1 Temmuz 2010 Perşembe

is/tan/bul

kesik kesik is/tan/bul...

Misha Gordon

istanbul ağlıyor. oturmuşta sızlanıyor. kimsenin umrunda değil. kimse dinlemiyor onun ağıtını. dinledikleri tek ses kendi homurdanmaları. tıpkı birbirlerine yaptıkları gibi...

istanbul' un sağlığı bozulmuş, kimin umrunda.

herkes bir telaşının içerisinde kaybolmuş. herkes kendine bir dert bulmuş. onunla avutuyor kendini. herkes körelmiş istanbula karşı. herkes umursamaz yaklaşıyor ona. yarasalaşmış düşünceleriyle çürütüyorlar bu kleopatra kenti. her yerini yıpratıyorlar. bacaklarını morartıyorlar. ciğerlerini yok ediyorlar. akın akın kanıyorlar gün gün onun yüreğine. pıhtılaşmış pisliklerini getiriyorlar. kısacası insanlar her daim, tecavüz ediyorlar istanbula.

çalmışlar hayallerini bu kadın şehrin. üzerine betondan düzensiz bir dizimle, binamsı hançerler saplamışlar. bu üretken şehirin her gün, bir başka yerini bıçaklamışlar. üzerine, derin derin façalar atmışlar. kibritten, neşterden, jiletten kesilmiş yaralar. her saniye, ayrı ayrı yerlerinden, bir başka mekanından talan etmişler onu. hala ediyorlar. bitirmeye çalışıyorlar. ağlıyor. inat ediyor bu çekici kent. bitmemeye, yaşamaya...

tıkamışlar boğazlarını. yüksek sesli elektronik müzikleriyle, geceleri beynini sarmışlar. gündüzleri  yarattıkları gürültü yetmezmiş gibi bırakmıyorlar geceleride dinlenmesi için bu mor şehri. yorgun ve bitkin kadın. korkuyor. gözlerinin altı torba torba olmuş. içinde barındırığı acılara ortak oluyor. ona sadistçe yaşadıkları aynı acıyı yaşatıyor mazoşist insanoğlu. o ise buna sessizce ağlıyor. umutla bakıyor damarlarındaki, pardon sokaklarındaki oynayan çocukalarına. korkuyor çünkü sokaklarda ticarileştiriliyor. parklar pazarlanıyor şirketlere fahişeler gibi...çocuklar umutlarından yakılmaya başlıyor. isyan kökten engelleniyor. oyun alanları pazarlandıkça çocukların. istanbulda ağlıyor, umutsuzlaşıyor, depresif bir hale bürünüyor.

yapabileceği bir şey yok. bir ana evladını öldürebilir mi. yapamıyor birşey.

ancak türkülerde, şarkılarda, şiirlerde, öykülerde dile getiriliyor acısını. tıpkı şarkılarındaki  varolan umutsuzluğu gibi.  tıpkı, türkülerinde barındırdığı depresif melodik hüzün gibi. tıpkı, şiirlerinde kırık kelimeler arasına yerleştirdiği acıları gibi. tıpkı öykülerinde içine soyunduğu çürütülmüş bedeni gibi, korkuyor ve ürküyor istanbul.

artık ölümünün kıyılarında bu kadın kent. 

estetik istemese de istemediği zorla yaptırılıyor / yapılıyor. hergün bir başka yerinden biçiliyor. kendilerine göre eviriyorlar bu feminen kenti. her noktası buram buram tarih kokan bu kenti, kendilerince değiştiriyorlar. kefen giydiriyorlar. ne kadar gözlerini boyamaya çalışsalarda; farkında olmadıkları katarakt olmuş gözleri artık hiç birşey göremiyor. ciğerlerine saplanılan beton hançerler tarafından nefes darlığından sürekli astım krizleri geçiriyor. çevresine sardıkları fabrika telleriyle özgürlüğüne pranga atıyorlar. kısacası ölüyor bu kent...

ironi dolu hayat. bunları yaşayan bu kadına yine suç atıyor. onu çürütenler ona kötü dualar ediyor. ne kadar lanet bir kentsin diye. farkında olmayan moronlar görmemezlikten geliyor:

"kim bu kenti bu hale getirdi?"

acısı havva' nın acısına benziyor istanbulun. ebediyen suçlanma...

neden yasak elmayı yedin diye...suçalanan havva gibi istanbulda; neden üzerinde bu kadar insana yer verdin diye yargılanıyor..

ruh fahişesi insanlık,

kim istedi sizleri. aynada yarrattıkların bunlar. göz kırpmadan bak[...]

Hiç yorum yok: