Hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hikaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Prometheus Hırsız Değildi…

İleri görüşlü” anlamına gelir Prometheus, Helen mitolojisinin Titan adlı soyundan gelen ve İapethos’un oğludur Prometheus.Prometheus tüm titanların aksine çok akıllı ve,duygulu ve özverili bir Helen mitolojisi tarısıdır.Fakat eline yıldırım ve şimşeğin gücünü geçiren Zeus, evrenin başına tam bir despot kesilmiştir.Olimpos’ta bulunan tanrılar çıkarları için Zeus’un tüm despotluklarına,bencilliklerine ses çıkarmayıp ona göz yummaktadırlar. Prometheus tüm bu olanlara karşı sinirlenir ve Zeus’ un bu yaptıklarına karşı ona gözyuman Olimpos’ taki tüm tanrılara kızgınlık duyar. Ona göre bir gün Olimpos’taki tanrıların egemenliği sona erecek ve yerine insan oğlunun egemenliği gelecektir.

İnsanlar için bunları düşünen ve onlar için yeni bir düzenin hazırlayıcısı olan Prometheus,Olimpos tanrılarına karşı direniş başlatır ve Zeus’u insanlar önünde mahkum eder.Düşündüğü düzen tanrıları küçük düşürücüdür.ProMETheuS’a kızan Zeus,insanları cezalandırmak için onların en önemli gereksinimleri olan ateşi vermemektedir.

Prometheus bir fırsatını bulur ve tanrıların evi Olimpos’tan ateşi alıp yeryüzüne indirir;ateş ile birlikte insanlara aklı ve bilimle birlikte yaratıcılığıda verir.Akıl verdiği insanoğlu,artık gerçeği sorgulamaya başlıyacak ve gerçek yaratıcının kendisi olduğunu görerek düzeni değiştirmeye çalişacaktır. Fakat buna kızan despot Zeus çok sinirlenerek Prometheus’ u Kafkas Dağlarında bir kayaya zincirler ve bunun ilede yetinmeyerek bide görevlendirdiği bir kartal ile, hergün Prometheus’ un ciğerlerini yemesini sağlar. Zeus geceleri ciğerlerin yerine yenilerini koyarak bu işkencenin sürmesini yıllarca sağlar.Akıldan yana üstün olan Prometheus' un çektiği işkencenin sonu birgün gelir ve enzor koşullarda bile despot tanrılara karşı çıkan Prometheus kurtulur.

İşte Prometheus, insanoğluna aklın gücünün herzaman kaba gücü yeneceğini gösteren mitolojik bir simgede olsa bu olay bize yeryüzü tanrılarına karşı çıkabileceğimizi ve onlara boyun eğmemizi göstermektedir.

Son Perdenin Tozu

İnsan ne ise o olmayı reddeden tek cahil peridir.

Bu yüzdendir ki daha icat etmesi gereken çok şey vardır. Başarısızlığının tek muhtaçlığı -Samimiyetsizliktir-

İç sürtüşmelerin ardında ki yoksunlukları ile anlamadıklarını jiletler. Ve ne yaptığını bilmeden giyotinden geçirir kelleleri. İşte bu anda insan büyük fırtınların ardında karakterlerini ortaya sunar. Kaybı ise

İncittiği

İn..-



......................................................................................san...


.................................................................................................................................................lığı....


....................................................................................................................dır....

bu kötü birşey.

Son perdenin tozu.


LiberterKedi

1 Ağustos 2008 Cuma

Neden/Nasıl Sorunsalına Dair İnsan ...

Aradığınızı bulamamanın sıkıntısı ile sürekli belirlemeye çalıştığınız nedenlere dair...

Ünlü düşünürün dediği gibi "Nedeni olan nasıla katlanır."

İnsanoğlu bunalıma girmek için hep bir neden bulmuştur. Yaşamı boyunca, sürekli sıkılmış, sürekli kendini soyutlaştırmış, devamlı bir şekilde hep kendince nedenler oluşturmuştur. Bu belki de insanın tasarımcı boyutunu yansıtıyor aslında. Psikolojik ve sosyolojik dengelerin incelenmesiyle, toplum içerisinde oluşan buhranlar ile bireyin kendisinde sahip olmadığı halde, mevcut hale gelen kişilik bozuklukları bunu örneklendirebilir.

Bu insanlık tarihinin en ciddi hastalığına sahip bireyler, yalnız kaldığı zamanlarda aklının raflarını hızlıca karıştırırlar. Nedenler yaratır, yalnızlığa sahip beyin kabuğundan hızlıca, hipotalamusuna kadar iner ve düşünür - Acaba bugün nasıl canımı sıkmalıyım- Asıl çözümsüzlük işte buradan doğmaktadır.

