18 Aralık 2011 Pazar

Nightingale - String Quartet


Sosyal statülerine bağımlı bireyler kişilikleri sigara dumanı kadar sert olan zat-ı muhteremlerdir.

beşe bir

nerede tükettiğimizi bilmediğimiz bir yaşamın 
garip gölgesi altında mızmızlanan 
şımarık çocuklar gibiyiz.
gayr-i meşru
piçleriyiz
hayatın.




.

21 Kasım 2011 Pazartesi

ırk/kürk

ırk ve kürk birbirine etmolojik olarak uzak gibi görünsede, insanların davranış düzeyinde nasıl bir benzer etkileşimde olduğunu bugün görebiliriz. birbirine o kadar yakındır ki bu iki kelime, bugünkü sosyal etkileşimlerde oldukça acıtıcı durmaktadırlar. insanların bu kadar birbirlerine hayvanlar gibi düşman kesilmesindeki en temel olgu mülkiyet ve sınır tanımaz meta sevdalığıdır.

acı!

duyguların bile kapitalleştiği bir dünyada, insanlık kendine geldiğinde, umarım çocuklar ellerinde pastel boyaları hala muhafaza eder halde dururlar.


20 Kasım 2011 Pazar

varoş duygu-lar

kanseri yenebilirsiniz 
ama vücudunuzda her bir mahremiyetinize nüfuz edipte 
sonra çekip giden o "şey"e karşı 
kazanç elde edemezsiniz. 
çünkü onun için duygularınız, 
onun sizin hayallerinizle yatıp - kalktığı 
fahişe duygularınızı 
becermek için kullandığı, 
o varoş hoteli 
olduğunu 
bilirsiniz!

17 Kasım 2011 Perşembe

HES Katliamdır!

hes' ler doğa' ya yapılan katliamlardır.

bugün hes'lerin götürüldüğü bir çok yerde, doğa, insan ve diğer canlıların yaşamlarına tecavüz ediliyor. bunu dile getiren meslek odalarının çözümlerini dinlemeyen devlet katliamı şirketlerin ellerine verdiği güç ile gerçekleştiriyor. anadolu'nun dört bir yanı şuan işgal edilmiş durumda. bunların içerisinde bir çok yerde mücadele olmuyor değil. oraya dışardan giden insanlardan çok, oranın halkının mücadelelerini dile getirmek boynumuzun borcu ve yanlarında olmak bir insanlık görevidir!

Tortum Faşizmi Ve HES Öyküsü


16 Kasım 2011 Çarşamba

termometre



bu video modern toplumlarda insanların nasıl pasifize edildiğini çok iyi göstermektedir. bugün, 22 kasımda seçmek özgürlüktür saçması altında bize devlet seçim yapmamızı sunuyor. onların istediklerini izleyecez, onların istediklerini konuşcaz. post - modern bir dikta yönetimidir bu. herkes belirli zamanlarda buna karşı çıksa da şuan herhangi bir tepki mekanizması yok. sesini duyurmaya çalışanların sesine ise ses olan yok. bu ayrışma ve deformasyonun aleni bir örneğidir.

iyi kabuslar!

ceza üzerine/ali yıldırım

dışarıda bir çok yerde insanlar ceza verilmesi hususunda bir hayli faşist ve insanlık dışı söylemler ortaya atılıyor. bazen bunları okudukça kendimden utanıyor ve nasıl bir toplum içerisinde yaşıyoruz diye korkuyorum. korkuyorum çünkü eğer bu insanlar bu kafa yapısını değiştirmezlerse, yaşanacak yerlerde ilkelliğin en modernist çöplüklerini göreceğiz. 



tecavüzcülerden tutunda, dejenere olmuş kültürel soğanların görmezden geldiği toplum git gide insanlığı yiyor. şuan dünya üzerindeki en temel hisler; şiddet, kavga isteği, öldürme, libidonun sınır tanımaması gibi dizgini kaçmış olgular bir hayli tedavi edilmesi gerekmektedir.

unutulmamalıdır ki;

focault benzeri bir tümce olabilir ama bu konuda ali yıldırım iyi bir çıkarım yapıyor:

cezanın  amacı  nedir?  

faile  bir kefaret  ödetmek  mi?  

suç  işleyen  kişiyi yeniden  topluma  kazanmak  mı?  

ceza  suç  işleyen  kişiyi  ıslah  etmek  için mi yoksa o kişinin üzerinden topluma bir mesaj vermek için mi veriliyor? 

cezanın amacı kefret değil de faili kazanmak ise ölüm cezası kişinin yaşa­mına son  vererek bu  olanağı baştan  ortadan kaldırmaktadır.  ölüm cezası insanı yok ederek ceza olmaktan çıkıp bir öç almaya dönüşmektedir. 

...diyor  ali yıldırım. fakat bugün yeniden açıklamalar faşizmden öte bir noktaya kadar çekilebiliniyor. bunun temelinde ki vargı ise insanların asosyalleşerek birbirinden uzaklaşıp, topluma ve doğaya karşı yabancılaşmasıdır.

bu negatif teknoloji, yani kapitalist bir hayat biçemidir.

kötü.


15 Kasım 2011 Salı

deli ve suçlu

hapishaneler ve tımarhaneler izole merkezleridir.


f...

acı/

kanseri yenebilirsiniz ama vücudunuzda her bir mahremiyetinize nüfuz edipte sonra çekip giden o "şey"e karşı kazanç elde edemezsiniz. çünkü pragmatizmin, kapitalizm için; onun yatıp-kalktığı fahişeleri becermek için kullandığı, o varoş hoteli olduğunu bilirsiniz!


14 Kasım 2011 Pazartesi

peace without victory

estetik görünümlü savaş propagandası söylemidir bu...

kökence eski tarihimizde bizim kadar dinç bir şekilde ilerleyen bir çığırtkanlığın, ironik ifadesidir. herşey göründüğü gibi değildir. aslında bu amerikanın büyük kapitalist liderlerinden w. wilson taktiğidir. günümüzde hala aynı politik açılımın geçerli olması ve yaşlanmadan devam etmesi oldukça acıtıcıdır. insanların zihinlerine, kitle iletişim araçlarını ve mum tipli aydınları kullanarak, soyut transkilizanlar emzirilip etkilemeler yapılması, bugünkü savaş çığırtkanlıklarının temelini oluşturmaktadır. bunun yıkılmamasının en büyük sorumlusu ise ezberci sistem ve onu sorgusuz kabullenen biz sistem kullarıyız. bu yüzden korku pedagojisiyle hiç bir şeye itiraz edemiyor ve tahakkümün sadık köpekleri haline geliyoruz / gelmişiz. kitap okumaya aşina olmayan bireylerin içerisine müdahil oldukları öğretici meslek gruplarını, maddi gelir kapısı olarak görmesi, kapitalist sistem gereğidir. mutluluk paraya endekslendiği için günümüzde bunun değişmesinin imkansızlığını, insanlar tanrılaştırmıştır. çünkü tanrıya inanıyorsanız, sorgulamamanız gerekmektedir. 


