Aforizma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aforizma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2013 Pazar

we dont support to sexist person!


toplumun şizofrenisi haline geline cinsiyetçilik bir saplantıdır. insan, cinsiyetiyle değil, birey yönü ile değer görmelidir.

we dont support to sexist person!

23 Nisan 2013 Salı

son (+21)


hep bir son hayal ederken, kaçtığımız cehenneme çevirdiğimiz bugünümüzdü. kayıtsızlıkla.


düşlerle geçirilen bir yaşam sonrasında hep vitesin sabitlenmesi. ve uyuşturucularla değiştirilen zaman… uyku aralarında uyandıran kabuslarla yaşama müdahil olmak. amaçlı, amaçsız yaşamı fütursuzca alkol, sik, am ve seks yumuşaklığında geçen sonsuz taşaklarla yaşamak… kabaran hayatlarımızın ürperen bulutları ile gökyüzüne sabit küfürlerle sövgüler düzmek. bir çoklarımızın yaşamlarında gerçekleşen düşsel orgazmların ardından duyulan pişmanlık gibidir hayat…bir sigara kadar nefese sahip olmak.


körleşip, sessizleşmek. şizofrenik kişiliklerimiz ile deliliklerimizi kabullenememek. emsalsiz piç sokakların köhneleşmiş geçit altlarına duyarsızlaşmaktır son. ve toplumsal bir piç olmaktır hayat… toplumların diğerine benzer dayanışması, arka bahçede içilen biralar ardından, çekilen marihuana eşliğinde bilincimizin altına saklanananların gerçekliğine uyanmak. sanrılar, deniz ve girdap. dünya ve yeşil. ağaçlar ve üzerindekiler. mezarlıklar ve ölümleri ile bize hep acı verenler, vermeyenler. savaşlar ile yitirilen kişiler… katliamlar, kavgalar ile ilerlerken bizim yüzümüzdeki maskelerimizden ayrılamama cesaretsizliğimiz, hep ertelemeleri getiriyor. çaresiz bir yetimiz.



çatı katlarında, şehre tepeden bakmak.

iç nefes ile karnımıza zorla soktuğumuz stres sancıları. bizi nasılda rahatsız eder. tabiri olmaz. yalnızlaşırız. sol yanımıza aldığımız gölgemizle, yaptığımız pişmanlık monologlarında nemlenen pencerelerimizden süzülen heyelan, parmaklıklarını aşıpta yanağımıza emeklediğinde, uyanırız. hapsettiğimiz ruhumuzun o bebeksi halini gömeriz yine tabutuna vampirmişçesine. üzerine giyindiğimiz iş elbiselerimizle yeniden sabaha hazır kıta adımlarız zamanı.bitirdiğimiz bu monolog ardından kalan sakinleşme zamanlarında. sonrasında hep tarihin o şerefisz tekerürleri kalır, öksüz bir çocuk gibi. hayat budur, kabullenmemiz hep uzun sürer. acı ızdırap verici olsa da cezalandırıcımız ne göktedir, ne marihuanadadır. sadece beynimizdedir… hatıralar gibi.

hep kafalarımız iyi olduğu esnada çıkar hayaller. kendisi de değişken kişilikli bir seyyahtır. porno sitelerinde harcanan değişken debili hayat sıvımız gibi hep yuva arar kendisine. bu zevk gezilerinde sahibimizi arayan sadık hayvan sürüleri gibi, birbirimizi tartarız. genetik olarak hep ideal olana sülükleşiriz. kanını çeker, kanımızı veririz. paranoyakçasına birbirimizi sündürürüz. hayat böyle devam eder, sona doğru. akıntı hep baştan durur. sessizlik zift gibi yapışkan ve katran haldedir.


futbol gibi boktan bir süreçtir yaşam.

ikiz ve yansıma gibi eş anlamlıdır. ve hayattır ismi. tıpkı; mahallelerin aralarında yaptığımız maçlardaki gibidir. sert ve hırslı oyunlar ile yaşamda da birbirmizi yenmeye çalışırız. en güzeli ise beraberliktir. hiç kazanan olmasa, bir tarafımız olmasa, bugün popüler ve sekülerik bir hayatın hüküm sürmediği yaşamlarımız olur. fakat sokakta, sonu hep to be continue’ suz biten tragedyalar ile başkalarının oyunlarını sahnelendiririz. acı köleleşmemiz. histerik ve isterik bir şekilde devam eder.

aslında yaşamımız…


dükkanların vitrinlerindeki gibidir. trafik ışıklarına benzer şekilde yanıp sönen neon ışıkları gibi göz kamaştırıcıdır. birileri gelecek ve sizi mutlu edecek diye kendimize zarar veriririz. “güneş ve ay ankara da sade yayılır”… der kimileri. o boktan, kasvetli sert kışında donma tehlikesine karşı beklediklerimizin yaptıkları sonrasında, hayatımızda güvensizleşiriz. bu işte intiharı getirir.

intihar…

kendi içerinizdeki alacakaranlıktaki ağacın titremesidir. yaprakların alkol, sigara ve marihuana gibi sahtelikler ile esrar külüne dönen yaşamınız, isyancılığı asimile edilmiş öz ruhunuzun lanetidir. aklın yüce ışığı söner. rafına kaldırılmış tatlı, kekremsi ve anne çorbası gibi kokar çocukluk döneminiz. kitleler ile olan iletişim baş göstericidir şimdilerde. ve kendisi hayvanat bahçesi gibidir yaşamın. evet insanlar ve ilişkilerimiz. bir hayvanat bahçesi gibidir. ışığın iç karartıcı parlaklığında boğazları paramparça ve kasvetli beyinleri örselenmiş, kişiler tarafından üzerinize yönlendirilen gözler onların bıçaklarıdır. bedenlerinize saplanmak için arkanızı dönmenizi ve zayıf anınızı beklerler. sizi avlamak için diş bilerler. hapsettikleri fikirleriyle zamanı gelince sizi bir hayvanat bahçesi bireyine çevirir sizi. üzerinize çıkıp kendi sefaletli yaşamlarını arşa denkleştirmeye çalışırlar. benzerlerine boğulmuş halde olan fikirleri, tahakküm ettiği dünyayı yaşanmaz hale getirir. rayların üzerinden kayan bir tren durağında, son adımını atan piç bir çocuk gibi sahipsizleşirler sonda.
ardından hep aynı seramoni duyulur.

çocuk seslerinin gürültüsü arasında, titreyerek bekleyen gerçekleştiremediğiniz yaşamımız. fısıldadıklarını anlamadığınız bu aptal kargaşada sizi uyandırmaya çalışsa da başarısız olmuştur. artık öteki gibisin


iz. bir gidiş için kendilerini yeraltında zincirleyenler, gece boyunca beyoğlunda gittikleri kerhanenin kapısında kendi kusmuklarında boğulurlar. tepesine düşen loş sokak lambasının cılız ışığı altında. dibe vurmuş bir yaşam krokisidir bu. sonunda gömülüp kalanlar ve dışarı çıkanlar hep o ötekiler gibidir. hayat manasız ve fütursuzdur. toplumsal bir birey için hayat, gün ortasında ıssız ve bayat bir bira yaşamı ile sokaklarda dolaşmak, dokunmak ve düzüşmek üçgeninde sonlanan bir yaşam. ardınan adına yakılan ağıtlar ve ruhuna fatiha söylemi ile siktir edildiğin yeraltı sonundur.



sikil gel ve siktir git.

