7 Aralık 2010 Salı

mimlenmemiş acılar

"acı: afrikadaki akbabanın dimağını renklendiren bir deri bir kemik kara tenli, kara bahtlı çocuğun hayatıdır. acı bedeninin yanı sıra kişiliğini de başkalarına göre şekillendiren süngerimsi hermafroditlerin hayatlarıdır. kısacası acı tanrısı olamadığınız hayatlarınızın terazisidir."


Not: bu mim listemdeki tüm dostlarıma gitsin. sorum: acının tarifi nedir sizce?

2 Aralık 2010 Perşembe

yanılsama paradosi

kötüyken özgürsünüzdür. 

herkesin iyi diye nitelendirdiği bir olgunun olması, şizofrenik bir yanılsamadan başka birşey değildir.  hayat sadece bir yorum düzmecesinden başka bir şey değildir... 

iyiydim: çünkü kötüye dahil olmamak için hep yasak olanlardan uzak durdum. horlandım, aşağılandım, ezildim, dışlandım ... 



ama bir gün değiştim. 

ihanet ile kötü diye yad edilen herşeyi inatla yapmaya başladım. o günden sonra herşey değişti...

sevildim, hoş karşılandım, imrenilen bir hale büründüm...

aşık oldum; aşk beni uyumlu ve erdemli biri yapıp çıktı.

artık alkışlanıyorum.
yanılsama paradosi bu.

16 Kasım 2010 Salı

(e)dipsiz kuyu...

her insan kendisinin dipsiz kuyusu....

zaman içinde ilerleyip bulantı dolu bir hayat idame ettiriyor.

yaşam,

bunaltılı bir geviş getirmeyle birlikte, kendini tükürüyor etrafına. tecrit ettiği düşünceleri onun hayati döngülerini belirliyor, kendisine dayatılanlar ise; yenilenme niyetinden çok öte bir uklalalık sürecini sürüyor...

toplumsal koyunluk...

ümitlerinin beklenmedik yüz buruşturması, namık kemal' i salık veriyor:

"...hayalle yaşayanı bir kere, hayalsiz yaşayanı bin kere"

...acı beklemektir. yaşamınla karşılaşıp kendi içine düştüğünü görmek, ızdırapların en büyüğüdür. 

kuyu, gördüm.

26 Ekim 2010 Salı

makyajı ölümsüz kılan sınıf sevdasıdır

 
 
 
sınıfsal toplumlarda, bilinçsizlikle desteklenen sınıflı toplum yapısının canlı kalması, hiyerarşinin işidir. tahaküm bunu gerçekleştirirken, elindeki metalar çok temel, bilindik şeylerdir. başta yalan söyleyerek gerçeklere çamur atar. gerçekler yalanlarla sıvanır. bu siyasi otoritenin yarattığı kaostur. insanlar çakallaşarak, gruplara ayrılır. birbirlerini anlaşabildikleri / anlaşamadıkları veya başka sınıflandırmalarla ayırt eder. bunu çeşitli katalizörlerin etkisinde kalarak daimi kılarlar. biraz daha açarsak olay şu eksende gider:  ....din oyun hamuru haline getirilerek insanların ayrışması sağlanır. paranın ölümsüz olduğu dayatılarak, antropolojik insan gelişimi değiştirilir. hiyerarşinin oluşumunu bilmemek bilinçsizliğin aleni ifadesidir.

sonuç: makyajlanmış düzgün toplumların içlerindeki çürmüşlük futbol ile, televizyondaki imitasyon yaşamlar ile, apolitik birey formu ile gizlenmektedir. bu da ebedi bilgisizliği doğurmaktadır.hatta bilimsel gerçeklerin bile yalanlarla sıvanması aymazlığına kadar gitmektedir.

24 Ekim 2010 Pazar

küfür bir saldırıdır

"küfür bir saldırıdır".. der cemal süreya.

şair eşref kullandığı beyitlerinde bir hayli hakaret eder tahakküme. toplumu koyun edip, doğruları değiştirmeye çalışan, çürümüş erkil zihinlere isyan eder. sözcüklerindeki derin küfürlerle birlikte. yargılanır. ama otuz iki dişini gösterip, popülist bir gaye yürütmemiştir. neyzen tevfik ise onun yoğurt yediği tas ile besteler yapar, çarpıklığa en güzel sövgülerini dizer. hiç bir satırı zamanda buharlaşmaz. hakarettir diye tahakkümce yargılansa da fikirleri insana batmaz. çünkü bir edebiyatı doğurmuştur bu topraklarda. can yücel halkın yaşamını öykünür, imgelerde metaforlar giyindirir. kendi üzerinden, halkın çiçekli diliyle. küfür "halkın dik duruşlu yontusudur"...der ve yazılarının arasında gebelendirir düşünceler oluşturmak için. yargılanır. otorite tarafından.

bu insanlar bir retorik gerçekleştirir. yadsınamaz. ama üç kelimesinden beşi küfür olan da bu yazıdaki manayı da, ironiyi de kavrayamaz.

sonuç: bunlar zihin parçaları içerir. insanı düşündüren / düşünebilen insanların parçalarıdır. batmaz. kimseye batırmak içinde uğraşı seviyesizliğine indirilemez. çünkü küçük insanlar insanları dert edinmişken, büyük insanlar olayların vahametini dert edinmiştir.

(bkz: yağın suyun üzerine çıkması suyun ezikliği değildir)


toplum koyunun suçu

başkalarının bilgisiyle bilgin olabilsek bile, 
ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz.

her hacime göre şekil alan bir güruhun bulunduğu toplumlar, virütikleşmiştir. yeni nesil bilgin olma imitasyon konuşmalar...

sessizlik toplumsallık suçudur....

14 Ekim 2010 Perşembe

yaşama(ma)ya

gün 

geceye
dolanarak,
beklentileri 
çok ötelere bırakıyor...

ağlayan yürekler
-in puslu gölgeleri 
geride. 

kokmuş
onca yaşamın iğrençlikleri
tüm genizleri işgal eylemiş.
sen,
sen olmanın 
uğraşısında
-sındır.
kimi ne ne
yaşama etiği

24 Eylül 2010 Cuma

üstel yapaylıklar

biz kaderimizi, topuklar altından sıyırarak gökyüzüne arş ettiren acayip yaratıklarız. düşüncelerimiz körelmiş ve git gide yok ediyoruz dünyayı. ölmeli düşünmeyen insan. evet. yarattıklarımızın kölesi, yarattıklarımız kulu varlıklarız. biat etmeyi seviyoruz. köşeye sıkıştığımızda arkasına sığınmak için birçok sebep bulabiliyoruz. bu korkuları yaratmışız. çünkü yüklediğimiz farazi imitasyon ilahelerimiz sesizce herşeyi üstleniyor ya da bize direnç göstermeden herşeyi kabul ediyor. 

dogmaların batısında mekanikleşen insan profili. doğunu unutursan köleleşirsin, köle kalırsın.

16 Eylül 2010 Perşembe

siste

cenazemin marş sesleri doğanın tınısı olsun...

insanlardan uzak, bedenimi yağmurlar yıkasın.

sessizlik ölüm değildir.

10 Eylül 2010 Cuma

israfil senfonisi

yaşamınızdaki deneyimleriniz adımlarınızın yere vurduğundaki çıkarttığı tonu belirler. bu deneyimleri belirli süzgeçlerden geçirerek, payelerle oluşturanlar, genellikle oturaklı ve hayatı geriden izleyen kişilerdir. bu kişiler maalesef toplumun genelinde bulunmazlar. onlar, genel bir şizofreni bataklığında çırpına dururken sadece diğerlerinin oluşturduğu dalgayla, dibe doğru sessizce sürüklenirler.

bunun sebebi ise toplumsallık.

dayatılan uygulanması beis olan davranış ise, genel doğrudur sanrısıdır(!)

toplum olma ihtiyacı, yalnız kalma korkusuyla insanların, bünyesinde güdülenmiş bir şeydir. hiyerarşide bu bünyeyi sağlamlaştıran en temel afyondur. sineklerin tanrısı kitabı ya da filmini izleyenler aslında buradan çıkartmak istediğimi az-buçuk anlayacaklardır.

....

yaşam koşullarının getirdiği hiyerarşi basamaklarında, sert topuk darbeleriyle hızlıca ilerleyen şizofren kişiler tehlikelidir. bunlar toplumun afyonunun dozuna katalizör etkisi yaparak, hiyerarşiye destek olurlar. toplumsal çürümenin en belirgin etmenleri arasındaki argümanlar ise şunlardır: " ...yalan, dedikodu, ikiyüzlülük, eziklik ile kişide oluşan yapay faşistlik, tahakküm etme ihtiyacı ile oluşan şizofren kişilik...." ... gibi etmenler bizim en temel medeniyetsizleşme ürünleridir.

çürüyor ve git gide boktan bir hal alıyoruz. yaptığımız ise kollarımızı açarak kendi merkezimiz etrafında dönüyor, parmak uçlarımızın izdüşümünde çizdiğimiz dünyamızın sınırlarında sadece ve sadece: " ...bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın"...diyoruz.

toplumsal sessizlik bu topukların, dişillere veya erillere bırakılması sonucu arafta durup, kimsenin sorgulayamaması sonucu süreğen bir israfil senfonisidir.

anlayana.

- israfil' in senfonisine kulaklarını tıkayan araftakiler, kerberos'un dişlerinde paramparça olun.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

özlem

her gecenin örtüğü günahkar dünya da iyi bir umut düşlerine düşer. susar ağlarsın. içkin içkin, sesizce haykırırsın. bekler durursun. cümleler tamlamaz onu anlatmaya. en haz alınan yarandır. yalnızlığında mazoşizme dönüşür. susarsın. karanlık düşlerinde, uzaktaki deniz fenerindir. hızla kulaç atarsın ona. yaklaştıkça uzaklaşır. bıkkınlık geldikçe sana doğru yaklaşır. kara gözlü zeytin güzelliğinde olsa da yüreğindeki pırıltıdır umutlarına. yalnızlığına bir kötektir onun hayali. savaşmak onun varlığıyla yaşayabilme sanrısıyla palazlanır. 

gerçek anlam ise onun içindedir. umutlarına mülkiyet açacağı düşünceleridir. seni böyle kuş yüreğine mahkum etmesi sırf bundandır. 

bekle, 

geleceğim. sana daha fazla, seninle dolmuş olarak karşında duracağım. ve kopartacağım bu günahkar yer küreden seni. umutlarımıza, hayallerimize doğru...

eylül özlemim. 


11 Ağustos 2010 Çarşamba

dünyada her şey iki adettir

dünyada her şey iki adettir. düşüncelerimiz ikiye ayrılır: iyi ve kötü. iki gözümüzle iki türlü şey görürüz: güzel şeyler ve çirkin şeyler. iki elimiz vardır. sağ el vurur ve kötü işler yapar; sol el kalbe yakın olduğundan iyilik doludur. iki ayağımız vardır: biri bizi yanlış yollara götürür, diğeri doğru yola yöneltir. evet her şey ikidir.

letakots lesa - pawne kabilesi

9 Ağustos 2010 Pazartesi

danimarka medeniyeti



vikinglerden beri 1000 yıldır süre gelen insanlık dışı kültürel medeniyet görüntüsü.

wilhelm reich

 
 
dobrzanica doğumlu ünlü psikanalist. freud' un öğrencisidir. bir çok psikolog/psikanalist gibi freud' a bok atmak yerine, onun tezlerini daha ileriye götürmeye çalışmıştır. 1927' de alman komünist partisinde görev alarak emekçi mahallelerde, işçiler için ücretsiz bakımevleri kurmuştur. toplumsal tedavilerde gönüllü çalışmalar yapmıştır. reich'in en önemli saptamalarından biri: "...medeniyetin içerdiği cinsel gelişimin, bireyler üzerindeki etkisi; toplumların oluşumunda iskelet görevi üstlendiğini" söyler.
 
bugün kü sakat ekolojiyi incelediğinizde yadsınamaz bir gerçekliği orttaya koymuştur. 
 
ayrıca: aile yapısının temelindeki gelişim ile burjuva sınıfının karakterinin yakından ilişkili olduğunu söyler. sistem içerisinde var olan kadının üzerindeki baskının, temeline, erk' i yerleştirir. bunun kırılması ise örgütlü mücadelededir savunusundadır. psikolojik olarak sağlıklı ve sağlıksız bünyelerin, sınıfsız toplum ile sağlanabileceğini açıklar. bundan öte freud' a ek olarak; "...cinsel özgürlüğün bulunmadığı bir uygarlıkta, insanlığın büyük bir stres içerisinde gerginlikle yaşayacağını söyler."
 
bu gerginlikle, bugünkü modernist, libidosu yüksek, savaşçı toplumların arasındaki çatışkılara mükemmel bir çıkartım yapar reich. 
 
kısacası reich'i okurken, yaşamınızın aynası olduğunu hissedeceksiniz. bu kadar rasyonalist, güzellikte çıkarımlarda bulunan, psikanalisttir wilhelm reich.

8 Ağustos 2010 Pazar

post-modern köle

toplumsal ayaklanmanın günümüzdeki hali sakatlaştırılmıştır. 

daha kötü olanı; bu ülkede her şeyi çok bilen, sanal aktivist hareketlenmeyle new age isyanlar doğurmuştur. tam bir tahakküm isteği isyan. bu eylemsicik, gerçeklikten uzak toplumsal koyunların yaratılmasında etkin bir rol almaktadır. herkes acayip bir sanrıda. "bak kapitalizmi internetten çökertiyoruz". ya da "bak nasılda sistemi çürütüyoruz"...diyorlar. evet uyandırma adına insanların ulaşamadıklarına ya da dayatılanların acaba doğru olup, olmadığını irdeleme adına güzel metaları mevcut sanal dünyanın. ama bu farklı bir kişilik bozukluğu. acayip ciddi bir sorun bu.ulan nasıl bir şuursuzluk ki insanlar şunun farkında olamıyor: "popüler neşriyatlar dayatmadır"...değil de nedir?

bu uyuşturulmuşluktan öte geliyor. geçmişimizin ve günümüzün popüler uyuşturucularının yanına eklenen internet ciddi bir kıran toplum yaratmıştır. internet tahakküme köpekleştirilmiştir. nasıl mı, şöyle: denilene bak

- sanaldan ses duyururuz. 

duyurursunuz hocam. ama onlar istediği için bunu duyurursunuz. oturduğun yerden değişim yapmak, acayip bir uyuşturcunun halüsünojik etkisidir abi. hemde kapitalizmin metalarını kullanarak değişim yapmak. onları kullanırkende, anarşizmi evcilleştirilmiş bir fino sanarak değişim yaptığını söylemek, zır cahillik. ulan kapitalizm sizi anüsünüze kadar ele geçirmiş. oksimoron tayfa.

gidinde önce sokaktaki sizin özel yaşamınıza kadar izleyen kameralara direnin, açlık sınırının sınırsızlaştırılmasına çözüm üretin. heslerle doğanın anasını belleyen sisteme karşı yaşama hakkınızı savunun. üçüncü dünya ülkesi olan topraklarınızda, köle gibi çalıştırılıp, insanlıklarını yitiren silikozis hastalarına yardım edin.

...fazlasını yazalımda, yazalım neye fayda. edilgen gergedan, burnundaki boynuzuyla kendini soluyor. yazık.

kısacası: asosyallik ayaklanmayı değil, köleliği doğurur. ama biline.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

sanat hayattır - sokak sanattır(!)


ak)t(ı

savurduğum düşlerimin
peşindekiler.
dişlerimin arasında sıkıştırdığım
rüzgar
içerisindeki toz kadar
büyük kişiler
emir kipiyle yaşama
kaşınmak.
bitti.

5 Ağustos 2010 Perşembe

yasal tecavüz

 füsun' un
derdine gir,
mehmet' in
üstünde dur,
bir genelev monologu yaşam
fermente etmek
düşünceleri
dumansız koku
yaşam
sessizce dinle
açlık orduları isyanda.
libido
cinsellik
uyuşturucu
eş anlamların sınırları
yumuşak beyinler.
uyuyor
heterosesüel sapkınlıklar
damaklar,
dimağlar,
deformasyonun eteğinin altındaki el
okşa
karıştır,
sulandır
kaç
..
.

4 Ağustos 2010 Çarşamba

kok[uş]mak

hayatta anlatılması olasılık dahilinde olmayan öyle hikayeler vardır ki bunlar toplu değişimlere yol açar. 

bilinç, düşüncenin sindirilmesidir. gerektiğini alır, fazlasını ise atar. bilinçten uzak bir toplum, bu mekanizmadan uzak hiç bir nane olamaz. her şeyi biliyorum demek batı usulü soytarılıktır. kralın yanında soytarı, halkın içerisinde asil olan bu kuklalar, uyanmalıdır. uanmazsa: çiçek desenli eteğinin altındaki ters ereksiyon ile böyleleri, bireyin kokuşmasına sebep oluyor.

kokmak budur.


