Tanım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Tanım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Temmuz 2011 Perşembe

biz kaybetmeyeceğiz!

ben ölümün kokusunu soluyan damarlarımdaki kana isyan ettikçe, bir şeyler engelliyor. 

bilmiyorum.

bir şiltedir bizi çürüten. bazı bağımlılıklarımız yüzünden askı misali değişiyoruz. değişip, devşiremiyoruz hayatta. git gide çürüyen et parçaları haline geliyoruz. herkesin herkesleştiği bu dönemde, kullanılan en büyük silah ise aile. isyana karşı, değişime karşı, mücadeleye karşı yapılacak en basit saldırı yöntemiyle bizleri bu savaşta güçsüz düşürmeye çalışıyorlar. piç mi olmamız lazım bilinmiyor...

saçma ise her şeyleşmek...

bu aileyi ve bireyi ortadan kaldıran bir unsur gibi görünsede bizi mahşer inancına çeken iktidari bir hayalin gerçekleşmesinden başka bir şey değil. istesek de, istemesek de geçmiş zaman geleceğin üzerinde bir tahakküme sahip... çünkü tahakküm yalanlarına geleceğe yön vermek için yaptıklarına bugünde yalandan elbiseler giydirip, makyaj yaptırarak zihinlerimizin sokaklarına salıveriyor. bizde onlara ödünlerimizi vererek, hayallerimizi boşaltıyoruz zihinlerimizden...

tehlike içsellikten uzaklaşıp, başka bir ram olmak...

ya da:

koyun olmak, toplumsal bir fert olmaktan değil, hayatına dair düşüncelerini kaybetmekle başlıyor! 
 
bu yüzden galeano'yu dinlemek gerek: " bilmesek de, istemesek de geçmiş zaman şimdiki zamanın içinde bütün canlılığıyla tik - taklarına devam eder... ama bugün, hatırlama hakkını canlandırmak ve hayata geçirmek hiç bir zaman olmadığı kadar gerekli: geçmişi tekrarlamak değil, tekrarlanmasını önlemek için, aptallığın ya da talihsizliğin sürekli yankısına mahkûm olmayan seslerle konuşabilmek için..."

...savaşmamız lazım. herşeyi kaybetmeyi göze alarak, yarına dair, pastel renkler bırakabilmek adına savaşmak lazım. bir çocuk ninnisi gibi ezgisel bir isyankarlıkla savaşmak lazım. korkmadan üzerilerine gidip, geçmişte yaşattıkları ve bugünde üzerlerine bizlerin hayalleriyle kıyafetlendirdikleri boktanlıklarını sıvamamamız lazım.

uyanın!

kaybetmek yitirmek değildir!


24 Eylül 2010 Cuma

üstel yapaylıklar

biz kaderimizi, topuklar altından sıyırarak gökyüzüne arş ettiren acayip yaratıklarız. düşüncelerimiz körelmiş ve git gide yok ediyoruz dünyayı. ölmeli düşünmeyen insan. evet. yarattıklarımızın kölesi, yarattıklarımız kulu varlıklarız. biat etmeyi seviyoruz. köşeye sıkıştığımızda arkasına sığınmak için birçok sebep bulabiliyoruz. bu korkuları yaratmışız. çünkü yüklediğimiz farazi imitasyon ilahelerimiz sesizce herşeyi üstleniyor ya da bize direnç göstermeden herşeyi kabul ediyor. 

dogmaların batısında mekanikleşen insan profili. doğunu unutursan köleleşirsin, köle kalırsın.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

kok[uş]mak

hayatta anlatılması olasılık dahilinde olmayan öyle hikayeler vardır ki bunlar toplu değişimlere yol açar. 

bilinç, düşüncenin sindirilmesidir. gerektiğini alır, fazlasını ise atar. bilinçten uzak bir toplum, bu mekanizmadan uzak hiç bir nane olamaz. her şeyi biliyorum demek batı usulü soytarılıktır. kralın yanında soytarı, halkın içerisinde asil olan bu kuklalar, uyanmalıdır. uanmazsa: çiçek desenli eteğinin altındaki ters ereksiyon ile böyleleri, bireyin kokuşmasına sebep oluyor.

kokmak budur.


10 Temmuz 2010 Cumartesi

aylaklık

sözlük anlamıyla: avarelik, başı boşluk anlamında kullanılır. 

aylaklık işçi kesmine haktır. bütün totoliter rejim patronları köleleştirilmelidir. hemde en alt tabaka dedikleri, insan olarak görmedikleri işçileri tarafından. çalışma etiği denilen saçmalık onların ürettiği dayatma manifestolardan bir tanesidir...
neyse konu dahiline dönersek,

yorum düzeyinde ele aldığımızda aylaklık; osmanlı' da, haremde nargile içip, bağdaş kurarak genç harem fahişelerinin kalçaları süzülür. memelerinden tutun, kadınsı tüm hatları üzerinde libidolar arttırılır. hemde hayvani bir itinayla...

ardından...

parlak, pürüzsüz tenli gençler hadım edilerek erillikleri elinden alınır. tüysüz tenlerine gölgeler düşürülür. saklı kalması gereken hazlar için köleleştirilirler. susturulurlar. ardından yeri geldiğinde, onlarda tadına bakılasıdır, otorite için...

bu toprakları üzerinde, yaşadığımız coğrafyadaki aylakların hayatından bir kesit.

fakat medeni dünyada, bir başka hale bürünür aylaklık.

-kimilerine göre böyledir.-

çalışıp daha fazlasını ihtisap etme şekline girer. bir yarış ortamındaki hamamböceği gibisinizdir. ya da deneysel araştırmalar için onların türettiği, kobay farelersinizdir. dışınız tamamen onlarla dolmuştur. içiniz çürüyüp, kireçlenesi bir haldedir. bu sizi çelişkiye bağımlı yapar. örneğin: beleşi elimizin altına sunulana şüpheyle yalkaşıp, pahalı ve en değerli olan için köpekleşiriz. bu bağımlılıktandır. kime mi? onların estetiklerine, ahlaklarına, konumlarına...emirler verilir, bizlerde itaat ederiz. düşüncemiz elimizden alındığında kalan neyse ona evriliriz.

neden? 

çünkü bu korkudur. 

onların hedonizmine sahip olamama korkusu. veya istediğimizi elde ettikten sonra ne yapacağımızı bilememe şizofrenisi. git gide özümüzden koparak mekanikleşiriz. yabancılaştığımız kişiliklerimizi yitiririz öncelikli olarak. ardından totaliterizmin iti oluruz. ahlak pizzası içerisinde onların dayattığı yaşam formlarına bürünürüz.



ahlak pizzası. dünyanın en kokuşmuş yapısıdır. üzerinden baktığınızda estetik bir halde vicdanınıza sahip olur. bu insanların şizofrenisinin kaosudur. en altında ezilen hamurunuz, üzerindekilerden dolayı cıvıklaşır. topluma açık kenar kısımları kıtır kıtırdır. sert ve katı hali ısırıldıkça çatırdar. ahlaki çöküntü, sert olan kabuğunun kırılmasıyla içimize dolar. yalnızlığımızın edepsiz tanrıları olmamızı canlandırır zihnimizin labirentlerinde. çok konuşur, çok yorum yapar. ama hiçbirinin içini dolduramayız. hava içten çürütür. burnumuzun havadanlığından, uçucu toplum etkilerinden başka bir boka neden olamayız. 

hadi düşünün.

ahlaki değerlerden bahseden, eleştiren ve yeren kimselerin; kendi yerdiklerini yapmaları, etik bir karmaşa değil de nedir. 

kısacası aylak hayat karmaşayı öğütler. sizi size götürecek karmaşayı. bu kerberosun zincirinden tutmaya benzer. risklidir. düşünmek, sorgulamak etkindir.

kimisine göre de başka birşey. tanımlanamayan, nitelendirilemeyen bir olguya...

görebilene.

30 Haziran 2010 Çarşamba

yaş[at]ıyorum.com

yaşadıkça yoruluyorsun artık. hayatındaki günlük kelimeler ağzından cımbızla alınıyor. günün yorgunluğu, hissizleştiriyor seni. hergün bir önceki günün imitasyonu oluyor. giydiklerinle bir başkasının aynası oluyorsun. toplumu etkilemek zorunda olduğun dayatılıyor. para kazanmalı, ruhunu ortaya koyarak ticaret adına kevaşeleşmelisin. işte bu şekilde: mekanik bir varlık haline geliyorsun. tanrı adına konuşuyorum / yaşıyorum diyorsun. ama halbuki kendi kendine öykünüyorsun. 

mekanikleşmenin izdüşümleri... 


gölgede ise bunlar, onların kelimeleri, söz öbekleri, betimledikleri öykünmeler. tıpkı okulda, dışarda, evde içine nüfuz ettirilirek ilahlaştırılan öykünmeler gibi.

inançsız olmalısın.
yıkım güzeldir böyle bir aptallık için.

unutma: hepsi senin zihninde. engellemek bireyin tercihidir. yani bu dayatma masal cinnetle yıkılacak. topluma karıştırma onları. "tanrı adına konuşuyorum..".. diye, bunu kendine görev addediyorsan, kokuşmaya başlamışsındır. ama sadece sana ait olan şizofreni bu.

uyanmak gerek. herkes sokakta bir azize / aziz. ama içerisinde birşeyleri bızıkladıkça, her şey buharlaşıyor. dogmalarla bezenmiş fikirler, kolonya ıslaklığı gibi zihinde gelip geçici etkiler yaratıyor. bunlara karşı körleşmeliyim. sorgulamadan kabul etmeliyim. susmalıyım. konuşmamalıyım. ama ben tanrıya inanmıyorum ki...

totaliter hayat şizofrenisi...

her yerde huzursuzluk, mutsuzluk, acı ve yorgunlukla sinesi kabarmış insanlar var. korkuyorlar, korkuyu yaratanlar tarafından korunuyorlar. içerisinde zaman zaman ellerine zorla savaş metalarını tutturuyorlar. düzen  ötekisi gibi olmayı seslendiriyorlar. marşlarla, uygun adımla, yüksek sesle...

ironi değil de ne bu?

umursamazlığın getirdiği etikle... 
hareketsizliğinizle: 
baskı, 
zulüm, 
cinnet, 
katliamlar, 
sınıfsal farklar ve insanların buna kayıtsız kalışı. 

acayip bir sentez bu. has kokuşmuş dünya tragedyası. hadi alkışlayın insanlar. sizden üstünü yok. üzerinde yaşadığınız ekolojiyi, hergün değişik pozisyonlarda ilişkiye zorlayarak kirletiyorsunuz. nükleer denemeler. çevreye atılan çöpler. atmosfere salınan gazlar. okyanusların kalbine saplanan petrol platformları. genetiği piç edilmiş organizmalar. kısacası dengesi, kapitalizm uğruna sikilen doğa. neleri gösteriyor, neleri...

ya bizler...

puslu bir camın üzerindeki buğu kadar etkiliyiz.

sessizlik: küresel ısınma. türlerin kırılıp yok olması. denizlerin, ırmakların, çayların, derelerin kızmasıyla buharlaşıp ardından asit yağmurlarıyla tepemize akamaları...

bizim yarattıklarımızın yansıması...

bizlere doğa tarafından biçilen bir kefendir bu.

korkun.

asıl bundan korkun. ürkün, ağlayın. hatta değersiz yaşamınızı sonlandırın. intahar edin. yanarak ölün. bu şekilde gideceğiniz yere alışmış olarak gitmiş olacaksınız.bu yüzden, yükseldiğiniz yerden korkuyla düşün. çünkü  zaten ölüsünüz. ölümü hergün kendiniz hazırlıyorsunuz: doğaya sahip çıkmayarak, insanlığınızı terk ederek.

alternatif asosyol yaşam şeysi, buyrun burdan alın: www.yasiyorum.com


27 Mayıs 2010 Perşembe

monoklinik vaka



çilemi toprağa gömüp üzerine işiyorum. 

çok sapıkça değil mi?

her şeye rağmen, amonyak onu yeşertmez diye umutlandıkça yanılıyorum. hergün bir başka ölüm. her saat bir başka acı. hayatın öznesi olmaktan çıkmış, asalağıyız artık. sorumsuzca yaşamak nasihatlandırılıyor bize. korku hissizlik. ölüm ise bir deli gömleği insan için. hep zamanlarda onlardan almamız gerekiyor nasıl yaşayacağımızı. toplum. gevrekleşeceksin.

ne yapabilirim ki?

denetlenmeyen bir yaşamı elinde tutmak gerekir. özgür, öznel ve korkusuzca yaşamak lazım. mücadele etmek gerek. kısa cümleler ile uaztmaya gerek kalmadan noktalamalı hayatı. sus. deli saçmalığı bunlar. korkuların yarattığı imgelenimler. dil neden titrer, yürek bu kadar ateşliyken(!)

anlatamadıklarıma, 

dünyanın tüm sözcükleri yetmez olmuş. 

ah deli sevgilim. hala farkında değil bendeki git - gellerin. çocuk. olsa da, olmasa da anlamı çok fazla beynimde. herşeyi seninle beziyorum, tıpkı şu bir kaç kelime gibi. yetmez. çok azlar seni ifade etmek için.

titrek bir ruhum var. 

artık düşünmekten tepsiye dönmüş beynim. 

hiç kimseye göre ben kimseyim. kimseysemde ölseydim. ne olur ki. iki rekat göz yaşı. hiçiz. neyi istediğimizi bilmiyoruz. ama neyi yaşıyoruz. neyi istediğimizi bilsekte, arzularımızı biz mi var ediyoruz. suskun ve donuk. karmaşa varlıkta sarmaşıklaşmıştır. dünya. bana ne senden. sevdiklerim bendeki onları görmediği sürece umrumda bile değilsin....

...
..
.

elimi bedeninin en mahrem yerlerinde dolaştırdığım insanlığın klitorisi, kanlanmış.  o kadar fazla dil darbesi var ki üzerinde insanlık ona daha fazla anlam yüklemekten kaçınıyor. korkmuş. o kadar fazla kadınlaştırılmış ki bu dünya, hep suçlanmış. ya gerisindeki erillik. 

güç ve iktidar. 

nasılda çürütmüş. ölüm gelmişte geçiyor. sırat köprüsündeki maymunların kafa karışıklığında, hala elimiz apış aramızda. ya erkekliğim giderse. neyin gururu bu. azrailin tokatları uyandırsın seni. dilimi keste doğra. yasaklanmış, kalçalarına parmak attım. sarsılma. kelimeler artık sende. farkına var diye daha  da gömdüm kendimi, kendime. susmak fiili bir eylem bireyde. bu yüzden soru şu:

hiç siz kimeden ayrı kalabildiniz mi?

lethe'ye balığa gittim bi dahakine yine gelecem buraya.

17 Mayıs 2010 Pazartesi

hiç/iz

kendi gölgelerimizi yere serip, bizi takip etmesini emredecek kadar itaatkarız.

kişiliğimiz bir domuz gibi itaat etmek için doğuyor. kendimizi belirli bir alana sıkıştırarak, yaşamımızda köle haline geliyoruz. öğrenme ve itiraz etme güdüsü köreltilmiş hayvanlarız bizler. öğrenme güdüsünü yitirmiş hiyerarşik hayvanlar olarak bizler, hiyerarşinin en üst kesmine itaat etmeyi görev ediniyoruz.

bu uğurda korkularımıza boyun eğiyoruz. kendi yarattığımız korkular. bizler büyük bir hiç/iz.

16 Mayıs 2010 Pazar

gölgenin ardından doğan karanlık içerisinden

...tanrıları, parmakladım geliyorum sözlerle. kelimelerin karnına bırakacağım piçler, toplumun ben/biz -de yarattığı sanılar. size üflüyorum onlardan çıkan ateşi.

püfff....

1 Eylül 2009 Salı

Toplum Şizofrenisi

...tutarsızlıklarının ortasında, at nalındaki boka saplanmış canlı.

Nasıl bir halde olduğunun farkında değil.

Her at kendi bokunu, ayağına dolar koşarken. Bizlerde yaşamımızda kendi bokumuza batmış bireyleriz. Palyaço ve askı kişiliklerimizi her saniye, değiştiren bir mekanizmamız var. Başkasının ve yarattıklarımızın kölesi olmuşuz. Acı kimlikler yaratarak ruhumuza kanamışız. Aşırı kadercilik ile ruhani yapımızdan umut bekler haldeyiz. Sürekli bir kurtuluşun muvaffakiyetine inanmışız.

Elde edilen ne?

Koca bir toplumun ŞİZOFRENİSİ!

Uyanın, irkilin ve

DÜŞÜNÜN...

LiberterKedi

21 Temmuz 2009 Salı

Ruh Örtüsü...


....ruhumun yorganı,
neden karanlıksın.
Arasında gizlediğin
duygu ne?

...ses.

cevap:

Ölüm.

-Peki;

...karanlıklar

Neden...

...düğüm düğüm
olupta boynuma
neden
dolanır
sın
ız?

sesime, set olmuş
kelimeler,
neden dilimde
birikir de
çıkmazsınız
sayfalar
üzerine,

...isyanıma görüntü olmuş
yaşadıklarım...
neden
neden
ürkeksiniz
olanları açıklığı ile dile
getirmeyi
neden cesaretle
gerçekleştiremiyorsunuz.

Ses..

Cesaretli Unutma!

Cevap:

Çünkü ruh suskusu; duygusal zihinin, karanlıklar ile kollektif çalışması sonucu insan için gerçekleştirilen, kolaylaştırılmış bir darbedir. Çünkü insan intiharı düşünür.

karşıt fikir...

...eylem süreçte, bunaltıcı olsada MÜCADELE başarıyı getirir.

-duygusallıktan uzak olarak-

LiberterKedi

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Gelecek Dönüşümü Ve Çocuklar

Çocukların kişisel gelişimine, biz büyüklerin vurduğu damgaların, ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mısınız?


Gelişimsel bozuklarımızın ve şiddetli ezilme pedogojimizin, gelişimimizde yarattığı bozuklukları gen aktarımı gibi geleceğimize taşımamız, dünyanın sonunu getirmektedir.

Bugün kimseler bunun farkında olmak istemez bir tavırdadır: Herkes aile içi şiddeti, sağlıksız koşullarda yaşamayı, yaratılan yanlış ekolojinin berbatlaştırdığı yaşama ortamına, yapılan yanlışlara....3 maymun dramasını oynayarak, daha ne kadar sonunun gelmesi için araç olacak, hiç düşündürücü değil.

Çünkü birazcık düşünebilsek ne kadar kötü bir durumun içerisinde olduğumuzun farkına varabiliriz.

Bu duruma savaş açarız.

Bu yüzden insanoğlu evrilmesini tamamlayamamıştır. Geleceği için yaşamında gördüğü yanlışların telafisini gidermeyerek, bunların tekrarlı bir yapıda ilerlemesini izleyerek düşünemeyen bir hayvan olduğunu göstermiştir. Modifikasyonları ilede bunu daha da güçlendirmiştir!


...

Hergün bir çok çocuk sokaklarda öldürülüyor, ölüyor. Yetişmeleri sırasında düşüncelerine toplumsal kurallar konularak, onları daha da yanlış bir şekilde eğitiyor toplum. Zaten bunun sebebi ise; sağlıksız bir toplum yapısıdır. Ne kadar düzenleyici ve sistematik olabilir. - ki bu zamana kadar önümüze konulan sistemler, yaşattıkları ve içerisinde yaşanılanlarla bunu göstermiştir. Yani başarısız olmuştur - Çocuk öğrenip düşündükçe birey olabilecektir. Ona özgüvenini kazandırdıkça, fikirlerini oluşturabilmeyi de sağlayacaksınız. Genelde neyin yanlış, neyin doğru olduğunu, bazen yaşayarak, bazen de anlatılanlardan veya görüdüklerinden çıkarttıkları ile bir yol belirlediğinde, çocuğu özgür kılacaksınızdır.

Bu şekilde, toplumsal kuralsızlık fobiside kalkacaktır.

Bu yolla bireyde oluşan doğal bilinç, kişide muhakeme yeteneğinide geliştirecektir. Kimse bunun farkında değil ya da daha doğrusu böyle olmasını istemiyor. Öyle ki büyükleri olan biz 18 yaş üstü insanlar, onların gelişimine anti katkılı fikirlerimizle mayınlar koyuyoruz.

Nasıl mı?

...dediklerimizi onlara dayatarak, onlara sus sen konuşma küçüksün diyerek. Televizyon ve bilgisayar başında toplumsal bir kültür kazanmasını, bu şeklde bireyselliğini ortadan kaldırmasına sebep olarak. Bunun gibi örneklerin, eylemleştirme sürecinde etkin bir rol alması bizim yüzümüzdendir. Aktif bu davranışlar, yarınımıza bombalar, mayınlar koyduğumuzun göstergesidir.

Şöyle: Sokaklardaki, evlerdeki, işyerlerindeki tecavüzler, hırsızlık, şiddet, tahakküm, başka insanı ezerek üstün görünme açlığının yaşanması... birebir yaşadığımız örneklerdir. Ve yaptıklarımızın ürünüdür. Bu yüzden bizler bencil yarasalarız...

Bu çok acı.


...fakat dur diyebiliriz buna. Değişimi kendimiz üzerinden hareketlendirip, yaşamın özgün noktalarını bağımlılık durumundan koparak, tahakküm etmeden çocukların kültür & sanat ile ruhlarını inşa eder, temellerini ona göre sıvayarak yapabiliriz.

Çocuklarımızdan miras aldığımız dünyanın yarınlarımıza sağlıklı aktarılmasını sağlayabiliriz.

Sadece düşünmek ve hataları tekrarlamamak gerekiyor bu yolda.

Gelecek Dönüşümü Ve Çocuklar İçin Yapılması Gereken Eylemler Bunlardır ve Dahasıdır....

LiberterKedi

16 Temmuz 2009 Perşembe

Duy!

...korku yaşanmalıdır bazıları için!

Yüksek bir dağın tepesinden indiğinde, ne kadar küçük olduğunu anlayacaksın. Sadece bulunduğun konuma güvenme, herşey yıkıma ve bozguna uğrayabilir / uğrar.

...bu yüzden korku sadece tahakküm ve güç aşıkları için tehlikeldir.

Duy!

LiberterKedi

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Küll-i Doğuş


Siyasal dramalarda kullanılan temel materyal, acı ve şiddetle insanları gerçeklerden uzaklaştırmaktır.

Bunun bir çok örneği günümüzdeki olayları, objektif olarak incelediğinizde, karşınıza çıkacaktır.

Acı, insanın gerçeklerden uzaklaşmasına sebep olacak, en büyük kötülüktür aslında. Fakat bu sadece gerçeklerden uzaklaştığımızda geçerlidir. Gerçekler çoğu zaman göremediğimiz, gösterilmek istenmeyen ayrıntılı, objektif yorumlarda ortaya çıkmaktadır hayatımızda.

Bunu gerçekleştirebilmek için, olayları özgün, objektif ve çok yönlü irdeleyip araştırmalıyız. Hayatın neresinde olursak olalım, hangi olayla karşılaşırsak karşılaşalım, olaylara bu şekilde yaklaşıp, sorguladığımızda. Gerçeği elde edeceğiz. Bu şekilde daha sonra karşılaşacaklarımızdan acı duymayacak ya da duysakta, daha sağlıklı sonuçlara ulaşabileceğiz.

Tarih, bu tipte sağlıklı kararlar alınmadığı için hastalıklı bir halde. Durum o kadar kötü ki, her yerde bir savaş, açlık, kin nefret, sevgisizlik, hoşgörüsüzlük, bağımlılık mevcut. Gözünü açsa insanoğlu; herşeyin kurtarılabilinir bir halde olduğunu görecektir. Kurtarılamayanlar ise aynı hataların diğerlerine bağlı olarak iyi değerlendirilmesiyle tekrarlanmayacaktır. Bu açıdan tekrarlı yaşadığımız süreçleri dikkate alırsak, bizleri balıklardan ayıran özellik nedir.

Hafızamız onlardan nasıl güçlü ki, böyle aynı olayları yaşayıp, aynı sonuçlarla karşı karşıya kalıyoruz?

Bu yüzden hafıza önemli bir realitedir, bireyin yaşamında.

Geçmişimizde bulunan bir yerin tasvirini, kişisel tercihlerimiz ile değiştirebiliriz gerçekten bağımsız olarak. Mesela içerisine gerçekliğinde olmayan, hayal ürünü argümanlar, materyaller ekleyebilir, somut olarak olmayan entegratif eylemler gerçekleştire biliriz. Fakat bu sadece kaçış olur. Gerçek acıtsa da objektivizm insanlık için iyidir. Çünkü gerçekten kopmaz, gerçeği bulmamız için boyutlu araştırmalara eğilmemizin yolunda referans olur.

Yorum ise bir yere kadar, kader gibi yaşamımıza hükmeder. Daha sonra beynimizi kullandığımızda ise, bunun değişen bir olgu olduğunu anlarız. Bu şekilde bağımlı ve önyargılı olmayız. Çünkü gerçekler öğrenmeyi, araştırmayı, sorgulamayı kabullendirir bize. Bu açıdan ne yorum, ne de ön yargılar gerçeklere hükmedemez. Ve onun karşısında, önemli bir konuma erişemez. Bu yüzden gerçek bireyi korkutmamalıdır. Bu yolla gelen acı zararsızdır.

Betimlemenin özüne dönersek...

Siyasal dramalarda görüdüklerimiz, hep tarihsel birer yanılsamadır.

Birilerinin toplumları, otomatik kontrol etmesinden kaynaklanmaktadır. Bunuda yaparken onların duygusal inceliklerini sıkı dokuyup, onlar üzerine yazılan yalan tiyatral oyunlar etkindir bu eylemlerde. Bunun bilincini işte objektivistlikle aşacaktır insanoğlu. Bunu yapabilirse, bu oyunları ne yaşar, ne de onlardan kaynaklı olarak yaşadığı acıları ve şiddeti tatmaz hayatında. Bu yüzden diyeceğim şu;

Değişim insanın fikirlerinde başlayıp kendisinde süreğen bir hal alır. Daha sonra bireysel özgürlüğünü elde eder ve özgün fikirleri ile gerçeği/gerçekleri bulur. Son kısmında ise kolletif bir yapıda etrafı ile toplumsal barışı, huzuru, anlayışı, şefkati, dayanışmayı sağlar...

Sadece objektif ve önyargısız düşünerek...

Küllerinden Doğan Toplum Yapısı

LiberterKedi

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Kök...

"Birey olduğunun farkında olamayanlar, genelleme bir tanımın öbeğinden kurtulamayacaktır. Bu yüzden cinnet anarşisi mevcut toplumda bugün. Katliam hızla gerçekleşiyor.

Ya siz bunun farkındamısınız. Civarınızdaki köklerinizden kopabilirseniz eğer..."

Kendi Yarattığımız Tanrılar( Bölüm 1: PARA)


İnsanlar yarattıklarının kölesi oluyorlar...

Bunun örneklerini ise şu başlıklar altında toplayabiliriz: PARA, futbol, Tv, bireysel ilişkilerde tek başına olamama sorunu, dogmalar gibi örneklerdir.

Bunların içerisinde günün, geçmişin, geleceğin en büyük sorunu ise PARA' dır. Paranın tarihçesine buradan öğrenebilirsiniz, kısıtlı olarak. Para' nın bağımlı hale gelmesinde en büyük etki ise, bireyin dağa fazlasını isteyip, ihtiyacından çok tüketmesidir. Bu işte kapitalist bir bağımlılıktır. Bu açıdan birey kendi ihtiyacı kadar üretip - tükettiğinde, fazlasınıda toplum içerisinde değiş - tokuş şeklinde kullandığında, para yok olacaktır. bu tarihte yaşanılmıştır. Bunun ütopik bir ön görü olduğunu söyleyenler tarihlerine yabancıdır...

...zaman ile paranın oluşturduğu yaşanılmaz ortamı göremeyenler, bu yabancılaşma ile herşeyi paraya endeksli bir hale getirmişlerdir. Bu konuda son zamanlarda önemli sanatsal eylemlerde olmuştur. Film bağlamında bunu Zeitgeist: Addendum' da görebilirsiniz..(Filmi buradan izleyebilirsiniz.)

Peki neden bu kadar bağımlıyız?

..derseniz. Diyeceğim şudur ki ideolojiler ve hiyerarşiler, gücü elinde tutmak için dogmatik bir güç yaratmaya ihtiyaç duydular. Bunun da ismine para dediler. Bu açıdan bugün bizler, güce ulaşmak adına ona bağımlıyız. Hayvanlardan ayrılmaz bir halde, diğerlerini(başka bireyleri) bile ezebiliyoruz. Daha fazla para kazanmak adına. Bu kadar aç bir şekilde ağzımızı diğerlerinin damarlarına dolamamızın sebebi, güç aşıklığı ile onu elde etmekten kaynaklı. Yani bilinçsizleştirme ve tarihin içerisinde, ürettiklerimize bu kadar tapmamızın sebebi bundan. Parayı keşfedenlerin de kendimiz olduğunun bilincinde değiliz bu yüzden. Herşeye bir paha biçme çabası da, işte bu yapay düşünce paketleriniden kaynaklı. Bu açıdan holiganlaşmış savunucuların da, hep ona muhataç duruma bırakılan insanların olması oldukça ironik bir durum.

Sonuç olarak: Tek bir pencereden baktığınızda, toplumun bugün kü en büyük tapınağı paradır. Bunun kırılma yolları mevcuttur. sadece toplum bu yarattıklarının halüsünojik etkilerinden dolayı uyuşmuş haldedir. Bilinçlilik ve bireyin aydınlanmasıyla bu yapay sentetiklerinde yıkımı olanaklı hale gelecektir fikrimce.

Bitti.

Kendi yarattığımız tanrılar: PARA

19 Nisan 2009 Pazar

Toplum Paradoksları: Gölge


Kendi içerisindeki sessizliği, sanal ortamlarda girdiği savaşcı tavırlar ile klavyeşörlüğe dökmek, bazen kişinin bastırılmış benliğini ortaya çıkartabiliyor.

Ama bu bir istisna.

Gerçekte ise çoğu zaman bu haleti ruh vaziyetleri, sanalda kalıyor. Kişi aynı ezikliğini gerçek hayatında devam ettirirken. Sanal platformlarda elde ettiği güç ile; tanımadıkları ya da tanıyıpta yüzüne birşey diyemediklerini bu ortamlarda sindirmeye çalışıyor. İşte bu garipsenecek bir hal. Çünkü bir bireyin kendisini sindirmesi, asıl böyle başlıyor.

Bu yüzden sanal güçleri ile libidosunu tatmin ettiğini zannedenlerin yaptıkları anal düşünceleride, sanal düşünceleri gibi hayal ürünü ve gerçekleştiremedikleri bir ütopya yumağı halinde kalıyor.

Sonuç olarak, bununla mutlu olan bireylerin oluşturduğu bir toplumun. Avrupanın en mutlu insanları çıkması oldukça ironik olsa gerek.

Toplum Paradoksları: Gölge

31 Mart 2009 Salı

Bilgili Olmak


Bilgili Olmak: İstedeğin kadar konuşsanda, karşındakinin anlayamadığı kadar bilgilisindir. Bilginle şişinip durmayacaksın o yüzden. Kendi yaşamından sıyrılıp kitlelere ulaşmayı hedefliyorsan, bilgi onlara göre şekil alacaktır. Bu seni yanlışa götürebilir. Sınırlı kalacaksındır, etrafına bağımlı geliştirirsen kendini. Kabul edilebilinir olanı, tabuları yıkıp, koyun olmak istemiyerek yapman gereken üç eylem;

...oku, araştır, düşün.

Saçmalıklar tanımlaması...

LiberterKedi

12 Mart 2009 Perşembe

Haz(+18)

Birazcık mutluluk abidelerinin dualarını işitmemek gerekiyor...

Zırva,

saç/ma....

...sisli bir günün ardında dikili, dikişsiz kuzinelerin suçlusu sadece kuz/a sahip olanlar mı. Yoksa onu metalaştıran libido beyinliler mi. Masküler ya da feminen eşitsizlik sanrısındakilerin uluduğu geceler hep çöreklenecektir gündüzün üzerine. Ama bu toplumu yönetmemelidir....

Kısa boşalmaların verdiği mutluluk hazzı hangi cinsiyetten olursanız olun yaşamınızda eğer bir amaç haline gelmişse kötüdür.

bu açıdan; libido beyinli olmak peçetesiz bir dünyaya sahip olmak demektir. Bu açıdan sonrasını düşünerek yaşayın.

25 Şubat 2009 Çarşamba

Kalk - End Of The Sleep


Kalk - End of the sleep...

bu bir ezgi...

Çatlak...
Ahlak esasen toplumu çöküntüden kurtaracak ve toplumun muhafazasını sağlayacak bir araçtır.

F.W.Nietzsche
...ya çöküşü ile, olduğu yerden bişeyler bildiğini sanarak etrafına salya sürenler ne olacak?

-yargı-

Duvarın üzerinde bir çatlak olarak kalacaktır...

-düşünce-

...içersine doğru onun aydınlıklarına, karanlık getiren ışık hüzmesi olduğunu sanan bir mutantın açık/gizli geçici şizofrenik reaksiyonlarına dair tepki gösterecektir bu kişi. Ardından; kulağı kesik zamanlarda tanımadıkları hakkında, haberi olmadan, arkasından yapılan dedikoduların mevcudiyeti ile en edebi küfürleri kusacaktır "O"na.

Neden?

...bir nevi sürü psikolojisi sanrılarının sonuçları ile, kitlesel yaşanımın sebebleriyle birlikte. Bu öznel bakış ile anlamlı. Çünkü hayat değer yargıları kurumuş bireylerin, muhafaza ettiği cehenneme dönüşmüş halde. O da, bu tasmasına alıştığı için; gördüğü özgür yapıyı nemlendirmeye çalışır.

-komik-

Televizyondan, en çok satanlar raflarından mülkiyetleşip. Daha fazlasını isteme arzusundan olsa gerek bu kimliksiz, söz giydirilmeye çalışılmış kin. Bunların menşeii ise, kitlesel iletişim, ile kaynaşma ya da topluluk oluşması gereğinin kanısında olan argümanların dayattığı, empoze edilen, kültür kirliliğinin doğurduğu söylentileridir. Ayrıca, zamana hitap ederek, kısırlaştırılmış gölgelerin eylemleridir, bu gündelik yaşama kaosu ile gelen söz salatası.

-isler-

...kelimelerini yazdığı karanlığına gömülenin, gittiği bu şizofreni; sadece "haklı çıkma" ironisinin patalojik etkisidir. Bu hastalığın ismi ise "asosyal kliniklerin sosyalleşme kaosu"dur.

(...)

-tanı-

Bu hastalığın kuyusuna giren ışığa, bu kadar inorganik yaklaşımla b..k atması ise; fikir yoğunluğu ile farkına vardığı eylemsizliğinin, onun elinden çaldığı umutları saklandığı annesinin eteğinin, gerçek dünya olmadığını anlamasındandır.

-uyanma-

Hastalığın metabolizasında etkin bir hal alan her bireyin tedavisi, ancak ona bu kuduz mikrobunu bulaştıran köpeklerin karantinaya alınması ile olanaklıdır. Fakat bu karantina sonucu elde edilen pozitif tedavi sonrasında; önyargıları yıkılıp, kuralları gerçekliğini yitirdiğinde ışık ile korunmasız kalan idelerinin buharlaşıp, yalnız kalan bir adam/kadın gibi: Şarap şişelerini her devirdiğinde, dibine doğru gözünü yönlendirerek. Elinden çalınan karanlıklarını istercesine, intihar etmeye ve yanında birilerini götürmek için etrafına tutunmaya başlar.

-tanıma-

Böyle bir birey, kurtalmaya kapalı bir canlıdır...

Fark/ına varış ile...

...yaşamak artık manasız, donuk bir hal alır onlar için. Ürkek bakışlarını etrafına savurarak, pembe dünyasının yıkımına yaklaştığı halde de olsa; alkışçı arar kendisine gider ayak.

İşte bu fedakarlıksızdır.

-görünüş-

Diğerini suçlama ya da onu da yanında götürme güdüsüdür. Mikrobun belirtisinin en acı örneği, diğerini de kendinle yok etme istencidir. Bu hastalıklı toplumsallaşmadan ileri gelmektedir.

Suçlu ise kendisidir bireyin.

-teşhis-

Bu kişiler kurtarılamazlar son raddede. Çünkü böyle bir kişi yarasalaşıp görme, temas, düşünce ve etki alanı kısıtlı bir kılıfa bürünmüştür. Bu yapının katılığının sebebi ise, ötekisini görmezden gelip, yansıma fikirlere bağımlılıktır. Bunlar toplumun sağlıklı olabilmesini engelleyip içerisinde kokuşurlar.

-sonuç-

Bu yüzden toplum duvarı çatırdar ve üzerinde oluşan bu çatlak onun ne olacağını gösterir. Sadece bakmasını bildiğinde. Bu yüzden bu patalojik sorun yok edelip özü kötü olmayan dünya arındırılmalıdır geç olmadan.

-elde edilen-

Çünkü;

Çınar içten çürür/müş...

-KALK-

LiberterKedi

31 Ocak 2009 Cumartesi

D’Où Venons Nous? Que Sommes Nous? Où Allons Nous?

"D’Où Venons Nous?

Que Sommes Nous?

Où Allons Nous?"

- Paul Gauguin -

Nereden geliyoruz - Neyiz - Nereye gidiyoruz?



...bunu hiç düşündünüz mü?

İçerisinde bulunduğunuz toplumun hareket alanlarını, ilerleyişini, tarihini ve gelişimindeki etkenlerin nasıl bir hal aldığını hiç düşündünüz mü?

Nereden geldik diyerek...bilimsel ve dogma seviyesinde oluşumunuzu, varlığınızı, molekülsel yapınızın bileşenlerinin temelini, düşünce sistemlerinize kaynaklık eden etmenler ve kaynakl noktalarını hiç araşırdınız/araştırmadınız mı?