15 Nisan 2013 Pazartesi

sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı.

sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı. 

yavaş ve usulca zihninize tahakküm kurarak, bizi ele geçiriyor.ve sıkıntı öldürüyor zamanla. 

acı ve öfke değil, sıkıntı öldürüyor insanlığı. ne yaptığını bilmemek sıkıntı ve sanrılar ile örülüdür. çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. elini en temiz tutan, suç aletidir, iktidar için. insanı içerisine aldığında, sakinleştirir ve köreltir. ardından usulca işler bünyesine. ardından ölümü getirir. sessizlik ve eylemsizlik gelir. biat toplumu ile.

sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor... çünkü tükenme ve tıkanma ile birlikte, yaşamı kusarsın hatıralarına. katil çoğunluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak... bireyin ölümünü gerçekleştiriyor. öldürüyor onu vakitlice, alış veriş mağazalarında, sokaklarda, tatillerde ve daha nice hazırladığı trajik sahnelerde. insanın raflaşan zihin yollarına, kendi istediklerini istifliyor. sen ise, toz oluyorsun zamanda...

sıkıntı davet ediyor, açıyor yatağını... bacaklarının arasını kutsallaştıranın, beynini fethediyor ve parmaklar ile ovaları sulandırıyor. sıkıntı günahları oluşturuyor ve acı ortak olmayanı defediyor. kapatıyor. insanın pişmanlığı ve çocuksu hallerinin vahşi tecavüzcüsü oluyor. en nevrotik vakıaların metasını oluşturuyor. alkol ve uyuşturucuyu saplıyor bünyeye ve sıkıntı çözüyor, öfke başlıyor. 

sıkıntı insanı ciddileştiriyor. hayata karşı hep septikleşiyor ve kerberos'un kokrkusuyla yaşamı benimsiyorsun. devam ediyor ve yaşamını ona göre şekillendiriyorsun. mücadele sadece senin hürriyetin için oluyor. tekilleşiyor ve mutsuzluğa saplanıyorsun. ve şuursuzca hayata kararıyorsun. 

sonra bir güç ile uyanıyorsun. sıkıntının insanı olgunlaştırdığını öğreniyorsun. ve hayatı tanıman da  sana yol gösteren bir seyyah olduğunun farkına varıyorsun sıkıntının. çünkü sıkıntı plan program demek oluyor hayatında. acı kendi yasasını durmadan fısıldarken çektiklerinle sana, aynı zamanda sıkıntı ile yol gösteriyor. öfke ile hatırat defteri tutturuyor şuuruna oysa. 

sıkıntı savuruyor seni hatıralarında. parçalara ayırıp, seni formlaşmaktan alıkoyuyor. engelliyor temelinin aynı olmasını. ağlatıyor, üzüyor, mideni bulandırıyor, uyutmuyor, adeta yaşarken türlü acıları zihnine yükleyerek gebertiyor seni ama öldürmüyor. olgunlaşıyorsun. bir muz gibi...ilk başta yemyeşilken, olgunlaştıkça açılıyorsun. ölü bir deniz gibi olmaktansa, karadeniz gibi açık dalgalarınla, zihin kıyılarındaki artıkları silip, süpürüyorsun. ve güneşin gövdesine serilerek, aynalarda hep ters görüntüler ile kendini yüceltiyorsun. edindiğin sabır tecrübelerinle.

sıkıntı kutlu doğum kutlamalarında, genç bir bakirenin kanını kaybetmesiyle içerisinde olduğu korkuyu notalandırır. acı dolu zamanlarda şenlikler ister çünkü acı gerçekliktir. acı, sefalet zamanlarında sessiz kalmanın ete bürünmüş halidir. eline gelene vücut sıvından dolayı yargılanmanın dayanılmaz aptallığıdır. acı gerçeğin mutena halidir.

dökülen zamanın getirdiği sıkıntı ille de dans diyor, kahkaha atıyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor avuçlarına. kaygan ve bir o kadar da şuursuzca seni sefilleştiriyor. acı ve öfke, korkuyu yeniyor. sıkıntı zamanı okşuyor. sıkıntı arzuyu kaşıyor, sıkıntı acı ve öfke terbiye ediyor. sıkıntı, insanın kendisine karşı yabancılaşmamasında rehberlik ediyor. ve acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor.

ve yaşamdan insan sıkılıyor. kendini alaşağı ediyor. yakışmadı.



13 Nisan 2013 Cumartesi

oku/malı



tarihin medeniyet'in yüz karası olarak sunduğu devlet karşıtı olgular, toplumların yüzünün ve bilincinin açılmasına deniz feneridir...

2 Mart 2013 Cumartesi

vaziyet - i hal

her düşüncenin içerisinde debelenen insanoğlu, doğanın götünde kalmış dışkı halinde.



tabiatın tek canavarı şuan insan. yarattığı karmaşa ile kendi sonunu getirdiğinin farkında değil. her yamacın üzerinden süzülerek daha da dibe düşüyor. neresinden kaldıracağız hayatı, bu kafadaki insanımsılar ile. neresine nefes olup onu koruyacağız.ne zaman domatesin o eşsiz afrodizyak kokusunu alabileceğiz yeniden. hangi gece akşam sefalarının geceye olan zerafetli gösterişine şahit olacağız yeniden. biz ne zaman doğalın kopulamayacak bir unsur olduğunu yaşamlarımız için anlayabileceğiz?



tüketim toplumunun yarattıkları ile hayatımız, asosyal medya olmuş. sanat, kültür, çeşitlilik ve daha hayatın içerisindeki bir çok hissedilebilinen farklı renkler, sönmeye başlıyor. korku insanlara aşılanarak, herkes kaybetme güdüsü ile diğeri için bir şeyler yapmayı gereksiz ve mühim olmayan bir durum olarak algılıyor. sadece tek algı: seks ve tüketim eksenli olmuş.



gün doğdukça, bizler özümüzden eğriliyoruz olmadığımız yere. cinsiyet savaşları ile ataerkil dönemin ne getirdiğini gerçekleşen dünya savaşlarında görmemize rağmen hala aynı hatanın devamına destek oluyorz. yok olmanın verdiği o dayanılmaz hafiflikteki hayat gerçeklikleri bir hiç olmuş. beyinlerimizdeki pandora'nın kutuları ile sürekli bir telaş yaratıyoruz hayatta. açtığımız ve gördüklerimiz, yaşanılanların pekte yabancısı olmdığını gösteriyor. bugün dünyanın tüm global devletleri için fahiş fiyatlı seks metaları halindeyiz. kendimizin tüccarı durumundayız. döküldüçke azalan ve kaybolanız.



tek tip insan hürriyeti ancak makak maymunlarında var.

ama bizlerin vaziyet - i hali ancak bir foseptik çukurundan ibaret.

hadi eyvallah.

C.

