11 Aralık 2009 Cuma

ara...

...hayatın içerisindeki zincirleme bağımlı - bağımsızlıkların en mantıksız olanını aşacağım. 156 gün sonra ne bekliyor bilmiyorum. öptüm sözcüklerinden, gözlerinden, yüklemlerinden. tüm yaşanılanları yüklediğin zamanlarda dahi, kaldığın o sesizlik ile sevgiler benim minik ruh kevaşem. dinlemeyeceksin bazen kendinden yoksun sesleri. kulak asma mesnetsizliklere kısa bir gül kokusu vedalar bebeğim. hoşçakal 156 günlük süreçte.

bir şehir sana ağlıyor,
bir tek gözyaşına…
bu ölümler,
isyan, sitem
kime?
vay be!
''sende mi brütüs?"
bir can gitti.
sus...
oyun bitti
.
.
.
Şiir: Selçuk Avcı

9 Aralık 2009 Çarşamba

Ruhun Pornografisi

kız arkadaş,
çıplak aşığı ile
herkesin yanında
coşarak oynar.
düğün bayram et,
vücut pornografisi!
ama ruhun pornografisi de var.

kimi zaman bir konferansta
konuşan sanatta,
bir kadın aşçı kadar
güçlü olan biri
dinleyenlerin önünde sergileyecek
kendi ruhunun pornografisini.

picasso' da
her şey açık değildir
kendisine, stravinski işitim,
ahlaksızlığıdır oysa.
böyle birisinden utanırdı
her hangi bir parisli yosma.

dansözü çırılçıplak soydukları zaman
utanıyorum onu gönderenler adına,
arkadaşım kaldırımdakilerle olduğu zaman
utanıyorum onun adına da...

dert küpü olduğu zaman senin vatanın
o yeraltı milyonerleri
açığa vuruyorlar elmas takıları
ve fok kürkleriyle
kendi ruhlarının pornografisini.

yazıyorlar bir yabancı eliyle
sevdikleri dost hakkındaki yazıyı,
ama ruhun pornografisi olarak
asılı duruyor
yazının altında
onun imzası.

salon toplantısında
ayıplandığı zaman eşini aldatan koca
mahrem ayrıntılar istenerek,
bağırıp çağırır ruhun pornografisi orda.

siz nasıl cüret ediyorsunuz buna,nasıl.
biz ne kadar sık kalkışmaktayız sizinle
her ışığın altında bakmaya
bu bir giz iken
iki kişi için de...

pek doğal,beraber yatmaya değmezdi belki...
fakat anahtar deliğindeki
çıplak göz bakarken
çok daha ahlaksızdır
sizde gördüğü
şeylerden...

damga vurun ekrandaki striptizlere,
sarın venüs' lerin karınlarını, en iyisi.
ruh nasıl olsa da esas budur.
yitip gitsin ruhun
pornografisi.

Andrey A. Voznesenski / 1974

3 Aralık 2009 Perşembe

Masquerade(Maskeli Balo)




Maskeli Balo: Hayatımızın tasviridir bu balo....

Gerçekleştiği Yer: Bizlerin sürdüğü yaşamında sistemin dayatmalarıyla, geçip giden kendi hayatlarımız...

Oyuncular: Sen, ben, o, bu...

Konu: İnsanoğlunun bireysel hayatının toplumsallık ile mekanikleşmesi sonucu sürdüğü hayatın, güzel bir tasviridir Maskeli Balo kısa filmi. Tıpkı Samsa' nın hislerini zihnimize çizen Kafka' nın o eşsiz anlatımında olduğu gibi, kendi yaşamımızın varlığını sorgulatıyor aslında. Yada daha açık bir ifadeyle varolamadığı sürecini.

Gün geçtikçe kendi yaşamlarımızın rutinliğinde, bu mekanik sistemin ara ya da sabit elemanı olduğumuz için her daim bir mutsuzluk, şiddet, kavga, hınç, öfke ve ötekileşmek gibi unsurlar mevcut bizlerde.

Kılıflarımız altında, reformize etmeye çalıştığımız sistemin, giderek içine gömülüyoruz. Kurtulabilmek kolaydır. Sadece yapılacak eylem öncelikle bireysel özgürlüğümüzün kazanılma sürecini cesaretle gerçekleştirmek.
Ortala

30 Kasım 2009 Pazartesi

Var Olmak mı, Yoksa Olmamak mı

var olmak mı,
yoksa olmamak mı,
bütün sorun bu!

düşüncelerimize katlanması mı güzel,
zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
yoksa diretip bela denizlerine karşı
dur, yeter!
demesi mi?

ölmek,
uyumak sadece!
düşünün ki uyumakla yalnız
bitebilir bütün acıları yüreğin,
çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
çünkü, o ölüm uykularında, sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
ne düşler görebilir insan,
düşünmeli bunu.

bu düşüncedir
felaketleri yaşanır yapan.
yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?
zorbanın kahrına,
gururun çiğnenmesine..

William Shakespeare

25 Kasım 2009 Çarşamba

Darwini Bitiren Balık(!)


Ezilmek(!)




marifet hiç ezilmemek bu dünyada...
ama biçimine getirip ezerlerse,
güzel kokmak
kekik misali
lavanta çiçeği misali
ıtır misali
yunus misali
tonguç misali
nazım misali
neresinden başlasam
bilmem ki...

Kaynak: Baldaki Tuz - Yaşar KEMAL

24 Kasım 2009 Salı

Göçebeler ve Köklüler



Ne güzel demiş edebiyat ozanımız değil mi?

Bizleri diğer canlılardan farklı kılan da düşüncelerimizdeki farklılıklarımız değil midir?

..fakat bütün bu kadar muazzam güzellikte olan bakış açılarına rağmen, bizler neden hala bir sınıflandırma içerisinde esiriz, hiç anlaşılmaz. Yine Yaşar Kemal' den devam edelim:

Ben iki şeye inanırım, iki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz yaratıcılığına, sonsuz değişimine:

"Halk ve Doğa". 

Sanatımı halkımla birlikte, onun büyük yaratıcılığı ile birlik olarak, onun için yaparım. Politikam da sanatımdan ayrılmaz. Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım...


Deveye Demişler ki...


Bir bozuk düzen içindeyiz. 


Hepimiz yakınıyoruz.

...kısacası:  

Hangi, aklı azıcık bir şeye erenle konuşsan, bir dert kum kuması. Vah memleketin hali, ah memleketin hali. Bu gidiş ne olacak sorusunu birbirine sormayan yok. Ama hiçbir kimse -ki bu konuda yakınanlarda dahil- ah vah edenlerden hiç kimse de durumumuzu düzeltmek için parmağını kımıldatmıyor.

Lafın kolayındayız.

Uyuşmuşuz.


Hiçbir iş karşısında sorumluluk kabul etmiyoruz. Bin dereden su getirip, herkes kendisini temize çıkarıyor. Hakları var yok, o başka iş. Ama memlekette hangi dalı tutsan eline geliyor. Var olan bu. Herkes umudunu kesmiş gibi. Birbirine karşı kimsenin güveni yok.

Bütün bunca koşullu umutsuzluklara rağmen, çözümü de sunuyor, koca heybetli edebiyat ozanımız Yaşar Kemal ve diyor ki: 

Bütün umutsuzlukların, ah - vahların, kaçınmaların üstünde gene de bir şeyler, bazı yönlerde bir şeyler yapmak zorundayız. Parmağımızı kımıldatmak zorundayız. Uyanmak, bazı meselelerimizin üstüne dostça eğilmek zorundayız. Öyle meselelerimiz var ki, onları savsaklamak, bize çoğa malolacak.


Bir ölüm dirim işi bu(!).
Var olmak, ya da olmamak.

Bugünü düşünün ve yaşadıklarımız neyin eseri?

Uyanmak gerekli değil midir, ünlü yazarın dediği gibi?

Dahası bitmiyor, Yaşar Kemal' in söyledikleri bitmiyor. Göçebelere bağlı olarak yerinde bir tespit yapıyor ve şu yargıyı oluşturuyor:

"...göçebeler*, muvakkaten üzerinde yaşadığı toprağı sömürür. O gittikten sonra varsın bu toprak çöl olsun, aldırmaz."