1 Ağustos 2010 Pazar

death to career website

kariyer siteleri kesinlikle hacklenip, ortadan kaldırılmalı. özel bilgileri almaktan ve hakkınızda bilgi toplamaktan başka bir naneye yaramıyor. kesinlikle oralardan medet umulmaması gerektiğini düşünüyorum.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Şirket / CEO


Bundan 150 yıl önce şirketler, iş yapabilmenin düzenlenmiş bir yolu olarak ortaya çıktılar. şimdi ise şirket, küresel bir güç. şirket, hukuki anlamda bir “kişilik” olarak algılanan bu kurumun felsefesini ve işleyişini çarpıcı ropörtajlarla ve esprili bir bakışla mercek altına alan bir belgesel. dünya sağlık örgütü’nün, psikologların ve psikiyatristlerin kullandığı standart araçlarla bu “kişi”nin karakterinin temel özelliklerini incelemeye alan belgesel, oldukça rahatsız edici bir sonucu gözler önüne seriyor
The Corporation filminden alıntılanmış bir sahne. Mükemmel bir belgesel şirketler üzerine çekilmiş, onların nasıl bir evrim geçirdiğini, doğal yaşamı nasıl etkilediklerini ironik ve hicivli gerçeklerle anlatması yönünde sarsıcı bir belgesel. İndirmek isteyenler buradan indirebilir.İzlenmeniz önerisiyle...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

zamansız

bir gün oturduğum yerden kalkıp koşarak uzaktakine doğru, özlemle sarılacağımı düşünemezken; bugün kendimi yalanladım. 

gözlerinin ardındaki temiz dünya'dan, gözlerime gönderdiği tebessümler varlığımı mülkiyetlendiriyor. mutluluk soruların bittiği yerse, ben onun gözleri arkasında sadece dinlendiğimi biliyorum. 

müzik ile onun zihninde kazıdıklarını topralaman. ardından elinde kenetlenen parmakları arasında hapsolman seni mahkum eder. mutluluk iki kişilikli olmaksa, ben onunla dünyanın en mutlu şizofreniyim.

bazen tüm bağlantılarımı içerisinde bulunduğum ortamdan kesmem, seninle hayalimizde yaptığımız zinalardandır.

herşeyin içerisinde, sözcüklerin öbeğinde, hayallerin düş pişimlerinde, gölgelerin zihin labirentlerinde senin imgelerinin olması ise nüfuz ettiğin anlarımla alakalı. 

seni seviyorum.


Mansfield.TYA - October

Mansfield Tya - October by thomR from thomR on Vimeo.

22 Temmuz 2010 Perşembe

tango' yla ölmek

hayatın kusmuğu olmuş insanlar, toplum tarafından dışlanır. aslında bunun daha doğru ifadesi şu şekildedir: toplum onları dışladığı sanrısında olsa da onlar onun kokuşmuşluğundan kaçmaktadır. toplum aslında, onların peristaltik hareketleriyle reddettiği çürümüş bir yapıdır.

daha açıklayıcı olması açısından. yaşamımdan bir kesit. bir intihar monologu:

kısa namlulu bir altıpatlar elimde. parmaklarım ile gövdesini doladım. ona sarılmış dünya da ne kadar yalnız olduğumu düşünüyorum. bu yalnızlık aslında benim içsel çatışmalarımdan dolayı kaynaklanıyor. kendimi toplumdan sakınıyorum. neyse, diğer yandan havada tuttuğum silahım ile dairler çiziyorum. yaşamımdaki kısır döngüleri andırıyor bu daireler. merkezinde ben varım. dairelerin ortasına doğru, tabancamın içerisinden ölümün rengi süzülüyor. diş diş göz kırpıyor mermiler. belki de birazdan 26 yıldır gövdemin üzerinde taşıdığım kelleme batacaklar. bilmiyorum. 

sanrıım ciddiyim. 
kendimi öldürmeliyim.



sürekli kabus görüyorum. kan - ter içerisinde irkilerek uyanıyorum. bütün bedenimi saran derim üzerimde gevşemiş halde. vıcık vıcık. havada sıtmanın sıcaklığı var. az ileride elinde çapasıyla, sarı dişleriyle azrail sırıtıyor. elimde onun için hazırladığım rüşvetimi sıkı sıkıya sarmışım. düşlerimi enjekte ediyorum onlara. onu da acıtması umuduyla... ona hediye edeceğim. düşlerim beynimde canlandırdıklarım olsada. beynim kabusları şahlandırıyorlar, hayatımın tam ortasında...

ardından zelzeleler gerçekleşiyor topuk darbeleriyle...
bir son bu.

ve sarı sarı dumanlar yükseliyor. kerberosun havlamasını duyuyorum. garip. yalnız dolaşırken hep izlediğini sanan ben şimdi korkmuyorum. neden?

söyle bana...

hiç birşey yoksa; neden düşüncelerim dişliyor zihnimi. ölüm irin irin apseler oluşturuyor hislerimde. düşüncelerime akıp, düşlerimle el ele dişliyor zihnimi hayatım. korkuyorum böyle olunca. ama yine de inatçıyım. belirsizlikle azrailin yanına gidiyorum. yürüdükçe, adım attıkça eksiliyorum. tel tel dökülüyor mutlu anılarım. ayaklarıma dolanan yaşamımdan haz alamıyorum. priapos' un ordusu hem cinslerimin düşünceleri çok yabancı. kibele zamanlarını özlüyorum. yükselerek düşen modernist bir yaşam....bana göre değil sanırım. herşey ötekileşiyor. ben yoruldum. hayatı tek düze algılıyorum.

sarı...
sarı... 

ölümün rengidir sarı. her şey sarı. sıcak bir sıtma atmosferi. sarı sarı üstüme yığılan hayatın bana anlattığını, ancak şimdi kavrayabiliyorum. çünkü üzerime anılarımla sarı sarı öksürüyor zaman. bunalmışlık ve sıkıntı doluyor boynuma. ardından beline ellerimi doluyor ölüm. meme uçlarıyla narkoz etkisi yaratıyor tenimde. uykuya dalıyorum. astral bir seyahat bu. topuklarımdan düştüğümü, bedenimin soğumasından anlıyorum. haz aldıkça soğuyorum. sanırım gerçekleşen ne biliyorum. tanımlayamasamda. biliyorum. ve korkmuyorum. bu dansı bitirmek olsa gerek. 

sonu geldi.
tango ile hayatı sonlandırıyorum. 
elveda...

...kusulan yaşam prototipi.
ölüm.
güle güle.

merdiven

şiddet kişinin çöküntüsüdür. 

kişinin tek kimliği vicdanı olduğunda; 

dünya daha yaşanılabilir bir yer olacaktır(!)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

mauvais sujet, vilain gornement, a genoux(!)

...deus in medio cius non commovebitur;
adiuvabit eam deus vultusuo.
[tanrı onun ortasındadır, sarsılmaz o kent;
gün doğarken tanrı ona yardım eder.]

...katatoniklerin en üst seviyeye eriştiği toplumsallık içerisinde, tanrıdan her şeyi beklemek üretimsizliğin getirisidir. her şeyin içerisinde bir kutsallık aramak ise insanın eleştiriye karşı kendini kapatmasıyla ilintilidir. yada toplumsallaşmış bireyin kendine karşı güvensizliğinden ötürü olabilir. doğru olan biliniyor. ama görmezden geliniyor. her olgunun içerisine, tanrının yerleştirilip hiçbir şey yapmadan ondan yardım beklenmesi; aşağılıkça bir tavırdır. insalık tarihi açısından. inansanızda / inanmasanızda. çünkü insanlar diri diri o kentlerde katledilmiş ve şimdi anomalik çocuklar bu katliamların sonucu, dünyanın çilesini çekmektedir. örnek olarak: 

(bknz: felluce)
küresel faşizmin kitlesel soykırımının, aleni örneğidir felluce. çünkü felluce' de 2004 yılında gerçekleştirilen saldırılar sonrasında, üçyüzbin kişi yaşayan kentte, bugün bu sayı altıda beş oranında azalmıştır. aynı zamanda; son günlerde en az 2 - 3 bebeğin anormal doğmasının, 2004 yılından sonra ortaya çıkmasıyla; olay farklı soruların doğmasına sebep olmuştur. dediğimiz gibi 2004 yılında amerikanın ağır bir şekilde kente saldırmasından başka bir sebep yoktur. bu saldırı sırasında, amerikan ordusunun ne kullanıldığını araştırmak yeterli sebeptir. çünkü bu kentte ki anomalik doğumlar o saldırılar sonrasında artmıştır. fakat bunlar gizleniyor. kentteki tek büyük hastane amerikan sermayelidir. doktorları korkuyor geleceklerinden, ailelerinden. ve tabi ki amerika olayları reddediyor. o dönem yıkılan evlerin harfiyatları, nehire atılmadı onlara göre. bu nehirden halk içme suyu ihtiyacını karşılamıyor. herşey açık. hastanelerde gerçekleşen doğumlarda anomalik bebeklerin bozuk fizyolojilerinin sorumlusu, onlar değil.

tanrı(!)

o kentin ortasında yer alan ve olayları izleyen tanrı. insanoğlu ona yalvardı ama o naptı izledi. ironi. acı ironi bu işte. insanlık dramı oradaki yaşanılanlar.

ama kime ne?

birileri, libidosunun sevdasına düşüp, cinsiyet sapkınlıklarıyla ilgilenirken; bebeklerin anomalik doğması neden önemli olsun. hemde yılda bini geçkin bir anomalik doğum oranı varken. değil mi?

(bknz: gazze)

bir çocuğun özgürlüğü, sokaklarda oynamaktır. koşmaktır. onu çocuğun elinden aldın mı oda ezberletilenleri çığırmaya meyilli olur çaresizce(!)

örnek: küçük bir gazzeli çocuğa ileride ne olmak istediği sorulduğunda, ilerisi var mı ki demesi gibi... acı. korkutucu. ürkütücü. hatta insanın, varlığından nefret etmesine yol açması gereken bir düşünce. kısaca o, bu uğurda toplumsal bomba olup, küçük veya büyük bedenini geleceği için korkusuzca parçalayacaktır. düşü bu o çocukların. çünkü yaşayamadıkları sokaklarda, çocuklarının koşmalarını arzu ediyorlar. tanrıya sığınarak, lanetlenmiş bir ölümü "intiharı" gerçekleştirerek hayatlarını sonlandırıyor onlar...

-şeytan ayrıntıda kokuyor.-

ama birileri için potansiyel tehlike oluyor onlar bu hareketleriyle. ırkçılık - vahşi semitist faşist hareketler, onlarında aynı duygularla dolmasına sebep oluyor. küçücük zihinleri milliyetçi örümcek ağlarıyla sarmalanıyor yaşadıkları / öğütlenenler geleceğin üzerine ölü toprağı seriyor. bu kötü olsa da maalsef yaratılan sürecin ürünü bu. bakın aşağıdaki video gazzedeki bir çocuğun neyin içerisine evrildiğini anlatıyor. bu arzulanmamalı. oradaki sorun vahşi kapitalizmden de öte bir sorun. insanlığın yok edilmesidir. izleyin:


insanın yüreğini burkan bir yaşam. tam metnini hatırlayamadığım ünlü bir kızlıderili tümcesi vardır: "..biz bu dünyayı çocuklarımızdan miras aldık." ...diye. kısa ama özdür. bilmiyoruz. sadece zihinlerimize doldurduğumuzun ideolojilerimizin, insanlık dışı tavırlarımızın, primitif çağrışımdan bile uzak olan vahşi bir cenah haline geldik birbirimize karşı. en kötü sonuda yukarıda anlattığımız gibi, çocuklarımızı da bu iğrenç kokuşmuş duygularımızı arşın arşın aşılıyoruz. vatan - milliyet - bayrak çatısı altında. aslında aşılanan ari ırk - sınırsız mülkiyet - imitasyon halkçılıktan başka bir bok değil. tabi ki bunlardan bizim pragmatiğimiz için değil. kimin yararına: tabi ki kölesi olduğumuz küresel şirketlere, kapitalizm robotunun uzamlarının yararına. ama görebilene...



bu çemberin dışında olmayan eylemsizlerde mevcut. ne yapıyorlar dua ediyorlar. tanrıdan beklenti içerisindeler. zamanında ben mücadele verdim sömürüldüm, şimdi de başkaları sömürülsün diyorlar. donuk eylemsiler gerçekleştiriyorlar. daha ileride gidenleri, sanalda farklı, gerçekte farklı kişiliklere bürünüyor. bu da katatonizmi doğuruyor. 

sonuç mauvais sujet, vilain  gornement, a genoux(!)

mauvais sujet, vilain  gornement: kötü yaratık, kötü yumurcak
a genoux: diz çök.

düşle[!]

...düne, yarına dair amorf bir düşe dair.

düş
-müşüm
düşü
-ne
düştü
-ğü
düşüm
-ün
döşü
ne
...
..
.
ortasında
bir yerde
kovalıyorum seni.
uzaklaştığında
rüzgarlar uğulduyor
döşümün
içerisinde.
berisinde
beynimde
tam tepesinde
imgelerin
volta atıyor.
zihnimde,
tenimde
göğüsümün
tam içerisinde
sen yokken
kursağımda
hayalini
dişliyorum.
düşümün,
düşüne
düştüğü
zaman
diş attığı gibi.
inliyorum
inceden
indikçe
inleyen,
ince
intihar
peşinden
...
..
.
karşıma çıkan
imitasyonlardan kaçıyorum
yalnızlığımda
yastığıma sızlanıyorum
ince bir ağrı
sol tarafımı kaplıyor
içim
bedenin.
bendenin,
bedenim
ben,
senim
ama
düşme
ne olur
düşüme
dişlendikçe
düşüne
diş geçirdikçe
düşümüz
diş diş
batıyor
düşümüze
korku
gitmen
gitmek
gidişlerde
bilinçsizleşmek
...
gayr-ı ihtiyadi
düşünememekten
öyle
yalnızlık
korku
hayal kurmamak
ihanet
düşlemek ise
düşeşe gelmek.
sesteş olmak
düşlemek
uzaklaşmak
düşlemek
yalnızlık
düşe dalmak,
her şey zahiri
bilmek
bilmeye dillenmek
dillendikçe
yazıya düşlemek
düşlendikçe
çağlamak.
kelime
kelime
söz
söz
öbek
öbek
ikilemlerim
düşlerim
duy
beni
düşlüyorum seni
düşlerimde
düşüşlerimde
düş imlerimde
düşle[!]

20 Temmuz 2010 Salı

omurgasız yaşam

ne kadar dil döksende anlaşılmadıkça, daha çok sevişeceksin kelimelerle. üzerlerine tohum tohum dölleneceksin. korkusuzca. sessizce. hedonist olarak tokatlıyacaksın. içerisinde gidip - geleceksin. arı olup, coğrafya coğrafya batacaksın.



ölmekten korkmak, pısırıklığı doğuruyor.

buna bağlı kalmadan, özgürce, korkusuzca, inatla üzerlerine yürüyeceksin. parmaklarını onların mutlu yaşamlarının göğüs kafesine sokup, ortadan ikiye ayıracaksın. irin irin dolmuş pislik bedenlerini, kundaklayacaksın. ruhlarını yakacaksın. sessizliklerini kendi acılarıyla bozacaksın. acı uyandırma şeysidir. korkma ve yap...


bir toplumun parçalanmış teması. omurgasızlaştırılımış halkların dik durması. korkunç bir şekilde insanların mekanikleştirilmesi. kitle iletişim araçlarının içerisine aşılandırılmış transkilizanlar. kullanılan metaların bazılarıdır. bunlarla uyku hali dayatılmaktadır. çünkü anestezide bir bedeni parçalamak, hiçte vicdan gerektirmiyor. toplumların parçalanması da buna açık bir örnektir. en tehlikeli uyuşturucular; ne mantarlar, ne otlar ne de lsd veya başka uyuşmaya neden olabilecek maddelerdir.

en tehlikeli uyuşturucular; düşünmemek, uyku halini getiren televizyon programları, sürekli ezberleri öykünen gazetelerdir. hatta bunların kalemşörleri konumundaki, aydın geçinen gölgelerde bu çemberin merkezini oluşturmaktadır.

bir birey buna direnmek için öncelikle: zihinsel ametemlerini kurmalı. klişe bir söz "insanın en iyi doktoru kendisidir" değil mi?

bu yüzden, ilk yapılması gereken kendimiz olabilmektir. bu uğurda düşünmek mücadelesini verebilmek, vicdani bir yükümlülüktür. doğa insanı eşit kılar, yapay sistemler ise onu kategorize eder. kötü katledilmesi gerekli en temel subjedir.

...
..
.

toplumsal ameliyatlar, ayrışmanın tezahürüdür. siyasetçilerin kullandıkları neşterler hep aynıdır. milliyetçilik - din - futbol - etnik kimlik, keskin bıçaklardır. ayrıştırma aletleridir bu boktan ürünler. ayrışmak ise sınıfsal toplumların kaderinde vardır. sınıf ise yönetimler için var olması gereken şartların en başında gelir. yıkılması gereken ise yapay farklılıklardır. sınıfsız toplumlar, insani değerlerin ön planda olduğu yaşamlardır. neyi çürütür. açık birşey vardır ki totoliter toplumların ikamesi, sınıfsal toplum yapısından ileri gelmektedir. kaçın. farklı görüşlerin oluşması yönetilme hayvanlığından gelişmemiş, kokuşmuş modernizmin en piç halindendir.

ne kökeni bellidir. ne de varacağı nokta.

ama görmeyene.

görene göre açıktır ki kapitalizm insanı kullanır. hatta direnişi bile kullanır. hisler, duygular fahişedir onun için. köleleştirilmiş fahişelerdir. tıpkı kendini patronların hazzına köle etmiş statikocular gibi...meddahtır. insanı hamuru olarak kullanan, sahnesi dünya olan bir meddah...

çözüm yapılan toplumsal ameliyatlarda, kısır bırakılan toplumların bozulan fizyolojisini görebilmekle mümkün....

omurgasının önce sinirleri dikkatlice kesilerek çıkartılmış bir toplum, istenilen alanlara kaydırılır. durağan bir cismi hareketlendirmek, istediğin yönde evriltmek kolay olandır. bu yüzden bu cerrahiler uygulanır. çünkü yumuşak vücudun istediğin şekilde yönlendirilmesi kolaydır. sinir yoktur. sinirleri olmayanların omurları tek tek çıkartılır. acı hissetmez. yatay bir zemin üzerinde dünyaya alttan bakmaları sağlanır bireylerin. bu şekilde halk gösterilen ya da programda ne varsa amorf bir yapıda izlerken tepkisiz kalır. bu sürecin getirdiği çürümeyle ilişkilidir....

yapılanlardan, şüphe etmemeniz için beyincik ile beyinimiz arasındaki sevişgenlik kesilir. böylelikle artık mekanik bir robotuzdur. his bu noktada öznel olmadıkça sizi diğeri olmaktan kaçınılmaz bir hale getirir. acı başlar. ve bir daha zihinlerden çıkmaz. işte buda ebedi köleliği getirir.

zincileri dişlemek yerine, onları yanımıza çekmek gereklidir. sonra etraflarında dolanarak, ayaklarına bu zincirleri dolamak yapılabilinecek bir seçenektir. susku kötüdür. bir yerden ayağa kalkıp, önündekine tekme atmak gerekiyor.

sonuç: takım elbiseler yakılmalıdır. onların zahiri düşüncelerinden kurtulmalıyız. omurgasız bir yaşam kukla olmayı, köle kalmayı, kediye itlik yapmayı getirir. bu yüzden kalk(!)

19 Temmuz 2010 Pazartesi

tornavida

vidayla 
tutturuldukça
onca 
nükleer bomba
silahlanmaya karsı
tek 
 umuttur
halkın elindeki
tornavida

17 Temmuz 2010 Cumartesi

ruh hali/şekilsiz

  1. şekilli dünyanın insanlarına, şekilsiz düşüncelerle dalmak istiyorum ...
  2. ayazda titreyen güneşin etrafını sarıp, vücut sıcaklığımla onu ısıtmak istiyorum...
  3. kaybettim diyebilmenin cesaretiyle, bileklerini traşlayıp, damarlarımı dişlemek istiyorum...
  4. gerçek, korkmamaktır. zifiri karanlıkta evinizin dışında yer alan tuvalete, tek başına gidip, titremeden sıçabilmektir yaşam.
  5. sessizlik çok konuşanların oluşturduğu gürültü kirliliğine ortak olmamaktır...
  6. neşe bakireliği bozulmamış embesil insan profilidir[tikky diye yaftalanan insanları devlet bu hale getirmiştir]...
  7. huzursuzluk kaçınılmaması gereken, itekleyici bir güçtür...
  8. acı herşeyi tüm çıplaklığıyla gösteren kızılötesi bir gözlüktür...
  9. ön yargı, insanın argo manada 
  10. öküz olmasına yol açan unsurdur...
  11. korku bencilliği getirir.
  12. sınıflanma ihtiyacı tamamen tahakküm aşkından kaynaklanır...
  13. popüler kültür süngerimsi beyinlere emdirilen kusmuktur...
  14. insan...
sonuç?

kesin bir şey değildir. amorf bir yapının içerisindeki manasız hayattır sonuç. yalnızlık, soğukta çatlayan ellerin güneşi çekip, onu göğüsünün tam ortasında palazlandırmaktır. ukalalıktan uzak kalarak, topluma etkileyici görünmekten vazgeçiştir intihar. yalnız kalmayı göze alıp, inatla karanlığı aydınlatmaktır korkmamak. bilmek, ukalalık yapmamaktır. sürekli neşeli hayat, kandırmacadır. huzursuzluk sentez yapıp, mücadele etmektir. acı uyanıştır. titremeden, umutla yaşamadan, sessiz kalmadan, bireyi öze alarak tüm iktidar kuvvetlerine ve onun metalarına dik durmayı getirir acı. önyargı, ön yardım ile yıkılabilecek, olmadı onun silahıyla katledilebilinecek bir unsurdur. her daim faşizmin unsurları köle edilmelidir. korkunun sizi kullanması, ben merkezciliği doğurur. yabancılaşma ve asosyaleşme gelir. herkes yönetmeye aşık olur. onun bacak arasına girip, meme uçlarını ısırır. ya da onu kölesi ederek, istediği halde donup, taş olmasına yol açacak kadar medusa bakışları fırlatır. estetik görünüş güzel ile çirkinin sentezidir. öznel bir bakıştır. sınıflanma tamamen yönetme arzusundandır. itaat bu noktada afyondur. popülerizm, yediklerimizden şişinmek, içten içe istemsiz gerçekleştirilen peristaltik hareketler bütünüdür. dışa vurumu mide bulandırıcıdır. her şeyiyle ötekileşmektir.

kısacası ruh hali insanın zahiri görüntüsüdür. şekilsizliği bilinçsizlikten, düşünememekten, idrak unsurlarını belli kalıplar etrafından ayıramamaktan kaynaklanır. kölelik bağımlılıktır. özgürlük kerberostan korkmadan kaçmak, lethede balık tutmaktır.



15 Temmuz 2010 Perşembe

La Marche / Yürüyüş


Modernleşen insan zihnine dair süper bir animasyon...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

aylaklık

sözlük anlamıyla: avarelik, başı boşluk anlamında kullanılır. 

aylaklık işçi kesmine haktır. bütün totoliter rejim patronları köleleştirilmelidir. hemde en alt tabaka dedikleri, insan olarak görmedikleri işçileri tarafından. çalışma etiği denilen saçmalık onların ürettiği dayatma manifestolardan bir tanesidir...
neyse konu dahiline dönersek,

yorum düzeyinde ele aldığımızda aylaklık; osmanlı' da, haremde nargile içip, bağdaş kurarak genç harem fahişelerinin kalçaları süzülür. memelerinden tutun, kadınsı tüm hatları üzerinde libidolar arttırılır. hemde hayvani bir itinayla...

ardından...

parlak, pürüzsüz tenli gençler hadım edilerek erillikleri elinden alınır. tüysüz tenlerine gölgeler düşürülür. saklı kalması gereken hazlar için köleleştirilirler. susturulurlar. ardından yeri geldiğinde, onlarda tadına bakılasıdır, otorite için...

bu toprakları üzerinde, yaşadığımız coğrafyadaki aylakların hayatından bir kesit.

fakat medeni dünyada, bir başka hale bürünür aylaklık.

-kimilerine göre böyledir.-

çalışıp daha fazlasını ihtisap etme şekline girer. bir yarış ortamındaki hamamböceği gibisinizdir. ya da deneysel araştırmalar için onların türettiği, kobay farelersinizdir. dışınız tamamen onlarla dolmuştur. içiniz çürüyüp, kireçlenesi bir haldedir. bu sizi çelişkiye bağımlı yapar. örneğin: beleşi elimizin altına sunulana şüpheyle yalkaşıp, pahalı ve en değerli olan için köpekleşiriz. bu bağımlılıktandır. kime mi? onların estetiklerine, ahlaklarına, konumlarına...emirler verilir, bizlerde itaat ederiz. düşüncemiz elimizden alındığında kalan neyse ona evriliriz.

neden? 

çünkü bu korkudur. 

onların hedonizmine sahip olamama korkusu. veya istediğimizi elde ettikten sonra ne yapacağımızı bilememe şizofrenisi. git gide özümüzden koparak mekanikleşiriz. yabancılaştığımız kişiliklerimizi yitiririz öncelikli olarak. ardından totaliterizmin iti oluruz. ahlak pizzası içerisinde onların dayattığı yaşam formlarına bürünürüz.



ahlak pizzası. dünyanın en kokuşmuş yapısıdır. üzerinden baktığınızda estetik bir halde vicdanınıza sahip olur. bu insanların şizofrenisinin kaosudur. en altında ezilen hamurunuz, üzerindekilerden dolayı cıvıklaşır. topluma açık kenar kısımları kıtır kıtırdır. sert ve katı hali ısırıldıkça çatırdar. ahlaki çöküntü, sert olan kabuğunun kırılmasıyla içimize dolar. yalnızlığımızın edepsiz tanrıları olmamızı canlandırır zihnimizin labirentlerinde. çok konuşur, çok yorum yapar. ama hiçbirinin içini dolduramayız. hava içten çürütür. burnumuzun havadanlığından, uçucu toplum etkilerinden başka bir boka neden olamayız. 

hadi düşünün.

ahlaki değerlerden bahseden, eleştiren ve yeren kimselerin; kendi yerdiklerini yapmaları, etik bir karmaşa değil de nedir. 

kısacası aylak hayat karmaşayı öğütler. sizi size götürecek karmaşayı. bu kerberosun zincirinden tutmaya benzer. risklidir. düşünmek, sorgulamak etkindir.

kimisine göre de başka birşey. tanımlanamayan, nitelendirilemeyen bir olguya...

görebilene.

Aptallık Çağı

9 Temmuz 2010 Cuma

[a]kronik imge

ahlaksız bir akrostij yapmak istiyorum.
narsizm, içimdeki öldürdüğüm koyunum...
açıkça söylemek gerekirse; defalarca duygularımın katliamını gerçekleştirdim
rızası olmadan onlara önce tecavüz ettim.
şimdi öcünü alıyorlar...
izleyerek geçirdiğim hayatımın
zamanı bugün
mat olma vakti geldi.

8 Temmuz 2010 Perşembe

görünm[ez]e



biz' den...

"biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. iki yolu var acı çekmemenin: birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. ikinci yol riskli; sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek." 

görünmez kentler' den

zombileriz....

yaşamı farklı boyutlarda arzulayan, köleleriz bizler. insanın cennetide,cehennemide bastığı yerdir. ama görene.

sağnak

çan sesiyle inleyen bir sokakta,
karton altındaki hayat....

özgürsün.



tüm inançlarını yitirmiş, umutlarıyla kalp rektumunu temizlemekte. nasıl inanmasını beklersin. yağmur şiddetiyle birlikte, onun üzerine çöker. çöpler üzerindeki korunağı olmuştur. yaşamıda çöplük. olan bu. böyle bir kişinin bataklık dünyadaki yeri; en dip. hadesin deliği. susmak, ondaki anlamıyla konuşmanın en tezahürlü halidir. kim(lik)siz yaşamın içerisinde hayat idame ettirmek. umutlarını façalayıp, kanatmayı öğrenmiştir yanlız kişi. insanların maskesiz halleri, sokaklardaki imitasyon kişilikler. yıldız savaşlarındaki klonlar gibi, moron bir yaşamı emirler boyunduruğunda sürümek.


kötü.
kokuşmuş.
yoksul.

yedi tepenin yamacında sıkışmış hümanizma: lahana gibi kendini sarmış-sarmalamış. özgür/özgün olamayacak. bir şeylere bağımlı yaşamak. korkuyu ve statik bir yaşamı getirir. soğuk duracaksın insanlığa bazen. delirmek değil bu. yorum, zeytin yağı gibi çeşitli formalara girebilir. ben sizin kadar eskiyim. yüreklerindeki umut sadece ötekisinin bolluğundan. ben yalnızım. sizlerin türettiği bir sefaletim.

nasıl mı?

örnek: diyarbakır' da ramazan kumanyasıyım. yardım arzusuyla çamura saplanan hançerim. toprağı yürekten yaran insanlık balgamı olan kumanyayım. insanlık ise çamur. bir kamyon, anne sırtında bir çocuk. kamyon içerisinden insanlara fırlatılan yardımlar, ruh fahişelerinin hazzı. meni. unutulmamalı...dedikçe unutulanlar. alzaymır kişilikler. istençli, unutkanlık. kötülük bunları unutmak lazım. ama güç yarattıklarımızda. para para para. ekranlardaki yaşamlar...kahrolsun televole. insanlığa attığın rövaşata hala arşta dolanıyor. düşmeli. içindeki helyumu, söndürülmek gerek. balon yaşam. bu yüzden inançsızım sosyal mühendislik ürünü ideolojilere...

kendi türettiğinin esiri, tanrının topuk kiri insan. şişindikçe patlamaya zamanlanıyorsun. korkuyorsun yarattıklarınla hissizleşerek tüketiyorsun. domuzsun. çamurun ise beyinler. tepsi gibi dümdüz beyinler. üzerine ne koyarsan itinayla taşıyorlar. gözünü yukarı kaldır. uyan. dünya gidiyor. bizlerde içerisinde küflenmiş yemyeşil dogmalar arasında varoluşumuzu kısırlaştırıyoruz.

elveda.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

kundaktan-makbere

öldür beni. 



intihar sonrası beynimde oluşan ağustos böcekleri, içimi karartıyor. 





öl.



Fotoğraflar Misha Gordin

2 Temmuz 2010 Cuma

yaşamı boynundan kırmak

ölmek...

beyninizde kendinizi bitirmek kadar kolay birşey yoktur. boşlukta kendi boğazınızı keser gibi, düşüncelerin gırtlağını parçalayarak onlarla akmak. kendinizi terk etmek ve gitmek. karanlıklarınıza ve yalnızlığınıza. kimseyi düşünmeden, kimseye bağlı kalmadan, günahkar olmak gerek. intihar edip, beyninizde oluşan boşluklara hamamböceklerini koymak. en güzelidir. karartılmış ruhunuzu, ağustos böcekleriyle aydınlanmasını arzulamak, gerçeklerden kaçmaktır. hiçleşmiş yaşam, çürüyor. unuttuğumuz bu. toplumun delilik olarak yaftaladığı düşüncelerle, el ele gitmek. yalnızlığa, karanlığa.

korkmadan, kaçmadan...

arzulanmayan yaşam krokisinde, kendinize defalarca onlar için tecavüz ederken duyduğunuz suçluluk mazoşistliktir. çünkü kimse sizi düşünmez ve içerisinde bulunduğunuz durumun önemini göremez. sadist ruhları her yere dolar. işte bu , insanı ölüme götüren acı bir eylemdir. hemde yasaklanmış bir ölüme, intihara götürür. anlamı ince, ateşli, korkulu ve sert bir hayatla sentezlenmiş ölüme...onların tek yaptıkları ise arkanızdan üç - beş timsah göz yazşı dökmektir. yüreğinizi parçalayarak, tekrar yapıştırmak. üzerinizde tepinerek libidolarını düşürdükten sonra göz yaşlarınızla gusül abdestlerini alacak kadar gerçekçidir hayat. bu yüzden boynundan kırmalı yaşamı.

kimine göre pembe, kimine göre siyah olan

 -tüm renklerin kolajı beyaz olan yaşamı. kirletmek,
kirletilmek.

tamamen yaşamınızdaki müdahilliklerin getirisidir.

bu yüzden yaşamdaki en büyük totoloji: bir kolajdır"...büyüdükçe küçülen hayallerin peşinden koşuyoruz. tüm umudunuzu kaybetmek özgürlüktür."...deyimiyle betimlene bilinicekbir kolaj.

ne kadar kabullenmesekte, bu böyle değil mi?

öl/öldü...

2 Temmuzu Unutmadık[!]

2 Temmuzu Unutmadık[!]

1 Temmuz 2010 Perşembe

is/tan/bul

kesik kesik is/tan/bul...

Misha Gordon

istanbul ağlıyor. oturmuşta sızlanıyor. kimsenin umrunda değil. kimse dinlemiyor onun ağıtını. dinledikleri tek ses kendi homurdanmaları. tıpkı birbirlerine yaptıkları gibi...

istanbul' un sağlığı bozulmuş, kimin umrunda.

herkes bir telaşının içerisinde kaybolmuş. herkes kendine bir dert bulmuş. onunla avutuyor kendini. herkes körelmiş istanbula karşı. herkes umursamaz yaklaşıyor ona. yarasalaşmış düşünceleriyle çürütüyorlar bu kleopatra kenti. her yerini yıpratıyorlar. bacaklarını morartıyorlar. ciğerlerini yok ediyorlar. akın akın kanıyorlar gün gün onun yüreğine. pıhtılaşmış pisliklerini getiriyorlar. kısacası insanlar her daim, tecavüz ediyorlar istanbula.