15 Ocak 2013 Salı

kukla vol.1

şimdi zaman kestirmesi: ölü tenlerimizin içerisinde kokuşmuş kuklalar gibiyizdir.



yüzümün altında sakladığım gözyaşlarımın kölesiyim. sessiz bir geminin güvertesindeki sallanan filamanın üzerine düşen rüzgar gibi aşklar. aşık olmak ise günümüzde böyle bir etki ile eş anlamlı. kimse mevzu bahis fedakarlık ise buna boyun dik bir halde konumunu göstermiyor, çevresine. maddiyatın herşey, estetiğin ise renkli bir kerhane yatağı gibi tek gecelik sevdaların suratlarından ibaret olduğunu zannedenlerin dünyasında, aşık oluyoruz biz. ve tutulduklarımızın bunların tersine ilişkilere girmek, ihtiyadimıza inanamaması bizim anormalliğimizden midir?



değil!

bir fahişenin günlüğünü okuyanların temaşa ettikleri, el ve vücut hareketleri bugün kü en ciddi sapkınlıklardır. derik cümleli aşklara bire özlem duyan edebiyatın içerisinde dalgalanan hafif nihilistik görünümündeki, liberal sevdaların tek manası: " götümüze girecek olan sevgili hediyelerini, onun bızırına bırakacağımız meniler ile hazineleştirebiliriz..." mantığı ile seks herşeydir oluyor.

hangi aşk ki kelimeler ile sevgilinin tenine dokunsun. hangi sevdadır ki sevdiceğin gözlerini cümleciklerle buğulandırsın. hangi hayaldir ki o çiçek kokulu sevgilinin başına destanlar yazdırsın günümüzde, merak edilir.

bitime kalmayınca, perdeler sürür yere...

bizde iplerimizden sıyrılamayarak yerimize asılmayı bekleriz gün bitimine.

kukla vol.1


15 Aralık 2012 Cumartesi

kıç üzerinden flütler...

acı insanoğlunu, kendinde tutar.

kaybolduğumuz zamanlarda her daim bir kalp kırıklığı ile düşünürüz, mesnetsiz. nedir bizi bu kadar düşünceli eden. sorumlu insan acısının içerisinde bıraktıklarına takıntılı yaşamak yerine, yapamadıklarının korkusuzluğunda onun için savaşır. bir anlam bütünlüğü yok hayatımızda. insanın hep muzdariplikleriyle birlikte fakirleşen beyni artık, devletler için bir ütü masasıdır. 



sosyal medya denilen batakhaneler, görünen kerhanelerdir. bu ortamda her istediğiniz türden ruh kevaşesi insanlar görebilirsiniz. kendilerini en renkli fahişelerden bile daha renkli gösterip, kendi etleri üzerine pislemekten başka hiçbir şey yaptıramazlar. sosyal medya diye dayattıkları ardı belli olmayan, sokakları boşaltan bu alan insanların özgürlüklerini daha bir daraltığı halde,  bir çok kişi bunun farkında bile değil. bizler şizofrenleştiğimizin bu alanların ince elenip, sık dokunması ardından farkındalığına erişceğiz. 

aile artık birlikteliğin en çekirdek kurumu olmaktan çıkartılmıştır. önce televizyonlarla, insanlık duygusal açıdan iğdiş edilmiş ve ardından birbirinden uzaklaştırılmıştır popüler kapitalist silahlarıyla. internet bir anlamda insanlara sınırsız görünen bir sınırlılık sağlarken, diğer yandan bizi daha bir güçsüz hale getiriyor. yapamadıklarımızın verdiği pişmanlıklarımızı yıkmak için, sürekli bir kevaşe halde ruhlarımızın dolandırıcıları halindeyiz.

kuru nane bile artık endüstriyel bir meta olmuş. laboratuarların cellatlığında insanlığın her bir sorununa karşılık yeni bir engel çıkartmayı çok iyi becerebiliyor kokuşmuş modernite. bir türlü temeli oluşturulmadan savunulan görüşler ile, insanlar özünden saptırılıyor. daha çok şey biliyoruz ama daha az gelişiyoruz. bu nasıl bir ironinin, tragedyasıdır bilinmiyor. 

ama bilinen bir gerçek vardır ki, mumu bile kül eden bu modernite, hayatı değiştirmeye yeltendikçe daha kötü ediyor. düşünmek işte böyle bir olgu. ceplerimizde taşıdığımız hayatlarımız beyinsiz askerleri olmamak ümidiyle...

korku acı'yı tünetmez kıçı üstüne!

7 Aralık 2012 Cuma

v...

boş bir kovanda arı gibi dolanıp dururken çarpıştık.

hayallerimiz biribirini kovalıyor. zaman kum saati gibi. hayallerimizi dar boğazdan sıkıntılı bir halde ilerletiyor. hep ibadet gibi seni gizledim sine'mde.



- karlı bedenime düşen kor. ateşledin yine serçe yüreğimi. titrek korkularımızı beslediğimiz kafesimizin üzerine çullananlar, geride kalan göz yaşlarımız ile yıkadığımız eski ruh ateşlerinde... zaman zaman sen, onları imlersin, ben ise bizi çizerim. buluştuğumuz nokta, o karton hayallere vücut olduğumuz zihnimiz. çift ruhlu, tek bedenli hikayemiz gibi...  

nasılda ikizleşmişiz. 

küçük balıklar gibi, sular yükseldikçe kıyıya vuruyoruz cesaretlice. simgeleştirdiklerimizin, elimize sardığı kararmış gümüşler bizde yok. estetik  ise gözlerindeki o tatlı yeni doğmuş bebek kokusu gibi. ben sana doldukça, sen bana tavaf ediyorsun. eski kitap kokusu hayallerimizle... 

sar.



med-cezir gibi birbirmizin üzerinde gidip gelirken, hayallerimizin birbirlerine sarılması. yeşil ve mavinin o morumsu soğukluğu olmayacak bizde. her şey mavi  - v - yeşil. bir düzensizlik. kalbimde sana dolanan dualar gibiydi benim hayallerim. tanrının eli değmiş gülüşündü beni güçlü kılan. serana-tını, bülbüllerin sümbül yapraklarında verdiği bir aşk ise bu, biz iki ucu ateşli değnekleri tutabilecek güçteyiz.

dizelere düşmeyen, düşlerin ebeveynleriyiz bu hayalde...



ağdasız bir teni yaralayan hisler kadar sert ve derin yaşam, geride kalıyor artık. mavinin, yeşille seviştiği ve çağıl çağıl ormanlara, ovalara, sulara dağıldığı hayat: gözlerimde limansız gemilere hayallerimizi bindiriyor. fırtınalarla başlayan yolculuğumuzun, meltemlerle sonlanacağı günlere gitme dileğiyle, merhaba!

ben c...

kanımdan daha da karanlık olan, dünyanın pisliğinden, ayrı kokladığın ben. bir akarsu değil, okyanusum seninle. evlerimizin saçaklarında çekişen serçelerin ürkek, cilveleşmelerindeki zamanlarda doğan güneş gibi girdiğin hayatıma, nasıl bir mana olacaksın bilemeyiz. ama...

devam edebilmeliyiz!

eminim ki kimse bizim kadar endişeli değildi. kimse bir kedinin ne yiyeceğine endişelenmiyordu. göz yaşında tuttuğun o kusursuz dünyanın berraklığında savruldum kenara. ortasından gittiğimiz hayata, temkinli yaklaşabiliyorum artık seninle. v/e sen bu hikayede bir ayrımın noktasından sonraki, büyük harfsin. uzanıp dokunda, şu hikayenin sonu gelmesin. aşk, yoluna çıkalan hikayede son beklenmez. beklenen sonlar her daim ölüme gider. seninle ve sesinle birlikte aşk:

"...arıyıpta içimdeki yakınlığın, yakıcılığı ile dönüp-dolaşıp etrafında tavaf ettiğim sensin."

 benim için.

birlikte...






