19 Haziran 2008 Perşembe

Pandora

Pandora Yunan mitolojisinde, tanrılar tarafından kendisine emanet edilmiş, içi yeryüzünde bulunabilecek bütün kötülüklerin doldurulduğu ve bunun yanına bir de dünyanın kötülüklerine direnme gücü sağlayan umudun kapatıldığı bir kutunun emanet edildiği meraklı, tedbirsiz bir kadını simgelemektedir. Pandora meraklı ve tedbirsizdir. Biraz da düşüncesiz. Çünkü kendisine söylenmesine karşın merakını yenemez ve bu tehlikeli kutunun kapağını aralar ve tabii bu aralıktan bütün kötülükler dünyaya yayılır. Zavallı Pandora'nın aklı başına gelir ama olan olmuştur. Kutunun kapağını kapatır, içeride yalnız umut kalmıştır. Mitolojik motiflerin hemen hepsinde olduğu gibi, Pandora mitinde çok eski, ilkel inanışların altında yatan etkilerin izlerini çok silik de olsa fark edebileceğimiz ip uçları bulabiliyoruz. İlkel kabile yaşamında doğal işbölümü, erkeklerin daha fazla güç ve organizasyon yeteneği gerektiren avcılık faaliyetiyle uğraşmalarına, kadınların ise toplayıcılık ve klanın çocuklarını yetiştirme işleriyle meşgul olmaları sonucunu doğurmuştu. Toplayıcılık, vahşi hayvanların avlanması ile kısmen karşılanan yaşamak için gerekli ihtiyaçları tamamlamaktaydı ve bu iş klanın kadınlarına ait bir faaliyet alanıydı. Kamp alanının uzaklarında bulunan ve yararlı maddelerin taşınması sorununun çözümü ise bir dizi teknolojik çözümü gerektiriyordu.. Sonuçta bir insanın topladığı meyva, yenilebilir kökler vb. şeyler ellerde ancak sınırlı miktarda taşınabiliyor bu da hem uzaklara gitmeyi engelliyor, hem de daha fazla sayıda sefer gerektirdiği için enerji kaybına neden oluyordu. Herhalde kadınların yanlarında taşımak zorunda oldukları çocuklar da bu faaliyeti sınırlayan önemli bir etkendi.

Sorun bir ölçüde ağaç dallarından sepet örülmesi tekniğinin bulunmasıyla aşıldı ama bu alet fazla dayanıklı değildi ve sıvıların taşınmasında yararlı olmuyordu. Bundan sonraki en önemli aşama, ağaç dallarından örülen sepetin killi çamurla sıvanması ve önce güneşte kurutulması, dayanıksız olduğu görülünce bir şekilde ateşte pişirilmesiyle çömlekçiliğin keşfedilmesi oldu. Bu önemli teknolojik üretim de kadınların işiydi. Çünkü kendilerine biçtikleri -veya dayatılan. Bilmiyoruz.- işin uzantısıydı.

Aslında çömlekçilik gizemli bir işti. Bir yaratma faaliyetiydi. Malzemeler bir dizi değişikliğe uğruyor ve sonunda ilk halinden çok farklı bir nesne meydana getiriliyordu. İyice pişen çömleğin çın çın ötmesi, her cismin içinde bir canlı olduğu şeklindeki ilkel bir inanışın göstergesi olarak algılanıyordu. Pişme işlemi sırasında kötü malzeme kullanımından veya pişme ısısının iyi ayarlanamayışından dolayı çatlayan çömleklerin çıkardıkları sesler de çömleğini terk eden cinler olabilirdi. Klan kadınları ise bu cinlere hükmettiklerine göre, kutsal varlıklardı, yaratma eyleminin yaratıcılarıydılar.

Ve teknoloji gelişiyor, çömlekçi çarkı bulunuyor. Bu teknolojik gelişme, eskinin elle şekillendirme veya bir kalıba bastırılarak şekillendirme yöntemlerini ortadan kaldırıyor ve en önemlisi kitle halinde çok miktarda ve hızlı üretimi olanaklı kılıyordu. Artık çömlek ruhuna hükmetme yetisi kadınların elinden uçup gitmişti dolayısı ile artık kutsal da değildiler. İktidarı kaybeden kadınların yeni bir mücadeleye kalkışmamaları için iyice ezilip aşağılanmaları gerekiyordu.

Aşağılandılar çünkü artık yavaş yavaş ortaya çıkan mülkiyet kavramı ile başka klanların sahip oldukları metaları elde edebilmek için yapılan örgütlenmelerde yer de almıyorlardı. Artık onların kendileri bir meta idi, varlıkları sahip olan erkeğe zenginlik sağlıyordu. Aşağılanma, eski ilkel inanışlardaki kutsal kadınları aslında kötülüklerin kaynağı olarak algılanmasına kadar vardı.

Aşağılanmanın mitoloji dünyasındaki izlerini taşıyan baştaki hikayeye dönersek, Pandora'nın aslında baba tanrı Zeus tarafından insanların başına bela olsun diye yaratıldığını görüyoruz. İnsanlardan kasıt yalnızca erkekler olmalı çünkü bela kadın görünümünde ve çok çekici. Tanrılar Tanrısı baba Zeus insanları (yani erkek cinsinden insanları) neden böyle bir bela ile karşılaştırmayı istiyor?