bu bağlamda zeki amerikan otoritesi, paralarının üzerine tanrı ifadesini yerleştirmişlerdir. tanrı bu nokta da onların kuklası olmuştur. ama farkına varılmayan ise o soyut kavramında pragmatik bir şekilde çıkar uğruna metalaştırıldığıdır. bu sistem gereğidir. hoşunuza gitmese de kabullenmiş ve süreğen hale getirmiş durumdasınız. bu noktada savaşta bir çeşit sistemin ayakta dinç kalmasını sağlayan, sistem endorfinidir. çünkü savaşlar gerçekleşirse sistemin istemediklerini asimile edebilir, gerçek olanı yalanla değiştirebilirsiniz. katledebilir, ilkelleşerek yaptıklarınızı savaşın sonunda barış getirdik söylemiyle pastel renklerle ifadelendirebilirsiniz. bu işte halkların göremediğidir. toplumların bu noktada körelmesine en büyük temel etki ise kollektif harekettir. toplumların, savaşların hala ne kadar mantıksız ve çözümsüz olduğunu görmemelerini sağlamak, tamamen cehaletin ayakta tutulmasından kaynaklanmaktadır. bu sürecin geliştirilmesi oldukça planlı bir çalışma ürünü olup, "zihinlere cehalet mutluluktur" mantığını empoze ederek ayakta kalmasını sağlayan deformasyon kültürünün zırvasıdır... fakat dünya da bunun böyle olmadığını görebilenler olduğunu görmek, direnişi ayakta tutmaktadır. bugün inansakta, inanmasakta bir ayaklanma başlamıştır. önemli olan uyanabilmek / uyandırabilmektir. bu süreçte, wilson hükümetinin hala gündemde olan bu görünürde savaşa karşı olupta, toplumları birbirine kırdırma yöntemi olan zafersiz barış söylemi, yok edilmelidir. bu yöntemin gelişimini amerikalı ünlü aktivist yazar noam choamsky " medya denetimi " isimli kitabında çok iyi açıklıyor:
****
propagandanın erken dönem tarihi

modern devletin ilk propaganda operasyonu.

woodrow wilson hükümeti zamanıydı. woodrow wilson, birinci dünya savaşı' nın tam ortasında, 1916 yılında "peace pithout victory" (zafersiz barış) sloganıyla başkan seçilmişti. son derece pasifist olan halk, bir avrupa savaşına dahil olmak için hiçbir neden göremiyordu. aslında savaşa çoktan imza atan wilson yönetimi, bu konuda birşeyler yapmak zorundaydı. hükümetin "creel komisyonu" adıyla kurduğu bir propaganda komisyonu, altı ay içinde etkisini göstererek o barışçıl halkı, histerik bir savaş çığırtkanı haline dönüştürdü ve alman olan her şeyi yakıp yıkmak, tüm almanları lime lime etmek, savaşa gidip dünyayı kurtarmak isteyen insanlar yaratmayı başardı. bu esaslı bir başarıydı ve ardı sıra gelen başarılara da önayak oldu. tam bu sıralarda ve savaşın hemen ardından, aynı yöntemler histerik kızıl korkusu' nu kışkırtmak için kullanıldığında ise sendikal birliklerin tahribi ve siyasi düşünce ile basın özgürlüğü gibi tehlikeli sorunların saf dışı bırakılmasında oldukça büyük başarı sağlanmıştı. bu işi organize eden ve işin başını çeken o çok büyük güç, aslında medyadan ve iş dünyasındaki büyük şirketlerden gelen yoğun destekti ve tam anlamıyla bir başarıydı. wilson' ın savaşına etkin bir şekilde ve hevesle katılanların arasında, john dewey çevresinden olan ve şovenist fanatizmin ortaya çıkmasını sağlama yoluyla "gönülsüz" halkı dehşete düşürerek nasıl savaşa sürüklediklerini, o döneme ait kişisel yazılarında gururla anlatıp bundan "toplumun daha zeki insanları" oldukları sonucunu çıkartan ilerici aydınlar da vardı. saldırı yöntemlerinin kullanım alanı oldukça genişti. örneğin, alman askerlerinin zulmü, kolları koparılmış belçikalı bebekler ve hâlâ tarih kitaplarında okuduğumuz türlü türlü vahşet üretimi... bunların çoğu, o dönemin gizli müzakerelerinde "dünyanın düşüncesini yönetme"yi vaat eden ingiliz propaganda bakanlığı tarafından icat edildi. ancak bundan da önemlisi, o zamanlar barış yanlısı ülkeyi bir savaş zamanı histeriğine dönüştürüp yoldan çıkartan propagandayı yaygınlaştırabilecek daha zeki amerikan toplumu bireylerinin düşüncesini kontrol etmek istemeleriydi. işe yaradı; hem de çok. ve bir ders verdi: " devlet propagandası, eğitimli sınıflar tarafından desteklendiği ve herhangi bir dönekliğe izin verilmediği takdirde, büyük bir etki yaratabilir. hitler ve daha bir çoğundan alınan bu ders, günümüze dek izlenmiştir."

*****



alıntı yazıdan da anlaşılacağı üzere, eğitim düzeyi yetkin seviyede olan her birey bu zinciri aşındırıp, kırmada etkili olabilecek potansiyele mevcuttur. sadece yapılması gereken, eğitim sisteminde empoze mantığıyla dayatılanlara biraz septik yaklaşımla bakılıp, verilen bilgiyi olduğu gibi özümsememek,  insanlık için oldukça önemlidir. yoksa bugün kü herhangi bir diktatör diye nitelendirilen, modern devletlerin zamanında kuklası olan insanların öldürülmesi, onların canlarının televizyonlar önünde alınma vahşeti, bizi ortaçağın o teokratik ve gelişmeye kapalı, belli zümrelerin refahını öne çıkaran sistemlerin yeniden doğmasına götürmekten başka hiçbir boka yaramayacaktır.

bu sistemin o döneme göre farkı ise; kitle iletişim araçları arasına yenilerinin karışmasıdır. bunlara en büyük örnek; internet denilen devin, modernizmin kevaşesi olduğu gerçeğidir. ama bize şunu da göstermektedir ki; "...istemediklerine, yasakladıklarını da delebiliriz, sorgulayabiliriz."

ama görebilirseniz...bunu adam fawer' ın empati kitabı kahramanı çok iyi betimliyor aslında:
*****

...tanrı' nın iyi olduğuna inanmam gerektiği öğütleniyor ve merhametli olduğuna da... tüm dinler dünyanın mükemmel olmadığını söyler, nedenlerini de söylerler ama bu nedenleri sorgulamayı yasaklar... kendi sesini öfkesi ile besleyerek karşısındakilere yöneldi ve karşısında yer alan, sorgulamaktan korkan güruha ne gördüğünü şu etkileyici ifadelerle dile getirdi:"...size benim ne gördüğümü söyleyeyim. savaş görüyorum. hastalık görüyorum. acı çeken insanlar görüyorum. kötülüğü görüyorum. kendinden zevk alan nefreti, kendi dehşeti içerisinde yüceltilen kötülüğü görüyorum. sevgi kürkü altında, aslında insanlara yaşamlarını çökertmelerini ve kendisinin getirdiği kurallar ile hayatı çökertmelerini ve kendisinin getirdiği kurallar ile hayatı sorgulmasını sağlayan öfke dolu kötülüğü görüyorum...