27 Kasım 2012 Salı

gündüz balıkçısı ve hamaktasallananfare konuşmaları - 1

hayatımızın her döneminde, mekanik bir hayatı yaşıyoruz. bunun sebepleri nedir diye incelesek ve tartışsak ne sonuçlar çıkartabiliriz. kendimizin efendisi olmamız gerekirken, hep birilerine hizmet eden moronlar halinde, duyarsız hareket ediyoruz. yani hiçbir şekilde bir eylem gerçekleştirmiyoruz. 

gündüz balıkçısı ve hamaktasallanan fare dialogları:

hamaktasallananfare: 

düşünce hurriyeti ile içeri tıkılan bir eşber yağmurdereli örneği bu ülke de varken, nasıl da ileri demokrasiden bugün bahsedebiliyoruz balıkçı. 

gündüz balıkçısı: 

iktidarın ilerlediği sadece nasyonalistlerin savunduğu tekdüze bir yaşamın sürüldüğü, anti - demokratik saçmalıktır. düşünmek ve özgür fikirler belirtmek tabuları yıkar. bu yüzden böyle sistemelerin tek amacı zümreye hizmet etmek ve tahakkümün dediğini kabullenecek, kendini düşünecek bireyler yumurtlamaktır vajinalarda. ama bir gerçek vardır ki: "dile ket vuranın başına, düşünce tokmak olur.

düşünceler dans eden, tango kadınları kadar kıvrak ve estetiktir. doğru temellendirildiğinde, kimse onları sınırlayamaz ve önüne geçemez. hacimsiz ve yoğundur. sınırladıkları, engelledikleri taktirde, kaybedip köle bir toplum onların gelişmemesine en iyi gelecek örneği, olacaktır. apolitik ve vurdumduymazcı bireycilik, kabullenmektir. bu insanların çok uzun süreçlerden geçmesi sonucu oluşturulan bir dönüşümdür. darbeler bunları hazırlayanların en iyi silahıdır. insanın, ne ekerse onu biçmesi ise bugün kü militaristlerin ve ordunun düştüğü durumdur. 

gelecek üzerine söylemlenmiş bu söz, çok doğru basmakalıp bir sözdür. bugün kü sürece gelene kadar yıllarca görülen tehlikeler; "komünistler geliyor, din elden gidiyor olgusuyla emperyalizm ayakta kaldı. onlar için savaşanlar ise anarşist, komünist, sosyalist veya ateist olarak içeri tıkıldı. ya da yaşları büyültülerek idam edildi (bknz.: erdal eren) ya da çeşitli işkencelerden geçirtilerek yedi göbek sülalesine korku aşılandı (bknz.: dersim katliamı ile katledilenlerden arda kalanlar)"

...nereye gelindi?

insanların birbirinden uzaklaşması; sürekli bir korkunun, zihinlerinde tahakküm etmesi, empoze edildi. ve okumanın hastalık, araştırmanın sakatlık doğuracağı dayatması ile insanları asosyalleştirdiler, faşistleştirdiler ve doğadan koparıp, dünyanın bilmem kaç metrekare ile sınırlı olmasının renkli dünyasını enjekte ettiler bilinçlere. bireyin önemi vurgulanırken, toplumsal yaşama ve paylaşma hakkının zararlı ve insanca yaşamanın suç olduğunu benimsettiler. 

son: köle toplum! 





24 Ekim 2012 Çarşamba

postmodern köle ve aynası


toplum zıvanadan çıkmış. cinayet cinayeti kovalıyor. akıl susmuş ve mefhumlar cehennem! 

bir raks içinde tepinip duruyor. sloganlar yönetiyor insanları. ideolojiler yol gösteren birer harita değil, idrâke  giydirilen deli gömlekleri. aydın dilini yutmuş; namlular konuşuyor. bir kıyametin arifesinde miyiz acaba?  

dünyayı şeytan mı yönetiyor?  

düzeni büyücüler mi bozdu? 

bu kördüğümü çözecek iskender nerede?



tarihlerin tanımadığı bir tahrip cinneti karşısındayız. sosyal bir kuduz veya kanser. bu sinsi, bu kancık, bu  sürekli boğazlaşmaya anarşi demek hata. anarşi saman alevi gibi yanıp söner. her ülkede, her çağda, her düzende belirebilir: fitne, fesat, kargaşa. 

anarşizm desek düpe düz münasebetsizlik.  

anarşizm, bir dünya görüşüdür. tutarlı bir felsefesi, gözüpek havarileri, ölümle alay eden kahramanları vardır. anarşizm, hürriyet aşkıdır; insanın asaletine ve yüceliğine inanıştır; tek kusuru hiçbir zaman gerçekleşmemiş    ve gerçekleşemiyecek olması. anarşizm avrupa' nın rezil ve yalancı medeniyetini yok edip bahtiyar bir çağın yaratıcısı olmak hülyâsıdır.



nihilizm?

nihilizm, anarşizm' in çarlar rusya' sında aldığı isim. 

batı, bizim yaşadığımız faciaya şahit olmamış ama  başlayacak diye tir tir titrediği bu felâketin adını koymuştur:  anomi.  anomi: şuursuzluk. anomi, bütün değerlerin tepetaklak olması, çürüyüş, çöküş...



aydının görevi: karanlıkları aydınlatmak. yazık ki o da kasırganın içinde. sokaklarda kardeşleri, çocukları  boğazlaşırken soğukkanlılığını nasıl koruyabilir!

evet, ama görev görevdir. önce kafalardaki keşmekeşi dağıtmağa; metafizik birer orospu olup çıkan kaypak, hain, aldatıcı mefhumlara ışık tutmağa çalışalım. bu  araştırma  zifiri  bir  karanlıkta  çakılan kibrit... 

kuledeki nöbetçinin feryadı:

şeytan' ın gücüne inanmak lazım. gördüklerimizi şeytan' ın işi diye vasıflandırmaktan başka çıkar yol yok. mavera inancını yıktı şeytan. insanları kibirlerinden yakaladı. tanrı' dan ne farkımız var demeye başladılar. ve şeytan içimizde uyuklayan aşağılık insiyakları şahlandırdı: "hırs, tama'ı, altın aşkı." bu insiyakların doludizgin at koşturacakları bir iktisat düzeni ilham etti: kapitalist ekonomi.



