27 Mayıs 2011 Cuma

to be slave our lies

...her bir düşünceyi dilde giyindirip, toplumsal alanda dini sembolik hale getirmek yalandır.

konuşmanın yalan olduğunu söyleyen burrows bu yüzden yasaklanmıştır. tıpkı nietzsche gibi:

bizi hala nice tehlikeli serüvene kışkırtan hakikat istemi, filozofların şimdiye dek saygıyla söz ettiği şu ünlü hakikat perestlik... karşımıza şimdiden ne sorunlar çıkardı. bu hakikati isteme!ne tuhaf, ne belalı, sorgulanası sorular! uzunca bir tarihi olmuş. yeni de, henüz başlamış gibi görünmüyor mu? sonunda inancımız sarsıldı, sabrımızı yitirdik, dönüverdik sırtımızı; ne harika değil mi?

GOD İS DEAD!
 

..because we were killed him.

dünyanın bir tarafına güneş doğarken, diğer tarafında güneş toprağa gömülür. ahlaksızlık ve gizemli olaylar işte bu zaman aralıklarında cereyan eder. bunların yönetilmesi insanın iyileştirilmesi yerine, çeşitli kuralların boyunduruğu altında, ormanında hapsedilmesiyle olanaklı hale gelmiştir. tehlike, umutla gerçeğin sıvanacağı sanrısından emin halde, hareket eden bireyin, monotonlaşmasıyla gerçekleşmiştir...
 
 
 
toplumların bir şekilde disiplin altında tutulması, belli zümrelerin işine gelmektedir. saltanat bunun neden gerek ve şart olduğunu geçmişte bize göstermiştir. günümüzde saltanat rejimi, modernize edilerek, imitasyon demokrasi kavramlarıyla yeniden şekillendirilerek, başımıza bir çuval geçirilip, içerisinde yaşamamız için zihnimize empoze ediliyor. toplumsal ayaklanmaların felç bırakıldığı bugün de umutla yaşamak, arşın arşın insanlara; çemberleri içerisinde yaşamaları için salık veriliyor. toplumsal metaforlar her daim geçmişteki gibi en iyi silah. 
 
televizyon, 
cep telefonları, 
bilgisayarlar... 
 
kitle parçalama bombalarıdır. 
 
hadi ölün!
 
 
 
khitruk ne kadar haklıydı adasında.

bu ironik bir süreçte doğmuştur. dünyanın oedipus karakterli olduğu zamanlarda zıtların çatışkısı ile doğan sistemler, bireyi köleleştirmiştir. sorgulayan birey çoğu zaman en iyisiyim ben diyerek, kendini köleleştirmiştir. süreçte devamlı aynı eksende, militanlığını harlandıran düşünceleriyle herşeyin üzerindeki sis tabakası sayesinde, sistematize edildiğinin  bilnçsizliği ile yarasalaşmıştır. gündüzleri uçup, geceleri yataklarında askı olmuştur. bedenlerin bu çürümüş ve kan dolu yapısı kitleselleşrek sokakta tahakküm etmiştir. insanların hayatlarının içerisinde kukla olması; geçmişe olan ilgisizlik, geleceğe karşı olan şuursuzluk ve bencillikten başka birşey değildir. 
 
sonuç olarak: insan sanrılarla hareket edip, kendi tecrübelerinden korktuğu zaman bir çok belayı yaşamaktan kaçınamayacaktır. buna en iyi örnek oedipusun yaşadıklarıdır:

olay insanın, korkularının kölesi olmasıyla başlar: thebai kralı laios ile iokaste' nin oğludur. delphoi kahininin laios' a oglunun onun katili, annesinin de sevgilisi olacagini söylemesi üzerine, kral tarafindan dağda ölüme bırakılmasıyla başlar. bu korkunun raslantılar ve hayatın olaslıklardan oluşması gerçeğini değiştirmemesi sonucuyla oldukça trajedik bir duruma bürünür. çobanlar tarafindan bulun oedipus korinthos kralı polybas tarafindan büyütülür. ergenlik çağına gelince, delphoiye gidip, kahinden doğumundaki gizi açıklamasını ister ve kendi babasını oldürüp, annesiyle evleneceğini öğrenir. bunun üstüne, yurdu sandığı korinthos' a dönmemeye karar verir. philais' te bulundugu sırada yaşlı bir yolcuyla (ki bu laios'tur) kavga ederek oldürür. thebai' nin kapılarına geldiginde, kente korku salan sfenks' in sordugu bilmeceyi çözüp, ödül olarak, laios' un dul eşiyle evlenir. gerçek ortaya çıkınca, iokaste kendisini asar; oidipus körleştirilerek, oğulları tarafindan thebai' den kovulur. kızı antigone rehberliginde yollara düşüp, atina dolaylarinda sırra kadem basar. 

hadi yalanlarımızın kölesi olmaya devam!


Hiç yorum yok: