herhangi bir sevgimiz olmadığı gibi, doğanın her bir kademesinde körleşiyoruz... asosyal bir yaşam ile endüstriyel metaların translığında şuurumuz çölleşiyor. tek renk, tek dil, tek ruh üçlemesinde sınırlandırılıyoruz. ismini terimsel fahişelikle süslendiriyorlar. ve bizde sessiz kalıyoruz. lal olmuş dilimizin sağnak acısını duyamıyoruz. mevlana'nın dediği gibi kalbimiz deniz, dilimiz kıyıdır...ama kirletilmiş, içerisindeki tüm canlılığı yok edilmiş, militarist, teokratik ve bireyin yaşam hakkının elinden alındığı bir toplumun sadık köpekleriyiz bizler.



emir geliyor ordan burdan, dalga geçiyorlar bizlerle. halkına takla attırıp, yedi göbek ileride doğacak nesillerini bile borçlandırıyor bu canavarlar. görmüyoruz. kör olmaktan, vurdumduymazlıktan başka bir şey bu. nasıl bir temanın içerisinde cümle olmuşuz, belirsiz. bir hiçliğin garip trajedisinden başka bir şey değil yönelimsel yönetim.

korku işte burda başlıyor.



suskunluk, köleliğin prangasıdır!