Sosyoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sosyoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Nisan 2013 Salı

son (+21)


hep bir son hayal ederken, kaçtığımız cehenneme çevirdiğimiz bugünümüzdü. kayıtsızlıkla.


düşlerle geçirilen bir yaşam sonrasında hep vitesin sabitlenmesi. ve uyuşturucularla değiştirilen zaman… uyku aralarında uyandıran kabuslarla yaşama müdahil olmak. amaçlı, amaçsız yaşamı fütursuzca alkol, sik, am ve seks yumuşaklığında geçen sonsuz taşaklarla yaşamak… kabaran hayatlarımızın ürperen bulutları ile gökyüzüne sabit küfürlerle sövgüler düzmek. bir çoklarımızın yaşamlarında gerçekleşen düşsel orgazmların ardından duyulan pişmanlık gibidir hayat…bir sigara kadar nefese sahip olmak.


körleşip, sessizleşmek. şizofrenik kişiliklerimiz ile deliliklerimizi kabullenememek. emsalsiz piç sokakların köhneleşmiş geçit altlarına duyarsızlaşmaktır son. ve toplumsal bir piç olmaktır hayat… toplumların diğerine benzer dayanışması, arka bahçede içilen biralar ardından, çekilen marihuana eşliğinde bilincimizin altına saklanananların gerçekliğine uyanmak. sanrılar, deniz ve girdap. dünya ve yeşil. ağaçlar ve üzerindekiler. mezarlıklar ve ölümleri ile bize hep acı verenler, vermeyenler. savaşlar ile yitirilen kişiler… katliamlar, kavgalar ile ilerlerken bizim yüzümüzdeki maskelerimizden ayrılamama cesaretsizliğimiz, hep ertelemeleri getiriyor. çaresiz bir yetimiz.



çatı katlarında, şehre tepeden bakmak.

iç nefes ile karnımıza zorla soktuğumuz stres sancıları. bizi nasılda rahatsız eder. tabiri olmaz. yalnızlaşırız. sol yanımıza aldığımız gölgemizle, yaptığımız pişmanlık monologlarında nemlenen pencerelerimizden süzülen heyelan, parmaklıklarını aşıpta yanağımıza emeklediğinde, uyanırız. hapsettiğimiz ruhumuzun o bebeksi halini gömeriz yine tabutuna vampirmişçesine. üzerine giyindiğimiz iş elbiselerimizle yeniden sabaha hazır kıta adımlarız zamanı.bitirdiğimiz bu monolog ardından kalan sakinleşme zamanlarında. sonrasında hep tarihin o şerefisz tekerürleri kalır, öksüz bir çocuk gibi. hayat budur, kabullenmemiz hep uzun sürer. acı ızdırap verici olsa da cezalandırıcımız ne göktedir, ne marihuanadadır. sadece beynimizdedir… hatıralar gibi.

hep kafalarımız iyi olduğu esnada çıkar hayaller. kendisi de değişken kişilikli bir seyyahtır. porno sitelerinde harcanan değişken debili hayat sıvımız gibi hep yuva arar kendisine. bu zevk gezilerinde sahibimizi arayan sadık hayvan sürüleri gibi, birbirimizi tartarız. genetik olarak hep ideal olana sülükleşiriz. kanını çeker, kanımızı veririz. paranoyakçasına birbirimizi sündürürüz. hayat böyle devam eder, sona doğru. akıntı hep baştan durur. sessizlik zift gibi yapışkan ve katran haldedir.


futbol gibi boktan bir süreçtir yaşam.

ikiz ve yansıma gibi eş anlamlıdır. ve hayattır ismi. tıpkı; mahallelerin aralarında yaptığımız maçlardaki gibidir. sert ve hırslı oyunlar ile yaşamda da birbirmizi yenmeye çalışırız. en güzeli ise beraberliktir. hiç kazanan olmasa, bir tarafımız olmasa, bugün popüler ve sekülerik bir hayatın hüküm sürmediği yaşamlarımız olur. fakat sokakta, sonu hep to be continue’ suz biten tragedyalar ile başkalarının oyunlarını sahnelendiririz. acı köleleşmemiz. histerik ve isterik bir şekilde devam eder.

aslında yaşamımız…


dükkanların vitrinlerindeki gibidir. trafik ışıklarına benzer şekilde yanıp sönen neon ışıkları gibi göz kamaştırıcıdır. birileri gelecek ve sizi mutlu edecek diye kendimize zarar veriririz. “güneş ve ay ankara da sade yayılır”… der kimileri. o boktan, kasvetli sert kışında donma tehlikesine karşı beklediklerimizin yaptıkları sonrasında, hayatımızda güvensizleşiriz. bu işte intiharı getirir.

intihar…

kendi içerinizdeki alacakaranlıktaki ağacın titremesidir. yaprakların alkol, sigara ve marihuana gibi sahtelikler ile esrar külüne dönen yaşamınız, isyancılığı asimile edilmiş öz ruhunuzun lanetidir. aklın yüce ışığı söner. rafına kaldırılmış tatlı, kekremsi ve anne çorbası gibi kokar çocukluk döneminiz. kitleler ile olan iletişim baş göstericidir şimdilerde. ve kendisi hayvanat bahçesi gibidir yaşamın. evet insanlar ve ilişkilerimiz. bir hayvanat bahçesi gibidir. ışığın iç karartıcı parlaklığında boğazları paramparça ve kasvetli beyinleri örselenmiş, kişiler tarafından üzerinize yönlendirilen gözler onların bıçaklarıdır. bedenlerinize saplanmak için arkanızı dönmenizi ve zayıf anınızı beklerler. sizi avlamak için diş bilerler. hapsettikleri fikirleriyle zamanı gelince sizi bir hayvanat bahçesi bireyine çevirir sizi. üzerinize çıkıp kendi sefaletli yaşamlarını arşa denkleştirmeye çalışırlar. benzerlerine boğulmuş halde olan fikirleri, tahakküm ettiği dünyayı yaşanmaz hale getirir. rayların üzerinden kayan bir tren durağında, son adımını atan piç bir çocuk gibi sahipsizleşirler sonda.
ardından hep aynı seramoni duyulur.

çocuk seslerinin gürültüsü arasında, titreyerek bekleyen gerçekleştiremediğiniz yaşamımız. fısıldadıklarını anlamadığınız bu aptal kargaşada sizi uyandırmaya çalışsa da başarısız olmuştur. artık öteki gibisin


iz. bir gidiş için kendilerini yeraltında zincirleyenler, gece boyunca beyoğlunda gittikleri kerhanenin kapısında kendi kusmuklarında boğulurlar. tepesine düşen loş sokak lambasının cılız ışığı altında. dibe vurmuş bir yaşam krokisidir bu. sonunda gömülüp kalanlar ve dışarı çıkanlar hep o ötekiler gibidir. hayat manasız ve fütursuzdur. toplumsal bir birey için hayat, gün ortasında ıssız ve bayat bir bira yaşamı ile sokaklarda dolaşmak, dokunmak ve düzüşmek üçgeninde sonlanan bir yaşam. ardınan adına yakılan ağıtlar ve ruhuna fatiha söylemi ile siktir edildiğin yeraltı sonundur.



sikil gel ve siktir git.

15 Nisan 2013 Pazartesi

sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı.

sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı. 

yavaş ve usulca zihninize tahakküm kurarak, bizi ele geçiriyor.ve sıkıntı öldürüyor zamanla. 

acı ve öfke değil, sıkıntı öldürüyor insanlığı. ne yaptığını bilmemek sıkıntı ve sanrılar ile örülüdür. çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. elini en temiz tutan, suç aletidir, iktidar için. insanı içerisine aldığında, sakinleştirir ve köreltir. ardından usulca işler bünyesine. ardından ölümü getirir. sessizlik ve eylemsizlik gelir. biat toplumu ile.

sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor... çünkü tükenme ve tıkanma ile birlikte, yaşamı kusarsın hatıralarına. katil çoğunluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak... bireyin ölümünü gerçekleştiriyor. öldürüyor onu vakitlice, alış veriş mağazalarında, sokaklarda, tatillerde ve daha nice hazırladığı trajik sahnelerde. insanın raflaşan zihin yollarına, kendi istediklerini istifliyor. sen ise, toz oluyorsun zamanda...

sıkıntı davet ediyor, açıyor yatağını... bacaklarının arasını kutsallaştıranın, beynini fethediyor ve parmaklar ile ovaları sulandırıyor. sıkıntı günahları oluşturuyor ve acı ortak olmayanı defediyor. kapatıyor. insanın pişmanlığı ve çocuksu hallerinin vahşi tecavüzcüsü oluyor. en nevrotik vakıaların metasını oluşturuyor. alkol ve uyuşturucuyu saplıyor bünyeye ve sıkıntı çözüyor, öfke başlıyor. 

sıkıntı insanı ciddileştiriyor. hayata karşı hep septikleşiyor ve kerberos'un kokrkusuyla yaşamı benimsiyorsun. devam ediyor ve yaşamını ona göre şekillendiriyorsun. mücadele sadece senin hürriyetin için oluyor. tekilleşiyor ve mutsuzluğa saplanıyorsun. ve şuursuzca hayata kararıyorsun. 

sonra bir güç ile uyanıyorsun. sıkıntının insanı olgunlaştırdığını öğreniyorsun. ve hayatı tanıman da  sana yol gösteren bir seyyah olduğunun farkına varıyorsun sıkıntının. çünkü sıkıntı plan program demek oluyor hayatında. acı kendi yasasını durmadan fısıldarken çektiklerinle sana, aynı zamanda sıkıntı ile yol gösteriyor. öfke ile hatırat defteri tutturuyor şuuruna oysa. 

sıkıntı savuruyor seni hatıralarında. parçalara ayırıp, seni formlaşmaktan alıkoyuyor. engelliyor temelinin aynı olmasını. ağlatıyor, üzüyor, mideni bulandırıyor, uyutmuyor, adeta yaşarken türlü acıları zihnine yükleyerek gebertiyor seni ama öldürmüyor. olgunlaşıyorsun. bir muz gibi...ilk başta yemyeşilken, olgunlaştıkça açılıyorsun. ölü bir deniz gibi olmaktansa, karadeniz gibi açık dalgalarınla, zihin kıyılarındaki artıkları silip, süpürüyorsun. ve güneşin gövdesine serilerek, aynalarda hep ters görüntüler ile kendini yüceltiyorsun. edindiğin sabır tecrübelerinle.

sıkıntı kutlu doğum kutlamalarında, genç bir bakirenin kanını kaybetmesiyle içerisinde olduğu korkuyu notalandırır. acı dolu zamanlarda şenlikler ister çünkü acı gerçekliktir. acı, sefalet zamanlarında sessiz kalmanın ete bürünmüş halidir. eline gelene vücut sıvından dolayı yargılanmanın dayanılmaz aptallığıdır. acı gerçeğin mutena halidir.

dökülen zamanın getirdiği sıkıntı ille de dans diyor, kahkaha atıyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor avuçlarına. kaygan ve bir o kadar da şuursuzca seni sefilleştiriyor. acı ve öfke, korkuyu yeniyor. sıkıntı zamanı okşuyor. sıkıntı arzuyu kaşıyor, sıkıntı acı ve öfke terbiye ediyor. sıkıntı, insanın kendisine karşı yabancılaşmamasında rehberlik ediyor. ve acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor.

ve yaşamdan insan sıkılıyor. kendini alaşağı ediyor. yakışmadı.