*****

...diyor. bize bizi sorgulayanların, sorgulamamızı yasaklamalarını gösteriyor. ama görebilene...kaçımız empati yaparak savaşların mantıksız ve çözümsüzlüğü getirdiğini görebiliyoruz ki?

acı. 

biat kültürü, kültürel koyunluğun post modernist arap şeklidir!

uykudan uyanmanız hayaliyle!


bir/e

hata/

siyatik/nefrotik
bir hal
çöz bağlarımı
dil kesildi
ruh düştü
yaman 
bir ruhiye

/düşünmek 

keskin bir dizi
sızıyla ayrılmış his
ağırlaşan ufuk
güneşi jiletlemek


/bulmak ölümdür/

.hataya düştüğünde, 
çektiğin acının halet-i ruhiyesidir bu. 
kimine göre yaşanılmaması gerek, 
kimine göreyse;
olgunlaştırma 
gerçekliğidir. 

bir manası var.
ne!


her açılmak:
- yeni bir ölüm, yeni bir doğuştur! -

...bitişe...


13 Kasım 2011 Pazar

tam.//

sevgi insanın büyüttüğüdür.

insanlık mazoşist pezevenk ve kevaşelerin ellerinde can çekiştikçe gizlerini döküyor. sezgilediklerinizi yalanlarıyla örtbas edip, suçluluk psikolojisiyle size ince duvar işleri yaparlar. çembere alıp uyuşturma işlemleri...

aşk onların maddiyatında küllenen bir piçtir.
kimden türediği, kime ait olduğu belli olmaz. mülksüz bir piçtir.

beynin basmasa da açıktır bu!

parça.

12 Kasım 2011 Cumartesi

hayatımız dört köşeli bir tablo...



kendi çemberimizde, dramatik bir ruhun perdelerini aralayıp, kapatıyoruz. arasına aldıklarımızın, içimize kattıklarının heterojenliğinde, hayatımızı idame ettiriyoruz. çoğu zaman biriken cürufların yüzünden, törpüleniyoruz. zaman gidiyor ve tutmak için peşinden köleleşiyoruz. umut pezevenk olmuş, ruhumuz ise zengin bir kevaşe. tıpkı nelly arcan' ın bunalımlarını yaşıyoruz. git gide burjuva piçlerin bunalımları bu topluma şekil veriyor. bu puslu bir kuyu. toprağın kokusunu bilmeyen, asosyal yaşamın götüreceği yer araftır. kimliksizlik, kerberos itinin ürkünçlüğünü zihinlere gömer. yaşamak bir ormanda yaprak olabilmektir. zamanı geldiğinde doğanın bedenine yatıp, çürümeyi göze alarak, yeniden bir tohumda bitebilmektir. hayat budur!

başla yoketmeye!



bugün içerisinde yaşadığımız, aşina olduğumuz toplum, geri dönüşümsüz gündelik yaşamı salık veiryor.

bir mum ışığı parlaklığıdır hayatımız. an bunu ifade eder. fakat ruh... amorf bir oluşuma nail olur. ister istemez, üstümüzdekiler yıkılıverir, hayatımızın tümüne. git gide pişmanlıklarımız ergir üstümüzde. kalın bir kitle ruhumuzu körleştirir. acı; mutluluklarımızın kırılgan ruhlarının ardından, dönen günahlarımız gibi algılanır zihnimizce. sürekli pesimist bir edayla ya arabeske ya da içe tecavüz eden şizofren bireyler haline geliriz. halbu ki gerçek bu noktada bize güç veren, direnmemizi sağlayan, irademizi yeniden yapılandırandır. kış ile yazı aynı köşede hissetmemizi, aynı anda mümkün kılandır.

iradesini toparlayanlar, doğanın dibine şekil veren toprağın mühendisleri solucanlardır. 

anlam:"... hayatında özgür olmak istiyorsan, tabularından kurtulup, sol/UY/can"

mum ateşi: tutmaya cesaretin var mı?


11 Kasım 2011 Cuma

acı

sizi sevdiğinizi zannettiğinizin, sizi en zor zamanınızda yeriniz olan dar ağacından kopartıp ardından canı sıkılınca bırakıp olgunlaşmanız için tekmelemesi, çürümenin en temel örneğidir.

dönülmeyecek gidişle. bitti.


after lsd trip

trip of hoffman trip


günce için

günceye yeni sayfalar ekledim. demişkilerde tümceler, tınısal'da kulağımızı dolduranlar ve kitaplık'ta aylık kitap paylaşımları olacak artık çeşitli paylaşımlar yapacağım.

kitaplıktaki ilk kitap: gilles deleuze - kant üzerine dört ders adlı kitabı okuyabilirsiniz.

tınısalda ise şimdilik şu parçaları dinleyebilirsiniz: abdal - ervah - ı ezel / sertab erener - seyr-ü sefer / theatre of tragedy - a distance there is / siya siyabend - ağrı dağından uçtum

demişkilere: ekleyebilirsiniz sizde.

9 Kasım 2011 Çarşamba

bu - şu - o' na gönderme...

umut etmeyi hayata annemin karnından dünyaya kovulduğumda, öğrenmiştim. yanaklarımdan süzülen göz yaşlarım bile olmamıştı.

toplumsal geleneklerden. 

erkek adam ağlar mı lan! 

...diyen bir çok adem & havva oğlunun  arasında onların anlattıklarını dinlemeyi severdim. çünkü toprak adamı dedem; hiçbir daim bağırmaz ve çocuklarına verdiği öğütleri bizede verirdi arada. "...doğa dinlendikçe kucağındaki tohumlarını hayatına serpiştirecektir" ...derdi. tabi ki anlayabilene. bunu anal yoldan anlayanların yarınları affedersiniz otoriteye kondom olmakla geçti / geçiyor. bu aslında onların maddiyat ile toprağın verdiklerini sömürme mantığından ötürü geliyordu. onlara bu yargıyı kazıyan ise toplum denilen o boktan sinsile yumağı sarmalamıştı. herşey topluma göre doğruydu çünkü. gel zaman git zaman bizlerde bu toplumun içerisinde yaşamayı öğrenmeye çalıştık. başarısız ve sürekli kaybeden olduk. bizce böyleydi. 

onları mutlu etmek için yaptıklarımız başarısızdı. çünkü alışık değillerdi aşklarımıza, sevgilerimize veya yaptıklarımıza... neden çünkü topluma göre bunun değeri ... gibiydi. piç bırakıldık. herşey şekillendiriliyordu topluma göre. topluma göre bir taraf olmanız gerekiyordu. topluma göre sevginizi göstermeniz gerekiyordu. topluma göre yaşantınızdaki, değerli kişilerin bir ayırdımı olmaları gerekiyordu. topluma göre bir ahlak yapınız olması gerekiyor ve topluma göre toplumsal bir birey olmanız gerekiyordu gibi gibi bir çok boktan sınıfın içerisinde dönen çarkın maymunu olmanız lazımdı. bunlar yüzyıllardır o kadar fazla kökleşmişti ki herkes onun adeta apollosu olmuştu. toplum apolloları, eğer ona karşıt birşey yaptığınızda, sizi hemen cezalandırıyorlardı. düşünmeden saldırarak. adeta ilkel bir hayvan gibi... oysa ki işlerine geldiklerinde düşünebilen hayvan olduklarını dayatıyorlardı. işte bunun altında, bizlerde yeri geldi tekrar umut etmeyi ve hayal etmeyi istedik. 

saçma ve absürttü. 

insani duyguların merakını, topluma göre şekillendirip yaşamak bir hayat kaybedişiydi. aradığımız birşey var. ama ne olduğunu bilemeyecek kadar uzaklaşmışız kendimize... neydik. neyi arıyorduk... tek aradığımız şey doğarken, sonucuna varacağımız ölümü kabullenmeyişimizdi. hepimiz birer tecavüz sonucu, dünyaya gelmişiz gibi bir sanrı mevcut hayatta. pekte haksız sayılmayacak bir önerme. kimsenin seçme hakkı mevcut değil. doğarken bile anne ve babalarımızın tercihleri sonucu dünyaya kovuluyoruz. bazılarımız mutlu ve toplumsallık kurallarını, erekte etmeyen ailelere kavuşuyorken, onları bile hayatımıza yeterince teneffüs edemeyen bağımlı bireylere evriltiyoruz.(örn: okulların yıkıcılığı üzerine....) çünkü acıyı seviyoruz. dünyaya gelirken sancılarıyla mutsuz ettiğimiz annemizin loğusa döneminde, bizden nefret etmesi bundan olsa gerek...

marquis de sade, seninle hardsex yapmak istemiyorum...

acılarını sevgilerimin içerisinde uygulamaya koyulduğumdan beri, yeterince mutlu sevgililerim. 

bu bize gösteriyor kaybettiğimizi / anlayamadığımızı. umut etmenin sonundaki mutluluğu, arzularken karşılaştığımız somut mutsuzluk bize üzüntü veriyor da neden soyut mutluluğu arzuluyoruz. anlamıyorum. hayat çisil çisil giderken ardından hep geçmişte bıraktıklarımızın üzüntüsünü çekiyoruz. bu işte bir başka mazoşistliğimizi gösteriyor. damarlarımızdan akan bu sebebini sorguladığımız boktan hayata direnmek ürkekçe bir güvercin korkusundan başka birşey değil. mutluluk ve mutsuzluğun en iyi örneği hayattır. bakmak ve bakabilmek. okumak ve okuduğunda satırlar arasında damarlarına atılan jiletleri görebilmektir. 

---bir kesin neşter ---

Mutluluk!

Kimine göre, tanımlı gündelik ihtiyaçların karşılanması, kimine göre, ayrıntılardan yoksun, kaba sayılabilecek doğal bir güvenlik duygusu, kimine göre ölümsüzlüğe uzanan gerçekleşmeyecek düşleri görme özgürlüğü.

Ya mutsuzluk?

Mutluluğun eksik kalan kısmı olmalı. Hiçbir zaman kağıda dökülebilecek ya da resmi yapılabilecek ayrıntılı bir mutluluk tanımı olmamıştı. Bildiği, mutluluğun, soyutun düşmanı olmasıydı. Soyut olmayan bir yaşamın ise, eninde sonunda sıradanlığa sürükleneceği ve bundan daha büyük bir mutsuzluğun olamayacağıydı. Mutsuzluk hayvan türleri arasında yalnızca yaratıcı insan soyuna bahşedilmiş bir ayrıcalıktı.(Yürek Sürgünü,syf: 345)

---bir kesin neşter ---
...

söz keskin bir neşter dizgesinde yaralayıcıdır. bilmenin pedagojisi, hayatımızın sürgünü içerisinde yaşadıklarımızdan temasını edinir. kimilerince bu saçma olsa da önemli olan bizim anlayışımız ve fikirlerimiz olmalıdır. ne kadar diğerine göre yaşarsak, o kadar ötekileşerek benliğimizi yitireceğiz.(örnek: BU) bu yüzden istediğin gibi olmak, farklı görünmek veya estetik açıdan diğerlerinden somut bir görünüm almak değildir.

farklı olmak, kendince bu sonucu belirlenmiş yaşamda istediğin gibi yaşayabilme mazoşistliğidir. toplumsallık ise kayıp puslu yaşamın, bağımlılık halidir. 

tip not: marijuana ile endorfin salgılamak, oksijenle endorfin salgılamanın yanından bile geçemez!

bağıntılı iller haritası: ŞU


6 Kasım 2011 Pazar

geleceğe doğru gölgeleme...e' ye(+ 18 leştirilmiş duygulara)

konuştuklarımı bir deftere yazıp, defterin sayfalarıyla tüm vücudum da vadiler açsam. 



yeniden başlarken...

kan damlaları şahlanıpta, birbiriyle anal seks yaparaktan çarşaf eder vücudumu. intiharın neden cehennemle cezalandırıldığını düşündün mü hiç. sana bileğimi kestiğim o gün nasıl buraya geldiğimin anekdotunu parçalamaya çalışacağım, kelimelerin üzerine boşalarak.



benim gövdem iri ama kalbimin ailesel darlığını genişletendi o.- bu yüreğimi paspas edip, nefretimi kendime kusturandı... - rüyam olduğunu, hayatıma giripte nüfusuma can katacağını dillendiriyordu. çekingen, dokunduğumda elmaya dönüşen o bebek pembeliğindeki yanaklarıyla...

olmadı. ve gitti.



geriye bakıpta göz kapaklarımın içinden dışarı süzülen çiğ damlaları, yanaklarımı yalar da dudaklarıma iner usulca. sesim düğümlenir ve hep içte eskide, dışta günü arşınlayan bir şizofren hale dönüşürsün. ya ben işte bunu sonrasında bir hayli sert bir şekilde yaşadım... bir hastalık monologudur bu. karşındakinin dinlemeyişi buna yöneltir seni. nefret tek kişilik dayandırma ve suçunu başkasına yaftalama şizofrenisinden başka birşey değildir. 

aslında siz üç kişi başlarsınız ilişkinize. bir sen, bir o ve birde çevre....

önce iki kişi olarak başladığınızı sanıp, alice' in renkli dünyası gibi çeşitli imgelerle dolar hayalleriniz... gerçekliğinizde birbirinizi kavrar ve sürekli meraklanmalar, titreşimler, öpüşürken çeşitli kasılma reaksiyonları gerçekleşir. 

hayat bu nokta da müşterek ve müteşekkir gözükür gözünüze. ama diğer yandan zaman acayip bir morfindir. herşey değişir ve gelişir....


irkilmenin z halidir. bir döngü. başlangıç ile sonun arasında gidip gelmedir. mastürbasyon yaparken utanıpta onun hayalini kurmaz ama bir çok tanımadığınız insanın hayaline tecavüz edersiniz. onlarla fiziksel olmasa da zihinsel sürtüşmelerle hayatınıza teneffüs etmelerini olanaklı kılarsınız. olgunlaşma sürecinde gösterilen bu negatif gelişimin sebebi gizli yaşama, toplumsal kurallar, ahlaki genellemelerdir...

sizi bir kılıfın içerisinde, sınırların gerisinde tutar. 

hayatınız artık çevrenizin yaşamıdır. onların dedikleri, düşündükleri, söyledikleri, kuralları sizsiniz / öyle olmalısınızdır. bir devlet memuru mantığıdır bu. ne kadar biat, o kadar cihatın sessiz halidir diye kendini avundurur, insanoğlu. karşı koymak dogmalarla birlikte sadece garip bir marijuana mutluluğu verir. onlara göre.



ölüm başlar. sıkça camın kenarına gelirsin ya da sakat kalıpta ölmezsem diye geri çekilirsin. bireysel silahlanma için karşıt dururken hayatın mutluluğuna karşı, bir silah ile toplumun bireyi olmaya doğru giden yola düştüğün için kendini suçlar ve alnında metalin dilinden gelen o soğuk havayı hissedersin. en güzeli ne diye ararsın. bir noktada bağımlılıklarından feragat ettin mi kararını verirsin. işte bende o gece verdim ( verecemde )

en güzeli bıçaklamak. kendini bıçaklamanın hazzı bir başkadır. karnına doğru inceden, bedeninin perdesini aralayarak girer. bir sıcak his dolar teninde. acayip bir sıcaklık hissidir bu. suskun ve yavaşça gelen. birden soğuk ve mat bir duyguya döllenirsin. sonunda ise cenabet gidersin. işte buda intiharın sonucunu cehennem ve günahla ilişkilendirir. abdestlenmeden, kefensiz ve duasız gömer bu sittiğimin toplumu seni...

we need break mate...

kim cenabettir sence...

bekle...

[geleceğe doğru gölgeleme...e'ye (pafta a)]


5 Kasım 2011 Cumartesi

kusma anıları...

her yerde umut....

boynumun içerisinde yuttuğum melek gıcık yapıyor.
al sana hayat kusuyorum onu...



insanı önce aynıyız diyerek kandırırlar. ufak bir tebessüm ile endorfin verirler bünyesine. herşey umut ve mutluluk dolar. hayat pembe ve gerçeklikte çırpınan bir balığa döner. yaşamınızdan dişleriyle parçalarınızı alırlar. hayallerinizi, sizin gözünüzden kendi olmak isteyipte olamadıklarını olmaya çalışırlar... 

olurlar. ama giderler. 
suç sizindir. 

umut fakirin eroinidir. insan hayatındaki en kötü eylemdir umut...
otuzbeşin altında kırkbeş olmak...

yüreğinin her bir milimetrekaresinin buruşması... tarif edilebilen bir hastalık olarak görülse de gerçek budur. mutsuzluğun soyut bir kavram olduğunu dayatanların yaptığıdır bu. mutsuzluk varlığın ayak izleridir. gerçeğin ulaşılabilirliğinin ta kendisidir. 



kendisini aldatan bir insanlık profiliyle, maskelere bürünüyor insanlık. git gellerinde kaybettiklerinin farkında olmadan aşağıya iniyor....

indikçe küçülüyor ve aynılaşıyor. zaman hiç bu kadar imitasyonel olmamıştı. 

ezelden beri kaybettiklerimize ağıt olsa, yürek dayanır mı?

we take a break


3 Kasım 2011 Perşembe

Basın Kime Özgür - Deniz Yıldırım

Bu ülkede özgürlük tahakküm için terörist, otorite için toplum açısından tehlikeli örgütlü eylemdir...


Alıntı: Tutuklu Gazete...

iç(i)m - se


duy(gu)sal toplu iğne...

biliyorum sağırlaştım...
ötekine bende duygusuz kaldım.


 erosu bulsam eşcinsel tüm duygularla onunla yatacam. nedir lan benim günahım diye. ona acımı çektirecem. oklarıyla ona fetiş işkenceler yapacağım. çünkü onun yüzünden duygu' ya tecavüz etmiş insanlar. 51 kişinin kondomsuz birlikte olduğu bir derda nasıl felçli oluyorsa, bizlerde 2. sinde çöküyoruz. inancımız fahişeleşiyor...



insanlık acıyla olgunlaşıyor. kalbim ekoseli oldu yaşadıklarından. bir düzene dahil edilmek istendikçe, tırnaklıyor sınırlarını. isyankarlaşıp ve vahşileşerek, etrafından çekiliyor kabuğuna. her gelen rüzgarın üzerinde oluşturduğu delikler, nar gibi taneleri boş midelere indikçe parmaklarda iz bırakıyor. 



göz yaşları indikçe yanaklara, tende yol yapıyor. tuz karıştıkça tene, yürek inceldikçe kopuyor yaşam damarlardan. söyle her acının ardından, dirseklerin dik durmayı başarabiliyor mu derviş. ses müziğe acısını, nota acıya dilini, ezgi ise beyne yaşamın dinamikliğini veriyor/du...-bilirse-

 

gecenin kenarında yakalayıp yaşamı, bir çarşaf gibi sıkıştırsam altıma. yaksam ucundan hayatımı, kenarına geçsemde ağlasam pia gibi. göz yaşlarımı mazgallarından sallasamda yağmurlarla, yakalasa rüyalarında. bir garip şizofrengi hayal. inanmak ile hayal etmek arasındaki ince acıdır duygu. duyduğunuz değil, duymak istediğinizdir yaşam. -anlayabilirse-


