2 Mayıs 2008 Cuma

Güz mevsimi ile güzelleşen aşk!

Güz mevsimi ile güzelleştirilmiş
iki ısırgan otu,
çitlerin engellemelerine ragmen
acıların arasında ormanda yürümekteler.
Bu onlar icin başlangıcın bir zaferiydi.
Ama ne alkış isteyerek,
ne de birilerinin sırt sıvazlanmasına ihtiyac duymadan
yaşanan bir duyguydu bu!
Sözcükler köklerinden, ta derinlerinden ayrılınca
sıg bir hal aliyordu.
Bu aşki anlatmak icin yetmiyordu
betimlemeler.
Ve sonrasi olmayan bir yolculugun
duragina geliyorlardi her seferinde.
Ve tek bildikleri ise;
Her özne yüklemine
boyun eysede yasanilan
en güzel duyguydu aşk.

LiberterKedi

Güz mevsimi ile güzelleşen aşk!

Güz mevsimi ile güzelleştirilmiş
iki ısırgan otu,
çitlerin engellemelerine ragmen
acıların arasında ormanda yürümekteler.
Bu onlar icin başlangıcın bir zaferiydi.
Ama ne alkış isteyerek,
ne de birilerinin sırt sıvazlanmasına ihtiyac duymadan
yaşanan bir duyguydu bu!
Sözcükler köklerinden, ta derinlerinden ayrılınca
sıg bir hal aliyordu.
Bu aşki anlatmak icin yetmiyordu
betimlemeler.
Ve sonrasi olmayan bir yolculugun
duragina geliyorlardi her seferinde.
Ve tek bildikleri ise;
Her özne yüklemine
boyun eysede yasanilan
en güzel duyguydu aşk.

LiberterKedi

30 Nisan 2008 Çarşamba

Fayton

O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey,
incecik melankolisiymiş yalnızlığının,
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
caddelerinden ölümler aşkı pera' nın

Esrikmiş herhalde bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş
tüllere sarılmış mor bir karadağ tabancasıyla
zakkum fotoğrafları varmış
cezayir menekşeleri camekânda

Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem
intihar karası bir faytonun ağışı
göğe atlarıyla birlikte
cezayir menekşelerini seçip satın alışından
olabilir mi ablamın.

Ece AYHAN

11 Nisan 2008 Cuma

...ölmek...

ölümün manasizcasi, hiclik...mana icereni ise sensizlik!


Ama anlayabilene!

10 Nisan 2008 Perşembe

Kontes

Nasıl bir duygudur bilemezsin sen, senden öncesi tanımsız, senden sonrası anlamsız. Ne kalbimde başkası, ne umurumda. Hayatımın en uzun süren umudusun, hayallerime ilham bedenime ve ruhuma sahip olan sen. Dudaklarımda iniltiler halinde nağmelere dönüşürken ben sokakların hoyratlığına müptela, sürükleniyorum her rüzgarda. Yanmanın hislerime nasıl hal verdiğini bilsen kendinden oldukça uzak bir güneşin en ıslak anlarda bile yakan sıcağına vurgun olmanın ne demek olduğunu da anlardın. İstanbul’ a her gün yenilmenin nasıl bir haz verdiğinin farkında olmak aslında içimdeki İstanbul’un sultanına olan gurbetten başka bir şey değil…

Sisli gecelerde kıyıya çağıran ışık gibi, engin bir bozluğun orta yerindeki ıslak yeşil gibi…öyle taze ve canlı ki, ölmesi gereken birçok şeyi bile hayatta tutuyor..Temeli masumluk sonrası da ızdırapla varedilen bir iç dünya düşün. Her nefes alışında yeniden ölmenin mimarısın sen. Ardında bıraktığın yıkılmışlığın da…çölde serap gören bir bedevi gibi her anda senin silüetini gördüm…sensiz defalarca yorgun düşen yüreğim ve bedenim yeniden senin kokunla dirildi..haykırmanın en büyük sessizliğini beni duymamanla tanıdım..her gün kendimden kaçmak aslında içimdeki sana boynu bükük birer ilticaydı…güneşin karanlığını seninle tanıdım…acıkan bir sokak kedisi gibi dolandım durdum kapılarda senden bir iz bulmak için…damgalarını silmek çok zor göğsümden…yerlerde ve göklerde yankılanıp dururken acımın cırtlaklığı sen acımazsızlığın tok sessliliğiyle dik heryere ruhsuzluğunun heykelini…sen başka bir yürekte mutlu olmanın gururuyla yaşadığını zannederken ben seni sevmenin gurursuzluğunda boğuluyorum..perişanlığımın resmini çizecek bir ressam bulmak için çıktığım her arayış suratıma inen birer tokat gibiydi…

Sen:küçük meleğim aslında seni ne kadar büyütmüşü ki içime sığmayıp heryerini sarıverdin,en güzel anları bitiverirken bahçesindeki güzel çiçekleri solmaya yüz tutmuş sarayın.büyük bir yüreğin herkese verilmediğinin resmisin sevdiğim..ne olur gözümün önünden hiç gitmeyen meleğim karşıma çıkma..çıkma ki şeytan yüzünü gören masumiyetim bende başka bir sen yaratmasın…çünkü sen bir tanesin ve özelsin ben dahi başka bir seni kabullenemem.gel demek geliyor içimden ne olursa olsun yeter ki gel gayri gel ki daha fazla tükenmeye kalmadı takatim…kendime acıyorum artık o koca sevgisizliğini göremeyecek kadar gör olduğum için.nedir bilmiyorum..kalbimin bütün kapılarını sana açık başkasına kapalı tutan.ne seni film şeridi gibi gözümün önünden geçecek anılarla ne de bana sevgiyle baktığın bakışlarla hatırlayamıyorum çünkü bunları yaşayamayacak kadar büyüktü aşkım..haykırıyorum işte haykırıyorum seni hala çok seviyorum..unutamıyorum ve kalbimi avutamıyorum zalim meleğim..mutluluk uğramadı hiç semtime arka sokakları hep gözyaşı ve acı kokan semtime. Yetimleri bir avuç sevgiye muhtaç bir köyün yıkık evi gibi kalakalan bu yüreğin semtine..

Yazar : kewel17( kont)

29 Mart 2008 Cumartesi

İlişkiler

Anlamadıkları düşünceleri,kınarlar sürekli.
Bir el diğerinin sırtında temizlendikçe
tebrik ve cesaret alır, güce sahip olanlar.
İşte böyle gerçekleşir dünya zaferleri.
Aptalın suskunluğu ise
bu zamanlarda her daim
bilgelik sanılır,bu durum karşısında.
Zorlasalar da bizleri, istemediğimiz
bu durumlar ile karşılaşmayı,sonrasın da
hep kabul ettik.
Ve bugüne düşen terfilerde
geçerli olan ise;


"Devlet-i Osmani ahalide
terfi temayüz ilim irfan ile olmaz
Ya olacak kuvvetli iltimas,
Ya olacak madeni haz,
Ya olacak ten ile temas."

derler eskiler.

Sizce Haksızlar Mı?

22 Mart 2008 Cumartesi

Ezgime Son Eziyet

Yeteri kadar kafan karışsa da sIkIlma.Zamanin güncelliğine göre estetiğinin tokatlandığı yüzlerini goremeyenlere, ışığı yanılsamaları kirleten insanlara, aldirma ne olur.

Son bir bakış ile aklıma hangi harf gelirse, ona basıyorum su an onlara bakarak. Yaptığımın bir anlamının olmadigini soyleseler de, zeytin ağaçlarından denize doğru rüzgarlanan o essiz ezgiydi aslinda beni mezarimdan dirilten, aksini idda etseler de.

Gerçeği kendi yüreğinde kanayan bir yara oldugunu dusunsen de, egil gonlune bak bizi bulabilmek icin. Bir öykü bizim askimiz kabullenmesen de, gözlerimizde yazıla yazıla hayatlarimizin son demine ayni mezar icerisinde devam edecek olan… Son sakınış ile gözüm yakışıklı küfürlerin bittiği toprakta bana inancaksin emin ol…

18 Mart 2008 Salı

Dogdum bugun.
Sabahin sessiz sakin saatlerinde,
gozlerimi yakan o oksijen ile
aglayarak basladim hayata.

Kicima yedigim saplak ile
sustum ve o gun bugundur,
hala ayni sekilde aglamayi arzuluyorum.
Haykirarak, kesintisiz ve tertemiz
bir yurege sahip olarak

Itelemek...

Insan ruhuna sirtunmus cirkeflik.

Bazen oyle bir noktaya erisir ki

bizi biz olmaktan cikartip,

baskalarina hukmetmeye iteler...

29 Şubat 2008 Cuma

Ne Olacak Sonumuz!

Birçok değişik imge kullanmak istiyorum hayatımda. Farklı olmak için değil. Ama sadece anlatamadıklarımı değişik ifadeler ile betimlemek amacındayım.

Sizlere sormak istiyorum şunu;

Dün gece uyurken bir rüya gördüm, çağların duvarı uzuyordu önümde. Çürümüş et kokuları yükselen insanlık aynı etten bir yığındı bu rüyada. Ve sürekli çağ atladığını düşünse de, sadece yaşamını kolaylaştırmıştı aslında üretimden, düşünmekten ve daha birçok şeyden uzaklaşmıştı hep bir sonraki çağ içerisinde insanlık. Bağrına uğultusu sinmişti dünyanın. Tutunamayanların sesiz çığlıkları ise endişeden kaskatı kesilmişti bu duvar karşısında. Genizlerine hakim olmaya yüz tutmuş bu çürümüşlüğün dayattığı yaşamı kim isterdi ki acaba merak ediyorum?

Yıkılan onca fikir, gelişen onca dinamik yapı, atılan onca adım neden bir yerlere taşıyamıyordu toplumları. Loş ışıklar altında gizli saklı olan idealar aslında kurtaracaktı hümaniteyi. Oyuklardan sızan ışığın üzerine düştüğü bu garip ekoloji vahşi gözlerini parıldatıyordu, her onu değiştirmek isteyene. Korkuyorlardı aslında ve utanmalarıda bu korkularından türeyen, onlara kesilmiş cezalardır onlar bunu göremese de.

Yontmalar, hiyeroglifler, kabartmalar, ardından zamanın içerisinde keşfedilen papirüs üzerine gerçekleştirilen yazım dili bile artık karşı çıkamıyordu bu yapıya. Sınırlandırılıyor, yasaklanıyor ve önüne setler çekiliyordu. Aslında insanlığa büyük bir armağandı yazmak, anlatmak ve düşüncelerini eyleme dökmek. O kadar zarif bir işti ki bizler bunu layıkı ile hiçbir zaman yapamıyoruz.

Sonuç olarak güne düşen, dünün artıklarına baktıkça bugün. Zümrütten, somaltından ve yakuttan saraylar görüyoruz geçmiş tarihimizde. İçlerinde cariyeler, hadım ağaları kontrolünde tutsak. Perşembe Anna, çarşamba Nina, salı ..nın günü. Ne günümü?

Tabi ki efendisinin çürümüş bedeninin altında döşek, üstünde yorgan olma günüdür. Anna, nina ve niceleri için. Uluların, bahtiyarların otağ kurduğu, cihangirlerin kandan, buhurdan kudurduğu inlerde yaşayan, bir görünen tarihi yaşadık bizler. Günün kokuşmuşluğunu ve çürümüşlüğünü görenler ya sadece ahir zamanda, seher yeliyle nasıl bir ağaç ürperirse, yukarıda bahsettiğimiz o kokuşmuş duvar da muttasıl öyle ürperiyordu. Ya da başka vakitlerde ise sadece tek büründüğümüz canlı formu yarasa gibi olmamızdı bunlara tek sebep. Tek farkımız bizler günün her saatinde sokaklardayız.

Ne olacak sonumuz diye düşündüğünde tutunamayanlar. Tek çıkar yolu muammanın üstüne oturmuş sır kapısını aralamaktır diye fısıldıyor çevre sesler.

Peki sizce ne olacak sonumuz?

25 Şubat 2008 Pazartesi

Sen/Siz Sess-iz Bir Ölüm

...gözlerinde esen lodosun önüne takilip gitsemde sensizce,
uzat ellerini üsüyor yüregim sevgilim senden uzakta olan
bu sahipsiz bedenle....

Beni hayata ve mutluluga baglayan,
senin karsiliksiz sevgindir,
farkinda olmasanda...
Olmazsan olamayan
bir maddeyim dünya da
ben sensiz..

Kelimelerim arasinda sakladigim dünyam,
hayatimin arz merkezinde
yer alan seni anlatir herzaman..
Varligima mana
yükleyerek seninle.

Yildizlarin pariltisi altinda,
yastigima sarilip ta boguyorum kendimi
hergece sen bilmesende
"sevdigim" senden uzakta
sahipsiz bir mezarim ben...
yol alamiyorum hiç sensizce
tipki mezarlar gibi..

Bir dolu, iki bos gidip gelmekteyim
bilmesende yoklugunda.
Mutlu ve (u)mutlu yüregimde
sensiz olsamda,
mücadelem "BiZiM" için hayatimda...
Unutma ki;
"Olmadan sen/siz sess-iz bir ölüm hakim bana bilmesende!"

Senden Uzakta

Mazgallara dolan suyun
tasmasi gibiydi
sana olan sevgim.

Unutulmayı bekleyen kelimelerim var
benim,hayalerimde sana karsi.
Kapa gözlerini
ağrıyan dişin yerine
düşünü çektim
bağışla beni...

Rutubet tutmuş ağzım
dillendiremiyor sensizligi.
Kalabalık caddelerde nefessiz
kalana kadar dolaşsamda
seni bulmak icin,
yetersiz kaliyor bacaklarim...

Sebebi ise,
senden uzakta,
ben bir hicim sevgilim....

22 Şubat 2008 Cuma

Sahte Ekoloji

Yoksunluğunun kabulünü,
günüme düşen
güvensizlikler belirlese de.

Anlaşılmayan kelimeler bile
harap düştü artık bu şüpheden.

Ne isem o olabileceğimi
neden kabullenilmeden
yargılanıyorum
ben bilmiyorum.

Belkide sebeb kişinin
ekolojisidir.
Böyle olmamıza
tek neden
onun fikirlerinden kopamadığı,
kişiliğini belirleyen
belirsizlikler içerisinde
bulunan sahte ekolojisidir...

Ben Bencilim

Ben bir pervazım
dışarıya bakan,
sokağınızı gözlemleyen
bir pervazım.

Ben dışarıya açılan bir kapıyım,
fakında olmayan
bir çok kişinin
hergün arşınladığı bir kapı.

Ben bir pencereyim
içerisi havalansın diye
kanatları öylesine hiddetli bir şekilde
açılan bir pencere.

Ben dipsiz bir kuyuyum,
içerisine ne atarsanız atın
dolduramayacağınız bir kuyu

Ben artık bir ölüyüm,
anlayamadıklarınız içerisinde,
kendi dünyasında,
yeraltından sizleri izleyen bir ölü

Ben bencilim artık.
İstemeyerek beni bu yola iten
sizlerden kaçan bir bencilim

Seni Çok Özledim Dedecim

Üzerinden 4 yıl geçti üzücü zor ve hala kabul edemediğin bir dört yıl. İsyan etmek istedim o güne hep. Hayatımın ise sensiz manasız ve bir hiç olduğunu senin yokluğunda anladım benim canım Dedecim.

Her gece bir kere rüyamda o ay parçası gibi gecemi aydınlatan yüzünü görebilmek için yalvardım ve dua ettim ama sen yoktun bir çok gece. Rüyalarıma her girdiğinde, her senin hayalini beynimde tenefüz ettiğimde bir sonraki gün yeniden doğdum.

Her sene birkaçkez uğradığım minik ama sevgi dolu ufak bahçende, senin yüreğinden kopan sevginle işlediğin bahçene girdiğimde ise içimi bir hüzün kaplıyor. Yüreğim biraz daha kırgın, gönlüm gün geçtikçe biraz daha acılı sana koşmak için sabırsızca ruhumu bedenimden sökmek istese de, birşeyler tutuyor onu orada kalması yönünde.

Yağmurlar yağdığında gözlerimin içerisinden dışarıya süzülen damlalar beni biraz daha bu acıya katlanamaz hale getirse de, her senin mezarının başına geldiğimde garip bir tebessüm doluyor yüreğime yüzüme yansıyan, göz yaşlarımla mezarının başına akan. Soğuk mezar taşlarının arasında süzüldükçe, yüreğim daha da burkulsa da başında dua etmeye başladığımda. Mutlaka tek bir gerçek yüreğime saplanıyor. Ve bu gerçeklik ise " senin olmadığın bir hayat çok zor ve manasız geliyor bana".

Ben seni çok özledim dedecim, hala her gece yatağıma girdiğimde dua ediyorum sana "ne olursun bu gece rüyamı hayalinle şenlendir dedecim"diye. Ben sensiz yapamıyorum bu hayatta. Seni çok özledim dedecim.

17 Şubat 2008 Pazar

Öylesine Değil, Ölesiye Sevmek

Ne zaman sokakları yaralayan,
kaldırımları tokatlayan,
gelinciklerin solmasına ve
yapraklarını toprağın
üstüne çömelmesine
sebebiyet veren bir yağmur
olsa dışarıda.
Sokağa çıkarım yalın ayak.

Yeşil olan dünya üzerindeki
en bakir, en el değmemiş
topraklar bile.
Senin tenin kadar bana
canlılık sağlamıyordu yokluğunda.
İşte böyle zamanlarda
rengarenk doğanın
en kirletilmemiş
yedi beyaz orkide yaprağının
eşsiz zerafeti, yedi buğday başağının
göz kamaştıran sarılığı,
seni bana yedi gün, yedi gece
rüyalarımda, yani gecenin mavisinde
beyinimi işgal etmeni,
zerafetinin ve göz kamaştırcılığın ile
yerini hep orada tutmanı sağlardı.

Ve dizelerde ki serzenişim ile
sana yaklaşamaya çalışsamda.
Sen ne kadar duyuyorsun
beni bilemiyorum;
Ve sana bikez daha diyorum;
Şarap yapılması için,
ayaklar altına alınan
üzüm taneleri gibi.
Param parça, ezik büzük
olmuş yüreğim.
Senin dudakların arasından çıkan,
o sözler ile
yeniden doğdum.
SENİ SEVİYORUM
benim canım sevgilim.
Sen bunun
farkındamısın
bilemiyorum...
Ama ben seni
öylesine değil,
ÖLESİYE SEVİYORUM.

LiberterKedi

Gerçek Bu Mu?

Son üç gecedir,
intihar etmedim hiç biliyormusun.
Düşlerimde gizlendiğim duvarın
ardında bakakaldım dünyaya!

Edebiyat için insan,
büyütülmüş düşünceleriyle değil,
öldürülmüş çocuksu fikirleri ile
olmalıymış aslında.
Sadelik ve temiz bir
gelecek yaratabilmek için.

Şiddet unsuru içeren cümleler,
kin besleyen kelimeler
birlikte bir düşü öldürmüş.
Ardından doluşmuşlar
edebiyat minibüsünün
içerisine tıklım tıkaç,
cenaze namazı için...

Çığlığımıydı bu toplumsal şizofreninin,
yoksa gecenin
karanlığına gömülmüş hali mi,
yoksa acının can çekişmesi miydi.
"Toplum" üzerindeki insan davranışlarını
yansıtan bir ayna gibi
edebi kisve altında
yeralarak,bir düş daha
üç gecedir ürkerek bakıyor,
gerçek bu mu diye...

LiberterKedi

24 Ocak 2008 Perşembe

Sen Bil(Me)sende 2

Doğa, bahar için serenad yapıyor.
Rüzgarlar ılık ılık bedenlerimizi okşuyor.
Herkes mutlu, herkes sesizce arşınlıyor sokakları.
Geceleri çıkan seslerin ürpertisi ile herkes,
amansız bir koşucu gibi, bir el daha önümüze geçecek
diye altındakini eziyor,
önündekini arkadan çekiştiriyor.

Bu gidişe kim,kimler dur diyecek.
Yok mu bu düzensiz düzeni değiştirecek?
Üstüne sinmiş yol kokusuyla
avunan onca zombi var ki...
Umutsuzum bu güne baktıkça...

Bu seranad gerçekleşirken içinde sevgili doğa.
Sen ne umutlar ile her sene tüm doğurganlığın
yenilemeye çalışırsın evreni getirdiklerin ile.
Yeniden tüketecekler ama bu zombiler
unutma...
Sen Bilmesende...

LiberterKedi

22 Ocak 2008 Salı

Kazım Koyuncu

1972 Artvin/Hopa doğumlu Koyuncu, yirmi yaşında Dinmeyen adlı müzik grubu’na katılmış, 1993′de Mehmedali Barış Beşli ile, Lazca müzik yapmak amacıyla Şuku grubunu kurmuştu. İki arkadaş bir yıl sonra aralarına İlhan Karahan ve Metin Kalaç’ı da alarak grubun adını Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) dönüştürmüş ve 1995 başında Va Mişkunan (Bilmiyoruz) albümüyle Lazca rockın ilk örneğini vermişti. Lazcayı yaşatmak amacıyla Lazca rock yapıyorlardı. Plak şirketleri ise bu soundu ‘Soft Laz Rock’ diye tanımlıyordu.O günlerde grup elemanları Lazca dilinin yaşatılmasına rock yoluyla katkıda bulunmayı amaçladıklarını, rock müzikteki dinamizmle yöre insanının enerjisinin örtüştüğünü görünce heyecanlandıklarını anlatıyor, Lazca’nın rockın sert söyleyişine de uygun olduğunu belirtiyorlardı.

Dört yıl içinde Zuğaşi Berepe, kamuoyuna pek yansımasa da önemli işler yaptı ve konserlerle hedefini gerçekleştirmeye çalıştı. Bu etkinliklerden Brüksel konseri sırasında canlı kayıt edilen parçaları, kısıtlı sayıda bastırdıkları Bruxel Live (1998) adlı albümde bir araya getirdiler.

Gruptaki eleman sayısı arttıkça müzikal yapı da güçlenmişti. Kazım Koyuncu (vokal, akustik gitar), Cafer İşleyen (bass, vurmalılar, flüt), Gürsoy Tanç (elektrikli gitar), Uğurcan Sezen (klavye), Zülküfil Murat Dilek (davul), Metin Kalaç (kayıt) Lazcayı yaşatmanın yanında aşk şarkılarına katılan sert söylemli yapıtlar ve modern rock anlayışı üzerine oluşturdukları çizgiyle de kabul görmeye başlamışlardı.

Zuğaşi Berepe, Va Mişkunan albümünden dört yıl sonra İgzas (Gidiyor) adlı albümüyle bu çabayı listelere taşıdı. Yedi Lazca, bir Hemşince, bir de Türkçe sözlü parçadan oluşan albümün müzikal zenginliği, rockın çeşitli tonları arasında akıllıca gidip gelen sounduyla 1998′in en iyi yerli yapıtlarından biri oldu. Lazca’nın öne çıktığı kültürel bir misyonun yanında sıkı bir rock albümü özelliği de taşıyordu İgzas (Parçaların Türkçe anlamları kapakta verilmişti). Bu albümde Kazım Koyuncu (vokal, gitar), Cafer İşleyen (bass, vurmalılar, flüt), Gürsoy Tanç (gitar), Uğurcan Sezen (tuşlular), Zülfikil Murat Dilek (davul), Mahmut Turan (tulum), Metin Kalaç (kayıt), Mehmedali Barış Beşli’den (vokal) oluşan grubun, doğayı katledecek Çamlıhemşin’deki Fırtına Deresi’nin üzerine yapılacak santrale karşı kampanyayı desteklemesi de İgzas’ın diğer bir özelliğiydi.

Grup 2000′lerin başında dağılınca, kuruculardan Kazım Koyuncu yoluna tek başına devam etmeyi kararlaştırdı ve solo albümleri Viya (2002) ile Hayde’yi (2004) yayımladı. Anadolu Rock’a kayan soundla ürettiği müziği kısa sürede büyük ilgi görüp, yaptıkları geniş kitlelere tam ulaşmaya başlamıştı ki hastalandı Koyuncu. Akciğer kanserine yakalanmıştı.

Pes etmiyordu; tedaviyi sürdürürken üretmeye devam ediyorduı. Ancak günden güne direnci zayıflıyordu; adına düzenlenen konsere çıkamamıştı. Sonunda 25 Haziran tarihinde ajanslardan şöyle bir başlık düştü: ‘Karadeniz’in genç sesi sustu’

Müzik vazgeçilmez bir yaşam kaynağı idi onun için. Devrimci mücadele ise onun kendi ifadesiyle “tarihin akışını düze çıkarmaya çalışmak”, “savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar, kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar, yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar, yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar” görmemek için, insanlaşmak için üzerinde yürünmesi gereken uzun bir yoldur. Çocuk yaşında tanıştığı mahpushane, dört ay misafir edecektir onu İstanbul’da. Ama ne gözaltında gördüğü işkence ne de dört aylık mahpusluk durdurur onu insanlığın aydınlığa olan yürüyüşünde.

21 Ocak 2008 Pazartesi

Pir Sultan Abdal

Karanlık, ıslak, soğuk bir zindanda geçti puslu kış. Elleri, ayakları, boynu zincire vurulmuş, sessizce ölümü bekliyordu. Bir darağacında sallandırılacağını biliyordu ama kimseden aman dilemiyordu.

İran Şahı İsmail' in kırk bin yandaşının ismini ''deftere'' yazdıran, yetinmeyip başlarını vurduran Yavuz Selim' in ardından, oğlu Kanuni de Anadolu Alevileri' ni kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Ve işte bu delikanlı günlerinde o, dizelerinden eksik etmedğini 'şahına' soruyordu.

''Güzel şah'ım çok yerlerden görünür,
Aslı nedir niye verdin Bağdat'ı''

Yıllar sonra başına neler geleceğini bilmiyordu elbette bu sözleri söylerken. Padişaha karşı ayaklananların arasına katılıp tutuklanacak, Sivas Valisi Deli Hızır Paşa' nın önüne çıkarılacak, Paşa ona içinde şahın adının geçmediği üç şiir söylerse salıverileceğini bildirecek ama sazını eline alan ozan gönülsüz kelimelerle methiyeler düzmektense karşısındakine,


''Hızır paşa bizi berdâr etmeden,
Açılın kapılar Şah' a gidelim,
Siyaset günleri gelip yetmeden,
Açılın kapılar Şah' a gidelim''

diye başlayacaktı söze ve geri gönderilecekti Sivas Kalesi içindeki zindanına.

Hızır paşayla tanışıklığı gençlik yıllarına dayanıyordu bir rivayete göre. O sıralarda paşa değildi henüz Hızır. Komşu köy Sofular' dan yola çıkıp Banaz' a gelmiş, Pir Sultan' ın tekkesinde müridi olmuş ve yedi yıl sonra birgün şöyle demişti ona:

''Pirim herkes himmetinle bir makama oturuyor. Bana da himmet et, büyük adam olayım, ben de bir makama varayım.''

Pir Sultan dalmış düşünmüş, düşünürken gülümsemiş, sonunda ağzından şu sözler dökülmüştü: ''Ben sana dua ederim, sen büyük adam olursun. Olursun da bir gün gelir başımı vurdurursun''. İzniyle tekkeden ayrılan Hızır İstanbul' a gitmiş, padişahın sarayına girmiş, çok geçmeden paşa olup Sivas Valiliği' ne atanmıştı. Ne var ki halkına zulmeden paşadan 'illallah' demişti kısa süre içinde halk.

Büyüklenen Hızır Paşa bir gün masa donatıp Pir' ini yemeğe çağırmış ama konuğu lafı döndürüp dolaştırmadan onun haram yemeklerini değil kendisinin, köpeklerinin bile yemeyeceğini söylemiş, derken paşanın kadılarının adıyla çağırdığı köpekleri de gelmiş ama yemeklerin yanına bile yaklaşmamıştı. Bu durum karşısında kendisini iyice aşağılanmış hisseden Paşa hiddetlenmiş ve emir vermişti askerlerine:

''Asın!''

Söylenen o ki Pir Sultan sonraki günlerde söyledi şu dizeleri:

''Yürü bre Hızır Paşa,
Senin de çarkın kırılır,
Güvendiğin padişahın,
O da bir gün devrilir.''

Umrunda değildi ki onun bağışlanmak... Kim bilir kaç kez Alevilik' ten cayması için baskı yapılmış ama o itaat etmeyip her seferinde aynı karşılığı vermişti:

''Dönen dönsün ben dönmem yolumdan...''

Göze almıştı ölümü, çünkü ölüm özgürlüktü. Tutsaklıktı öteki türlüsü. "Öyle değil böyle söyle" diyenlere, dilindeki, yüreğindekini inkâr ettirip onu kendilerine benzetmek isteyenlere, kitaplarına uydurdukları adaletsiz kurallarını Tanrı'ya maledip onu günahkâr belleyenlere, usanmadan 'iman etmeye' davet edenlere, 'çok' oldukları için 'az' olanların üstüne yürüyenlereydi isyanı.

20 Ocak 2008 Pazar

Native Flute Ensemble - Spirit Wind [2007]



1. Drummers Journey
2. Red Hawks Rattle
3. Calling the Spirits
4. Sacred Spaces
5. Healers Melody
6. Cosmic Tree
7. Hunting Spirit Rock
8. Spirit Wind
9. Invoking Hawks Spirit
10. Offerings Against an Empty Sky
11. Guardians of the Medicine Pipes
12. Flutes of the Heart
13. Flute and Drum Quest
14. Flesh of White Corn