...diyor. Bugünün koşullarını düşündüğünüzde, yakın tarihteki, yakın coğrafyamızda yaşanan ve hala yaşanmakta olan savaşlarda, işgalcilerin(-onları göçebeler gibi nitelendirebiliriz.-) geride bıraktıkları medeniyetleri, yani sömürü medeniyetinden geriye kalan artıklardan başka bir şey değil de, nedir?

Yaşar Kemal, az söz söylüyor ama çok şey barındırıyor tümcelerinde...

Köklüler** için de, göçebeler gibi bir yargı geliştiriyor ve başka bir sonuca varıyor:

"...köklü, üzerinde yaşadığı, tıpkı kendinden evvel ki ceddi gibi, kendinden sonra da ahfadının üzerinde yaşayacağı toprağı besler"

...diyor.

Yani köklüler, toprağın insanı olduklarından, toprağı köleleştirmez. Fakat köleleştirilmiş bugün kü toplumun mantığı, bunu barındırmamaktadır tabi ki. Çünkü bugün toprağının dokusunu, onun kokusunu ve değerinin bilincinde olan köklüler, yoktur. Bunun yerine, mülkiyet sınırlarında ulus şirketler dünya düzenini allak bullak etmektedirler. Önlerine aldıkları kuklaları ile de toplumun bir çok kesiminde savaşlar çıkartmaktadırlar. Ve herkesin sadece sorunu söyleyip, olayı görmesine izin verse de, kesinlikle onların bir çözüm üretmemesine doğal bir kılıf oluşturmuştur yaptıklarıyla.(Bknz: The Corporation) Neyse devam edelim.

Yaşar Kemal der ki bir makalesinde:

Orta Anadolu' yu biliyoruz ki, böyle çöl değildi. Orman kalıntıları daha var Orta Anadolu da. Bunu bilginler söylüyor. İnanmayan bizim Ormancılık Fakültesine soruversin. Doğu Anadolu da böyle çöl değildi. İnanmayanlar Van Gölü' nün güneyindeki ormanları gitsin görsün. Ya da bilenden sorsun. Ben 1951 yılında bu ormanı gördüm.


Aradan sekiz yıl geçti.


Sekiz yılda bu orman belki de bitmiştir. O zaman ben yalancı çıkarım.

Bunu bu şekilde, köklülülerin böyle işlenmiş ve güzel bir şekilde bırakacağını betimliyor. Ve devam ediyor:

Köklüler, kendilerinden sonra gelenlere bakılmış topraklar bırakırlar. Biz hiçbir zaman bakmamışız toprağa, bakmıyoruz da. Toprak yene yene, kemirile kemirile, git gide bitmiş. Yurdumuzun topraklarından dörtte üçü, bire beşten fazla vermiyor. Verimini artırmak için de bu toprağın canına, hiçbir şey yapmıyoruz. Tam aksini yapıyoruz.


Köylüsü, aydını el ele vermişiz, kemiriyoruz, öldürüyoruz topraklarımızı. Bu gidişle elimizde bire bir, bire iki verim veren topraktan başkası kalmayacak.


Yirminci yüzyılda, şu modern dünyanın başını alıp Ay' a gittiği günlerdeyiz. Eller, toprağına gözü gibi bakıyor. Toprağı nasıl toprak eder de, verimini nasıl artırırız diye, çaba içindeler. Toprak bilimi en ileri bilimlerden biri olmuşken. Üzerine bide Ziraat Fakültesi kurmuşlar. Bilim adamları harıl harıl çalışıyorlar. Bizim bunlardan farkımız yok, bizde de var bunlardan...


Bizim ektiğimiz biçtiğimiz toprağa hiç karıştığımız var mı?


İyi yönden diyorum. 

Kötülüğüne gelince, elimizden gelmeyenleri bile yapıyoruz. En ileri ziraatçiliğimizin olduğu bölgelerimizde toprak gübre yüzü, yağmurdan başka su yüzü görüyor mu?

Bilimin karıştığı var mı işimize?

Ormansız toprak olmaz. Birkaç dikili ağacımız kalmış, onu da bitirmek, tüketmek için büyük çabamızı görmüyor musunuz?


El ele verip, milletçek birleştiğimiz tek şey, ormanlarımızı bir an önce yok etmek çabası değil mi?

Köylü toprağından kopuyor, şehirleri gecekonduyla dolduruyor. İnsanlar böyledir. Bütün dünyada da böyle olmuştur, diyebiliriz.


İnsanlar daha iyi bir yaşayışa geçmek için yerlerini terk ederler . Bunun önüne geçilemez de diyebiliriz. Köylerden gelenler işçi olurlar, endüstriyi beslerler de diyebiliriz. Bizimkiler ölmüş, çoluklarını çocuklarını yaşatamaz topraktan kaçıyorlar. Arkalarında toprak olmayınca ne kadar büyük endüstri kurarsan kur, onu sürdüremezsin.


Biliyoruz ki, bizde endüstri de yok(!)

Bu gidişle, durum apaçık gösteriyor ki, topraklarımızın üstünde aç, sefil, ekmeğe, bir dilim kuru ekmeğe muhtaç sürüneceğiz. Bu memleket halkını göçebe olmaktan kurtaralım. Daha o kadar elimizden çıkmış değil topraklarımız. Bizi besleyecek bir kaç verimli yerimiz daha var.


Bu söylediklerimi okuyup da yalan, yanlış diyecek bir tek kişi var mı?


Öyleyse ne duruyoruz?

Gene biribirimizin gözünün içine bakarak sızlanacak mıyız?

Yaa, doğru ama...Efendim çok doğru...Ama ne çare ki...Olmaz ki...Bunun önüne geçmek gerektir...

Vatan toprakları... Vaah vah mı diyeceğiz?

Vaaah ormanlarımız, vaah...


Oldukça ironik betimlemeler seriyor bize Yaşar Kemal. Toprağın nasıl katledildiğini, 1950' li yıllarda kaleme aldığı bu yazıyla dile getiriyor. Ve bir nevi bu yazı içerisinde 1984 tarzı bir yaklaşımda doğurabiliyor usta yazar.

Nasıl mı?

Kötülüğüne gelince, elimizden gelmeyenleri bile yapıyoruz. (Bknz: GDO - DDT vb...)En ileri ziraatçiliğimizin olduğu bölgelerimizde toprak gübre yüzü, yağmurdan başka su yüzü görüyor mu?(Bknz: Suların özelleştirilmesi, yıllardır doğu anadoluda siyasi oyunlar ile toprapın kuraklaştırılması gibi...)


Bilimin karıştığı var mı işimize?

...oldukça ileri görüşlü bir yazı bu. Ve bu açıdan, irdelendiğinde çok derin yaralarımıza ve tedavi edilmekten kaçınılmış bir çok sorunumuza işaret ediyor aslında değil mi?

İşte bizler sadece sorunu söyleyip, yüzeysel okumalarımızla onları kılgısal olarak pratik etmemize rağmen, her konuda ahkam kesiyoruz. Sorunu söylüyor, çözümünü ifade edemiyoruz ya da çözümü de üretip kendi çözümümüz için taşın altına el atmıyoruz. Bu samimiyetsizlikten ötürü kimsenin kimseye güveni kalmamış toplumda.

Yaşar Kemal ise, hayatı boyunca benim açımdan, edebiyatın ve türk sosyal hayatının köklülerindendir. Bu yüzden de kendinden sonra gelecekler için yaşanılacak bir dünya bırakma uğraşısında benim açımdan. Bunun için, kendi yaşadığı coğrafyanın yapısını, dokusunu, sosyal mekanizmasını işlerken o bölgelerin çiçeklerinin çeşit çeşit zenginlikte olan insan profilini, eşsiz betimlemeleriyle bize aktarırken barışı, kardeşliği ve farklılıkların doğuracağı zenginliklerin yaşatılmasını öğütlüyor eserlerinde...