Sığ bir yapının sarmallaştırılıp, ardından kör düğümler ile karmaşıklaştırılması. İşte bu insanoğlunun umutsuz vakasıdır. Çünkü bir uyku sürecidir, birey uykusundan uyansa görecektir, ne hale getiridiği ekolojisini.
Tek suçlu insanın yaptığı bu eylmeler midir?

Tabi ki bunlar değil. Bu bir şizofreni durumudur. Sadece bireyin yalnızlaşıp, virtüel olan tasarımlarını reelmiş gibi sanmasıdır.

Obsesif kompulsif bir örnektir: Yapmamaya çalışırken, yapıyor olması gibi...

Saptığınız tan sökümü zamanlarda, dingin ruh halleri rüyalarda gezinir. Bu anların kimi zamanlarında birey, tanrı ile ruhunu bütünleme isteği içine girer. Takriben buda bir yalnızlık paranoyasıdır. Aslında anlaşılamamak ve istememek en güzeli. Sonuçta somut gerçekleri zaten biz yaşamımız bütünlüğünde görüyoruz. Fakat şu da unutulmamalıdır ki oluşturulan nedenler anlaşılamamaktan kaynaklanır. Çözümleri nedir diye sorgularsanız gidin intihar edin -çünkü yukarıda açıkça ifade edilmiş-.


Nedeni olan nasıla katlanır çünkü. Bu ifade kendi içerisinde derin, yüzeyinden bakan birisi için dipte yeralaln, anlamayan birisi içinse saçmadır. Ama alın tarihi karşınıza ve bir söyleşi yapın geçmişinizle "ruh kapılarınız ne kadar açıktı çözümlere"...

...hiç bir zaman bunun cevabını bulamadı insan, aslında tezzatlık bulduğunda ise engizisyon mahkemelerinde;

-inançsız pislik geber.

...diye ihtamlarla karşılaştı işte bu kötüydü. Gelişimin, doğrunun, açıklığın önünü tıkıyor ve insanın bunalıp ruhsal enfeksiyonlar geçirmesine sebep oluyordu. Beyininde oluşan ardıllı depremlerde işte bu cevaplatılamamış soruların altında gizli.

Zamanın ruhu bunu çıkartacaktır.

Fakat o zaman insanın cevabı aradığı yeryüzü, acaba olabilecek mi.

Burası sorgulanır...

Velev ki nasılların türeticisi insan düştüğü bu kaotik ortamın sığlığını gördüğünde. Tasarımlarının boş inanlı olduğunun farkına varınca ruhunun varolma çığlıklarına kulak asmayacaktır. İşte o zaman: "Ne neden kalacaktır, ne de nasıl."



...LiberterKedi...

31 Temmuz 2008 Perşembe

Gec/e yok-tun yine, geç gel(me diye-mezdim sana

Bu gece yine oturdum yatağımın kenarına ve sana baktım. Uzunca saçlarının, yastığının üzerine dökülmüş bir biçimde öyle güzel uyuyordun ki, sesizce tenini içime çektim nefesinle birlikte.

Ardı arkası
kesilmeyecek
şekilde,

imge/lerim/de
ruhum
sev-işti
bedeninle.
Gözlerim
boğuldu
nefesinle.
Sesim kısılıp,
tiz bir sesle

kalbim kıpranışları
ile sana
-Seni
Sevi(yor)um-

demeye
çalışıyordu.

Sen bunu
bilmesende...


Sensizliğin hayallerimde olmayışı ile dayanabildim, bu zamana kadar. Hayallerime nüfuz edişinle ansızın, kalbimi mahkum ettin gülüşlerine. Şuan gözlerimin üzerine yaşlar ile seni çizdiğim günler aklıma geliyor(....)

Yoksunluğun o kadar dayanılmaz ve acı vericiydi ki, damarlarım sertleşip vücudum kaskatı kesiliyordu.

Yaşamak ile yaşamamak arasında pedal çeviriyordum o zamanlar...

Büyülendim senden, etklendim ama gelemedim, gitmek istedim ama yapamadım. Hep engellerim tuttu yüreğimi sana karşı. Sonunda bu yasak büyüden dolayı, yakıldım diri diri.

Afrodit ve İnanna' dan beri yasak aşkın hep bende gizliydi bu yüzden.

Huyu belli olmayan bir kuyuyum ben.

Ruh sökümü anlarda hep sen olmadığında da otururdum yatağımın kenarına. Elime aldığım kalem ve defterime, imgelerle çizerdim seni nefes almayarak.

Yağmur tırmalarken camı, ruhum bir gece daha geçirirdi sensizce. O gecelerde, ruhum sensiz, ruhum duru değildi. İşte sis düşmüş ışıksız aydınlıklarda, tıpkı azgın dalgalar gibi kalbimi zorlardı sana kavuşmam için.

