31 Ekim 2012 Çarşamba

26 Ekim 2012 Cuma

açlık direnişlerine

çiçekler, parmaklıklar ardından soluyor...
ölüme gülümsüyor güneş.
yıldızlar semah durmuş samanyolu üzerinde.
ve acı yekpare bir halde ağıtlarını dillendiriyor.
her yerde bir emek kıvılcımı,
her hücrede bir özgürlük umudu ile
mücadele inatla devam ediyor.
selam olsun açlığın direnişçilerine...


24 Ekim 2012 Çarşamba

postmodern köle ve aynası


toplum zıvanadan çıkmış. cinayet cinayeti kovalıyor. akıl susmuş ve mefhumlar cehennem! 

bir raks içinde tepinip duruyor. sloganlar yönetiyor insanları. ideolojiler yol gösteren birer harita değil, idrâke  giydirilen deli gömlekleri. aydın dilini yutmuş; namlular konuşuyor. bir kıyametin arifesinde miyiz acaba?  

dünyayı şeytan mı yönetiyor?  

düzeni büyücüler mi bozdu? 

bu kördüğümü çözecek iskender nerede?



tarihlerin tanımadığı bir tahrip cinneti karşısındayız. sosyal bir kuduz veya kanser. bu sinsi, bu kancık, bu  sürekli boğazlaşmaya anarşi demek hata. anarşi saman alevi gibi yanıp söner. her ülkede, her çağda, her düzende belirebilir: fitne, fesat, kargaşa. 

anarşizm desek düpe düz münasebetsizlik.  

anarşizm, bir dünya görüşüdür. tutarlı bir felsefesi, gözüpek havarileri, ölümle alay eden kahramanları vardır. anarşizm, hürriyet aşkıdır; insanın asaletine ve yüceliğine inanıştır; tek kusuru hiçbir zaman gerçekleşmemiş    ve gerçekleşemiyecek olması. anarşizm avrupa' nın rezil ve yalancı medeniyetini yok edip bahtiyar bir çağın yaratıcısı olmak hülyâsıdır.



nihilizm?

nihilizm, anarşizm' in çarlar rusya' sında aldığı isim. 

batı, bizim yaşadığımız faciaya şahit olmamış ama  başlayacak diye tir tir titrediği bu felâketin adını koymuştur:  anomi.  anomi: şuursuzluk. anomi, bütün değerlerin tepetaklak olması, çürüyüş, çöküş...



aydının görevi: karanlıkları aydınlatmak. yazık ki o da kasırganın içinde. sokaklarda kardeşleri, çocukları  boğazlaşırken soğukkanlılığını nasıl koruyabilir!

evet, ama görev görevdir. önce kafalardaki keşmekeşi dağıtmağa; metafizik birer orospu olup çıkan kaypak, hain, aldatıcı mefhumlara ışık tutmağa çalışalım. bu  araştırma  zifiri  bir  karanlıkta  çakılan kibrit... 

kuledeki nöbetçinin feryadı:

şeytan' ın gücüne inanmak lazım. gördüklerimizi şeytan' ın işi diye vasıflandırmaktan başka çıkar yol yok. mavera inancını yıktı şeytan. insanları kibirlerinden yakaladı. tanrı' dan ne farkımız var demeye başladılar. ve şeytan içimizde uyuklayan aşağılık insiyakları şahlandırdı: "hırs, tama'ı, altın aşkı." bu insiyakların doludizgin at koşturacakları bir iktisat düzeni ilham etti: kapitalist ekonomi.



...bir facianın kronolojisini çiziyor meriç. yaşamımız git gide metalaşıyor. birbirmize pragmatist ilişkiler ile yaklaşıyoruz. insan kendi doğasına zarar veren yegane düşüncesiz canlı. bunun temelindeki olgu ise doyumsuzluk. bedenindeki doyuramadığı o sapık azgınlık'ı, sosyal yaşamına yansıttığından bu duruma geldik. güç ve iktidar çatışkısı.

foucault'u dinlerken: cinsellik ve cinsiyet konusunda burjuvazi kendini önceleri görkemli bir bedenle, itibarlı bir hakikate adamış olsa bile daha sonra bunları toplumun geri kalan kesimlerine sıradan bir hakikat ve alın yazısı olarak kaktırmıştır. bu simülark burjuvazinin teni üzerinden, muhtemelen cildini de eriterek akıp gitmiştir. bu yeni sarmal ya da cinsellik simülasyonu. bu, birincisinin yerini almış olan yeni cinsel gerçeklik, yitirilmiş gönderenler sistemi* (*muhtemelen pornonun varlık nedeni tam tersine o grotesk hipergerçekliği sayesinde, bir anlamda, gerçek cinselliğin hala yaşadığını kanıtlayabilmek amacıyla bu yitirilmiş referans sistemlerinin yeniden harekete geçmesini sağlamaktır.)  -gerçekte belli bir biçime sokulmuş olan, bilinçaltı adlı mitin uyumlu görüntüsünden başka bir şey değildir. ne kadar da büyüleyicidir.

sonuç olarak. bugün insan yarattığının kölesi olmayı çok iyi başarabiliyor. ölümler kölelikle başlıyor. ve milyonlarca postmodern köle doğuyor bu kapitalist sistemde.işte böyle bir köle

padişah' ın kölesidir
tilkiden kurnazlığını çalmış  
maymundan oyunculuğunu aşırmış  
köpekten kuyruk sallamayı öğrenmiş  
kediden yaltaklanmayı 
yılandan soğukluğu çekip almış  
kargadan leş yemeyi kaldırmış  
sinekten pis olmayı 

işte böyle bir köle 
padişah' ın kölesi 
kötünün kötüsü 
bir köle 



kaynaklar: bir facianın hikayesi - cemil meriç / foucault' yu unutmak - jean baudrillard / destanlar - afşar timuçin

22 Ekim 2012 Pazartesi

sifon (+18)

sınırlar...

yaprağın,
dalında aşağı süzülmesi,
dilinizin 
dişlerinizi 
ağzınız ve duvarları
arasından dışarı
ittirmeye çalışması,
beyninizdeki imgelemlerin ağırlığı,
ve sevgi paydaşçısının 
şuursuzluğu...

bir sözsüzlük zinciri kırıldı.

bir garip BOKtan 
ezginin eleştirisi

etik bireye göre değişiyor.
toplum bunu gizleyerek
farklı bir halde göstermeye çalışıyor.
eğitimsiz öğretmen orduları 
sistemin sadık hizmetkarı,
sorumsuz ve sorgusuz...
birey olamayan,
pesimist bir palyaço
yeni ergenleşmiş bir kızın 
kendi seks hayatını keşfetmeye başlaması
yaptığınız anallar ile 
gelinen acayip toplumsal 
etik çıkarımlar
kör ediyor bireyi...
genelleştirilmiş ahlak ile
modanın ellerini kıçlarına yapıştırıp,
popüler kültürün üzerlerinde 
gidip gelmeleri onların kevaşe yaşamlarının, 
genel teması...
farklılıkları,
yalanlarıyla kandırdıkları,
suçlu pedagojisi ile kazanılmış 
masum kokorozdur bu kişiler aslında.
toplu görünen ama 
birbirlerinin aynıları
bir garip sahne bu.
fight club'ın son sahnesindeki
yarrağı sıvazlar...
bu kişiler ömürleri boyunca.
başkalarına da gösterdikleri
boktan,
çürümüş
kokuşmuş
iç içe geçmiş yaşamlar ile
zombiliklerinde boğulurlar...

giden boku temizleyen 
sifon'a

senin boktan hayatının ölü toprağını bokumla gübreliyorum!


16 Ekim 2012 Salı

muteber sikiş(+18)


genelin yaşam anlayışına göre bir edepsizlik alıntısıdır. yazım yanılgıları, insan algısıdır. hayat yanılgısı ise tecrübe ile sınanır.

Crispin Sartwell - Edepsizlik, Anarşi, Gerçeklik


hayatı sevmek ve dünyayı sevmekle bağdaşan post-etik değerler geliştirme sürecinde, edepsizlik ve ihlal nosyonlarını keşfettim. her ahlâki iddia neyin nasıl olması gerektiğini yani, mevcut kurulu haliyle dünyanın böyle olmaması gerektiğini söylediğinden, şeytana uymak şeylerin olmasına imkân tanımaktır.



bu anlamda, ahlâk kurallarını çiğnemek bir ayin olabilir.



batı kültüründeki karakteristik ihlallerin hepsi bedenselliğin olumlanmasıdır. nasıl belli başlı dinsel kültür disiplinlerini doğuran şey, çömezlerin bedenlerini aşma yönündeki nafile çabalarıysa, her türden edepsiz sözcük de bedeni yeniden hatırlatan bir şeydir. 



bir gezegenin yüzeyinde koşuşturup duran memeli hayvanlar olduğumuzu bize hatırlatan her şey muteberdir. sikişmek muteberdir, "siktir" demek de.

30 Eylül 2012 Pazar

acı/tan' a


"...aşk, mutluluk şarkısına dönüşen bir yalnızlık çığlığıdır, yüce aşkla beraber, olağanüstü, ulvi harikuladelikler insan yaşamının bir parçası oluverir, onun sayesinde, ten ve kafa birbiri içinde erir. aralarında tam bir uyum kurulur... artık öncesi gibi değildir insan, ani bir değişime uğramış, tene bağlı duyguları ruhani bir boyut kazanmıştır. benzer bir değişim, karşımızdaki insanda da gerçekleşir. kendisi olmaktan çıkmıştır kişi, umut edip bekleyen birisi yerine, yepyeni bir hayata başlayan bir başkası vardır karşımızda. sizi gerçekten tamamlayan insanla karşılaşmışsanız, hiçbir ayrılık, hiçbir kopuş düşünülemez artık... yüce aşk, bu iki değişik insanın birbiriyle sağladığı uyumdur." - jurnal syf:13



...ben bu toplum tarafından, ruhumu bütünleyecek bir ruhun kürtaj ile alındığını düşünüyorum. yarim mecnun gibi kayboldu diyen, göğüsleri cıvıl cıvıl kızların olmadığı düşleri kuruyorum ütopyalarımda. sessizce ağladığım gecenin, döl yatağına gönderdiğim her bir gözyaşım farklı bir his ile gelişiyor. ben susmanın en eşik aralığındayım. geceyi gündüz ile çarpıştıran bir ruhsuz ordusu ile yaşıyorum. defalarca göğsümün, despotluğu ile geride kalan kalbimin işlediği suçlar yüzünden kendi zihnimce cezalandırıldım...!



hayat bir diyalog. kalp ve beynin bitmez savaşı arasında kalmış, anlaşılmazlıkların ve zaman bilincini yitirmiş bir aralık... yaşıyoruz. gündüz ile gece arasında. neden. yüksek pamuk topuklu ayakkabılar giyen prensesim yok benim hayatımda. elleri nasır tutmuş, yediği dayaklardan ve ağlamaktan ses telleri kalınlaşmış annem var. hayatımın tam merkezinde, yaşadıklarını bize bir garip tiyatral oyun gibi anlatan annem. vurupta üzülen ve ardından göz yaşlarıyla tenimizi pansuman eden meleğim... yazılacak çok mektupların denemesi bu düşler...



asılı kalmışım bir garip bilinmezliğe. annemden kesilen bağımdan sonra ilk defa alıştım. bırakıp giden bir ruh fahişesinin, sadece beni kendisi gibi kokutamadığı için bu noktadayım. ama bir yerlerin ötesindeyim. yalnızlığın özleminin, taze kekik kokulu, akasya yumuşaklığında esen bir meltem rüzgarıyla taradığı saçlarımın telleriyle hayatıma bağlıyım. ben kendim hakkında duyulan şüphelerin haksızlığında, ensiz yaşamlarıyla zamanımı dolduran gündelikçilere siktir çekiyorum artık. 

yeri biz bekledik 
ahiret uyurken 
ateş, 
yaşlı da olsan
ancak seninle döndü 
o eski şaşkınlık 
geçerli zamana,
işte güneş 
eski hatır günlerinde 
iki gözkapağı altında battı çocuk 
çocuksa 
ufku da görür.
evimizin üstünde parladı sessizlik 
ve suskunluk ağladı
babam şimdi öldü, 
kökler kuru, 
ve yıllar ölü.
-ölüm şiir'inden / adonis -


karanlığın sesini gün batımına kadar gizlersin acıtanı.

28 Eylül 2012 Cuma

sadece bu / edip cansever

bak göreceksin 
nasıl da ayrılmak istiyoruz sonra 
nasıl da kaçmak istiyoruz 
birbirimizden 
yeniden 
yeniden
yeniden 
yeniden 
hazırlanıyoruz 
sanki bir güzelliği ödüyoruz 
belki bir güzelliği ödüyoruz.

1 Eylül 2012 Cumartesi

Bataklık - Dip Kültür


Defterler - Kitaplar - Bizler'e dair yeniden...

www.batakklik.wordpress.com

27 Ağustos 2012 Pazartesi

mutlu/luk

"dünyanın en büyük mutluluğu başlamaktır" - pavase



aynayım
senin hayallerine, içerlerimde baktıkça
hatırladıkça
kırılıyorum,
kanıyorum,
ağlıyorum.
...
...
...
seneleri biten,
yolları hatırlatan bir şuur bende,
seni hatırlatan,
pencerelerimi nemlendiren 
şuur 
amorf bir bilinç
var bende
yüreğimde bir sızı
aklımda senin çamurdan izlerin
kendimi vaftiz ediyorum
başladım.

26 Ağustos 2012 Pazar

mono/fuck/lar - 1

garip bir yaratılma hikayemiz var. bence yaratıcı da kendisinden şüpheli....

ne diyordu hayyam;

beni özene bezene yaratan kim? 
sen! ne yapacağımı da yazmışın önceden. 
demek günah işleten de sensin bana:
öyleyse nedir o cennet cehennem?

biz piç miyiz?

25 Temmuz 2012 Çarşamba

damla


özlem - e ... 
....kişi kala...

anne-m

saçının parıltısına 
şafak söktüğüm annem.
bir dokunuşuyla 
kuruyan hayallerimi 
şahlandıran seni
dilime kesiyorum 
isminin heceleriyle.

bu kuruyan çölün ortasında
bir umut eser...
kuruyan yaprak
ardından gökten düşen,
bir çift damla gözyaşı.
yeşeren tohum
çatlamış toprağın kalbi-ni yarıp,
güzün ayazına inat
kurşun dökerek 
toprağın uterusunda 
çoğalır...
bir arının iğnesiyle yayılır.
kabzası ağaçtan olan 
toprağın üzerine dikilen,
rengarenk çiçekli gelin ağaçların üzerinde,
kurşunu yeşeren tohumlar ile...
saplanır hayallerle toprağa yeniden.
beklenen bin yıllık sevda...
susar priapos.
hafif bir tüberkülozun ardından,
durur mu kurşun kabzasında
gözden fırlar göz yaşı,
yanakları yalar da süzülür.
kısa mesafeli,
uzun düşünceli bir maratondur bu.
içinde neler neler yeşeriyor.
esme rüzgar,
gürleme sema...

bırakan, bıraktıklarıyla anılmaz.
sinemizi dolayan yorgunlukla baş başa,
bir ölüm uykusunda,
abdest alırda gideriz.

....

tohum güneşin rengine 
kurşun dökerek büyür
döl, 
anaların rahmine saplanarak 
büyüyor,
ve biz dünyada,
kalarak piçleşiyoruz.
tıpkı kağıttan gövdesi kıvrılmış gemiler gibi,
dik başlayıp,
eğri biten bir sefer gibi olan 
hayatlarımızda olduğu 
gibi.
...
..
.

13 Temmuz 2012 Cuma

esrik bir akşam ertesi...


sevmek için genç ölmek için geç...

geçiştirdiklerim ile yaşamımı hep gözardı ediyorum. 
dilimi, dilim dilim eyledim. 
damağımda esrik bir akşamdan kalmalık var. 
annemin o taze nane katıklı çorbası yok 
bu soğuk diyarda. 


umutsuz ve kırgınlıkların sempatizanlığı mevcut burda.
yıldızların boyları dünyadan büyük bu 
yarım yamalak insanların yüzlerinde bilinçsiz bir mutluluk
bir nevi garip bir karnaval.
elimde bir toplu iğne,
etrafımda ise balonlar,
ve ben,
kerberosum.

söz ile fuzuliyi,
gam ile sevdayı anarım,

"...eksik olmaz gamımız bunca ki, bizden gam olup gamlu gider,  her gelen şad gelip yanımıza..." 

son.
boğazda bekliyordum seni,
elimde papatyalar, 
mevsimlik,
dilimde gelevera deresinin serinliği,
yüz paçalarımdan su sızarken,
kalbimdeki çatlaktan kaybettiklerimi saklayamıyorum.
dilimi kırıyor ve bugün
doluyorum.
dilimdeki 
tüten
düş/
tü.


6 Temmuz 2012 Cuma

kendimi okuyorum.../sevgilimle

kendimi okuyorum...



dilime pelesenk olmuşların düşbazıyım. içerimde sakladıklarımın kurbanıyım. bir kölelik yaşamı. hep birilerine ait olduğunu hissetmekten dolayı, kendin olamıyorsun. sırtında taşıdığını zannettiğin dünyayı, hep sen büyütüyorsun. göremiyorsun ileriyi. adım atarken birilerine bağımlı kalıyorsun yaşamında. ürkütülerek hep büyütülüyorsun. korkuların teması, hep aynı tüm insanlık için. coğrafya ayırt etmiyor. dil, din, ırk demeden seni bir güzel sıradanlaştırıyor.



sınıflara, sınırlara, sorunlarla bölünüyorsun. içerileri boş edilgen faktörler senin nefes almanı zorlaştırıyor. gülemiyorsun. hayatın en güzel eylemlerini yapamıyorsun. aşkı onların istedikleri kalıpların dışında yaşadığında ise, onlarca şizofren bir platonik olarak nitelendiriliyorsun. kimseye umut, hiç bir kalbe kalem olamıyorsun. bireyler kaybolup, yerlerine kalıp aşklar gelmiş bugün. sıradan ve bayağı görülen eski anlatılan aşk eylemlerinin yerini bugün sadece iki tema kaplıyor.

- sex

- gelecek



endüstriyelleşiyor hayat. bireyler köleleşiyor. bağımlı ve özgürlüğün ne olduğunu bilmeyen yarasalara evrimleşiyorlar. rakamlar ve sayılarla birlikte, metalaşıyoruz. devlet memuru mantığıyla üretimden öte isteğe hizmet ediyoruz. değerlerimiz oluşmuyor artık kendimize özgü. kendimizi ne kadar iğrençleştirip, satarsak ve ne kadar değer biçip onların kevaşesi haline getirirsek kendimizi, bize o kadar saygı gösteriyorlar. boris vian'ın, mezarlarınıza tüküreceğimin ana karakterine büründüğünüzde, onların normal de günah dedikleri, kutsal kitaplarında belirledikleri yapılmaması gerekenleri yaptığımızda, alkış tutup, onların idolü haline geliyorsun. bir garip halet-i ruhiye bu.

ruh sağlığını yitirmiş insanların yarasalaştığı bu dünya da yalnızlaşarak kendimi okumak; üzerimi çizmek, yağmurlu bir havada kafamı geriye atıp gözlerimden süzülen yağmur damlalarını içerime almak en güzel hayat eğlencesi. kendine bir kütük parçasından baston yapmak gibidir hayat. sabır ve ince bir işçilik ister. emek olmadan, zorluklar aşılmadan, hiç bir acı sindirilmeden bir yere gelemiyorsun. yeri geldiğinde temasını yitirmiş hayatınızdan ayrılmaktır yaşamak... 




anlamı ise: sol anahtarsız güftelerin mevcutluğudur. zaman dizlerinizin altından kayar da gider ya, toprak tepenizde kubbe olur. dilinizi dişlerinizle parçalamak istediğiniz pişmanlıklarınızın hatıratlarında; tutamadıklarınız, söyleyemediklerimiz için biçilmiş bir garip acıdır bu şizofrenlik. tıpkı aşağıdaki monologtaki gibi:

-kaç kere kendimi ifşa ettiysem sana, bugün o kadar fazla öldürüyorsun beni. 

-ben seninle bir gelinciğin kırmızı duvaklı narin yapısını oluşturmuştum.

sevgilim/e.


-son-

29 Haziran 2012 Cuma

insanlık çürük bir vişne

- aşk mücadele etmeden alınan, çift kişilik bir mutluluk kisvesi.

- kevaşe popülizm monologu bu.



 kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi. öleceğini bile bile yaşadığını unuttuğunu vurmamıştım yüzüne o an! /

Özdemir ASAF



zaman bir bardak suyun içerisinde ve o bulunduğu bardaktaki titreşimler gibi. dudaklar değdikçe azalıyoruz. eller yüreğimizin çeperinden tuttukça içimiz kirleniyor. ve bizler git gide dayatılan oluyoruz. bir çürüme algoritmasıysa yaşam, biz bunun her bir kademesinde fahişe oluyoruz otoriteye... yağlı götlerinin üzerinde oturupta dünyanın sahipleri olduğunu sananların, imitasyon, kopyala - yapıştır kültürlülükleri çoğalıyor. espriler bireyi yok etmeye yönelik... ve biz bunlara köreliyoruz. onları ali'leştirip - kendimizi bu boktan çemberin içerisine dahil ediyoruz. kısacası peyderpey yaşam ellerimizin arasından bizim olmaktan, yaşamda biz olmaktan çıkıyor. mekanikleşiyor ve tüketime dayalı bir forma gidiyor duygular. gözlerimiz kapalı ve kulaklarımız ile hiçbir şeyi duymaz duruma gelmişiz.

.....
.
bu defaten olmadı!




amorf dilimizin dualarıyla...



yaşadıklarımızı öyküsel bir dille anlatıyoruz etrafımıza. bireyin kendine özgü yaşamının denetlenmesi, gönüllü bir hale indirgendi. anlamsızlık burdan şekilsizleşti. hangi hacme dolmaya çalışsa, her bir taraftan kaybediyoruz. tümleç, edat, yüklem, özne... her şey birbirine dolanıyor. hayat anlamını yitiriyor. sevdalar ekonomik ölçütlerin kurbanı oluyor / ediliyor. insanlık çürük bir vişne tadını alıyor. ardından yok oluyoruz. kelimelere kanartıyoruz içimizi. bileklerimizi jiletleyen hatıralar, göz pınarlarımızı çağıldatıyor. gülümsemeler şüphe ile, utanılarak yapılıyor. dokunduğunda aldığın haz kalpten öte güdülerine boplum denen erken ölümlü şeyin içerisinde. ya sistemin getirdiği hayatın içerisindeki düzene ayak uydurarak ya da monotonlaşmadan ruhsal bunalımlarımızla hayatlarımıza son veriyoruz çeşitli metalar ile...boyun eğdiriliyor / eğiyoruz. zaman git gide çürüyor. sonbahar yaprakları gibi insanlık aşağıya savruluyor ve yerde üzerindeki derin çatlakların dayanılmazlığıyla yok oluyor.

neden!

değişememekten. değiştirememekten, değişime kapalı olmaktan. kültürden uzak durmaktan. abdal'ın dirençli hikayesine bi haber olmaktan. hacı bektaşi veli'nin çilesini tatmamaktan dolayı bu kabul ediliş.... boyun eğiş.

unutmamaktır başlamak.







aksi takdirde:

/bu dünyada zamanımızı birbirimizi öldürerek ya da birbirimize taparak geçiririz. "senden nefret ediyorum. sana tapıyorum." yol almaya devam ederiz; depoyu doldurur, sonra yeniden doldururuz; kendimizi var kılmak en büyük zevklerdenmişçesine, her şey söylenip her şey yapıldıktan sonra bu bizi ölümsüz kılacakmışçasına, azgınlıkla ve bedelsiz olarak kendi ömrümüz içinde bir sonraki yüzyılın iki ayaklısına dönüşürüz. öyle ya da böyle, öpüşmek de kaşınmak kadar kaçınılmazdır. /

fedinand celine


hatıraları, okutur satırları bize. kelimeler bize psikolog olur yazılarda. dimağımızı çınlatır fuzuli, ferdinand celine ve özdemir asaf gibi... ve dimağımıza, yaratılmışların mesajcılarına inat;

/ hz. insan' a muhalefeti icabı onu yürüyüşünden eğlemek / eğlenmekdirmek isteyen dünyanın sunduğu gül kokulu şarapların yerine, kan içmeyi seçtim; işret meclislerinde sazlar eşliğinde neşeli kahkahalara gark olmak yerine, yalnızlığın kuytu köşelerine çekilip tek başıma feryad - ı figan eylemekle yetindim... /

fuzuli


size tavsiyem ise; hayatınızı ne değşirin ne de değiştirmelerine izin verin...

sadece sunulmuşların ve yarattıklarınızın kölesi olmayın!


flört - akustikhane



kelimeler...


kifayetsiz kulların düştüğü popüler aşkların ardındaki sözcükleri ifade eder endüstriyel müzik. flört gibi popülist algılı bir kelime ise doğrunun eşiğine götürüyor bazen sizi!

16 Haziran 2012 Cumartesi

giderken!


zaman dizlerimin altında. toprak tepemde. dilimi dişlerimle parçalarım. tutamadıklarım, söyleyemediklerimin acısı...bir garip şizofrenlik benimkisi. kaç kere kendimi ifşa ettiysem sana, bugün o kadar fazla öldürüyorsun beni. hiç mi düşünmedin giderken!

11 Haziran 2012 Pazartesi

hey/e/lan


heyelan


bir kelime
bekliyor
tepede….

bir çığlığınla
düşecek
ve…

diğerlerinin önünü açacak
o gizli heyelana
yol olacak.

söyle
ne!

8 Haziran 2012 Cuma

grup abdal - bir ay doğar

zaman öyle anda damarlınıza jilet olur ki...diliniz titrer. yüreğinizden dökülemeyenler göz yaşlarınız ile beyniniz tarafından paketlenip yanaklarınız üzerinden dışınıza atılır. işte bu sıkıntıdır. en iyi rehberi ise türküdür.

seyirle!



deja vu!

a: tanrı'nın öldürmenizi emrettiğini söylüyorsunuz ama tanrı öldürmez ki?

b: tanrı musa' nın kavmini öldürdü. insanoğlu bir tecavüz sonrasında, dünyaya gelen sadık piçlerdir!