16 Ekim 2012 Salı

muteber sikiş(+18)


genelin yaşam anlayışına göre bir edepsizlik alıntısıdır. yazım yanılgıları, insan algısıdır. hayat yanılgısı ise tecrübe ile sınanır.

Crispin Sartwell - Edepsizlik, Anarşi, Gerçeklik


hayatı sevmek ve dünyayı sevmekle bağdaşan post-etik değerler geliştirme sürecinde, edepsizlik ve ihlal nosyonlarını keşfettim. her ahlâki iddia neyin nasıl olması gerektiğini yani, mevcut kurulu haliyle dünyanın böyle olmaması gerektiğini söylediğinden, şeytana uymak şeylerin olmasına imkân tanımaktır.



bu anlamda, ahlâk kurallarını çiğnemek bir ayin olabilir.



batı kültüründeki karakteristik ihlallerin hepsi bedenselliğin olumlanmasıdır. nasıl belli başlı dinsel kültür disiplinlerini doğuran şey, çömezlerin bedenlerini aşma yönündeki nafile çabalarıysa, her türden edepsiz sözcük de bedeni yeniden hatırlatan bir şeydir. 



bir gezegenin yüzeyinde koşuşturup duran memeli hayvanlar olduğumuzu bize hatırlatan her şey muteberdir. sikişmek muteberdir, "siktir" demek de.

18 Aralık 2011 Pazar

Nightingale - String Quartet


Sosyal statülerine bağımlı bireyler kişilikleri sigara dumanı kadar sert olan zat-ı muhteremlerdir.

1 Temmuz 2011 Cuma

adil birey


adil birey kimdir, nasıldır, nasıl olmalıdır soruları artık anlamsız.
düşünemeyen ve iktidarın ağzından konuşan her bir fert sınırları çizilmiş bir biçimde yaşarken...diğerleri ise çeşitli baskı süzgeçlerinden geçirilerek asimile ediliyor. 

bu katliama sessiz kalan her birey düşünmeden yoksun, birer maymundur....başkasına dokunun yılanın kafasını ezmeyen maymundur!

12 Haziran 2011 Pazar

all street have to live with childs

hepimizde piç bırakılmış bir çocuk hikayesi var...

neresinden tutarsan tut, bu boktan hayatın bir noktası eline yapışıp pişmanlığı doğuruyor. bir sokak hikayesi: 

bu hikaye acı bir ağıt içermektedir. insanlığın ağıtını içermektedir. bu ağıt çürümeyle gelen deformasyonun nasıl bir etkiye sahip olduğunu bize buram buram dayatmaktadır. kısaca bu hikaye sokakta başlar, evlerimizin içerisinde devam eder... evveliyeti olan düşüncesizliklerin önüne geçilmediği zaman hayat zararlarını toplumdan çıkarır. zaman geçmişten günümüze gelmektedir. gök yüzü giderek ağır bir sanayi kokusuyla sevişmektedir. bu kokuyla sevişmekten öte, kapitalin tecavüzüne uğramaktadır hayatlarımız. ve bizler suskun saksağanlara dönerek şakıyamıyoruz doğruluklarımızı. nasıl başladı derseniz çok basittir; 

sokaktan... 

temeli sokaktan çocukların koparılmasıyla başladı. mekanik bir sistem. önce çocukları kopardı sokave ktan. sesi yok etti kaldırımlarda. toza bulanmış bir gençliği yok şimdilerde kimselerin. kaldırımlar piç bırakıldı. çöpleri değerlendiren bir guruh yok yollarda. sigara paketleriyle oyunlar düzen, kutu kola paketlerini toplayıp onlardan para kazananlar yok. uçurtmalar yapıp, gökyüzünü renklendiren bir coşku kalmadı hayatta. herşey giderek mekanikleşti ve modernize bir hal almaya başladı. bu beraberinde asosyalizmi, sanal deformizmi doğurdu. 

herşey gelişiyor, herşey modernleşiyor ama insanlar daha ilkel bir konuma evriliyor. ters bir gelişim sürecinden öte birşey değil bu...

unutmamak gerekir ki; her tohum kendi kökenine evrilir. 

sonuç: isyan çocukların sokaktan kopartılmasıyla ütopya haline getirilmiştir. 

hadi güle güle...


27 Mayıs 2011 Cuma

to be slave our lies

...her bir düşünceyi dilde giyindirip, toplumsal alanda dini sembolik hale getirmek yalandır.

konuşmanın yalan olduğunu söyleyen burrows bu yüzden yasaklanmıştır. tıpkı nietzsche gibi:

bizi hala nice tehlikeli serüvene kışkırtan hakikat istemi, filozofların şimdiye dek saygıyla söz ettiği şu ünlü hakikat perestlik... karşımıza şimdiden ne sorunlar çıkardı. bu hakikati isteme!ne tuhaf, ne belalı, sorgulanası sorular! uzunca bir tarihi olmuş. yeni de, henüz başlamış gibi görünmüyor mu? sonunda inancımız sarsıldı, sabrımızı yitirdik, dönüverdik sırtımızı; ne harika değil mi?

GOD İS DEAD!
 

..because we were killed him.

dünyanın bir tarafına güneş doğarken, diğer tarafında güneş toprağa gömülür. ahlaksızlık ve gizemli olaylar işte bu zaman aralıklarında cereyan eder. bunların yönetilmesi insanın iyileştirilmesi yerine, çeşitli kuralların boyunduruğu altında, ormanında hapsedilmesiyle olanaklı hale gelmiştir. tehlike, umutla gerçeğin sıvanacağı sanrısından emin halde, hareket eden bireyin, monotonlaşmasıyla gerçekleşmiştir...
 
 
 
toplumların bir şekilde disiplin altında tutulması, belli zümrelerin işine gelmektedir. saltanat bunun neden gerek ve şart olduğunu geçmişte bize göstermiştir. günümüzde saltanat rejimi, modernize edilerek, imitasyon demokrasi kavramlarıyla yeniden şekillendirilerek, başımıza bir çuval geçirilip, içerisinde yaşamamız için zihnimize empoze ediliyor. toplumsal ayaklanmaların felç bırakıldığı bugün de umutla yaşamak, arşın arşın insanlara; çemberleri içerisinde yaşamaları için salık veriliyor. toplumsal metaforlar her daim geçmişteki gibi en iyi silah. 
 
televizyon, 
cep telefonları, 
bilgisayarlar... 
 
kitle parçalama bombalarıdır. 
 
hadi ölün!
 
 
 
khitruk ne kadar haklıydı adasında.

bu ironik bir süreçte doğmuştur. dünyanın oedipus karakterli olduğu zamanlarda zıtların çatışkısı ile doğan sistemler, bireyi köleleştirmiştir. sorgulayan birey çoğu zaman en iyisiyim ben diyerek, kendini köleleştirmiştir. süreçte devamlı aynı eksende, militanlığını harlandıran düşünceleriyle herşeyin üzerindeki sis tabakası sayesinde, sistematize edildiğinin  bilnçsizliği ile yarasalaşmıştır. gündüzleri uçup, geceleri yataklarında askı olmuştur. bedenlerin bu çürümüş ve kan dolu yapısı kitleselleşrek sokakta tahakküm etmiştir. insanların hayatlarının içerisinde kukla olması; geçmişe olan ilgisizlik, geleceğe karşı olan şuursuzluk ve bencillikten başka birşey değildir. 
 
sonuç olarak: insan sanrılarla hareket edip, kendi tecrübelerinden korktuğu zaman bir çok belayı yaşamaktan kaçınamayacaktır. buna en iyi örnek oedipusun yaşadıklarıdır:

olay insanın, korkularının kölesi olmasıyla başlar: thebai kralı laios ile iokaste' nin oğludur. delphoi kahininin laios' a oglunun onun katili, annesinin de sevgilisi olacagini söylemesi üzerine, kral tarafindan dağda ölüme bırakılmasıyla başlar. bu korkunun raslantılar ve hayatın olaslıklardan oluşması gerçeğini değiştirmemesi sonucuyla oldukça trajedik bir duruma bürünür. çobanlar tarafindan bulun oedipus korinthos kralı polybas tarafindan büyütülür. ergenlik çağına gelince, delphoiye gidip, kahinden doğumundaki gizi açıklamasını ister ve kendi babasını oldürüp, annesiyle evleneceğini öğrenir. bunun üstüne, yurdu sandığı korinthos' a dönmemeye karar verir. philais' te bulundugu sırada yaşlı bir yolcuyla (ki bu laios'tur) kavga ederek oldürür. thebai' nin kapılarına geldiginde, kente korku salan sfenks' in sordugu bilmeceyi çözüp, ödül olarak, laios' un dul eşiyle evlenir. gerçek ortaya çıkınca, iokaste kendisini asar; oidipus körleştirilerek, oğulları tarafindan thebai' den kovulur. kızı antigone rehberliginde yollara düşüp, atina dolaylarinda sırra kadem basar. 

hadi yalanlarımızın kölesi olmaya devam!


1 Ocak 2011 Cumartesi

çöplükteki boya kalemleri çizimleri...

bir başlangıcı olması gerekiyorsa şöyle başlar hayat söküklerim:

vivaldi hayatını, bir yetimhanede öğretmenlik yaparken, bestelediği parçalar ile insan ruhuna dokunan duyguları, tüm enternasyonelde yaygın kılarak sürüdü. bunda başarılı olmasındaki sebep ise sadece bilinç ve duyguların sentezi parçalarında hakim olduğundandı. bence bu noktada insan yüzbinlerce yıl görmesine, hissetmesine, duyumsamasına karşın kendi ölümüne alışabilmiş olsa hayatı daha iyi yaşayabilecektir..

yaşam sadece kendi sınırlarında yaşayanların hükümdarlığında olduğundan, çekilmez hissediliyor. 

inatla insan bir çocuğun direnişci, asi, savaşcı ruhunu kirletmeden yaşamalıdır. çünkü bizler onlardan bu dünyayı vesayetle aldık. geleceğe yaşanılır bir dünya bırakmak bizim yaptığımız bir şey değil...onların bize bıraktığı bir mirastır. bu kudretli davranışı her bozan toplum gazaba uğrayacaktır.

şimdiki zamana dair tek bir tümel anekdot kediden kopar gelir: 

"...ürpermiyorum yaşam senden. seninle birlikte yaşamaktan. eğer bu kentte becerilen hayallerim, fahişeleştirilen yaşanılmaya başlanmış umutlarım olmasaydı, telefonla sevdiğimin sesini hissetiğimde mutlu olamazdım. ilk golüm. istemek ve boya kalemleriyle hayatı palyaço etmek. başarı tencere hacimli bir yaşam arzusunda olmamakla başlar.kalk."

çöplükteki boya kalemleri çizimleri...

Susmalarına İzin Verme(!)

16 Kasım 2010 Salı

(e)dipsiz kuyu...

her insan kendisinin dipsiz kuyusu....

zaman içinde ilerleyip bulantı dolu bir hayat idame ettiriyor.

yaşam,

bunaltılı bir geviş getirmeyle birlikte, kendini tükürüyor etrafına. tecrit ettiği düşünceleri onun hayati döngülerini belirliyor, kendisine dayatılanlar ise; yenilenme niyetinden çok öte bir uklalalık sürecini sürüyor...

toplumsal koyunluk...

ümitlerinin beklenmedik yüz buruşturması, namık kemal' i salık veriyor:

"...hayalle yaşayanı bir kere, hayalsiz yaşayanı bin kere"

...acı beklemektir. yaşamınla karşılaşıp kendi içine düştüğünü görmek, ızdırapların en büyüğüdür. 

kuyu, gördüm.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

danimarka medeniyeti



vikinglerden beri 1000 yıldır süre gelen insanlık dışı kültürel medeniyet görüntüsü.

wilhelm reich

 
 
dobrzanica doğumlu ünlü psikanalist. freud' un öğrencisidir. bir çok psikolog/psikanalist gibi freud' a bok atmak yerine, onun tezlerini daha ileriye götürmeye çalışmıştır. 1927' de alman komünist partisinde görev alarak emekçi mahallelerde, işçiler için ücretsiz bakımevleri kurmuştur. toplumsal tedavilerde gönüllü çalışmalar yapmıştır. reich'in en önemli saptamalarından biri: "...medeniyetin içerdiği cinsel gelişimin, bireyler üzerindeki etkisi; toplumların oluşumunda iskelet görevi üstlendiğini" söyler.
 
bugün kü sakat ekolojiyi incelediğinizde yadsınamaz bir gerçekliği orttaya koymuştur. 
 
ayrıca: aile yapısının temelindeki gelişim ile burjuva sınıfının karakterinin yakından ilişkili olduğunu söyler. sistem içerisinde var olan kadının üzerindeki baskının, temeline, erk' i yerleştirir. bunun kırılması ise örgütlü mücadelededir savunusundadır. psikolojik olarak sağlıklı ve sağlıksız bünyelerin, sınıfsız toplum ile sağlanabileceğini açıklar. bundan öte freud' a ek olarak; "...cinsel özgürlüğün bulunmadığı bir uygarlıkta, insanlığın büyük bir stres içerisinde gerginlikle yaşayacağını söyler."
 
bu gerginlikle, bugünkü modernist, libidosu yüksek, savaşçı toplumların arasındaki çatışkılara mükemmel bir çıkartım yapar reich. 
 
kısacası reich'i okurken, yaşamınızın aynası olduğunu hissedeceksiniz. bu kadar rasyonalist, güzellikte çıkarımlarda bulunan, psikanalisttir wilhelm reich.

22 Temmuz 2010 Perşembe

merdiven

şiddet kişinin çöküntüsüdür. 

kişinin tek kimliği vicdanı olduğunda; 

dünya daha yaşanılabilir bir yer olacaktır(!)

20 Temmuz 2010 Salı

omurgasız yaşam

ne kadar dil döksende anlaşılmadıkça, daha çok sevişeceksin kelimelerle. üzerlerine tohum tohum dölleneceksin. korkusuzca. sessizce. hedonist olarak tokatlıyacaksın. içerisinde gidip - geleceksin. arı olup, coğrafya coğrafya batacaksın.



ölmekten korkmak, pısırıklığı doğuruyor.

buna bağlı kalmadan, özgürce, korkusuzca, inatla üzerlerine yürüyeceksin. parmaklarını onların mutlu yaşamlarının göğüs kafesine sokup, ortadan ikiye ayıracaksın. irin irin dolmuş pislik bedenlerini, kundaklayacaksın. ruhlarını yakacaksın. sessizliklerini kendi acılarıyla bozacaksın. acı uyandırma şeysidir. korkma ve yap...


bir toplumun parçalanmış teması. omurgasızlaştırılımış halkların dik durması. korkunç bir şekilde insanların mekanikleştirilmesi. kitle iletişim araçlarının içerisine aşılandırılmış transkilizanlar. kullanılan metaların bazılarıdır. bunlarla uyku hali dayatılmaktadır. çünkü anestezide bir bedeni parçalamak, hiçte vicdan gerektirmiyor. toplumların parçalanması da buna açık bir örnektir. en tehlikeli uyuşturucular; ne mantarlar, ne otlar ne de lsd veya başka uyuşmaya neden olabilecek maddelerdir.

en tehlikeli uyuşturucular; düşünmemek, uyku halini getiren televizyon programları, sürekli ezberleri öykünen gazetelerdir. hatta bunların kalemşörleri konumundaki, aydın geçinen gölgelerde bu çemberin merkezini oluşturmaktadır.

bir birey buna direnmek için öncelikle: zihinsel ametemlerini kurmalı. klişe bir söz "insanın en iyi doktoru kendisidir" değil mi?

bu yüzden, ilk yapılması gereken kendimiz olabilmektir. bu uğurda düşünmek mücadelesini verebilmek, vicdani bir yükümlülüktür. doğa insanı eşit kılar, yapay sistemler ise onu kategorize eder. kötü katledilmesi gerekli en temel subjedir.

...
..
.

toplumsal ameliyatlar, ayrışmanın tezahürüdür. siyasetçilerin kullandıkları neşterler hep aynıdır. milliyetçilik - din - futbol - etnik kimlik, keskin bıçaklardır. ayrıştırma aletleridir bu boktan ürünler. ayrışmak ise sınıfsal toplumların kaderinde vardır. sınıf ise yönetimler için var olması gereken şartların en başında gelir. yıkılması gereken ise yapay farklılıklardır. sınıfsız toplumlar, insani değerlerin ön planda olduğu yaşamlardır. neyi çürütür. açık birşey vardır ki totoliter toplumların ikamesi, sınıfsal toplum yapısından ileri gelmektedir. kaçın. farklı görüşlerin oluşması yönetilme hayvanlığından gelişmemiş, kokuşmuş modernizmin en piç halindendir.

ne kökeni bellidir. ne de varacağı nokta.

ama görmeyene.

görene göre açıktır ki kapitalizm insanı kullanır. hatta direnişi bile kullanır. hisler, duygular fahişedir onun için. köleleştirilmiş fahişelerdir. tıpkı kendini patronların hazzına köle etmiş statikocular gibi...meddahtır. insanı hamuru olarak kullanan, sahnesi dünya olan bir meddah...

çözüm yapılan toplumsal ameliyatlarda, kısır bırakılan toplumların bozulan fizyolojisini görebilmekle mümkün....

omurgasının önce sinirleri dikkatlice kesilerek çıkartılmış bir toplum, istenilen alanlara kaydırılır. durağan bir cismi hareketlendirmek, istediğin yönde evriltmek kolay olandır. bu yüzden bu cerrahiler uygulanır. çünkü yumuşak vücudun istediğin şekilde yönlendirilmesi kolaydır. sinir yoktur. sinirleri olmayanların omurları tek tek çıkartılır. acı hissetmez. yatay bir zemin üzerinde dünyaya alttan bakmaları sağlanır bireylerin. bu şekilde halk gösterilen ya da programda ne varsa amorf bir yapıda izlerken tepkisiz kalır. bu sürecin getirdiği çürümeyle ilişkilidir....

yapılanlardan, şüphe etmemeniz için beyincik ile beyinimiz arasındaki sevişgenlik kesilir. böylelikle artık mekanik bir robotuzdur. his bu noktada öznel olmadıkça sizi diğeri olmaktan kaçınılmaz bir hale getirir. acı başlar. ve bir daha zihinlerden çıkmaz. işte buda ebedi köleliği getirir.

zincileri dişlemek yerine, onları yanımıza çekmek gereklidir. sonra etraflarında dolanarak, ayaklarına bu zincirleri dolamak yapılabilinecek bir seçenektir. susku kötüdür. bir yerden ayağa kalkıp, önündekine tekme atmak gerekiyor.

sonuç: takım elbiseler yakılmalıdır. onların zahiri düşüncelerinden kurtulmalıyız. omurgasız bir yaşam kukla olmayı, köle kalmayı, kediye itlik yapmayı getirir. bu yüzden kalk(!)

17 Temmuz 2010 Cumartesi

ruh hali/şekilsiz

  1. şekilli dünyanın insanlarına, şekilsiz düşüncelerle dalmak istiyorum ...
  2. ayazda titreyen güneşin etrafını sarıp, vücut sıcaklığımla onu ısıtmak istiyorum...
  3. kaybettim diyebilmenin cesaretiyle, bileklerini traşlayıp, damarlarımı dişlemek istiyorum...
  4. gerçek, korkmamaktır. zifiri karanlıkta evinizin dışında yer alan tuvalete, tek başına gidip, titremeden sıçabilmektir yaşam.
  5. sessizlik çok konuşanların oluşturduğu gürültü kirliliğine ortak olmamaktır...
  6. neşe bakireliği bozulmamış embesil insan profilidir[tikky diye yaftalanan insanları devlet bu hale getirmiştir]...
  7. huzursuzluk kaçınılmaması gereken, itekleyici bir güçtür...
  8. acı herşeyi tüm çıplaklığıyla gösteren kızılötesi bir gözlüktür...
  9. ön yargı, insanın argo manada 
  10. öküz olmasına yol açan unsurdur...
  11. korku bencilliği getirir.
  12. sınıflanma ihtiyacı tamamen tahakküm aşkından kaynaklanır...
  13. popüler kültür süngerimsi beyinlere emdirilen kusmuktur...
  14. insan...
sonuç?

kesin bir şey değildir. amorf bir yapının içerisindeki manasız hayattır sonuç. yalnızlık, soğukta çatlayan ellerin güneşi çekip, onu göğüsünün tam ortasında palazlandırmaktır. ukalalıktan uzak kalarak, topluma etkileyici görünmekten vazgeçiştir intihar. yalnız kalmayı göze alıp, inatla karanlığı aydınlatmaktır korkmamak. bilmek, ukalalık yapmamaktır. sürekli neşeli hayat, kandırmacadır. huzursuzluk sentez yapıp, mücadele etmektir. acı uyanıştır. titremeden, umutla yaşamadan, sessiz kalmadan, bireyi öze alarak tüm iktidar kuvvetlerine ve onun metalarına dik durmayı getirir acı. önyargı, ön yardım ile yıkılabilecek, olmadı onun silahıyla katledilebilinecek bir unsurdur. her daim faşizmin unsurları köle edilmelidir. korkunun sizi kullanması, ben merkezciliği doğurur. yabancılaşma ve asosyaleşme gelir. herkes yönetmeye aşık olur. onun bacak arasına girip, meme uçlarını ısırır. ya da onu kölesi ederek, istediği halde donup, taş olmasına yol açacak kadar medusa bakışları fırlatır. estetik görünüş güzel ile çirkinin sentezidir. öznel bir bakıştır. sınıflanma tamamen yönetme arzusundandır. itaat bu noktada afyondur. popülerizm, yediklerimizden şişinmek, içten içe istemsiz gerçekleştirilen peristaltik hareketler bütünüdür. dışa vurumu mide bulandırıcıdır. her şeyiyle ötekileşmektir.

kısacası ruh hali insanın zahiri görüntüsüdür. şekilsizliği bilinçsizlikten, düşünememekten, idrak unsurlarını belli kalıplar etrafından ayıramamaktan kaynaklanır. kölelik bağımlılıktır. özgürlük kerberostan korkmadan kaçmak, lethede balık tutmaktır.



15 Temmuz 2010 Perşembe

La Marche / Yürüyüş


Modernleşen insan zihnine dair süper bir animasyon...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

aylaklık

sözlük anlamıyla: avarelik, başı boşluk anlamında kullanılır. 

aylaklık işçi kesmine haktır. bütün totoliter rejim patronları köleleştirilmelidir. hemde en alt tabaka dedikleri, insan olarak görmedikleri işçileri tarafından. çalışma etiği denilen saçmalık onların ürettiği dayatma manifestolardan bir tanesidir...
neyse konu dahiline dönersek,

yorum düzeyinde ele aldığımızda aylaklık; osmanlı' da, haremde nargile içip, bağdaş kurarak genç harem fahişelerinin kalçaları süzülür. memelerinden tutun, kadınsı tüm hatları üzerinde libidolar arttırılır. hemde hayvani bir itinayla...

ardından...

parlak, pürüzsüz tenli gençler hadım edilerek erillikleri elinden alınır. tüysüz tenlerine gölgeler düşürülür. saklı kalması gereken hazlar için köleleştirilirler. susturulurlar. ardından yeri geldiğinde, onlarda tadına bakılasıdır, otorite için...

bu toprakları üzerinde, yaşadığımız coğrafyadaki aylakların hayatından bir kesit.

fakat medeni dünyada, bir başka hale bürünür aylaklık.

-kimilerine göre böyledir.-

çalışıp daha fazlasını ihtisap etme şekline girer. bir yarış ortamındaki hamamböceği gibisinizdir. ya da deneysel araştırmalar için onların türettiği, kobay farelersinizdir. dışınız tamamen onlarla dolmuştur. içiniz çürüyüp, kireçlenesi bir haldedir. bu sizi çelişkiye bağımlı yapar. örneğin: beleşi elimizin altına sunulana şüpheyle yalkaşıp, pahalı ve en değerli olan için köpekleşiriz. bu bağımlılıktandır. kime mi? onların estetiklerine, ahlaklarına, konumlarına...emirler verilir, bizlerde itaat ederiz. düşüncemiz elimizden alındığında kalan neyse ona evriliriz.

neden? 

çünkü bu korkudur. 

onların hedonizmine sahip olamama korkusu. veya istediğimizi elde ettikten sonra ne yapacağımızı bilememe şizofrenisi. git gide özümüzden koparak mekanikleşiriz. yabancılaştığımız kişiliklerimizi yitiririz öncelikli olarak. ardından totaliterizmin iti oluruz. ahlak pizzası içerisinde onların dayattığı yaşam formlarına bürünürüz.



ahlak pizzası. dünyanın en kokuşmuş yapısıdır. üzerinden baktığınızda estetik bir halde vicdanınıza sahip olur. bu insanların şizofrenisinin kaosudur. en altında ezilen hamurunuz, üzerindekilerden dolayı cıvıklaşır. topluma açık kenar kısımları kıtır kıtırdır. sert ve katı hali ısırıldıkça çatırdar. ahlaki çöküntü, sert olan kabuğunun kırılmasıyla içimize dolar. yalnızlığımızın edepsiz tanrıları olmamızı canlandırır zihnimizin labirentlerinde. çok konuşur, çok yorum yapar. ama hiçbirinin içini dolduramayız. hava içten çürütür. burnumuzun havadanlığından, uçucu toplum etkilerinden başka bir boka neden olamayız. 

hadi düşünün.

ahlaki değerlerden bahseden, eleştiren ve yeren kimselerin; kendi yerdiklerini yapmaları, etik bir karmaşa değil de nedir. 

kısacası aylak hayat karmaşayı öğütler. sizi size götürecek karmaşayı. bu kerberosun zincirinden tutmaya benzer. risklidir. düşünmek, sorgulamak etkindir.

kimisine göre de başka birşey. tanımlanamayan, nitelendirilemeyen bir olguya...

görebilene.

Aptallık Çağı

8 Temmuz 2010 Perşembe

sağnak

çan sesiyle inleyen bir sokakta,
karton altındaki hayat....

özgürsün.



tüm inançlarını yitirmiş, umutlarıyla kalp rektumunu temizlemekte. nasıl inanmasını beklersin. yağmur şiddetiyle birlikte, onun üzerine çöker. çöpler üzerindeki korunağı olmuştur. yaşamıda çöplük. olan bu. böyle bir kişinin bataklık dünyadaki yeri; en dip. hadesin deliği. susmak, ondaki anlamıyla konuşmanın en tezahürlü halidir. kim(lik)siz yaşamın içerisinde hayat idame ettirmek. umutlarını façalayıp, kanatmayı öğrenmiştir yanlız kişi. insanların maskesiz halleri, sokaklardaki imitasyon kişilikler. yıldız savaşlarındaki klonlar gibi, moron bir yaşamı emirler boyunduruğunda sürümek.


kötü.
kokuşmuş.
yoksul.

yedi tepenin yamacında sıkışmış hümanizma: lahana gibi kendini sarmış-sarmalamış. özgür/özgün olamayacak. bir şeylere bağımlı yaşamak. korkuyu ve statik bir yaşamı getirir. soğuk duracaksın insanlığa bazen. delirmek değil bu. yorum, zeytin yağı gibi çeşitli formalara girebilir. ben sizin kadar eskiyim. yüreklerindeki umut sadece ötekisinin bolluğundan. ben yalnızım. sizlerin türettiği bir sefaletim.

nasıl mı?

örnek: diyarbakır' da ramazan kumanyasıyım. yardım arzusuyla çamura saplanan hançerim. toprağı yürekten yaran insanlık balgamı olan kumanyayım. insanlık ise çamur. bir kamyon, anne sırtında bir çocuk. kamyon içerisinden insanlara fırlatılan yardımlar, ruh fahişelerinin hazzı. meni. unutulmamalı...dedikçe unutulanlar. alzaymır kişilikler. istençli, unutkanlık. kötülük bunları unutmak lazım. ama güç yarattıklarımızda. para para para. ekranlardaki yaşamlar...kahrolsun televole. insanlığa attığın rövaşata hala arşta dolanıyor. düşmeli. içindeki helyumu, söndürülmek gerek. balon yaşam. bu yüzden inançsızım sosyal mühendislik ürünü ideolojilere...

kendi türettiğinin esiri, tanrının topuk kiri insan. şişindikçe patlamaya zamanlanıyorsun. korkuyorsun yarattıklarınla hissizleşerek tüketiyorsun. domuzsun. çamurun ise beyinler. tepsi gibi dümdüz beyinler. üzerine ne koyarsan itinayla taşıyorlar. gözünü yukarı kaldır. uyan. dünya gidiyor. bizlerde içerisinde küflenmiş yemyeşil dogmalar arasında varoluşumuzu kısırlaştırıyoruz.

elveda.

1 Temmuz 2010 Perşembe

is/tan/bul

kesik kesik is/tan/bul...

Misha Gordon

istanbul ağlıyor. oturmuşta sızlanıyor. kimsenin umrunda değil. kimse dinlemiyor onun ağıtını. dinledikleri tek ses kendi homurdanmaları. tıpkı birbirlerine yaptıkları gibi...

istanbul' un sağlığı bozulmuş, kimin umrunda.

herkes bir telaşının içerisinde kaybolmuş. herkes kendine bir dert bulmuş. onunla avutuyor kendini. herkes körelmiş istanbula karşı. herkes umursamaz yaklaşıyor ona. yarasalaşmış düşünceleriyle çürütüyorlar bu kleopatra kenti. her yerini yıpratıyorlar. bacaklarını morartıyorlar. ciğerlerini yok ediyorlar. akın akın kanıyorlar gün gün onun yüreğine. pıhtılaşmış pisliklerini getiriyorlar. kısacası insanlar her daim, tecavüz ediyorlar istanbula.

çalmışlar hayallerini bu kadın şehrin. üzerine betondan düzensiz bir dizimle, binamsı hançerler saplamışlar. bu üretken şehirin her gün, bir başka yerini bıçaklamışlar. üzerine, derin derin façalar atmışlar. kibritten, neşterden, jiletten kesilmiş yaralar. her saniye, ayrı ayrı yerlerinden, bir başka mekanından talan etmişler onu. hala ediyorlar. bitirmeye çalışıyorlar. ağlıyor. inat ediyor bu çekici kent. bitmemeye, yaşamaya...

tıkamışlar boğazlarını. yüksek sesli elektronik müzikleriyle, geceleri beynini sarmışlar. gündüzleri  yarattıkları gürültü yetmezmiş gibi bırakmıyorlar geceleride dinlenmesi için bu mor şehri. yorgun ve bitkin kadın. korkuyor. gözlerinin altı torba torba olmuş. içinde barındırığı acılara ortak oluyor. ona sadistçe yaşadıkları aynı acıyı yaşatıyor mazoşist insanoğlu. o ise buna sessizce ağlıyor. umutla bakıyor damarlarındaki, pardon sokaklarındaki oynayan çocukalarına. korkuyor çünkü sokaklarda ticarileştiriliyor. parklar pazarlanıyor şirketlere fahişeler gibi...çocuklar umutlarından yakılmaya başlıyor. isyan kökten engelleniyor. oyun alanları pazarlandıkça çocukların. istanbulda ağlıyor, umutsuzlaşıyor, depresif bir hale bürünüyor.

yapabileceği bir şey yok. bir ana evladını öldürebilir mi. yapamıyor birşey.

ancak türkülerde, şarkılarda, şiirlerde, öykülerde dile getiriliyor acısını. tıpkı şarkılarındaki  varolan umutsuzluğu gibi.  tıpkı, türkülerinde barındırdığı depresif melodik hüzün gibi. tıpkı, şiirlerinde kırık kelimeler arasına yerleştirdiği acıları gibi. tıpkı öykülerinde içine soyunduğu çürütülmüş bedeni gibi, korkuyor ve ürküyor istanbul.

artık ölümünün kıyılarında bu kadın kent. 

estetik istemese de istemediği zorla yaptırılıyor / yapılıyor. hergün bir başka yerinden biçiliyor. kendilerine göre eviriyorlar bu feminen kenti. her noktası buram buram tarih kokan bu kenti, kendilerince değiştiriyorlar. kefen giydiriyorlar. ne kadar gözlerini boyamaya çalışsalarda; farkında olmadıkları katarakt olmuş gözleri artık hiç birşey göremiyor. ciğerlerine saplanılan beton hançerler tarafından nefes darlığından sürekli astım krizleri geçiriyor. çevresine sardıkları fabrika telleriyle özgürlüğüne pranga atıyorlar. kısacası ölüyor bu kent...

ironi dolu hayat. bunları yaşayan bu kadına yine suç atıyor. onu çürütenler ona kötü dualar ediyor. ne kadar lanet bir kentsin diye. farkında olmayan moronlar görmemezlikten geliyor:

"kim bu kenti bu hale getirdi?"

acısı havva' nın acısına benziyor istanbulun. ebediyen suçlanma...

neden yasak elmayı yedin diye...suçalanan havva gibi istanbulda; neden üzerinde bu kadar insana yer verdin diye yargılanıyor..

ruh fahişesi insanlık,

kim istedi sizleri. aynada yarrattıkların bunlar. göz kırpmadan bak[...]