...bir facianın kronolojisini çiziyor meriç. yaşamımız git gide metalaşıyor. birbirmize pragmatist ilişkiler ile yaklaşıyoruz. insan kendi doğasına zarar veren yegane düşüncesiz canlı. bunun temelindeki olgu ise doyumsuzluk. bedenindeki doyuramadığı o sapık azgınlık'ı, sosyal yaşamına yansıttığından bu duruma geldik. güç ve iktidar çatışkısı.

foucault'u dinlerken: cinsellik ve cinsiyet konusunda burjuvazi kendini önceleri görkemli bir bedenle, itibarlı bir hakikate adamış olsa bile daha sonra bunları toplumun geri kalan kesimlerine sıradan bir hakikat ve alın yazısı olarak kaktırmıştır. bu simülark burjuvazinin teni üzerinden, muhtemelen cildini de eriterek akıp gitmiştir. bu yeni sarmal ya da cinsellik simülasyonu. bu, birincisinin yerini almış olan yeni cinsel gerçeklik, yitirilmiş gönderenler sistemi* (*muhtemelen pornonun varlık nedeni tam tersine o grotesk hipergerçekliği sayesinde, bir anlamda, gerçek cinselliğin hala yaşadığını kanıtlayabilmek amacıyla bu yitirilmiş referans sistemlerinin yeniden harekete geçmesini sağlamaktır.)  -gerçekte belli bir biçime sokulmuş olan, bilinçaltı adlı mitin uyumlu görüntüsünden başka bir şey değildir. ne kadar da büyüleyicidir.

sonuç olarak. bugün insan yarattığının kölesi olmayı çok iyi başarabiliyor. ölümler kölelikle başlıyor. ve milyonlarca postmodern köle doğuyor bu kapitalist sistemde.işte böyle bir köle

padişah' ın kölesidir
tilkiden kurnazlığını çalmış  
maymundan oyunculuğunu aşırmış  
köpekten kuyruk sallamayı öğrenmiş  
kediden yaltaklanmayı 
yılandan soğukluğu çekip almış  
kargadan leş yemeyi kaldırmış  
sinekten pis olmayı 

işte böyle bir köle 
padişah' ın kölesi 
kötünün kötüsü 
bir köle 



kaynaklar: bir facianın hikayesi - cemil meriç / foucault' yu unutmak - jean baudrillard / destanlar - afşar timuçin

16 Ekim 2012 Salı

muteber sikiş(+18)


genelin yaşam anlayışına göre bir edepsizlik alıntısıdır. yazım yanılgıları, insan algısıdır. hayat yanılgısı ise tecrübe ile sınanır.

Crispin Sartwell - Edepsizlik, Anarşi, Gerçeklik


hayatı sevmek ve dünyayı sevmekle bağdaşan post-etik değerler geliştirme sürecinde, edepsizlik ve ihlal nosyonlarını keşfettim. her ahlâki iddia neyin nasıl olması gerektiğini yani, mevcut kurulu haliyle dünyanın böyle olmaması gerektiğini söylediğinden, şeytana uymak şeylerin olmasına imkân tanımaktır.



bu anlamda, ahlâk kurallarını çiğnemek bir ayin olabilir.



batı kültüründeki karakteristik ihlallerin hepsi bedenselliğin olumlanmasıdır. nasıl belli başlı dinsel kültür disiplinlerini doğuran şey, çömezlerin bedenlerini aşma yönündeki nafile çabalarıysa, her türden edepsiz sözcük de bedeni yeniden hatırlatan bir şeydir. 



bir gezegenin yüzeyinde koşuşturup duran memeli hayvanlar olduğumuzu bize hatırlatan her şey muteberdir. sikişmek muteberdir, "siktir" demek de.

30 Eylül 2012 Pazar

acı/tan' a


"...aşk, mutluluk şarkısına dönüşen bir yalnızlık çığlığıdır, yüce aşkla beraber, olağanüstü, ulvi harikuladelikler insan yaşamının bir parçası oluverir, onun sayesinde, ten ve kafa birbiri içinde erir. aralarında tam bir uyum kurulur... artık öncesi gibi değildir insan, ani bir değişime uğramış, tene bağlı duyguları ruhani bir boyut kazanmıştır. benzer bir değişim, karşımızdaki insanda da gerçekleşir. kendisi olmaktan çıkmıştır kişi, umut edip bekleyen birisi yerine, yepyeni bir hayata başlayan bir başkası vardır karşımızda. sizi gerçekten tamamlayan insanla karşılaşmışsanız, hiçbir ayrılık, hiçbir kopuş düşünülemez artık... yüce aşk, bu iki değişik insanın birbiriyle sağladığı uyumdur." - jurnal syf:13



...ben bu toplum tarafından, ruhumu bütünleyecek bir ruhun kürtaj ile alındığını düşünüyorum. yarim mecnun gibi kayboldu diyen, göğüsleri cıvıl cıvıl kızların olmadığı düşleri kuruyorum ütopyalarımda. sessizce ağladığım gecenin, döl yatağına gönderdiğim her bir gözyaşım farklı bir his ile gelişiyor. ben susmanın en eşik aralığındayım. geceyi gündüz ile çarpıştıran bir ruhsuz ordusu ile yaşıyorum. defalarca göğsümün, despotluğu ile geride kalan kalbimin işlediği suçlar yüzünden kendi zihnimce cezalandırıldım...!



hayat bir diyalog. kalp ve beynin bitmez savaşı arasında kalmış, anlaşılmazlıkların ve zaman bilincini yitirmiş bir aralık... yaşıyoruz. gündüz ile gece arasında. neden. yüksek pamuk topuklu ayakkabılar giyen prensesim yok benim hayatımda. elleri nasır tutmuş, yediği dayaklardan ve ağlamaktan ses telleri kalınlaşmış annem var. hayatımın tam merkezinde, yaşadıklarını bize bir garip tiyatral oyun gibi anlatan annem. vurupta üzülen ve ardından göz yaşlarıyla tenimizi pansuman eden meleğim... yazılacak çok mektupların denemesi bu düşler...



asılı kalmışım bir garip bilinmezliğe. annemden kesilen bağımdan sonra ilk defa alıştım. bırakıp giden bir ruh fahişesinin, sadece beni kendisi gibi kokutamadığı için bu noktadayım. ama bir yerlerin ötesindeyim. yalnızlığın özleminin, taze kekik kokulu, akasya yumuşaklığında esen bir meltem rüzgarıyla taradığı saçlarımın telleriyle hayatıma bağlıyım. ben kendim hakkında duyulan şüphelerin haksızlığında, ensiz yaşamlarıyla zamanımı dolduran gündelikçilere siktir çekiyorum artık. 

yeri biz bekledik 
ahiret uyurken 
ateş, 
yaşlı da olsan
ancak seninle döndü 
o eski şaşkınlık 
geçerli zamana,
işte güneş 
eski hatır günlerinde 
iki gözkapağı altında battı çocuk 
çocuksa 
ufku da görür.
evimizin üstünde parladı sessizlik 
ve suskunluk ağladı
babam şimdi öldü, 
kökler kuru, 
ve yıllar ölü.
-ölüm şiir'inden / adonis -


karanlığın sesini gün batımına kadar gizlersin acıtanı.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

mutlu/luk

"dünyanın en büyük mutluluğu başlamaktır" - pavase



aynayım
senin hayallerine, içerlerimde baktıkça
hatırladıkça
kırılıyorum,
kanıyorum,
ağlıyorum.
...
...
...
seneleri biten,
yolları hatırlatan bir şuur bende,
seni hatırlatan,
pencerelerimi nemlendiren 
şuur 
amorf bir bilinç
var bende
yüreğimde bir sızı
aklımda senin çamurdan izlerin
kendimi vaftiz ediyorum
başladım.

26 Ağustos 2012 Pazar

mono/fuck/lar - 1

garip bir yaratılma hikayemiz var. bence yaratıcı da kendisinden şüpheli....

ne diyordu hayyam;

beni özene bezene yaratan kim? 
sen! ne yapacağımı da yazmışın önceden. 
demek günah işleten de sensin bana:
öyleyse nedir o cennet cehennem?

biz piç miyiz?

20 Nisan 2012 Cuma

suskunluk, köleliğin prangasıdır!

kör bir duvar,


üzerinde kuş tünemeyen hayatın içerisinde kaybolan çığlıklarımızın, birbirine değmediği bir yaşam....
kule diplerinde çektiğimiz şarap şiselerinin dibi kadar küçük dünyamız. taze yarılmış, kıpkırmızı nar taneleri gibi annelerimizin etekleri içerisinden merhaba dediğimiz dünyaya, herşeye karşı köreliyoruz.


sönük bir harın üzerinden geçirdiğimiz ellerimize değen, o sımsıcacık hatıralar ne de güzel zihnimizi besliyor. yüzümüzde aktifleşen kasların arasında gözlerimiz kapalı bir halde gülümsüyoruz, doğa ile kopmamış hayattaki bir insan gibi. ve bir ses müdahale ediyor şuurumuza...

ayakta mı uyuyorsun lan!

...diyerek.

sonuç dünyanın içerisindeyiz.


kirletilmiş, insanların aşama aşama doğadan kopmasına tanıklık etmiş. kendi kendilerini yönetme uğruna doğaya da tecavüz etmiş bir nesiliz. birbirimize karşı herhangi bir sevgimiz olmadığı gibi, doğanın her bir kademesinde körleşiyoruz... asosyal bir yaşam ile endüstriyel metaların translığında şuurumuz çölleşiyor. tek renk, tek dil, tek ruh üçlemesinde sınırlandırılıyoruz. ismini terimsel fahişelikle süslendiriyorlar. ve bizde sessiz kalıyoruz. lal olmuş dilimizin sağnak acısını duyamıyoruz. mevlana'nın dediği gibi kalbimiz deniz, dilimiz kıyıdır...ama kirletilmiş, içerisindeki tüm canlılığı yok edilmiş, militarist, teokratik ve bireyin yaşam hakkının elinden alındığı bir toplumun sadık köpekleriyiz bizler.



emir geliyor ordan burdan, dalga geçiyorlar bizlerle. halkına takla attırıp, yedi göbek ileride doğacak nesillerini bile borçlandırıyor bu canavarlar. görmüyoruz. kör olmaktan, vurdumduymazlıktan başka bir şey bu. nasıl bir temanın içerisinde cümle olmuşuz, belirsiz. bir hiçliğin garip trajedisinden başka bir şey değil yönelimsel yönetim.

korku işte burda başlıyor.



suskunluk, köleliğin prangasıdır!

14 Kasım 2011 Pazartesi

peace without victory

estetik görünümlü savaş propagandası söylemidir bu...

kökence eski tarihimizde bizim kadar dinç bir şekilde ilerleyen bir çığırtkanlığın, ironik ifadesidir. herşey göründüğü gibi değildir. aslında bu amerikanın büyük kapitalist liderlerinden w. wilson taktiğidir. günümüzde hala aynı politik açılımın geçerli olması ve yaşlanmadan devam etmesi oldukça acıtıcıdır. insanların zihinlerine, kitle iletişim araçlarını ve mum tipli aydınları kullanarak, soyut transkilizanlar emzirilip etkilemeler yapılması, bugünkü savaş çığırtkanlıklarının temelini oluşturmaktadır. bunun yıkılmamasının en büyük sorumlusu ise ezberci sistem ve onu sorgusuz kabullenen biz sistem kullarıyız. bu yüzden korku pedagojisiyle hiç bir şeye itiraz edemiyor ve tahakkümün sadık köpekleri haline geliyoruz / gelmişiz. kitap okumaya aşina olmayan bireylerin içerisine müdahil oldukları öğretici meslek gruplarını, maddi gelir kapısı olarak görmesi, kapitalist sistem gereğidir. mutluluk paraya endekslendiği için günümüzde bunun değişmesinin imkansızlığını, insanlar tanrılaştırmıştır. çünkü tanrıya inanıyorsanız, sorgulamamanız gerekmektedir. 


bu bağlamda zeki amerikan otoritesi, paralarının üzerine tanrı ifadesini yerleştirmişlerdir. tanrı bu nokta da onların kuklası olmuştur. ama farkına varılmayan ise o soyut kavramında pragmatik bir şekilde çıkar uğruna metalaştırıldığıdır. bu sistem gereğidir. hoşunuza gitmese de kabullenmiş ve süreğen hale getirmiş durumdasınız. bu noktada savaşta bir çeşit sistemin ayakta dinç kalmasını sağlayan, sistem endorfinidir. çünkü savaşlar gerçekleşirse sistemin istemediklerini asimile edebilir, gerçek olanı yalanla değiştirebilirsiniz. katledebilir, ilkelleşerek yaptıklarınızı savaşın sonunda barış getirdik söylemiyle pastel renklerle ifadelendirebilirsiniz. bu işte halkların göremediğidir. toplumların bu noktada körelmesine en büyük temel etki ise kollektif harekettir. toplumların, savaşların hala ne kadar mantıksız ve çözümsüz olduğunu görmemelerini sağlamak, tamamen cehaletin ayakta tutulmasından kaynaklanmaktadır. bu sürecin geliştirilmesi oldukça planlı bir çalışma ürünü olup, "zihinlere cehalet mutluluktur" mantığını empoze ederek ayakta kalmasını sağlayan deformasyon kültürünün zırvasıdır... fakat dünya da bunun böyle olmadığını görebilenler olduğunu görmek, direnişi ayakta tutmaktadır. bugün inansakta, inanmasakta bir ayaklanma başlamıştır. önemli olan uyanabilmek / uyandırabilmektir. bu süreçte, wilson hükümetinin hala gündemde olan bu görünürde savaşa karşı olupta, toplumları birbirine kırdırma yöntemi olan zafersiz barış söylemi, yok edilmelidir. bu yöntemin gelişimini amerikalı ünlü aktivist yazar noam choamsky " medya denetimi " isimli kitabında çok iyi açıklıyor:
****
propagandanın erken dönem tarihi

modern devletin ilk propaganda operasyonu.