Onu okuyan bu açıdan göçebesi bile olsa bir coğrafyanın, onu okuduktan sonra köklüsü gibi yaşanılacak bir dünya bırakmaya çalışır. Bu yüzden topraklarınızdaki farklılıkları sömürmek ya da sindirmek yerine onları yarınların kardeşçe yaşayabileceği bir dünya için kullanılmasına olanak sağlamalıyız. Salt sorunu söyleyip çözüm üretmemek, çözüm üretip gerçekleşmesini şansa bırakmak veya onun için uğraşmama samimiyetsizliğinden sakınarak, yarınlar için umudu köklülerştirmek gerek. Irkçılık, sınıf farklılığı, mülkiyet sınırsızlığı, dinsel fanatiklik, kültürüel yozlaşma, ön yargılar ile geliştirilmiş çürümüş toplum kuralları, genelleştirilmiş yaşam biçimlerinde uzak bir yaşam için uğraşmalıyız.

Göçebe değil, köklü olmalıyız. Olamasak bile en azından onların felsefesinde insanın özgürlüğünün mevcudiyetini yaşatmalıyız.

Sonuç olarak, daha sağlıklı bir yaşam için: İçsel yerlerimizin işgali ile göçebe siyasetçiler tarafından sömürülmesine izin vermeyerek. İnsan olduğumuzun bilinçliliği ile köklü mantığıyla yarınların saplkınlıklardan uzak olarak, sağlıklı, mutlu, farklılıklara rağmen homojen bir halde dostça ve sevgiyle oluşabileceği bir gelecek için uğraşmalıyız! 


*Toprak kemirgenleri

**Topraktan gelen, toprakçıllar.

Not: Bu tanımlamalar tamamen benim öznel algılamamdır.
Alıntılar: Yaşar Kemal'in 1950'li yıllardaki yazıları ve Baldaki Tuz eserinden yapılmıştır...

İnsanın Yedi Çağı




Bütün dünya bir sahnedir...
ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu...
girerler ve çıkarlar.
bir kişi bir çok rolü birden oynar,
bu oyun insanın yedi çağıdır...

ilk rol bebeklik çağıdır,
dadısının kollarında agucuk yaparken...

sonra mızıkçı bir okul çocuğu...
çantası elinde,
yüzünde sabahın parlaklığı
ayağını sürerek okula gider...

daha sonra aşık delikanlı gelir,
iç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şirleriyle...

sonra asker olur,
garip yeminler eder.
leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç,
savaşta atak ve korkusuz,
topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar...

sonra hakimliğe başlar,
şişman göbeği lezzetli etlerle dolu,
gözleri ciddi, sakalı ciddi kesimli...
bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur
ve böylece rolünü oynar...

altıncı çağında ise palyaço giysileriyle,
gözünde gözlüğü,
yanında çantası,
gençliğinden kalma pantalonu
zayıflamış vücuduna bol gelir.
ve kalın erkek sesi,
çocukluğundaki gibi incelir.

son çağda bu olaylı tarih sona erer.
ikinci çocukla her şey biter.
dişsiz,
gözsüz,
tatsız,
hiç bir şeysiz..

"Nasıl Hoşunuza Giderse" 3. Bölüm 7. Trajedya / William Shakespeare

21 Kasım 2009 Cumartesi

Garib-i Domuz



Çürümüşlükle: Çocuklar yabancılaşıyor. Bundan en kötü etkilenen hayali yapılar bile, kendi aralarında yabancılaşarak faşizan bir tavır almaya başladı. Bu temada düşüncemizi geliştirirsek, ciddi anlamda kapitalizmin bizi nasıl bir sınıflandırma içerisine soktuğunu anlayabiliriz.

Yorum'a Açık Çürümüşlük!

16 Kasım 2009 Pazartesi

GDO'ya Hayır!


Geleceğin ile Düzüşmelerine Ortak 
Olma!

Kaldıralım!



İnsanları sınıflandıranlara inat, tepki olarak gitsin bu parça.

Not: Parça, Yaşar Kurt ve Arto Tunçboyaciyan'ın ortak çalışması olan Nefret'e Kin'e Karşı albümünün içerisinde yer almaktadır.

Hayal Kemirgenleriyiz!



İnsanların her zaman bakacakları, kendilerine has bir pencereleri olması, onların ne kadar sorunlarla yüzleşememek için alternatif yaratabileceklerinin göstergesidir.


Kendi hayallerimizi kemirerek geçiniyoruz. 

Sorunlarının azalmaları umudu ile ne kadar paylaşmaya çalışsanda etrafındakilerle, o kadar ufalıyorsun. 

İnsan acılarını ve mutsuzluklarını paylaştıkça değil, aksine paylaşmadıkça mutlu olabiliyor. Çünkü bölük pörçük, yarım yamalak kalmıyor. Hayat ne kadar yorumların üzerine dönse de bahsettiğimiz insan hayatı olunca, yaşamımız yorumlarla dönmüyor. Çünkü bazen yanlış değerlendirme ve objektif düşünemeyenlerin sayesinde, belki kolaylıkla kurtulabileceğiniz bir durumun eşiğinden dönemiyoruz. Adeta bir bok çukuruna saplanıp kalıyorsunuz.

Bu noktada yorumlar acıdır. Çünkü, yorumlar yaşamımızın formatize bir hale bürünmesini sağlayan duygu ve düşüncelerimizin vücüdu üzerinde, bir nevi işkenceci bir zebani gibide olabiliyor. Onun elbiselerini param parça edip, kemiklerinin her bir noktasına baskı uygulayarak, onların üzerinde yer alan etlerini mosmor ederken. Bu ayırdımla, aynı zamanda etlerin birden fazla noktasında ödem oluşturarak, başkalarının damağına zevk olarak sunuyor sizi. Oda yetmiyor ellerini direk göğüs kafesinizin ortasına daldırarak, kalbinizin en derin noktasına nüfuz edip, onu liğme liğme ederek, en bakir köşelerinize işeyerek kokuşturmaya çalışıyor. Üstünde defalarca gidip gelip, bekaretinizi bozuyor.

Açık bir söylemle...

...hiç kimse, objektif olarak olayların algılamasını yapamayıp, direk kendine göre olayları yoğurarak değerlendirirse: Bu sizi bir nevi tecavüz kurbanı haline getirir. Keza bu nokta da kendinizi paylaşarak sunarsanız, bu tecvüzün ortağı konumuna gelerek, yaşamınıza karşı sorumlu olursunuz. Bu yüzden bazen, yumuşak bir karna sahip olan duygularınızı lütfen paylaşmayınız. Çünkü:

Diş etine kadar çürümüş, dişlerine kadar çürümeyle, kokuşmuş ağzılara malzeme olursunuz. Ağızları içerisinde sizi bir alt damak, bir üst damak arasında yumuşatır, sonra da midelerinde öğütürler. Ardındanda, anüslerinden posa olarak çıkarsınız.

Sizce bu arzulanacak bir eylem mi?

Kimse, kimse için objektif düşünemiyor. Yorum yaparkende, olayları çözümleyici olarak değerlendiremiyor. Bunun sebebi ise: Dünya' da bir nevi birbirimizin fareleri olmamızdan hoşlandığımızdandır.

Sonuç olarak; topluma ne kadar kendimizi paylaştırırsak, o kadar azalıyoruz. Yorumlarla, mesnetsiz fikrilerle, ön yargılarla, bağımlı özgürlük söylemleriyle ve öznel spiritüel yaşam bakışıyla sürekli bir tecavüzün ortasında madur olarak, kirlenerek azalıyoruz. Korku bu yüzden azaldıkça daha fazla artıyor. Bu yüzden çoğu zaman yaşama bakarak kendimizi anlattığımızda, özgürleşebileceğimiz sanrısına kapılmamalıyız. Çünkü duygularımızı, mutsuzluklarımızı, sevgilerimizi, acılarımızı kusarak artabileceğimizi düşündüğümüzde; daha da azalıp ufalıyoruz, çevresel faktörlerle. İşte böyle durumlarda susmak korkuyu getirmez, korkuya dışardan bakmayı getirir.

Dikkat!

...kendi hayallerinizi kemirtmeyin!

