Sosyoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sosyoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Haziran 2010 Çarşamba

yaş[at]ıyorum.com

yaşadıkça yoruluyorsun artık. hayatındaki günlük kelimeler ağzından cımbızla alınıyor. günün yorgunluğu, hissizleştiriyor seni. hergün bir önceki günün imitasyonu oluyor. giydiklerinle bir başkasının aynası oluyorsun. toplumu etkilemek zorunda olduğun dayatılıyor. para kazanmalı, ruhunu ortaya koyarak ticaret adına kevaşeleşmelisin. işte bu şekilde: mekanik bir varlık haline geliyorsun. tanrı adına konuşuyorum / yaşıyorum diyorsun. ama halbuki kendi kendine öykünüyorsun. 

mekanikleşmenin izdüşümleri... 


gölgede ise bunlar, onların kelimeleri, söz öbekleri, betimledikleri öykünmeler. tıpkı okulda, dışarda, evde içine nüfuz ettirilirek ilahlaştırılan öykünmeler gibi.

inançsız olmalısın.
yıkım güzeldir böyle bir aptallık için.

unutma: hepsi senin zihninde. engellemek bireyin tercihidir. yani bu dayatma masal cinnetle yıkılacak. topluma karıştırma onları. "tanrı adına konuşuyorum..".. diye, bunu kendine görev addediyorsan, kokuşmaya başlamışsındır. ama sadece sana ait olan şizofreni bu.

uyanmak gerek. herkes sokakta bir azize / aziz. ama içerisinde birşeyleri bızıkladıkça, her şey buharlaşıyor. dogmalarla bezenmiş fikirler, kolonya ıslaklığı gibi zihinde gelip geçici etkiler yaratıyor. bunlara karşı körleşmeliyim. sorgulamadan kabul etmeliyim. susmalıyım. konuşmamalıyım. ama ben tanrıya inanmıyorum ki...

totaliter hayat şizofrenisi...

her yerde huzursuzluk, mutsuzluk, acı ve yorgunlukla sinesi kabarmış insanlar var. korkuyorlar, korkuyu yaratanlar tarafından korunuyorlar. içerisinde zaman zaman ellerine zorla savaş metalarını tutturuyorlar. düzen  ötekisi gibi olmayı seslendiriyorlar. marşlarla, uygun adımla, yüksek sesle...

ironi değil de ne bu?

umursamazlığın getirdiği etikle... 
hareketsizliğinizle: 
baskı, 
zulüm, 
cinnet, 
katliamlar, 
sınıfsal farklar ve insanların buna kayıtsız kalışı. 

acayip bir sentez bu. has kokuşmuş dünya tragedyası. hadi alkışlayın insanlar. sizden üstünü yok. üzerinde yaşadığınız ekolojiyi, hergün değişik pozisyonlarda ilişkiye zorlayarak kirletiyorsunuz. nükleer denemeler. çevreye atılan çöpler. atmosfere salınan gazlar. okyanusların kalbine saplanan petrol platformları. genetiği piç edilmiş organizmalar. kısacası dengesi, kapitalizm uğruna sikilen doğa. neleri gösteriyor, neleri...

ya bizler...

puslu bir camın üzerindeki buğu kadar etkiliyiz.

sessizlik: küresel ısınma. türlerin kırılıp yok olması. denizlerin, ırmakların, çayların, derelerin kızmasıyla buharlaşıp ardından asit yağmurlarıyla tepemize akamaları...

bizim yarattıklarımızın yansıması...

bizlere doğa tarafından biçilen bir kefendir bu.

korkun.

asıl bundan korkun. ürkün, ağlayın. hatta değersiz yaşamınızı sonlandırın. intahar edin. yanarak ölün. bu şekilde gideceğiniz yere alışmış olarak gitmiş olacaksınız.bu yüzden, yükseldiğiniz yerden korkuyla düşün. çünkü  zaten ölüsünüz. ölümü hergün kendiniz hazırlıyorsunuz: doğaya sahip çıkmayarak, insanlığınızı terk ederek.

alternatif asosyol yaşam şeysi, buyrun burdan alın: www.yasiyorum.com


3 Haziran 2010 Perşembe

ilişkiler



ölümün kokusu dolaşıyor sokaklarda...

kan akıyor ağızlardan. yerlere kilim gibi yayılmış insanlık kendini ezmekte. tanrının ayakları gibi itilmiş dünyaya, sürünüyor. elma lanet olsun sana. neden bu kaosa sebep oldun. çocukların günahı neydi. insanın  hazzına köleleşmesi.ağlıyorum, bize miras bırakılan dünyaya sahip çıkamadığımızdan dolayı. hep bunu yapmıyormuyuz. hep hata, hep ağlama. ya eylem adına, düzeltmek adına ne yapıyoruz. kolay. "ÖLDÜRÜYORUZ."

ismine toplum denilen oluşum... 

içerisinde yaşamamız ve ahlaki değerlerine boyun eğmemiz öğretilen örgüt: çürümenin en uç noktasında(!) o kadar umutsuz ki, sanal bir aktivizm mevcut. fakat gerçeklikte? korku, herşeye engel. herkes, herşeye isyan halinde, ama ses yok. neden bu statik hal bilinmez. bas bas bağıran insanlık, ölmüş. ağıdını kendisi duymayan zombiler: sokakları çevrelemiş ve fütursuzca dolaşmakta. yaşasın günü yaşama dangalaklığı. yaşasın yarattıklarıma tapınma bağımlılığımız. herşeye tapınma, sorgusuz, tahakküm etmeyi ruhlarımıza prangalamış. kokuyoruz, klonel bir hale bürünerek.

uyku süresince....

yatamıyoruz. uykusuzluk. görüpte seslendirmediklerimiz. gözaltı torbalarımızda birikmiş. yüzümüze çullanıyor her gündoğumunda. giyindiğimiz kostümlerimiz, birbirimizin imitasyonu. yapay ve yansımayız. kin, nefret, katliam, kavga, dinlemeden yargılama, ukalalık, trans halindeki insanlık: bu cinnet değilde ne(!) 

tedavi etmek gerekiyor bu toplumu.... 

ya da kundaklamak gerekiyor. bireyi kurtarabilmek adına. insanlık kötü bir epidemi halinde. salınmış dolaşıyor gölge gibi. ölümün karanlığı gömülmüş içine suskun. izliyor. gülerek, cipsini ve kolasını tüketiyor. ekran olmuş dünya, dünya olmuş ekran. obezleşmiş insanlar. estetik maymunlar, kıllarını traş etmiş, sokakları arşınlıyorlar. emeksizce, tüketerek. yoksunluk, yoksuzlaştırılmış insanlığın aynası. ama görebilene.

hayat-i memnu....

sessizlik. parçalanmışlık. uzadısıya, dallandırılmış hayat. dini bütün bir gecenin bızırındaki meni. kaygan ve içeri doğru kuyruk sallayarak ilerlemekte. ıslak ve karanlık. upuzun bir yol. gebe insalık.neye(!) televizyona, internete. tüketim metası haline gelmiş herşey. kapitalizmce fahişeleşmiş hisler. giyindiğimiz kişiliklerimiz bizim değil. suskun ve yorgun, kırış kırış hayaller pazarlanmakta. 

kendi hayatımızın kiracılarıyız... 

ikiye, üçe, dörde, bilmem kaç sınıfa kümelenmişiz. içerisi dolu, hep aynı kümeler. kendimizin üzerinde gidip geliyoruz. tecavüz ediyoruz gün boyu inandığımızı koruma sanrısıyla, kendimize. bacak aralığı, kurba kişnemesi melodimizle, doğamızı tüketiyoruz. ölüm dışarda.

ben size mecaz yapmıyoruz. gerçek ve dışarıyı yansıtıyorum. erk'e bağlı olmak günü yaşamaktır. geleceğin mirastır. unutma. topukları üzerinde bale yapan fil. insan.

30 Mayıs 2010 Pazar

hamamböceğine tecavüz(+18)


....kimse kendi inançlarının doğru olduğunu kanıtlayamaz

-dünyanın bızırının üzerine acımı fışkırtacağım. 

klitorisini dişleyip, kanatacağım. acı çektireceğim. dudaklarım arasında tuttuğum parçasını sertçe tüküreceğim yüzüne. sen istemeden ben bacaklarını aralayıp, içine gireceğim. hamamböceği gibi kaçacaksın benden. bende kocaman ellerimle ezeceğim seni. içerisindeki pisliği çıkartacağım. anüsünden sahip olup, günahkâr edeceğim kendimle birlikte seni. hergün içip, içip sarhoş olacağım. ardından sokaklarında, kaldırımlarının üzerlerine kusacağım. günahlarımla arınacağım. daha önceleri yapmaktan hep kaçındığım günahlarımla(!)

-iğrenç dünya. 

kusurlu, özürlü, kırık bir dişin üzerinde gezinen dil gibi histerikleşmiş dünya(!) üzerine hergün aynı kıyafeti giyip, dolaşan insanlık: birbirinin imitasyonu kişiliklerden oluşan toplum, çürümüş ve kokuşmuş haldesiniz egolarınızdan dolayı(!) kireç döksek bu mikrop kırılmaz. hiçbir dezenfektan işe yaramaz sizi temizlemek için. tanrının ayak topuğunda olan kirsiniz. estetik ile fiziksel bozukluklarınızı maskeleyemiyeceksiniz, işlediğiniz sevaplarınız ile yarattığınız kusurlu dünyadan iyi bir varlık olarak ayrılamayacaksınız. süslü, boyalı, polemik ve yalan ile örülmüş olan zihinsel zayıflığınız, üzerinize yığılacak. kaçmayın.

-kurtuluş yok(!)


çünkü seni bir köpek gibi görüyorlar. cogito ergo sum. belki olabilir. ama sen olamazsın. yoksun, yokolacaksın. 3 gün ağlanacak ardından. ilk önce yıkayacaklar, götüne pamuk tıkayıp, bembeyaz bir kefene saracaklar.-insan bir doğduğunda, bir öldüğünde arıymış gibi...- sonra toprağın taneleri üzerine yığın yığın atılacak. sevdiklerin tarafından. ilk önce kokacak, sonra çürüyeceksin. ardından vücudunda istemesende başka organizmalar hüküm sürecek-sanki daha önce başkaları yaşamadı mı üzerinde?-

-ahlaki değerleriniz, yaşam felsefeleriniz, ideolojileriniz....

hepsi üzerlerinize giydirilen kılıflardan ibaret.çürümenize sebebiyet onlar. hiçbir farklılığa sahip değilsiniz. sahip olanlarınızın tek farkı, yansımalar sonrasındaki insanın zihnindeki yanılsama. illüstrasyon. emin olun. mutlak tek gerçek bu. david copperfield dahi olsanız, kaçsanız yakalanacaksınız, özünüz tarafından. saklayamadığınız özünüzce. onu değiştiremiyorsunuz. olmuyor. yalan, pislikle sıvanır. estetik örtmez onu. uyanın. ya da geberin. en doğrusu bu. çünkü hergün yeni bir tanrı yaratıyorsunuz tapmak için. önce güç, sonra mülkiyet, şimdi para, yarın da bir başkası olacak...

-toplu bir kundaklama gerekiyor böyle bir dünyaya...

ben sizin yerinize zaten bunu yapacağım. zamanla olacak. bütün piçleri örgütleyeceğim.onlar yapacak bunu-farkında olmasanız da sizde bir piçsiniz- her düşüncenin söylendiği andan itibaren olduğu gibi. piç. düşünceler yorumlarla, kabuk bağlar. yaralasada, karalasada, kökten yıksada kabul edilmez. piç bir çocuk gibi. bu yüzden ötekileştirilir. başka bir deyim ile; piçleştiriliyor sizler tarafından düşünceleriniz. çünkü sizlerde, kendinizi kabul edemeyen öğrenme duyusu körelmiş. birer hayvansınız. ebeveynleri belirsiz fikirlere sahipsiniz. sizin zihninizden çıkan fikirlere. günah katrelerisiniz. kabul edin. etmesenizde her birey yaşamında en az bir tane piç fikre sahiptir.örnek mi: kaynağını bilmediğiniz fikirlerden gebe kalıyorsunuz hergün. sınıflanma, mülkiyet, para, genel ahlak. yetmez mi. fanusunun dışına çık ve nefessiz kalmaya çalış. 


anlayacaksın(!)

-ben seninle zorla olacağım dünya. 

tıpkı beni bu dünyaya zorla getiren annemin, zorla bedenine girildiği gibi. zorla bana dayatılan kurallara saygı duymam gerektiğinin öğütlenmesi gibi. zorla saygısızlık yapana, saygı duymam ve olmadığı bir kişiymişçesine, davranmamın nasihatlandırılması gibi. zorla birlikte yaşamamın gösterildiği, ölü bir toplumun bireyi olmam gibi. (V)b gibi. farkında değilsiniz. beni canileştiren sizlersiniz. ama artık şunun farkındayım: "..insanlar bu söylediklerimi, yaptıklarımı, yapacaklarımı unutsa da onlara hissetireceklerimin korkusuyla titreyecekler."

ürkek hamam böcekleri unutmayın....


"...asil bir cesaretle öngördüğümüz kötülüklerin, yarısıyla karşı karşıya gelme riskine girmek; olabileceklerin endişesiyle yaşamaktan ve onlara karşı korkakça, kayıtsız kalmaktan daha iyidir."(Herodot)

27 Mayıs 2010 Perşembe

monoklinik vaka



çilemi toprağa gömüp üzerine işiyorum. 

çok sapıkça değil mi?

her şeye rağmen, amonyak onu yeşertmez diye umutlandıkça yanılıyorum. hergün bir başka ölüm. her saat bir başka acı. hayatın öznesi olmaktan çıkmış, asalağıyız artık. sorumsuzca yaşamak nasihatlandırılıyor bize. korku hissizlik. ölüm ise bir deli gömleği insan için. hep zamanlarda onlardan almamız gerekiyor nasıl yaşayacağımızı. toplum. gevrekleşeceksin.

ne yapabilirim ki?

denetlenmeyen bir yaşamı elinde tutmak gerekir. özgür, öznel ve korkusuzca yaşamak lazım. mücadele etmek gerek. kısa cümleler ile uaztmaya gerek kalmadan noktalamalı hayatı. sus. deli saçmalığı bunlar. korkuların yarattığı imgelenimler. dil neden titrer, yürek bu kadar ateşliyken(!)

anlatamadıklarıma, 

dünyanın tüm sözcükleri yetmez olmuş. 

ah deli sevgilim. hala farkında değil bendeki git - gellerin. çocuk. olsa da, olmasa da anlamı çok fazla beynimde. herşeyi seninle beziyorum, tıpkı şu bir kaç kelime gibi. yetmez. çok azlar seni ifade etmek için.

titrek bir ruhum var. 

artık düşünmekten tepsiye dönmüş beynim. 

hiç kimseye göre ben kimseyim. kimseysemde ölseydim. ne olur ki. iki rekat göz yaşı. hiçiz. neyi istediğimizi bilmiyoruz. ama neyi yaşıyoruz. neyi istediğimizi bilsekte, arzularımızı biz mi var ediyoruz. suskun ve donuk. karmaşa varlıkta sarmaşıklaşmıştır. dünya. bana ne senden. sevdiklerim bendeki onları görmediği sürece umrumda bile değilsin....