Ve sen geldin bu gece.

Hayal...

....imde,

sessizce...

.... geç gel(me diye-mezdim sana.

LiberterKedi

Çanlar Kimin İçin Çalıyor[E.Hemingway]

29 Temmuz 2008 Salı

Albert Camus Kitapları

Amerika Günlükleri


"İki kere intihar fikri. İkincisinde, hala denize bakarken, şakaklarında ürkütücü bir yanık hissi. İnsanın kendini nasıl öldürdüğünü şimdi anlıyorum. Yine sohbet, laf çok ama söylenen az. Karanlıkta yukarı güverteye tırmanıyor, çalışmamla ilgili bazı kararlar verdikten sonra günü deniz, ay ve yıldızların karşısında bitiriyorum. Su yüzeyi hafiften ışıltılı ama derindeki karanlığı hissediyorsunuz. İşte deniz bu ve ben denizi bunun için seviyorum! Yaşama çağrı, ölüme davetiye."

- Arka kapak -



Çeviri
: Osman Akınhay / Öteki Yayınevi


Başkaldıran İnsan



1957 yılında kırk dört yaşında Nobel Ödülünü alan "Albert Camus" (1913-1960), yaşamı boyunca şu sorunun yanıtını aradı: "İnsan toprakla nasıl bağdaşabilir, yoksulluğu yüzünden acı çekerek, ama güzelliğini koruyarak saçma ve yücelik için nasıl yaşayabilir?" Camus' ye göre sanat "yalancı bir lüks" ve bencil bir edebiyatçının yapıtı değildir. Sanat yaşayabilir, kullanılabilir bir durumdadır; gerçeğe sadık ve onun üzerinde olduğu için, hiç uysallaşmayan saçmalığı ve hiç yok olmayan umudu ile insanın durumunu tepeden tırnağa kapsar. "Başkaldıran İnsan", başkaldırının kendisidir, ama ılımlı ve insanın boyutlarında. "Başkaldıran İnsan", adalete ve özellikle doğruluğa vurgundur, mutlak olanın iğvasından, mitoslardan, gurur, horlanma ve kanın romantik baş dönmelerinden uzak durur. Ama insan, ne ise, o olmaya yanaşmayan tek yaratıktır. Bu yâdsıma onu İntihara mı, yoksa bir başkasını öldürmeye mi götürür? "Hayır!" demeyi bilen insandır "Başkaldıran İnsan", ama kime, neye, nerede, nasıl? Başkaldıran insanı kuşatan 'hayır'ın içeriği nedir? Bunun yanıtı "Başkaldıran İnsan"da.



Çeviri : Tahsin Yücel / Can Yayınları


Büyüyen Taş



Camus' nün "Sürgün ve Krallık"ı dilimize çevrilmişti; ama iki güzel, uzun öyküsü dışarıda bırakılmıştı. Türk yazın ve ekinine bir sürü seçkin güzellik katan Mehmet Fuat' ın ince beğenisiyle daha önce De Yayınevi' nde basılmış bu ustalıklı öyküleri yeniden okuyabilme fırsatı…




Çeviri : Bertan Onaran / Ara Yayıncılık


Caligula



Albert Camus'nün yapıtları çevrildiği ülkelerde büyük yankılar uyandırdı. Bunların başında "Yabancı" ve 1938'de yazdığı "Caligula" gelir. Caligula açıkça belirtir: Kişiler ölür ve onlar mutlu değildir. Roma' nın tek egemeni, sona değin us yolunu dener. Görülmemiş zırvalıklarla çevresine korku salar ve dalkavuklarının hançeri altında ölünceye değin olanaksızı yakalamaya çalışır.




Çeviri : Abdullah Rıza Ergüven / Berfin Yayınları


Defterler 1


Değerli olmak ya da olmamak. Yaratmak ya da yaratamamak. Birinci durumda, her şey kanıtlanmıştır. İstisnasız, her şey. İkinci durum, tam bir anlamsızlıktır. Geriye en güzel intiharı seçmek kalır: Evlilik + 40 iş saati ya da tabanca. " Kendimiz olacak zamanımız yok. Yalnızca mutlu olmaya zamanımız var. " Devrimci düşünce, tam anlamıyla insanın, insanlık durumuna karşı çıkışıdır.Bu anlamda, çeşitli görünümler altında, sanatın ve dinin süre giden tek temasıdır. Bir devrim her zaman Tanrılara karşı gerçekleştirilir - Prometheus'tan başlayarak. Bu, insanın yazgısının üstünde hak iddia etmesidir, zorbalar ve soytarı burjuvalar bunun bahanesinden başka bir şey değildir. Kuşku yok ki bu düşünce, tarihsel eylemi içinde kavranabilir. Bunu kanıtlama iradesini göstermek, boyun eğmemek için Malraux' nun coşkusu gerekir. O coşkuyu kendi özünde ve kendi yazgısında bulmak çok basittir. Bu anlamda, mutluluğun fethini dile getiren bir sanat yapıtı devrimci bir yapıt olabilir.