12 Kasım 2009 Perşembe

Sanal Dejenerasyon


Değişen yaşam koşullarımız, yeni ekolojiler doğurmuştur. Teknolojik bağlamda bu yeni yaşam alanı sanal dünyadır. Sanal alemde ismimizi oluşturan mahlaslar, sanal kimliğimizin bir göstergesi / bir parçasıdır. O kadar fazla kişilik bölünmüşlüğü yaşamaktayız ki, bazen bu gerçek dışı dünyada, kendimiz olmaktan koparak bir başkası gibi olabiliyoruz. İşte bu kişisel bir bozukluktur. Tümel olarak sanal ortamdaki ciddi problemlerin ismine sanal dejenerasyon diyebiliriz. Ve şöyle açıklayabiliriz: İnternet dünyasında bireyin kullandığı ve / veya aktif olduğu alanları, iletişim sürecini, aktif yararlandığı araçları bozguna uğratmasıdır, sanal dejenerasyon.

Bunu bir kaç kategori altında incelediğimizde, aslında oldukça ciddi bir sorun yumağı oluşturduğunun bilincine erişebiliriz. Bunları edebi anlamda tutun, sosyolojik anlama kadar çok geniş bir yelpazeye doğru yayılacak şekilde açabiliriz.

Örnek vererek anlatmak istediğimi betimlersem, şunu diyebilirim:

Edebi Anlamda: Buna örnek olarak üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada, genel olarak konuştuğumuz dil olan türkçe' nin dejenerasyonunu gösterebiliriz. Türkçe kullanan bir bireyin sanal ortamda "ş" yerine "sh", "ç" yerine "che", "k" yerine "q" vb... örneklerin kullanılması dilimizin sanal ortamdaki dejenerasyonuna örnektir.(- oldukça popüler bir örnek olmasının yanında, burada milliyetçi bir edanın dışında; bir dilin doğru ifadesi vurgulanmaktadır. hata yapabiliriz ama tekrar eden bir hata zincirine dahil olursak bizler çürümenin katalizörü oluruz.-)

Sosyolojik Anlamda: Bunuda yine çok genel ve basit bir örnekleme ile açıklayacak olursak: Toplumda gayet resesif bir halde olan bir bireyin, sanal ortamda klavye başındayken kurduğu site üzerinden üyelerine tahakküm(otorite kurması). karşısında tanımadığı bir kişiye sırf onunla ters düşütüğü için küfür etmesi ve / veya hakaret dolu sözler söylemesi toplumun git gide nasıl bir kişilik bozulmasına uğradığının örneğidir.

Bilimsellik Anlamında: Yine bunu da sıradan bir betimlemeyle örneklendirecek olursak: Bir olayın gerçekleri üzerine, bir çok yorumun olması, gerçek olup / olmadığı tespit edilemeyen fotoğrafın(fotoşop ile yapılmış resim ve fotoğraflardan bahsediyorum)bulunması. Herkesin bunların doğru olduğunu zannederek başkalarına yayması, bir konu üzerinden sanal ortama aktarılan bir makalenin yorumunun gerçeklikle ilişkisini araştırmadan, sırf kendi görüşünü örtüyor diye bireyin onu kendi yorumuyla birlikte sanal platformlarda kullanması ve bunların toplum tarafından da kabul görmesiyle yorumlar gerçekmiş gibi savunucu bulmaya başlıyor. Bu bilimsel kirliliği beraberinde getirmesiyle birlikte, bilgi dejenerasyonunuda doğurmaktadır. Öyle ciddi sorunlardır ki bu yalanlar, adeta tertemiz bir suya bir şişe mürekkebi dökmeyle, suyun renginin değişmesine benzer. Hızlı ve derin bir şekilde değişime sebep oluyor.

Cinsel Yaşam Anlamında: Kapitalist çıkarlar ile, porno sektörünün istenen / istenmeyen aşırı büyümesiyle birlikte, ne kadar önlem alınmaya çalışılsa da çalışılsın. Bireylerin sapkın huylarının dizgin altına alınamaması ve oluşan yeni tüketimler isteğinin, bireyin cinsellik pedagojisi düzeyinde düzgün gelişmemesine ve farklı eksenlere sapmasına sebep olan bir dejenerasyonu oluşturmaktadır. Bknz: Pedofili

Bu örnekler arttırılabilinir...

Ve unutulmamalıdır ki bugün geldiğimiz noktada, aktif olarak kullandığımız sanal ortamın dejenerasyona / bozulmaya / yozlaşmaya uğramasına sebep bizleriz, bu bizim tercihlrimizdendir. dolayısıyla engellemenin en basit yolu düşünebilmektir!

1 Kasım 2009 Pazar

Sanrı


 
...arzularımızı sadece seks kölesi gibi algılamamız, fizyolojik bir bozukluktan, ekolojik iteklemelerden, genel yapısal temellerden dolayı popüler hayata uygun bir halde şekillendirmemizdendir. Bu yönden, bir erkeğin özel günlerinin sıklığı: Ereksiyon halinin sürekliliği ile birlikte, sadece ergen dönemde evrilmesini tamamlamamasıyla oluşturduğu kişilikle alakalıdır.

Böyle kişilikte insanlarda, sadece ve sadece en büyük eylem karşısındakinin üzerinden, libidosunu düşürmektir. İşte bu psikotik bir durumdur.

25 Ekim 2009 Pazar

bazen

...söz bazen kifayetsizdir. karşındakinin algısı seni hep kendi penceresi içerisine çekmek istiyorsa, ne söylersen söyle o seni istediği gibi algılayacaktır.

İş - İşçi - Patron

Ana İş




Performans Ödülü


 



Maksimum Kazanç
 

23 Ekim 2009 Cuma

paşa paşa uyuma...

...apolitizasyon kötü birşey.

Politikayı bir birey sevmeyebilir, ama yaşadığı coğrafyadaki olaylara tamamen yüz dönmesi kötü bir durumdur. Tarihsel bilincin, okulda verilen veya televizyon kültüründen aldığı ile, kendini sınırlayan  toplumların yaşadığı bir süreçteyiz. (Bu kısır ve cahil zamanın doğmasındaki en büyük olgudur.)Herkes dolu şeyleri savunduğunun sanrısında olsa da tek(çürümüş sistem) taraftarı oldukları açıktır. Çünkü bu olgunlaşmamış olduğu halde çürümeye başlayan fikirleri, hiç bir şekilde öznel değildir. Söylemeye çalıştıkları, ailelerinden aldıklarıyla sınırlandırılmış onların düşünceleri/önyargıları dir/dır. Ya da sistem koruyucusu olarak atandıklarının düşünceleridir, dile getirip sürekli geveledikleri bu söylemler...

Bu yüzden özgür olmayan ve bağımlı bireylerin oluşturduğu apolitik bir toplumun bireyleriyiz bizler. İçler acısı ki bunun, böyle olmasına sebep olan darbelerin bilincinde bile değiliz. Buyrun buna bir örnek:

Bir röportaj yapılıyor geçtiğimiz zamanların birinde. Bir dergi İstanbul Taksim' deki Atlas Pasajı' nda 26 yaşındaki bir öğrenciyle darbe ve Kenan Evren üzerine konuşuyor. Konuşma parçalı olarak kısaca şöyle:

- 12 Eylül deyince aklına ne geliyor? Darbe mi? Darbe nedir?

- Halkın ayaklanmasına karşı yaptırılan yaptırımlar...

- Darbe iyi bir şey mi?

- İyi bir şey, sağ sol savaşları ekonomiyi bozduktan sonra bu tarz yaptırımlar iyi oluyor

- Sağ sol çatışması hakkında ne biliyorsun?

- Bana göre aslında sağ sol yok. Onlar eskidenmiş. Üniversitelerde kimlik arayanların sağı solu seçmesiymiş. Şimdiki punkçılarla hiphopçular gibi...

- Askerliğini yaptın mı?

- Yapacağım. Çünkü sürekli karşıma çıkıyor. Kız vermiyorlar. Çevredekiler gay muamelesi yapıyor.

- Kenan Evren'i biliyor musun?

- Eski cumhurbaşkanı, asker ve ressam

...bu alıntıdır. 

İçler acısı bir durumdur. O dönemlerde liğme liğme edilmiş kişileri hatırladıkça ve çektikleri ızdırabın ne olduğunun farkına varılmasıyla, gerçekten çok kötü bir halde olduğumuzu azda olsa anlayabiliriz.  Arkadaşın söyledikleri ne hale geldiğimizin apaçık bir göstergesidir. Bu ülkenin böyle bir hale bürünmesinin sebepleri ve onları bu hale sokanların kimliklerini anlayamamız, televizyon ve salt eğitim süreci ile yetinmemizle ilişkilidir. Birey olabilmek için ve hayata karşı donanımlı kişiler olabilmemiz için yazılanlar, yaşanılanlar, çekilen filmler mevcuttur. Fakat tüketim toplumu olan bizlerin koyunlaşması ile geldiğimiz nokta, bu kadar çürümekle yetinmeyip daha da kötü bir hale gelmektedir. Yine yaşamamız gereken sistematiğini vurgusu ile evrilen toplum, bu bizim için tasarlanmış mekanik sistemin uzvu olmamızdandır. Çünkü, hep onların istediklerini tüketiyoruz, özgürleşemediğimizden. Bugün Cumartesi Anneleri veya Plaza del Mayo'cuların neyin savunduklarını bilmeyenlerin suçlusu rahat uyumasın diyoruz. bu yüzden sende bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın deme ve paşa paşa uyuma. Dünya bir kümes ise o yılan bir gün diğerlerini tükettiğinde seni de sindirecektir kendi bünyesi için.  Tıpkı bugün kültürel, sosyal ve özgün yaşamını elinden aldığı gibi...



18 Ekim 2009 Pazar

Sessiz(ce)


ürküyorum...

...dışarıdan baktığımda,
kemiklerimin kırıklığında,
kanayan geceye boşalıyorum.

korkuyorum...

daha bi sesiz,
daha bi fırtınalı
bu hal(sizlik)...


susuyorum...

...süreksizlik mevcut yaşamın bacaklarında.
çarpık ve zayıf...
en kısa mesafeli koşularda bile,
nefesi tıkanıp,
dalağı şişmekte hayatın.
esiri olduğumuz
kadın/adam,
yaşam...

konuşuyorum...

tecavüze uğramış,
zorla kirletilmiş,
süt dişleri oluşmamışken,
avlanma öğretilmiş insan
acınacak haldesin.

ölüyorum...

sesiz-
.ce.

Liberter Kedi

Toplum Korkusu ve Kuşak Oluşumuna Dair...

İnsan doğası gereği bazen kendini keşfetmeye yolculuklara çıkmaktadır. Tarih bunu içerisinde oldukça fazla göstermektedir. Fakat bazen insanın bu yolculukları sırasında, iktidarın işine gelmeyen keşiflerde bulunduğunda, insan hemen susturulur. İşte bu susturulma yöntemleri, bireyin daha sonraki yaşamını etkilemekte ve ondan sonra gelecek olan kuşakların davranış biçimlerini oluşturmaktadır.

Kabul etmeyede biliriz bunu.

Genellemerin yanlış olduğu, istisnalar ile bozulur / bozguna uğratılır. Ama tümel bir gerçek vardır ki: Zaman bize kuşak davranışlarının nasıl geliştiğini, içerisinde hep göstermektedir. Bir örnekle açıklayalım:

Coğrafyamızda görülen 12 eylül 1980 darbesi ve sonrasında insanlar maddi / manevi geleceklerini düşünmeye zorunlu bıraktırılmış ve ailelerini koruma güdüsüyle ellerinden özgürlükleri çalınmıştır. Bunu yaparken uygulanan bireysel şiddet, sistematik korkutma, toplu katliamlar gibi etkin şiddet eylemleri, toplumun geleceği oluşturması için bir yönlendirme olmuştur. Buradan yola çıkarak, 1980' den sonraki kuşaklarda etkin bir halde, apolitik bir gençlik oluşmakla beraber, emo dediğimiz arabesk kültürü veya modernist gözle bakılan batı çürümüşlüğünü almış ilericileri görebiliriz. Ya da bunu biraz daha sınıflandırmadan uzak tutarsak teknolojiye bağımlı olmuş asosyal bir toplum mekanizması oluşmuştur. -Bu oluşturulurken kullanılan araçlar bilgisayarlar ve cep telefonları dejenerasyonda en büyük etkendir.- Bu kuşak şimdi 20-30' lu yaşlar arasında(-düz hesap-) ve kendini ifade etmeyi, korku psikolojisi içerisinde sağlıklı olarak yapamıyor. Çünkü ifadesiz ve itiraz etme eylemlerinde yoksun bırakılmış ya da korku ile güdülmüştür.

Peki hiç mi toplumda bu genellemenin içerisinden sıyrılan birey?

..elbette var. Buda, ezilenlerin pedagolojik gelişmişliğinde, kendi olabilmiş bireylerde var. Sanatla ruhunu arındırmış ve birilerinin etkisi altında olmadan özgür düşünceleriyle ne aradığını bilenlerde var. Ya da yaşamın, bilgisayar başında değilde, dışarda dolaştığını, nefes aldığını, terlediğini, emek sarfettiğini bilip bu politik şiddetten sıyrılıp ona direnenlerde var.-Bu direnme sokaktaki gerçeklik ve görüntülerden çıkarılan düşünce metalarıyla alakalıdır- Bağlantılı olarak yakın zamanda bunun örneklerini gördük.


Sonuç olarak, bizler bir düdük olmadıkça ve üzerimizden yükseltilecek toplum tasarımına istenilen yönde şekil vermeleri için tahakküme izin vermedikçe özgür olabiliriz. İster bunu topluca, isterde bireysellikle yapalım. Ama burada önemli olan metafor, birilerinin peçetesi olmamak(!)

Saçma Ve İntihar(Albert Camus)


17 Ekim 2009 Cumartesi

Merkezsiz ve Topraksız...



Merkezsiz ve Topraksız...

"Merkezsiz ve topraksız yönetim aygıtı" tanımlaması önemli bir problem. Ulus devletlerin bütünüyle gücünü kaybetmesi demek göreli (relative) bir şey.

Negri İtalyan, Gladio' nun kuruluşunu görmüştür. İtalya' da en az Türkiye kadar uluslararası kapitalizmin deney ülkelerinden birisidir.

Gladio' nun hedefi, İtalya' yı kapitalizmin av sahası haline getirmekti. Negri' nin içinde bulunduğu hareket çok radikal olmasa da, Gladio' nun devletle işbirliği içinde olması sonucu kendisi de hedef oldu. Gladio' nun amacı solu illegaliteye itmekti. Sendikalara müdahale edilmesi de bundan. Türkiye bunu 12 Eylül darbesiyle yaptı. Negri vaktinde böyle bir güçle muhatap olduğu için mücadeleyi ulus devlet zemininde düşünmek istemiyor.

Gladio denilen şey, CIA bağlantıları da olan, global bir şey, yani merkezsiz ve topraksız.

Ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz ama Türkiye' ye geldiğini de biliyoruz. Yani Negri' nin içinde bulunduğu ortama dair yaptığı gözlemler, mücadele perspektifini ulus devlet ekseninden ayırıp "dünyasallaştırmıştır" diyebiliriz.

Ulus Baker : Hayvan Dergisi , Cilt:6, Sayı: 41, Sayfa: 68–69 

Not: Ustadan kısa ve öz bir değerlendirme...

16 Ekim 2009 Cuma

Ada / Island



Fyodor Khitruk yapımı, 1973 yılında Altın Palmiye, 1974 yılında Cannes film festivalinde ödül almış bir film ADA.

Kapitalist yaşamı çok iyi betimlemesi ve insanların içerisinde nasıl birbirlerine karşı yabancılaştığını anlatan, etkileyici bir filmdir. Militarizm, sermaye-hammadde algısı içerisinde insan değeri, sosyal yaşam ve benzeri konuları, yaklaşık 10 dk.'ya sığdıran ve anlatan mükemmel bir film...

14 Ekim 2009 Çarşamba

Karikatür...

Politik bir söylemce ve insan doğasını yansıtması açısından, sanatın en masum militanıdır karikatür bence...

Kapitalizm...



Hamid Bahrami...




Dağıstan Çetinkaya...



Victor Zuev...


Borisiav Stankovic...


Musa Kayra...


Kaynağı Belirsizler...



  









Bana...

özgür...
...yaşamak 
kadar gerçek,
bağımsız...
....düşüne bilmek 
kadar olanaklıyım.
 uçuyorum...
şimdi uçuyorum
ve ben 
"Tanrı" yım.
görmesenizde,
duymasanızda
imgelerimde...
...sözcüklerimin öbeklerine kadar attığım
kırbaçlarla..

haykırıyorum...

Sana...

10 Ekim 2009 Cumartesi

Düşünmek Tehlikelidir

Düşünmek Tehlikelidir.

Zaman bunun örneklerini canlı gösterse de bu eylemi tehlikeli yapan düşüncesiz insanlar aydınlatılmalıdır, eylem ve etkinliklerle. Direnme ve düşünme eylemini yapamayanlar otoritenin kurşunudur.

Bu yüzden düşüncelerinizin tehlikeli olduğunu hissetsenizde, onları ifade etmekten kaçınmayın. Gerçekler, tehlikeleri, idam sehpalarından geçerek yenmeyi başarmıştır!





Görsel: Ahmet Vahit Akça...

6 Ekim 2009 Salı

Yaratıcı Varlıklarız Vesselam!

Charles Manson' ın çok güzel bir tümcesi vardır:

Bana yukarıdan bakarsanız bir aptal görürsünüz; bana asağıdan bakarsanız tanrınızı görürsünüz; ama bana karşıdan bakarsanız kendinizi görürsünüz....
...diye. Peki iş bu kadar basitken neden birilerini tanrılaştırıp onlara taparız.
Sanrım bunuda en iyi Montaigne açıklıyor:

Biz daha bir solucan yaratamazken, milyonlarca tanrı yarattık...

...diye. Haklı!

4 Ekim 2009 Pazar

kOYUNlaştırılmış Birey!

boğaza tecavüz...

...biz çok akşamları, bu filmin seyircisiydik.

Boğazın apışarasında gidip gelen gemilere seyirci olmak....bir nevi bizim libidomuzu da düşürüyordu. - ulan bi ben mi düşüncem dünyanın geleceğini...- geçirirdik günü işte, koy götüne hayatın bebek sahilinde. Şarap şişelerini okşayarak, yaşadıklarımızın iğrençliğini avuçlarımıza kusardık dostum...

...işte isminide, "yan gelip, rahat rahat yatmak" koyardık, bu boktan kuklalığın!

dil ile söz / düşünceyle de eylemi böyle fahişeleştirdik...

...dilimizden sözcüklerimize fışkırmış meni gibi, yapışkan ve kaygan düşüncelerimizin ardında duramayacak kadar cesaretsiz(iz). Düşüncenin, o eşsiz doğurganlığını; onun yumurtalıklarını, değişimsiz ideolojik tabularımızla bağlayarak katlediyorduk. Ardından, her ona yaklaşmamız ile bize fısıldadığı bakireliğini. Dilimizle yalayıp, salyamızla kirletiyorduk. Bunun temel anlamı ise koyun olmamızdandır. Bu yüzden yaşamasın koyun toplumlar...!

Sebastian's Voodoo

 Özgürlük, fedakarlık ister...!





Özgürlük üzerine yapılmış, kısa bir film. Yönetmeni ise Joaquin Baldwin' dir...

Toparlama (C.Bukowski)



Pazartesi sabahları otelde,
hasta, kira parası yok,
ve aç, aylardır aç,
ve bir sonraki şişeydi
tek kaygımız,
zirveydi,
Tanrı'ydı.

iş bulur
bir-iki hatta
üç-dört gün
çalışırdım..
Ama kalkıp işe gidemeyeceğim gün gelirdi
ve bazen hemen öderlerdi paramı
ama korkunç bir bekleyiş olurdu
genellikle,otel idaresini
oyalamak zorunda kalırdık, her gece
iki-üç kez otel odamızı arayıp şarkıları,
küfürleri, kırılan eşya gürültüsünü
lütfen
kesmemizi isteyen otel
idaresini.

pazartesi sabahlarının keyfine doyum olmazdı ama,
bir ninni ve 11.30 gibi
kalkıp aşağı iner,
çöp bidonlarını karıştırır,
iki pazar gazetesini de bulup
yukarı çıkardım ve yatakta
beraber okurduk; karikatürleri,
dünya haberlerini,
seyahat ve eğlence bölümlerini,
küçük ilanlar ve
eleman aranıyor sayfaları
dışında
herşeyi...

birbirimizden güç alıyorduk sanırım
hiçbir şeyi umursamamak gibi bir
eğilimi vardı ve
onun yolundan gittim
ben de.

sabah gazetelerinden sonra sokağa çıkardık,
ne çifttik ama! sigarasının etrafında öksürüp duran o
ve taranmamış saçlarımla
bir iç ve
dış alemde yitmiş
ben.

çalacak kapılar bulurduk: kaçık Rus mesela, şansı
yaver giderdi bazen,
veya arada sırada hala iş bulabilen
bir mankenle yaşayan
Tek Diş Lily - içki kıyağı
çekerlerdi bazen;
veya barodan atılmış avukat
Eddie.

bir yerden içki gelirdi mutlaka,
birileri dört ayak
üstüne düşerdi mutlaka,
ve biz nasıl onlara
gidersek,
onlar da bize gelirler
bizi bulurlardı.
ve içecek neyimiz
varsa paylaşırdık
onlarla.

ve anlatacak bir şeyler olurdu hep,
kodese girip çıkmak
veya ölenlere dair daha çok:

"hep girişteki tabureye oturup o iğrenç puroları içen yüzü yanık adamı anımsıyor musunuz?

işte o artık...
"

bir yerde oturup konuşurduk,
genellikle
Pazartesi sabahları:
"Marty üç gün
üç gece eve uğramamış ve kapıyı
açtığında Edna iskemlede oturuyormuş,
kaskatı,
öleli iki gün olmuştu,
herhalde..."

bilmiyorum, iyi zamanlardı sanki, güneş
sıcak ve sürekliydi ve en iyisi
gecelerdi, karanlık ve ilginç geceler,
çünkü içki etkisini göstermiş olurdu
ve dünya
katlanılabilirdi
neredeyse.

yine de, tuhaftır, en iyi pazartesileri anımsıyorum, herkesin
iş-haftasına başladığı günü, sanayi düşüne takılmışlardı,
artık gerekli olmadıklarında
onları tükürecek bir sanayinin
düşüne

biz kendimizi tükürmüştük bile, düşlere
inanmayarak korkunç patronlarla bağlarımızı
koparmıştık, özgürlüğe çok yakındık, pazartesi
milyoneriydik ve asla kaybedemiyeceğimiz
bir şeydi bu.

o ufacık odada oturup güler,
konuşur, boğulur ve içerken
birkaçımız
beraber -
mükemmele yakın, tam değil ama
neredeyse bilerek herşeyi
ziyan ettiğimizi - bizi
yaratandan neredeyse daha
öfkeli -
yaptık
yaptığımızı

Çeviri: Avi Pardo

30 Eylül 2009 Çarşamba

Kimi Sevsem Sensin...

kimi sevsem, sensin...

Kimi sevsem sensin / hayret
Sevgin hepsini nasıl değiştiriyor,
Gözleri maviyken yaprak yeşili,
Senin sesinle konuşuyor elbet.
Yarım bakışları o kadar tehlikeli,
Senin sigaranı senin gibi içiyor

Kimi sevsem sensin / hayret.
Senden nedense vazgeçilemiyor.
Her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet.
Sarışın başladığım esmer bitiyor.
Anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli,

Dudakları keskin kırmızı jilet.
Bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
Gitar kımıldadı mı zaman deliniyor.