Tanrılarla insanların beraber katıldıkları bir ziyafette Titan soylu Promethus, Baba tanrı Zeus'a u aldatmış, kurban etinin en güzel kısımlarını işkembe ve deri parçaları ile örtmüş, kemikli kısımları ise yağ parçaları ile kaplayarak Zeus'un seçimine sunmuş. Obur ve aç gözlü baba tanrı Zeus doğal olarak iyi görünümlü yağlarla kaplı parçayı seçmiş.(Acaba bu seçim erkeklerin derinlikten yoksun görünüşe aldanan öngörüsüz taraflarını mı simgeliyor?) Aldatıldığının farkına varınca da çok kızmış baba Tanrı. İnsanları cezalandırmaya karar vermiş ve onlardan ateşi geri almış. Böylece insanlar ışıktan ve sıcaktan yoksun kalmışlar. Ama kurnaz ve ölümlü insanları destekleyen Promethus, tanrılar katından bir *** içine sakladığı ateşi insanlara geri vermiş. Eh artık bu affedilir bir davranışmıydı koca Tanrı için? O da Önce Promethus'u zincirlerle bir kayaya bağlamış ve dev bir kartal Promethus'un ciğerini yemeğe başlamış ama kartal yedikçe ciğer büyüyormuş. Bu Promethus'a verilen ceza.

İnsanlar için (Yine erkek cinsinden insanlardan söz ediyoruz.) daha büyük bir ceza düşünmüş baba tanrı Zeus. Sanatkar Tanrı Hephaistos Zeus'un buyruğu üzerine bir parça toprakla suyu karıştırmış, yüzü ölümsüz tanrılara, vücudu güzel ve alımlı genç kızlara benzeyen bir kadın yapmış. Tanrıça Athena da kadınsı marifetler bağışlamış. Kharitler boynunu altın gerdanlıklarla süsler, Hermaias ise bir köpek yüreği, tilki huyu koyar içine. Belalı bir yaratıktır ama bir o kadar da güzel. İsmi "tanrılar armağanı" anlamına gelen PANDORA olur. Pandora Promethus'un düşüncesiz ve aptal kardeşi Ephimethus'a verilmiş. Böylesine alımlı bir kadını gören Ephimethus, ağabeysinin"Zeus'tan sakın bir armağan alma, alırsan ölümlülerin başını derde sokarsın" diye tembihlemesini hiç hatırlamayarak Pandora ile evlenir ve kendisine emanet edilen sandığı açarlar ve tüm dertlerin yeryüzüne saçılarak insanların başına bela olmasına yol açarlar.

Bu hikayede önce Tanrıların insanlara sudan sebeplerle öfkelenmesini buluyoruz. Çağdaş kutsal kitaplarda da Tanrının insanlara karşı hemen hemen böylesine nedensiz bir kini ve öfkesi ile karşılaşıyoruz. Sonra da insan soyunu cezalandırmak için kadın kılığında bir bela musallat ediyor. Çağdaş inanışlarda Havva'nın yasak meyvayı şeytanın elinden alarak insan soyunun (erkeklerin) cennetten kovulmasına yol açmaları da aynı hikayenin başka bir çeşitlemesi değil midir?

Tevrat metninde (Tekvin 2-3), Adem'in Cennetten nasıl kovulduğunu ve bunda kadına biçilen rolü ve Hıristiyan inanışındaki kadın kavramını anlatıyor. "..Ve kadın gördü ki, ağaç yemek için iyi, ve gözlere hoş, ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı; ve onun meyvasından aldı, ve yedi; ve kendisiyle beraber kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı, ve kendilerinin çıplak olduğunu bildiler; ve incir yaprakları dikip kendilerine önlükler yaptılar. Ve günün serinliğinde bahçede gezinmekte olan Rab Allahın sesini işittiler; ve adamla karısı Rab Allahın yüzünden bahçenin ağaçları arasına gizlendiler.

Ve Rab Allah adama seslenip ona dedi; Neredesin? Ve o dedi: Senin sesini bahçede işittim, ve korktum, çünkü ben çıplaktım, ve gizlendim. Ve dedi: Çıplak olduğunu sana kim bildirdi? Onda yeme diye sana emrettiğim ağaçtan yedin mi? Ve adam dedi: Yanıma verdiğin kadın o ağaçtan bana verdi ve yedim. Ve Rab Allah kadına dedi:Bu yaptığın nedir? Ve kadın dedi: Yılan beni aldattı ve yedim. Ve Rab Allah yılana dedi: Bunu yaptığın için, bütün sığırlardan, ve bütün kır hayvanlarından daha lanetlisin; karnının üzerinde yürüyeceksin, ve ömrünün bütün günlerinde toprak yiyeceksin; ve seninle kadın arasına, ve senin zürriyetinle onun zürriyeti arasına düşmanlık koyacağım; o senin başına saldıracak, ve sen onun topuğuna saldıracaksın. Kadına dedi: Zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağım; ağrı ile evlat doğuracaksın Ve arzun kocana olacak O da sana hakim olacaktır. Ve ademe dedi: Karının sözünü dinlediğin, ve ondan yemeyeceksin diye sana emrettiğim ağaçtan yediğin için, toprak senin yüzünden lanetli oldu; ömrünün bütün günlerinde zahmetle ondan yiyeceksin; ve sana diken ve çalı bitirecek; ve kır otunu yiyeceksin; toprağa dönünceye kadar, alnının teriyle ekmek yiyeceksin; çünkü ondan alındın; çünkü topraksın ve toprağa döneceksin. Ve adam karısının adını Havva (= hayatı olan) koydu; çünkü bütün yaşayanların anası oldu."

Adem, yani erkek, dünyadan bihaber gezinirken Havva, yani kadın Tanrının yasakladığı bir şeyi sorguluyor. Meraklı ama öngörüsüz. Hilekar yılanla işbirliği yapıyor. Yılan kılık değiştirmiş şeytandır yahut şeytanın yönlendirdiği bir kışkırtıcıdır. Kadın yılanın da etkisiyle Tanrının emrine karşı geliyor ve yasağı deliyor, Adem'i de suçuna ortak ediyor. Adem sanki büyülenmiş gibi hiçbir şey demeden kadının teklifini kabul ediyor, sonra da Tanrı tarafından azarlanınca suçu kadının üstüne atıyor. Tabii cezalandırılmaktan kurtulamıyor. Bizde kalan izlenim de Adem'in saf ve temiz olduğu, Havva'nın yüzünden cezalandırıldığı oluyor. Bu arada kadının erkeğin hakimiyeti altına girmesi de sağlanmış oluyor.

İslam'da da aynı anlayışı buluyoruz. "Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler." (En-Nisa suresi 34. Ayet.)

Neolitik devrimden bu yana aşama aşama kadınların iktidardan uzaklaştığını ve bu eylemin mitoloji ve inanç dünyasındaki yansımalarını izledikçe ana tanrıçadan baba tanrıya geçişin ciddi bir devrim olduğunu, süreci pekiştirmek ve tamamlamak için de inanç alanında da kadının aşağılandığını görüyoruz

Cevaplanması gereken -belki hiç cevaplanamayacak- soru; topluluklar halinde yaşamaya başlayan ve ilkel sosyal organizasyonlar kurmaya başlayan insanlarda hakim olan anaerkil eğilimlerin veya en azından eşitlikçi tavrın giderek nasıl babaerkil bir toplum yarattığıdır.

İktidarların el değiştirme tarihi bize hiçbir erkin gönüllü olarak terk edilmediğini göstermektedir. Kadınlar acaba bu iktidarlarını nasıl terk etmiş olabilirler. Herhalde gerçeği hiçbir zaman tam olarak öğrenemeyeceğiz ama bazı akıl yürütmeler yapabiliriz. Kanlı bir ihtilal sonucunda erkekler toplum üzerindeki hakimiyetlerini sağlamış olmaları pek doğru olmasa gerek çünkü organize bir şiddet hareketinin o toplumu zayıflatması tehlikesi her zaman korku yaratmaktadır.

Yok olma korkusu insanlığın en güçlü endişesidir. Beraber ava gittiği, toplayıcılık yaptığı, küçük çapta tarımsal faaliyetlerini sürdürdüğü, hele başlarda kadınların ve erkeklerin yapması gereken işlerin ayrımlanmadığı dönemlerde. (Bugün bile böyle bir ayırım var mı?) böylesine önemli bir üretim gücünden vazgeçmeyi göze almak kolay olmasa gerek. O halde nasıl oldu? Cevap belki de akla gelen ikinci halde. Yani anaerkil tavırdan gönüllü vazgeçme. Kadınlar topluma hakim olmaktan vazgeçiyorlar ama karşılığını da alıyorlar rahat ve risksiz yaşamı seçiyorlar. İlk başta erkeklerle birlikte ava giden (mağara resimleri bize dev hayvanların ellerinde ilkel taş aletler bulunan kabilenin kadın erkek tüm mensupları ile beraberce avlandığını göstermektedir.)kadınlar, bu işin sıkıntılarına ve risklerine katlanmak yerine kamp yerlerine yakın bölgelerde toplayıcılık yapmayı, çocuklara bakmayı ve tarım yapmayı tercih etmişlerdir.

Yiyecek temin etme, tehlikeleri bertaraf etme, yani kısaca yaşamı sürdürme sorumluluğu erkeklere kalmıştır.

Erkekler ise, kendilerine sunulan veya ustaca yedirilen bu görevi ciddiye almışlar, gerçekten insan cinsinin üstün bölümünü meydana getirdiklerine inan-dırıl-mışlardır. Erkekler gerçekten kadın cinsine göre üstün müdürler? Yoksa kendilerini öyle mi sanıyorlar?

Pandora / Bülent Akgezer

Hiç yorum yok: