Hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mayıs 2010 Perşembe

monoklinik vaka



çilemi toprağa gömüp üzerine işiyorum. 

çok sapıkça değil mi?

her şeye rağmen, amonyak onu yeşertmez diye umutlandıkça yanılıyorum. hergün bir başka ölüm. her saat bir başka acı. hayatın öznesi olmaktan çıkmış, asalağıyız artık. sorumsuzca yaşamak nasihatlandırılıyor bize. korku hissizlik. ölüm ise bir deli gömleği insan için. hep zamanlarda onlardan almamız gerekiyor nasıl yaşayacağımızı. toplum. gevrekleşeceksin.

ne yapabilirim ki?

denetlenmeyen bir yaşamı elinde tutmak gerekir. özgür, öznel ve korkusuzca yaşamak lazım. mücadele etmek gerek. kısa cümleler ile uaztmaya gerek kalmadan noktalamalı hayatı. sus. deli saçmalığı bunlar. korkuların yarattığı imgelenimler. dil neden titrer, yürek bu kadar ateşliyken(!)

anlatamadıklarıma, 

dünyanın tüm sözcükleri yetmez olmuş. 

ah deli sevgilim. hala farkında değil bendeki git - gellerin. çocuk. olsa da, olmasa da anlamı çok fazla beynimde. herşeyi seninle beziyorum, tıpkı şu bir kaç kelime gibi. yetmez. çok azlar seni ifade etmek için.

titrek bir ruhum var. 

artık düşünmekten tepsiye dönmüş beynim. 

hiç kimseye göre ben kimseyim. kimseysemde ölseydim. ne olur ki. iki rekat göz yaşı. hiçiz. neyi istediğimizi bilmiyoruz. ama neyi yaşıyoruz. neyi istediğimizi bilsekte, arzularımızı biz mi var ediyoruz. suskun ve donuk. karmaşa varlıkta sarmaşıklaşmıştır. dünya. bana ne senden. sevdiklerim bendeki onları görmediği sürece umrumda bile değilsin....

...
..
.

elimi bedeninin en mahrem yerlerinde dolaştırdığım insanlığın klitorisi, kanlanmış.  o kadar fazla dil darbesi var ki üzerinde insanlık ona daha fazla anlam yüklemekten kaçınıyor. korkmuş. o kadar fazla kadınlaştırılmış ki bu dünya, hep suçlanmış. ya gerisindeki erillik. 

güç ve iktidar. 

nasılda çürütmüş. ölüm gelmişte geçiyor. sırat köprüsündeki maymunların kafa karışıklığında, hala elimiz apış aramızda. ya erkekliğim giderse. neyin gururu bu. azrailin tokatları uyandırsın seni. dilimi keste doğra. yasaklanmış, kalçalarına parmak attım. sarsılma. kelimeler artık sende. farkına var diye daha  da gömdüm kendimi, kendime. susmak fiili bir eylem bireyde. bu yüzden soru şu:

hiç siz kimeden ayrı kalabildiniz mi?

lethe'ye balığa gittim bi dahakine yine gelecem buraya.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Gelecek Dönüşümü Ve Çocuklar

Çocukların kişisel gelişimine, biz büyüklerin vurduğu damgaların, ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mısınız?


Gelişimsel bozuklarımızın ve şiddetli ezilme pedogojimizin, gelişimimizde yarattığı bozuklukları gen aktarımı gibi geleceğimize taşımamız, dünyanın sonunu getirmektedir.

Bugün kimseler bunun farkında olmak istemez bir tavırdadır: Herkes aile içi şiddeti, sağlıksız koşullarda yaşamayı, yaratılan yanlış ekolojinin berbatlaştırdığı yaşama ortamına, yapılan yanlışlara....3 maymun dramasını oynayarak, daha ne kadar sonunun gelmesi için araç olacak, hiç düşündürücü değil.

Çünkü birazcık düşünebilsek ne kadar kötü bir durumun içerisinde olduğumuzun farkına varabiliriz.

Bu duruma savaş açarız.

Bu yüzden insanoğlu evrilmesini tamamlayamamıştır. Geleceği için yaşamında gördüğü yanlışların telafisini gidermeyerek, bunların tekrarlı bir yapıda ilerlemesini izleyerek düşünemeyen bir hayvan olduğunu göstermiştir. Modifikasyonları ilede bunu daha da güçlendirmiştir!


...

Hergün bir çok çocuk sokaklarda öldürülüyor, ölüyor. Yetişmeleri sırasında düşüncelerine toplumsal kurallar konularak, onları daha da yanlış bir şekilde eğitiyor toplum. Zaten bunun sebebi ise; sağlıksız bir toplum yapısıdır. Ne kadar düzenleyici ve sistematik olabilir. - ki bu zamana kadar önümüze konulan sistemler, yaşattıkları ve içerisinde yaşanılanlarla bunu göstermiştir. Yani başarısız olmuştur - Çocuk öğrenip düşündükçe birey olabilecektir. Ona özgüvenini kazandırdıkça, fikirlerini oluşturabilmeyi de sağlayacaksınız. Genelde neyin yanlış, neyin doğru olduğunu, bazen yaşayarak, bazen de anlatılanlardan veya görüdüklerinden çıkarttıkları ile bir yol belirlediğinde, çocuğu özgür kılacaksınızdır.

Bu şekilde, toplumsal kuralsızlık fobiside kalkacaktır.

Bu yolla bireyde oluşan doğal bilinç, kişide muhakeme yeteneğinide geliştirecektir. Kimse bunun farkında değil ya da daha doğrusu böyle olmasını istemiyor. Öyle ki büyükleri olan biz 18 yaş üstü insanlar, onların gelişimine anti katkılı fikirlerimizle mayınlar koyuyoruz.

Nasıl mı?

...dediklerimizi onlara dayatarak, onlara sus sen konuşma küçüksün diyerek. Televizyon ve bilgisayar başında toplumsal bir kültür kazanmasını, bu şeklde bireyselliğini ortadan kaldırmasına sebep olarak. Bunun gibi örneklerin, eylemleştirme sürecinde etkin bir rol alması bizim yüzümüzdendir. Aktif bu davranışlar, yarınımıza bombalar, mayınlar koyduğumuzun göstergesidir.

Şöyle: Sokaklardaki, evlerdeki, işyerlerindeki tecavüzler, hırsızlık, şiddet, tahakküm, başka insanı ezerek üstün görünme açlığının yaşanması... birebir yaşadığımız örneklerdir. Ve yaptıklarımızın ürünüdür. Bu yüzden bizler bencil yarasalarız...

Bu çok acı.


...fakat dur diyebiliriz buna. Değişimi kendimiz üzerinden hareketlendirip, yaşamın özgün noktalarını bağımlılık durumundan koparak, tahakküm etmeden çocukların kültür & sanat ile ruhlarını inşa eder, temellerini ona göre sıvayarak yapabiliriz.

Çocuklarımızdan miras aldığımız dünyanın yarınlarımıza sağlıklı aktarılmasını sağlayabiliriz.

Sadece düşünmek ve hataları tekrarlamamak gerekiyor bu yolda.

Gelecek Dönüşümü Ve Çocuklar İçin Yapılması Gereken Eylemler Bunlardır ve Dahasıdır....

LiberterKedi

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Küll-i Doğuş


Siyasal dramalarda kullanılan temel materyal, acı ve şiddetle insanları gerçeklerden uzaklaştırmaktır.

Bunun bir çok örneği günümüzdeki olayları, objektif olarak incelediğinizde, karşınıza çıkacaktır.

Acı, insanın gerçeklerden uzaklaşmasına sebep olacak, en büyük kötülüktür aslında. Fakat bu sadece gerçeklerden uzaklaştığımızda geçerlidir. Gerçekler çoğu zaman göremediğimiz, gösterilmek istenmeyen ayrıntılı, objektif yorumlarda ortaya çıkmaktadır hayatımızda.

Bunu gerçekleştirebilmek için, olayları özgün, objektif ve çok yönlü irdeleyip araştırmalıyız. Hayatın neresinde olursak olalım, hangi olayla karşılaşırsak karşılaşalım, olaylara bu şekilde yaklaşıp, sorguladığımızda. Gerçeği elde edeceğiz. Bu şekilde daha sonra karşılaşacaklarımızdan acı duymayacak ya da duysakta, daha sağlıklı sonuçlara ulaşabileceğiz.

Tarih, bu tipte sağlıklı kararlar alınmadığı için hastalıklı bir halde. Durum o kadar kötü ki, her yerde bir savaş, açlık, kin nefret, sevgisizlik, hoşgörüsüzlük, bağımlılık mevcut. Gözünü açsa insanoğlu; herşeyin kurtarılabilinir bir halde olduğunu görecektir. Kurtarılamayanlar ise aynı hataların diğerlerine bağlı olarak iyi değerlendirilmesiyle tekrarlanmayacaktır. Bu açıdan tekrarlı yaşadığımız süreçleri dikkate alırsak, bizleri balıklardan ayıran özellik nedir.

Hafızamız onlardan nasıl güçlü ki, böyle aynı olayları yaşayıp, aynı sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz?

Bu yüzden hafıza önemli bir realitedir, bireyin yaşamında.

Geçmişimizde bulunan bir yerin tasvirini, kişisel tercihlerimiz ile değiştirebiliriz gerçekten bağımsız olarak. Mesela içerisine gerçekliğinde olmayan, hayal ürünü argümanlar, materyaller ekleyebilir, somut olarak olmayan entegratif eylemler gerçekleştire biliriz. Fakat bu sadece kaçış olur. Gerçek acıtsa da objektivizm insanlık için iyidir. Çünkü gerçekten kopmaz, gerçeği bulmamız için boyutlu araştırmalara eğilmemizin yolunda referans olur.

Yorum ise bir yere kadar, kader gibi yaşamımıza hükmeder. Daha sonra beynimizi kullandığımızda ise, bunun değişen bir olgu olduğunu anlarız. Bu şekilde bağımlı ve önyargılı olmayız. Çünkü gerçekler öğrenmeyi, araştırmayı, sorgulamayı kabullendirir bize. Bu açıdan ne yorum, ne de ön yargılar gerçeklere hükmedemez. Ve onun karşısında, önemli bir konuma erişemez. Bu yüzden gerçek bireyi korkutmamalıdır. Bu yolla gelen acı zararsızdır.

Betimlemenin özüne dönersek...

Siyasal dramalarda görüdüklerimiz, hep tarihsel birer yanılsamadır.

Birilerinin toplumları, otomatik kontrol etmesinden kaynaklanmaktadır. Bunuda yaparken onların duygusal inceliklerini sıkı dokuyup, onlar üzerine yazılan yalan tiyatral oyunlar etkindir bu eylemlerde. Bunun bilincini işte objektivistlikle aşacaktır insanoğlu. Bunu yapabilirse, bu oyunları ne yaşar, ne de onlardan kaynaklı olarak yaşadığı acıları ve şiddeti tatmaz hayatında. Bu yüzden diyeceğim şu;

Değişim insanın fikirlerinde başlayıp kendisinde süreğen bir hal alır. Daha sonra bireysel özgürlüğünü elde eder ve özgün fikirleri ile gerçeği/gerçekleri bulur. Son kısmında ise kolletif bir yapıda etrafı ile toplumsal barışı, huzuru, anlayışı, şefkati, dayanışmayı sağlar...

Sadece objektif ve önyargısız düşünerek...

Küllerinden Doğan Toplum Yapısı

LiberterKedi

19 Mart 2009 Perşembe

Johnny Got His Gun(Dikkat İnsansın!)


Metallica' yı biliyor musunuz?

Eğer Metallica'yı biliyorsanız sanırım One parçasını bilmenizi sormam saçmalık olur. Bu yazı bu parçanın klibi üzerine. Başlayalım.

Metallica' nın One parçasını dinlediğinizde, eminim ki tüyleriniz diken diken olur. Sözler, enstürmanların ortaklaşa dile getirdiği o ağır ezgi, sizi beyin kabuğunuzdaki titreşimlerin oluşturduğu ağır hayallerde yolculuk ettirir.

Bu ne mi?

...şöyle diyim bu Savaş'a Hayır De! isteğidir.

Evet bu klip Savaş Karşıtı bir parçadır. Klibinde ise zamanının en iyi savaş karşıtı filmi olarak nitelendirebileceğimiz filmi olan Johnny Got His Gun filminden görüntüler almıştır. Ünlü Metal Müzik Grubu bu klipte filmden görüntüler göstermek için, filmin telif haklarını almıştır. Ve filmi izleyip daha sonra bu klibi izlediğimde içimdeki kaosu biraz olsun çözdüm. Filmi geçen gün bende arkadaşlarımla izledim. Kesinlikle dönemine göre süper bir film. İzlerken yaşamınıza bir yandan sarılırken, bir yandan da savaşlara karşı öfke ile dolacaksınız.

Hayat dediğimiz, içerisinde ikame ettiğimiz bu zaman bileşeni, aslında o kadar sığ ve sıkıntı verici oluyor ki , bu sizin bakış açınız ile alakalı.

Nasıl mı?

Savaşların mantıklı olduğunu savununanlar bu filmde ötenazisini isteyen bir gazinin yalvarışlarını izlediğinde hayatın ne kadar sıkıntı verici olayları bizim karşımıza getirebileceğini gösteriyor. Ayrıca film bir noktada, kimlik savaşı için vatan millet uğruna gidilen yolda, nasıl kimliksiz kalıp, sizin üzerinizde planların yapıldığı bir hayatı vurguluyor. Ayrıca sizi düşünmeyerek daha sonra sizi nasılda karantinaya alabilecek bir dünyanın olabileceği varlığını gösteriyor. Kelimesiz kaldığınızda birey olabilme hakkınızı bile elinizden alarak bir deneğe dönüşebileceğinizi irdeletiyor. Kısacası bu film insanlığınızı sorgulatıyor.

Ek: Filmi izledikten sonra, aynı adlı bir kitabının olduğunu öğrendim sanal alemden. Bu kitabı en kısa sürede edineceğim. Ama film yönüyle gerçekten döneminin en iyi savaş karşıtı film diyebilirim. filmin çevrimiçi görüntüleri YouTube ve Video.google mevcut. Ayrıca bi kaç film paylaşım sitesindede indirme linkleri var. Bu açıdan ulaşabilirseniz keyifli izlemeler...


27 Şubat 2009 Cuma

Kadının El Kitabı(-Absürd-)


İstanbullu kadınların, İstanbul' u kullanmaya dair bir kitabı olsaydı, içerisinde sanırım oldukça trajik paraflar yer alırdı. Tabi bunun kefaretini kısacası İstanbul üstlenmiş.

Acı bu.

Olması hayaledilen kitaptan alıntı: Eğer İstanbul' da çalışan bir kadınsanız, ayrıca işe giderken toplu taşıma araçları kullanıyorsanız işiniz bi hayli zordur. Belediyenin sorun olarak görmediği/göremediği ya da gördüğünde, ürettiği geçici taşıma/ulaşım sorunundan dolayı, sizler otobüste tacize, askıntılığa ya da her hangi bir ayının pençesine düştüğünüzde. Size öğütlenen şu olur:



Sokakta sarkıntılığa uğradıysan en iyisi bir an evvel unutup, hiç anmamaktır. Çünkü hadiseyi hatırlamak, sadece sinirlerini daha beter bozmaya yarar!


...bu gerçekten toplumsal bir sorun.

-Ek-

Fordçuluk: Argo' da kadınların, toplutaşıma alanlarında sıkıştırılma anlamında kullanılır genelde.

...benim fikrime göre ise; libidosu düşük hayvanlıktan evrilememiş herhangi bir bireyin karşısındakini rahatsız etmesidir. Bu son zamanlarda öyle bir almış ki insanlar yaparken ona kızan bir bayana karşı;

-Napayım bacım otobüs kalabalık,

-Beğenmiyorsan taksiyle gitseydiin,

- İftira etme bacım, ben namusluyam alimmallah

...gibi söylenler. Anlamadığım bir nokta da: Bu adamlara sizin bacınıza böyle yapılsa, nasıl karşılarsınız dediğinizde cevval kesilirler. Bu açıdan cinsiyet farklılığın zorluluğu cehalette we kişilik bozukluklarında bile bireye ağırlıklar getiriyor, bulunduğu konum itibari ile.

Not: İğrenç bir konu, ancak böyle bir resim tamamlardı bunu. Bu yüzden okuyanlardan özür diliyorum.