şimdi...

kharon'un kayığında ateşe daldırdım ayaklarımı yeniden. cehennem bu dünya. simurg'u at, hayatımı ise yük eylemişim. annemin o çilesini sırtlayarak yaşama dalmışlığıma geri dönmüşlüğü yeniden ve daimi yaşayacağız. kerberos' un dişlerini kırıp, katılaştırdığım hayallerimle... letheden su içip, cehennem ormanının karanlık gölgelerini terimle aydınlatacağım. maddiyatın durgun donu... küfürlerimi beynime emanet ettim ve sustum. bir kinyas olup yaşama başlıyorum bugün... ama geride bıraktıklarımdan koparttığım zincir halkaları her ağladığımda, daha bir ağırlasştırıyor yaşamımı. nasıl kurtulacağım söyle!

 gürgen yapraklarından gerdiğim yaşamım artık acının kalesi içerisinde.



biterken....

giderken....

biten bir ilişkiyi kabul edememek...

alışkanlık veya yaşamak istediğin dinginliğin umuda belbağlamışlığından olsa gerek.

kelimelerce, cümlelerce, çeşitli sembollerce ifade edebilirim duygularımı. ama ifşa ettiğimiz kendi bakış açımız. objektif olamıyoruz. mutlaka bir taraf oluyoruz bu gerzek yaşamda. düzenin içerisinde olmak böyle bir olgu. değerlendirilmek sevgiliniz tarafından yapıldığını zannediyorsanız bu yanlış. çünkü o yaşam standartları içerisinde sizi yeriyor. yaşamın kokuşmuşluğu bu.

sözün kısası: her acı, biraz daha büyütüyor. aşk bir adrenalin sevgi ise başarılamadığı takdirde bahanelerle kaçmak kisvesi olmuş gündelik aşklarda.

gittiğinde yerde boğulma gündelikçilerle...

elveda.


29 Ekim 2011 Cumartesi

heyelan...

bir kelime
bekliyor
tepede....

bir çığlığınla düşecek
ve...

diğerlerinin önünü açacak
o gizli heyelana
yol olacak.

söyle

ne!

7 Ekim 2011 Cuma

adult kevaşe

biz geceleri perde ettiğimizi sanıyoruz hayallerimize...

konuşmalar pamuk ipliklerine bağlı bir samimiyet örgüsüyle devam ediyor... çiğ akşamları doğruyoruz tahta beyinlerimizin üzerinde. zaman kaybetmeyi ve sonrasında yakınmayı seviyoruz. dünyayı zifiri karanlığa gömen zebani kevaşeler gibi... 

çürümüş bedenlerimizle, gün gün toprağın parıltısını matlaştırıp derin bir karanlığa sürüklüyoruz... bir garip rüya olmalı bu. uyanmak gerek.... 

zamanın ilerisinde ilerlediğimizin sanrısıyla, kelimelerin üzerinde oynuyoruz hayatla. onun bızırına parmak atarak sulandırıyoruz. üzerindeki çimleri her bir tarafa serpilmiş bir başka vadiye köle olurcasına bağlanmışız. içerisindeki aldığımız hazlarla...

korkunç...

basit bir drama aslında bu. psikolojik ve fizyolojik bozuklukların ezikliğini hissedenlerin bağımlılığı... yönetimlere dahi yön veren aciz duyguların, titrek halleri. piç bırakılmış düşler ise hep hakim oluyor dünyaya... kurtarılan tek olgu ise insanın hayvani güdüleri... absürt bir gerinme hareketi ile titreyen bacakların korkudan erken boşalması ile, hayatlar bir çok zaman böyle piç hikayelere sahip oluyor...

sonrasında ise bir yıkım....

لحن جميل أن يموت مع

28 Eylül 2011 Çarşamba

çöl

gökyüzünden bir umut dolmuyor günün cebine...
göğün tepesinden düşen güneş dalgaları,
vücutları kavuruyor bu iğrenç yerde... 
çevremizde ne kırlar,
ne bozkırlar mevcut, 
alabildiğince kurak bir çöl
ve monotonlaşmış insanlar
sıçrayıp duruyor... 

kıyasıya / kırasıya. 

gürültü patırtı karşısında susuyor her şey. 
karşıda arafın korkusu... 
arafat dağı ağıtını dinlediğim zamanlar. 
soluk almadan dinlediğim bir donmuş sessizlik...
yılkı bir at sırtı yaşam.
öl
çöl.

20 Eylül 2011 Salı

nok

medeniyet dediğin herkesin yalaştığı ve seviştiği bir garip transkilizan, toplumsallık genelevi...

herkes birbiriyle sevişme derdinde. kızın göğüslerine bakıp, onun hakkında fanteziler kurma. erkeğin kıza verdiği seratoninle, kızı etkileyip sonra onun üzerinde bütün fetiş duygularını şahlandırmasına köleleşen kadın psikolojisi... bir garip yatak öykünmesi.

hadi arala bacaklarını dünya, girip çıkıyoruz birçoklarının hayatlarına ve ölüm kokusu çağıldıyor hayatlarımızda. her bir boku yiyipte 40 tas su ile arınanların üzerine işemek gerekli...

her yokluk, yokoluşluk değildir...


19 Eylül 2011 Pazartesi

haz/dır

birer birer eksilen parçalarımı birleştirince oldukça katılaşıyorum. 

zaman denilen ödlek, yavaş ve sinsice insana sırnaşıyor. önce yıpratıyor ve sonra en beklenmedik anda çalımını açarak insanı katılaştırıyor. çok yavşak ve karaktersizce bir davranış...gibi düşünsenizde bizlerde öyle değilmiyiz bizlerde. birilerinin yaşamına girer ve onu yavaş yavaş tüketiriz...bu hayatın teması haline geldi. tüketilmeye alışkınız. çünkü insanlar birbirlerini kullanmaktan ve sömürmekten oldukça zevk alırlar..bu hedonistlikten başka nedir.

30 Ağustos 2011 Salı

asosyal sosyalleşme [giriş]

sanki zaman üstüme düşüyor abi...

sırtımda yer yer kireçlemeler mevcut abi. her sabah kalktığımda üzerime giyindiğim kürküm ile dışarı maskeli çıkıyorum. bu benim için monotonluktu geçmişte. şimdilerde ise toplumsallaşma olarak kanıksadım bu durumu.

zarar asosyal sosyalleşmede...

27 Ağustos 2011 Cumartesi

bitli pirenin direnişi...

bir kelebek etkisi bu....

başkalaşım geçirdikten sonra bir gün yaşayacağını bilerek yaşamak. insan uçarak kendini güvenli hisseder. bunun için çeşitli devinimlerden sıyrılarak, farklı yapılara bürünür. tüm canlılar aslında böyledir. en güzeli mutsuz olmaktır. 



...tezatlık başlar.

ölüm insanın kendisinden kaçması sorgugusuyla, her daim zihnimize nüfuz eden bir sinerjidir. kimileri inanır veya inanmaz. ama bizlerin en iyi yaptığı olgu yaşamdan kaçmaktır. terimlerin, ideolojilerin arasındaki ermiş kaşar gibi süzülürüz. olaylar bizi evriltir. düşünceler ise bir örümcek ağı gibi şuursuzlaştırır bizi. kötü.

tut dedim ucundan....

ama hep göbeğine yasladım kulağımı. yüzüm hayatın atlası olmuştu. suratıma hep değişik olduğunu sanan rüzgarlar çarpsa da hepsi birbirinin şekil olarak farklı, öz olarak aynı imitasyonuydu. bir bok kuyusu yaşamı bu.



ses çıkartanların sesi, bağırsakların gevşemesi sonucu ortaya çıkardığımız, osuruk sesine benziyordu. ölmüşüz, öldürüyoruz boya kalemlerini. artık hiçbir çocuk pastel dünya renklerini bilmiyor. boyaları birbirlerine karıştırarak hayal kurmuyor. ps3, internet, feyzbuk....



temalarda günlük.

neyse: son demde bir kaç kelimeyi seviştirelim. en güzel türkü ise bu .

ben hiçbir şeye inanmamaya başladım. günü kurtarmaların bu kadar popüler olduğu boktan bir dünyada, osurmanın verdiği dayanılmaz hafiflikle uçan bu kadar penguenle yaşamak bana intiharı düşündürtüyor.

...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. ama diğerlerinin umrunda değil.

git.


31 Temmuz 2011 Pazar

nem


sıcaklığın yüzümü öperken,
nemlenir gözlerim...
hava da karanfil kokulu çayların,
mutlak mutluluğu varsa,
hafif araladığım pencerem gibi olsan da hayatımda...
hayalin her daim dolar düşlerime...
niyetsiz gecelerin düş pişiminde,
harıl harıl yanan odun parçaları gibi
şeviştiğimiz zamanlarda,
belki daha neşeli
görünebilirim...

elimde kara kalemim.
düşlerime kelimeleri giyindirirken,
seren bir yağmur dolar yanaklarıma
gözlerimden...
sus ve dinle...
seni seviyorum ölüm.

22 Temmuz 2011 Cuma

Sil/dim

caddelerle ve lağımlarla, azizelerle ve orospularla, kahramanlarla ve ketum insanlarla, dilencilerle ve götü boklu üstü takım elbiselerle kuşanmış yavşak insanlarla ve bütün bunlara inat her şeyin farkında olan delilerle dolu foseptik hayata işemek...

hepimiz bu şizofreniyle dünyayı beceriyoruz....
aslında bu bir sanrı. imgelerimizin içerisinde bile ona karşı işlediğimiz bu kendi, kendimize gerçekleştirdiğimiz tecavüzün suçundan kaçıyoruz. nereye... bir boşluğun kenarına.... insanın tepenin kenarından, boşluktan gelen o çekici nefesi koklaması... zamanın üç-beş köpeğin uluması olduğunun dayatması beistir. bir çokları bütün kuralların insan yaşamını düzenlediğine inanırken, birçokları da bu kuralların insanlara yöneticilerin dayatması olduğunu söylüyor... ama hepsinin unuttuğu insanın kendi yarattıklarına köle olma sorunsalı...bu sorun insanın aklına; insanın kendi kendine tecavüz etmesi için mutlaka birşeyler geliştirdiği manyaklığıyla yaşadığını düşündürtmekten başka birşey  getirmiyor.


piçler bırakıyoruz...

düşüncesizliğimizden ötürü, fakirleştirip, dünyayı körleştiriyoruz...toplumların konuk olduğu topraklar, çölleşiyor. geçmişin bizim olduğunu unuttuğumuz kadar, geleceğin çocuklardan aldığımız bir miras olduğunun farkında değiliz. umarsız ve duyarsızca parçalıyoruz. acıma duygusundan öteleşerek boktan bir hayat felsefesi oluşturuyoruz gelecek için. bu yaşam bizim elimizle öizdiğimiz bir sembolist yaşam...ne kadar kalem varsa, onun kadar silgi ya da temizleme malzemesi var...yeterli olan istemek. hadi başla.
Sil

7 Temmuz 2011 Perşembe

biz kaybetmeyeceğiz!

ben ölümün kokusunu soluyan damarlarımdaki kana isyan ettikçe, bir şeyler engelliyor. 

bilmiyorum.

bir şiltedir bizi çürüten. bazı bağımlılıklarımız yüzünden askı misali değişiyoruz. değişip, devşiremiyoruz hayatta. git gide çürüyen et parçaları haline geliyoruz. herkesin herkesleştiği bu dönemde, kullanılan en büyük silah ise aile. isyana karşı, değişime karşı, mücadeleye karşı yapılacak en basit saldırı yöntemiyle bizleri bu savaşta güçsüz düşürmeye çalışıyorlar. piç mi olmamız lazım bilinmiyor...

saçma ise her şeyleşmek...

bu aileyi ve bireyi ortadan kaldıran bir unsur gibi görünsede bizi mahşer inancına çeken iktidari bir hayalin gerçekleşmesinden başka bir şey değil. istesek de, istemesek de geçmiş zaman geleceğin üzerinde bir tahakküme sahip... çünkü tahakküm yalanlarına geleceğe yön vermek için yaptıklarına bugünde yalandan elbiseler giydirip, makyaj yaptırarak zihinlerimizin sokaklarına salıveriyor. bizde onlara ödünlerimizi vererek, hayallerimizi boşaltıyoruz zihinlerimizden...

tehlike içsellikten uzaklaşıp, başka bir ram olmak...

ya da:

koyun olmak, toplumsal bir fert olmaktan değil, hayatına dair düşüncelerini kaybetmekle başlıyor! 
 
bu yüzden galeano'yu dinlemek gerek: " bilmesek de, istemesek de geçmiş zaman şimdiki zamanın içinde bütün canlılığıyla tik - taklarına devam eder... ama bugün, hatırlama hakkını canlandırmak ve hayata geçirmek hiç bir zaman olmadığı kadar gerekli: geçmişi tekrarlamak değil, tekrarlanmasını önlemek için, aptallığın ya da talihsizliğin sürekli yankısına mahkûm olmayan seslerle konuşabilmek için..."

...savaşmamız lazım. herşeyi kaybetmeyi göze alarak, yarına dair, pastel renkler bırakabilmek adına savaşmak lazım. bir çocuk ninnisi gibi ezgisel bir isyankarlıkla savaşmak lazım. korkmadan üzerilerine gidip, geçmişte yaşattıkları ve bugünde üzerlerine bizlerin hayalleriyle kıyafetlendirdikleri boktanlıklarını sıvamamamız lazım.

uyanın!

kaybetmek yitirmek değildir!


4 Temmuz 2011 Pazartesi

balığımın düşlerine




ben bir uyku değilim
uyandır. 
gözlerimi arala da uyandır
gözlerinle beni
o kadife dudaklarınla 
serinlet ruhumu
ilk sabah beyazlığı gibi 
yanına al! 
tut ve hapset düşlerine...
önce 
büyük bir korku olan sensizliği öldür...
uyandır ve nefes ver...
balığım....
umudum yanında
düşlerinde...
yokluğun alın yazım olmak istese de 
bilirim kokuşmuşluğu...
müfredatım dolu hayalsizliklerine,
korkma...
nefesin ruhumda...
bazen bir kopmuş yaprak gibi düşlerine düşse de ömrüm 
sana uzanmak ister elim...
yüreğim tutmak isteyince seni....
elim senden başka hiç bir şey sevdirmez gönlüme...
ey bütün çiçeklerimi doğuran dal
susma ve konuş...
hayallerimizi taşıyan en güzel balık'a....
yak beni hayallerinle.
çök içime, ısıt ruhumu

1 Temmuz 2011 Cuma

adil birey


adil birey kimdir, nasıldır, nasıl olmalıdır soruları artık anlamsız.
düşünemeyen ve iktidarın ağzından konuşan her bir fert sınırları çizilmiş bir biçimde yaşarken...diğerleri ise çeşitli baskı süzgeçlerinden geçirilerek asimile ediliyor. 

bu katliama sessiz kalan her birey düşünmeden yoksun, birer maymundur....başkasına dokunun yılanın kafasını ezmeyen maymundur!

21 Haziran 2011 Salı

mekanik hayat...

  Kelimeler kifayetsizdir. Açlık orduları büyürken, robotlaşanlara.....
Hunger: No Needs Comments

19 Haziran 2011 Pazar

özel mülkiyet yıkılacaktır!

özel mülkiyet yıkılmaz diyen, toplumsal koyunların savunduğu iktidar onları uyuşturmuştur. işçi sınıfı bunu yıkacak güçtedir. en temeliyle...




17 Haziran 2011 Cuma

göz bebeklerine....

yapabileceğimi biliyordum... 
ama onlara 
hiç söylemedim. 
korktum. 
birileri bir kez öğrenince... 
seni düşürebilmek için 
herşeyi yapıyor. 

bir ormandan yükselen ağıtın içindeki umut sesleriyle dinle...


sana şimdi itiraf ediyorum.

 dinle: 

sardunyalarla dolu toprak bir yolda, üzerime ahmak ıslatan cinsinden bir yağmur yağıyor bugün. nemlenen toprakta ayaklarım yavaş yavaş batıyor bileklerime kadar. nefesime dolanan o toprak kokusuna uzanıyor ruhum. saçlarıma yapışıyor çiğ taneleri... söyleyemiyorum bir türlü ruhumun bu öksüz hallerini sana.


 
- hisset. -

belki de bir garip hayal bu. ruhumun bölünmüşlüğüne dolanan umutlarımın sararıp bedenime düşmesiyle çoğalan kırılgınlıklarım...

delice!

hepsi ölmüş bir ruhun gölgesinde ketumlaşan düşüncelerin sesleri. bunları konuşarak çoğalttım. aramızdaki ayrılığı sayarak çoğalttığım günleri tamamladım bugün. ve sana söylediğim bu satırların içerisinde, manik depresif bir ruh bozumunu çürütüyorum. korkunun kokusu değil bu. bu olsa olsa yükselen göz yaşları...



olsa olsa kirpiklerimin arasına çektiğim tüle sinen sigara dumanıyla nemlenen dimağımın tedirgin serçe telaşıdır.  yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor, çünkü sen benim olmanın eşiğindesin. meğersem ben bir garip düş pişiminin taşma noktasındaymışım.

oysa gerçekti benim için bu.

şimdiyse durdum.

bak: kimse yokmuş dışarda. içim dışıma vuruyor sardunyalı yolda. su vermekle unutamadığımız çiçekli rüyanın adıymış karşılıklı aşk: ve alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah, sağ yanımda unuttuğun kedermiş beni sana kenetleyen sevgili.



bu bir olmanın arefesi...

bu:

benim için herşeyi barındıran eşsiz bir mitos.
anım, amacım, yaşamım... bu kaygılarım...
geçer...

dinle yalan söyledim,
geçmez değişir.
artar ve tükenmez.

gelde öp söz öbeklerimden...

sevdim.

12 Haziran 2011 Pazar

all street have to live with childs

hepimizde piç bırakılmış bir çocuk hikayesi var...

neresinden tutarsan tut, bu boktan hayatın bir noktası eline yapışıp pişmanlığı doğuruyor. bir sokak hikayesi: 

bu hikaye acı bir ağıt içermektedir. insanlığın ağıtını içermektedir. bu ağıt çürümeyle gelen deformasyonun nasıl bir etkiye sahip olduğunu bize buram buram dayatmaktadır. kısaca bu hikaye sokakta başlar, evlerimizin içerisinde devam eder... evveliyeti olan düşüncesizliklerin önüne geçilmediği zaman hayat zararlarını toplumdan çıkarır. zaman geçmişten günümüze gelmektedir. gök yüzü giderek ağır bir sanayi kokusuyla sevişmektedir. bu kokuyla sevişmekten öte, kapitalin tecavüzüne uğramaktadır hayatlarımız. ve bizler suskun saksağanlara dönerek şakıyamıyoruz doğruluklarımızı. nasıl başladı derseniz çok basittir; 

sokaktan... 

temeli sokaktan çocukların koparılmasıyla başladı. mekanik bir sistem. önce çocukları kopardı sokave ktan. sesi yok etti kaldırımlarda. toza bulanmış bir gençliği yok şimdilerde kimselerin. kaldırımlar piç bırakıldı. çöpleri değerlendiren bir guruh yok yollarda. sigara paketleriyle oyunlar düzen, kutu kola paketlerini toplayıp onlardan para kazananlar yok. uçurtmalar yapıp, gökyüzünü renklendiren bir coşku kalmadı hayatta. herşey giderek mekanikleşti ve modernize bir hal almaya başladı. bu beraberinde asosyalizmi, sanal deformizmi doğurdu. 

herşey gelişiyor, herşey modernleşiyor ama insanlar daha ilkel bir konuma evriliyor. ters bir gelişim sürecinden öte birşey değil bu...

unutmamak gerekir ki; her tohum kendi kökenine evrilir. 

sonuç: isyan çocukların sokaktan kopartılmasıyla ütopya haline getirilmiştir. 

hadi güle güle...