11 Mayıs 2012 Cuma
7 Mayıs 2012 Pazartesi
d/b ilimin delisi
delilik sevgilim,
benim sevgimdir delilik. bir sözcük üzerine kurulmuyor, var olanı dürtüyor, eşeliyor, o bölge de yer ediniyor. içerisinde bir ateş ile harlanıyor. kıvılcımları öyle bir hal alıyor ki gözlerime gelinceye kadar, damla damla yanaklarıma serpiliyor. ardından bir iç çekme ile kendimi herkesden kaçırıyorum....
martıların çöpleri karıştırmayı sürdürdüğü sabahlar. kedilerin deniz üzerine kanatlanıp, patileriyle volta attıkları anlarda, garip bir dejavu ile güne yeniden koloninin içerisinde başlamak. onların yaşadıklarına göre hayatını şekillendirmek. onların talimatlarına uyum sağlamak... deliliğe olan sevgimi pekiştiriyor.
sikini eline alıp, duvar diplerine işeyen çocuklardır gerçek hayat. annesinin ağzından dökülen sövgülere rağmen okuldaki deli gömleğini çıkarıp, evin bir köşesine cesaretlice savuran ve sokağa akan çocuktur gerçek hayat. tarlaların içerisinde kamelyalar inşa ederek ortak bir paylaşım alanı yapabilme uğruna çırpınmaktır hayat...
hayat, herşeye inat delice ortak yaşamdır.
fakat bizler, toplumun sadık itleri için,
bir sabah uyanıp, bedenimizin tüm hücrelerini ele geçirmiş devingen bir acıyla uyanız. tek tip toplumsal bireyizdir. tıpkı tahakkümün istediği gibi. ondan sonra böyle, nereye baktığını bilmeyen gözlerimizle her karşılaştığımızda katlanacak bir acımız mevcuttur yaşamımızda, her kendimizle bakışımızda suntadan yapılmış, otorite piçleriyizdir.
jiletin damarımda pabuç süzdürmesiyle....hayat benim zihinmde:
seni sürükleyeceğim. sürükleyeceğim ki, açığa çıkarılamayacak derinliğe hapsedeceğim. poseidon'u kapına bekçi edeceğim. tanımlanabilir gün ve gecelere maledilemeyecek bir sevi karabasanından aldığım pay ile seni zihnimde fahişeleştireceğim.
saygısını bulsun kendi içkin dünyasında herkes. belirsiz "ben"in. yaslı yüreğimin utangaç itirafı:
"SİZİNLE HER YAŞADIĞIM GÜN, BİR GÜN DAHA YİTİRİYORUM..."
20 Nisan 2012 Cuma
suskunluk, köleliğin prangasıdır!
üzerinde kuş tünemeyen hayatın içerisinde kaybolan çığlıklarımızın, birbirine değmediği bir yaşam....
kule diplerinde çektiğimiz şarap şiselerinin dibi kadar küçük dünyamız. taze yarılmış, kıpkırmızı nar taneleri gibi annelerimizin etekleri içerisinden merhaba dediğimiz dünyaya, herşeye karşı köreliyoruz.
kule diplerinde çektiğimiz şarap şiselerinin dibi kadar küçük dünyamız. taze yarılmış, kıpkırmızı nar taneleri gibi annelerimizin etekleri içerisinden merhaba dediğimiz dünyaya, herşeye karşı köreliyoruz.
sönük bir harın üzerinden geçirdiğimiz ellerimize değen, o sımsıcacık hatıralar ne de güzel zihnimizi besliyor. yüzümüzde aktifleşen kasların arasında gözlerimiz kapalı bir halde gülümsüyoruz, doğa ile kopmamış hayattaki bir insan gibi. ve bir ses müdahale ediyor şuurumuza...
ayakta mı uyuyorsun lan!
ayakta mı uyuyorsun lan!
kirletilmiş, insanların aşama aşama doğadan kopmasına tanıklık etmiş. kendi kendilerini yönetme uğruna doğaya da tecavüz etmiş bir nesiliz. birbirimize karşı herhangi bir sevgimiz olmadığı gibi, doğanın her bir kademesinde körleşiyoruz... asosyal bir yaşam ile endüstriyel metaların translığında şuurumuz çölleşiyor. tek renk, tek dil, tek ruh üçlemesinde sınırlandırılıyoruz. ismini terimsel fahişelikle süslendiriyorlar. ve bizde sessiz kalıyoruz. lal olmuş dilimizin sağnak acısını duyamıyoruz. mevlana'nın dediği gibi kalbimiz deniz, dilimiz kıyıdır...ama kirletilmiş, içerisindeki tüm canlılığı yok edilmiş, militarist, teokratik ve bireyin yaşam hakkının elinden alındığı bir toplumun sadık köpekleriyiz bizler.