24 Şubat 2009 Salı

Bir Çin Hikayesi(Aziz Nesin)

Saygıyla üstadın "Memleketin Birinde" eserinden bir hikayeyi alıntılamak istedim. Edebi tavrın bu kadar ironik ve bu kadar ince kelime dokunuşları ile yansıtılması, süper bir zeka işi değilde nedir.

Merak ediyorum?

Yazarın ağzından: Bu kitapta toplanan masallar, Türkiye' de düşün özgürlüğü tarihi bakınundan ilginçtir. Bu yazılar, 1955 - 1957 arasında «Akbaba» dergisinde ve «Demokrat İzmir» gazetesinde yayımlandı. Çoğunu, zorlukla ve takma adlarla yayımladım. Okuduğunuz bu hikayedeki olay, ilk yazılış biçimiyle Türkiye' de geçiyordu. Ama birçok dergilerden geri çevrilince, bu hikayeyi uydurma bir Çin' li yazar adıyla, olay Çin' de geçiyormuş ve hikaye çeviriymiş gibi, dergide yayımladım. Aynı hikaye, birkaç ay sonra, başka bir dergide, çevrilmiş bir Çin hikayesi olarak çıktı.

-İroninin böylesi :)-




Öykü: Bir Çin Hikayesi(Aziz Nesin)

Kung-Su, Güney Çin Denizinde küçük bir balıkçı kasabasıdır. Şirin kasabanın hemen bütün halkı, balıkçılıkla geçinir...

Pung-Çiyang'ın balıkçı kahvesinde bir sabah, nerden, nasıl geldiği belli olmayan bir kedi yavrusu miyavlamaya başladı. İhtiyar Pung, sıska kedi yavrusunu iri avuçlarının arasına aldı. Küçük tekirin süt mavimsi gözlerine baktı,- Seni bana Allah gönderdi!.. diye söylendi. Sonra çırağına,

- Bu küçüğün adı, Çung-Ban... Buna iyi bak!.. dedi. Çung-Ban, küçük maskara, birkaç gün içinde gelişti, büyüdü.Yalnız Pung Amca'nın değil, bütün müşterilerin sevgilisi oldu. Çung-Ban'ın kötü bir huyu vardı, hırsızlık... Aşagı yukan her kedi hırsızdır. Ama Çung-Ban gibisi görülmemiştir. Daha altı aylık var yoktu, bütün komşular şikayete başladılar. Her sabah, daha gün ağarmadan vazifesine sadık bir memur gibi, işe çıkar, öğleye kadar bütün mahalleyi talan ederdi. Girmediği mutfak, kanştırmadığı teldolap yoktu. Ocakta kaynayan tencerenin kapağını açıp, içinden sıcak sıcak bir parça balıgı çalmadığı gün olmazdı. Çung-Ban'ı, bütün zararına, hırsızlığına rağmen herkes seviyordu. Çünkü, o kadar kurnazca hırsızlık yapıyordu ki, onun yüzünden zarara ugrayanlar bile, bu hırsızlıkları Çung'un muziplikleri diye karşılarlardı.

Bigün, Pung Amca'nın kahvesine bir müşteri geldi. Elindeki balık dolu kesekağıdını rafa koyduktan sonra, kağıt oyununa daldı. Neden sonra kahveden çıkarken elini raftaki kesekağıdına atınca, ağzı bir karış açık kaldı. Kesekağıdının hiçbir yeri bozulmamıştı, fakat içi balık yerine havayla doluydu. Yalnız, altından bir delik açılmıştı. Çung'un, bu kadar kalabalık müşteriden hiçbiri farkına vamadan, balıkları teker teker kesekağıdından boşaltması, herkesi şaşırtmıştı.

Çung'un hırsızlıktaki maharetinin bu kadar takdir edilmesinin önemli bir sebebi vardı. Kung-Su kasabasında hırsızlık etmeyen insanın on paralık itibarı yoktu. Çalmak ayıp değildi. Ayıp olan, çalarken yakalanmaktı. Hırsızlık sırasında yakalananlar, bütün kasabada beceremedikleri işi yüzlerine, gözlerine bulaştırdıkları için rezil olurlardı. O kadar ki, hırsızlık yapmayan erkeğe, karısını geçindiremez diye kız vermezlerdi. Kung-Su kasabasının sembolü haline gelen Çung, yıldan yıla efsanevi bir yaratık oldu. Ondört yaşına gelince, zavallı Çung'un gözlerine perde indi. Görmeyen gözleriyle de, bir zaman mesleğine devam etti. Bir insan gibi mutfak kapılarının mandalını açar, ocağın başındaki kadın, başını arkasına döndürünceye kadar, ızgaradaki balığı kapar kaçardı.Kocalarına akşam yemeği yetiştiremeyen geveze kadınlar, hırsız Çung'u bahane ederler,

- Ne yapayım? Balığı ocaktan Çung çaldı!.. derlerdi.

Bir sabah, Çung'un cesedini yüksek bir duvarın dibinde buldular. Çung, vazife başında ruhunu teslim etmişti. Bütün Kung-Su kasabası halkı, gözyaşı döktü, matem tuttu. Çung'a büyük bir cenaze töreni yapıldı. Çoluk çocuk, genç ihtiyar, mezarının başında toplandılar. Çung'un arkasından, kasabayı bir sessizlik aldı. Ama iki ay sonra bir mucize oldu. Zavallı Çung'un mezarı üstünde büyük bir bina yükseldi:

Vergi dairesi...

Kung-Su kasabası halkı, birbirlerine vergi dairesini gösterip,

- Çung'un ruhu hortladı!..

dediler.

Saygıyla anıyoruz...

15 Aralık 2008 Pazartesi

Zeitgeist: Addendum

Bu filmi izleyin sadece. Alman felsefesinde zamanın ruhu anlamına gelen zeitgeist oluşumu hızla yükseliyor ilk filmin tanıtımınıda yapmıştık: http://liberterkedi.blogspot.com/2008/08/zeitgeistzamann-ruhu.html bu linkten inceleyebilirsiniz. Bu parçada ise ekonomi üzerinden olayı açarak yeni dünya oluşumunu vurguluyorlar.





Filmden bi kaç anekdot:

Irkçı, cinsel veya dinsel şövenizm gibi eski yöntemler. Milliyetçilerin işine artık yaramıyor. Bugüne kadar öğrendiğimiz iyi mi kötü mü olduğumuz veya başarılı mı başarısız mı olduğumuzdu.

Bu gidişi istediğimiz anda değiştirebiliriz. Sadece seçim işi. İş yok, çalışmak yok, para kazanmak yok. Oyunu yanlış algıladığımın farkına vardım.

Oyun, aslında kim olduğunuzu bulmakmış.

6 Aralık 2008 Cumartesi

Cehaletin a'sı, b'si e c'si...

Dil bir ölçüdür; cehalet onu hafiflettiği gibi akıl da onu ağırlaştırır.

Hz.Ali



İnsan hayatında ne konuştuğunu bilmelidir.

Toplumumuzda bireyin kendini nasıl ifade ettiği çok önemlidir. Günümüzün toplumunda insanı saygın birisi olması yönünde, tanınmasını sağlayan onun konuşmasıdır ve kendini ifade etmesidir. Konuşması kendini ifade etmesi, olaylara yaklaşımı, hayatında edindiği filolojik gelişimi ile alakalıdır. Bu alakayı ise birey hayatında edimleri ile kazanır eğitim alanında kazandıkları, normal yaşamında öğrendikleri, okuduğu kitaplardan çıkarttığı payeler ile, bir noktadan sonra dilini ağırlaştırarak kendini özgürleştirmesi ile kazanır. İşte bu noktadan sonra birey artık aklının otoraksisi(Yönetim) altında kalır. Yani usunun yönetiminde hayatını idame ettirir. Bu anlayış ile zamanını ağır bir süreç içerisinde yürütür. Tıpkı Hz. Ali' ninde dediği gibi aklını kullanarak ama...

(...)

