27 Ağustos 2012 Pazartesi

mutlu/luk

"dünyanın en büyük mutluluğu başlamaktır" - pavase



aynayım
senin hayallerine, içerlerimde baktıkça
hatırladıkça
kırılıyorum,
kanıyorum,
ağlıyorum.
...
...
...
seneleri biten,
yolları hatırlatan bir şuur bende,
seni hatırlatan,
pencerelerimi nemlendiren 
şuur 
amorf bir bilinç
var bende
yüreğimde bir sızı
aklımda senin çamurdan izlerin
kendimi vaftiz ediyorum
başladım.

26 Ağustos 2012 Pazar

mono/fuck/lar - 1

garip bir yaratılma hikayemiz var. bence yaratıcı da kendisinden şüpheli....

ne diyordu hayyam;

beni özene bezene yaratan kim? 
sen! ne yapacağımı da yazmışın önceden. 
demek günah işleten de sensin bana:
öyleyse nedir o cennet cehennem?

biz piç miyiz?

25 Temmuz 2012 Çarşamba

damla


özlem - e ... 
....kişi kala...

anne-m

saçının parıltısına 
şafak söktüğüm annem.
bir dokunuşuyla 
kuruyan hayallerimi 
şahlandıran seni
dilime kesiyorum 
isminin heceleriyle.

bu kuruyan çölün ortasında
bir umut eser...
kuruyan yaprak
ardından gökten düşen,
bir çift damla gözyaşı.
yeşeren tohum
çatlamış toprağın kalbi-ni yarıp,
güzün ayazına inat
kurşun dökerek 
toprağın uterusunda 
çoğalır...
bir arının iğnesiyle yayılır.
kabzası ağaçtan olan 
toprağın üzerine dikilen,
rengarenk çiçekli gelin ağaçların üzerinde,
kurşunu yeşeren tohumlar ile...
saplanır hayallerle toprağa yeniden.
beklenen bin yıllık sevda...
susar priapos.
hafif bir tüberkülozun ardından,
durur mu kurşun kabzasında
gözden fırlar göz yaşı,
yanakları yalar da süzülür.
kısa mesafeli,
uzun düşünceli bir maratondur bu.
içinde neler neler yeşeriyor.
esme rüzgar,
gürleme sema...

bırakan, bıraktıklarıyla anılmaz.
sinemizi dolayan yorgunlukla baş başa,
bir ölüm uykusunda,
abdest alırda gideriz.

....

tohum güneşin rengine 
kurşun dökerek büyür
döl, 
anaların rahmine saplanarak 
büyüyor,
ve biz dünyada,
kalarak piçleşiyoruz.
tıpkı kağıttan gövdesi kıvrılmış gemiler gibi,
dik başlayıp,
eğri biten bir sefer gibi olan 
hayatlarımızda olduğu 
gibi.
...
..
.

13 Temmuz 2012 Cuma

esrik bir akşam ertesi...


sevmek için genç ölmek için geç...

geçiştirdiklerim ile yaşamımı hep gözardı ediyorum. 
dilimi, dilim dilim eyledim. 
damağımda esrik bir akşamdan kalmalık var. 
annemin o taze nane katıklı çorbası yok 
bu soğuk diyarda. 


umutsuz ve kırgınlıkların sempatizanlığı mevcut burda.
yıldızların boyları dünyadan büyük bu 
yarım yamalak insanların yüzlerinde bilinçsiz bir mutluluk
bir nevi garip bir karnaval.
elimde bir toplu iğne,
etrafımda ise balonlar,
ve ben,
kerberosum.

söz ile fuzuliyi,
gam ile sevdayı anarım,

"...eksik olmaz gamımız bunca ki, bizden gam olup gamlu gider,  her gelen şad gelip yanımıza..." 

son.
boğazda bekliyordum seni,
elimde papatyalar, 
mevsimlik,
dilimde gelevera deresinin serinliği,
yüz paçalarımdan su sızarken,
kalbimdeki çatlaktan kaybettiklerimi saklayamıyorum.
dilimi kırıyor ve bugün
doluyorum.
dilimdeki 
tüten
düş/
tü.