emir geliyor ordan burdan, dalga geçiyorlar bizlerle. halkına takla attırıp, yedi göbek ileride doğacak nesillerini bile borçlandırıyor bu canavarlar. görmüyoruz. kör olmaktan, vurdumduymazlıktan başka bir şey bu. nasıl bir temanın içerisinde cümle olmuşuz, belirsiz. bir hiçliğin garip trajedisinden başka bir şey değil yönelimsel yönetim.
korku işte burda başlıyor.
emir geliyor ordan burdan, dalga geçiyorlar bizlerle. halkına takla attırıp, yedi göbek ileride doğacak nesillerini bile borçlandırıyor bu canavarlar. görmüyoruz. kör olmaktan, vurdumduymazlıktan başka bir şey bu. nasıl bir temanın içerisinde cümle olmuşuz, belirsiz. bir hiçliğin garip trajedisinden başka bir şey değil yönelimsel yönetim.
korku işte burda başlıyor.
suskunluk, köleliğin prangasıdır!
6 Nisan 2012 Cuma
who are the behinde the walls son of the bitches
işkencenin kaçıncı yıl dönümüdür...
tarifi olmayacak bir düşünce bu. toplum, ahlak, din, para... insan yaşamının formülüzasyonu. temel öğeler sikişmenin metabolizması ile eritilir insan zihninde. direnç, ergitilerek formülize edilir ve seyreltilir hayat. herkes bir turşu bidonu içerisindeki gibi aaynı kokuya ve tada sahiptir. damak artık ekşimiş baskılara bile biat kültüründen karşı çıkamamakta. gitgide ayrışıyoruz. sınıflara bölünüp, zamanın aynı noktasında, farklı devirleri yaşadığımızı zannediyoruz. çok yumuşak bir transkilizan bu. televizyon ve popüler kültürün kondomu olmuş, hayata girip çıkıyoruz. görevimizin hala neyi addedtiğini bilemeyecek kadar koyun sürüleriyiz. kabullenmemek garip bir mübağala....
iyi uykular....
Fucked the All... |
30 Mart 2012 Cuma
devr/im
devrim
temiz kalan tek yerdir
devrim
bütün bir yıl
kirlenen duvarda
ama görebilmek icin
asıldığı çividen
indirilmelidir
yapraklari biten
takvim
zorbalara direnmektir
devrim
bir çocuğun annesinin çantasından aldığı
paraları altına gizlediğini
söylememiştir dövülen hiçbir hali
içinde yaşamaktır devrim
dikiş kutusunun
ve toplu iğneler gibi
bir arada olmayı gerektirir
karşı koyabilmek icin zulmüne
makas denilen patronun
gece ışıklar arasında
koşmaktır devrim
ateş böceklerini
yakalamak isteyen çocukların
peşine takılır gün gelir
yanıp sönen mavi ışıkları
polis arabalarının
kağıt bir gemidir devrim
bütün gemler
hurdaya çıksa da sonunda
taşıdığı özgürlük şiiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularında
kim bilir kaç yunus görmüş
kaç DENİZ GEZMİŞ
...
Sunay Akın
23 Mart 2012 Cuma
sana...
yağmur yağdı
ve hiç dinmedi,
büyüdükçe büyüdü
isli ve
yalnız
olmak
biliyorum!
insanın psikolojisinin ne durumda olduğunu sorgulaması, psikolojik bir gerginliğin meyvasıdır diyor kimileri....
belki de doğru.
insanın intihar eğilimini sorgulamanın yerine, onu bu noktaya getiren etmenlerin doğurdukları insanları nerelere parçalayıp uzatıyor onu sorgulamak gerekiyor.
kimeleri televizyondan fırlayanların hayatını arzularken...ben neden börklüceli mustafa'nın yaşamını arzuluyorum.
biliyorum!
belki de doğru.
insanın intihar eğilimini sorgulamanın yerine, onu bu noktaya getiren etmenlerin doğurdukları insanları nerelere parçalayıp uzatıyor onu sorgulamak gerekiyor.
kimeleri televizyondan fırlayanların hayatını arzularken...ben neden börklüceli mustafa'nın yaşamını arzuluyorum.
biliyorum!
16 Mart 2012 Cuma
2 Mart 2012 Cuma
bir hediye aldık, ama...
hayal bir delinin tualidir. menşeii belli olmayan renklerin çiftleştiği bir yataktır. kendi yönüne akmayan hırçın bir nehirdir.
toplumsal olmayan bir ütopyacı için hayatın teması budur.
ardına takıldığımız baloncukların kölesiyiz. -muş'lu, -miş'li geçmişlerin / geleceklerin peşinde sürünen kendimizin fakiriyiz. bir yere gelmek istiyoruz. ama geldiğimiz yer, hep kendimizden uzaklaştığımız yerdir. eski günahlara saplanan hançerlerin ucunda ömrümüz.
ateşin ortasında kalmış akrepler kadar gölgemiz net değil.
ateşin ortasında kalmış akrepler kadar gölgemiz net değil.
kendimizden kaçan,
toplumun en sadık köpekleriyiz.
zamanın sürüncemesiyle uğraştıkça, eski günahların gölgelerini büyütüyoruz yaşamımızda. kararsızlıklarımızın arasında, hayatımıza, hep yön veren toplumun beklentileri. en büyük korkumuz, kendimizle yüzleşmek.
halbuki orak bir kere yüzünü parçaladımı korkunun, direnişin ardı kesilemez hiç bir güç tarafından. inanç, bir garip kandırmacadır dogmanın kucağında. herşeyin uykusu sularında dinginken, diş kırılır düşlerin gerçekleşmemesine. herşey bir korkuyla engellere, kurallara ve dayatmaların getirdiği formel bir yaşama dönüştürülür. işte bu yüzden kimse kendisi olamaz.
bu yüzden, gün hiç mutlu doğmaz. ardında hep yaşayamadığımız, kendimizden kaçtığımız bir umudun çaresiz bekleyişiyle dağınıklaşır. bu dağınık günlerin cüssesi çok irileşir. geriye - ileriye eşit gidişlerin zamanı kalır. anlamına adres ise "hayat" denilir...
halbuki orak bir kere yüzünü parçaladımı korkunun, direnişin ardı kesilemez hiç bir güç tarafından. inanç, bir garip kandırmacadır dogmanın kucağında. herşeyin uykusu sularında dinginken, diş kırılır düşlerin gerçekleşmemesine. herşey bir korkuyla engellere, kurallara ve dayatmaların getirdiği formel bir yaşama dönüştürülür. işte bu yüzden kimse kendisi olamaz.
bu yüzden, gün hiç mutlu doğmaz. ardında hep yaşayamadığımız, kendimizden kaçtığımız bir umudun çaresiz bekleyişiyle dağınıklaşır. bu dağınık günlerin cüssesi çok irileşir. geriye - ileriye eşit gidişlerin zamanı kalır. anlamına adres ise "hayat" denilir...
herşeye bir rest ile...
13 Ocak 2012 Cuma
ölüme nağmeler-1 (mayakovski)
bir varmış bir yokmuş
derler hani:
aşkın küçük sandalı
hayat ırmağının akıntısına kafa tutubalir mi!
dayanamayıp parçalandı işte
sonunda,
acıları,
mutsuzlukları,
karşılıklı haksızlıkları,
hatırlamağa bile değmez:
ödeşmiş durumdayız
kahpe felekle.
ve sizler
mutlu olun
yeter
-mayakovski-
Karikatür: Aşkın Ayrancıoğlu |
21 Aralık 2011 Çarşamba
18 Aralık 2011 Pazar
Nightingale - String Quartet
Sosyal statülerine bağımlı bireyler kişilikleri sigara dumanı kadar sert olan zat-ı muhteremlerdir.
21 Kasım 2011 Pazartesi
ırk/kürk
ırk ve kürk birbirine etmolojik olarak uzak gibi görünsede, insanların davranış düzeyinde nasıl bir benzer etkileşimde olduğunu bugün görebiliriz. birbirine o kadar yakındır ki bu iki kelime, bugünkü sosyal etkileşimlerde oldukça acıtıcı durmaktadırlar. insanların bu kadar birbirlerine hayvanlar gibi düşman kesilmesindeki en temel olgu mülkiyet ve sınır tanımaz meta sevdalığıdır.
acı!
duyguların bile kapitalleştiği bir dünyada, insanlık kendine geldiğinde, umarım çocuklar ellerinde pastel boyaları hala muhafaza eder halde dururlar.
20 Kasım 2011 Pazar
varoş duygu-lar
kanseri yenebilirsiniz
ama vücudunuzda her bir mahremiyetinize nüfuz edipte
sonra çekip giden o "şey"e karşı
kazanç elde edemezsiniz.
çünkü onun için duygularınız,
onun sizin hayallerinizle yatıp - kalktığı
fahişe duygularınızı
becermek için kullandığı,
o varoş hoteli
olduğunu
bilirsiniz!
18 Kasım 2011 Cuma
17 Kasım 2011 Perşembe
HES Katliamdır!
hes' ler doğa' ya yapılan katliamlardır.
bugün hes'lerin götürüldüğü bir çok yerde, doğa, insan ve diğer canlıların yaşamlarına tecavüz ediliyor. bunu dile getiren meslek odalarının çözümlerini dinlemeyen devlet katliamı şirketlerin ellerine verdiği güç ile gerçekleştiriyor. anadolu'nun dört bir yanı şuan işgal edilmiş durumda. bunların içerisinde bir çok yerde mücadele olmuyor değil. oraya dışardan giden insanlardan çok, oranın halkının mücadelelerini dile getirmek boynumuzun borcu ve yanlarında olmak bir insanlık görevidir!
Tortum Faşizmi Ve HES Öyküsü
16 Kasım 2011 Çarşamba
termometre
bu video modern toplumlarda insanların nasıl pasifize edildiğini çok iyi göstermektedir. bugün, 22 kasımda seçmek özgürlüktür saçması altında bize devlet seçim yapmamızı sunuyor. onların istediklerini izleyecez, onların istediklerini konuşcaz. post - modern bir dikta yönetimidir bu. herkes belirli zamanlarda buna karşı çıksa da şuan herhangi bir tepki mekanizması yok. sesini duyurmaya çalışanların sesine ise ses olan yok. bu ayrışma ve deformasyonun aleni bir örneğidir.
iyi kabuslar!
ceza üzerine/ali yıldırım
dışarıda bir çok yerde insanlar ceza verilmesi hususunda bir hayli faşist ve insanlık dışı söylemler ortaya atılıyor. bazen bunları okudukça kendimden utanıyor ve nasıl bir toplum içerisinde yaşıyoruz diye korkuyorum. korkuyorum çünkü eğer bu insanlar bu kafa yapısını değiştirmezlerse, yaşanacak yerlerde ilkelliğin en modernist çöplüklerini göreceğiz.
tecavüzcülerden tutunda, dejenere olmuş kültürel soğanların görmezden geldiği toplum git gide insanlığı yiyor. şuan dünya üzerindeki en temel hisler; şiddet, kavga isteği, öldürme, libidonun sınır tanımaması gibi dizgini kaçmış olgular bir hayli tedavi edilmesi gerekmektedir.
unutulmamalıdır ki;
focault benzeri bir tümce olabilir ama bu konuda ali yıldırım iyi bir çıkarım yapıyor:
cezanın amacı nedir?
faile bir kefaret ödetmek mi?
suç işleyen kişiyi yeniden topluma kazanmak mı?
ceza suç işleyen kişiyi ıslah etmek için mi yoksa o kişinin üzerinden topluma bir mesaj vermek için mi veriliyor?
cezanın amacı kefret değil de faili kazanmak ise ölüm cezası kişinin yaşamına son vererek bu olanağı baştan ortadan kaldırmaktadır. ölüm cezası insanı yok ederek ceza olmaktan çıkıp bir öç almaya dönüşmektedir.
...diyor ali yıldırım. fakat bugün yeniden açıklamalar faşizmden öte bir noktaya kadar çekilebiliniyor. bunun temelinde ki vargı ise insanların asosyalleşerek birbirinden uzaklaşıp, topluma ve doğaya karşı yabancılaşmasıdır.
bu negatif teknoloji, yani kapitalist bir hayat biçemidir.
kötü.
15 Kasım 2011 Salı
deli ve suçlu
hapishaneler ve tımarhaneler izole merkezleridir.
f...
acı/
kanseri yenebilirsiniz ama vücudunuzda her bir mahremiyetinize nüfuz edipte sonra çekip giden o "şey"e karşı kazanç elde edemezsiniz. çünkü pragmatizmin, kapitalizm için; onun yatıp-kalktığı fahişeleri becermek için kullandığı, o varoş hoteli olduğunu bilirsiniz!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)