Dilbilimsel düzeyde, insanın yaşadığı coğrafyada insanın kendi diline uzaklaşması / yabancılaşması, onun zamanla bilgiye olan karşıt duruşu ile yakından alakalıdır. Bu karşıt duruş aslında temel olarak Aristokrasi ile alakalıdır.[Aristokrasi; iktidarın imtiyazlı ve genellikle soya bağlı bir toplum sınıfının elinde bulunduğu, siyasi hükümet şeklidir.Ekonomik, toplumsal ve siyasi gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihi yönetim biçimidir.]Genelde ideal bir tarz olarak görülen bu yönetim biçimi de, tıpkı diğer yönetim biçimleri gibi insanlığın ilerleyişine, özgürlüğüne gem urmuş, bireysel özgürlüklerin kısıtlanmasına, bağımsız bir şekilde bireyin kendini aşmasına engel olmuştur.

Cehaletin aslında en iyi besiciside olmuştur ideolojiler. Çünkü topluma bireysel düşünce paketleri vererek, onların kendi sistematiğinde, kendilerini tanımalarını engellemiştir. Bunun aşılmasındaki en iyi silah ise akıl e bilgi edinimleri ile elde edilmiş felsefik düşüncelerin anlatılmaya çalışıldığı dil eylemleridir. Dilinizin ağır eylemlerde bulunmasını istiyor e kazanımlarınızın uzun süreli olmasını istiyorsanız ÖZGÜR olmak zorundasınız. Özgür olabilmek içinde bu ağır dil eylemlerini gerçekleştirmekten korkmamalısınız. Korkmamak içinde aydınlanmalısınız.

Dostlar aydınlanmak içinde biraz hayatınızda cüretli ve fedakar olarak, aklınızı kullanmak zorundasınız. Tıpkı bir kitap gibi sessiz ama bir o kadar da dik duruşa sahip olarak...

(...)

Cehalet insanın bugünkü bulunduğu toplumunda pekte saygı ile bakılan bir unsur olamuştur. Argo ifadelerle ifade edecek olursak bunun a'sı kabalık, b'si küfür, c'si saygısızlıktır.

Cehaletin A'si "Kalabalık" ...kalabalık fikirlerin bu gün toplumda hakim / egemen olmasında ki en önemli edilgen eylem, kişilerin korkması ile birlikte, elini yollarına çıkan taşların altına koyma korkusudur. Hayatlarında yanlış gördüğü egemen fikirlere sessiz kalmasıdır. İşte bunların oluşturduğu kalabalık sadece cehaletten kaynaklıdır. En büyük cehalet yanlışa eylemsiz kalmak, bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın mantığı ile yaşamını idame ettirme mantığıdır...İşte bu yüzden tıpkı ustanın dediği gibi;

Çok insan kafaları olmadığı için kafayı bozmuyor. - Arthur Schopenhauer

...değil mi.

Cehaletin B' si Küfür... küfür, başarısız kişilerin karşısındakine egemen kılmak istediği ya da ona hakimlik kurma adına gerçekleştiği cahil bir eğilimdir. Libido eksenli bir bireyin ikinci kullandığı organ olan beynin gölgede kalmasıyla birlikte, karşısındakine hakim bir birey olma adına gerçekleştirdiği eylemlerde, dilini kullanarak argo'yu yani küfürü geliştirmiştir. İşte bu yüzdendir ki küfürün temelindede; bireyin cehaleti rol almaktadır...

Cehaletin C' si Saygısızlık...saygısızlık, akılda yer etmiş inatçı e dogmatik bir eylemin gerçek gibi görünmesi ile birlikte kişinin başkalarına karşı gösterdiği değişimden uzak kalabalık popüler fikirler e küfürlerden kaynaklı olan, asıl yaratıcısınında cehalet olduğu bir eylemdir. Bu eylemi gerçekleştiren birey aklını kullanmayan cahil insandır. KArşısındaki dinlemez ya da dinler gibi görünüp onu yıkmaya çalışan ön yargılı insandır. İşte bunlar konuştuğunda dil hafifler, kalabalık fikirler oluşup ne kadar yanlış olsalarda hakim kılındıkları için küfürlü bir yapı ile otoraksileri sayesinde bütün topluma egemen olurlar. Bunların temelden kalkmasınıda bireyin aklını kullanmaya tenezül etmesi ile engelleyeceğiz.


...bügünün toplumunda, yaşadığımız sorunların tek sebebi; bu sefalet dolu cahil yaşamlarımızdır. En güzel açıklama ise şudur:

Bugünün sorunları dünün çözümlerinden kaynaklanır. - Peter Senge

..bunun önüne geçmek için, toplumun içerisinde saygın bir yerde olabilmek için, bireysel özgürlüğünüzü elde edebilmek için tek kaçınmanız gereken cehalettir. Cehaletti yendiğinizde onu katlettiğinizde yaşamınıza ne kalabalık yanlış popüler fikirler hakim olabilecek ya da beyinin libido gölgesinde kalarak karanlık hakimliğinde kalmış cümlelerinde oluşmuş bir argo dili hakim olacaktır. Son olarak bunları yendiğinizde zaten saygısızlığıda bu iki ilk olguyu kaldırmanız ile yaşamına aklınızla ağırlaştırılmış bir eksende deam edeceksinizdir.

Sonuç olarak işte bu yüzdendir ki dilin hafifleşmesinin kaynağı olan cehaleti yenmek yine sizde bitecektir. Sizin elinize aldığınız silah ise yine aydınlanma yolunda kullanmaya cesaret ettiğiniz kendi aklınızdır. Aklın akil kılınması ile cehaletin A,B,C'leri yaşamınızda otorite kuramayacaklar unutmayın.

LiberterKedi


17 Kasım 2008 Pazartesi

Değişim Zamanının Ruhu

Değişim....

Değişim değişmeyen tek şeydir. - Arthur Schopenhauer

Yaşayan hiç bir olgunun ekseninde, sonsuzluk mevcut değildir.

...koşullar.

...hayat o kadar dinamiktir ki bugün yaşadıklarınız, izledikleriniz, doğru kabul ettiklerimiz vb. gibi metalar; hayatımızda, gündelik yaşamımızda, yaşadıklarımızın sırağan bir zincire dökülmüş halidir.

Değişim bu olgular için kaçınılmazdır.

(...)

Dürüst bir doğrultuda ilerleyen veya değişen fikirler, her zaman kabul edilir olmalıdır. Sizin üzülmenize sebep olsa da, onları dışlamayınız. Kendi tecrübeleriniz ve başkalarının tecrübeleri ile ispatlamış olduğu gerçekleri....

-içerisinde yalan, hainlik, hırsızlık, sahtecilik barındırmadığı sürece kabul eder ve;

evrenseldir.

Er geç bütün insanlara ulaşacaktır, bu popüler olmayan yargılar. Tıpkı F.W.Nizetzsche, Franz Kafka' nın sonraları anlaşılması ve kitlelere yayılması gibi.

Geç olsa da sizindir o.


Tıpkı William Shakespeare' in dediği gibi: Gerçek, kulübesinde hapsedilen sadık bir köpektir. Ve değişime ayak uyduracaktır. Formlar, benlik/ruh değildir; algılama benlik değildir, kavrayışlar benlik değildir, mental oluşumlar ve hisler de "ben" değildir, hiçbiri "ben"/"ruh" değildir, bunların hepsi değişime tabiidir ve kalıcı değildir. -Gautama Buddha-

...kalıcı tek olgu ise insan degişmedikçe: İnsan her zaman içerisinde katletmesi gereken, bir canavarı dünya' ya salacaktır. Hergün canavarın onu ve ekolojisini tüketmesi için.

31 Ekim 2008 Cuma

Cehennemin Kuzinesindeki Su

...bana denizin saçlarını yol getir dediler, ama avuçlarımda çoraklaşmış çöl vardı.




Zaman zincirin tüm halkalarını tamamlar. Tattıklarımızın vücudumuzda oluşturduğu endorfin kısa sürelidir.
...bildim mi?

-ne yazık ki doğru.

...zaman herşeyi eksik bıraktı bizde. Sessiz sakin ama bir o kadar da yıpratıcı vuruşlarıyla, bizi soluksuz eksilterek hergünün sonunda öldürdü, her gecenenin son deminde diriltti şafak ile birlikte. İşte bu yüzden umutlu yaşam her zaman başarılı değildir. Her ne kadar mutluluk mevcutsa da yaşamda, hüzünde adana kebabın acısı misalidir yaşamımız.


...güneşliği kaldır, süzülmek üzere şahlanmış güneş, toynaklarını camında çarptırıyor. Korkunun olduğu her karanlığın ardın da yeni bir aydınlık doğsa da. Yüzleşmedikçe sanrıların hakimiyeti ile yok olacaksın unutma!

Doğarken her öyküsü belli olan gibi bir senaryo içerisinde yaıyorsan dinle:

İnsan varolduğunu bilmeyen tek canlıdır.

Cehennemin kuzinesinde ki su damlası ile gelen insan, her günün getirdiği, inandıklarında gizli, yaşadıklarında örneklendirilmiştir. Gözlerini aç yeter....

30 Eylül 2008 Salı

Agamemnon


Agamemnon Yunan Mythos' unda tektir, eşsiz bir tiptir. Yalnız İlyada' da değil, efsaneler boyunca onun simgelediği kavramı onun kadar etkin ve belirgin ni­teliklerle canlandıran başka bir kişi yoktur.

Agamemnon kraldır, krallar kralıdır, her biri bir bölgenin yönetimini elinde tutan birçok derebeylerinin başında, onları ordularıyla bir­likte yöneten başkomutandır. Buyruğuna tek sınır, bölgesel kralların toplantısında çizilir, bu kurultay da da başlıca kural danışmadır. Yunan Mythos' u tanrılar tanrısı Zeus' un üs­tünde, ondan üstün bir güç bulunduğunu gös­terdiği gibi, krallar kralı Agamemnon' un kişi­liğinde de krallığın hem erdemlerini, hem de eksik ve zayıf yönlerini önümüze serer.

Bu bakımdan destana olduğu kadar, tragedyaya da esin konusu olmuştur Agamemnon. İlyada' nın üçüncü bölümünde Helene surla­rın üstüne dizilmiş, savaş alanına bakan Troyalı ihtiyarlara en başta eski eniştesi Agamemnon' u "Hem iyi bir kral, hem güçlü bir savaşçı" olarak tanıtır.

Agamemnon' un kral­lık yetkisi Zeus' tan gelmiştir. Homeros onun asasının, kral değneğinin tarihçesini çizerken, soyunu Pelops' a kadar götü­rür, başka bir efsane koluna göre Agamemnon'un ilk atası Tantalos' tu. İlyada' da Pelops oğullarının kan davasından söz edilmez, krallık normal yoldan Pelops' tan Atreus' a, Atreus' tan Thyestes' e ve ondan Agamemnon' a aktarılır.

Atreus ile Thyestes arasındaki kardeş düşmanlığı ve onun sonucunda işlenen korkunç suçlar daha çok tragedyaya konu olmuştur Atreus. Ama destan Agamemnon' u bir krala özgü bütün nitelikle­riyle canlandırır. Bu kral portresi üstünde durmaya değer. İlyada' nın konusu, Agamemnori ile Akhilleııs arasındaki kavga Agamemnon yüzünden kopar. Ve bu kavgada krallar kralının tutu­mu, karakteri ve kişiliği bütün açıklığıyla ortaya serilir. Agamemnon kraldır ve her kral gidi kendi çıkarını, istek ve buyruklarını emrindeki insanlannkinden üstün görmekte ve bu İnanışa göre davranmaktadır. Tutsağı Khrysels' i geri vermek istememesi, vermek zorun­da kalınca Akhilleus' unkini almakta hiçbir sa­kınca görmemesi kavganın asıl nedenidir. Bu olayda karşısına çıkan kim olursa olsun pay­lar, tersler, hiçe sayar.

Kalktı hırsla gücü yaygın Agamemnon, yiğit Atreus oğlu, kapkara bir öfkeyle doluydu yüreği, yanıyordu iki gözü yalım yalım...Apollon' un Akha' lara gönderdiği salgının nedenini bilen Kalkhas, bu öfke karşısında çekinir gerçeği söylemeye yeltendiğinde: Kızdıracağım biliyorum Akha' ların saydığı adamı, o adamın bütün Argos' lulara her yerde sözü geçer. Kral azgın olur kızınca ayak takımından birine, bir zaman öfkesini yenerse de, unutamaz kinini, dışarı vurana dek taşır yüreğinde onu. Ama Agamemnon ne Kalkhas' ı dinler, ne de onun sözlerine uyulmasını salık veren Akhilleus' u, bildiğini yapar. Bu davranışı tepki uyandırır. Tepkinin, yalnız kavgaya tutuştuğu Akhilleus' tan gelmemesi, ordunun alt tabakasını simgeleyen bir askerin de kralı en ağır sözlerle kınaması dikkati çeker. Halkın yöne­ticisini eleştirmesi dünya yazınında ilk kez gö­rülmektedir burada. Bu eleştiri Akhilleus'un ağzından şöyle dile gelir.

"Ey doymak bilmek adam... Seni gidi edep­siz, çıkarma düşkün yürek... Seni şarap fıçısı,seni it gözlü, seni geyik yürekli... Halkını kemiren bir kralsın sen"

Ama yiğidin sözlerinden daha da şaşırtıcıdır Thersites' in, halktan bir adamın kralı kına­ması gibi. Bu eleştiri yalnız kralı degil, feodal Akha düzeninin tümünü kapsamakta­dır. Gene mi bir fisteğin var, Atreus oğlu, Barakaların tunçla, kadınla dolu. Bir şehri alır almaz biz Akhalaronları sana verdiydik ilk peşin. Bir de altın mı istiyor canın şimdi? Tutup getirelim Troya' ya Mardan birini, gelsin babası kurtulmalık versin sana, altınla versin sana, öyle mi? Taze bir kadın mı istiyorsun yoksa, düşüp kalkmaya, bütün gözlerden uzakta, kapatmaya kendine? Başbuğsun, yakışık almaz Akha oğullarını yıkıma sürüklemen. Size diyorum Akha oğulları, hey, Akha oğulları denmez size artık, Akha kadınları demeli, sizi aşağılık herifler sizi, hadi yurda dönelim gemilerimizle, tek başına bırakalım Troya' da onu, otursun onur payının üstüne. Yardım etmeyelim de görsün sonunu.

Saygısızlık etti Akhllleus' a, en üstün yiğidimize, aldı onur payını, yoksun bıraktı onu. Akhilleus' un içinde büyük bir kin yok gene de; hem gevşek davranmasaydı sana, Atreus oğlu, bu senin son küfrün olurdu ona. Bu sorunu Akha ordusunun nasıl çözümle­diği de ilginçtir. Athena' nın verdiği esinle...

Odysseus sıraları dolaşıp şöyle yatıştırır herkesi.

..bilemezsin Atreus oğlunun niyeti ne?

Akha oğullarını yokluyor şimdi o, ama ezecek yakında başlarını...Öfkelenip de Akha'l ara yıkım getirmesin sakın, Zeus' un beslediği kralların amansızdır öfkesi...daha güçlüdür onlar senden. Sense savaştan anlamaz korkağın birisin. Ne kurultayda geçer sözün, ne savaşta geçer. Hem biz burada hepimiz kral değiliz ki. Her taraftan bir ses çıkarsa iyi olmaz, bir tek baş olmalı, bir tek kral. Kurnaz Kronis oğlu şu değnekle bütün yetkileri size krallık etsin diye verdi Agamemnon' la

....Agamemnon gene de bir zorba olarak gös­terilmez ilyada' da, aslında talihsiz bir adamdır: Akhilleus' u kırdığına bin pişman olur, ba­rışmak için ödün vermeye razıdır. Yiğidin olumsuz tepkisiyle karşılaştıktan sonra, bir daha aynı uysallığı gösterir ve özür dileyerek barışır (İl. XIX, 85 vd.). Her davranışında sanki bir sakarlık vardır Agamemnon' un: Aulis' te avlanırken Artemis' i kızdırması, bu yüzden kızı İphigeneia' yı kurban etmek zorunda kalışı bu kralın hatalarını ne kadar pahalıya ödediğini gösterir. Karısının ve onun âşığı olan kendi amca oglunun elinden öldürülmesi bile aynı yarı komik, yarı trajik kaderin belirtisidir. İlyada onun kahramanlıkları ve öldürdüğü Troyalı yiğitlerin adıyla doludur, ama Aga­memnon burada da tam başarılı değildir, ne savaşta bir Akhilleus ya da bir Aias olabilir, ne de kurultayda bir Nestor ya da Odysseus gibi üstün bir akıl gösterebilir. Onun kişiliğin­de Homeros ve yolunu izleyen bütün ozanlar krallık kurumunun kusur ve eksikliklerini ortaya sermek istemişlerdir sanki.

