Aforizma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aforizma etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Kasım 2011 Pazar

geleceğe doğru gölgeleme...e' ye(+ 18 leştirilmiş duygulara)

konuştuklarımı bir deftere yazıp, defterin sayfalarıyla tüm vücudum da vadiler açsam. 



yeniden başlarken...

kan damlaları şahlanıpta, birbiriyle anal seks yaparaktan çarşaf eder vücudumu. intiharın neden cehennemle cezalandırıldığını düşündün mü hiç. sana bileğimi kestiğim o gün nasıl buraya geldiğimin anekdotunu parçalamaya çalışacağım, kelimelerin üzerine boşalarak.



benim gövdem iri ama kalbimin ailesel darlığını genişletendi o.- bu yüreğimi paspas edip, nefretimi kendime kusturandı... - rüyam olduğunu, hayatıma giripte nüfusuma can katacağını dillendiriyordu. çekingen, dokunduğumda elmaya dönüşen o bebek pembeliğindeki yanaklarıyla...

olmadı. ve gitti.



geriye bakıpta göz kapaklarımın içinden dışarı süzülen çiğ damlaları, yanaklarımı yalar da dudaklarıma iner usulca. sesim düğümlenir ve hep içte eskide, dışta günü arşınlayan bir şizofren hale dönüşürsün. ya ben işte bunu sonrasında bir hayli sert bir şekilde yaşadım... bir hastalık monologudur bu. karşındakinin dinlemeyişi buna yöneltir seni. nefret tek kişilik dayandırma ve suçunu başkasına yaftalama şizofrenisinden başka birşey değildir. 

aslında siz üç kişi başlarsınız ilişkinize. bir sen, bir o ve birde çevre....

önce iki kişi olarak başladığınızı sanıp, alice' in renkli dünyası gibi çeşitli imgelerle dolar hayalleriniz... gerçekliğinizde birbirinizi kavrar ve sürekli meraklanmalar, titreşimler, öpüşürken çeşitli kasılma reaksiyonları gerçekleşir. 

hayat bu nokta da müşterek ve müteşekkir gözükür gözünüze. ama diğer yandan zaman acayip bir morfindir. herşey değişir ve gelişir....


irkilmenin z halidir. bir döngü. başlangıç ile sonun arasında gidip gelmedir. mastürbasyon yaparken utanıpta onun hayalini kurmaz ama bir çok tanımadığınız insanın hayaline tecavüz edersiniz. onlarla fiziksel olmasa da zihinsel sürtüşmelerle hayatınıza teneffüs etmelerini olanaklı kılarsınız. olgunlaşma sürecinde gösterilen bu negatif gelişimin sebebi gizli yaşama, toplumsal kurallar, ahlaki genellemelerdir...

sizi bir kılıfın içerisinde, sınırların gerisinde tutar. 

hayatınız artık çevrenizin yaşamıdır. onların dedikleri, düşündükleri, söyledikleri, kuralları sizsiniz / öyle olmalısınızdır. bir devlet memuru mantığıdır bu. ne kadar biat, o kadar cihatın sessiz halidir diye kendini avundurur, insanoğlu. karşı koymak dogmalarla birlikte sadece garip bir marijuana mutluluğu verir. onlara göre.



ölüm başlar. sıkça camın kenarına gelirsin ya da sakat kalıpta ölmezsem diye geri çekilirsin. bireysel silahlanma için karşıt dururken hayatın mutluluğuna karşı, bir silah ile toplumun bireyi olmaya doğru giden yola düştüğün için kendini suçlar ve alnında metalin dilinden gelen o soğuk havayı hissedersin. en güzeli ne diye ararsın. bir noktada bağımlılıklarından feragat ettin mi kararını verirsin. işte bende o gece verdim ( verecemde )

en güzeli bıçaklamak. kendini bıçaklamanın hazzı bir başkadır. karnına doğru inceden, bedeninin perdesini aralayarak girer. bir sıcak his dolar teninde. acayip bir sıcaklık hissidir bu. suskun ve yavaşça gelen. birden soğuk ve mat bir duyguya döllenirsin. sonunda ise cenabet gidersin. işte buda intiharın sonucunu cehennem ve günahla ilişkilendirir. abdestlenmeden, kefensiz ve duasız gömer bu sittiğimin toplumu seni...

we need break mate...

kim cenabettir sence...

bekle...

[geleceğe doğru gölgeleme...e'ye (pafta a)]


29 Ekim 2011 Cumartesi

heyelan...

bir kelime
bekliyor
tepede....

bir çığlığınla düşecek
ve...

diğerlerinin önünü açacak
o gizli heyelana
yol olacak.

söyle

ne!

27 Ağustos 2011 Cumartesi

bitli pirenin direnişi...

bir kelebek etkisi bu....

başkalaşım geçirdikten sonra bir gün yaşayacağını bilerek yaşamak. insan uçarak kendini güvenli hisseder. bunun için çeşitli devinimlerden sıyrılarak, farklı yapılara bürünür. tüm canlılar aslında böyledir. en güzeli mutsuz olmaktır. 



...tezatlık başlar.

ölüm insanın kendisinden kaçması sorgugusuyla, her daim zihnimize nüfuz eden bir sinerjidir. kimileri inanır veya inanmaz. ama bizlerin en iyi yaptığı olgu yaşamdan kaçmaktır. terimlerin, ideolojilerin arasındaki ermiş kaşar gibi süzülürüz. olaylar bizi evriltir. düşünceler ise bir örümcek ağı gibi şuursuzlaştırır bizi. kötü.

tut dedim ucundan....

ama hep göbeğine yasladım kulağımı. yüzüm hayatın atlası olmuştu. suratıma hep değişik olduğunu sanan rüzgarlar çarpsa da hepsi birbirinin şekil olarak farklı, öz olarak aynı imitasyonuydu. bir bok kuyusu yaşamı bu.



ses çıkartanların sesi, bağırsakların gevşemesi sonucu ortaya çıkardığımız, osuruk sesine benziyordu. ölmüşüz, öldürüyoruz boya kalemlerini. artık hiçbir çocuk pastel dünya renklerini bilmiyor. boyaları birbirlerine karıştırarak hayal kurmuyor. ps3, internet, feyzbuk....



temalarda günlük.

neyse: son demde bir kaç kelimeyi seviştirelim. en güzel türkü ise bu .

ben hiçbir şeye inanmamaya başladım. günü kurtarmaların bu kadar popüler olduğu boktan bir dünyada, osurmanın verdiği dayanılmaz hafiflikle uçan bu kadar penguenle yaşamak bana intiharı düşündürtüyor.

...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. ama diğerlerinin umrunda değil.

git.


22 Temmuz 2011 Cuma

Sil/dim

caddelerle ve lağımlarla, azizelerle ve orospularla, kahramanlarla ve ketum insanlarla, dilencilerle ve götü boklu üstü takım elbiselerle kuşanmış yavşak insanlarla ve bütün bunlara inat her şeyin farkında olan delilerle dolu foseptik hayata işemek...

hepimiz bu şizofreniyle dünyayı beceriyoruz....
aslında bu bir sanrı. imgelerimizin içerisinde bile ona karşı işlediğimiz bu kendi, kendimize gerçekleştirdiğimiz tecavüzün suçundan kaçıyoruz. nereye... bir boşluğun kenarına.... insanın tepenin kenarından, boşluktan gelen o çekici nefesi koklaması... zamanın üç-beş köpeğin uluması olduğunun dayatması beistir. bir çokları bütün kuralların insan yaşamını düzenlediğine inanırken, birçokları da bu kuralların insanlara yöneticilerin dayatması olduğunu söylüyor... ama hepsinin unuttuğu insanın kendi yarattıklarına köle olma sorunsalı...bu sorun insanın aklına; insanın kendi kendine tecavüz etmesi için mutlaka birşeyler geliştirdiği manyaklığıyla yaşadığını düşündürtmekten başka birşey  getirmiyor.


piçler bırakıyoruz...

düşüncesizliğimizden ötürü, fakirleştirip, dünyayı körleştiriyoruz...toplumların konuk olduğu topraklar, çölleşiyor. geçmişin bizim olduğunu unuttuğumuz kadar, geleceğin çocuklardan aldığımız bir miras olduğunun farkında değiliz. umarsız ve duyarsızca parçalıyoruz. acıma duygusundan öteleşerek boktan bir hayat felsefesi oluşturuyoruz gelecek için. bu yaşam bizim elimizle öizdiğimiz bir sembolist yaşam...ne kadar kalem varsa, onun kadar silgi ya da temizleme malzemesi var...yeterli olan istemek. hadi başla.
Sil

12 Haziran 2011 Pazar

all street have to live with childs

hepimizde piç bırakılmış bir çocuk hikayesi var...

neresinden tutarsan tut, bu boktan hayatın bir noktası eline yapışıp pişmanlığı doğuruyor. bir sokak hikayesi: 

bu hikaye acı bir ağıt içermektedir. insanlığın ağıtını içermektedir. bu ağıt çürümeyle gelen deformasyonun nasıl bir etkiye sahip olduğunu bize buram buram dayatmaktadır. kısaca bu hikaye sokakta başlar, evlerimizin içerisinde devam eder... evveliyeti olan düşüncesizliklerin önüne geçilmediği zaman hayat zararlarını toplumdan çıkarır. zaman geçmişten günümüze gelmektedir. gök yüzü giderek ağır bir sanayi kokusuyla sevişmektedir. bu kokuyla sevişmekten öte, kapitalin tecavüzüne uğramaktadır hayatlarımız. ve bizler suskun saksağanlara dönerek şakıyamıyoruz doğruluklarımızı. nasıl başladı derseniz çok basittir; 

sokaktan... 

temeli sokaktan çocukların koparılmasıyla başladı. mekanik bir sistem. önce çocukları kopardı sokave ktan. sesi yok etti kaldırımlarda. toza bulanmış bir gençliği yok şimdilerde kimselerin. kaldırımlar piç bırakıldı. çöpleri değerlendiren bir guruh yok yollarda. sigara paketleriyle oyunlar düzen, kutu kola paketlerini toplayıp onlardan para kazananlar yok. uçurtmalar yapıp, gökyüzünü renklendiren bir coşku kalmadı hayatta. herşey giderek mekanikleşti ve modernize bir hal almaya başladı. bu beraberinde asosyalizmi, sanal deformizmi doğurdu. 

herşey gelişiyor, herşey modernleşiyor ama insanlar daha ilkel bir konuma evriliyor. ters bir gelişim sürecinden öte birşey değil bu...

unutmamak gerekir ki; her tohum kendi kökenine evrilir. 

sonuç: isyan çocukların sokaktan kopartılmasıyla ütopya haline getirilmiştir. 

hadi güle güle...


27 Mayıs 2011 Cuma

to be slave our lies

...her bir düşünceyi dilde giyindirip, toplumsal alanda dini sembolik hale getirmek yalandır.

konuşmanın yalan olduğunu söyleyen burrows bu yüzden yasaklanmıştır. tıpkı nietzsche gibi:

bizi hala nice tehlikeli serüvene kışkırtan hakikat istemi, filozofların şimdiye dek saygıyla söz ettiği şu ünlü hakikat perestlik... karşımıza şimdiden ne sorunlar çıkardı. bu hakikati isteme!ne tuhaf, ne belalı, sorgulanası sorular! uzunca bir tarihi olmuş. yeni de, henüz başlamış gibi görünmüyor mu? sonunda inancımız sarsıldı, sabrımızı yitirdik, dönüverdik sırtımızı; ne harika değil mi?

GOD İS DEAD!
 

..because we were killed him.

dünyanın bir tarafına güneş doğarken, diğer tarafında güneş toprağa gömülür. ahlaksızlık ve gizemli olaylar işte bu zaman aralıklarında cereyan eder. bunların yönetilmesi insanın iyileştirilmesi yerine, çeşitli kuralların boyunduruğu altında, ormanında hapsedilmesiyle olanaklı hale gelmiştir. tehlike, umutla gerçeğin sıvanacağı sanrısından emin halde, hareket eden bireyin, monotonlaşmasıyla gerçekleşmiştir...
 
 
 
toplumların bir şekilde disiplin altında tutulması, belli zümrelerin işine gelmektedir. saltanat bunun neden gerek ve şart olduğunu geçmişte bize göstermiştir. günümüzde saltanat rejimi, modernize edilerek, imitasyon demokrasi kavramlarıyla yeniden şekillendirilerek, başımıza bir çuval geçirilip, içerisinde yaşamamız için zihnimize empoze ediliyor. toplumsal ayaklanmaların felç bırakıldığı bugün de umutla yaşamak, arşın arşın insanlara; çemberleri içerisinde yaşamaları için salık veriliyor. toplumsal metaforlar her daim geçmişteki gibi en iyi silah. 
 
televizyon, 
cep telefonları, 
bilgisayarlar... 
 
kitle parçalama bombalarıdır. 
 
hadi ölün!
 
 
 
khitruk ne kadar haklıydı adasında.

bu ironik bir süreçte doğmuştur. dünyanın oedipus karakterli olduğu zamanlarda zıtların çatışkısı ile doğan sistemler, bireyi köleleştirmiştir. sorgulayan birey çoğu zaman en iyisiyim ben diyerek, kendini köleleştirmiştir. süreçte devamlı aynı eksende, militanlığını harlandıran düşünceleriyle herşeyin üzerindeki sis tabakası sayesinde, sistematize edildiğinin  bilnçsizliği ile yarasalaşmıştır. gündüzleri uçup, geceleri yataklarında askı olmuştur. bedenlerin bu çürümüş ve kan dolu yapısı kitleselleşrek sokakta tahakküm etmiştir. insanların hayatlarının içerisinde kukla olması; geçmişe olan ilgisizlik, geleceğe karşı olan şuursuzluk ve bencillikten başka birşey değildir. 
 
sonuç olarak: insan sanrılarla hareket edip, kendi tecrübelerinden korktuğu zaman bir çok belayı yaşamaktan kaçınamayacaktır. buna en iyi örnek oedipusun yaşadıklarıdır:

olay insanın, korkularının kölesi olmasıyla başlar: thebai kralı laios ile iokaste' nin oğludur. delphoi kahininin laios' a oglunun onun katili, annesinin de sevgilisi olacagini söylemesi üzerine, kral tarafindan dağda ölüme bırakılmasıyla başlar. bu korkunun raslantılar ve hayatın olaslıklardan oluşması gerçeğini değiştirmemesi sonucuyla oldukça trajedik bir duruma bürünür. çobanlar tarafindan bulun oedipus korinthos kralı polybas tarafindan büyütülür. ergenlik çağına gelince, delphoiye gidip, kahinden doğumundaki gizi açıklamasını ister ve kendi babasını oldürüp, annesiyle evleneceğini öğrenir. bunun üstüne, yurdu sandığı korinthos' a dönmemeye karar verir. philais' te bulundugu sırada yaşlı bir yolcuyla (ki bu laios'tur) kavga ederek oldürür. thebai' nin kapılarına geldiginde, kente korku salan sfenks' in sordugu bilmeceyi çözüp, ödül olarak, laios' un dul eşiyle evlenir. gerçek ortaya çıkınca, iokaste kendisini asar; oidipus körleştirilerek, oğulları tarafindan thebai' den kovulur. kızı antigone rehberliginde yollara düşüp, atina dolaylarinda sırra kadem basar. 

hadi yalanlarımızın kölesi olmaya devam!


20 Mayıs 2011 Cuma

ruhun nazenin korkusu

bizi üzen başka birşey....



tanımlayamadığımız duygular, seyyah olmuş sokakları arşınlıyor. hislerin parçalanmışlığı, cebimizde hatıra olarak serkeş bir halde. sokaklarda bir puştun peşinden giden kadınlara karşı özlem. mevcut yaşadıklarımızdaki dünyanın dümbüklüğüne isyan bu yalnızlık... özlem ki onların estetik bedenlerine, en nadide imgelerini dizimliyor. bir garip edinim bu. karanlık ve puslu bir oda dünya. gitarımın telleriyle  hayatın göz tellerini sullandırıyorsun sen hayallerimde. aldığım uyuşturucular zihnimi sislendiremiyor. anlamsız gülmelerin de bile bir matem havası mevcut oluyor. alkışların, dünyayı umursamamanın içerisindeki o boş ümitsizliğin yanından tutuşturuyor zevzek beğenileri...

mozeralla peyniri yürekli insanlar. 



açlığın ne olduğunu bilmeden, aç parazit duygularını, vakıf olmadıkları hislerde idame ettirmeye çalışıyor. başarısızlık okullarındaki çoban bunlar. büyük bir ablukanın içerisindeki esirleşmiş, kendi öz benliğini yitirmiş, tıkanmışlıklarının arasından sıyrılmaya çalışan ram: dinlendiğin duygular sana ait olmadıkça sen, nasıl özgürlüğü savunabilirsin. kullandığın hayatın bir başkasının vücudundan ödünçlüğü korkusuyla, yüksekten düşmüş, yükseklik korkusuyla cebelleşen bir sevapyedisin sen. korku atlatma oyunu oyna. 


jilet neştere kafa tutuyor. kokuşmuş popüler ütopya bu...

kelimeler yoruluyor, içimizdeki bu boktan migren ağrılarını anlatmaya. göz bebekleri, emeklediği dizleri üzerinden hiç bir zaman diliminde ayağa kalkamıyor. tümünü göster. tümüne doldurduğun acılarından kaçma. kaçtığın yaşamının tasması olmuş bir köleysen sen; zamanın en sefil kevaşesisin....

genç duygularımın içerisinden seçtiğim his formları bunlar. eğilip dudaklarının arasına kenetlediğim dilim ile düşlerini çekiyorum. kadife bir yüzeyde, bir biri üstlerinde gidip gelen, parçalı şizofren bedenlerimizin zamana karşı isyanı bu. nerede durdurduğumuzu bilemiyorum. kuyucu ya da mezarcının uyuz iti gibi hep ölmüş bedenlerin, kefenleri oluyoruz. büyük bir yedinci geminin içerisinde, manasız kısa metrajların başrol oyuncusu oluyoruz.

sözlerin lethesinde, dudaklarımızı nemlendirdiğimiz kenarlarda, yalnız sazlıkların diplerindeki böcek yuvalarında esir hayatımız. bir hoş nazenin hayat... herkesçe mutlu mesut, bencilce yaşam hoş karşılanıyor. ağır sırlarımın yüreğimde oluşturduklarıyla, son damlasını da damarıma enjekte ediyorum sırlarımızın. ardından... 

söyle/mek istediklerimi unutuyorum. düşüncelerimin anal bölgelerine gizemleniyor hayat...sonuçlanıyor: 

" ...ben senin bende ki oluşturduğun duyguların ağırlığında; mutsuzluğumla bile, en narin örümcek ağlarında, cambazlık yapıyorum kelimelerimle..."

sana dair, soyunmuş ruhumun gölgesi...


19 Nisan 2011 Salı

düş]ün[&me

ölüm korkusuyla doğup, yaşama mutluluğuna alışamamak...
parafsızlıkla, tarafsızlıkla idame ettirememek özgür yaşamı.

...yosunlarının dal dal, kayalara dolanması. yengeçlerin kıyı kenarlarındaki deniz fenerlerini infilak ettirme isteği. ağaçların diplerine gizlenmiş solucanların, toprağı nefessiz bırakması. gölün gövdesine dolandığı, çamurlu bir sazlığın içerisindeki o karmaşayı, dibindeki su gibi her yanını saran, etine, kanına saldıran bu gürültüyü görmeyen yarasaların tahakküm ettiği yaşam...



neresindeyim bu labirentin. neresi çıkışı bu kaos deliğinin. yüzü, yüzsğz olan acılarla anlamıyoruz...

çıkılacak bir yüzü, bir yüzeyi yok oysa. bu ses insanın, iğrenç düşüncesizliğinden ötürü bataklaşmış okyanus gönlünün nasılda gölleştiğinin kanıtı. bu bataklığından kurtulmanın tek yolu..."

...yok. bizler kendi kökümüze saran dikenli sarmaşıklarız. dibimize uzanan, içi çürümeyle bezenmiş mutasyonlarız. tanrının yarası, toplumun çibanı, ailenin unuttuğu acılarız. bir otobüs bulmak için, zamanı defalarca kez kesip, doğrayıp yeniden prototiplendirebiliyorken. hayatı bu kadar yaşanamazda kılabiliyoruz.

korkuyorum sodomun hazzına alışık kalan bu sabit hayattan. 

bu sanrıyı kendimde yaşattığım düşüncesiyle, yastığımı nemlendirmiş kafamdaki düşüncelerimle fırlıyorum yataktan. kırmızı noktaları olan göz bebeğimin gebelendiği rüyalar işleyen beyinciğime, isyanlar diziyorum kelimelerimle. olmuyor. kölesi oluyoruz. batırıyorum kürdanları diş etlerime, acıyı empoze ediyorum üzerlerine. çünkü ben rahatsızım. 



küçükken hayal edebiliyorken, büyüdüğünde yasaklanıyorsun. susma payı bu. düşüncelerin yasaklanamazken düş etlerinde, kelimeleri giyindikçe insanlaşıyorlar ve ardından tahakkümce baltalar vuruluyor fütursuzca. çünkü sen toplumun bir ferdisin. toplum ise yanlış evrilmiş, tahakküm pinokyosu haline getirilmiş bir meta. elindeki sen içinde yaşamalısın. 

çünkü sen birey olarak yaşayamazsın.

....
..
.

ardılları kestim. 

akvaryum balığı olmak istemiyorum. oksijeni bile sıvılaştırıp alıyoruz artık. beyaz tozların hayallerine biat ediyoruz. yeşil hayallerin yapaylığına doluyoruz kendimizi. üç yapraklı güller ile seratonin kazanıyoruz. mekanik kevaşeler halinde sokaklarda komutlanıyoruz. 



bizler gerçeksiz, toplumsal yalanların sadık kanişleriyiz. korkuyor ve panik ataklaşıyoruz. gün geçtikçe birbirimizleşiyor ve tel tel çürüyoruz. nedir yosunu denizden çıkaran, yengeci bu kadar militan ettiren olgu. 

düşün?

18 Nisan 2011 Pazartesi

kalbimde çocuksu bir korku

eğer o eski
mübarek tanrı,
devrilip dönen
bulutlar üstünden
mutlu şimşekler
serperse yere
kalbimde çocuksu
bir bağ ve korku,
öperim sarılıp
eteklerini.

J.Wolfgang Goethe - İnsanlığın Sınırları

16 Nisan 2011 Cumartesi

balık olmak hapsolmak değildir

günü üçe bölüp, ortasından başlamak. 



bir çok mekanik yaşamda yoğunlaşmış kişilerin yaşadığı histir bu. herkes bir rotayı takip edemez. ettiği zaman mutlaka engeller çıkar. çıkan engelleri aşanlarda, bir daha ki sefere yeniden engellenir. bu engelleri ezip parçalayan insanlar mevcut yaşamda. böyle kişilerde perde arkasında bırakılırlar. 

neden?

çünkü popülizm kalıcı olmaktan öte, günü geçmişle anımsatmamaktır. nasıl olduğunu hatıra sayfalarımızı kokladıkça, genizlerimizde kimi zaman ağır bir koku gibi, kimi zamanda zihnimizde bizi yeniden doğuran bir duygu yumağı halinde anımsamamıza sebep olur. 

popüler kültür kolay yaşamı, günlük algılayıcılarımızın tahakkümünde geçireceğimiz hayatın gerekliliğini salık verir. isyan, direniş, savaşma, düşünme, aidiyet duygusu olmadan yaşama prototipini şiddetli bir halde savunur. bir çok alt açıklamasını içerisinde barındırır:


isyan olmadan; nasıl bir yatırım yapılırsa halka, halk onu tüketecek ve sessizce verileni hazmedecektir. ihtiyacını kendisi belirleyemeden, komutlarla yaşamaya başlayacaktır. otoraksinin kevaşesi haline gelerek, ruhani dünya rahatlığını imgelendirerek karşıt olmadan, biat eyleme kültürüyle yaşamını süreğenleştirecektir. bu prototip, her totoliter rejimin istediği birey formatıdır. zararsız ve istenendir.


direniş olmadan - bu zincirleme reaksiyon bozulamaz. eğer otoritenin prototipi olursak, kapitalizm için iyi bir katalizör oluruz. bugüne dek kapitalizmin sarsılmaz yapısı bunu iyi ezberlediği, ezberletmeyi de başardığı ve insanları asimile etmeyi başarıyla gerçekleştirdiği için; isyan olmaması şaşırtıcı olmayan bir üründür. bu tahakküm prototipinin yaşamını makyajlamıştır. yaşanmasını da istençli bir halde tüm bireylerin bilinçüstlerinden her türlü tahakküm silahıyla, zihinlere aşılamıştır. televizyonlar, post - modern siyasal yapılar, değerleri kişiye göre evrilmiş felsefeler, sanal deformasyon dünyasındaki asosyal yaşam gerekliliğini hakim kılarak bunu gayet başarılı bir rotada yol almasını sağlamışlardır.


düşüncenin eyleme dökülmemesi; bu sistemin yıkılmaz hükmünü beslemiştir. eşber yağmur dereliyi içeri atan idari yönetimler, bunu çok iyi kanıtlamıştır. izledikleri sistemlerde bunları hatırlamayan bizler, iyi birer piyon haline geldik. asosyal olarak, net üzerinden götürdüğümüz bilmem kaç kişiyiz oluşumlarıyla, düşünmeden, hiç bir eylem yapmadan asosyal bir bünyeyle sadece bulutumsu bir isyancı, direnişçi yapıdayız bugünde. beis olan ise bu imitasyon yapılarında da bile bizim yerimize düşünenlerin, yine tahakkümün sadık köpekleri olduğunu göremeyişimizdir. düşünmek engellenemez ama dile dökülmesiyle birlikte, kelimelerle ifade giyindirildiği zaman yasakçı zihniyetin baltalarına maruz kalabilir. bunun en açık örneği geçmişten günümüze gelen kitap yasaklamalarıdır.


aidiyet duygusu mekanikleşen bireylerde olmayan, gereksiz olarak duyumsanan bir histir. isyancı, direnişçi, düşünen bir insan olarak uğur mumcu, ahmet taner kışlalı, hrant dink ve diğerleri bu hisse sahip oldukları için istanmeyen aydınlıklarıdr. aidiyet duygusuyla, çocukların ne olduğunu görebilmeleri için daimi bir bünye ile yazılarına kalıp sağlamışlardı öznel düşünceleriyle. tahakkümün tuvalet kağıdı olmadıkları içinde prototipler ile katledildiler. bugün olmayan bu gerçek aydınlar sayesinde az da olsa umudumuzu titrek bir halde dik tutabiliyoruz. yaşamın ortasından başlasakta, istediğimiz taktirde, üzerimize çullanan idari çürümüş tahakkümün yaptığı yanlışlara isyan edebiliyoruz. toplumsal bilinç oluşturabileceğimizi tekel direnişiyle gösterebiliyoruz. peki bunları yapabilirken, neden bunları unutuyoruz...



sonuç: balık olmak hapsolmak değildir. balık olmak içerisinde girmek istemeyeceğin bir akvaryumda harakiri yapabilme cesaretidir.

öptüm

13 Nisan 2011 Çarşamba

we have to back at work

merdivenden inerken acınızı kucağınıza alıp yaşamak.

ağlamak ve gülme eylemsizliğiyle acıya hançerlenmek. dilim dilim edilmiş yaşamlarımız, quasimodo' nun imkansız aşkına dönüşmüş. her bir yanımız ateşlenmişte, közlenmeye başlamış. toprağa ayaklarımız kavuştuğunda ağırlaşmaya başlamış yükümüz. derdi, derde katarak ağırlaşmaya devam etmişiz. birbirimizin nefesine dolanırken yapayalnız kalarak asosyalleşmişiz. sanrılarımızın kokusu ile genizlerimiz akmış, göz yaşlarımız yanaklarımızı vaftiz etmiş. bizler kirli doğmuş, temiz ölüyoruz. 

susmak şimdi eylemsizlik. 

söz yaşları ise tanrının gölgesi...

yol boyunca deniz kıyısında firar eden yengeçleriz...

tut. bir ucunu süreğenleştirdiğin köle yaşam nasılda monotonlaştırıyor. nasılda münazaralara konu olmuşta, öbekleriniz parçalanmış. yorumlar, yoğrulmadan yorulmuş ihtiyaçlara dönüşerek, insan için yalanı simgelemiş. biz sizin on iki parmak bağırsağınız gibi değiliz diyen, bir çok düşünce bezemiş metaforlarımızı. ellerimize tutturulan bu absürdlüklere dayanmaz olmuş beyin. korteks şeker tepsisi gibi parıldayan bir raf halinde, sığ ve dümdüz edilmiş.

acı olgunlaştığında kederlendirir. gerçek ise yalanı kurutan metan gibi suratları ekşitir. çamur üstüne bastıkça sıçrar. kendimiz, kendimizi bildikçe suskunlaşırız. dilimiz dile değdikçe, dile dolandıkça çiçeklenir. hislerimiz, hislendikçe, dilde çiçek derildikçe coşkunlaştırılmış hayallerimiz bizi direnmeye mahkumlaştırır:.. korku ise annenin kekik kokulu çorbasının, tadına ulaşamamak, tadını bir daha alamamaktır. bu gittikçe artan temelsiz binanın üzerimize çökmesi, yosunların duygulara sarılması, insanın hislerinden tomurcuklanarak köküne dolanmasıdır.

hayat...

sarmaşık gibi kaç kez kendini dolayacağını bilmeyen şuursuz, bitkisel düzendir. 

...kül kedisi gibi düzenbaz bir hayalperest değil, sömürülmüş bir kızın, ironik kevaşe yaşamıdır. iki açıktan, karanlıktaki umutlu bekleyişi dua ile elde etme sanrısından öte materyalist bir yaşamdır. kül kediliği kandırılmış mahduriyetin hayali mücadelesidir. mücadele etmek ile gerçek olmayanı elde etme güdüsü piç bir batıldır. hayat buna ılımsız, tırnaklarının arasındaki kir kadar gerçek olmayan derinliktir. - sen ne isen "o"sundur. o andan sonra savaşma gelişim için - demek ise basit bir deformasyon önerisidir. tahakküm isteği budur. bunu kabul etmeyen bir koyun ise, şiddetsiz bir zerzeledir yaşamınızda. sadece sizi bulandıran mürekkep balığıdır. eylemsizde olsan gelişirsin demek, pinokyonun uzayan uzvunun burnu olmadığı, düşünceleri olduğu gerçeğini yüzümüze vuran tokatla eşdeğerdir.

kısacası sen ağaç gövdesindeki halkaların, durgun suya düşen dalganın yarattığı o kaos dairelerinin, rüzgarın içerisine aldığı kelebeğin kanatlarındaki dirençsin. hayat neresinden bakarsan, orasından yaşayacağın değil; neresinden başlarsan, orasından tutupta kendince evriltiğindir.

 sevgili.



dip not: we have to back at work.

10 Ocak 2011 Pazartesi

patagonya'nın tutturgaçları

hepimiz kaderimizin üzerindeki günahlarımızı sıvamak için, çamur atarız başkalarına. bunun anlamsızlığı içerisinde hatalarımızı o kadar fazla tekrarlarız ki bu süreç belli bir zaman sonra kendi halinde bir morfine döner. 

ölüm soluksuz içilen bir su kadar kolay akar boğazdan. miden kasılır. vagus sinirin uyarılar gönderir. yüzün morarsa da sen inatla işine devam edersin. işte ölüm, böyle arzulanır bir şeydir.kurumuş et parçaları gibi askıyız bedenimize. 

kargalar uçar maviliklerimizde, akbabalar siperlerde dört gözle mevzilenmiştir. hazır ol!

ben eteneden düştüğümden beri yürüyorum. topuklarım 8 aylıkken çatlamaya başladı. dünyaya ağlıyorum durmadan. aynalara tükürüp, dünyaya burun kıvırıyorum. ben kendi üçyüzaltmışımda yaşıyorum. bencilliyetin boğuk sesi bu. 

tırnaklarımı uzatacak kadar vakitsizdim ben. kalamışta kahvehanenin önündeki çınarda, çok hayal gömdüm. gölgelerim hep değişik boylarda olmadı. güneşe  dik durmayan göğüslerin arzusunu hep yarasanın bakışıyla algıladım ben. keşkelerim hep ölüydü. aydınlıklarım ise bir ara iki karanlıkta doğdu. 

ses sussuz bir devenin çölde dört nala koşabilmesi kadar hızlıdır. dünya aşıladı umutlarınıtopraklarıma. kadınsal bir estetik. kapitalist bir imge bu. koş-tut-sat koşulların tezatlığına sıkışmış sevişgenliktir bu...

kul giderse, tanrı kalmaz.
katl-i vacip ölüm bağır!

arzular, yaralanınca kanar avuçlarına. kalma git uyruğuna. kopar bu oportünist diyardan kendini. gölgen değişimlere girmeden ağla. ruhunu vaftiz et ve arın. sus kulaklarına. bağır diyarlara. isyan sessizlikte beis,karanlıkta zarif durmaz. biriktirdiklerini bozdurmanın kısa çekişmeleri bunlar. içselleşen günahların en kaşar halinin piyonlarıyız biz. sistemin kevaşesi insan. zevk için sevişen totoliter dilleri koparmadıkça unutmayın ki hepimiz bu düzenin supportlarıyız.

patagonya'nın supportları - 1

1 Ocak 2011 Cumartesi

çöplükteki boya kalemleri çizimleri...

bir başlangıcı olması gerekiyorsa şöyle başlar hayat söküklerim:

vivaldi hayatını, bir yetimhanede öğretmenlik yaparken, bestelediği parçalar ile insan ruhuna dokunan duyguları, tüm enternasyonelde yaygın kılarak sürüdü. bunda başarılı olmasındaki sebep ise sadece bilinç ve duyguların sentezi parçalarında hakim olduğundandı. bence bu noktada insan yüzbinlerce yıl görmesine, hissetmesine, duyumsamasına karşın kendi ölümüne alışabilmiş olsa hayatı daha iyi yaşayabilecektir..

yaşam sadece kendi sınırlarında yaşayanların hükümdarlığında olduğundan, çekilmez hissediliyor. 

inatla insan bir çocuğun direnişci, asi, savaşcı ruhunu kirletmeden yaşamalıdır. çünkü bizler onlardan bu dünyayı vesayetle aldık. geleceğe yaşanılır bir dünya bırakmak bizim yaptığımız bir şey değil...onların bize bıraktığı bir mirastır. bu kudretli davranışı her bozan toplum gazaba uğrayacaktır.

şimdiki zamana dair tek bir tümel anekdot kediden kopar gelir: 

"...ürpermiyorum yaşam senden. seninle birlikte yaşamaktan. eğer bu kentte becerilen hayallerim, fahişeleştirilen yaşanılmaya başlanmış umutlarım olmasaydı, telefonla sevdiğimin sesini hissetiğimde mutlu olamazdım. ilk golüm. istemek ve boya kalemleriyle hayatı palyaço etmek. başarı tencere hacimli bir yaşam arzusunda olmamakla başlar.kalk."

çöplükteki boya kalemleri çizimleri...

Susmalarına İzin Verme(!)

7 Aralık 2010 Salı

mimlenmemiş acılar

"acı: afrikadaki akbabanın dimağını renklendiren bir deri bir kemik kara tenli, kara bahtlı çocuğun hayatıdır. acı bedeninin yanı sıra kişiliğini de başkalarına göre şekillendiren süngerimsi hermafroditlerin hayatlarıdır. kısacası acı tanrısı olamadığınız hayatlarınızın terazisidir."


Not: bu mim listemdeki tüm dostlarıma gitsin. sorum: acının tarifi nedir sizce?

2 Aralık 2010 Perşembe

yanılsama paradosi

kötüyken özgürsünüzdür. 

herkesin iyi diye nitelendirdiği bir olgunun olması, şizofrenik bir yanılsamadan başka birşey değildir.  hayat sadece bir yorum düzmecesinden başka bir şey değildir... 

iyiydim: çünkü kötüye dahil olmamak için hep yasak olanlardan uzak durdum. horlandım, aşağılandım, ezildim, dışlandım ... 



ama bir gün değiştim. 

ihanet ile kötü diye yad edilen herşeyi inatla yapmaya başladım. o günden sonra herşey değişti...

sevildim, hoş karşılandım, imrenilen bir hale büründüm...

aşık oldum; aşk beni uyumlu ve erdemli biri yapıp çıktı.

artık alkışlanıyorum.
yanılsama paradosi bu.

16 Kasım 2010 Salı

(e)dipsiz kuyu...

her insan kendisinin dipsiz kuyusu....

zaman içinde ilerleyip bulantı dolu bir hayat idame ettiriyor.

yaşam,

bunaltılı bir geviş getirmeyle birlikte, kendini tükürüyor etrafına. tecrit ettiği düşünceleri onun hayati döngülerini belirliyor, kendisine dayatılanlar ise; yenilenme niyetinden çok öte bir uklalalık sürecini sürüyor...

toplumsal koyunluk...

ümitlerinin beklenmedik yüz buruşturması, namık kemal' i salık veriyor:

"...hayalle yaşayanı bir kere, hayalsiz yaşayanı bin kere"

...acı beklemektir. yaşamınla karşılaşıp kendi içine düştüğünü görmek, ızdırapların en büyüğüdür. 

kuyu, gördüm.

26 Ekim 2010 Salı

makyajı ölümsüz kılan sınıf sevdasıdır

 
 
 
sınıfsal toplumlarda, bilinçsizlikle desteklenen sınıflı toplum yapısının canlı kalması, hiyerarşinin işidir. tahaküm bunu gerçekleştirirken, elindeki metalar çok temel, bilindik şeylerdir. başta yalan söyleyerek gerçeklere çamur atar. gerçekler yalanlarla sıvanır. bu siyasi otoritenin yarattığı kaostur. insanlar çakallaşarak, gruplara ayrılır. birbirlerini anlaşabildikleri / anlaşamadıkları veya başka sınıflandırmalarla ayırt eder. bunu çeşitli katalizörlerin etkisinde kalarak daimi kılarlar. biraz daha açarsak olay şu eksende gider:  ....din oyun hamuru haline getirilerek insanların ayrışması sağlanır. paranın ölümsüz olduğu dayatılarak, antropolojik insan gelişimi değiştirilir. hiyerarşinin oluşumunu bilmemek bilinçsizliğin aleni ifadesidir.

sonuç: makyajlanmış düzgün toplumların içlerindeki çürmüşlük futbol ile, televizyondaki imitasyon yaşamlar ile, apolitik birey formu ile gizlenmektedir. bu da ebedi bilgisizliği doğurmaktadır.hatta bilimsel gerçeklerin bile yalanlarla sıvanması aymazlığına kadar gitmektedir.

24 Ekim 2010 Pazar

toplum koyunun suçu

başkalarının bilgisiyle bilgin olabilsek bile, 
ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz.

her hacime göre şekil alan bir güruhun bulunduğu toplumlar, virütikleşmiştir. yeni nesil bilgin olma imitasyon konuşmalar...

sessizlik toplumsallık suçudur....

14 Ekim 2010 Perşembe

yaşama(ma)ya

gün 

geceye
dolanarak,
beklentileri 
çok ötelere bırakıyor...

ağlayan yürekler
-in puslu gölgeleri 
geride. 

kokmuş
onca yaşamın iğrençlikleri
tüm genizleri işgal eylemiş.
sen,
sen olmanın 
uğraşısında
-sındır.
kimi ne ne
yaşama etiği

11 Ağustos 2010 Çarşamba

dünyada her şey iki adettir

dünyada her şey iki adettir. düşüncelerimiz ikiye ayrılır: iyi ve kötü. iki gözümüzle iki türlü şey görürüz: güzel şeyler ve çirkin şeyler. iki elimiz vardır. sağ el vurur ve kötü işler yapar; sol el kalbe yakın olduğundan iyilik doludur. iki ayağımız vardır: biri bizi yanlış yollara götürür, diğeri doğru yola yöneltir. evet her şey ikidir.

letakots lesa - pawne kabilesi