7 Mayıs 2012 Pazartesi

d/b ilimin delisi

delilik sevgilim,



benim sevgimdir delilik. bir sözcük üzerine kurulmuyor, var olanı dürtüyor, eşeliyor, o bölge de yer ediniyor. içerisinde bir ateş ile harlanıyor. kıvılcımları öyle bir hal alıyor ki gözlerime gelinceye kadar, damla damla yanaklarıma serpiliyor. ardından bir iç çekme ile kendimi herkesden kaçırıyorum....



martıların çöpleri karıştırmayı sürdürdüğü sabahlar. kedilerin deniz üzerine kanatlanıp, patileriyle volta attıkları anlarda, garip bir dejavu ile güne yeniden koloninin içerisinde başlamak. onların yaşadıklarına göre hayatını şekillendirmek. onların talimatlarına uyum sağlamak... deliliğe olan sevgimi pekiştiriyor.



sikini eline alıp, duvar diplerine işeyen çocuklardır gerçek hayat. annesinin ağzından dökülen sövgülere rağmen okuldaki deli gömleğini çıkarıp, evin bir köşesine cesaretlice savuran ve sokağa akan çocuktur gerçek hayat. tarlaların içerisinde kamelyalar inşa ederek ortak bir paylaşım alanı yapabilme uğruna çırpınmaktır hayat...

hayat, herşeye inat delice ortak yaşamdır.



fakat bizler, toplumun sadık itleri için,



bir sabah uyanıp, bedenimizin tüm hücrelerini ele geçirmiş devingen bir acıyla uyanız. tek tip toplumsal bireyizdir. tıpkı tahakkümün istediği gibi. ondan sonra böyle, nereye baktığını bilmeyen gözlerimizle her karşılaştığımızda katlanacak bir acımız mevcuttur yaşamımızda, her kendimizle bakışımızda suntadan yapılmış, otorite piçleriyizdir.

jiletin damarımda pabuç süzdürmesiyle....hayat benim zihinmde:



seni sürükleyeceğim. sürükleyeceğim ki, açığa çıkarılamayacak derinliğe hapsedeceğim. poseidon'u kapına bekçi edeceğim. tanımlanabilir gün ve gecelere maledilemeyecek bir sevi karabasanından aldığım pay ile seni zihnimde fahişeleştireceğim.

saygısını bulsun kendi içkin dünyasında herkes. belirsiz "ben"in. yaslı yüreğimin utangaç itirafı:



"SİZİNLE HER YAŞADIĞIM GÜN, BİR GÜN DAHA YİTİRİYORUM..."


20 Nisan 2012 Cuma

suskunluk, köleliğin prangasıdır!

kör bir duvar,


üzerinde kuş tünemeyen hayatın içerisinde kaybolan çığlıklarımızın, birbirine değmediği bir yaşam....
kule diplerinde çektiğimiz şarap şiselerinin dibi kadar küçük dünyamız. taze yarılmış, kıpkırmızı nar taneleri gibi annelerimizin etekleri içerisinden merhaba dediğimiz dünyaya, herşeye karşı köreliyoruz.


sönük bir harın üzerinden geçirdiğimiz ellerimize değen, o sımsıcacık hatıralar ne de güzel zihnimizi besliyor. yüzümüzde aktifleşen kasların arasında gözlerimiz kapalı bir halde gülümsüyoruz, doğa ile kopmamış hayattaki bir insan gibi. ve bir ses müdahale ediyor şuurumuza...

ayakta mı uyuyorsun lan!

...diyerek.

sonuç dünyanın içerisindeyiz.


kirletilmiş, insanların aşama aşama doğadan kopmasına tanıklık etmiş. kendi kendilerini yönetme uğruna doğaya da tecavüz etmiş bir nesiliz. birbirimize karşı herhangi bir sevgimiz olmadığı gibi, doğanın her bir kademesinde körleşiyoruz... asosyal bir yaşam ile endüstriyel metaların translığında şuurumuz çölleşiyor. tek renk, tek dil, tek ruh üçlemesinde sınırlandırılıyoruz. ismini terimsel fahişelikle süslendiriyorlar. ve bizde sessiz kalıyoruz. lal olmuş dilimizin sağnak acısını duyamıyoruz. mevlana'nın dediği gibi kalbimiz deniz, dilimiz kıyıdır...ama kirletilmiş, içerisindeki tüm canlılığı yok edilmiş, militarist, teokratik ve bireyin yaşam hakkının elinden alındığı bir toplumun sadık köpekleriyiz bizler.



emir geliyor ordan burdan, dalga geçiyorlar bizlerle. halkına takla attırıp, yedi göbek ileride doğacak nesillerini bile borçlandırıyor bu canavarlar. görmüyoruz. kör olmaktan, vurdumduymazlıktan başka bir şey bu. nasıl bir temanın içerisinde cümle olmuşuz, belirsiz. bir hiçliğin garip trajedisinden başka bir şey değil yönelimsel yönetim.

korku işte burda başlıyor.



suskunluk, köleliğin prangasıdır!

6 Nisan 2012 Cuma

who are the behinde the walls son of the bitches

işkencenin kaçıncı yıl dönümüdür...

tarifi olmayacak bir düşünce bu. toplum, ahlak, din, para... insan yaşamının formülüzasyonu. temel öğeler sikişmenin metabolizması ile eritilir insan zihninde. direnç, ergitilerek formülize edilir ve seyreltilir hayat. herkes bir turşu bidonu içerisindeki gibi aaynı kokuya ve tada sahiptir. damak artık ekşimiş baskılara bile biat kültüründen karşı çıkamamakta. gitgide ayrışıyoruz. sınıflara bölünüp, zamanın aynı noktasında, farklı devirleri yaşadığımızı zannediyoruz. çok yumuşak bir transkilizan bu. televizyon ve popüler kültürün kondomu olmuş, hayata girip çıkıyoruz. görevimizin hala neyi addedtiğini bilemeyecek kadar koyun sürüleriyiz. kabullenmemek garip bir mübağala....

iyi uykular....

Fucked the All...

30 Mart 2012 Cuma

devr/im

devrim

temiz kalan tek yerdir 
devrim 
bütün bir yıl 
kirlenen duvarda 
ama görebilmek icin 
asıldığı çividen
indirilmelidir 
yapraklari biten 
takvim 
zorbalara direnmektir 
devrim 
bir çocuğun annesinin çantasından aldığı 
paraları altına gizlediğini 
söylememiştir dövülen hiçbir hali 
içinde yaşamaktır devrim 
dikiş kutusunun 
ve toplu iğneler gibi 
bir arada olmayı gerektirir 
karşı koyabilmek icin zulmüne 
makas denilen patronun 
gece ışıklar arasında
koşmaktır devrim 
ateş böceklerini 
yakalamak isteyen çocukların 
peşine takılır gün gelir 
yanıp sönen mavi ışıkları 
polis arabalarının
kağıt bir gemidir devrim 
bütün gemler 
hurdaya çıksa da sonunda 
taşıdığı özgürlük şiiriyle 
batmadan yüzer nicedir 
dünya sularında 
kim bilir kaç yunus görmüş 
kaç DENİZ GEZMİŞ
...

Sunay Akın

23 Mart 2012 Cuma

sana...

yağmur yağdı
ve hiç dinmedi,
büyüdükçe büyüdü
isli ve
yalnız
olmak


biliyorum!

insanın psikolojisinin ne durumda olduğunu sorgulaması, psikolojik bir gerginliğin meyvasıdır diyor kimileri....

belki de doğru.

insanın intihar eğilimini sorgulamanın yerine, onu bu noktaya getiren etmenlerin doğurdukları insanları nerelere parçalayıp uzatıyor onu sorgulamak gerekiyor.

kimeleri televizyondan fırlayanların hayatını arzularken...ben neden börklüceli mustafa'nın yaşamını arzuluyorum.

biliyorum!

2 Mart 2012 Cuma

bir hediye aldık, ama...

hayal bir delinin tualidir. menşeii belli olmayan renklerin çiftleştiği bir yataktır. kendi yönüne akmayan hırçın bir nehirdir.


toplumsal olmayan bir ütopyacı için hayatın teması budur.

ardına takıldığımız baloncukların kölesiyiz. -muş'lu, -miş'li geçmişlerin / geleceklerin peşinde sürünen kendimizin fakiriyiz. bir yere gelmek istiyoruz. ama geldiğimiz yer, hep kendimizden uzaklaştığımız yerdir. eski günahlara saplanan hançerlerin ucunda ömrümüz.


ateşin ortasında kalmış akrepler kadar gölgemiz net değil. 

kendimizden kaçan, 
toplumun en sadık köpekleriyiz.




zamanın sürüncemesiyle uğraştıkça, eski günahların gölgelerini büyütüyoruz yaşamımızda. kararsızlıklarımızın arasında, hayatımıza, hep yön veren toplumun beklentileri. en büyük korkumuz, kendimizle yüzleşmek.

halbuki orak bir kere yüzünü parçaladımı korkunun, direnişin ardı kesilemez hiç bir güç tarafından. inanç, bir garip kandırmacadır dogmanın kucağında. herşeyin uykusu sularında dinginken, diş kırılır düşlerin gerçekleşmemesine. herşey bir korkuyla engellere, kurallara ve dayatmaların getirdiği formel bir yaşama dönüştürülür. işte bu yüzden kimse kendisi olamaz.



bu yüzden, gün hiç mutlu doğmaz. ardında hep yaşayamadığımız, kendimizden kaçtığımız bir umudun çaresiz bekleyişiyle dağınıklaşır. bu dağınık günlerin cüssesi çok irileşir. geriye - ileriye eşit gidişlerin zamanı kalır. anlamına adres ise "hayat" denilir...



herşeye bir rest ile...



13 Ocak 2012 Cuma

ölüme nağmeler-1 (mayakovski)


bir varmış bir yokmuş
derler hani: 
aşkın küçük sandalı 
hayat ırmağının akıntısına kafa tutubalir mi! 
dayanamayıp parçalandı işte


sonunda,
acıları, 
mutsuzlukları,
karşılıklı haksızlıkları, 
hatırlamağa bile değmez: 
ödeşmiş durumdayız 


kahpe felekle. 
ve sizler 


mutlu olun 
yeter 

-mayakovski-
Karikatür: Aşkın Ayrancıoğlu