Kaynak: Mitoloji Sözlüğü

25 Eylül 2008 Perşembe

Aktivist Dadaist Eylemce(Yıkım)

Yok etme tutkusu, aynı zamanda yaratıcı bir tutkudur.
(Bakunin)


Kardan adamların bulundukları sistemde, güneşin yitirilmesi ile, insanların ortamlarına tecavüz etmesi....

Nasıl bişey yahu. Böyle saçma bişey mi olur efenim...

Olur efendim olur. Şöyle olur.

Perde aralanır ve mevsimsiz bir ortamda yüzyıllardır gerçekleşen bir trajedinin ilk sahnelerinin dialoglarını görürüz yaşamımızda. Sürekli bu diyologlarda bir taraf olduğumuzu düşünsekte daha sonraları aslında bir monologta sadece bir biblo olduğumuzun gerçekliğini ispatlarız yaşadıklarımızla. Fakat hala bunun farkına varamamızın sebebi ise, bizlerin uyuşturulmasından ötürü gelir.

-Düşünün insan doğaya tekmelendiğinde yalnız başınaydı.

İlkel çağ dediğimiz bu dönemde, deneme yanılma yoluyla kendi yaşamını idame ettirirdi. birey Bu bireyin bireysel özgürlüklerinden vazgeçip, toplumsal özgürlükleri umursamaz hale gelmesi ise git gide toplumsal kalabalıklığın gerçekleşmesi ile doğmaya başladı. Genele yayılan bu bencilliği ile hümanite; açgözlülüğünün getirdiği bir genel davranışının doğmasına sebep olmuştur.

Bu davranış daha da fazla isteme ve herkesin birey olamayacağı safsatısını savunması ile ortaya çıkmıştır. Böylelikle sınıfsal ayırımlar ortaya çıkıp, bireysel özgürlükler imkansız bir olguymuş gibi yansıtılmıştır. Bunun bu gidişata yol almasına sebep ise, bizim tahakküm etme yetimiz ile başımıza getirdiğimiz "KARDANADAMLARIN" latent kişiliklerinden ötürü gelir. Bunlar toplum üzerinde gidip geldikçe, menilerini bireylerin damarlarına enjekte etmişler. Halüsünojik bir etkiye sahip bu hareketin farkına varamayan insanlık, bu yüzden yüzyıllardır bir trajedinin piyonu olmuş.

Bu oyunda aslında herşey insandır...

(....)

...bir trajedinin senaryosunu yazarken yazarı da biziz, süflorü de biziz. Fakat bunun unutulmasına ve farkına varılamamasına kaynaklık eden olgu ise, bizlerin makam ve yerlerimize duyduğumuz bu tahakküm aşkı ile gerçeklenir. Ellerimiz ile tasarımlarını gerçekleştirdiğimiz bu yapıları yıkmak bizlerin elindedir. Değişmeyen tek şey, ön yargılarımızın yıkılamayacağı kansıdır. Tek gerçek ise insanın düşünmekten, çalışmaktan, uğraşmaktan, acı çekmekten korktuğu ve mücadele etmekten kaçındığı gerçeğidir. Gorgias' ın inkarlarını ele alan ve onları kullanarak gerçeklere gitmeyenler, toplumda şüpheyi, sosyolojik olarak olması gereken, yaşanım gereksinimi haline getirmiştir. Bu olguların üzerinde yükseldiği sanrılar, zamanla kendini tüketmektedir.

Tüketecektir....

(...)

Tükenme nasıl gelecektir...

...tükenme günümüzde yaşanmaktadır. Sadece bir ölüyü hortlatmaya çalışanların ellerindeki maddiyatla gerçekleştirdiği son eylemler, günümüzde son demlerinin hükmünü sürmektedir. Yıkım geldiğinde doğacak olan kaotik ortam, herşeyin daha sağlam bir ölçü de gerçekleşmesini sağlayacaktır. Bunu yaparken besleneceği etmenler ise düşünme, yaratma, eşitlik, karşılıklı antlaşmalar, çalışma, çabalama, uğraşısı ile mücadele unsurlarıdır.

Yanılgıya yer vermeme adına, bu olgular üzerinde yaşamın yol almasına sebep olacak olan bu etmenler; toplumun kaygan unsurları olmayacaktır. Toplumun üzerinde ilerlemesine kaynak teşkil edecek gereçler olacaktır.

(...)

Yıkım nasıl gelecek yahu...

...sanatta, edebiyatta dadaist eylemlerle gerçekleşeceğini size söyleyebilirim.

Nasıl mı?

Mesela sürrealist tasarımların, çizgi dünyasına yansıması gibi. Ya da üretilenlerin yapı bozumunu kullanarak değiştireceğimiz yapıları ile, yeniden elde edilen bilgi nesnelerinin kazandığı yeni formlarının, toplumun ihtiyaclarına göre tasarımlanıp ortaya sunulması gibi... Bu sayede üretimsizliklerini sanatın karnına sokan, onun bakirliğini elinden almaya çalışan tecavüzcülerde; kendi kendilerini asimile edeceklerdir. Bu gelen yıkım işte bizim birer buz kütlesi olan, bu seçim süreci içerisinde kendi yarattığımız tahakküm düşkünü kardan adamların da eriyip yitikleşmesine sebep olacaktır.

Bu yüzden şunu unutmayınız ki: Kardan adamların birer güç aşıklığının simgesidir.

Gözlerine konulan kömür parçalarının karası ise: Dünya’da acımanın gereksiz olduğunu, herşeyi yalanla dolanla, yönetmenin gerekliliğini gerçekmiş gibi algılanıp, eşitlikçi karşıtı, hiyerarşi düşkünü bireylerin sahip olduğu erimeye mahkum geçici yargılardır.

Herşey eriyip buharlaşıp, yeniden düzenlenebilir. Bunu gerçekleştirecek olan yine bizleriz. Dadaist eylemce buna bir örnektir.

Anarşizan Bir Tavır!


İnsanlığın “ilkel dönem” diye adlandırılan döneminde, kişi sorununu kendi çözerdi, ve mücadelesi sadece kendine karşıydı. Merakı peşinden bilmediğini öğrenme arzusunu güdüyordu bu dönemde!

Ve zaman ilerledi “uygarlık“ile birlikte “toplumsal sözleşmeler” yapıldı ve ardından "Ceza" çıktı. Ceza verme görevini ise seçtiklerimiz üstlendi! Ve bunlara bağlı olarak ceza uygulayıcılarını, bizi yontmak için, başımıza yerleştirdik. Peki, cezacıların bizleri yönetenlerin, koydukları her kuralı ezen ve ardından verilen her "Ceza" olay mağdurunun hasarını onarıyormuydu?

...intikam isteğini dindiriyormuydu, barışa imkân veriyormu?

Ya da verilen "cezalar" tecavüz edilen kadınlardaki yarayı sarabiliyormuydu?

Tabiki “Hayır

İmkansızın kıyısında öfkeli ve eğri bir hayat yaşamayı seçmiş olan biz toplum düşmanları, hayatlarına isyan eden “Beyaz Zenciler” bizleriz.

Neden kurallar ile sınırlandırılmaya mahkum edilmek zorunda bırakılıyorduk acaba?

...düşünemiyorlar mıydı cezacılar. Verdikleri cezalar ile günümüzde bıraktıkları dünya yaşanabilinir bir dünya mıydı!

Dünyada şimdi süre giden;

Yalnızlık, yabancılaşma, şiddet, pornografi, tüketim ve şöhret açlığı içerisinde sürünen insanoğlu. Ne kadar da acınacak halde. Ama farkında değil bu bedbah durumun!

Kirlenmiş ve hiçbir şeyin dolduramadığı bir boşluk olan televizyondan kazanılmış kişilikleri ile daha ne kadar bu monoton yaşamınızda bir gösteri kızı gibi havalanıp, insanları hor görecek.

Buna boyun eğip kabullenenler. Sizi perde arkasından acı bir tebessüm ile izleyenleri ne kadar daha görmezden geleceksiniz. Kapitalist dünyanın karakterleri, kişilik pazarlayıcıları ne zamana kadar pazalıyacaksınız kendinizi.

Ürkütücü tüketim, popülerlik çılgınlığına ilişkin karanlık bir taşlama size göre bu yazı belkide!

Ama çırpınmayın daha fazla gerçekliğin içerisinde boğulacaksınız. Medya, şöhret ve popüler kültüre yönelik eğilimleriniz ile yarattığınız sahte cennetinize, girmeyenler olduğunu görünce, elinize aldığınız abaların altından salladığınız sopa darbeleri ile unutmayın ki bize ulaşamazsınız.!

Ulaşsa da yıkamazsınız, yıksanızda ezemezsiniz, ezsenizde toprağa karışıp bir çınarın bünyesine asırlarca sürer gideriz bizler. Tıpkı Fransa’ daki toplumsal hareketlerden, Filistin’ deki özgürlük mücadelesine, Amerika’ daki Kara Panterler Hareketine, Türkiye’ deki verilmiş anti-emperyal mücadele gibi çok sayıda mücadeleyi ne kadar görmezden gelsenizde, biz tarihin her anında ve her böyle mücadelesi içerisinde, sizin kurallarınıza karşı anarşizan bir tavırla karşı duracağız sizlere !

9 Eylül 2008 Salı

İnsanlığa Dair(Yeryüzü Ayetleri)


Ayın sarayında yaşayan
şişman adamın,
daha da
şişinme
mesin
-e bağlı
ol
ara
k
.
.

Tahakkümü içeriden yıkmak...
-6-

Güç ilişkilerinizi toplumun geneline egemen kılıp, herkesin eşit olması için tahakkümü kabul edin. Sözleşmelerinizi bu yönde gerçekleştirerek özgürlüğü getirin. Aksi taktirde bireyci güç egemenliklerinin sonuna, kibrit suyu dökülüp yakılacaktır tarafımızdan.

Şenlikli bir toplumun kuruluşunda, en önemli unsurlar; kültür&sanat, düşünce ve tefekkür, inandığının toplumun yararına gerçekleştirme uğraşısı içerisinde, bunların gerçekleşmesinin imkansızlaştırılması...statik bir hal almasına karşı olarak, savaşmayı size olağan gösteriyoruz.

Toplumda egemen kılınması gereken olgular açgözlülük, çıkar, rant sağlama, aldırış etmeme, özel yaşamın dejeneresi, bireysel özgürlüklerin kısıtlanarak toplumsal gelişmenin önüne engel konulması gerçekleşse de. Unutmayın ki yaşam devinimsel bir mekanizmadır. Okumak, araştırmak, düşünmek, irdelemek, fütürist bir yaklaşımla, mantıklı bir kaç adımla hayatlarınızı bu bedbah durumdan sıyırabilirisiniz...Bunu gerçekleştirdiğiniz takdirde:

Otoriter/totaliter/hükümcü toplumsal tasavvurlar reddedilerek; "zor"a değil, kendini sürekli sorgulayan, yeni bir "etik" anlayışına dayanan "gönüllü birliktelikler" savunulacaktır. Tahakküm bu yolla, kılıfındaki anlamından(sıradanlaşmış, güç tutkunu hazzından) sıyrılacaktır. Ve hayatın tinsel doyumundaki eksikliklerinide gidererek, rasyonalist manifestosunu duyuracaktır evrensel bir eksende...

Yeryüzü Ayetleri - Parşömen 2 (Paraf 2) -

LiberterKedi

6 Eylül 2008 Cumartesi

Arafta Kalmış Ölü

Arafta kalmış ölü..
ses bir
yana

geç

.
.

.



"Satırlar arasında öldürmek istediğim
çok sefer oldu yaşamımda
kendimi.
"

Hayatımda neden bu kadar kendimi gizledim / saklayarak herşeyimi, yoluma devam ettim, bilmiyorum. Hep özlem vardı, ama özlem kimindi, kim buna layıktı bu tartışmalıydı. Bunun kaosu hep beni fırtınalara itti. Sandalım defalarca alabora oldu. Bencildim, hep kendim vardım bu anlarda, tek başıma, kimsesizce.

Kimseyi bilerek götürmedim, götüremedim. Denizlerin üzerinden süzülen dalgalar, kayığımı tutsa da, beni içlerine çekmeye çalışsada, posseidon mızrağı ile hep kustu beni kıyıya. Acı çeksemde hep, ebedi bir son dalış için bi gün posseidonu yeneceğim. Elindeki mızrağını kalbime saplayıp, içimdeki bu dipsiz kuyuyu akıtacağım içine denizin.

...elimden bıraktığım o kadar sayfa var ki. Nerelere dağılmışta, haberim yokmuş. Bu anlarımı dile getirdikçe farkına varıyorum. Ölümün bu kadar istenmesi bir akıl hastası için bile anormal bir durumken, nereden doğuyor böyle anlamıyorum. Toparlayamamak, boşlukları dolduramamak, yardıma açık, yardım etmeye kapalı bu testileri ne ile doldurcaz. Tam bir kaos!

Monologlarımın karmaşıklığı bazen dışardan tuz gibi katı, limon gibi ekşimsi bir tat ile, kekremsi bir hal almış gidiyor. Beni mahoş bir havaya soksada ben artık yitirilmiş bir gökyüzünde, yerinden kaydırılması için zamanını bekleyen sönmüş bir yıldızım. Hiç bir zaman bitiremeyeceğim gizlerimde, isli bir sesizlikle, gözyaşalrımda yanmaya, dilimde ölmeye hazır bir diyoloğa hazırlanıyorum tanrı ile.

Yokum artık bitiremediğim safsataların öbeklerinde...

Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı(Paraf 3)

LiberterKedi

2 Eylül 2008 Salı

Absürd Rüya

Absürtleşmiş bir rüya bu.
Uğurlu mu, uğursuz mu
belli bile değil ki.
Uyanmak için
kaç kere azrail
yoklamalı,
kaç gece
besmele
çekip yatmalı.
Yoksa düş pişiminde
bir diş çekimi mi
bilmi
yor
um
.
.
.

Rüya...

Yıldızların arkasına savrulmuş, gökyüzünde bir o yana bir bu yana kayan güneşim nerdesin?

...adresi belli olmayan sokaklarda gölgen olmuş arıyorum seni usul usul. Taşların üzerinde süzülen ince bir sızı bu ayrılık vakitleri. Sur diplerinde tüttürülen cigaralar bile unutturamaz seni. Çünkü yağmur olmuş tenime kazınmış gözlerin. Belki de beklemenin verdiği bu dayanılmaz acı bende öbek öbek işlenmiş olan sevigini tanımlandırıyor bana, bilmediğim halet-i ruhiyeni imgeliyor yokluğunda ne dersin?

Perde aralığından sabahın ilk ışıkları ile içime akarsın, tıpkı geceleri perdenin aralığından ay ile aktığın gibi.

Battaniyeme dolarım her sabah ve her gece senin düş imlerini. Bir daha penceremden akıp gitmemen için. Uyuşuk ellerimi yastığımda gezdirir, kollarımı kenetlerim üzerinde. Ve öpücükler koklatırım hayallerine, imgeler vururum tanımlayamadığım bedenine, ardına kalbimi savurarak sürüklenirim peşin sıra. Tıpkı eski düğün arabaları arkasına takılan tenekeler gibi...

Teneke...

Teneke yüreğim
eline geldiğinde,
hayallerinde naylonlaşmış
umutlarım vardı
söz öbeklerimde.

Yüreğimin kenarına
dökülen mum damlaları,
gözlerimin ardındaki
özlemi kaplayamaz
unutma.

Ben seni benim
tanımlayamadığım
gizlerimde saklıyorum.
Ben seni dilimin
içerisinde söz
köklerinde kokluyorum.
Ben sadece senin
benimle olduğun vakitleri
özlü
yor
u
m
.
.
.

Uyanacak mıyım bu absürd rüyadan sence!

LiberterKedi

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Dil(en)ci bağışını ruhuna ister....

Dil(en)ci bağışını ruhuna ister....

Kenarları oyalı hayaller pislenmesin diye, sürekli küplerinde saklanır.

Hiç(e inat, boşa gitmesin diye kalbinin berisinde, dudaklarında şahlanan sarhoş türküsüdür bu aşk:

-İnatla bağır ve sesin kısılıncaya kadar devam et, ki sesin kesildiğinde anlasın senin ne söylemlediğini.

