Anti-Popüler Politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anti-Popüler Politika etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ağustos 2010 Pazar

post-modern köle

toplumsal ayaklanmanın günümüzdeki hali sakatlaştırılmıştır. 

daha kötü olanı; bu ülkede her şeyi çok bilen, sanal aktivist hareketlenmeyle new age isyanlar doğurmuştur. tam bir tahakküm isteği isyan. bu eylemsicik, gerçeklikten uzak toplumsal koyunların yaratılmasında etkin bir rol almaktadır. herkes acayip bir sanrıda. "bak kapitalizmi internetten çökertiyoruz". ya da "bak nasılda sistemi çürütüyoruz"...diyorlar. evet uyandırma adına insanların ulaşamadıklarına ya da dayatılanların acaba doğru olup, olmadığını irdeleme adına güzel metaları mevcut sanal dünyanın. ama bu farklı bir kişilik bozukluğu. acayip ciddi bir sorun bu.ulan nasıl bir şuursuzluk ki insanlar şunun farkında olamıyor: "popüler neşriyatlar dayatmadır"...değil de nedir?

bu uyuşturulmuşluktan öte geliyor. geçmişimizin ve günümüzün popüler uyuşturucularının yanına eklenen internet ciddi bir kıran toplum yaratmıştır. internet tahakküme köpekleştirilmiştir. nasıl mı, şöyle: denilene bak

- sanaldan ses duyururuz. 

duyurursunuz hocam. ama onlar istediği için bunu duyurursunuz. oturduğun yerden değişim yapmak, acayip bir uyuşturcunun halüsünojik etkisidir abi. hemde kapitalizmin metalarını kullanarak değişim yapmak. onları kullanırkende, anarşizmi evcilleştirilmiş bir fino sanarak değişim yaptığını söylemek, zır cahillik. ulan kapitalizm sizi anüsünüze kadar ele geçirmiş. oksimoron tayfa.

gidinde önce sokaktaki sizin özel yaşamınıza kadar izleyen kameralara direnin, açlık sınırının sınırsızlaştırılmasına çözüm üretin. heslerle doğanın anasını belleyen sisteme karşı yaşama hakkınızı savunun. üçüncü dünya ülkesi olan topraklarınızda, köle gibi çalıştırılıp, insanlıklarını yitiren silikozis hastalarına yardım edin.

...fazlasını yazalımda, yazalım neye fayda. edilgen gergedan, burnundaki boynuzuyla kendini soluyor. yazık.

kısacası: asosyallik ayaklanmayı değil, köleliği doğurur. ama biline.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Şirket / CEO


Bundan 150 yıl önce şirketler, iş yapabilmenin düzenlenmiş bir yolu olarak ortaya çıktılar. şimdi ise şirket, küresel bir güç. şirket, hukuki anlamda bir “kişilik” olarak algılanan bu kurumun felsefesini ve işleyişini çarpıcı ropörtajlarla ve esprili bir bakışla mercek altına alan bir belgesel. dünya sağlık örgütü’nün, psikologların ve psikiyatristlerin kullandığı standart araçlarla bu “kişi”nin karakterinin temel özelliklerini incelemeye alan belgesel, oldukça rahatsız edici bir sonucu gözler önüne seriyor
The Corporation filminden alıntılanmış bir sahne. Mükemmel bir belgesel şirketler üzerine çekilmiş, onların nasıl bir evrim geçirdiğini, doğal yaşamı nasıl etkilediklerini ironik ve hicivli gerçeklerle anlatması yönünde sarsıcı bir belgesel. İndirmek isteyenler buradan indirebilir.İzlenmeniz önerisiyle...

22 Temmuz 2010 Perşembe

merdiven

şiddet kişinin çöküntüsüdür. 

kişinin tek kimliği vicdanı olduğunda; 

dünya daha yaşanılabilir bir yer olacaktır(!)

21 Temmuz 2010 Çarşamba

mauvais sujet, vilain gornement, a genoux(!)

...deus in medio cius non commovebitur;
adiuvabit eam deus vultusuo.
[tanrı onun ortasındadır, sarsılmaz o kent;
gün doğarken tanrı ona yardım eder.]

...katatoniklerin en üst seviyeye eriştiği toplumsallık içerisinde, tanrıdan her şeyi beklemek üretimsizliğin getirisidir. her şeyin içerisinde bir kutsallık aramak ise insanın eleştiriye karşı kendini kapatmasıyla ilintilidir. yada toplumsallaşmış bireyin kendine karşı güvensizliğinden ötürü olabilir. doğru olan biliniyor. ama görmezden geliniyor. her olgunun içerisine, tanrının yerleştirilip hiçbir şey yapmadan ondan yardım beklenmesi; aşağılıkça bir tavırdır. insalık tarihi açısından. inansanızda / inanmasanızda. çünkü insanlar diri diri o kentlerde katledilmiş ve şimdi anomalik çocuklar bu katliamların sonucu, dünyanın çilesini çekmektedir. örnek olarak: 

(bknz: felluce)
küresel faşizmin kitlesel soykırımının, aleni örneğidir felluce. çünkü felluce' de 2004 yılında gerçekleştirilen saldırılar sonrasında, üçyüzbin kişi yaşayan kentte, bugün bu sayı altıda beş oranında azalmıştır. aynı zamanda; son günlerde en az 2 - 3 bebeğin anormal doğmasının, 2004 yılından sonra ortaya çıkmasıyla; olay farklı soruların doğmasına sebep olmuştur. dediğimiz gibi 2004 yılında amerikanın ağır bir şekilde kente saldırmasından başka bir sebep yoktur. bu saldırı sırasında, amerikan ordusunun ne kullanıldığını araştırmak yeterli sebeptir. çünkü bu kentte ki anomalik doğumlar o saldırılar sonrasında artmıştır. fakat bunlar gizleniyor. kentteki tek büyük hastane amerikan sermayelidir. doktorları korkuyor geleceklerinden, ailelerinden. ve tabi ki amerika olayları reddediyor. o dönem yıkılan evlerin harfiyatları, nehire atılmadı onlara göre. bu nehirden halk içme suyu ihtiyacını karşılamıyor. herşey açık. hastanelerde gerçekleşen doğumlarda anomalik bebeklerin bozuk fizyolojilerinin sorumlusu, onlar değil.

tanrı(!)

o kentin ortasında yer alan ve olayları izleyen tanrı. insanoğlu ona yalvardı ama o naptı izledi. ironi. acı ironi bu işte. insanlık dramı oradaki yaşanılanlar.

ama kime ne?

birileri, libidosunun sevdasına düşüp, cinsiyet sapkınlıklarıyla ilgilenirken; bebeklerin anomalik doğması neden önemli olsun. hemde yılda bini geçkin bir anomalik doğum oranı varken. değil mi?

(bknz: gazze)

bir çocuğun özgürlüğü, sokaklarda oynamaktır. koşmaktır. onu çocuğun elinden aldın mı oda ezberletilenleri çığırmaya meyilli olur çaresizce(!)