Kimi sevsem sensin / hayret.
Kapıların kapalı girilemiyor.
Kimi sevsem sensin / senden ibaret
Hepsini senin adınla çağırıyorum,
Arkamdan şımarık gülüşüyorlar,
Getirdikleri yağmur / sende unuttuğum,
Hani o sımsıcak iri çekirdekli,
Senin gibi vahşi öpüşüyorlar...

Kimi sevsem sensin / hayret
İn misin cin misin anlamıyorum

/ Atilla İlhan /

Uluslararası Para Fonu İçin... / For IMF... (Sansürsüz...)


27 Eylül 2009 Pazar

Keşkek Yaşamı!

Kanıma kusulmuş yaşamların izi olmaktan sıyrılmaya başlayıp, hayata karşı öfkeyi hissettikçe yaşamı anladım...

...küçlüyorum sanırım!



Liberter Kedi

Deli Şarkı / W.Blake

Azgın rüzgarlar ağlıyor
Ve gece buz gibi;
Gel buraya,
Uyku,
Ve sergile üzüntülerimi:
Ama işte!
Sabah beliriyor
Doğudaki yarların üstünde,
Ve şafağın hışırdayan yatakları
Horgörüyorlar dünyayı.
İşte!
yolları döşeli
Göğün kubbesine,
Acıyla yüklü halde
Sürükleniyor ezgilerim:
Gecenin kulağına çalınıyorlar,
Günün gözlerini ağlatıyorlar;
Kükreyen rüzgarları delirtiyor
Ve fırtınalarla oynuyorlar.

Bir bulutun içindeki şeytan gibi,
Uluyan kederimle,
Peşinden koşup dolduruyorum geceyi...
Ve gideceğim geceyle birlikte;
Dönüyorum sırtımı doğuya
Tesellilerin arttığı yere;
Çünkü ışık dolduruyor zihnimi
Çılgınca bir acıyla.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Yeni Olan Süzülür Ya Da Katledilir!


Yeni olan hiçbir şeyin, uyum sağlayamamasından korkmayın.

Yaşamlarınız sizin değil çünkü.

...birilerinin belirlediği düşünceleri giyinen sizler, yalnız olduğunuzu düşünerek, fikirlerinizin en ateşli savunucuları da olsanız(sizin algınız itibariyle...). Gerçekte;

...sizler sadece kuklalarsınız!

Kimi zaman öğretmeninizin tabularını, olduğu gibi kabullenip sorgulamadığınız için, kimi zaman ebeveynlerinizin yanlış yaşam felsefelerinin dile getiricisi olarak, hiçbir çürümüşlüğü gözden geçirebilme cesaretine bürünemediğiniz için, kimi zamansa toplumun içerisinde bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyen, sürü mantığının tahakkümüne boyun büken ve bencilleşmiş kişiliklerinizden dolayı, kuklalarsınız!

Ölümünüzü istemeniz ve tek gerçeğin, ahir zamanı olacağını savunmanız, aslında tamamen bu evrildiğiniz yaşam şekli ile ilintili...

Birazcık düşünerek, okuyarak, sorgulayarak, içine girerek bu kevaşeleşmiş yaşamınızı kurtarabilirsiniz.

Nasıl mı?

...söylemlediğimiz gibi: Düşünerek, okuyarak, sorgulayarak, içine girerek, mücadele ederek özgürleşebilirsiniz.

Bırakın önyargılarınızıda söyleyin,

-gerçekten yaşamlarınız bunlardan yoksun bir halde, özgür müdür?

...bu metalar bizlerin sürüdüğümüz yaşamın, bize ait olmasını sağlayan temel etmenlerdir. Eğer bir kişi kendi düşünücelerini özgürce hitabetine dökemiyorsa, bu bağımlı olduğu kurallar ile alakalıdır. Bu kuralları koyanlar ise kendi tahakküm ve otoritelerini koruyabilemek için bunlara uymanızı öğütler. Onlar için sorun yoktur. Onların paraziti haline gelenler ise ancak sizin özgürleşebileceğiniz anda kurtulacaklardır.

Bu yüzden özgürleşin!

Kendiniz olabilmek için!

Sonra direnmeye hazırlanın, çünkü onlar için bizler: Ahlak dışı olanlarız!

Bizi ilgilendiren, sevmenin ve korkmanın dışında başka hiçbirşeyin olmadığını söyleyenlerin yaptığı sadece ve sadece: "hemen hemen görülmeyen ince buyruklar, ince boyun eğmelerin işitilmediği, özgürlüksüz bir dünyadır. İdeal olan sadece ve sadece bir “hemen hemen”in dünyasıdır!

Kısacası her bakımdan karmaşıklaştırılmış, imitasyon yaşamların hüküm sürdüğü, içten pazarlıklı, dikenli bir ot haline getiriliyoruz!

Evet,bu yüzden yeni olan hiçbir şeyin uyum sağlayamamasından korkmayın. Bilinki: Yaşamlarımızın bizim değil, özgür olmadığımız sürece!

...buna inat kukla olmayın!

Görsel: Yeni Resimler

25 Eylül 2009 Cuma

Uyanın Yaşamın Kuklaları




Yaşamın tüm pisliklerinin, hepimize bulaştığını görmemenin verdiği rahatlığı yaşıyoruz. Duyarsızlıklarımızdan, bir çok yaşam yitiriliyor. Belki bizi ilgilendirmeyen, yamacımıza bile değmeyen yaşamlar olsa da. Farkında olmadığımız / olmak istemediğimiz ölümler, kaybolmalar, yitirilmeler, parçalanmışlıklar yaşansa da hayatta...bildiğim bişey var ki, bunların engellenebileceği bir yaşamı sürebiliriz!

Gerçek asli olarak bu eksende, bundan ibaret.

"Bunu bilerek yaşamak ACI "

Kurtuluş, sadece mücadele edip, ruhanilikten koparak; gerçekleştirebileceğimiz tek gözlü, ufak bir odada karşımızda yer alan, pencere kadar uzak bize. Uyanın. Yani sadece yerimizden kalkıp, biraz emek sarfetmek gerekiyor. Okumayan, araştırmayan, çaba sarfetmeyen, karamsar, hayallere bağımlı olarak yaşayıp, onların gerçekleşmesi için uğraşmayan yapımız ile de bizler, sadece geliştirdiğimiz;

- Hayata nasıl bakarsan hayat öyledir...

...diyen mantığımız ile çürüyoruz. 

Ve yarattıklarımızın ya da yaratılanların kölesi oluyoruz...


Aslında daha da sertleştirecek olursak, bizler mankafalarız.

İnsanların pazarlandığı, zenginler için ortalıkta sunulduğu, koca bir yapay formun, kuklalarıyız. Bu sistemin metası olmayı o kadar kolay kabullenmişiz ki. Kendimizi sadece hayal ettiklerimizi bekler bir halde, yaşama sunmuşuz. Ardından yerimizden Allah' a şükrederek, onun bize her şeyi sunmasını bekleyen  salaklar haline evrilmişiz, tarih bünyesinde.

(...hangi mantıkla, yoktan varolmayı kabullenebiliyoruz, ilginç...)

Bu sadece ben merkezcilikten kaynaklı.

Örnek olarak; kim dua ederken bütün insanlık için ediyor. Vicdani bir yasama yürütün hayatınız için. Hiç başkasını kurtarmak için, somut bişey yaptığınızı söyleyebilirmisiniz?

İşte bu yüzdende, başta söylediğimiz gibi:

"Yaşamın tüm pisliklerinin, hepimize bulaştığını görmemenin verdiği rahatlığı yaşıyoruz. Ve duyarsızlıklarımızdan dolayı, bir çok yaşam yitiriliyor."

..gitgide yarasalaşıyoruz. Bu yüzden üzüntüyle birlikte, birgün "hayatınızda, sesinizin çarpmayacağı bir boşlukta kaldınızda. Yönünüzü belirleyemediğinizde, ne yapacaksınız merak ediyorum!"

İşte gerçek ACI'da bu. 

Uyanın yaşamın kuklaları....


23 Eylül 2009 Çarşamba

Gözüne Şiir Batmış(Ben-Sen-Biz)

....gözüne şiir kaçmış bir aşığın, düzensiz dizelerindeki gibidir seni sevmek.