...
..
.

elimi bedeninin en mahrem yerlerinde dolaştırdığım insanlığın klitorisi, kanlanmış.  o kadar fazla dil darbesi var ki üzerinde insanlık ona daha fazla anlam yüklemekten kaçınıyor. korkmuş. o kadar fazla kadınlaştırılmış ki bu dünya, hep suçlanmış. ya gerisindeki erillik. 

güç ve iktidar. 

nasılda çürütmüş. ölüm gelmişte geçiyor. sırat köprüsündeki maymunların kafa karışıklığında, hala elimiz apış aramızda. ya erkekliğim giderse. neyin gururu bu. azrailin tokatları uyandırsın seni. dilimi keste doğra. yasaklanmış, kalçalarına parmak attım. sarsılma. kelimeler artık sende. farkına var diye daha  da gömdüm kendimi, kendime. susmak fiili bir eylem bireyde. bu yüzden soru şu:

hiç siz kimeden ayrı kalabildiniz mi?

lethe'ye balığa gittim bi dahakine yine gelecem buraya.

23 Mayıs 2010 Pazar

ölümün yosma hali(+13)

size ölümlerin en yosma hali ne desem, 
 
buna bir mana yükleyebilirmisiniz?

hepimizin yaşamında hep yalnızlık mevcuttur. bazılarımızın ise, içerisinde bulunduğu kalabalık hayatta yalnız olduğunu söylemem, çok yeni bir örnek değildir. ama herkesin birbirine yabancılaşıp, bencilleşmesi; düşünebilen hayvanlar olarak benliğimizi yitirmemiz, oldukça acı bir betimleme olsa gerek(!) 

kopuk ilişkiler, çarpık cinsel gelişim, sağlıksız bireyin toplumsallaşması, düşüncenin monoton ve mat kabul edilmesi. çürümenin fizyolojisine dair her şeyin yaşanılması gerekli kurallar olarak dayatılıyor bizlere.

örneğin

gözlerinizi açıp pencerenizin dışına doğru uzanın ve bakın:

günlük yaşamımızda dolaşırken, sokakta nefeslerimizin birbirini fransız öpücükleri ile dillemesi, kalabalıkların birbirine çarptığı halde birbirinin varlığı hakkında umursamaz duruşu, kökten ayrımcılığın bir yüzüdür. 

konuşurken, yürürken, dolaşırken, otururken birbirimizle korteksimizde sevişiyor ve bundan bir hayli fazlaca  gizli haz alıyoruz. 

zina denilen dini yasağın zevki, vücudumuzda bizi ereksiyon halinin en üst sınırlarında gezindirerek deliriyoruz...

kontrol edemediğimiz arzularımız sayesinde her daim bunu gerçekleştiriyoruz. 

ne mi burda ki vurgu.
arzularımızı kontrol edemiyor ve hedonist bir edayı gizlice idame ettiriyoruz. buna katatonik bir halde bağımlı olsakta, bizler çoğunlukla bu eylemleri inaktif bir halde yapmadığımızı ve yapmamamız gerektiğini öğütlüyoruz çevremize. 

yaşam eksenlerimizin paralelliği söylediklerimizle uyuşmadığından buharlaşıyor. 

bizler neden kendimize yabancıyız?

çünkü...
sus...

...ruhlarımız yosma.

yaşayan ölüler gibi etmizi günübirlik kılıfımızla örtüyoruz. -tüketmelisin kendinide- üstünde durduğumuzun buharlaşması, gökyüzüne olan aşırı umutlarımızın kofullaşması; içerisinde bizi arafa itiliyor. kalakalmışız bir şüphenin içerisinde. 

korku herşeyi titretiyor. 

acı herşeyi daha da soluklaştırıyor. 

kaskatı bir penis gibi hayatın içerisinde, birbirimizi sıvazlıyoruz. herşey akıcı, herkes dinamik ama hayat hep aynı yerinde statik?

nasıl bir çelişki yumağıdır bu. nasıl bu kadar körelmiş haldeyiz. ayın şuası yüzümüze çaktığında parıldayan gözlerimiz, kan çanağı halde diğerinin gözüne yansıyor. 

uyumak bunu görmekten iyidir.

sis.

balıkların sahillerden uzaklaştığı yerlerde ölümler simaya yetişmiştir...

bir koku arı denize sinmiş, yapraklara nüfuz etmiş, canlıları yok etmiştir. canlılık yok. tek suçlusu sensin işte.

bu durum, yosma bir hayatın bekçisi olmayı istediğin sürece devam edecek...

arzular isteklerden bağımsızdır....

3 Aralık 2009 Perşembe

Masquerade(Maskeli Balo)




Maskeli Balo: Hayatımızın tasviridir bu balo....

