Anti-Popüler Politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anti-Popüler Politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
7 Temmuz 2013 Pazar
we dont support to sexist person!
23 Nisan 2013 Salı
eğitim ve sınav
toplumun içerisinde genleşen gevrek eğitimin içerisindeki taraflı siyaset, devlet koyunları yaratmaya devam ediyor.
sıralar uygun adım düzenle oturtulan çocukların çğrenme yetisini, kendi yetilerini geçemeyecek şekilde öğretenlerin çoğunlukta olduğu zamanlar sonrası, bugündeyiz. hepimiz eleştirdiklerimiz ve gözlerimizi kapadıklarımızın sorumlusuyuz.
hadi iyi geceler.
15 Nisan 2013 Pazartesi
sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı.
sıkıntı öldürüyor bu zamanda insanı.
yavaş ve usulca zihninize tahakküm kurarak, bizi ele geçiriyor.ve sıkıntı öldürüyor zamanla.
acı ve öfke değil, sıkıntı öldürüyor insanlığı. ne yaptığını bilmemek sıkıntı ve sanrılar ile örülüdür. çok geçici, anlık, masum, makul olabiliyor sıkıntı, ama öldürüyor. elini en temiz tutan, suç aletidir, iktidar için. insanı içerisine aldığında, sakinleştirir ve köreltir. ardından usulca işler bünyesine. ardından ölümü getirir. sessizlik ve eylemsizlik gelir. biat toplumu ile.
sıkıntı eğlence istiyor, tatil istiyor... çünkü tükenme ve tıkanma ile birlikte, yaşamı kusarsın hatıralarına. katil çoğunluğa, çoğulluk gövdelere, yeni kelimelere, yeni yüzlere yol açarak... bireyin ölümünü gerçekleştiriyor. öldürüyor onu vakitlice, alış veriş mağazalarında, sokaklarda, tatillerde ve daha nice hazırladığı trajik sahnelerde. insanın raflaşan zihin yollarına, kendi istediklerini istifliyor. sen ise, toz oluyorsun zamanda...
sıkıntı davet ediyor, açıyor yatağını... bacaklarının arasını kutsallaştıranın, beynini fethediyor ve parmaklar ile ovaları sulandırıyor. sıkıntı günahları oluşturuyor ve acı ortak olmayanı defediyor. kapatıyor. insanın pişmanlığı ve çocuksu hallerinin vahşi tecavüzcüsü oluyor. en nevrotik vakıaların metasını oluşturuyor. alkol ve uyuşturucuyu saplıyor bünyeye ve sıkıntı çözüyor, öfke başlıyor.
sıkıntı insanı ciddileştiriyor. hayata karşı hep septikleşiyor ve kerberos'un kokrkusuyla yaşamı benimsiyorsun. devam ediyor ve yaşamını ona göre şekillendiriyorsun. mücadele sadece senin hürriyetin için oluyor. tekilleşiyor ve mutsuzluğa saplanıyorsun. ve şuursuzca hayata kararıyorsun.
sonra bir güç ile uyanıyorsun. sıkıntının insanı olgunlaştırdığını öğreniyorsun. ve hayatı tanıman da sana yol gösteren bir seyyah olduğunun farkına varıyorsun sıkıntının. çünkü sıkıntı plan program demek oluyor hayatında. acı kendi yasasını durmadan fısıldarken çektiklerinle sana, aynı zamanda sıkıntı ile yol gösteriyor. öfke ile hatırat defteri tutturuyor şuuruna oysa.
sıkıntı savuruyor seni hatıralarında. parçalara ayırıp, seni formlaşmaktan alıkoyuyor. engelliyor temelinin aynı olmasını. ağlatıyor, üzüyor, mideni bulandırıyor, uyutmuyor, adeta yaşarken türlü acıları zihnine yükleyerek gebertiyor seni ama öldürmüyor. olgunlaşıyorsun. bir muz gibi...ilk başta yemyeşilken, olgunlaştıkça açılıyorsun. ölü bir deniz gibi olmaktansa, karadeniz gibi açık dalgalarınla, zihin kıyılarındaki artıkları silip, süpürüyorsun. ve güneşin gövdesine serilerek, aynalarda hep ters görüntüler ile kendini yüceltiyorsun. edindiğin sabır tecrübelerinle.
sıkıntı kutlu doğum kutlamalarında, genç bir bakirenin kanını kaybetmesiyle içerisinde olduğu korkuyu notalandırır. acı dolu zamanlarda şenlikler ister çünkü acı gerçekliktir. acı, sefalet zamanlarında sessiz kalmanın ete bürünmüş halidir. eline gelene vücut sıvından dolayı yargılanmanın dayanılmaz aptallığıdır. acı gerçeğin mutena halidir.
dökülen zamanın getirdiği sıkıntı ille de dans diyor, kahkaha atıyor, acının da öfkenin de içini boşaltıyor avuçlarına. kaygan ve bir o kadar da şuursuzca seni sefilleştiriyor. acı ve öfke, korkuyu yeniyor. sıkıntı zamanı okşuyor. sıkıntı arzuyu kaşıyor, sıkıntı acı ve öfke terbiye ediyor. sıkıntı, insanın kendisine karşı yabancılaşmamasında rehberlik ediyor. ve acı değil, öfke değil, sıkıntı öldürüyor.
ve yaşamdan insan sıkılıyor. kendini alaşağı ediyor. yakışmadı.
kaynak: bataklık - dip kültür
15 Ocak 2013 Salı
kukla vol.1
şimdi zaman kestirmesi: ölü tenlerimizin içerisinde kokuşmuş kuklalar gibiyizdir.
yüzümün altında sakladığım gözyaşlarımın kölesiyim. sessiz bir geminin güvertesindeki sallanan filamanın üzerine düşen rüzgar gibi aşklar. aşık olmak ise günümüzde böyle bir etki ile eş anlamlı. kimse mevzu bahis fedakarlık ise buna boyun dik bir halde konumunu göstermiyor, çevresine. maddiyatın herşey, estetiğin ise renkli bir kerhane yatağı gibi tek gecelik sevdaların suratlarından ibaret olduğunu zannedenlerin dünyasında, aşık oluyoruz biz. ve tutulduklarımızın bunların tersine ilişkilere girmek, ihtiyadimıza inanamaması bizim anormalliğimizden midir?
değil!
bir fahişenin günlüğünü okuyanların temaşa ettikleri, el ve vücut hareketleri bugün kü en ciddi sapkınlıklardır. derik cümleli aşklara bire özlem duyan edebiyatın içerisinde dalgalanan hafif nihilistik görünümündeki, liberal sevdaların tek manası: " götümüze girecek olan sevgili hediyelerini, onun bızırına bırakacağımız meniler ile hazineleştirebiliriz..." mantığı ile seks herşeydir oluyor.
hangi aşk ki kelimeler ile sevgilinin tenine dokunsun. hangi sevdadır ki sevdiceğin gözlerini cümleciklerle buğulandırsın. hangi hayaldir ki o çiçek kokulu sevgilinin başına destanlar yazdırsın günümüzde, merak edilir.
bitime kalmayınca, perdeler sürür yere...
bizde iplerimizden sıyrılamayarak yerimize asılmayı bekleriz gün bitimine.
kukla vol.1
27 Kasım 2012 Salı
gündüz balıkçısı ve hamaktasallananfare konuşmaları - 1
hayatımızın her döneminde, mekanik bir hayatı yaşıyoruz. bunun sebepleri nedir diye incelesek ve tartışsak ne sonuçlar çıkartabiliriz. kendimizin efendisi olmamız gerekirken, hep birilerine hizmet eden moronlar halinde, duyarsız hareket ediyoruz. yani hiçbir şekilde bir eylem gerçekleştirmiyoruz.
gündüz balıkçısı ve hamaktasallanan fare dialogları:
hamaktasallananfare:
düşünce hurriyeti ile içeri tıkılan bir eşber yağmurdereli örneği bu ülke de varken, nasıl da ileri demokrasiden bugün bahsedebiliyoruz balıkçı.
gündüz balıkçısı:
iktidarın ilerlediği sadece nasyonalistlerin savunduğu tekdüze bir yaşamın sürüldüğü, anti - demokratik saçmalıktır. düşünmek ve özgür fikirler belirtmek tabuları yıkar. bu yüzden böyle sistemelerin tek amacı zümreye hizmet etmek ve tahakkümün dediğini kabullenecek, kendini düşünecek bireyler yumurtlamaktır vajinalarda. ama bir gerçek vardır ki: "dile ket vuranın başına, düşünce tokmak olur."
düşünceler dans eden, tango kadınları kadar kıvrak ve estetiktir. doğru temellendirildiğinde, kimse onları sınırlayamaz ve önüne geçemez. hacimsiz ve yoğundur. sınırladıkları, engelledikleri taktirde, kaybedip köle bir toplum onların gelişmemesine en iyi gelecek örneği, olacaktır. apolitik ve vurdumduymazcı bireycilik, kabullenmektir. bu insanların çok uzun süreçlerden geçmesi sonucu oluşturulan bir dönüşümdür. darbeler bunları hazırlayanların en iyi silahıdır. insanın, ne ekerse onu biçmesi ise bugün kü militaristlerin ve ordunun düştüğü durumdur.
gelecek üzerine söylemlenmiş bu söz, çok doğru basmakalıp bir sözdür. bugün kü sürece gelene kadar yıllarca görülen tehlikeler; "komünistler geliyor, din elden gidiyor olgusuyla emperyalizm ayakta kaldı. onlar için savaşanlar ise anarşist, komünist, sosyalist veya ateist olarak içeri tıkıldı. ya da yaşları büyültülerek idam edildi (bknz.: erdal eren) ya da çeşitli işkencelerden geçirtilerek yedi göbek sülalesine korku aşılandı (bknz.: dersim katliamı ile katledilenlerden arda kalanlar)"
...nereye gelindi?
insanların birbirinden uzaklaşması; sürekli bir korkunun, zihinlerinde tahakküm etmesi, empoze edildi. ve okumanın hastalık, araştırmanın sakatlık doğuracağı dayatması ile insanları asosyalleştirdiler, faşistleştirdiler ve doğadan koparıp, dünyanın bilmem kaç metrekare ile sınırlı olmasının renkli dünyasını enjekte ettiler bilinçlere. bireyin önemi vurgulanırken, toplumsal yaşama ve paylaşma hakkının zararlı ve insanca yaşamanın suç olduğunu benimsettiler.
sonuç: köle toplum!
31 Ekim 2012 Çarşamba
Koma Bajar - Ogit [Türkçe Altyazılı]
dersim'den asimilasyon ile sürülen ve katledilenlere....
26 Ekim 2012 Cuma
24 Ekim 2012 Çarşamba
postmodern köle ve aynası
toplum zıvanadan çıkmış. cinayet cinayeti kovalıyor. akıl susmuş ve mefhumlar cehennem!
bir raks içinde tepinip duruyor. sloganlar yönetiyor insanları. ideolojiler yol gösteren birer harita değil, idrâke giydirilen deli gömlekleri. aydın dilini yutmuş; namlular konuşuyor. bir kıyametin arifesinde miyiz acaba?
dünyayı şeytan mı yönetiyor?
düzeni büyücüler mi bozdu?
tarihlerin tanımadığı bir tahrip cinneti karşısındayız. sosyal bir kuduz veya kanser. bu sinsi, bu kancık, bu sürekli boğazlaşmaya anarşi demek hata. anarşi saman alevi gibi yanıp söner. her ülkede, her çağda, her düzende belirebilir: fitne, fesat, kargaşa.
anarşizm desek düpe düz münasebetsizlik.
anarşizm, bir dünya görüşüdür. tutarlı bir felsefesi, gözüpek havarileri, ölümle alay eden kahramanları vardır. anarşizm, hürriyet aşkıdır; insanın asaletine ve yüceliğine inanıştır; tek kusuru hiçbir zaman gerçekleşmemiş ve gerçekleşemiyecek olması. anarşizm avrupa' nın rezil ve yalancı medeniyetini yok edip bahtiyar bir çağın yaratıcısı olmak hülyâsıdır.
nihilizm?
nihilizm, anarşizm' in çarlar rusya' sında aldığı isim.
batı, bizim yaşadığımız faciaya şahit olmamış ama başlayacak diye tir tir titrediği bu felâketin adını koymuştur: anomi. anomi: şuursuzluk. anomi, bütün değerlerin tepetaklak olması, çürüyüş, çöküş...
aydının görevi: karanlıkları aydınlatmak. yazık ki o da kasırganın içinde. sokaklarda kardeşleri, çocukları boğazlaşırken soğukkanlılığını nasıl koruyabilir!
evet, ama görev görevdir. önce kafalardaki keşmekeşi dağıtmağa; metafizik birer orospu olup çıkan kaypak, hain, aldatıcı mefhumlara ışık tutmağa çalışalım. bu araştırma zifiri bir karanlıkta çakılan kibrit...
evet, ama görev görevdir. önce kafalardaki keşmekeşi dağıtmağa; metafizik birer orospu olup çıkan kaypak, hain, aldatıcı mefhumlara ışık tutmağa çalışalım. bu araştırma zifiri bir karanlıkta çakılan kibrit...
kuledeki nöbetçinin feryadı:
şeytan' ın gücüne inanmak lazım. gördüklerimizi şeytan' ın işi diye vasıflandırmaktan başka çıkar yol yok. mavera inancını yıktı şeytan. insanları kibirlerinden yakaladı. tanrı' dan ne farkımız var demeye başladılar. ve şeytan içimizde uyuklayan aşağılık insiyakları şahlandırdı: "hırs, tama'ı, altın aşkı." bu insiyakların doludizgin at koşturacakları bir iktisat düzeni ilham etti: kapitalist ekonomi.
...bir facianın kronolojisini çiziyor meriç. yaşamımız git gide metalaşıyor. birbirmize pragmatist ilişkiler ile yaklaşıyoruz. insan kendi doğasına zarar veren yegane düşüncesiz canlı. bunun temelindeki olgu ise doyumsuzluk. bedenindeki doyuramadığı o sapık azgınlık'ı, sosyal yaşamına yansıttığından bu duruma geldik. güç ve iktidar çatışkısı.
foucault'u dinlerken: cinsellik ve cinsiyet konusunda burjuvazi kendini önceleri görkemli bir bedenle, itibarlı bir hakikate adamış olsa bile daha sonra bunları toplumun geri kalan kesimlerine sıradan bir hakikat ve alın yazısı olarak kaktırmıştır. bu simülark burjuvazinin teni üzerinden, muhtemelen cildini de eriterek akıp gitmiştir. bu yeni sarmal ya da cinsellik simülasyonu. bu, birincisinin yerini almış olan yeni cinsel gerçeklik, yitirilmiş gönderenler sistemi* (*muhtemelen pornonun varlık nedeni tam tersine o grotesk hipergerçekliği sayesinde, bir anlamda, gerçek cinselliğin hala yaşadığını kanıtlayabilmek amacıyla bu yitirilmiş referans sistemlerinin yeniden harekete geçmesini sağlamaktır.) -gerçekte belli bir biçime sokulmuş olan, bilinçaltı adlı mitin uyumlu görüntüsünden başka bir şey değildir. ne kadar da büyüleyicidir.