çalmışlar hayallerini bu kadın şehrin. üzerine betondan düzensiz bir dizimle, binamsı hançerler saplamışlar. bu üretken şehirin her gün, bir başka yerini bıçaklamışlar. üzerine, derin derin façalar atmışlar. kibritten, neşterden, jiletten kesilmiş yaralar. her saniye, ayrı ayrı yerlerinden, bir başka mekanından talan etmişler onu. hala ediyorlar. bitirmeye çalışıyorlar. ağlıyor. inat ediyor bu çekici kent. bitmemeye, yaşamaya...

tıkamışlar boğazlarını. yüksek sesli elektronik müzikleriyle, geceleri beynini sarmışlar. gündüzleri  yarattıkları gürültü yetmezmiş gibi bırakmıyorlar geceleride dinlenmesi için bu mor şehri. yorgun ve bitkin kadın. korkuyor. gözlerinin altı torba torba olmuş. içinde barındırığı acılara ortak oluyor. ona sadistçe yaşadıkları aynı acıyı yaşatıyor mazoşist insanoğlu. o ise buna sessizce ağlıyor. umutla bakıyor damarlarındaki, pardon sokaklarındaki oynayan çocukalarına. korkuyor çünkü sokaklarda ticarileştiriliyor. parklar pazarlanıyor şirketlere fahişeler gibi...çocuklar umutlarından yakılmaya başlıyor. isyan kökten engelleniyor. oyun alanları pazarlandıkça çocukların. istanbulda ağlıyor, umutsuzlaşıyor, depresif bir hale bürünüyor.

yapabileceği bir şey yok. bir ana evladını öldürebilir mi. yapamıyor birşey.

ancak türkülerde, şarkılarda, şiirlerde, öykülerde dile getiriliyor acısını. tıpkı şarkılarındaki  varolan umutsuzluğu gibi.  tıpkı, türkülerinde barındırdığı depresif melodik hüzün gibi. tıpkı, şiirlerinde kırık kelimeler arasına yerleştirdiği acıları gibi. tıpkı öykülerinde içine soyunduğu çürütülmüş bedeni gibi, korkuyor ve ürküyor istanbul.

artık ölümünün kıyılarında bu kadın kent. 

estetik istemese de istemediği zorla yaptırılıyor / yapılıyor. hergün bir başka yerinden biçiliyor. kendilerine göre eviriyorlar bu feminen kenti. her noktası buram buram tarih kokan bu kenti, kendilerince değiştiriyorlar. kefen giydiriyorlar. ne kadar gözlerini boyamaya çalışsalarda; farkında olmadıkları katarakt olmuş gözleri artık hiç birşey göremiyor. ciğerlerine saplanılan beton hançerler tarafından nefes darlığından sürekli astım krizleri geçiriyor. çevresine sardıkları fabrika telleriyle özgürlüğüne pranga atıyorlar. kısacası ölüyor bu kent...

ironi dolu hayat. bunları yaşayan bu kadına yine suç atıyor. onu çürütenler ona kötü dualar ediyor. ne kadar lanet bir kentsin diye. farkında olmayan moronlar görmemezlikten geliyor:

"kim bu kenti bu hale getirdi?"

acısı havva' nın acısına benziyor istanbulun. ebediyen suçlanma...

neden yasak elmayı yedin diye...suçalanan havva gibi istanbulda; neden üzerinde bu kadar insana yer verdin diye yargılanıyor..

ruh fahişesi insanlık,

kim istedi sizleri. aynada yarrattıkların bunlar. göz kırpmadan bak[...]

30 Haziran 2010 Çarşamba

yaş[at]ıyorum.com

yaşadıkça yoruluyorsun artık. hayatındaki günlük kelimeler ağzından cımbızla alınıyor. günün yorgunluğu, hissizleştiriyor seni. hergün bir önceki günün imitasyonu oluyor. giydiklerinle bir başkasının aynası oluyorsun. toplumu etkilemek zorunda olduğun dayatılıyor. para kazanmalı, ruhunu ortaya koyarak ticaret adına kevaşeleşmelisin. işte bu şekilde: mekanik bir varlık haline geliyorsun. tanrı adına konuşuyorum / yaşıyorum diyorsun. ama halbuki kendi kendine öykünüyorsun. 

mekanikleşmenin izdüşümleri... 


gölgede ise bunlar, onların kelimeleri, söz öbekleri, betimledikleri öykünmeler. tıpkı okulda, dışarda, evde içine nüfuz ettirilirek ilahlaştırılan öykünmeler gibi.

inançsız olmalısın.
yıkım güzeldir böyle bir aptallık için.

unutma: hepsi senin zihninde. engellemek bireyin tercihidir. yani bu dayatma masal cinnetle yıkılacak. topluma karıştırma onları. "tanrı adına konuşuyorum..".. diye, bunu kendine görev addediyorsan, kokuşmaya başlamışsındır. ama sadece sana ait olan şizofreni bu.

uyanmak gerek. herkes sokakta bir azize / aziz. ama içerisinde birşeyleri bızıkladıkça, her şey buharlaşıyor. dogmalarla bezenmiş fikirler, kolonya ıslaklığı gibi zihinde gelip geçici etkiler yaratıyor. bunlara karşı körleşmeliyim. sorgulamadan kabul etmeliyim. susmalıyım. konuşmamalıyım. ama ben tanrıya inanmıyorum ki...

totaliter hayat şizofrenisi...

her yerde huzursuzluk, mutsuzluk, acı ve yorgunlukla sinesi kabarmış insanlar var. korkuyorlar, korkuyu yaratanlar tarafından korunuyorlar. içerisinde zaman zaman ellerine zorla savaş metalarını tutturuyorlar. düzen  ötekisi gibi olmayı seslendiriyorlar. marşlarla, uygun adımla, yüksek sesle...

ironi değil de ne bu?

umursamazlığın getirdiği etikle... 
hareketsizliğinizle: 
baskı, 
zulüm, 
cinnet, 
katliamlar, 
sınıfsal farklar ve insanların buna kayıtsız kalışı. 

acayip bir sentez bu. has kokuşmuş dünya tragedyası. hadi alkışlayın insanlar. sizden üstünü yok. üzerinde yaşadığınız ekolojiyi, hergün değişik pozisyonlarda ilişkiye zorlayarak kirletiyorsunuz. nükleer denemeler. çevreye atılan çöpler. atmosfere salınan gazlar. okyanusların kalbine saplanan petrol platformları. genetiği piç edilmiş organizmalar. kısacası dengesi, kapitalizm uğruna sikilen doğa. neleri gösteriyor, neleri...

ya bizler...

puslu bir camın üzerindeki buğu kadar etkiliyiz.

sessizlik: küresel ısınma. türlerin kırılıp yok olması. denizlerin, ırmakların, çayların, derelerin kızmasıyla buharlaşıp ardından asit yağmurlarıyla tepemize akamaları...

bizim yarattıklarımızın yansıması...

bizlere doğa tarafından biçilen bir kefendir bu.

korkun.

asıl bundan korkun. ürkün, ağlayın. hatta değersiz yaşamınızı sonlandırın. intahar edin. yanarak ölün. bu şekilde gideceğiniz yere alışmış olarak gitmiş olacaksınız.bu yüzden, yükseldiğiniz yerden korkuyla düşün. çünkü  zaten ölüsünüz. ölümü hergün kendiniz hazırlıyorsunuz: doğaya sahip çıkmayarak, insanlığınızı terk ederek.

alternatif asosyol yaşam şeysi, buyrun burdan alın: www.yasiyorum.com


29 Haziran 2010 Salı

gölgeleri parçalamak...

...insan, kendisi dışında herkese borçlandırılmış bir metadır. 
her metanın birbirini satması ise kara ironidir.

neden bu kadar fazla çürümüşlüğü içeren bir toplumun, bireyleriyiz.

birbirimizi tüketmekten başka birşey yapamayan hayvanlar haline geldik. diğer hayvanlardan farkımız, düşünerek  hareket edebilmekken; bizler ilk düşüncemizde,  insanı nasıl sömüreceğimizi etkin kılmışız. garip bir tragedya hayat. baş piyonlarıda bizleriz. birbirimize maskelerimizin ardından hitap ediyoruz. kara mizah gibi bişey bu. sahteyiz. yapay tanrılarımız var. maskelerimizi onlar belirliyor yüzümüz için. işte salt bu yüzden özgürlüğü hayal ederek rüyamızda görebilecez. umutlarla, uğraşmadan, emek sarfetmeden gelemeyeceğini reddeden bizlere çok uzak özgürlük.

kuklalarız. 

not: özgürlük millileştirilip, piyangolaştırılarak satılacak bir meta değildir.

maskeleri kenara atarak, kendimiz olarak konuşamayacak kadar korkak kuklalarız. modernize edilmiş pinokyolarız. burunlarımız, birbirimizin kıçına girmeden rahatlamıyor. dedikodu toplumu haline evrilmişiz. başkalarının yaşamlarını merak eder halde hayattan haz alıyoruz. gepettolarımız bir değil birden fazla. biz değil, bizden başka herkes yaratıcımız. tıpkı:

toplum gibi. 
onun getirdiği kurallar gibi. 
sistemin yılmaz ön yargıları gibi. 
kabul ettiğimiz yaratılmış ve genelleştirilmiş yasalara taptığımız gibi. 

...herkes bizim gepettomuz.

kendimiz dışındaki herşey. kısacası gepettolarımız çok fazla.

hepsinin sentezi ise susmamız için ilahileştirilmiştir. ismine tanrı denilmiş yapay bir insani sistemdir. sadece eleştirememek için ilahileştirilmiş suniliktedir. eleştiri yapamazsın, çünkü günahkar kılınırsın. ironisi de yaratanın yani insanın ta kendisi olmasıdır. bu sistem insanın sistemidir. bizler ise bu sistemin değiştirilebilinen çarklarıyız. ortasında durup devamını sağlayacağımıza, onu bozabiliriz. bu sistem devam etmemeli ve tanrısallaştırılmamalıdır.  yıkım şart(!)

...ki zıttını düşünürsek, tanrı eğer bunu istiyorsa: o zaman tanrı bütün zamanların en büyük sadisti ve mazoşistidir kendisi. maskulen davranmaktadır. kötü(!)

kokuşma bu değilde nedir?

bilgiden uzak, yaşamdan kopuk, beyinlerimizden iplerle bağlı halde yaşayan formlara girmemiz, kokuşma değil de nedir.

korku kurtulamamayı getiriyor. korku bağımlılık yapıyor. bizler ise endişesiz bir halde zombiler gibi dolaşıyoruz. gelişmiyor, üretmiyoruz. geliştiğimizi sanıp, ismine modernize toplum diyoruz. modernize ettiğimiz ise sadece mekanik hayat. düşünceler, yaşamlar değil. sadece birilerinin ceplerini doldurmaya yarayan mekanik yaşam. onu modernize ediyoruz. bu yüzden ölüm hali mevcut hayatta. yaşamdaki bizlerde ise...

...şuursuzluk sınırsız halde. 

zZzZZzz...

klonel formların uyku halinde yaşaması, izlemesi deniliyor buna. uyandırmalı bu toplumu, acilen uyandırılmalıyız. yattığı yerden suratına tekme atarak uyandırılmalıyız ki; hem yere düşmesiyle, hem de suratına yediği tekmenin acısıyla uyanmalı. 

faşistlik değil bu.

bu onu irkiltmeli.sarsmalı. derin bir sarsıntı yaratmalı. kalktığında titremesi şiddete dönüşmeli. ilk oturduğu yerden tahribata başlamalı. içinden başlamalı. adrenalin beynini arındırmalı. tepsiye dönüştürülmüş beynini kırıştırmalı birazcık.

yaşam içine tırnaklarıyla değil, tüm bedeniyle dalmalı. kavga etmeli engelleyenlerle. onların yüzünü dağıtmalı. sonra yüzlerini ayna tutup, yarattıkları bireyi göstermeli onlara. evet hiyerarşinin en üst kademesinin kullandığı meta bu. insanları, insanlara çatıştırarak kendine bağımlı hale getirmek. dogmalarla sınıflandırmak. parçalamak, kanatmak, ayırmak. her bireyi, en ince noktasından ayrıştırmak: totolojik çıkarım burda bu değilde ne olmalı...

şiddet mi olmalı.

istek şiddet değil. amaç; şiddetinde onlara karşı bir balyoz gibi kullanıla bilineceğini, göstermektir. çünkü kimse şiddeti arzulamaz. ama süt liman bir hayat yok dünyada. birileri ceplerinin obezliği ile dünyayı sömürürken, sessiz kalmak acıdır. 

dünyanın tecavüzüne izleyici olmaktır bu...

birbirmizi kemirmek ise ruhlarımızı onlara pazarlamaktan başka bir şey değildir.

kırın bu gölgelenmiş kabuğu...
ışık zihninde...
özgürlük ise
sorguda
mevcut
yap ve
gör
..
.

27 Haziran 2010 Pazar

Açlık / Hunger

Sizler tıkınırken, onlar kendi bedenlerini tüketiyor. Sınırsız tüketim aptallıktır.

26 Haziran 2010 Cumartesi

kırık kelimeler

...seni hissederken ağlıyorum,
bu sıcak zaman esintisi değil.
içimizdeki kendimize olan misafirliğimiz.
bir fırtına.
öksüzce esen 
bir tayfun
...
..
.

yerindeki boşluğu dolduramayanların 
kopartılması, götürdükleri...
kızgın bir rüzgar tokatlıyor
madem rüzgar kızgın,
güneşi çekelim aramıza.
dağıtmak gerek
bu basık 
huysuz 
hali.

beklemiyorum artık.
korku parçalamış kütlemi
yarım kalmışlık eksikliğinden
susmak,
es/mek değil.
kelimeleri kıralım doğru yerlerinden
hayallerimizi saplayalım 
üzerlerine
son sigaramızı tüttürdüğümüz ortak ağızla
halkalar yapalım 
mutluluğumuza.
içinden geçsin
semaya dolasın 
bizi..

değil mi ki aşk
benim/senin içinde olan 
ve esen töz
aynı
sen/ben

uzaklardaki başkasıyla
kayanın üzerinden kalkan
albatroslar kadar arzuluyum
sana deniz/
im...
...dinle
dalgaların armonisi
senin-benim 
seremonim.
yeniden
içinden
dinle.

24 Haziran 2010 Perşembe

soru



ölüm, hayat, insan. 

bu üç boktan olgunun içerisinde yürüyen insan...

....neden hep sakat.


19 Haziran 2010 Cumartesi

yağmur kokulum...

ah! 
düş olmayan bir şey var mıdır gündüzleyin. 
gözlerinde geçmişten gelen bir ışıkla, 
çevresine bakan kişi için? 

edgar alan poe


öpücüklerle hayallerimi uyandırıyorum.

seni barındırıyorlar. ne kadar yumuşak hisler bunlar. pamuk gibi. korkmuyorum yanında. ellerim ellerinde kenetli halde. susup, ağlıyorum. göz yaşlarım emekliyor yanaklarımdan aşağıya. sen parmaklarınla kaldırıyorsun onları yanaklarımdan. dudakların, dudakların dudaklarımla dans ediyor. titriyorum. ilginç bir duygu bu. yazdırıyor bana seni. seyyah ediyor beni, kelimelerde seni arıyorum. tanımlamak için. uğraştıkça, şizofrenleşiyorum. kişiliklerim oluşuyor. bilinçsizce tüm  harflere, tüm dillere, tüm toplumların aşklarına sarılıyorum. seni bulmaya, tanımlamaya çalışmak adına. deliriyorum. suskunum. neden bilmiyorum. 

ama artık değiştim. 

kelimeleri yiyorum, duyguları kokluyorum. bulamıyorum. nasıl bir sentez yapmalıyım. dünyanın en güzel tanımı için. en güzeli, en özeli, hiç yapılmayanı bulmaya çalışıyorum. benciliğimsin. kıskançlığımda faşistleştiğim kölemsin. hayalimdeki obezliğimsin. açlığım, doyumsuzluğumsun. sadece bana aitsin. sadece duygularımdasın. gizlisin. bilmeyeceksin. seni seviyorum. anlıyorum ademi. havva'ya olan duygularla, elma' yı bende yerdim. günah sensen. en günahkar benim baranım*.


ben sana dokunmak istiyorum. 

rüzgara karışmış béhn*'im. kokla. dokun gökyüzüne. yıldızlara bak akşamları. çünkü ben gökyüzünü okşuyorum. elliyorum yıldızları, ayışığında aralıyorum galaksileri. ardından sana doluyorum kayan yıldızlarla. dilek tut. 

ben sanırım sana aşık değilim. 

aşık olmanın çok ötesindeyim. gözlerin tenime izdüşümler gönderdikçe, çenemin bir buçuk karış altında, sol tarafta bir yerlerde; derin bir sarsıntı oluyor. ben seni ölümüne seviyorum. 

neden?

nasıl?
niçin?

yağmur kokulum...

düşüm/sün

baran: yağmur(kürtçe)
béhn: koku(kürtçe)

deliliğim neresindesin hayatın

linç et beni...
kalbim kaşarlaşmış
beynim kevaşeler pazarlıyor.
özlemimsin vahşet
metayım topluma.
yokluk her şeyimizde.
dilenciyiz günaha
diablonun soytarısıyım ben
koptukça, birleşiyoruz.
parçalandıkça, tamamlanıyoruz.
korkuyu mıknatıslıyoruz...
oyuna müdahil misin
linç et beni tanrının çekici.
köpeğim ben.
kerberos' u dişliycem.
ölüm olmalı bu yazıda.
deliliğim neresindesin hayatın.