Çeviri: Ümit Moran Altan / İthaki Yayınları


Defterler 2


Camus' nün Defterler' inin birinci cildi, bir alıntı ve temalar birikimi, taslak ve imge deposu, bir edebiyat laboratuarı görünümündeydi. İkinci ciltte ise tarih egemen: Satır aralarında, II. Dünya Savaşı' ndaki ırksal temizlik, soğuk savaş, siyasal davalar, karmakarışık bir dünyanın bütün sarsıntıları yer alıyor. İnsan saçma bir evrende nasıl bir tutum benimsemeli? Başkaldırı mı, devrim mi? Yazınsal angajman mı, tanıklık mı, oyalanma mı? Bu kitapta, yalnızca bir düşünürle karşılaşacağımızı sanıyorduk; oysa tüm kırılganlığıyla bir insanı keşfediyoruz.



Çeviri: Ümit Moran Altan / İthaki Yayınları


Defterler 3



Albert Camus' nün 1935 - 1951 tarihleri arasında tuttuğu defterler, yazarın ölümünden kısa bir süre sonra yayımlanmıştı. Defterler' in bu üçüncü cildinde, öncekilerde olduğu gibi, Yaz, Düşün, Sürgün ve Krallık gibi yapıtların doğuşuna tanık oluruz. Başkaldıran İnsan'ın başlattığı tartışmalara yazarının gösterdiği tepkileri de görürüz. Tamamlanamamış birçok projenin notları yine bu ciltte bulunmaktadır. Yunanistan yolculukları, Cezayir savaşı trajedisi, Nobel ödülü... Camus'nün yaşamına damgasını vuran pek çok önemli olay, gene Defter'in bu üçüncü cildinde yer alıyor.



Çeviri: Ümit Moran Altan / İthaki Yayınları

Düğün Ve Bir Alman Dosta Mektuplar



Can Yayınları, bu kitapta Albert Camus' nün iki yapıtını bir arada sunuyor. Bunlardan biricisi, Düğün, tıpkı Tersi ve Yüzü gibi gerçek bir gençlik yapıtı, ama gene Tersi ve Yüzü gibi sanatçının "benliğini ve dilini yaşamı boyunca besleyen bir kaynak" aynı zamanda. Gerçekten de Düğün'deki denemeler Tersi ve Yüzü 'yle aynı dönemde yazılmış olmaları ve kaynak çevreyi, Cezayir'i, yansıtmaları yanında, aynı yalın, duru ve somut anlatımla, aynı keskin bakışı, aynı anlama tutkusunu, aynı yaşam ve yeryüzü aşkını ortaya koymakta. Bir Alman Dosta Mektuplar ise, İkinci Dünya Savaşı döneminin ürünü. Bir yandan temelsiz bir üstünlük deneyiminden yola çıkarak dünyayı egemenliği altına almaya kalkan bir ulusla bağımsızlığını onurla savunan bir başka ulusun tutumunu karşı karşıya getirirken, bir yandan da gerçek yurttaşlığın, gerçek toplumsal ahlakın niteliklerini sergiliyor Başkaldıran İnsan'ı muştulayan küçük boyutlu bir büyük yapıt.


Çeviri : Tahsin Yücel / Can Yayınları


Doğrular


Doğrular, Çarlık Rusya' sında geçmiş gerçek bir olaydan esinlenen bir oyundur. Eğer devrim için her şey mubahsa, devrim sonrası toplum, hangi insancıl temeller üzerinde yükselecektir? Sorunun yanıtı, bu oyunun yazılışından yarım yüzyıl sonra tüm anlamını yitirmiş gibidir. Son otuz yılda dünyayı saran terör eylemlerini gerçekleştirenler için, böylesi etik sorunlar yoktur. Ama bir zamanlar sorulmuş, tartışılmış, bugün kör inançlara yenik düşmüş, yok sayılmış sorunlar bundan böyle tartışılmayacak demek değildir. Bunun aksine inanmak teröre boyun eğmek demektir. Camus' nün tüm yapıtları gibi, Doğrular da, insanoğlunun onurlu yaşamı için bir başkaldırı niteliğinde.Özellikle, terörün binbir yüzünü tanıyan günümüz insanları için.


Çeviri
: Ferit Edgü / Yaba Yayınları

Düşüş


Albert Camus çağdaş düşün ve yazın dünyasındaki saygın yerini yalnızca oyunlarıyla da, yalnızca "Sisifos Söyleni" ve "Başkaldıran İnsan" la da alırdı belki. Ama Camus'yü Camus yapan öncelikle anlatı yapıtlarıdır. "Yabancı" (1942), "Veba" (1947) ve "Düşüş"se (1956) bu yapıtlar arasında üç büyük doruktur. Ancak, kimi yazın severler bu üç başyapıt arasında daha çok "Düşüş"ü yeğlerler. Bu kitap, herhangi bir düşünce ya da savı özellikle öne çıkarmaya çalışmadan, yalın bir anlatım ve özgün bir kurgu içinde, zengin bir düşünce duygu yüküyle, çağdaş dünyayı ve insanlarını derinlemesine sorgulayıp yargılar, çirkinliklerini ve düşkünlüklerini sergiler. Ama, aynı zamanda, bu dünyada yaşayan, dolayısıyla şu ya da bu biçimde, şu ya da bu ölçüde onun sorumluluğunu taşıyan bireyler olarak tek tek her birimize bir ayna tutar, eski avukat Jean-Baptiste Clamence' ın öyküsü aracılığıyla, bize kendini tehlikeye atmadan yaşayanların, yani hepimizin ve her birimizin benzersiz öyküsünü anlatır. "Düşüş"ün yayımlanmasından bir yıl sonra Camus' nün Nobel Ödülünü kazanması bir rastlantı olmasa gerek…


Çeviri
: Hüseyin Demirhan / Can Yayınları


Ecinniler



Gerek Albert Camus' yü, gerekse Dostoyevski' yi en iyi belirleyen yapıt, kuşkusuz "Ecinniler"dir. Dostoyevski'nin 1870/71' de yazdığı bu ünlü romanını (Cinler adıyla Can Yayınları' nda bu roman yayınlanmıştır) Albert Camus 1959' da oyunlaştırmış ve ilk kendisi sahneye koymuştur. Albert Camus, "varoluşçuluk hümanizmi"nin ilginç bir örneği olan "Ecinniler"de, kendi varoluşçuluk anlayışının siyasal, felsefi ve etik sınırlarını zorlamakta; "Sisypho Söylencesi" ve "Başkaldıran İnsan" gibi en etkili ve önemli yapıtlarında ele aldığı varoluş sorunsalını Dostoyevski' nin yaşadığı olaylar dünyası içinde vermektedir.




Çeviri
: Aziz Çalışlar / Can Yayınları


İlk Adım


Albert Camus' nün 1960 Ocağında korkunç bir araba kazasında yaşamını yitirmesi tüm dünyayı derinden derine sarsmış, zamansız ölümünün yankıları aylarca, hatta yıllarca sürmüştü. Otuz dört yıl sonra, 15 Nisan 1994' te, tam da o korkunç kaza sonunda büyük yazarın çantasında bulunmuş bir bitmemiş romanın: "İlk Adam"ın en sonunda okura ulaştırılması, tüm dünyada 1994 yılının en büyük yazın olayı oldu; kitap benzerine az rastlanır bir ilgi gördü. Bunu anlamak hiç de zor değil: "İIk Adam" bitmemiş bir roman, yazarının tasarladığı son biçimden de oldukça uzak belki; ama ne olursa olsun, XX. yüzyıl yazınına damgasını vurmuş bir büyük yazarın elinden çıktığını her satırında belli ediyor; üstelik, bu büyük yazarın kimi yapıtlarında şöyle bir sezinlediğimiz çocukluk ve gençlik dönemini aile ve okul çevresini, kısacası yetişim sürecini benzersiz bir içtenlik, duyarlık ve dürüstlükle yansıtmakta Bu açıdan bakılınca, "İlk Adam"ın hem tamamlanmış hem de örnek bir yapıt olduğu söylenebilir. Büyük yapıtların oluşumu konusunda bulunmaz bir belge niteliği taşıması da cabası.


Çeviri : Tahsin Yücel / Can Yayınları

Mutlu Ölüm


"Mutlu Ölüm" 1930'ların sonuna doğru yazılan, ama ancak 1971 yılında yayımlanan bir roman. Albert Camus (1913-1960) için daha sevimli görünen "Yabancı" daha önce yazdığı "Mutlu Ölüm" ün yayımlanmasını erteletmiş olabilir. Çünkü roman sanatı, 40'lı, 50'li yıllarda daha çok romanın yapısal özelliklerine ağırlık veriyordu. Bir sanat yapıtının yaratıldığı dönemde kusur sayılabilecek kimi özellikleri, daha sonra erdeme dönüşebiliyor. Albert Camus' nün ölümünden on bir yıl sonra günışığına çıkan bu romanını günümüzde öne çıkaran en önemli özellik, onun "romansı" oluşudur. "Mutlu Ölüm" yaratıcısı Albert Camus'ye otuz yıl sonra başkaldırmış ve özgürlüğüne kavuşmuştur. Bu roman, hem çağdaş bir yapıt, hem yazar-yapıt-okur ilişkisinin göz kamaştırıcı bir tanığıdır.


Çeviri
: Ramis Dara / Can Yayınları

Ruha Dokunan Düşünceler


Var oluşu sorgulayan, bireyi savunmak için çaba harcayan, çağdaş dünyaya önemli mesajlar veren bir edebiyatçı filozoftur, Camus. Felsefi düşüncelerini kolay anlaşılır bir dil kullanarak anlatabilen nadir düşünürlerden biridir. Bu kitap, Albert Camus'yü tek bir kitapta okumanız için hazırlandı. Bu kitap ruhunuza dokunsun diye yayınlandı...






Çeviri
: Ömer Sevinçgül / Carpe Diem Kitapları


Sisifos Söyleni


"Sisifos Söyleni", ünlü Fransız yazar ve düşünürü Albert Camus' nün (1913-1960) savaş yıllarında yayımlanan (1942) bir deneme kitabıdır. Daha kitabın ilk satırında, bireyin bir yaşama nedeni bulunmadığını keşfedişiyle, her türlü günlük çalışma ve acının içinde kökleştirdiği uyumsuzluk duygusuyla, yaşamın gülünçlüğünün bilincine varmasıyla birlikte, gerçekten ciddi tek felsefi sorunun intihar olduğu vurgulanır. Ancak sorulacak en önemli soru, bu duyguların bireyi zorunlu olarak intihara götürüp götürmeyeceğidir. Yazar uyumsuzluk kavramını açık seçik bir biçimde inceler. Sonunda da gerçek bir çözüm önerir. İnsan aklını sürekli olarak uyumsuzluğun insanlık dışı yanıyla savaşmaya iten başkaldırıdır bu. Ancak başkaldırı insanlığa gerçek boyutlarını kazandırır, çünkü insanın durumunu durmaksızın yenilenen bir savaşıma bağlar...


Çeviri : Tahsin Yücel / Can Yayınları

Sürgün Ve Krallık

Jean-Paul Sartre, Albert Camus'nün ölümünden sonra şunları yazmıştı: "Uzun süre düşünmeden seçimini yapmayan, bir kez seçince de buna bağlı kalan ender insanlardandı... Camus'nün insancılığında, ansızın bastıran ölüme karşı insanca bir davranış varsa; mutluluk yolunda giriştiği o gururlu, katıksız araştırma, insana bu denli aykırı gelen ölüme dayanıyor, ölümle besleniyorsa; Camus'nün yapıtını da, bu yapıttan ayrı düşünülemeyecek yaşamını da, varlığın her anını ölümün elinden kapan bir insanın katıksız, başarılı denemesi olarak görebiliriz. Kırk dört yaşında, 1957 Nobel Ödülünü alan Albert Camus (1913-1960) "Sürgün ve Krallık"ta yer alan altı öyküde, acıma, güçsüzlük, iyilik, kötülük gibi temel insani durumları, insanın davranışlarını güdülendiren "kurban" ve "cellat" ikilemini ele alıyor.


Çeviri
: Tahsin Yücel / Can Yayınları

Tersi ve Yüzü


"Brice Parain, sık sık, yazdıklarımın en iyisini bu küçük kitabın içerdiğini ileri sürer... Hayır, aldanıyor, çünkü deha bir yana bırakılırsa, insan yirmi iki yaşında yazı yazmasını pek bilemez. Ama Parain'in söylemek istediğini anlıyorum.Bu acemice sayfalarda, sonradan yazdıklarımdakilerden daha çok gerçek aşk bulunduğunu söylemek istiyor, haksız da değil. Bu sayfaların yazıldığı zamandan beri, yaşlandım, çok şeyler görüp geçirdim. Sınırlarımı, sonra hemen hemen bütün zayıflıklarımı tanıyarak kendi hakkımda bilgi edindim... Herkes gibi ben de düşlerim bazı bazı. Ama iki sakin melek onun eşiğinden hiçbir zaman geçirmediler beni; biri dostum yüzünü gösterir, öbürü düşmanın suratını. Evet, bütün bunları biliyorum, aşkın neye patladığını da öğrendim ya da aşağı yukarı. Ama yaşamın kendisi hakkında, "Tersi ve Yüzü"nde acemice söylenenden daha fazlasını bilmiyorum."


-Albert Camus-


Çeviri
: Tahsin Yücel / Can Yayınları


Veba



Camus adı çoğu okur için Yabancı romanıyla özdeşleşir. Ancak yazarın en önemli yapıtı aslında "Veba"dır. Keskin bir gözlem gücünün desteklediği arı bir bilinçle Veba, yalnızca çağımızın değil, tüm insanlık tarihinin ortak bir sorununa değinir: Felaketin yazgıya dönüşmesi. Camus' nün hiçbir yapıtında böyle acı bir yazgı, böylesine şiirsel bir dille ele alınmamıştır. "Veba", insanın ve ışığın şiiridir. Bu şiirde renkler alabildiğine koyu, ancak yazarın sesi o denli umut doludur. Beklenmedik bir boyuta ulaşan veba salgını tüm Oranlıları ilkin umutsuzluğa boğar, ardından Doktor Rieux, Tarron ve Grand'ın gösterdikleri dayanışma örneği, başta yetkililer olmak üzere herkese bir güç ve umut kaynağı olur...



Çeviri
: Nedret Tanyolaç / Can Yayınları

Yabancı


Albert Camus' nün en tanınmış, en çok yabancı dile çevrilmiş, en çok incelenmiş ve hala en çok satan kitaplar arasında yer alan "Yabancı", aynı zamanda yazarın en gizemli yapıtı. Ölümün egemen olduğu bir "varlık"ın en anlamsız olgularını saçma bir düzensizlik içinde yaşayan bu romanın başkişisi "Meursault", bir simge kahraman değildir, "adı" olmayan bir "Yabancı"dır; bu eksik kimlik, gerçeklikten algıladığı şeyi yapılandıramayan, yeniden örgütleyemeyen, ama gerçekliğin yankılarını yakalamaya çalışan bir boş bilincin imgesidir. Onun kayıtsızlığı ve edilgenliği, işte bu boş bilincin ürünüdür. Yabancı, büyüleyici gücünü, içinde barındırdığı trajedi duygusuna borçlu: Bir türlü ele geçirilemeyen anlamın sürekli aranması, bilinç ile toplumsal dünya arasındaki çatışma. Camus'yle buluşanların hiçbiri, onunla karşılaşınca hayal kırıklığına uğramamıştır. "Mutluluk, bir yerde ve her yerde hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir," der Camus. Giderek daha çok sevilen bir yazar olması, onun bu sevgisinin yansımasından başka bir şey değildir.


Çeviri: Vedat Günyol / Can Yayınları

Yaz


"Yaz", yapıtları arasında organik bağlantı ve bütünsellik ilkesine büyük önem veren Albert Camus'nün "Tersi ve Yüzü", "Sürgün ve Krallık" ve "Düğün" adlı kitaplarıyla birlikte birbiriyle ilişkili ya da bağımsız bir metinler çevrimi oluşturur. Doğaya, dağa, denize ve güneşe derinlemesine bir sevgi duymuş, kendisine bir sığınak, düşüncelerine bir yanıt aramış ve Akdeniz ışığında bütün yaşam felsefesinin imgesini bulmuş olan Albert Camus, "Yaz"da Cezayir'in sıcak ve aydınlık doğasından Antik Yunan'ın ölçülü ve ışıklı düşüncesine uzanır. Böylece, Avrupa'nın kapıldığı yıkıcı tutkuyu yalın olduğu kadar hayranlık uyandıran bir mantıkla yargılar ve ortaya çıkan Akdeniz bilinci "Albert Camus"nün mutluluk etikasını yaratır...


Çeviri
: Tahsin Yücel / Can Yayınları

Yolculuk Günlükleri


Yolculuk Günlükleri, Albert Camus' nün İkinci Dünya Savaşından hemen sonra, 1946 yılı mayıs ayında Amerika Birleşik Devletlerine, 1949 yılı Haziran - Ağustos ayları arasında Güney Amerika ülkelerine yaptığı gezilerde tuttuğu notları kapsıyor. Birincisinde otuz üç yaşında henüz yeterince tanınmamış; ikincisinde ise otuz altı yaşında ve ünlenmeye başlamış bir yazar. Öznel ve nesnel koşullar nedeniyle, iki günlüğün havası birbirine benzemiyor....




Çeviri: Ramis Dara / Can Yayınları

12 Eylül 2007 Çarşamba

Postmodernizm Yükselişi / Toplumsal Değişim Ve F.W.Nietzsche

Nietzsche’nin Aydınlanma düşüncesine karşı ortaya attığı kritik bakış ve eleştiriler bugünün postmodern çözümlemeleri için tam bir kaynak işlevi görebilmiştir. Nietzsche’nin yaklaşımları ile postmodern çözümlemeler arasında önemli benzerlikler ve paralellikler vardır.Ona göre 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıkan büyük atılım ve dönüşümler modernleşme olarak yorumlansa bile bunu belirleyen temel değişken ne insanın aklı, ne bilim, ne de tarihin ileriye doğru akma özelliği taşımasıdır. Bir başka deyişle düşünür,Aristoteles’den beri Batı düşünme güdüsü özdeşliğini yadsımaktadır. Nietzsche’ye göre büyük atılım ve dönüşümün belirleyicisi aslında biyolojik bir süreçtir. Bu biyolojik öğe, yani insanın yaşam enerjisi, düşünüre göre insanın bilgi edinme sürecinin de kaynağıdır.

Yaşam enerjisi tanımı gereği biyolojik bir özellik olduğundan bireye özgüdür; yani insandan insana farklılık göstermektedir. Bazı insanların yaşam enerjisi çok yüksek bazılarının ki ise marjinal düzeyde olabilmektedir. Buna görede üstün insan olarak nitelenen ve deha sayılan kişilerin yaşam enerjisi, tarihi yapmakta y ada bir başka deyişle insanoğlunun büyük atılımlarına kaynaklık etmektedir.Bu çözümlemeye göre modernleşme, yaşam enerjisi üstün olan seçkin bireylerin yönlendirip, gerçekleştirdiği bir dönüşüm olarak nitelenmektedir. Yaşam enerjisinin özellikleri arasında bencillik ve onun sonucu olarak vahşilik bulunmaktadır.Bu nedenle, Nietzsche’ye göre bilgi ya da bilime dayalı olarak kurulan toplumda, Aydınlanma projesindeki iyimser öncüllerin aksine yabancılaşma, anarşi, vahşet ve acımazsızlık da egemen olacaktır. Çünkü bu özellikler yaşam enerjisinden kaynaklanmaktadır.

Nietzsche, geleneksel felsefenin “öz” ve “gerçek“, “mantıksal temel” gibi kavramlarına çok eleştirel bir bakışla yaklaşmaktadır. Zaten bu nedenle de bugünün postyapısalcılığın peygamberi olarak kabul edilmektedir. Nietzsche’ye göre evrenin, bir tek değil sayısız anlamı vardır ve bu durumda bilginin tek bir gerçekliğin temsili olduğu tezi tutarsızdır. Yani Nietzsche’ye göre doğru bilgi görelidir, gerçeğin temsili diye bir şey olamaz, onun yerine yorumlar vardır. Nietzsche, için “yaratıcı yıkıcılık” insanın doğasından gelen bir özelliktir; insanoğlu, sürekli olarak bir şeyleri yıkarak, yok ederek yeniyi yaratmaktadır. Bu anlamda, yaratıcı yıkıcılık yaşam enerjisinin ortaya çıkışıdır. Ama düşünüre göre yaşamın kendisi karmaşıktır ve kaotiktir; bu kaotiklik, aynı zaman da yaşamın dinamizmini de belirlemektedir.Nietzsche ” Acaba eskiyi yok etmeden, eskiyi ciddi ölçekte muhafaza ederek yeniyi kurmak mümkün değil midir” diyerek yaşamsal bir soru sorup tartışmıştır. Bugünün postmodernleri bu soruyu olumlu bir biçimde yanıtlandırmakta ve eskiyi yıkmadan yeninin nasıl kurulabileceğini tartışmaktadırlar. Bilindiği gibi postmodern söylem, her sorunun bir tek doğru cevabı vardır aksiyomunu bütünü ile yadsımakta, aksine, her sorunun hiç ya da birden çok doğru yanıtı olabileceğini öne sürmektedir.Bu nedenle de Nietzsche, postmodern söylem için pivotal bir başlangıç noktası oluşturmaktadır.

Kaynak:Postmodernizm /Gencay Şaylan - İmge Kitabevi

11 Ağustos 2007 Cumartesi

İnti"HAR"

Hep karanlıklarda uyandığımda,yalnız başıma,bir ürperti sarar bedenimi. Düşlerim

gerçeklerimi, gerçeklerim düşlerimi aldatsa da sadakatsizce, ben hep güneşe akar gibi

çağlayan çağlayan işlerim gecelerime… Hiç ölüm olmayacak belki, beklide kimse

hatırlamayacak beni ama gülmelerimin içine sinmiş hüzünlerim yakacaktır ağıtlar ardımdan. Ve

daha sonraları odama hakim olan ölümün sessiz dinletisinin geceme işlemesi ile, jiletler

kırbaçlayacak bedenimi ve bendeki bıraktığın senin artıklarını, kazımaya çalıştıkça seni benden ,

kaybettiğim bir bedenimin olduğunu gösterecek bana ve tek çaredir ki bu andan

sonra bu tiksindirici yaşanmışlıklardan kurtulmak için “İntiHAR’”

LiberterKedi