6 Temmuz 2012 Cuma

kendimi okuyorum.../sevgilimle

kendimi okuyorum...



dilime pelesenk olmuşların düşbazıyım. içerimde sakladıklarımın kurbanıyım. bir kölelik yaşamı. hep birilerine ait olduğunu hissetmekten dolayı, kendin olamıyorsun. sırtında taşıdığını zannettiğin dünyayı, hep sen büyütüyorsun. göremiyorsun ileriyi. adım atarken birilerine bağımlı kalıyorsun yaşamında. ürkütülerek hep büyütülüyorsun. korkuların teması, hep aynı tüm insanlık için. coğrafya ayırt etmiyor. dil, din, ırk demeden seni bir güzel sıradanlaştırıyor.



sınıflara, sınırlara, sorunlarla bölünüyorsun. içerileri boş edilgen faktörler senin nefes almanı zorlaştırıyor. gülemiyorsun. hayatın en güzel eylemlerini yapamıyorsun. aşkı onların istedikleri kalıpların dışında yaşadığında ise, onlarca şizofren bir platonik olarak nitelendiriliyorsun. kimseye umut, hiç bir kalbe kalem olamıyorsun. bireyler kaybolup, yerlerine kalıp aşklar gelmiş bugün. sıradan ve bayağı görülen eski anlatılan aşk eylemlerinin yerini bugün sadece iki tema kaplıyor.

- sex

- gelecek



endüstriyelleşiyor hayat. bireyler köleleşiyor. bağımlı ve özgürlüğün ne olduğunu bilmeyen yarasalara evrimleşiyorlar. rakamlar ve sayılarla birlikte, metalaşıyoruz. devlet memuru mantığıyla üretimden öte isteğe hizmet ediyoruz. değerlerimiz oluşmuyor artık kendimize özgü. kendimizi ne kadar iğrençleştirip, satarsak ve ne kadar değer biçip onların kevaşesi haline getirirsek kendimizi, bize o kadar saygı gösteriyorlar. boris vian'ın, mezarlarınıza tüküreceğimin ana karakterine büründüğünüzde, onların normal de günah dedikleri, kutsal kitaplarında belirledikleri yapılmaması gerekenleri yaptığımızda, alkış tutup, onların idolü haline geliyorsun. bir garip halet-i ruhiye bu.

ruh sağlığını yitirmiş insanların yarasalaştığı bu dünya da yalnızlaşarak kendimi okumak; üzerimi çizmek, yağmurlu bir havada kafamı geriye atıp gözlerimden süzülen yağmur damlalarını içerime almak en güzel hayat eğlencesi. kendine bir kütük parçasından baston yapmak gibidir hayat. sabır ve ince bir işçilik ister. emek olmadan, zorluklar aşılmadan, hiç bir acı sindirilmeden bir yere gelemiyorsun. yeri geldiğinde temasını yitirmiş hayatınızdan ayrılmaktır yaşamak... 




anlamı ise: sol anahtarsız güftelerin mevcutluğudur. zaman dizlerinizin altından kayar da gider ya, toprak tepenizde kubbe olur. dilinizi dişlerinizle parçalamak istediğiniz pişmanlıklarınızın hatıratlarında; tutamadıklarınız, söyleyemediklerimiz için biçilmiş bir garip acıdır bu şizofrenlik. tıpkı aşağıdaki monologtaki gibi:

-kaç kere kendimi ifşa ettiysem sana, bugün o kadar fazla öldürüyorsun beni. 

-ben seninle bir gelinciğin kırmızı duvaklı narin yapısını oluşturmuştum.

sevgilim/e.


-son-

29 Haziran 2012 Cuma

insanlık çürük bir vişne

- aşk mücadele etmeden alınan, çift kişilik bir mutluluk kisvesi.

- kevaşe popülizm monologu bu.



 kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi. öleceğini bile bile yaşadığını unuttuğunu vurmamıştım yüzüne o an! /

Özdemir ASAF



zaman bir bardak suyun içerisinde ve o bulunduğu bardaktaki titreşimler gibi. dudaklar değdikçe azalıyoruz. eller yüreğimizin çeperinden tuttukça içimiz kirleniyor. ve bizler git gide dayatılan oluyoruz. bir çürüme algoritmasıysa yaşam, biz bunun her bir kademesinde fahişe oluyoruz otoriteye... yağlı götlerinin üzerinde oturupta dünyanın sahipleri olduğunu sananların, imitasyon, kopyala - yapıştır kültürlülükleri çoğalıyor. espriler bireyi yok etmeye yönelik... ve biz bunlara köreliyoruz. onları ali'leştirip - kendimizi bu boktan çemberin içerisine dahil ediyoruz. kısacası peyderpey yaşam ellerimizin arasından bizim olmaktan, yaşamda biz olmaktan çıkıyor. mekanikleşiyor ve tüketime dayalı bir forma gidiyor duygular. gözlerimiz kapalı ve kulaklarımız ile hiçbir şeyi duymaz duruma gelmişiz.

.....
.
bu defaten olmadı!




amorf dilimizin dualarıyla...



yaşadıklarımızı öyküsel bir dille anlatıyoruz etrafımıza. bireyin kendine özgü yaşamının denetlenmesi, gönüllü bir hale indirgendi. anlamsızlık burdan şekilsizleşti. hangi hacme dolmaya çalışsa, her bir taraftan kaybediyoruz. tümleç, edat, yüklem, özne... her şey birbirine dolanıyor. hayat anlamını yitiriyor. sevdalar ekonomik ölçütlerin kurbanı oluyor / ediliyor. insanlık çürük bir vişne tadını alıyor. ardından yok oluyoruz. kelimelere kanartıyoruz içimizi. bileklerimizi jiletleyen hatıralar, göz pınarlarımızı çağıldatıyor. gülümsemeler şüphe ile, utanılarak yapılıyor. dokunduğunda aldığın haz kalpten öte güdülerine boplum denen erken ölümlü şeyin içerisinde. ya sistemin getirdiği hayatın içerisindeki düzene ayak uydurarak ya da monotonlaşmadan ruhsal bunalımlarımızla hayatlarımıza son veriyoruz çeşitli metalar ile...boyun eğdiriliyor / eğiyoruz. zaman git gide çürüyor. sonbahar yaprakları gibi insanlık aşağıya savruluyor ve yerde üzerindeki derin çatlakların dayanılmazlığıyla yok oluyor.

neden!

değişememekten. değiştirememekten, değişime kapalı olmaktan. kültürden uzak durmaktan. abdal'ın dirençli hikayesine bi haber olmaktan. hacı bektaşi veli'nin çilesini tatmamaktan dolayı bu kabul ediliş.... boyun eğiş.

unutmamaktır başlamak.







aksi takdirde:

/bu dünyada zamanımızı birbirimizi öldürerek ya da birbirimize taparak geçiririz. "senden nefret ediyorum. sana tapıyorum." yol almaya devam ederiz; depoyu doldurur, sonra yeniden doldururuz; kendimizi var kılmak en büyük zevklerdenmişçesine, her şey söylenip her şey yapıldıktan sonra bu bizi ölümsüz kılacakmışçasına, azgınlıkla ve bedelsiz olarak kendi ömrümüz içinde bir sonraki yüzyılın iki ayaklısına dönüşürüz. öyle ya da böyle, öpüşmek de kaşınmak kadar kaçınılmazdır. /

fedinand celine


hatıraları, okutur satırları bize. kelimeler bize psikolog olur yazılarda. dimağımızı çınlatır fuzuli, ferdinand celine ve özdemir asaf gibi... ve dimağımıza, yaratılmışların mesajcılarına inat;

/ hz. insan' a muhalefeti icabı onu yürüyüşünden eğlemek / eğlenmekdirmek isteyen dünyanın sunduğu gül kokulu şarapların yerine, kan içmeyi seçtim; işret meclislerinde sazlar eşliğinde neşeli kahkahalara gark olmak yerine, yalnızlığın kuytu köşelerine çekilip tek başıma feryad - ı figan eylemekle yetindim... /

fuzuli


size tavsiyem ise; hayatınızı ne değşirin ne de değiştirmelerine izin verin...

sadece sunulmuşların ve yarattıklarınızın kölesi olmayın!


flört - akustikhane



kelimeler...


kifayetsiz kulların düştüğü popüler aşkların ardındaki sözcükleri ifade eder endüstriyel müzik. flört gibi popülist algılı bir kelime ise doğrunun eşiğine götürüyor bazen sizi!

16 Haziran 2012 Cumartesi

giderken!


zaman dizlerimin altında. toprak tepemde. dilimi dişlerimle parçalarım. tutamadıklarım, söyleyemediklerimin acısı...bir garip şizofrenlik benimkisi. kaç kere kendimi ifşa ettiysem sana, bugün o kadar fazla öldürüyorsun beni. hiç mi düşünmedin giderken!

11 Haziran 2012 Pazartesi

hey/e/lan


heyelan


bir kelime
bekliyor
tepede….

bir çığlığınla
düşecek
ve…

diğerlerinin önünü açacak
o gizli heyelana
yol olacak.

söyle
ne!

8 Haziran 2012 Cuma

grup abdal - bir ay doğar

zaman öyle anda damarlınıza jilet olur ki...diliniz titrer. yüreğinizden dökülemeyenler göz yaşlarınız ile beyniniz tarafından paketlenip yanaklarınız üzerinden dışınıza atılır. işte bu sıkıntıdır. en iyi rehberi ise türküdür.

seyirle!



deja vu!

a: tanrı'nın öldürmenizi emrettiğini söylüyorsunuz ama tanrı öldürmez ki?

b: tanrı musa' nın kavmini öldürdü. insanoğlu bir tecavüz sonrasında, dünyaya gelen sadık piçlerdir!


1 Haziran 2012 Cuma

bu gece


ayrılık kokusu var havada;

nefesime çöreklenen sen, boğazıma doluyorsun beni. kendimdeki bilinçsiz davranışlar... çekip götürdüklerin arasında piçleşmiş hayaller. bakire meryem göz yaşları yastığımdakiler. ve gece de kulağıma, yastığımın dibine gizlediğim eşsiz sığırcık kanatlarının şarkısı, beynimde dolanıyor. 


kulağıma dizimlenen imgelerimdeki haz...

benden gizlediklerini, bana daha iyi betimliyor. korkuyorum. kendi ikizimi kaybetmekten - her yaptığımı topuklarımdan yere doğru uzanıp, taklit eden karanlık çarşafım - gecede, nereye gidiyor bilmiyorum. garip bir seyyah. kendini, gecede gizleyen, gündüz de benim imitasyonum olan seyyah. her şafak ile topuklarıma prangalanıyor yine...




yeniden sabah olacak ve su ile dolu bu kabın üzerine gökyüzü gelecek...

yavaş yavaş terleyecek su, kabın çeperlerine doğru. kendi içerisine kamikazeler saplayacak, su. ve ölüm kendini yalnız hissettiğinde beni alacak koynuna. en son zinamızı o gece yapacağız onunla. dudaklarıma hançerlerini değidirip, bedenimi yakacak teni ile...



gitmeliyim bu gece;

...bir amaç uğruna, yüreğime dokunmalıyım intiharım ile. öncelikle göğsümde beslediğim çiçeklerime sularını vermeliyim. yasemin kokulu rüyalarımın titrettiği zihin kalıntılarımı restore edip, içimde ikamet etmeliyim bu son  gecede. 

ve dün, bugünden yine farklı olacak. 

ya da tıpkı o ünlü hamlet tümcesi gibi:

OLMAK YA DA OLMAMAK!

...septikliğine gömülü kalacak.

...işte bu boktan küf kokulu bedeni, sadece yalnızlık gömleğimin sığacağı bir valiz gibi alıp gitmeliyim, bu gece.

birşey deme...

kork benden. çünkü benim küçük hayallerimde, sonbahar yaprakları arasında cellatlık yapan rüzgarlarım var gecelerimde...

öptüm gamzenden.


7 Mayıs 2012 Pazartesi

d/b ilimin delisi

delilik sevgilim,



benim sevgimdir delilik. bir sözcük üzerine kurulmuyor, var olanı dürtüyor, eşeliyor, o bölge de yer ediniyor. içerisinde bir ateş ile harlanıyor. kıvılcımları öyle bir hal alıyor ki gözlerime gelinceye kadar, damla damla yanaklarıma serpiliyor. ardından bir iç çekme ile kendimi herkesden kaçırıyorum....



martıların çöpleri karıştırmayı sürdürdüğü sabahlar. kedilerin deniz üzerine kanatlanıp, patileriyle volta attıkları anlarda, garip bir dejavu ile güne yeniden koloninin içerisinde başlamak. onların yaşadıklarına göre hayatını şekillendirmek. onların talimatlarına uyum sağlamak... deliliğe olan sevgimi pekiştiriyor.



sikini eline alıp, duvar diplerine işeyen çocuklardır gerçek hayat. annesinin ağzından dökülen sövgülere rağmen okuldaki deli gömleğini çıkarıp, evin bir köşesine cesaretlice savuran ve sokağa akan çocuktur gerçek hayat. tarlaların içerisinde kamelyalar inşa ederek ortak bir paylaşım alanı yapabilme uğruna çırpınmaktır hayat...

hayat, herşeye inat delice ortak yaşamdır.



fakat bizler, toplumun sadık itleri için,



bir sabah uyanıp, bedenimizin tüm hücrelerini ele geçirmiş devingen bir acıyla uyanız. tek tip toplumsal bireyizdir. tıpkı tahakkümün istediği gibi. ondan sonra böyle, nereye baktığını bilmeyen gözlerimizle her karşılaştığımızda katlanacak bir acımız mevcuttur yaşamımızda, her kendimizle bakışımızda suntadan yapılmış, otorite piçleriyizdir.

jiletin damarımda pabuç süzdürmesiyle....hayat benim zihinmde:



seni sürükleyeceğim. sürükleyeceğim ki, açığa çıkarılamayacak derinliğe hapsedeceğim. poseidon'u kapına bekçi edeceğim. tanımlanabilir gün ve gecelere maledilemeyecek bir sevi karabasanından aldığım pay ile seni zihnimde fahişeleştireceğim.

saygısını bulsun kendi içkin dünyasında herkes. belirsiz "ben"in. yaslı yüreğimin utangaç itirafı:



"SİZİNLE HER YAŞADIĞIM GÜN, BİR GÜN DAHA YİTİRİYORUM..."


20 Nisan 2012 Cuma

suskunluk, köleliğin prangasıdır!

kör bir duvar,


üzerinde kuş tünemeyen hayatın içerisinde kaybolan çığlıklarımızın, birbirine değmediği bir yaşam....
kule diplerinde çektiğimiz şarap şiselerinin dibi kadar küçük dünyamız. taze yarılmış, kıpkırmızı nar taneleri gibi annelerimizin etekleri içerisinden merhaba dediğimiz dünyaya, herşeye karşı köreliyoruz.


sönük bir harın üzerinden geçirdiğimiz ellerimize değen, o sımsıcacık hatıralar ne de güzel zihnimizi besliyor. yüzümüzde aktifleşen kasların arasında gözlerimiz kapalı bir halde gülümsüyoruz, doğa ile kopmamış hayattaki bir insan gibi. ve bir ses müdahale ediyor şuurumuza...

ayakta mı uyuyorsun lan!

...diyerek.

sonuç dünyanın içerisindeyiz.


kirletilmiş, insanların aşama aşama doğadan kopmasına tanıklık etmiş. kendi kendilerini yönetme uğruna doğaya da tecavüz etmiş bir nesiliz. birbirimize karşı herhangi bir sevgimiz olmadığı gibi, doğanın her bir kademesinde körleşiyoruz... asosyal bir yaşam ile endüstriyel metaların translığında şuurumuz çölleşiyor. tek renk, tek dil, tek ruh üçlemesinde sınırlandırılıyoruz. ismini terimsel fahişelikle süslendiriyorlar. ve bizde sessiz kalıyoruz. lal olmuş dilimizin sağnak acısını duyamıyoruz. mevlana'nın dediği gibi kalbimiz deniz, dilimiz kıyıdır...ama kirletilmiş, içerisindeki tüm canlılığı yok edilmiş, militarist, teokratik ve bireyin yaşam hakkının elinden alındığı bir toplumun sadık köpekleriyiz bizler.



emir geliyor ordan burdan, dalga geçiyorlar bizlerle. halkına takla attırıp, yedi göbek ileride doğacak nesillerini bile borçlandırıyor bu canavarlar. görmüyoruz. kör olmaktan, vurdumduymazlıktan başka bir şey bu. nasıl bir temanın içerisinde cümle olmuşuz, belirsiz. bir hiçliğin garip trajedisinden başka bir şey değil yönelimsel yönetim.

korku işte burda başlıyor.



suskunluk, köleliğin prangasıdır!

6 Nisan 2012 Cuma

who are the behinde the walls son of the bitches

işkencenin kaçıncı yıl dönümüdür...

tarifi olmayacak bir düşünce bu. toplum, ahlak, din, para... insan yaşamının formülüzasyonu. temel öğeler sikişmenin metabolizması ile eritilir insan zihninde. direnç, ergitilerek formülize edilir ve seyreltilir hayat. herkes bir turşu bidonu içerisindeki gibi aaynı kokuya ve tada sahiptir. damak artık ekşimiş baskılara bile biat kültüründen karşı çıkamamakta. gitgide ayrışıyoruz. sınıflara bölünüp, zamanın aynı noktasında, farklı devirleri yaşadığımızı zannediyoruz. çok yumuşak bir transkilizan bu. televizyon ve popüler kültürün kondomu olmuş, hayata girip çıkıyoruz. görevimizin hala neyi addedtiğini bilemeyecek kadar koyun sürüleriyiz. kabullenmemek garip bir mübağala....

iyi uykular....

Fucked the All...

30 Mart 2012 Cuma

devr/im

devrim

temiz kalan tek yerdir 
devrim 
bütün bir yıl 
kirlenen duvarda 
ama görebilmek icin 
asıldığı çividen
indirilmelidir 
yapraklari biten 
takvim 
zorbalara direnmektir 
devrim 
bir çocuğun annesinin çantasından aldığı 
paraları altına gizlediğini 
söylememiştir dövülen hiçbir hali 
içinde yaşamaktır devrim 
dikiş kutusunun 
ve toplu iğneler gibi 
bir arada olmayı gerektirir 
karşı koyabilmek icin zulmüne 
makas denilen patronun 
gece ışıklar arasında
koşmaktır devrim 
ateş böceklerini 
yakalamak isteyen çocukların 
peşine takılır gün gelir 
yanıp sönen mavi ışıkları 
polis arabalarının
kağıt bir gemidir devrim 
bütün gemler 
hurdaya çıksa da sonunda 
taşıdığı özgürlük şiiriyle 
batmadan yüzer nicedir 
dünya sularında 
kim bilir kaç yunus görmüş 
kaç DENİZ GEZMİŞ
...

Sunay Akın

23 Mart 2012 Cuma

sana...

yağmur yağdı
ve hiç dinmedi,
büyüdükçe büyüdü
isli ve
yalnız
olmak


biliyorum!

insanın psikolojisinin ne durumda olduğunu sorgulaması, psikolojik bir gerginliğin meyvasıdır diyor kimileri....

belki de doğru.

insanın intihar eğilimini sorgulamanın yerine, onu bu noktaya getiren etmenlerin doğurdukları insanları nerelere parçalayıp uzatıyor onu sorgulamak gerekiyor.

kimeleri televizyondan fırlayanların hayatını arzularken...ben neden börklüceli mustafa'nın yaşamını arzuluyorum.

biliyorum!