Bir oyalı ruh bu işte dil sökümü, söz edimleri. Boşluğa sallanan sensizlik küfürleri arasından, koşup topla etrafına yayılanları, sarıp sarmala onları, kopar gökyüzünden saçlarına doğru çek, yakıp üzerlerine su serp ki etrafına savrulmasın yüreğindeki ben(im)ler...

...ardıllı bir gece, şarap gibi dudaklarında dilimin tatlanması, kiraz tatlısı, çilek ekşisi mayhoşluğum ardından. Dil(im)siz, iç içe geçmiş bedenlerimizin üzerinde akan terlerimi, çarşafları ıslatması ile; gelen hemoglobinler üzerlerinde katılaşınca-beliren acı- nasılda umutların kan soluyan bir nefese dönüşmesi ile acıtır seni değil mi?

..ruha bağışlanan acının nefs ile kirletemediği o ten.

Biliyormusun acının karada yüzen guruh üzerinde nasıl bir baskı oluşturduğunu.

Kayıp bir bedenin ardına düşen düşler ile yitip giden aşk-mıdır ki. Bunu tokatlayarak sev(iş)elim diyorsun birden bire?

Eğer birden gidersen yüreğimden sana edeceğim bedduam ise:

Yüreğimdeki ateşimde
kavrul,
gözlerimde
hapsol,
göz yaşlarımda
boğul,
saçlarıma dolanarak
kaybol....
Sadece bil beni,
bil dil(inde)n kopan
bensizlikler yok
eder beni
sen
siz
ce...

...ölç direncimi hayalsiz ne kadar yaşayabiliyorum, tut yüreğimi ve nüfuz ettir dil(im)lenmiş ruhunada gör beni. Ve unutma sen göz yaşlarımın altında kararan gümüşüm, yüreğimde hep parlayacaksın mesafen artsa da.

Son olarak kulağında titreyen ben olmazsam, yüreğine eğil ve dinle beni:

Göz yaşımda gizli, biçimsiz çevremi derlerken, iplerimi aya bağlarım, ilmeği boynuma geçirir atlarım geceleyin rüyalarıma, sadece seninle olabilmek için


biliyormusun...

Sonu bitmemiş senfonin sonlanmamış perdesi üzerindeki toz...

LiberterKedi


25 Ağustos 2008 Pazartesi

Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı - Paraf 1


Soluk bendenlerin, renksiz vücudları üzerine giydirdiğiniz kokuşmuş et kılıfları altında ki dünyanın, üzerinde kimse yaşamıyor!

Sizler neye dairsiniz yaşamda...

Aklınızda, zihin raflarınızda biriktirdiklerinizi döktüğünüz ucuz siyaset meydanında, seyisi olduklarınızı yeterince sömürmediniz mi?

Yeter?

...eliniz ile ovuşturduğunuz için üzerinize fışkıran meni sizden dahi olsa, üzerinize yapıştırır post-it gibi cünüplüğü. Ve sizler yok olmaya yüz tutmuş asırlık dedikoducu zihniyetiniz ile, yönetemediğiniz yaşamlarınızı soluklaştırmış, soğuk bir yayla gibi olan bedenlerinizi içerisinde ikame ettirmişsiniz. (Yaşamıyorsunuz Zevzekler...)

Renksiz düşüncelerinizin mürekkep sayfalarına zorla sahip olması ile kokuşan bir bünyenin, el altındaki bastonu olmuşsunuz bu kokuşmuş güdüleriniz ile.

Bitmemiş safsatalar sarımsağısınız siz...

...kaybolmuş cenneti arayanların tek ümidi olarak, düşünce kenelerisiniz siz..

- Kaybolmuş cenneti arayanlar:

-Ayın altına bakın bulmak için, güneşin dibini karıştırın biraz. ayaklarınızı kaldırdığınızda anlayacaksınız cennetin nerede olduğunuz....

(Bitmemiş Sasatalar Sarımsağı - Paraf 1[Devam Edecek])

LiberterKedi

22 Ağustos 2008 Cuma

Düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...

Sen olamayacağını sandıkça olacaklar üzerine...

Geçmişte kim olduğunu bilmek istiyorsan, şu an kim olduğuna bak. Kim olacağını bilmek istiyorsan, ne yaptığına bak.

-Gautama Buddha-

Çocukluk...

Bu dönemde daha birey bile değilsinizdir. Özgürlüğünüz aileniz tarafından belirlenir. Size genel bir ahlak çerçevesi belirler. Ve bunun üzerinde temellendirdikleri ile sizleri yönlendirilmiş vektörler gibi, hayatın içersine sürerler. Bu doğrultuda, istemedikleri bir hal aldıysanız, sizin yönünüzü kendinizin belirlemesini engeller, ve sizler başarısızlığa merhaba demiş olursunuz. İşte bu dikjtatörce görnümünde olmayan sevgi dolu yanlış bir alışkanlıktır. Bu olgu antropolojinin en eski davranış edimidir. Kendinin hayatını yönlendiremeyen bir çocuk bu davranışlar yüzünden; ya şizoid, ya obsesif kompulsif, ya şizofren ya da nevrotik oluyor. Bunlar tabulaşmış görüşlerdir...


Ergenlik ve birey olma...


Birey olabilmek; gözlemlerle, eylemlerin doğurduğu sorunsal sarmalı ile, belirgin bir kaç kişilik adımından sonra. Yolumuzun keskin çizgilerle oluşmasına sebebiyet verir. Özgürleşebilmek ya ruh sökümlerimizin ardından gelir ya da düşünerek mümkün kılınır.

Mücadele, isyan, düşünme, irdeleme gibi vb. olguları bu hayat edimlerimize bağlı olarak gerçekleştirdiğimiz eylemler sonrasında elde ederiz. Bunlar zor gibi görünen, içleri boşaltılmış yapısal hareketler gibi görünselerde, en doğru hareketlenmelerdir. Bireysel özgürlükler düşüncede başlayıp dilimizde zamanla ilerler. Bu yüzden kendimizi ergenlik dönemi olarak adlandırılan bu gelişim evresinde iyi tasarlamalıyız. Sonrasında düşündüklerimizi isyan gibi görünse de sonuna kadar mücadele ederek savunmalı ve yaptıklarımızı mantık çerçevesinde irdeleyerek bir forma sokmalıyız.

- Ama unutmayın bu form katı kurallara sahip olursa, çözülemez yanlışların gerçeklerin yerlerini almasına sebebiyet veririz...

Nitekim günümüzdede yanlışlar, yalanlar gerçeklerin yerini almışlardır. Fikirlerinde özgür olamayan bir insan hiç bir özgün mental tasarıma imza atamaz. Özgün olmayan bir görüşün beli daima bir başka özgün olmayan kişinin edimlerinin değişik bir form almasıdır. Ama bu form her zaman şematik olarak hiç değişmez! Hep aynı öngürüde ilerlemeye başlar. Başlangıçları farklı olsada, izlenilen yol hiç değişmediğinden gideceğiniz yer bellidir.

Özgün ve Özgür olamamaktır...

Ölüm ve Herşeyin rayına oturduğu an...

Ne denir ki özgür olamayan için en doğru olgu ölümdür. Unutlacaktır üç beş gün/ay/yıl sonra. Fakat özgürleşmiş kişiler için ne kadar toplumda yerilmiş kişiler, hasta ruhlu bireyler, ruhsal sorunlara sahip insanlar olsalarda kimilerine göre. Bu insanlar ÖZGÜRLÜKLERİNİN ARDINDAN GİTMİŞLERDİR KORKUSUZCA.

Bu özgürlüklerin savunucusu olmayı belirleyen koşullar maddi varlık değil maneviyattır. İşte bu doğrultuda maddi çıkarımlardan sıyrıldığınızda, elde edeceğiniz en temel olgu karşılıksız özgün, özgür ve manevi bir BİREY OLMAKTIR.

Sonuç olarak aldığımız her nefes bizi, sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeksede, nihai zafer ölümün olsa da hiçbir zaman pes etmemek gerekir. Hayatın en tiz sesi olmaktansa, insanları rahatsız edin pes bir ses olarak ki zamanı sabun köpüğü gibi yaşamalarından sıyırın onları.

Yaşasın düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...