(...bak betimliyorum, kanına boşlattığım menimdeki seni.)

Bir ondan bir bundan duygu çalarak, kendi sikiyle sevdiğini zannettiğini sanıp, becermek değil benimkisi. Aşkın en mahrem noktalarına dil darbeleri yaparak uyarmaktır, senin bedeninde beni, seni ve bizi betimlemek.

Nasııı...

Kelimelerinin ürojenik bölgelerinde gidip gelmek. Hayalini onlara dolayarak yatmak, uyumak, rüya görmek. Islanarak kalkıp, sana yalvarmak:

-...şiirlerimi tenindeki karanlıklarımda gizliyorum.

Duy beni...


...avuçlarımın arasında sakladığım hayallerimi boyadığım doğru değil. Sana iki renk söylüyorum hayatımıza dair, bir olandan başka olmayan biz gibi. Biri sen, biri ben, gerisinde kalan ise düşümcelerimde yükselen sen gibi...

Kimisi anlama bindirmeye çalıştıkça ve ardından bulmazsa bişey. Bendeki grisinde gizlenmiş seni bilmediğindendir. Gerimde duranların yıkımıdır, bu geceye dolanan senin, tıpkı yarın sabaha dolanacağın sen gibi...

(Siyah-Beyaz..)

Herşey çözümlenmesi gereken, birkaç bulunması gereken metadan oluşmamakta. Bu zıtlıklardan aynıları çekip çıkarmakla alakalı.

Bir anlamda, olduğunda varolan vücudun çıplaklığı, şimdi anlatmakta bendeki boşlukları.

(...parça, bütün.)

Tan ağır aksak geceden aktığında gündüze, seni bana dolamakta...

-boşluğun benim.

..diyen sesin gibi.

...ilahi yakarışların bulunduğu o eşsiz, vücudun gibi.
(...seni sevmek)

...hergün yeniden doğmak, büyümek, tenine döndüğünde ölmek gibidir.

Sen
Ben
Biz


LiberterKedi'den Perisine...

22 Eylül 2009 Salı

Ötekileşmemek İçin Düşünmek


...bazen fantezist hareketleri ile libidosunu düşüremeyenler, başka insanların ruhlarına girerek onların içerilerinde gidip gelirler. Bu yüzden seks onların benliklerini ele geçirerek, kendi yarattığı hislerinin kölesi eder.

Bu, günümüzdeki ilişkilerin tanımlanmasında araç olan, ufacık bir tümce. Bu sapkının ve kurbanının çift taraflı etkileşimidir.

Sapkın sadece arzularının sönümlenmesi için, kurbanının içerisinde etkinlikler gösterirken, kurban duygusal bir bağlanma ile ona duygusal isteklerini bağımlatır.

...buraya kadar olan tanımlama, fantezistin yaşadığı ilişkinin krokisidir.

Fantezistler, karanlık bir evde sapkın düşüncelerini gerçekleştiren, tek başına kalmış arzularının yarasası olmuş kişilerdir. Temel hareketlerinde ise genel tema sekstir....

Asosyal duygu kemiricisi olan, insan konumundaki bireylerden, fazlasını beklemekse,zaten aptallık olur. Çünkü, arzusunun pozitif yönü, sadece ve sadece tek bir eksen olan sekstir. Aynı eroin bağımlı gibi bir eğilim yolunu izleyen bu kişiler benlik boşluklarını doldurmaktan başka hiçbir şey yapmaz. Bu işte psikolojik bir sapkınlıktır. Hormonların kontrolünü kaybetmektir. Başka bir deyişle, kişinin beynine tahakküm edememesinin sonucudur.

Sonuç olarak çeşitli suçların doğmasına yol açar bu durum. Örnek olarak ise: Tecavüz, cinsel doyumsuzukla birlikte sürekli kendini tatmin etme arayışı, kıskançlık, bunalım, sapkınlık ve bunlara bağlı olarak gerçekleştirilmek istenen/üzere, yapılan eylemler zinciridir. Bunu bireylerde görülen rahatsızlık verici gelişmeler olarakta, betimleyebiliriz...

Aslında kötü bir düşüncesi olmadan, hormonlarının kontrolsüzlüğünün suçlusu olan bu kişilere. Tedavi sürecinden başka birşey gerekmez...sonrasında planlı bir hayat tasarımı ile, herşey yoluna konulabilinir.

Kısacası, cinsel kişilik bozukluğuna sahip bir bireyin, kendi libidosunun esiri haline getirmesiyle birlikte, böyle sapkınca sadece seksi düşünmesi, benlik boşluklarından kaynaklanır.

Peki kurbaların bu eylemlere araç olmasından sonraki ruh yapısı nasıl oluyor?

...adeta param parça olmuş bir cam gibi oluyor.

Bir daha asla, hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Kurban bi sonraki gelen ve hayatı için belkide en uygun olacak kişiye bile, potansiyel bir suçlu olarak bakıyor. Bu durumdan kurtarılmalarının olanaklı yollarından birisi; karşısındaki kişinin bundan sonraki başkaları üzerindeki bireysel ikna ediciliğidir. Buna bağlı olarak kurbanlar, ya mutlu oluyorlar ya da onlarda bir önceki kemiricinin ruhunda oluşturduğu daha büyük gedikten dolayı, hayatlarına gelen bu yeni kişilerinde benliklerini yitirmelerine sebep olabiliyorlar.

Dolayısıyla, bireylerde güvensizlik, suçluya karşı bağlanma, etrafını hep kötü görmeye başlayarak, zincirleme bir psikolojik sapkın hastalık oluşuyor. İşte bu şekilde baktığımızda bu, çok büyük bir sorun. Ve başkalarının hayatlarına sapkın tahakküm kuran bu sapıkların, tedavi edilmemesiyle, bir çok kişi benliğini yitirerek ötekisi gibi olmaya başlıyor...

Sonuç olarak herkes ötekileşiyor, yarattıklarının kölesi olup, düşüncelerini yönetemiyor. Sürekli destek ve yönetilmek ile hayatını idame ettiriyor. Bu işte sistematik bir köleleşme psikolojisidir. Bu yüzden insanın en büyük sorunuda, yarattıklarının kölesi olmasıdır. Bundan sıyrılabilen / kurtulan insan, özgürlüğünü ele alarak, manevi baskın tarafını yıkarak ayna dünyanın karanlık tarafınıda aydınlatabilecektir.

Unutmayın...

İnsan düşünceleriyle her türlü sapkın, kararlı, karmaşık, düğümlenmiş karanlıkları aydınlatabilecek bir mum olabilir.

Yapılması gereken ise düşünebilmektir.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Kevaşe İnsanlık!


Sonuçları ne olursa olsun, savaşlarda kullanılan araçları asla haklı çıkarmaz.

Dünya' nın neresindesiniz?

Kafanızı kaldırın ve etrafınıza bakın. Sessiz, sakin, durgun, dinamizmden yoksun bir halde bulunan sizlerin, uyku süreci halinde yaşanılanlar nasılda acı...

...kontrat imzaladığınız o bahçelerin dingin havasından uzak yaşadığınız dünyada: Hiç mi yaşadıklarınızın kokuşmuşluğuna itiraz etmediğiniz için, suçluluk duymuyorsunuz.?

Hurileriniz ile çeşit çeşit pozisyonları düşlerken, yapmadıklarınız ve itirazda bulunmadığınız için gerçekleşenlerden, sizlerde suçlusunuz!

Değişmeyin, yenileceğimiz asıl olan olgu bu kadar katliama sessiz kalmamız.

ACI!

Kelimeler acı çekiyor...

Savaşın, bacakarasına kondomla girsenizde, suçsuz değilsiniz. Fuhuş yapmaya sürüklediğiniz insanlık artık sizden nefret ediyor.

Nasıl mı?

Açın beyninizi ve dümdüz olan beyin kabuğunuzdan içerilere girin. Yani düşünün.

Cevaplar orada.

Bu boktan yaşamın sorumluları sizlersiniz. Duyarsızlıklarınızdan dolayı!

Bu İnsanlığı kevaşe etmişliğin krokisi.

Utanın!

LiberterKedi