Gerçekleştiği Yer: Bizlerin sürdüğü yaşamında sistemin dayatmalarıyla, geçip giden kendi hayatlarımız...

Oyuncular: Sen, ben, o, bu...

Konu: İnsanoğlunun bireysel hayatının toplumsallık ile mekanikleşmesi sonucu sürdüğü hayatın, güzel bir tasviridir Maskeli Balo kısa filmi. Tıpkı Samsa' nın hislerini zihnimize çizen Kafka' nın o eşsiz anlatımında olduğu gibi, kendi yaşamımızın varlığını sorgulatıyor aslında. Yada daha açık bir ifadeyle varolamadığı sürecini.

Gün geçtikçe kendi yaşamlarımızın rutinliğinde, bu mekanik sistemin ara ya da sabit elemanı olduğumuz için her daim bir mutsuzluk, şiddet, kavga, hınç, öfke ve ötekileşmek gibi unsurlar mevcut bizlerde.

Kılıflarımız altında, reformize etmeye çalıştığımız sistemin, giderek içine gömülüyoruz. Kurtulabilmek kolaydır. Sadece yapılacak eylem öncelikle bireysel özgürlüğümüzün kazanılma sürecini cesaretle gerçekleştirmek.
Ortala

24 Kasım 2009 Salı

İnsanın Yedi Çağı




Bütün dünya bir sahnedir...
ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu...
girerler ve çıkarlar.
bir kişi bir çok rolü birden oynar,
bu oyun insanın yedi çağıdır...

ilk rol bebeklik çağıdır,
dadısının kollarında agucuk yaparken...

sonra mızıkçı bir okul çocuğu...
çantası elinde,
yüzünde sabahın parlaklığı
ayağını sürerek okula gider...

daha sonra aşık delikanlı gelir,
iç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şirleriyle...

sonra asker olur,
garip yeminler eder.
leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç,
savaşta atak ve korkusuz,
topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar...

sonra hakimliğe başlar,
şişman göbeği lezzetli etlerle dolu,
gözleri ciddi, sakalı ciddi kesimli...
bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur
ve böylece rolünü oynar...

altıncı çağında ise palyaço giysileriyle,
gözünde gözlüğü,
yanında çantası,
gençliğinden kalma pantalonu
zayıflamış vücuduna bol gelir.
ve kalın erkek sesi,
çocukluğundaki gibi incelir.

son çağda bu olaylı tarih sona erer.
ikinci çocukla her şey biter.
dişsiz,
gözsüz,
tatsız,
hiç bir şeysiz..

"Nasıl Hoşunuza Giderse" 3. Bölüm 7. Trajedya / William Shakespeare

21 Kasım 2009 Cumartesi

Garib-i Domuz



Çürümüşlükle: Çocuklar yabancılaşıyor. Bundan en kötü etkilenen hayali yapılar bile, kendi aralarında yabancılaşarak faşizan bir tavır almaya başladı. Bu temada düşüncemizi geliştirirsek, ciddi anlamda kapitalizmin bizi nasıl bir sınıflandırma içerisine soktuğunu anlayabiliriz.

Yorum'a Açık Çürümüşlük!

16 Kasım 2009 Pazartesi

GDO'ya Hayır!


Geleceğin ile Düzüşmelerine Ortak 
Olma!

12 Kasım 2009 Perşembe

Sanal Dejenerasyon


Değişen yaşam koşullarımız, yeni ekolojiler doğurmuştur. Teknolojik bağlamda bu yeni yaşam alanı sanal dünyadır. Sanal alemde ismimizi oluşturan mahlaslar, sanal kimliğimizin bir göstergesi / bir parçasıdır. O kadar fazla kişilik bölünmüşlüğü yaşamaktayız ki, bazen bu gerçek dışı dünyada, kendimiz olmaktan koparak bir başkası gibi olabiliyoruz. İşte bu kişisel bir bozukluktur. Tümel olarak sanal ortamdaki ciddi problemlerin ismine sanal dejenerasyon diyebiliriz. Ve şöyle açıklayabiliriz: İnternet dünyasında bireyin kullandığı ve / veya aktif olduğu alanları, iletişim sürecini, aktif yararlandığı araçları bozguna uğratmasıdır, sanal dejenerasyon.

Bunu bir kaç kategori altında incelediğimizde, aslında oldukça ciddi bir sorun yumağı oluşturduğunun bilincine erişebiliriz. Bunları edebi anlamda tutun, sosyolojik anlama kadar çok geniş bir yelpazeye doğru yayılacak şekilde açabiliriz.

Örnek vererek anlatmak istediğimi betimlersem, şunu diyebilirim:

Edebi Anlamda: Buna örnek olarak üzerinde yaşadığımız bu coğrafyada, genel olarak konuştuğumuz dil olan türkçe' nin dejenerasyonunu gösterebiliriz. Türkçe kullanan bir bireyin sanal ortamda "ş" yerine "sh", "ç" yerine "che", "k" yerine "q" vb... örneklerin kullanılması dilimizin sanal ortamdaki dejenerasyonuna örnektir.(- oldukça popüler bir örnek olmasının yanında, burada milliyetçi bir edanın dışında; bir dilin doğru ifadesi vurgulanmaktadır. hata yapabiliriz ama tekrar eden bir hata zincirine dahil olursak bizler çürümenin katalizörü oluruz.-)

Sosyolojik Anlamda: Bunuda yine çok genel ve basit bir örnekleme ile açıklayacak olursak: Toplumda gayet resesif bir halde olan bir bireyin, sanal ortamda klavye başındayken kurduğu site üzerinden üyelerine tahakküm(otorite kurması). karşısında tanımadığı bir kişiye sırf onunla ters düşütüğü için küfür etmesi ve / veya hakaret dolu sözler söylemesi toplumun git gide nasıl bir kişilik bozulmasına uğradığının örneğidir.

Bilimsellik Anlamında: Yine bunu da sıradan bir betimlemeyle örneklendirecek olursak: Bir olayın gerçekleri üzerine, bir çok yorumun olması, gerçek olup / olmadığı tespit edilemeyen fotoğrafın(fotoşop ile yapılmış resim ve fotoğraflardan bahsediyorum)bulunması. Herkesin bunların doğru olduğunu zannederek başkalarına yayması, bir konu üzerinden sanal ortama aktarılan bir makalenin yorumunun gerçeklikle ilişkisini araştırmadan, sırf kendi görüşünü örtüyor diye bireyin onu kendi yorumuyla birlikte sanal platformlarda kullanması ve bunların toplum tarafından da kabul görmesiyle yorumlar gerçekmiş gibi savunucu bulmaya başlıyor. Bu bilimsel kirliliği beraberinde getirmesiyle birlikte, bilgi dejenerasyonunuda doğurmaktadır. Öyle ciddi sorunlardır ki bu yalanlar, adeta tertemiz bir suya bir şişe mürekkebi dökmeyle, suyun renginin değişmesine benzer. Hızlı ve derin bir şekilde değişime sebep oluyor.

Cinsel Yaşam Anlamında: Kapitalist çıkarlar ile, porno sektörünün istenen / istenmeyen aşırı büyümesiyle birlikte, ne kadar önlem alınmaya çalışılsa da çalışılsın. Bireylerin sapkın huylarının dizgin altına alınamaması ve oluşan yeni tüketimler isteğinin, bireyin cinsellik pedagojisi düzeyinde düzgün gelişmemesine ve farklı eksenlere sapmasına sebep olan bir dejenerasyonu oluşturmaktadır. Bknz: Pedofili

Bu örnekler arttırılabilinir...

Ve unutulmamalıdır ki bugün geldiğimiz noktada, aktif olarak kullandığımız sanal ortamın dejenerasyona / bozulmaya / yozlaşmaya uğramasına sebep bizleriz, bu bizim tercihlrimizdendir. dolayısıyla engellemenin en basit yolu düşünebilmektir!

25 Ekim 2009 Pazar

23 Ekim 2009 Cuma

paşa paşa uyuma...

...apolitizasyon kötü birşey.

Politikayı bir birey sevmeyebilir, ama yaşadığı coğrafyadaki olaylara tamamen yüz dönmesi kötü bir durumdur. Tarihsel bilincin, okulda verilen veya televizyon kültüründen aldığı ile, kendini sınırlayan  toplumların yaşadığı bir süreçteyiz. (Bu kısır ve cahil zamanın doğmasındaki en büyük olgudur.)Herkes dolu şeyleri savunduğunun sanrısında olsa da tek(çürümüş sistem) taraftarı oldukları açıktır. Çünkü bu olgunlaşmamış olduğu halde çürümeye başlayan fikirleri, hiç bir şekilde öznel değildir. Söylemeye çalıştıkları, ailelerinden aldıklarıyla sınırlandırılmış onların düşünceleri/önyargıları dir/dır. Ya da sistem koruyucusu olarak atandıklarının düşünceleridir, dile getirip sürekli geveledikleri bu söylemler...

Bu yüzden özgür olmayan ve bağımlı bireylerin oluşturduğu apolitik bir toplumun bireyleriyiz bizler. İçler acısı ki bunun, böyle olmasına sebep olan darbelerin bilincinde bile değiliz. Buyrun buna bir örnek:

Bir röportaj yapılıyor geçtiğimiz zamanların birinde. Bir dergi İstanbul Taksim' deki Atlas Pasajı' nda 26 yaşındaki bir öğrenciyle darbe ve Kenan Evren üzerine konuşuyor. Konuşma parçalı olarak kısaca şöyle:

- 12 Eylül deyince aklına ne geliyor? Darbe mi? Darbe nedir?

- Halkın ayaklanmasına karşı yaptırılan yaptırımlar...

- Darbe iyi bir şey mi?

- İyi bir şey, sağ sol savaşları ekonomiyi bozduktan sonra bu tarz yaptırımlar iyi oluyor

- Sağ sol çatışması hakkında ne biliyorsun?

- Bana göre aslında sağ sol yok. Onlar eskidenmiş. Üniversitelerde kimlik arayanların sağı solu seçmesiymiş. Şimdiki punkçılarla hiphopçular gibi...

- Askerliğini yaptın mı?

- Yapacağım. Çünkü sürekli karşıma çıkıyor. Kız vermiyorlar. Çevredekiler gay muamelesi yapıyor.

- Kenan Evren'i biliyor musun?

- Eski cumhurbaşkanı, asker ve ressam

...bu alıntıdır. 

İçler acısı bir durumdur. O dönemlerde liğme liğme edilmiş kişileri hatırladıkça ve çektikleri ızdırabın ne olduğunun farkına varılmasıyla, gerçekten çok kötü bir halde olduğumuzu azda olsa anlayabiliriz.  Arkadaşın söyledikleri ne hale geldiğimizin apaçık bir göstergesidir. Bu ülkenin böyle bir hale bürünmesinin sebepleri ve onları bu hale sokanların kimliklerini anlayamamız, televizyon ve salt eğitim süreci ile yetinmemizle ilişkilidir. Birey olabilmek için ve hayata karşı donanımlı kişiler olabilmemiz için yazılanlar, yaşanılanlar, çekilen filmler mevcuttur. Fakat tüketim toplumu olan bizlerin koyunlaşması ile geldiğimiz nokta, bu kadar çürümekle yetinmeyip daha da kötü bir hale gelmektedir. Yine yaşamamız gereken sistematiğini vurgusu ile evrilen toplum, bu bizim için tasarlanmış mekanik sistemin uzvu olmamızdandır. Çünkü, hep onların istediklerini tüketiyoruz, özgürleşemediğimizden. Bugün Cumartesi Anneleri veya Plaza del Mayo'cuların neyin savunduklarını bilmeyenlerin suçlusu rahat uyumasın diyoruz. bu yüzden sende bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın deme ve paşa paşa uyuma. Dünya bir kümes ise o yılan bir gün diğerlerini tükettiğinde seni de sindirecektir kendi bünyesi için.  Tıpkı bugün kültürel, sosyal ve özgün yaşamını elinden aldığı gibi...



18 Ekim 2009 Pazar

Sessiz(ce)


ürküyorum...

...dışarıdan baktığımda,
kemiklerimin kırıklığında,
kanayan geceye boşalıyorum.

korkuyorum...

daha bi sesiz,
daha bi fırtınalı
bu hal(sizlik)...


susuyorum...

...süreksizlik mevcut yaşamın bacaklarında.
çarpık ve zayıf...
en kısa mesafeli koşularda bile,
nefesi tıkanıp,
dalağı şişmekte hayatın.
esiri olduğumuz
kadın/adam,
yaşam...

konuşuyorum...

tecavüze uğramış,
zorla kirletilmiş,
süt dişleri oluşmamışken,
avlanma öğretilmiş insan
acınacak haldesin.

ölüyorum...

sesiz-
.ce.

Liberter Kedi

Toplum Korkusu ve Kuşak Oluşumuna Dair...

İnsan doğası gereği bazen kendini keşfetmeye yolculuklara çıkmaktadır. Tarih bunu içerisinde oldukça fazla göstermektedir. Fakat bazen insanın bu yolculukları sırasında, iktidarın işine gelmeyen keşiflerde bulunduğunda, insan hemen susturulur. İşte bu susturulma yöntemleri, bireyin daha sonraki yaşamını etkilemekte ve ondan sonra gelecek olan kuşakların davranış biçimlerini oluşturmaktadır.

Kabul etmeyede biliriz bunu.

Genellemerin yanlış olduğu, istisnalar ile bozulur / bozguna uğratılır. Ama tümel bir gerçek vardır ki: Zaman bize kuşak davranışlarının nasıl geliştiğini, içerisinde hep göstermektedir. Bir örnekle açıklayalım:

Coğrafyamızda görülen 12 eylül 1980 darbesi ve sonrasında insanlar maddi / manevi geleceklerini düşünmeye zorunlu bıraktırılmış ve ailelerini koruma güdüsüyle ellerinden özgürlükleri çalınmıştır. Bunu yaparken uygulanan bireysel şiddet, sistematik korkutma, toplu katliamlar gibi etkin şiddet eylemleri, toplumun geleceği oluşturması için bir yönlendirme olmuştur. Buradan yola çıkarak, 1980' den sonraki kuşaklarda etkin bir halde, apolitik bir gençlik oluşmakla beraber, emo dediğimiz arabesk kültürü veya modernist gözle bakılan batı çürümüşlüğünü almış ilericileri görebiliriz. Ya da bunu biraz daha sınıflandırmadan uzak tutarsak teknolojiye bağımlı olmuş asosyal bir toplum mekanizması oluşmuştur. -Bu oluşturulurken kullanılan araçlar bilgisayarlar ve cep telefonları dejenerasyonda en büyük etkendir.- Bu kuşak şimdi 20-30' lu yaşlar arasında(-düz hesap-) ve kendini ifade etmeyi, korku psikolojisi içerisinde sağlıklı olarak yapamıyor. Çünkü ifadesiz ve itiraz etme eylemlerinde yoksun bırakılmış ya da korku ile güdülmüştür.

Peki hiç mi toplumda bu genellemenin içerisinden sıyrılan birey?

..elbette var. Buda, ezilenlerin pedagolojik gelişmişliğinde, kendi olabilmiş bireylerde var. Sanatla ruhunu arındırmış ve birilerinin etkisi altında olmadan özgür düşünceleriyle ne aradığını bilenlerde var. Ya da yaşamın, bilgisayar başında değilde, dışarda dolaştığını, nefes aldığını, terlediğini, emek sarfettiğini bilip bu politik şiddetten sıyrılıp ona direnenlerde var.-Bu direnme sokaktaki gerçeklik ve görüntülerden çıkarılan düşünce metalarıyla alakalıdır- Bağlantılı olarak yakın zamanda bunun örneklerini gördük.


Sonuç olarak, bizler bir düdük olmadıkça ve üzerimizden yükseltilecek toplum tasarımına istenilen yönde şekil vermeleri için tahakküme izin vermedikçe özgür olabiliriz. İster bunu topluca, isterde bireysellikle yapalım. Ama burada önemli olan metafor, birilerinin peçetesi olmamak(!)

17 Ekim 2009 Cumartesi

Merkezsiz ve Topraksız...



Merkezsiz ve Topraksız...

"Merkezsiz ve topraksız yönetim aygıtı" tanımlaması önemli bir problem. Ulus devletlerin bütünüyle gücünü kaybetmesi demek göreli (relative) bir şey.

Negri İtalyan, Gladio' nun kuruluşunu görmüştür. İtalya' da en az Türkiye kadar uluslararası kapitalizmin deney ülkelerinden birisidir.

Gladio' nun hedefi, İtalya' yı kapitalizmin av sahası haline getirmekti. Negri' nin içinde bulunduğu hareket çok radikal olmasa da, Gladio' nun devletle işbirliği içinde olması sonucu kendisi de hedef oldu. Gladio' nun amacı solu illegaliteye itmekti. Sendikalara müdahale edilmesi de bundan. Türkiye bunu 12 Eylül darbesiyle yaptı. Negri vaktinde böyle bir güçle muhatap olduğu için mücadeleyi ulus devlet zemininde düşünmek istemiyor.

Gladio denilen şey, CIA bağlantıları da olan, global bir şey, yani merkezsiz ve topraksız.

Ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz ama Türkiye' ye geldiğini de biliyoruz. Yani Negri' nin içinde bulunduğu ortama dair yaptığı gözlemler, mücadele perspektifini ulus devlet ekseninden ayırıp "dünyasallaştırmıştır" diyebiliriz.

Ulus Baker : Hayvan Dergisi , Cilt:6, Sayı: 41, Sayfa: 68–69 

Not: Ustadan kısa ve öz bir değerlendirme...

16 Ekim 2009 Cuma

Ada / Island



Fyodor Khitruk yapımı, 1973 yılında Altın Palmiye, 1974 yılında Cannes film festivalinde ödül almış bir film ADA.

Kapitalist yaşamı çok iyi betimlemesi ve insanların içerisinde nasıl birbirlerine karşı yabancılaştığını anlatan, etkileyici bir filmdir. Militarizm, sermaye-hammadde algısı içerisinde insan değeri, sosyal yaşam ve benzeri konuları, yaklaşık 10 dk.'ya sığdıran ve anlatan mükemmel bir film...

14 Ekim 2009 Çarşamba

Karikatür...

Politik bir söylemce ve insan doğasını yansıtması açısından, sanatın en masum militanıdır karikatür bence...

Kapitalizm...



Hamid Bahrami...




Dağıstan Çetinkaya...



Victor Zuev...


Borisiav Stankovic...


Musa Kayra...


Kaynağı Belirsizler...



  









10 Ekim 2009 Cumartesi

Düşünmek Tehlikelidir

Düşünmek Tehlikelidir.

Zaman bunun örneklerini canlı gösterse de bu eylemi tehlikeli yapan düşüncesiz insanlar aydınlatılmalıdır, eylem ve etkinliklerle. Direnme ve düşünme eylemini yapamayanlar otoritenin kurşunudur.

Bu yüzden düşüncelerinizin tehlikeli olduğunu hissetsenizde, onları ifade etmekten kaçınmayın. Gerçekler, tehlikeleri, idam sehpalarından geçerek yenmeyi başarmıştır!





Görsel: Ahmet Vahit Akça...

6 Ekim 2009 Salı

Yaratıcı Varlıklarız Vesselam!

Charles Manson' ın çok güzel bir tümcesi vardır:

Bana yukarıdan bakarsanız bir aptal görürsünüz; bana asağıdan bakarsanız tanrınızı görürsünüz; ama bana karşıdan bakarsanız kendinizi görürsünüz....
...diye. Peki iş bu kadar basitken neden birilerini tanrılaştırıp onlara taparız.
Sanrım bunuda en iyi Montaigne açıklıyor:

Biz daha bir solucan yaratamazken, milyonlarca tanrı yarattık...

...diye. Haklı!