örnek: küçük bir gazzeli çocuğa ileride ne olmak istediği sorulduğunda, ilerisi var mı ki demesi gibi... acı. korkutucu. ürkütücü. hatta insanın, varlığından nefret etmesine yol açması gereken bir düşünce. kısaca o, bu uğurda toplumsal bomba olup, küçük veya büyük bedenini geleceği için korkusuzca parçalayacaktır. düşü bu o çocukların. çünkü yaşayamadıkları sokaklarda, çocuklarının koşmalarını arzu ediyorlar. tanrıya sığınarak, lanetlenmiş bir ölümü "intiharı" gerçekleştirerek hayatlarını sonlandırıyor onlar...

-şeytan ayrıntıda kokuyor.-

ama birileri için potansiyel tehlike oluyor onlar bu hareketleriyle. ırkçılık - vahşi semitist faşist hareketler, onlarında aynı duygularla dolmasına sebep oluyor. küçücük zihinleri milliyetçi örümcek ağlarıyla sarmalanıyor yaşadıkları / öğütlenenler geleceğin üzerine ölü toprağı seriyor. bu kötü olsa da maalsef yaratılan sürecin ürünü bu. bakın aşağıdaki video gazzedeki bir çocuğun neyin içerisine evrildiğini anlatıyor. bu arzulanmamalı. oradaki sorun vahşi kapitalizmden de öte bir sorun. insanlığın yok edilmesidir. izleyin:


insanın yüreğini burkan bir yaşam. tam metnini hatırlayamadığım ünlü bir kızlıderili tümcesi vardır: "..biz bu dünyayı çocuklarımızdan miras aldık." ...diye. kısa ama özdür. bilmiyoruz. sadece zihinlerimize doldurduğumuzun ideolojilerimizin, insanlık dışı tavırlarımızın, primitif çağrışımdan bile uzak olan vahşi bir cenah haline geldik birbirimize karşı. en kötü sonuda yukarıda anlattığımız gibi, çocuklarımızı da bu iğrenç kokuşmuş duygularımızı arşın arşın aşılıyoruz. vatan - milliyet - bayrak çatısı altında. aslında aşılanan ari ırk - sınırsız mülkiyet - imitasyon halkçılıktan başka bir bok değil. tabi ki bunlardan bizim pragmatiğimiz için değil. kimin yararına: tabi ki kölesi olduğumuz küresel şirketlere, kapitalizm robotunun uzamlarının yararına. ama görebilene...



bu çemberin dışında olmayan eylemsizlerde mevcut. ne yapıyorlar dua ediyorlar. tanrıdan beklenti içerisindeler. zamanında ben mücadele verdim sömürüldüm, şimdi de başkaları sömürülsün diyorlar. donuk eylemsiler gerçekleştiriyorlar. daha ileride gidenleri, sanalda farklı, gerçekte farklı kişiliklere bürünüyor. bu da katatonizmi doğuruyor. 

sonuç mauvais sujet, vilain  gornement, a genoux(!)

mauvais sujet, vilain  gornement: kötü yaratık, kötü yumurcak
a genoux: diz çök.

20 Temmuz 2010 Salı

omurgasız yaşam

ne kadar dil döksende anlaşılmadıkça, daha çok sevişeceksin kelimelerle. üzerlerine tohum tohum dölleneceksin. korkusuzca. sessizce. hedonist olarak tokatlıyacaksın. içerisinde gidip - geleceksin. arı olup, coğrafya coğrafya batacaksın.



ölmekten korkmak, pısırıklığı doğuruyor.

buna bağlı kalmadan, özgürce, korkusuzca, inatla üzerlerine yürüyeceksin. parmaklarını onların mutlu yaşamlarının göğüs kafesine sokup, ortadan ikiye ayıracaksın. irin irin dolmuş pislik bedenlerini, kundaklayacaksın. ruhlarını yakacaksın. sessizliklerini kendi acılarıyla bozacaksın. acı uyandırma şeysidir. korkma ve yap...


bir toplumun parçalanmış teması. omurgasızlaştırılımış halkların dik durması. korkunç bir şekilde insanların mekanikleştirilmesi. kitle iletişim araçlarının içerisine aşılandırılmış transkilizanlar. kullanılan metaların bazılarıdır. bunlarla uyku hali dayatılmaktadır. çünkü anestezide bir bedeni parçalamak, hiçte vicdan gerektirmiyor. toplumların parçalanması da buna açık bir örnektir. en tehlikeli uyuşturucular; ne mantarlar, ne otlar ne de lsd veya başka uyuşmaya neden olabilecek maddelerdir.

en tehlikeli uyuşturucular; düşünmemek, uyku halini getiren televizyon programları, sürekli ezberleri öykünen gazetelerdir. hatta bunların kalemşörleri konumundaki, aydın geçinen gölgelerde bu çemberin merkezini oluşturmaktadır.

bir birey buna direnmek için öncelikle: zihinsel ametemlerini kurmalı. klişe bir söz "insanın en iyi doktoru kendisidir" değil mi?

bu yüzden, ilk yapılması gereken kendimiz olabilmektir. bu uğurda düşünmek mücadelesini verebilmek, vicdani bir yükümlülüktür. doğa insanı eşit kılar, yapay sistemler ise onu kategorize eder. kötü katledilmesi gerekli en temel subjedir.

...
..
.

toplumsal ameliyatlar, ayrışmanın tezahürüdür. siyasetçilerin kullandıkları neşterler hep aynıdır. milliyetçilik - din - futbol - etnik kimlik, keskin bıçaklardır. ayrıştırma aletleridir bu boktan ürünler. ayrışmak ise sınıfsal toplumların kaderinde vardır. sınıf ise yönetimler için var olması gereken şartların en başında gelir. yıkılması gereken ise yapay farklılıklardır. sınıfsız toplumlar, insani değerlerin ön planda olduğu yaşamlardır. neyi çürütür. açık birşey vardır ki totoliter toplumların ikamesi, sınıfsal toplum yapısından ileri gelmektedir. kaçın. farklı görüşlerin oluşması yönetilme hayvanlığından gelişmemiş, kokuşmuş modernizmin en piç halindendir.

ne kökeni bellidir. ne de varacağı nokta.

ama görmeyene.

görene göre açıktır ki kapitalizm insanı kullanır. hatta direnişi bile kullanır. hisler, duygular fahişedir onun için. köleleştirilmiş fahişelerdir. tıpkı kendini patronların hazzına köle etmiş statikocular gibi...meddahtır. insanı hamuru olarak kullanan, sahnesi dünya olan bir meddah...

çözüm yapılan toplumsal ameliyatlarda, kısır bırakılan toplumların bozulan fizyolojisini görebilmekle mümkün....

omurgasının önce sinirleri dikkatlice kesilerek çıkartılmış bir toplum, istenilen alanlara kaydırılır. durağan bir cismi hareketlendirmek, istediğin yönde evriltmek kolay olandır. bu yüzden bu cerrahiler uygulanır. çünkü yumuşak vücudun istediğin şekilde yönlendirilmesi kolaydır. sinir yoktur. sinirleri olmayanların omurları tek tek çıkartılır. acı hissetmez. yatay bir zemin üzerinde dünyaya alttan bakmaları sağlanır bireylerin. bu şekilde halk gösterilen ya da programda ne varsa amorf bir yapıda izlerken tepkisiz kalır. bu sürecin getirdiği çürümeyle ilişkilidir....

yapılanlardan, şüphe etmemeniz için beyincik ile beyinimiz arasındaki sevişgenlik kesilir. böylelikle artık mekanik bir robotuzdur. his bu noktada öznel olmadıkça sizi diğeri olmaktan kaçınılmaz bir hale getirir. acı başlar. ve bir daha zihinlerden çıkmaz. işte buda ebedi köleliği getirir.

zincileri dişlemek yerine, onları yanımıza çekmek gereklidir. sonra etraflarında dolanarak, ayaklarına bu zincirleri dolamak yapılabilinecek bir seçenektir. susku kötüdür. bir yerden ayağa kalkıp, önündekine tekme atmak gerekiyor.

sonuç: takım elbiseler yakılmalıdır. onların zahiri düşüncelerinden kurtulmalıyız. omurgasız bir yaşam kukla olmayı, köle kalmayı, kediye itlik yapmayı getirir. bu yüzden kalk(!)

19 Temmuz 2010 Pazartesi

tornavida

vidayla 
tutturuldukça
onca 
nükleer bomba
silahlanmaya karsı
tek 
 umuttur
halkın elindeki
tornavida

17 Temmuz 2010 Cumartesi

ruh hali/şekilsiz

  1. şekilli dünyanın insanlarına, şekilsiz düşüncelerle dalmak istiyorum ...
  2. ayazda titreyen güneşin etrafını sarıp, vücut sıcaklığımla onu ısıtmak istiyorum...
  3. kaybettim diyebilmenin cesaretiyle, bileklerini traşlayıp, damarlarımı dişlemek istiyorum...
  4. gerçek, korkmamaktır. zifiri karanlıkta evinizin dışında yer alan tuvalete, tek başına gidip, titremeden sıçabilmektir yaşam.
  5. sessizlik çok konuşanların oluşturduğu gürültü kirliliğine ortak olmamaktır...
  6. neşe bakireliği bozulmamış embesil insan profilidir[tikky diye yaftalanan insanları devlet bu hale getirmiştir]...
  7. huzursuzluk kaçınılmaması gereken, itekleyici bir güçtür...
  8. acı herşeyi tüm çıplaklığıyla gösteren kızılötesi bir gözlüktür...
  9. ön yargı, insanın argo manada 
  10. öküz olmasına yol açan unsurdur...
  11. korku bencilliği getirir.
  12. sınıflanma ihtiyacı tamamen tahakküm aşkından kaynaklanır...
  13. popüler kültür süngerimsi beyinlere emdirilen kusmuktur...
  14. insan...
sonuç?

kesin bir şey değildir. amorf bir yapının içerisindeki manasız hayattır sonuç. yalnızlık, soğukta çatlayan ellerin güneşi çekip, onu göğüsünün tam ortasında palazlandırmaktır. ukalalıktan uzak kalarak, topluma etkileyici görünmekten vazgeçiştir intihar. yalnız kalmayı göze alıp, inatla karanlığı aydınlatmaktır korkmamak. bilmek, ukalalık yapmamaktır. sürekli neşeli hayat, kandırmacadır. huzursuzluk sentez yapıp, mücadele etmektir. acı uyanıştır. titremeden, umutla yaşamadan, sessiz kalmadan, bireyi öze alarak tüm iktidar kuvvetlerine ve onun metalarına dik durmayı getirir acı. önyargı, ön yardım ile yıkılabilecek, olmadı onun silahıyla katledilebilinecek bir unsurdur. her daim faşizmin unsurları köle edilmelidir. korkunun sizi kullanması, ben merkezciliği doğurur. yabancılaşma ve asosyaleşme gelir. herkes yönetmeye aşık olur. onun bacak arasına girip, meme uçlarını ısırır. ya da onu kölesi ederek, istediği halde donup, taş olmasına yol açacak kadar medusa bakışları fırlatır. estetik görünüş güzel ile çirkinin sentezidir. öznel bir bakıştır. sınıflanma tamamen yönetme arzusundandır. itaat bu noktada afyondur. popülerizm, yediklerimizden şişinmek, içten içe istemsiz gerçekleştirilen peristaltik hareketler bütünüdür. dışa vurumu mide bulandırıcıdır. her şeyiyle ötekileşmektir.

kısacası ruh hali insanın zahiri görüntüsüdür. şekilsizliği bilinçsizlikten, düşünememekten, idrak unsurlarını belli kalıplar etrafından ayıramamaktan kaynaklanır. kölelik bağımlılıktır. özgürlük kerberostan korkmadan kaçmak, lethede balık tutmaktır.



15 Temmuz 2010 Perşembe

La Marche / Yürüyüş


Modernleşen insan zihnine dair süper bir animasyon...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

aylaklık

sözlük anlamıyla: avarelik, başı boşluk anlamında kullanılır. 

aylaklık işçi kesmine haktır. bütün totoliter rejim patronları köleleştirilmelidir. hemde en alt tabaka dedikleri, insan olarak görmedikleri işçileri tarafından. çalışma etiği denilen saçmalık onların ürettiği dayatma manifestolardan bir tanesidir...
neyse konu dahiline dönersek,

yorum düzeyinde ele aldığımızda aylaklık; osmanlı' da, haremde nargile içip, bağdaş kurarak genç harem fahişelerinin kalçaları süzülür. memelerinden tutun, kadınsı tüm hatları üzerinde libidolar arttırılır. hemde hayvani bir itinayla...

ardından...

parlak, pürüzsüz tenli gençler hadım edilerek erillikleri elinden alınır. tüysüz tenlerine gölgeler düşürülür. saklı kalması gereken hazlar için köleleştirilirler. susturulurlar. ardından yeri geldiğinde, onlarda tadına bakılasıdır, otorite için...

bu toprakları üzerinde, yaşadığımız coğrafyadaki aylakların hayatından bir kesit.

fakat medeni dünyada, bir başka hale bürünür aylaklık.

-kimilerine göre böyledir.-

çalışıp daha fazlasını ihtisap etme şekline girer. bir yarış ortamındaki hamamböceği gibisinizdir. ya da deneysel araştırmalar için onların türettiği, kobay farelersinizdir. dışınız tamamen onlarla dolmuştur. içiniz çürüyüp, kireçlenesi bir haldedir. bu sizi çelişkiye bağımlı yapar. örneğin: beleşi elimizin altına sunulana şüpheyle yalkaşıp, pahalı ve en değerli olan için köpekleşiriz. bu bağımlılıktandır. kime mi? onların estetiklerine, ahlaklarına, konumlarına...emirler verilir, bizlerde itaat ederiz. düşüncemiz elimizden alındığında kalan neyse ona evriliriz.

neden? 

çünkü bu korkudur. 

onların hedonizmine sahip olamama korkusu. veya istediğimizi elde ettikten sonra ne yapacağımızı bilememe şizofrenisi. git gide özümüzden koparak mekanikleşiriz. yabancılaştığımız kişiliklerimizi yitiririz öncelikli olarak. ardından totaliterizmin iti oluruz. ahlak pizzası içerisinde onların dayattığı yaşam formlarına bürünürüz.



ahlak pizzası. dünyanın en kokuşmuş yapısıdır. üzerinden baktığınızda estetik bir halde vicdanınıza sahip olur. bu insanların şizofrenisinin kaosudur. en altında ezilen hamurunuz, üzerindekilerden dolayı cıvıklaşır. topluma açık kenar kısımları kıtır kıtırdır. sert ve katı hali ısırıldıkça çatırdar. ahlaki çöküntü, sert olan kabuğunun kırılmasıyla içimize dolar. yalnızlığımızın edepsiz tanrıları olmamızı canlandırır zihnimizin labirentlerinde. çok konuşur, çok yorum yapar. ama hiçbirinin içini dolduramayız. hava içten çürütür. burnumuzun havadanlığından, uçucu toplum etkilerinden başka bir boka neden olamayız. 

hadi düşünün.

ahlaki değerlerden bahseden, eleştiren ve yeren kimselerin; kendi yerdiklerini yapmaları, etik bir karmaşa değil de nedir. 

kısacası aylak hayat karmaşayı öğütler. sizi size götürecek karmaşayı. bu kerberosun zincirinden tutmaya benzer. risklidir. düşünmek, sorgulamak etkindir.

kimisine göre de başka birşey. tanımlanamayan, nitelendirilemeyen bir olguya...

görebilene.

Aptallık Çağı

9 Temmuz 2010 Cuma

[a]kronik imge

ahlaksız bir akrostij yapmak istiyorum.
narsizm, içimdeki öldürdüğüm koyunum...
açıkça söylemek gerekirse; defalarca duygularımın katliamını gerçekleştirdim
rızası olmadan onlara önce tecavüz ettim.
şimdi öcünü alıyorlar...
izleyerek geçirdiğim hayatımın
zamanı bugün
mat olma vakti geldi.

8 Temmuz 2010 Perşembe

sağnak

çan sesiyle inleyen bir sokakta,
karton altındaki hayat....

özgürsün.



tüm inançlarını yitirmiş, umutlarıyla kalp rektumunu temizlemekte. nasıl inanmasını beklersin. yağmur şiddetiyle birlikte, onun üzerine çöker. çöpler üzerindeki korunağı olmuştur. yaşamıda çöplük. olan bu. böyle bir kişinin bataklık dünyadaki yeri; en dip. hadesin deliği. susmak, ondaki anlamıyla konuşmanın en tezahürlü halidir. kim(lik)siz yaşamın içerisinde hayat idame ettirmek. umutlarını façalayıp, kanatmayı öğrenmiştir yanlız kişi. insanların maskesiz halleri, sokaklardaki imitasyon kişilikler. yıldız savaşlarındaki klonlar gibi, moron bir yaşamı emirler boyunduruğunda sürümek.


kötü.
kokuşmuş.
yoksul.

yedi tepenin yamacında sıkışmış hümanizma: lahana gibi kendini sarmış-sarmalamış. özgür/özgün olamayacak. bir şeylere bağımlı yaşamak. korkuyu ve statik bir yaşamı getirir. soğuk duracaksın insanlığa bazen. delirmek değil bu. yorum, zeytin yağı gibi çeşitli formalara girebilir. ben sizin kadar eskiyim. yüreklerindeki umut sadece ötekisinin bolluğundan. ben yalnızım. sizlerin türettiği bir sefaletim.

nasıl mı?

örnek: diyarbakır' da ramazan kumanyasıyım. yardım arzusuyla çamura saplanan hançerim. toprağı yürekten yaran insanlık balgamı olan kumanyayım. insanlık ise çamur. bir kamyon, anne sırtında bir çocuk. kamyon içerisinden insanlara fırlatılan yardımlar, ruh fahişelerinin hazzı. meni. unutulmamalı...dedikçe unutulanlar. alzaymır kişilikler. istençli, unutkanlık. kötülük bunları unutmak lazım. ama güç yarattıklarımızda. para para para. ekranlardaki yaşamlar...kahrolsun televole. insanlığa attığın rövaşata hala arşta dolanıyor. düşmeli. içindeki helyumu, söndürülmek gerek. balon yaşam. bu yüzden inançsızım sosyal mühendislik ürünü ideolojilere...

kendi türettiğinin esiri, tanrının topuk kiri insan. şişindikçe patlamaya zamanlanıyorsun. korkuyorsun yarattıklarınla hissizleşerek tüketiyorsun. domuzsun. çamurun ise beyinler. tepsi gibi dümdüz beyinler. üzerine ne koyarsan itinayla taşıyorlar. gözünü yukarı kaldır. uyan. dünya gidiyor. bizlerde içerisinde küflenmiş yemyeşil dogmalar arasında varoluşumuzu kısırlaştırıyoruz.

elveda.

1 Temmuz 2010 Perşembe

is/tan/bul

kesik kesik is/tan/bul...

Misha Gordon

istanbul ağlıyor. oturmuşta sızlanıyor. kimsenin umrunda değil. kimse dinlemiyor onun ağıtını. dinledikleri tek ses kendi homurdanmaları. tıpkı birbirlerine yaptıkları gibi...

istanbul' un sağlığı bozulmuş, kimin umrunda.

herkes bir telaşının içerisinde kaybolmuş. herkes kendine bir dert bulmuş. onunla avutuyor kendini. herkes körelmiş istanbula karşı. herkes umursamaz yaklaşıyor ona. yarasalaşmış düşünceleriyle çürütüyorlar bu kleopatra kenti. her yerini yıpratıyorlar. bacaklarını morartıyorlar. ciğerlerini yok ediyorlar. akın akın kanıyorlar gün gün onun yüreğine. pıhtılaşmış pisliklerini getiriyorlar. kısacası insanlar her daim, tecavüz ediyorlar istanbula.

çalmışlar hayallerini bu kadın şehrin. üzerine betondan düzensiz bir dizimle, binamsı hançerler saplamışlar. bu üretken şehirin her gün, bir başka yerini bıçaklamışlar. üzerine, derin derin façalar atmışlar. kibritten, neşterden, jiletten kesilmiş yaralar. her saniye, ayrı ayrı yerlerinden, bir başka mekanından talan etmişler onu. hala ediyorlar. bitirmeye çalışıyorlar. ağlıyor. inat ediyor bu çekici kent. bitmemeye, yaşamaya...

tıkamışlar boğazlarını. yüksek sesli elektronik müzikleriyle, geceleri beynini sarmışlar. gündüzleri  yarattıkları gürültü yetmezmiş gibi bırakmıyorlar geceleride dinlenmesi için bu mor şehri. yorgun ve bitkin kadın. korkuyor. gözlerinin altı torba torba olmuş. içinde barındırığı acılara ortak oluyor. ona sadistçe yaşadıkları aynı acıyı yaşatıyor mazoşist insanoğlu. o ise buna sessizce ağlıyor. umutla bakıyor damarlarındaki, pardon sokaklarındaki oynayan çocukalarına. korkuyor çünkü sokaklarda ticarileştiriliyor. parklar pazarlanıyor şirketlere fahişeler gibi...çocuklar umutlarından yakılmaya başlıyor. isyan kökten engelleniyor. oyun alanları pazarlandıkça çocukların. istanbulda ağlıyor, umutsuzlaşıyor, depresif bir hale bürünüyor.

yapabileceği bir şey yok. bir ana evladını öldürebilir mi. yapamıyor birşey.

ancak türkülerde, şarkılarda, şiirlerde, öykülerde dile getiriliyor acısını. tıpkı şarkılarındaki  varolan umutsuzluğu gibi.  tıpkı, türkülerinde barındırdığı depresif melodik hüzün gibi. tıpkı, şiirlerinde kırık kelimeler arasına yerleştirdiği acıları gibi. tıpkı öykülerinde içine soyunduğu çürütülmüş bedeni gibi, korkuyor ve ürküyor istanbul.

artık ölümünün kıyılarında bu kadın kent. 

estetik istemese de istemediği zorla yaptırılıyor / yapılıyor. hergün bir başka yerinden biçiliyor. kendilerine göre eviriyorlar bu feminen kenti. her noktası buram buram tarih kokan bu kenti, kendilerince değiştiriyorlar. kefen giydiriyorlar. ne kadar gözlerini boyamaya çalışsalarda; farkında olmadıkları katarakt olmuş gözleri artık hiç birşey göremiyor. ciğerlerine saplanılan beton hançerler tarafından nefes darlığından sürekli astım krizleri geçiriyor. çevresine sardıkları fabrika telleriyle özgürlüğüne pranga atıyorlar. kısacası ölüyor bu kent...

ironi dolu hayat. bunları yaşayan bu kadına yine suç atıyor. onu çürütenler ona kötü dualar ediyor. ne kadar lanet bir kentsin diye. farkında olmayan moronlar görmemezlikten geliyor:

"kim bu kenti bu hale getirdi?"

acısı havva' nın acısına benziyor istanbulun. ebediyen suçlanma...

neden yasak elmayı yedin diye...suçalanan havva gibi istanbulda; neden üzerinde bu kadar insana yer verdin diye yargılanıyor..

ruh fahişesi insanlık,

kim istedi sizleri. aynada yarrattıkların bunlar. göz kırpmadan bak[...]

30 Haziran 2010 Çarşamba

yaş[at]ıyorum.com

yaşadıkça yoruluyorsun artık. hayatındaki günlük kelimeler ağzından cımbızla alınıyor. günün yorgunluğu, hissizleştiriyor seni. hergün bir önceki günün imitasyonu oluyor. giydiklerinle bir başkasının aynası oluyorsun. toplumu etkilemek zorunda olduğun dayatılıyor. para kazanmalı, ruhunu ortaya koyarak ticaret adına kevaşeleşmelisin. işte bu şekilde: mekanik bir varlık haline geliyorsun. tanrı adına konuşuyorum / yaşıyorum diyorsun. ama halbuki kendi kendine öykünüyorsun. 

mekanikleşmenin izdüşümleri... 


gölgede ise bunlar, onların kelimeleri, söz öbekleri, betimledikleri öykünmeler. tıpkı okulda, dışarda, evde içine nüfuz ettirilirek ilahlaştırılan öykünmeler gibi.

inançsız olmalısın.
yıkım güzeldir böyle bir aptallık için.

unutma: hepsi senin zihninde. engellemek bireyin tercihidir. yani bu dayatma masal cinnetle yıkılacak. topluma karıştırma onları. "tanrı adına konuşuyorum..".. diye, bunu kendine görev addediyorsan, kokuşmaya başlamışsındır. ama sadece sana ait olan şizofreni bu.

uyanmak gerek. herkes sokakta bir azize / aziz. ama içerisinde birşeyleri bızıkladıkça, her şey buharlaşıyor. dogmalarla bezenmiş fikirler, kolonya ıslaklığı gibi zihinde gelip geçici etkiler yaratıyor. bunlara karşı körleşmeliyim. sorgulamadan kabul etmeliyim. susmalıyım. konuşmamalıyım. ama ben tanrıya inanmıyorum ki...

totaliter hayat şizofrenisi...

her yerde huzursuzluk, mutsuzluk, acı ve yorgunlukla sinesi kabarmış insanlar var. korkuyorlar, korkuyu yaratanlar tarafından korunuyorlar. içerisinde zaman zaman ellerine zorla savaş metalarını tutturuyorlar. düzen  ötekisi gibi olmayı seslendiriyorlar. marşlarla, uygun adımla, yüksek sesle...

ironi değil de ne bu?

umursamazlığın getirdiği etikle... 
hareketsizliğinizle: 
baskı, 
zulüm, 
cinnet, 
katliamlar, 
sınıfsal farklar ve insanların buna kayıtsız kalışı. 

acayip bir sentez bu. has kokuşmuş dünya tragedyası. hadi alkışlayın insanlar. sizden üstünü yok. üzerinde yaşadığınız ekolojiyi, hergün değişik pozisyonlarda ilişkiye zorlayarak kirletiyorsunuz. nükleer denemeler. çevreye atılan çöpler. atmosfere salınan gazlar. okyanusların kalbine saplanan petrol platformları. genetiği piç edilmiş organizmalar. kısacası dengesi, kapitalizm uğruna sikilen doğa. neleri gösteriyor, neleri...

ya bizler...

puslu bir camın üzerindeki buğu kadar etkiliyiz.

sessizlik: küresel ısınma. türlerin kırılıp yok olması. denizlerin, ırmakların, çayların, derelerin kızmasıyla buharlaşıp ardından asit yağmurlarıyla tepemize akamaları...

bizim yarattıklarımızın yansıması...

bizlere doğa tarafından biçilen bir kefendir bu.

korkun.

asıl bundan korkun. ürkün, ağlayın. hatta değersiz yaşamınızı sonlandırın. intahar edin. yanarak ölün. bu şekilde gideceğiniz yere alışmış olarak gitmiş olacaksınız.bu yüzden, yükseldiğiniz yerden korkuyla düşün. çünkü  zaten ölüsünüz. ölümü hergün kendiniz hazırlıyorsunuz: doğaya sahip çıkmayarak, insanlığınızı terk ederek.

alternatif asosyol yaşam şeysi, buyrun burdan alın: www.yasiyorum.com


9 Haziran 2010 Çarşamba

uyan ve dur de(!)

insanlar...



körelmiş, yarasa insanlar. boya tenekeleri. estetizmin, dışa vurum ile gerçekleştiğini sananlar. beğenileriniz, kokuşmuş halde. nasıl mı? moda algınız ile kokan beğeniniz sayesinde. ölü. uyanın. ilkelsiniz. yıldız savaşları klonlarına benziyorsunuz. böyle imitasyon / yapay bir moda algısına sahip olduğunuz için, fino köpeklerinden farkınız yok. popülerlik peşinde kuyruk sallayan insanlar. sürüngenden daha aşağılık olan kişilersiniz. 

birey olamamışlar. 

salyaları camekanların temizlenmesinde kullanılanlar. pisliksiniz. 

kendi bokunuzu temizleyemeyen, yürüyen pislikler ordusu. bunu dünya bize söyülüyor. hakaret edip, yüzünü buruşturuyor hergün. sarsıyor bizi kendimize gelmemiz için. ya biz farkında mıyız? hergün uyuşturuluyor ve farkında değiliz diye, kendimizi aldatıyoruz. kokuyoruz. ölüm kokuyoruz. etrafımıza karşı duyarsızlaştığımızdan. bencilleştiğimizden. kendimizin etrafıyla sınırlı bir dünya algısına sebep olduğumuzdan, zombileşmişiz. tenimizden buram buram ölüm yükseliyor. bilinçsiz ve şuursuzuz.

neden mi?




kim biliyor ne anlama geldiğini?

hastalık mı yoksa bir hayal mi. ya da internette kullanılabilinecek bir takma isim mi bu?

ne kadar umrunuzda?

yılda kaç kişinin hayatını bu illet dolayısıyla kaybettiğini, biliyor musunuz?
 
kim bilir ki götündeki diessel' den, lewis' tan -her bilmemne şeyden alınmış- marka kotun üzerindeki taşlanmanın, nasıl yapıldığını. kimin umrunda olur ki bu. kim takar ki, nasıl insanların ölümleri pahasına çalıştırıldığını. 

küresel şirketlerin bireyselleşmesinin nasıl tehlikeli olduğunu. algılayamayan, sorgulamayan, türdeşini  korumayan, doğayı umursamayan insan, ölmeli(!) çünkü farkında olmadan zaten ölüyor. mekanikleşiyor. komutlarla çalışıyor. salyaları tüm camekanların önünde sel oluşturuyor(!)ne için?

görüntü herşeydir...gibi kapitalist bir slogan uğruna...

umursamıyoruz. yabancılaşıyoruz kendimize. ekolojimize yabancılaşmış haldeyiz. paranormalliğe ilintilenmiş dizilerin tutkunuyuz. ve cinnet geçiriyoruz. farkında değiliz.

kesinlikle deliriyoruz. kesinlikle. yoksa camekanların önünü kaplar mı salyalarımız... 

acı bu. his bu. yaşadıklarımız bu. alışılmadık bir şekilde itaat ediyoruz. özgür değiliz. kementlerimiz, tasmalarımız mevcut. köpeğiz bizler. istenilen gibi. haksız değilim. narsistim. her konuda eğitilmiş itler gibi, sadakatliyiz sahibimize. tıpkı şu döngüdeki gibi: 

"uymamız için emir veriyorlar. bizde uyuyoruz. kalkmamız için bağırıyorlar, kalkıyoruz. koyun gibi sıralanmamızı istiyorlar, sıralanıyoruz. verdikleri iğrenç yemekler için şükretmemizi istiyorlar, şükrediyoruz. aynı tipte olmamızı istiyorlar, bizde oluyoruz. sorgulamamızı istiyorlar, sorgulamıyoruz. yatmamızı istiyorlar, karanlığa gömülüp yatıyoruz. tepemizdeler. bizleri tanımadan bağırıyor ve hakaret ediyorlar. dünyanın en arı küfürlerini ediyorlar. vücudumuz şişse de bişey diyemiyoruz. SONSUZ İTAAT ismi bunun."



hiyerarşide en altta yer alan ezilir. halk. adını, cinsini, tipini çözdünüz mü bu sahnenin. 

hayatınız bu. 

sonsuz itaat. 

tahakküm etmek, yönetmek. demokrasidir bu. sessiz ve sinsi bir yaşam tarzı. uluyan ama uzaktan gelen bir ses ile korku duymamızı, acı görmemizi, üzüntüyü tatmamızı istiyorlar. bunu yaşamamızı isterlerken de estetik ile bizi uyuşturuyorlar. narkozları bu. görüntüye bağımlı olmak. sekse tapmak. dogmalara inanarak yaşamak. ölümü ruh gibi beklemek. hiç bir şeyi sorgulamamak gibi yolları izlettiriyorlar. uyanmalıyız. 

bilinçlenip, direnmeliyiz. adına toplum denilen bu kokuşmuş genel yapının nasıl çürdüğünün farkına varmalıyız. onlar yalnız. kendilerini düşünürlerken, bizler onların çöplüğünü oluşturuyoruz. içimizde biriken metan ile patlamalı ve onların üzerine yığılmalıyız. 
arzulanması gereken estetik doğada. yağmur sırasında yükselen toprak kokusunda. üreme zamanı göçen kuşların göçüşünde. birbiriyle çarpışıp şimşek çıkaran bulutlarda. gökkuşağının renklerinde. doğanın seslerinde. kısacası gerçek estetik gördüklerimizde. gösterdiklerinde değil. bunun farkına varma zamanıdır. ertelemeyin.

silikozisten ölümlere, maden göçmelerinden dolayı gerçekleşen ölümlere, devletlerin terörlerinden dolayı olan katliamlara dur demek bizim elimizde. sadece biraz daha geniş bir perspektiften bakarak mümkün. imkansız öğütlendirilendir. imkanlı olan ise isteklerimizdir. insan öğrenebilen hayvanların en zekisidir. bu yüzden doğa ona hizmet eder herşeyiyle. bu hizmeti kaybetmemek adına uyanın ve dur deyin(!)

3 Haziran 2010 Perşembe

ilişkiler



ölümün kokusu dolaşıyor sokaklarda...

kan akıyor ağızlardan. yerlere kilim gibi yayılmış insanlık kendini ezmekte. tanrının ayakları gibi itilmiş dünyaya, sürünüyor. elma lanet olsun sana. neden bu kaosa sebep oldun. çocukların günahı neydi. insanın  hazzına köleleşmesi.ağlıyorum, bize miras bırakılan dünyaya sahip çıkamadığımızdan dolayı. hep bunu yapmıyormuyuz. hep hata, hep ağlama. ya eylem adına, düzeltmek adına ne yapıyoruz. kolay. "ÖLDÜRÜYORUZ."

ismine toplum denilen oluşum... 

içerisinde yaşamamız ve ahlaki değerlerine boyun eğmemiz öğretilen örgüt: çürümenin en uç noktasında(!) o kadar umutsuz ki, sanal bir aktivizm mevcut. fakat gerçeklikte? korku, herşeye engel. herkes, herşeye isyan halinde, ama ses yok. neden bu statik hal bilinmez. bas bas bağıran insanlık, ölmüş. ağıdını kendisi duymayan zombiler: sokakları çevrelemiş ve fütursuzca dolaşmakta. yaşasın günü yaşama dangalaklığı. yaşasın yarattıklarıma tapınma bağımlılığımız. herşeye tapınma, sorgusuz, tahakküm etmeyi ruhlarımıza prangalamış. kokuyoruz, klonel bir hale bürünerek.

uyku süresince....

yatamıyoruz. uykusuzluk. görüpte seslendirmediklerimiz. gözaltı torbalarımızda birikmiş. yüzümüze çullanıyor her gündoğumunda. giyindiğimiz kostümlerimiz, birbirimizin imitasyonu. yapay ve yansımayız. kin, nefret, katliam, kavga, dinlemeden yargılama, ukalalık, trans halindeki insanlık: bu cinnet değilde ne(!) 

tedavi etmek gerekiyor bu toplumu.... 

ya da kundaklamak gerekiyor. bireyi kurtarabilmek adına. insanlık kötü bir epidemi halinde. salınmış dolaşıyor gölge gibi. ölümün karanlığı gömülmüş içine suskun. izliyor. gülerek, cipsini ve kolasını tüketiyor. ekran olmuş dünya, dünya olmuş ekran. obezleşmiş insanlar. estetik maymunlar, kıllarını traş etmiş, sokakları arşınlıyorlar. emeksizce, tüketerek. yoksunluk, yoksuzlaştırılmış insanlığın aynası. ama görebilene.

hayat-i memnu....

sessizlik. parçalanmışlık. uzadısıya, dallandırılmış hayat. dini bütün bir gecenin bızırındaki meni. kaygan ve içeri doğru kuyruk sallayarak ilerlemekte. ıslak ve karanlık. upuzun bir yol. gebe insalık.neye(!) televizyona, internete. tüketim metası haline gelmiş herşey. kapitalizmce fahişeleşmiş hisler. giyindiğimiz kişiliklerimiz bizim değil. suskun ve yorgun, kırış kırış hayaller pazarlanmakta. 

kendi hayatımızın kiracılarıyız... 

ikiye, üçe, dörde, bilmem kaç sınıfa kümelenmişiz. içerisi dolu, hep aynı kümeler. kendimizin üzerinde gidip geliyoruz. tecavüz ediyoruz gün boyu inandığımızı koruma sanrısıyla, kendimize. bacak aralığı, kurba kişnemesi melodimizle, doğamızı tüketiyoruz. ölüm dışarda.

ben size mecaz yapmıyoruz. gerçek ve dışarıyı yansıtıyorum. erk'e bağlı olmak günü yaşamaktır. geleceğin mirastır. unutma. topukları üzerinde bale yapan fil. insan.

30 Mayıs 2010 Pazar

hamamböceğine tecavüz(+18)


....kimse kendi inançlarının doğru olduğunu kanıtlayamaz

-dünyanın bızırının üzerine acımı fışkırtacağım. 

klitorisini dişleyip, kanatacağım. acı çektireceğim. dudaklarım arasında tuttuğum parçasını sertçe tüküreceğim yüzüne. sen istemeden ben bacaklarını aralayıp, içine gireceğim. hamamböceği gibi kaçacaksın benden. bende kocaman ellerimle ezeceğim seni. içerisindeki pisliği çıkartacağım. anüsünden sahip olup, günahkâr edeceğim kendimle birlikte seni. hergün içip, içip sarhoş olacağım. ardından sokaklarında, kaldırımlarının üzerlerine kusacağım. günahlarımla arınacağım. daha önceleri yapmaktan hep kaçındığım günahlarımla(!)

-iğrenç dünya. 

kusurlu, özürlü, kırık bir dişin üzerinde gezinen dil gibi histerikleşmiş dünya(!) üzerine hergün aynı kıyafeti giyip, dolaşan insanlık: birbirinin imitasyonu kişiliklerden oluşan toplum, çürümüş ve kokuşmuş haldesiniz egolarınızdan dolayı(!) kireç döksek bu mikrop kırılmaz. hiçbir dezenfektan işe yaramaz sizi temizlemek için. tanrının ayak topuğunda olan kirsiniz. estetik ile fiziksel bozukluklarınızı maskeleyemiyeceksiniz, işlediğiniz sevaplarınız ile yarattığınız kusurlu dünyadan iyi bir varlık olarak ayrılamayacaksınız. süslü, boyalı, polemik ve yalan ile örülmüş olan zihinsel zayıflığınız, üzerinize yığılacak. kaçmayın.

-kurtuluş yok(!)


çünkü seni bir köpek gibi görüyorlar. cogito ergo sum. belki olabilir. ama sen olamazsın. yoksun, yokolacaksın. 3 gün ağlanacak ardından. ilk önce yıkayacaklar, götüne pamuk tıkayıp, bembeyaz bir kefene saracaklar.-insan bir doğduğunda, bir öldüğünde arıymış gibi...- sonra toprağın taneleri üzerine yığın yığın atılacak. sevdiklerin tarafından. ilk önce kokacak, sonra çürüyeceksin. ardından vücudunda istemesende başka organizmalar hüküm sürecek-sanki daha önce başkaları yaşamadı mı üzerinde?-

-ahlaki değerleriniz, yaşam felsefeleriniz, ideolojileriniz....

hepsi üzerlerinize giydirilen kılıflardan ibaret.çürümenize sebebiyet onlar. hiçbir farklılığa sahip değilsiniz. sahip olanlarınızın tek farkı, yansımalar sonrasındaki insanın zihnindeki yanılsama. illüstrasyon. emin olun. mutlak tek gerçek bu. david copperfield dahi olsanız, kaçsanız yakalanacaksınız, özünüz tarafından. saklayamadığınız özünüzce. onu değiştiremiyorsunuz. olmuyor. yalan, pislikle sıvanır. estetik örtmez onu. uyanın. ya da geberin. en doğrusu bu. çünkü hergün yeni bir tanrı yaratıyorsunuz tapmak için. önce güç, sonra mülkiyet, şimdi para, yarın da bir başkası olacak...

-toplu bir kundaklama gerekiyor böyle bir dünyaya...

ben sizin yerinize zaten bunu yapacağım. zamanla olacak. bütün piçleri örgütleyeceğim.onlar yapacak bunu-farkında olmasanız da sizde bir piçsiniz- her düşüncenin söylendiği andan itibaren olduğu gibi. piç. düşünceler yorumlarla, kabuk bağlar. yaralasada, karalasada, kökten yıksada kabul edilmez. piç bir çocuk gibi. bu yüzden ötekileştirilir. başka bir deyim ile; piçleştiriliyor sizler tarafından düşünceleriniz. çünkü sizlerde, kendinizi kabul edemeyen öğrenme duyusu körelmiş. birer hayvansınız. ebeveynleri belirsiz fikirlere sahipsiniz. sizin zihninizden çıkan fikirlere. günah katrelerisiniz. kabul edin. etmesenizde her birey yaşamında en az bir tane piç fikre sahiptir.örnek mi: kaynağını bilmediğiniz fikirlerden gebe kalıyorsunuz hergün. sınıflanma, mülkiyet, para, genel ahlak. yetmez mi. fanusunun dışına çık ve nefessiz kalmaya çalış. 


anlayacaksın(!)

-ben seninle zorla olacağım dünya. 

tıpkı beni bu dünyaya zorla getiren annemin, zorla bedenine girildiği gibi. zorla bana dayatılan kurallara saygı duymam gerektiğinin öğütlenmesi gibi. zorla saygısızlık yapana, saygı duymam ve olmadığı bir kişiymişçesine, davranmamın nasihatlandırılması gibi. zorla birlikte yaşamamın gösterildiği, ölü bir toplumun bireyi olmam gibi. (V)b gibi. farkında değilsiniz. beni canileştiren sizlersiniz. ama artık şunun farkındayım: "..insanlar bu söylediklerimi, yaptıklarımı, yapacaklarımı unutsa da onlara hissetireceklerimin korkusuyla titreyecekler."

ürkek hamam böcekleri unutmayın....


"...asil bir cesaretle öngördüğümüz kötülüklerin, yarısıyla karşı karşıya gelme riskine girmek; olabileceklerin endişesiyle yaşamaktan ve onlara karşı korkakça, kayıtsız kalmaktan daha iyidir."(Herodot)

29 Mayıs 2010 Cumartesi

kirli kan

kanımızı zehirliyorlar...


oksijen insan için o kadar önemli bir maddedir ki, hemen hemen tüm hayati etkinliklerimizi, onun sayesinde gerçekleştiriyoruz.-karbondioksit verilmeli tüm insanlığa- ferah düşünmemiz için beynimizin benzinidir oksijen. nefes ile tükettiğimiz yaşamımızın, ateşidir o. 

oksijen

bir iyi, 

bir kötüdür.

bir yandan yükseltir, bir yandan alçaltır insanı. fizyolojinizi ve düşünsel eylemlerinizi, bu iki zıtlık ekseninde bir ileri, bir geri şeklinde ilerletiriz bilinçli/bilinçsizce.

hayatta "böyle ironik değil midir?"

...değil/dir arkadaşım(!)

hayat basit ve sıradandır. aslında içerisinde koca boşluklar içerir. herbiri, birbirinin klonu olan boşluklardır. karşmaşıklık bizdedir. bizler herşeyi açıklığında göremeyen, sadece kendi sesimizle yaşamımızı idare ettiren varlıklarız. inandığımızın gökte olduğuna kanmışız. tüm eylemlerimizi ise yeryüzündeki taptıklarımız için gerçekleştirir hale gelmişiz. -birbirimizi kemiriyoruz.- daha fazla örneklemeye gerek var mı?

fare' ler gibi yaşamları ufak parçalara ayırıp, lokmamızı damağımızın tadına erişinceye kadar, ufalıyoruz.


doğal bir sonuç bu. bunlar, belli süreçlerin üretimi, yapay meyvalardır.

sizce tanrı, bir elmanın yenmesinden dolayı mı, insanlığı dünyaya yollamakla cezalandırmıştı(!)

bu kadar basit miydi varoluşumuz?

neden biz insanız. neden düşünebildiğimiz halde özgür değildik. tüm hareketlerimizi kendimizce yapabilecek durumdayken, neden "dayatılanların etrafından ayrılamıyoruz. genel ahlak, genel değerler, genel ihtiyaçlar, genel yapılması gerekenler. genelleştirilmiş yaşam profili. genel bir birey olma..." ...dayatması içerisinde yaşıyoruz(!)

genellemelerin her türlüsüne lanet okuyan F. Nietzsche' e, haksız mıydı?

yaşam iyi mi, kötü mü?

bu bireyin bakış açısı...

bu konuda yaşam profilimiz aynadır. fakat bunu bile, genelleştirmiş, bir noktaya bağlamaya çalışmışız. acımız gerçeğin habercisidir.  

yasaklar, dünyanın acısının ilacını saklıyor bizden.

bakmak ve yaralanmak gerekiyor uğrunda. bu noktada örnek annelerdir. sütünü meme ucundan ısırarak aldığımız, acısıyla beslendiğimiz annelerimiz. anaerkil dönemin yaşayışı ile ataerkil yaşamın yaşayış profili...

bize herşeyi anlatıyor, bu zaman dilimleri. geliştirmek bizim elimizdeyken, biz ne yaptık, güce karşı histerikleştik.

bu epidemik, tehlikeli bir hastalıktır.sonu yitik bir yaşam olacak.

gerçek: aidsli bir kadınla birlikte olup, sonrasında ölümü beklemektir.

ölüm aslında arzulanmalı.

arzularımızı kontrol edemezken, neden isteklerimize ket vururuz. bizler yoksunlaşmış, beter ruhlarız. acı zihnimizde ve yaşamımızın temelinde. susmak alışkanlık, eylemsizlik ise yaşam biçimi olmuş. tıpkı nükleer enerjiye evet diyenlerin yaptığı gibi.

canvarlaşmayı seviyoruz. hayvan olduğumuz gerçek ama canavarlaşmak bir ütopyaydı ben küçükken. hayali bir üründü vakti zamanında. bugün çok farklı bir durumda canavar ütopyası. çünkü artık hepimiz canavarız(!)

canavara hizmet ediyor. canavara karşı çıkmıyoruz. gdo' lu ürünler bunun son örneği. bizler mazoşistiz. aynı zamanda sadistizde. ikisinin toplamında asalağız.

başka söze gerek var mı ki bilmiyorum.

lethe'den tuttuğum balıklar bunlardı. hazmedemiyorum. gaz yapıyor. karnım şişkin. obezleştim dünyada. her ne kadar umutsuz olsamda, arzularıma sahip olan biri olarak ben kimim bu sahnede.

canavar mıyım?

yoksa,

hiçliğin hiçi miyim.

neyim.

28 Mayıs 2010 Cuma

Kırmızı Leke - La Marque Rouge



Savaşlar kapitalizmin diş bileyicisi, mayınlar devletlerin terörizmidir(!) - daha fazlası için buradan