29 Kasım 2012 Perşembe

maximum increment

bazen hiç kapanmayacak yaralarımızı anı katlederek pansuman ederiz.
eski defterlerin yırtık sayfalarından silinmeyenler, yüreğimizi kanatır.
ve sevda bir destan gibi olan yüreğinizi ondan alır.
tıpkı tahir ile zühre'nin sevgisi gibi...

afşar timuçin


sevgi denen şey yücedir.
onuruna yediremez sönmeyi,
sevgi denen şey,
kendini horlamaz.
benimsemez yolundan dönmeyi.

sevgi denen şey sonsuzdur.
ne zaman tanır,
kendine ne de yer 
kendini hiçbir şeyde sınırlamaz. 
sevgi denen şey,
sevgisizden korkmaz 
direnir 
doğru sayar kendini
tek yücelik bilmeyi


p.s: bir yüreği delik, herşeyi kendi klozet genişliğindeki dünyasıyla eşleştirir.


27 Kasım 2012 Salı

arafın tepesindeki yasak elma.


arasak bulamayız gölgemizi
hangi suya baksak namevcuduz.
(cahit sıtkı tarancı)

ölü duvarların gerisinde...
gündüz ve gece,
güneş ve ay,
özgür ve mahkum
diye ayrılmıştı 
hayat.

kah gülerek,
kah ağlayarak,
bazen isyan ederek,
bazen kopuşlar ile...
soluksuz maratonlar
gelip gibi gidiyor 
yaşam.

arıyoruz.
yolculukları bir türlü sonlamayan seyyahlar 
gibiyiz hayatta.

damarlarımızı çalımlayan
jiletlerin ağzı kadar keskin hayat.
hayata olan bağımlılığımız kadar ince 
bakışlar.
aynı tonda çalan,
iki farklı makama ait olan türkü 
gibidir
insan ve hayat.

sev.
sevgimi yaşayabilmen için 
ayaklarındaki iplerden kurtul,
sökül geçmişinden,
geleceğindeki cennetin hurisiz,
sadece ikimize ait olan kısmını düşün.
oyluklarımı dolduracak hayaline izin verde çırpınsın 
yüreğimdeki senin cennettinde.

korkma ve gör.
secdenin alınyazısına değdirdiğin zihnin ile 
düşün.
mutluluk ne.
düğüm düğümlendikçe 
yüreklerimizde,
hurçın bir karadeniz gök'ü oluşur.
ve biz
biribimizden koparız 
sevgilim.
tıpkı betimlemelerdeki 
çiftler gibi.

arafın tepesindeki yasak elma.



gündüz balıkçısı ve hamaktasallananfare konuşmaları - 1

hayatımızın her döneminde, mekanik bir hayatı yaşıyoruz. bunun sebepleri nedir diye incelesek ve tartışsak ne sonuçlar çıkartabiliriz. kendimizin efendisi olmamız gerekirken, hep birilerine hizmet eden moronlar halinde, duyarsız hareket ediyoruz. yani hiçbir şekilde bir eylem gerçekleştirmiyoruz. 

gündüz balıkçısı ve hamaktasallanan fare dialogları:

hamaktasallananfare: 

düşünce hurriyeti ile içeri tıkılan bir eşber yağmurdereli örneği bu ülke de varken, nasıl da ileri demokrasiden bugün bahsedebiliyoruz balıkçı. 

gündüz balıkçısı: 

iktidarın ilerlediği sadece nasyonalistlerin savunduğu tekdüze bir yaşamın sürüldüğü, anti - demokratik saçmalıktır. düşünmek ve özgür fikirler belirtmek tabuları yıkar. bu yüzden böyle sistemelerin tek amacı zümreye hizmet etmek ve tahakkümün dediğini kabullenecek, kendini düşünecek bireyler yumurtlamaktır vajinalarda. ama bir gerçek vardır ki: "dile ket vuranın başına, düşünce tokmak olur.

düşünceler dans eden, tango kadınları kadar kıvrak ve estetiktir. doğru temellendirildiğinde, kimse onları sınırlayamaz ve önüne geçemez. hacimsiz ve yoğundur. sınırladıkları, engelledikleri taktirde, kaybedip köle bir toplum onların gelişmemesine en iyi gelecek örneği, olacaktır. apolitik ve vurdumduymazcı bireycilik, kabullenmektir. bu insanların çok uzun süreçlerden geçmesi sonucu oluşturulan bir dönüşümdür. darbeler bunları hazırlayanların en iyi silahıdır. insanın, ne ekerse onu biçmesi ise bugün kü militaristlerin ve ordunun düştüğü durumdur. 

gelecek üzerine söylemlenmiş bu söz, çok doğru basmakalıp bir sözdür. bugün kü sürece gelene kadar yıllarca görülen tehlikeler; "komünistler geliyor, din elden gidiyor olgusuyla emperyalizm ayakta kaldı. onlar için savaşanlar ise anarşist, komünist, sosyalist veya ateist olarak içeri tıkıldı. ya da yaşları büyültülerek idam edildi (bknz.: erdal eren) ya da çeşitli işkencelerden geçirtilerek yedi göbek sülalesine korku aşılandı (bknz.: dersim katliamı ile katledilenlerden arda kalanlar)"

...nereye gelindi?

insanların birbirinden uzaklaşması; sürekli bir korkunun, zihinlerinde tahakküm etmesi, empoze edildi. ve okumanın hastalık, araştırmanın sakatlık doğuracağı dayatması ile insanları asosyalleştirdiler, faşistleştirdiler ve doğadan koparıp, dünyanın bilmem kaç metrekare ile sınırlı olmasının renkli dünyasını enjekte ettiler bilinçlere. bireyin önemi vurgulanırken, toplumsal yaşama ve paylaşma hakkının zararlı ve insanca yaşamanın suç olduğunu benimsettiler. 

son: köle toplum! 





23 Kasım 2012 Cuma

serçe' nin semahı -1

barry godber korkunun tablosunu yaptığında, insanın en titrek ruh halini görmüştü.



sahilden, geceleyin kumsala düşen istiridyelerin korkusunu yaşar insanoğlu. karanlık çöktüğünde, önümüze ne çıkacağını bilmeksizin, karanlığın içerisinde hızlıca adım atarız. körelip, kimseleri duymayız. midyeler, acı akşamlarda incileri doğurur. karınlarında parıldayan hayatlarından bir parça bırakırlar. onların artıkları, insanoğlunun taptığıdır. tıpkı hallac-ı mansur'u katlettikleri sebep gibi. bu gerçeği onların suratına yapıştıranlara yaptıkları sadece katliamdır. asıl sevgi, insanın ruhundadır. 

...

bir gün hallac-ı mansur'un tavasin' i insanlara çarpacaktır. anlayabilme kademesine erişenler, bu kişilerin ne demeye çalıştıklarını anlayacaklar. işte o zaman insanlık çürümüşlüğünün, kokuşmuşluğunun ve hiçbir fayda getirmeyen belirsizlik dolu yaşamlarının nasıl da bir boşluk içerisinde, yok olmuşluğa, gittiğinin farkına varacak. çünkü içlerindeki ruh, kevaşe edilmiş ve başkaları taarafından köle edilmiştir. özlerini yitirmişlerdir. 

:::: hallac-ı mansur'dan ::::

yürek bir et parçasıdır; bundan dolayı tanrı bilgisi, orada yer almaz, çünkü tanrısal bir şeydir. 

anlayış, iki mantıksal ölçüye sahiptir; uzunluk ve genişlik. dinsel yaşamın iki kuralı vardır: sözlü kurallar ve yazılı kurallar. yaratılmışların tümü, göklerde ve yerdedir. ama tanrısal giz, ne uzunluğa, ne de genişliğe sahiptir; ne göklerde, ne de yerde bulunur; dışsal biçimlerin içinde değildir, ayrıca sözlü ve yazılı kurallarla ulaşılan içsel hedeflerde de değildir. 

"ben o' nu, kendi gerçekliğiyle biliyorum"

...diyen bir kişi, kendi varlığını, amaçlanan' ın varlığından üstün kılar; çünkü bir şeyi, asıl gerçekliğiyle tanıyan kişi, ondan daha güçlü olur. 

ey insan! 

yaratılmışların içinde, zerre' den daha küçüğü yok ve sen onu algılayamıyorsun. zerreyi bile tanıyamayan insan, bu zerreden daha algılanamaz olan o' nu tanıyabilir mi ?



dışarıda bırakılan şey, ölümlüler tarafına gider; içeride bırakılan da, öz bilgisinin tarafında kalır. gizem, kendi özünü gizlemiştir. düşüncelerden, saptırıcı amaçlardan ve unutkanlıktan kopuk ve uzak kalır. gizeme erişmek isteyen, onlardan korkar ve onlardan korkan, kendini onlardan kurtarır ve uzaklaşır. gizemin doğu' su batı, batı' sı doğu' dur. yeri ise, en yüksek dünyanın yukarısında değildir; en aşağı dünyanın aşağısında da değildir. 

gizem, var olan şeylerden uzaklaşır; hep tanrısal süreklilikle birliktedir. patikaları dardır ve hiçbir yol ona ulaşmaz. anlamları belirgindir ama ona götüren bir kılavuz yoktur. duyular onu hissetmez ve insanların tamamlamaları ona erişemez. ona sahip olan, yalnız kalır; onunla karışan kuralların dışına çıkar; ondan soyunan , kör olur ve kendini ona bağlayan yıkıma uğrar. onun parlaması, kesintisiz akan su gibidir, kaynayan bir pınardır; esintisi boldur; oku delicidir ve fırlatıldığında gücü kesilir. ondan korkan, dünya işlerinden el çeker ve dikkatsiz seyirci olur. 


::::hallac-ı mansur'dan::::
....

insan dünyanın yaprakları arasında kaybolmuş bir kuyu. kendi içerisine bakmaktan ürken, serçe titrekliğindeki ruhunu otoritenin yaşamına kevaşe etmiş bir kaybedilmişlik.

dünya...

"dilsiz ve soğuktur binlerce çöle açılan bir kapıdır dünya. insan senin yitirdiğini yitirirse, bir yerlerde duramaz bir daha."  - F. Nietzsche

işte bu yüzdendirdir seyyahlığımız. kaybettiklerimizden dolayı diyaframımızda oluşturamadığımız o hüngür hüngür ağlama isteği bundandır. şehirlerin ışıltılı gürültülerinden hoşlananların dünyası, bu yüzden popüler ve vurdumduymazdır. hepsi o delik, kararmış yürekleri ile, hayata hep kinayeli yaklaşır. ama ruhlarında taşıdıklar yamalar söküldüğünde birilerince, en gizli duygularının irini akar zihinlere...




bu olgunlaşmışta, güneşte çatırdamış sarma yapraklarına benzer. üzerlerindeki vadilerinde dolaşan çakallara takılan düşünceleri ile insan, dünyanın beş parasız dilencisidir bugün.

sonuç: yok!

kaybeden bir gölgenin öyküsü, onun fiziksel varlığının altında kalmasıyla biter. toprak bir kusma kesesi gibi anaç ve tanrının yüreği kadar ölçütsüzdür.

umut etmek ve yaşama hiç bir şey yapmadan medet ummak, dilencilikten başka bir şey değil de nedir?





20 Kasım 2012 Salı

kapitalist sistem



Sombart'a  göre,  kapitalist  dönemin  kötü  yönü  ne  politikasi,  ne  iktisadiyati.  Insan, mukaddeslerinden  koparilmis,  maddî  hazlar  pesinde  kosmaga  mahkûm  edilmistir.  Suç,  ne patronda,  ne  isçide,  ne  makinada...  Çagdaslarimiza  böyle  bir  yasayis  tarzi  kabul  ettiren: Seytan.  Marksizm  de,  Kapitalizm  de  ekonomi  çaginin  ürünü.  Al  birini  vur  ötekine.  Ikisi  de insandisi, ikisi de maddeci. Babil kulesinde yasiyoruz Sombart'a göre. Avrupa insani dogru yoldan uzaklasti... Bir buçuk asirdir Avrupa'da ve Amerika'da olup bitenleri anlamak için Seytan’in gücüne inanmak lâzim.  Gördüklerimizi  Seytan’in  isi  diye  vasiflandirmaktan  baska  çikar  yol  yok.  Mavera inancini  yikti  Seytan.  Insanlari  kibirlerinden  yakaladi.  Tanri’dan  ne  farkimiz  var  demeye basladilar. Ve Seytan içimizde uyuklayan asagilik insiyaklari sahlandirdi : “Hirs, tama'i, altin aski.”  Bu  insiyaklarin  doludizgin  at  kosturacaklari  bir  iktisat  düzeni  ilham  etti:  Kapitalist ekonomi. 

- Cemil Meriç