woodrow wilson hükümeti zamanıydı. woodrow wilson, birinci dünya savaşı' nın tam ortasında, 1916 yılında "peace pithout victory" (zafersiz barış) sloganıyla başkan seçilmişti. son derece pasifist olan halk, bir avrupa savaşına dahil olmak için hiçbir neden göremiyordu. aslında savaşa çoktan imza atan wilson yönetimi, bu konuda birşeyler yapmak zorundaydı. hükümetin "creel komisyonu" adıyla kurduğu bir propaganda komisyonu, altı ay içinde etkisini göstererek o barışçıl halkı, histerik bir savaş çığırtkanı haline dönüştürdü ve alman olan her şeyi yakıp yıkmak, tüm almanları lime lime etmek, savaşa gidip dünyayı kurtarmak isteyen insanlar yaratmayı başardı. bu esaslı bir başarıydı ve ardı sıra gelen başarılara da önayak oldu. tam bu sıralarda ve savaşın hemen ardından, aynı yöntemler histerik kızıl korkusu' nu kışkırtmak için kullanıldığında ise sendikal birliklerin tahribi ve siyasi düşünce ile basın özgürlüğü gibi tehlikeli sorunların saf dışı bırakılmasında oldukça büyük başarı sağlanmıştı. bu işi organize eden ve işin başını çeken o çok büyük güç, aslında medyadan ve iş dünyasındaki büyük şirketlerden gelen yoğun destekti ve tam anlamıyla bir başarıydı. wilson' ın savaşına etkin bir şekilde ve hevesle katılanların arasında, john dewey çevresinden olan ve şovenist fanatizmin ortaya çıkmasını sağlama yoluyla "gönülsüz" halkı dehşete düşürerek nasıl savaşa sürüklediklerini, o döneme ait kişisel yazılarında gururla anlatıp bundan "toplumun daha zeki insanları" oldukları sonucunu çıkartan ilerici aydınlar da vardı. saldırı yöntemlerinin kullanım alanı oldukça genişti. örneğin, alman askerlerinin zulmü, kolları koparılmış belçikalı bebekler ve hâlâ tarih kitaplarında okuduğumuz türlü türlü vahşet üretimi... bunların çoğu, o dönemin gizli müzakerelerinde "dünyanın düşüncesini yönetme"yi vaat eden ingiliz propaganda bakanlığı tarafından icat edildi. ancak bundan da önemlisi, o zamanlar barış yanlısı ülkeyi bir savaş zamanı histeriğine dönüştürüp yoldan çıkartan propagandayı yaygınlaştırabilecek daha zeki amerikan toplumu bireylerinin düşüncesini kontrol etmek istemeleriydi. işe yaradı; hem de çok. ve bir ders verdi: " devlet propagandası, eğitimli sınıflar tarafından desteklendiği ve herhangi bir dönekliğe izin verilmediği takdirde, büyük bir etki yaratabilir. hitler ve daha bir çoğundan alınan bu ders, günümüze dek izlenmiştir."

*****



alıntı yazıdan da anlaşılacağı üzere, eğitim düzeyi yetkin seviyede olan her birey bu zinciri aşındırıp, kırmada etkili olabilecek potansiyele mevcuttur. sadece yapılması gereken, eğitim sisteminde empoze mantığıyla dayatılanlara biraz septik yaklaşımla bakılıp, verilen bilgiyi olduğu gibi özümsememek,  insanlık için oldukça önemlidir. yoksa bugün kü herhangi bir diktatör diye nitelendirilen, modern devletlerin zamanında kuklası olan insanların öldürülmesi, onların canlarının televizyonlar önünde alınma vahşeti, bizi ortaçağın o teokratik ve gelişmeye kapalı, belli zümrelerin refahını öne çıkaran sistemlerin yeniden doğmasına götürmekten başka hiçbir boka yaramayacaktır.

bu sistemin o döneme göre farkı ise; kitle iletişim araçları arasına yenilerinin karışmasıdır. bunlara en büyük örnek; internet denilen devin, modernizmin kevaşesi olduğu gerçeğidir. ama bize şunu da göstermektedir ki; "...istemediklerine, yasakladıklarını da delebiliriz, sorgulayabiliriz."

ama görebilirseniz...bunu adam fawer' ın empati kitabı kahramanı çok iyi betimliyor aslında:
*****

...tanrı' nın iyi olduğuna inanmam gerektiği öğütleniyor ve merhametli olduğuna da... tüm dinler dünyanın mükemmel olmadığını söyler, nedenlerini de söylerler ama bu nedenleri sorgulamayı yasaklar... kendi sesini öfkesi ile besleyerek karşısındakilere yöneldi ve karşısında yer alan, sorgulamaktan korkan güruha ne gördüğünü şu etkileyici ifadelerle dile getirdi:"...size benim ne gördüğümü söyleyeyim. savaş görüyorum. hastalık görüyorum. acı çeken insanlar görüyorum. kötülüğü görüyorum. kendinden zevk alan nefreti, kendi dehşeti içerisinde yüceltilen kötülüğü görüyorum. sevgi kürkü altında, aslında insanlara yaşamlarını çökertmelerini ve kendisinin getirdiği kurallar ile hayatı çökertmelerini ve kendisinin getirdiği kurallar ile hayatı sorgulmasını sağlayan öfke dolu kötülüğü görüyorum...

*****

...diyor. bize bizi sorgulayanların, sorgulamamızı yasaklamalarını gösteriyor. ama görebilene...kaçımız empati yaparak savaşların mantıksız ve çözümsüzlüğü getirdiğini görebiliyoruz ki?

acı. 

biat kültürü, kültürel koyunluğun post modernist arap şeklidir!

uykudan uyanmanız hayaliyle!


12 Kasım 2011 Cumartesi

hayatımız dört köşeli bir tablo...



kendi çemberimizde, dramatik bir ruhun perdelerini aralayıp, kapatıyoruz. arasına aldıklarımızın, içimize kattıklarının heterojenliğinde, hayatımızı idame ettiriyoruz. çoğu zaman biriken cürufların yüzünden, törpüleniyoruz. zaman gidiyor ve tutmak için peşinden köleleşiyoruz. umut pezevenk olmuş, ruhumuz ise zengin bir kevaşe. tıpkı nelly arcan' ın bunalımlarını yaşıyoruz. git gide burjuva piçlerin bunalımları bu topluma şekil veriyor. bu puslu bir kuyu. toprağın kokusunu bilmeyen, asosyal yaşamın götüreceği yer araftır. kimliksizlik, kerberos itinin ürkünçlüğünü zihinlere gömer. yaşamak bir ormanda yaprak olabilmektir. zamanı geldiğinde doğanın bedenine yatıp, çürümeyi göze alarak, yeniden bir tohumda bitebilmektir. hayat budur!

başla yoketmeye!



bugün içerisinde yaşadığımız, aşina olduğumuz toplum, geri dönüşümsüz gündelik yaşamı salık veiryor.

bir mum ışığı parlaklığıdır hayatımız. an bunu ifade eder. fakat ruh... amorf bir oluşuma nail olur. ister istemez, üstümüzdekiler yıkılıverir, hayatımızın tümüne. git gide pişmanlıklarımız ergir üstümüzde. kalın bir kitle ruhumuzu körleştirir. acı; mutluluklarımızın kırılgan ruhlarının ardından, dönen günahlarımız gibi algılanır zihnimizce. sürekli pesimist bir edayla ya arabeske ya da içe tecavüz eden şizofren bireyler haline geliriz. halbu ki gerçek bu noktada bize güç veren, direnmemizi sağlayan, irademizi yeniden yapılandırandır. kış ile yazı aynı köşede hissetmemizi, aynı anda mümkün kılandır.

iradesini toparlayanlar, doğanın dibine şekil veren toprağın mühendisleri solucanlardır. 

anlam:"... hayatında özgür olmak istiyorsan, tabularından kurtulup, sol/UY/can"

mum ateşi: tutmaya cesaretin var mı?


9 Kasım 2011 Çarşamba

bu - şu - o' na gönderme...

umut etmeyi hayata annemin karnından dünyaya kovulduğumda, öğrenmiştim. yanaklarımdan süzülen göz yaşlarım bile olmamıştı.

toplumsal geleneklerden. 

erkek adam ağlar mı lan! 

...diyen bir çok adem & havva oğlunun  arasında onların anlattıklarını dinlemeyi severdim. çünkü toprak adamı dedem; hiçbir daim bağırmaz ve çocuklarına verdiği öğütleri bizede verirdi arada. "...doğa dinlendikçe kucağındaki tohumlarını hayatına serpiştirecektir" ...derdi. tabi ki anlayabilene. bunu anal yoldan anlayanların yarınları affedersiniz otoriteye kondom olmakla geçti / geçiyor. bu aslında onların maddiyat ile toprağın verdiklerini sömürme mantığından ötürü geliyordu. onlara bu yargıyı kazıyan ise toplum denilen o boktan sinsile yumağı sarmalamıştı. herşey topluma göre doğruydu çünkü. gel zaman git zaman bizlerde bu toplumun içerisinde yaşamayı öğrenmeye çalıştık. başarısız ve sürekli kaybeden olduk. bizce böyleydi. 

onları mutlu etmek için yaptıklarımız başarısızdı. çünkü alışık değillerdi aşklarımıza, sevgilerimize veya yaptıklarımıza... neden çünkü topluma göre bunun değeri ... gibiydi. piç bırakıldık. herşey şekillendiriliyordu topluma göre. topluma göre bir taraf olmanız gerekiyordu. topluma göre sevginizi göstermeniz gerekiyordu. topluma göre yaşantınızdaki, değerli kişilerin bir ayırdımı olmaları gerekiyordu. topluma göre bir ahlak yapınız olması gerekiyor ve topluma göre toplumsal bir birey olmanız gerekiyordu gibi gibi bir çok boktan sınıfın içerisinde dönen çarkın maymunu olmanız lazımdı. bunlar yüzyıllardır o kadar fazla kökleşmişti ki herkes onun adeta apollosu olmuştu. toplum apolloları, eğer ona karşıt birşey yaptığınızda, sizi hemen cezalandırıyorlardı. düşünmeden saldırarak. adeta ilkel bir hayvan gibi... oysa ki işlerine geldiklerinde düşünebilen hayvan olduklarını dayatıyorlardı. işte bunun altında, bizlerde yeri geldi tekrar umut etmeyi ve hayal etmeyi istedik. 

saçma ve absürttü. 

insani duyguların merakını, topluma göre şekillendirip yaşamak bir hayat kaybedişiydi. aradığımız birşey var. ama ne olduğunu bilemeyecek kadar uzaklaşmışız kendimize... neydik. neyi arıyorduk... tek aradığımız şey doğarken, sonucuna varacağımız ölümü kabullenmeyişimizdi. hepimiz birer tecavüz sonucu, dünyaya gelmişiz gibi bir sanrı mevcut hayatta. pekte haksız sayılmayacak bir önerme. kimsenin seçme hakkı mevcut değil. doğarken bile anne ve babalarımızın tercihleri sonucu dünyaya kovuluyoruz. bazılarımız mutlu ve toplumsallık kurallarını, erekte etmeyen ailelere kavuşuyorken, onları bile hayatımıza yeterince teneffüs edemeyen bağımlı bireylere evriltiyoruz.(örn: okulların yıkıcılığı üzerine....) çünkü acıyı seviyoruz. dünyaya gelirken sancılarıyla mutsuz ettiğimiz annemizin loğusa döneminde, bizden nefret etmesi bundan olsa gerek...

marquis de sade, seninle hardsex yapmak istemiyorum...

acılarını sevgilerimin içerisinde uygulamaya koyulduğumdan beri, yeterince mutlu sevgililerim. 

bu bize gösteriyor kaybettiğimizi / anlayamadığımızı. umut etmenin sonundaki mutluluğu, arzularken karşılaştığımız somut mutsuzluk bize üzüntü veriyor da neden soyut mutluluğu arzuluyoruz. anlamıyorum. hayat çisil çisil giderken ardından hep geçmişte bıraktıklarımızın üzüntüsünü çekiyoruz. bu işte bir başka mazoşistliğimizi gösteriyor. damarlarımızdan akan bu sebebini sorguladığımız boktan hayata direnmek ürkekçe bir güvercin korkusundan başka birşey değil. mutluluk ve mutsuzluğun en iyi örneği hayattır. bakmak ve bakabilmek. okumak ve okuduğunda satırlar arasında damarlarına atılan jiletleri görebilmektir. 

---bir kesin neşter ---

Mutluluk!

Kimine göre, tanımlı gündelik ihtiyaçların karşılanması, kimine göre, ayrıntılardan yoksun, kaba sayılabilecek doğal bir güvenlik duygusu, kimine göre ölümsüzlüğe uzanan gerçekleşmeyecek düşleri görme özgürlüğü.

Ya mutsuzluk?

Mutluluğun eksik kalan kısmı olmalı. Hiçbir zaman kağıda dökülebilecek ya da resmi yapılabilecek ayrıntılı bir mutluluk tanımı olmamıştı. Bildiği, mutluluğun, soyutun düşmanı olmasıydı. Soyut olmayan bir yaşamın ise, eninde sonunda sıradanlığa sürükleneceği ve bundan daha büyük bir mutsuzluğun olamayacağıydı. Mutsuzluk hayvan türleri arasında yalnızca yaratıcı insan soyuna bahşedilmiş bir ayrıcalıktı.(Yürek Sürgünü,syf: 345)

---bir kesin neşter ---
...

söz keskin bir neşter dizgesinde yaralayıcıdır. bilmenin pedagojisi, hayatımızın sürgünü içerisinde yaşadıklarımızdan temasını edinir. kimilerince bu saçma olsa da önemli olan bizim anlayışımız ve fikirlerimiz olmalıdır. ne kadar diğerine göre yaşarsak, o kadar ötekileşerek benliğimizi yitireceğiz.(örnek: BU) bu yüzden istediğin gibi olmak, farklı görünmek veya estetik açıdan diğerlerinden somut bir görünüm almak değildir.

farklı olmak, kendince bu sonucu belirlenmiş yaşamda istediğin gibi yaşayabilme mazoşistliğidir. toplumsallık ise kayıp puslu yaşamın, bağımlılık halidir. 

tip not: marijuana ile endorfin salgılamak, oksijenle endorfin salgılamanın yanından bile geçemez!

bağıntılı iller haritası: ŞU