sonuç olarak. bugün insan yarattığının kölesi olmayı çok iyi başarabiliyor. ölümler kölelikle başlıyor. ve milyonlarca postmodern köle doğuyor bu kapitalist sistemde.işte böyle bir köle
padişah' ın kölesidir
tilkiden kurnazlığını çalmış
maymundan oyunculuğunu aşırmış
köpekten kuyruk sallamayı öğrenmiş
kediden yaltaklanmayı
yılandan soğukluğu çekip almış
kargadan leş yemeyi kaldırmış
sinekten pis olmayı
işte böyle bir köle
padişah' ın kölesi
kötünün kötüsü
bir köle
kaynaklar: bir facianın hikayesi - cemil meriç / foucault' yu unutmak - jean baudrillard / destanlar - afşar timuçin
1 Haziran 2012 Cuma
bu gece
ayrılık kokusu var havada;
nefesime çöreklenen sen, boğazıma doluyorsun beni. kendimdeki bilinçsiz davranışlar... çekip götürdüklerin arasında piçleşmiş hayaller. bakire meryem göz yaşları yastığımdakiler. ve gece de kulağıma, yastığımın dibine gizlediğim eşsiz sığırcık kanatlarının şarkısı, beynimde dolanıyor.
kulağıma dizimlenen imgelerimdeki haz...
benden gizlediklerini, bana daha iyi betimliyor. korkuyorum. kendi ikizimi kaybetmekten - her yaptığımı topuklarımdan yere doğru uzanıp, taklit eden karanlık çarşafım - gecede, nereye gidiyor bilmiyorum. garip bir seyyah. kendini, gecede gizleyen, gündüz de benim imitasyonum olan seyyah. her şafak ile topuklarıma prangalanıyor yine...
yeniden sabah olacak ve su ile dolu bu kabın üzerine gökyüzü gelecek...
yavaş yavaş terleyecek su, kabın çeperlerine doğru. kendi içerisine kamikazeler saplayacak, su. ve ölüm kendini yalnız hissettiğinde beni alacak koynuna. en son zinamızı o gece yapacağız onunla. dudaklarıma hançerlerini değidirip, bedenimi yakacak teni ile...
gitmeliyim bu gece;
...bir amaç uğruna, yüreğime dokunmalıyım intiharım ile. öncelikle göğsümde beslediğim çiçeklerime sularını vermeliyim. yasemin kokulu rüyalarımın titrettiği zihin kalıntılarımı restore edip, içimde ikamet etmeliyim bu son gecede.
ve dün, bugünden yine farklı olacak.
ya da tıpkı o ünlü hamlet tümcesi gibi:
OLMAK YA DA OLMAMAK!
...septikliğine gömülü kalacak.
...işte bu boktan küf kokulu bedeni, sadece yalnızlık gömleğimin sığacağı bir valiz gibi alıp gitmeliyim, bu gece.
birşey deme...
kork benden. çünkü benim küçük hayallerimde, sonbahar yaprakları arasında cellatlık yapan rüzgarlarım var gecelerimde...
öptüm gamzenden.
11 Mayıs 2012 Cuma
7 Mayıs 2012 Pazartesi
d/b ilimin delisi
delilik sevgilim,
benim sevgimdir delilik. bir sözcük üzerine kurulmuyor, var olanı dürtüyor, eşeliyor, o bölge de yer ediniyor. içerisinde bir ateş ile harlanıyor. kıvılcımları öyle bir hal alıyor ki gözlerime gelinceye kadar, damla damla yanaklarıma serpiliyor. ardından bir iç çekme ile kendimi herkesden kaçırıyorum....
martıların çöpleri karıştırmayı sürdürdüğü sabahlar. kedilerin deniz üzerine kanatlanıp, patileriyle volta attıkları anlarda, garip bir dejavu ile güne yeniden koloninin içerisinde başlamak. onların yaşadıklarına göre hayatını şekillendirmek. onların talimatlarına uyum sağlamak... deliliğe olan sevgimi pekiştiriyor.
sikini eline alıp, duvar diplerine işeyen çocuklardır gerçek hayat. annesinin ağzından dökülen sövgülere rağmen okuldaki deli gömleğini çıkarıp, evin bir köşesine cesaretlice savuran ve sokağa akan çocuktur gerçek hayat. tarlaların içerisinde kamelyalar inşa ederek ortak bir paylaşım alanı yapabilme uğruna çırpınmaktır hayat...
hayat, herşeye inat delice ortak yaşamdır.
fakat bizler, toplumun sadık itleri için,
bir sabah uyanıp, bedenimizin tüm hücrelerini ele geçirmiş devingen bir acıyla uyanız. tek tip toplumsal bireyizdir. tıpkı tahakkümün istediği gibi. ondan sonra böyle, nereye baktığını bilmeyen gözlerimizle her karşılaştığımızda katlanacak bir acımız mevcuttur yaşamımızda, her kendimizle bakışımızda suntadan yapılmış, otorite piçleriyizdir.
jiletin damarımda pabuç süzdürmesiyle....hayat benim zihinmde:
seni sürükleyeceğim. sürükleyeceğim ki, açığa çıkarılamayacak derinliğe hapsedeceğim. poseidon'u kapına bekçi edeceğim. tanımlanabilir gün ve gecelere maledilemeyecek bir sevi karabasanından aldığım pay ile seni zihnimde fahişeleştireceğim.
saygısını bulsun kendi içkin dünyasında herkes. belirsiz "ben"in. yaslı yüreğimin utangaç itirafı:
"SİZİNLE HER YAŞADIĞIM GÜN, BİR GÜN DAHA YİTİRİYORUM..."
20 Nisan 2012 Cuma
suskunluk, köleliğin prangasıdır!
üzerinde kuş tünemeyen hayatın içerisinde kaybolan çığlıklarımızın, birbirine değmediği bir yaşam....
kule diplerinde çektiğimiz şarap şiselerinin dibi kadar küçük dünyamız. taze yarılmış, kıpkırmızı nar taneleri gibi annelerimizin etekleri içerisinden merhaba dediğimiz dünyaya, herşeye karşı köreliyoruz.
kule diplerinde çektiğimiz şarap şiselerinin dibi kadar küçük dünyamız. taze yarılmış, kıpkırmızı nar taneleri gibi annelerimizin etekleri içerisinden merhaba dediğimiz dünyaya, herşeye karşı köreliyoruz.
sönük bir harın üzerinden geçirdiğimiz ellerimize değen, o sımsıcacık hatıralar ne de güzel zihnimizi besliyor. yüzümüzde aktifleşen kasların arasında gözlerimiz kapalı bir halde gülümsüyoruz, doğa ile kopmamış hayattaki bir insan gibi. ve bir ses müdahale ediyor şuurumuza...
ayakta mı uyuyorsun lan!
ayakta mı uyuyorsun lan!
kirletilmiş, insanların aşama aşama doğadan kopmasına tanıklık etmiş. kendi kendilerini yönetme uğruna doğaya da tecavüz etmiş bir nesiliz. birbirimize karşı herhangi bir sevgimiz olmadığı gibi, doğanın her bir kademesinde körleşiyoruz... asosyal bir yaşam ile endüstriyel metaların translığında şuurumuz çölleşiyor. tek renk, tek dil, tek ruh üçlemesinde sınırlandırılıyoruz. ismini terimsel fahişelikle süslendiriyorlar. ve bizde sessiz kalıyoruz. lal olmuş dilimizin sağnak acısını duyamıyoruz. mevlana'nın dediği gibi kalbimiz deniz, dilimiz kıyıdır...ama kirletilmiş, içerisindeki tüm canlılığı yok edilmiş, militarist, teokratik ve bireyin yaşam hakkının elinden alındığı bir toplumun sadık köpekleriyiz bizler.
emir geliyor ordan burdan, dalga geçiyorlar bizlerle. halkına takla attırıp, yedi göbek ileride doğacak nesillerini bile borçlandırıyor bu canavarlar. görmüyoruz. kör olmaktan, vurdumduymazlıktan başka bir şey bu. nasıl bir temanın içerisinde cümle olmuşuz, belirsiz. bir hiçliğin garip trajedisinden başka bir şey değil yönelimsel yönetim.
korku işte burda başlıyor.
emir geliyor ordan burdan, dalga geçiyorlar bizlerle. halkına takla attırıp, yedi göbek ileride doğacak nesillerini bile borçlandırıyor bu canavarlar. görmüyoruz. kör olmaktan, vurdumduymazlıktan başka bir şey bu. nasıl bir temanın içerisinde cümle olmuşuz, belirsiz. bir hiçliğin garip trajedisinden başka bir şey değil yönelimsel yönetim.
korku işte burda başlıyor.
suskunluk, köleliğin prangasıdır!
30 Mart 2012 Cuma
devr/im
devrim
temiz kalan tek yerdir
devrim
bütün bir yıl
kirlenen duvarda
ama görebilmek icin
asıldığı çividen
indirilmelidir
yapraklari biten
takvim
zorbalara direnmektir
devrim
bir çocuğun annesinin çantasından aldığı
paraları altına gizlediğini
söylememiştir dövülen hiçbir hali
içinde yaşamaktır devrim
dikiş kutusunun
ve toplu iğneler gibi
bir arada olmayı gerektirir
karşı koyabilmek icin zulmüne
makas denilen patronun
gece ışıklar arasında
koşmaktır devrim
ateş böceklerini
yakalamak isteyen çocukların
peşine takılır gün gelir
yanıp sönen mavi ışıkları
polis arabalarının
kağıt bir gemidir devrim
bütün gemler
hurdaya çıksa da sonunda
taşıdığı özgürlük şiiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularında
kim bilir kaç yunus görmüş
kaç DENİZ GEZMİŞ
...
Sunay Akın
23 Mart 2012 Cuma
biliyorum!
insanın psikolojisinin ne durumda olduğunu sorgulaması, psikolojik bir gerginliğin meyvasıdır diyor kimileri....
belki de doğru.
insanın intihar eğilimini sorgulamanın yerine, onu bu noktaya getiren etmenlerin doğurdukları insanları nerelere parçalayıp uzatıyor onu sorgulamak gerekiyor.
kimeleri televizyondan fırlayanların hayatını arzularken...ben neden börklüceli mustafa'nın yaşamını arzuluyorum.
biliyorum!
belki de doğru.
insanın intihar eğilimini sorgulamanın yerine, onu bu noktaya getiren etmenlerin doğurdukları insanları nerelere parçalayıp uzatıyor onu sorgulamak gerekiyor.
kimeleri televizyondan fırlayanların hayatını arzularken...ben neden börklüceli mustafa'nın yaşamını arzuluyorum.
biliyorum!
16 Mart 2012 Cuma
21 Kasım 2011 Pazartesi
ırk/kürk
ırk ve kürk birbirine etmolojik olarak uzak gibi görünsede, insanların davranış düzeyinde nasıl bir benzer etkileşimde olduğunu bugün görebiliriz. birbirine o kadar yakındır ki bu iki kelime, bugünkü sosyal etkileşimlerde oldukça acıtıcı durmaktadırlar. insanların bu kadar birbirlerine hayvanlar gibi düşman kesilmesindeki en temel olgu mülkiyet ve sınır tanımaz meta sevdalığıdır.
acı!
duyguların bile kapitalleştiği bir dünyada, insanlık kendine geldiğinde, umarım çocuklar ellerinde pastel boyaları hala muhafaza eder halde dururlar.
18 Kasım 2011 Cuma
17 Kasım 2011 Perşembe
HES Katliamdır!
hes' ler doğa' ya yapılan katliamlardır.
bugün hes'lerin götürüldüğü bir çok yerde, doğa, insan ve diğer canlıların yaşamlarına tecavüz ediliyor. bunu dile getiren meslek odalarının çözümlerini dinlemeyen devlet katliamı şirketlerin ellerine verdiği güç ile gerçekleştiriyor. anadolu'nun dört bir yanı şuan işgal edilmiş durumda. bunların içerisinde bir çok yerde mücadele olmuyor değil. oraya dışardan giden insanlardan çok, oranın halkının mücadelelerini dile getirmek boynumuzun borcu ve yanlarında olmak bir insanlık görevidir!
Tortum Faşizmi Ve HES Öyküsü
16 Kasım 2011 Çarşamba
termometre
bu video modern toplumlarda insanların nasıl pasifize edildiğini çok iyi göstermektedir. bugün, 22 kasımda seçmek özgürlüktür saçması altında bize devlet seçim yapmamızı sunuyor. onların istediklerini izleyecez, onların istediklerini konuşcaz. post - modern bir dikta yönetimidir bu. herkes belirli zamanlarda buna karşı çıksa da şuan herhangi bir tepki mekanizması yok. sesini duyurmaya çalışanların sesine ise ses olan yok. bu ayrışma ve deformasyonun aleni bir örneğidir.
iyi kabuslar!
14 Kasım 2011 Pazartesi
peace without victory
estetik görünümlü savaş propagandası söylemidir bu...
kökence eski tarihimizde bizim kadar dinç bir şekilde ilerleyen bir çığırtkanlığın, ironik ifadesidir. herşey göründüğü gibi değildir. aslında bu amerikanın büyük kapitalist liderlerinden w. wilson taktiğidir. günümüzde hala aynı politik açılımın geçerli olması ve yaşlanmadan devam etmesi oldukça acıtıcıdır. insanların zihinlerine, kitle iletişim araçlarını ve mum tipli aydınları kullanarak, soyut transkilizanlar emzirilip etkilemeler yapılması, bugünkü savaş çığırtkanlıklarının temelini oluşturmaktadır. bunun yıkılmamasının en büyük sorumlusu ise ezberci sistem ve onu sorgusuz kabullenen biz sistem kullarıyız. bu yüzden korku pedagojisiyle hiç bir şeye itiraz edemiyor ve tahakkümün sadık köpekleri haline geliyoruz / gelmişiz. kitap okumaya aşina olmayan bireylerin içerisine müdahil oldukları öğretici meslek gruplarını, maddi gelir kapısı olarak görmesi, kapitalist sistem gereğidir. mutluluk paraya endekslendiği için günümüzde bunun değişmesinin imkansızlığını, insanlar tanrılaştırmıştır. çünkü tanrıya inanıyorsanız, sorgulamamanız gerekmektedir.
bu bağlamda zeki amerikan otoritesi, paralarının üzerine tanrı ifadesini yerleştirmişlerdir. tanrı bu nokta da onların kuklası olmuştur. ama farkına varılmayan ise o soyut kavramında pragmatik bir şekilde çıkar uğruna metalaştırıldığıdır. bu sistem gereğidir. hoşunuza gitmese de kabullenmiş ve süreğen hale getirmiş durumdasınız. bu noktada savaşta bir çeşit sistemin ayakta dinç kalmasını sağlayan, sistem endorfinidir. çünkü savaşlar gerçekleşirse sistemin istemediklerini asimile edebilir, gerçek olanı yalanla değiştirebilirsiniz. katledebilir, ilkelleşerek yaptıklarınızı savaşın sonunda barış getirdik söylemiyle pastel renklerle ifadelendirebilirsiniz. bu işte halkların göremediğidir. toplumların bu noktada körelmesine en büyük temel etki ise kollektif harekettir. toplumların, savaşların hala ne kadar mantıksız ve çözümsüz olduğunu görmemelerini sağlamak, tamamen cehaletin ayakta tutulmasından kaynaklanmaktadır. bu sürecin geliştirilmesi oldukça planlı bir çalışma ürünü olup, "zihinlere cehalet mutluluktur" mantığını empoze ederek ayakta kalmasını sağlayan deformasyon kültürünün zırvasıdır... fakat dünya da bunun böyle olmadığını görebilenler olduğunu görmek, direnişi ayakta tutmaktadır. bugün inansakta, inanmasakta bir ayaklanma başlamıştır. önemli olan uyanabilmek / uyandırabilmektir. bu süreçte, wilson hükümetinin hala gündemde olan bu görünürde savaşa karşı olupta, toplumları birbirine kırdırma yöntemi olan zafersiz barış söylemi, yok edilmelidir. bu yöntemin gelişimini amerikalı ünlü aktivist yazar noam choamsky " medya denetimi " isimli kitabında çok iyi açıklıyor:
****
propagandanın erken dönem tarihi
modern devletin ilk propaganda operasyonu.
woodrow wilson hükümeti zamanıydı. woodrow wilson, birinci dünya savaşı' nın tam ortasında, 1916 yılında "peace pithout victory" (zafersiz barış) sloganıyla başkan seçilmişti. son derece pasifist olan halk, bir avrupa savaşına dahil olmak için hiçbir neden göremiyordu. aslında savaşa çoktan imza atan wilson yönetimi, bu konuda birşeyler yapmak zorundaydı. hükümetin "creel komisyonu" adıyla kurduğu bir propaganda komisyonu, altı ay içinde etkisini göstererek o barışçıl halkı, histerik bir savaş çığırtkanı haline dönüştürdü ve alman olan her şeyi yakıp yıkmak, tüm almanları lime lime etmek, savaşa gidip dünyayı kurtarmak isteyen insanlar yaratmayı başardı. bu esaslı bir başarıydı ve ardı sıra gelen başarılara da önayak oldu. tam bu sıralarda ve savaşın hemen ardından, aynı yöntemler histerik kızıl korkusu' nu kışkırtmak için kullanıldığında ise sendikal birliklerin tahribi ve siyasi düşünce ile basın özgürlüğü gibi tehlikeli sorunların saf dışı bırakılmasında oldukça büyük başarı sağlanmıştı. bu işi organize eden ve işin başını çeken o çok büyük güç, aslında medyadan ve iş dünyasındaki büyük şirketlerden gelen yoğun destekti ve tam anlamıyla bir başarıydı. wilson' ın savaşına etkin bir şekilde ve hevesle katılanların arasında, john dewey çevresinden olan ve şovenist fanatizmin ortaya çıkmasını sağlama yoluyla "gönülsüz" halkı dehşete düşürerek nasıl savaşa sürüklediklerini, o döneme ait kişisel yazılarında gururla anlatıp bundan "toplumun daha zeki insanları" oldukları sonucunu çıkartan ilerici aydınlar da vardı. saldırı yöntemlerinin kullanım alanı oldukça genişti. örneğin, alman askerlerinin zulmü, kolları koparılmış belçikalı bebekler ve hâlâ tarih kitaplarında okuduğumuz türlü türlü vahşet üretimi... bunların çoğu, o dönemin gizli müzakerelerinde "dünyanın düşüncesini yönetme"yi vaat eden ingiliz propaganda bakanlığı tarafından icat edildi. ancak bundan da önemlisi, o zamanlar barış yanlısı ülkeyi bir savaş zamanı histeriğine dönüştürüp yoldan çıkartan propagandayı yaygınlaştırabilecek daha zeki amerikan toplumu bireylerinin düşüncesini kontrol etmek istemeleriydi. işe yaradı; hem de çok. ve bir ders verdi: " devlet propagandası, eğitimli sınıflar tarafından desteklendiği ve herhangi bir dönekliğe izin verilmediği takdirde, büyük bir etki yaratabilir. hitler ve daha bir çoğundan alınan bu ders, günümüze dek izlenmiştir."
modern devletin ilk propaganda operasyonu.
woodrow wilson hükümeti zamanıydı. woodrow wilson, birinci dünya savaşı' nın tam ortasında, 1916 yılında "peace pithout victory" (zafersiz barış) sloganıyla başkan seçilmişti. son derece pasifist olan halk, bir avrupa savaşına dahil olmak için hiçbir neden göremiyordu. aslında savaşa çoktan imza atan wilson yönetimi, bu konuda birşeyler yapmak zorundaydı. hükümetin "creel komisyonu" adıyla kurduğu bir propaganda komisyonu, altı ay içinde etkisini göstererek o barışçıl halkı, histerik bir savaş çığırtkanı haline dönüştürdü ve alman olan her şeyi yakıp yıkmak, tüm almanları lime lime etmek, savaşa gidip dünyayı kurtarmak isteyen insanlar yaratmayı başardı. bu esaslı bir başarıydı ve ardı sıra gelen başarılara da önayak oldu. tam bu sıralarda ve savaşın hemen ardından, aynı yöntemler histerik kızıl korkusu' nu kışkırtmak için kullanıldığında ise sendikal birliklerin tahribi ve siyasi düşünce ile basın özgürlüğü gibi tehlikeli sorunların saf dışı bırakılmasında oldukça büyük başarı sağlanmıştı. bu işi organize eden ve işin başını çeken o çok büyük güç, aslında medyadan ve iş dünyasındaki büyük şirketlerden gelen yoğun destekti ve tam anlamıyla bir başarıydı. wilson' ın savaşına etkin bir şekilde ve hevesle katılanların arasında, john dewey çevresinden olan ve şovenist fanatizmin ortaya çıkmasını sağlama yoluyla "gönülsüz" halkı dehşete düşürerek nasıl savaşa sürüklediklerini, o döneme ait kişisel yazılarında gururla anlatıp bundan "toplumun daha zeki insanları" oldukları sonucunu çıkartan ilerici aydınlar da vardı. saldırı yöntemlerinin kullanım alanı oldukça genişti. örneğin, alman askerlerinin zulmü, kolları koparılmış belçikalı bebekler ve hâlâ tarih kitaplarında okuduğumuz türlü türlü vahşet üretimi... bunların çoğu, o dönemin gizli müzakerelerinde "dünyanın düşüncesini yönetme"yi vaat eden ingiliz propaganda bakanlığı tarafından icat edildi. ancak bundan da önemlisi, o zamanlar barış yanlısı ülkeyi bir savaş zamanı histeriğine dönüştürüp yoldan çıkartan propagandayı yaygınlaştırabilecek daha zeki amerikan toplumu bireylerinin düşüncesini kontrol etmek istemeleriydi. işe yaradı; hem de çok. ve bir ders verdi: " devlet propagandası, eğitimli sınıflar tarafından desteklendiği ve herhangi bir dönekliğe izin verilmediği takdirde, büyük bir etki yaratabilir. hitler ve daha bir çoğundan alınan bu ders, günümüze dek izlenmiştir."
*****
alıntı yazıdan da anlaşılacağı üzere, eğitim düzeyi yetkin seviyede olan her birey bu zinciri aşındırıp, kırmada etkili olabilecek potansiyele mevcuttur. sadece yapılması gereken, eğitim sisteminde empoze mantığıyla dayatılanlara biraz septik yaklaşımla bakılıp, verilen bilgiyi olduğu gibi özümsememek, insanlık için oldukça önemlidir. yoksa bugün kü herhangi bir diktatör diye nitelendirilen, modern devletlerin zamanında kuklası olan insanların öldürülmesi, onların canlarının televizyonlar önünde alınma vahşeti, bizi ortaçağın o teokratik ve gelişmeye kapalı, belli zümrelerin refahını öne çıkaran sistemlerin yeniden doğmasına götürmekten başka hiçbir boka yaramayacaktır.
bu sistemin o döneme göre farkı ise; kitle iletişim araçları arasına yenilerinin karışmasıdır. bunlara en büyük örnek; internet denilen devin, modernizmin kevaşesi olduğu gerçeğidir. ama bize şunu da göstermektedir ki; "...istemediklerine, yasakladıklarını da delebiliriz, sorgulayabiliriz."
ama görebilirseniz...bunu adam fawer' ın empati kitabı kahramanı çok iyi betimliyor aslında:
*****
...tanrı' nın iyi olduğuna inanmam gerektiği öğütleniyor ve merhametli olduğuna da... tüm dinler dünyanın mükemmel olmadığını söyler, nedenlerini de söylerler ama bu nedenleri sorgulamayı yasaklar... kendi sesini öfkesi ile besleyerek karşısındakilere yöneldi ve karşısında yer alan, sorgulamaktan korkan güruha ne gördüğünü şu etkileyici ifadelerle dile getirdi:"...size benim ne gördüğümü söyleyeyim. savaş görüyorum. hastalık görüyorum. acı çeken insanlar görüyorum. kötülüğü görüyorum. kendinden zevk alan nefreti, kendi dehşeti içerisinde yüceltilen kötülüğü görüyorum. sevgi kürkü altında, aslında insanlara yaşamlarını çökertmelerini ve kendisinin getirdiği kurallar ile hayatı çökertmelerini ve kendisinin getirdiği kurallar ile hayatı sorgulmasını sağlayan öfke dolu kötülüğü görüyorum...
*****
...diyor. bize bizi sorgulayanların, sorgulamamızı yasaklamalarını gösteriyor. ama görebilene...kaçımız empati yaparak savaşların mantıksız ve çözümsüzlüğü getirdiğini görebiliyoruz ki?
acı.
biat kültürü, kültürel koyunluğun post modernist arap şeklidir!
uykudan uyanmanız hayaliyle!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)