Ustalardan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ustalardan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Aralık 2008 Pazar

Ha(pislik) Düşün!


İnsan hapsedildiğinde başarısızlığa uğramıştır, sosyal olarak. Bunun sebebi ise kendini sınırlandırdığı kanunların getirdiği cezalardır.

Bu cezalandırmaların hücre evleri olan hapishaneler, sınıfsal farkların oluşmasını doğurmuştur. Cezalar ise bu farklar üzerinde, toplumun kendisine biçtiği tek taraflı kanunların ürünleri olduğundan. Sosyal sorumsuzlaşmayı baki kılmıştır günümüzde.

İnsan zincirlerini kırdığında, tekrar bağımsızığına ulaşacaktır.
LiberterKedi

11 Aralık 2008 Perşembe

İn(s)an'ın Yitirilişinin Sebepleri Üzerine...

..bir çiçeğin kırılmasıyla aynı etkiyi verir, insanın kalbinin zedelenmesi.


Hayatımda kafamı dışarı çıkarıp baktığımda herkes birşeylerin mücadelesi içerisinde. Sürekli bağırış, çağırış, uzaktan kin dolu süzmeler(Argo'da bir kişiyi dikizlemek anlamında) e dahası. buna kaynaklık eden nefret, kin, gaye nedir bilmiyorum. Ama bir gerçek ar ki insan hiç tanımadığı birisi hakkında bile konuşacak yapıda. Bu işte acı olanı. Belli ki hümaniteden öğrenemediklerime bağlı olarak, sürdüğüm bu trajediyi bu denli biz şiddetli, sancılı ve acı çekerek yaşıyorduk.

Neden mi?

...çünkü ilk doğduğumuzda bizler insan olarak doğarız. Çünkü ağlarız, düşünürüz nereye geldik diye. Ama zamanla insan ne olduğunun farkında olmaktan uzaklaşıp, yoksun bir halde bireysel bencilliği için saaşıyor. Ekolojisinin bu denli kötü bir geleneği olan bir bebek dünyaya ne kadar saf gelsede, umutları kırıldıkça, bir çiçek gibi solduruyor hayallerini.

Yanlış mı?

İncilerin kağıt üzerinde oluşturduğu nemli ortamda kalan bir bireyi düşünün. Gözlerinden süzülüp gelen hisler belki de karmaşıklığı ile dillendirmeye çalıştıklarında gizli. Herşey doğal olsa da, insan farklı olduğu için yaşıyor. Düşünebilme yetisine sahip tek arlık. Ama biz ne yapıyoruz:

Düşünüyor muyuz savaşları, aç kalan çocukları, yetimhanelerde şiddetle yönettiğimiz bireylerden nasıl sağlıklı vatandaşlar olabileceğini. At, arat silah mantığıyla nasıl bir aydın toplum yapısı oluşturabiliriz ki. Bizler bilinçli olarak yaptığımız işlerin ne gibi sonuçlar doğuracağının yargılamasını yapıyormuyuz.

Tabi ki YOK.

Bizim bu günkü ideolojimiz ne. EZMEK. Karşımızdakinin açığını yakaladığımız gibi, iki elimizle yakalarına tutunup, üzerine asılmak. Asılıp ardından da onu parçalamak. Tıpkı bir kaplan gibi.

Bazı hayanlar vardır aç olduklarında sadece saldırırken, bazı hayanlar vardır ki kızdıklarında ya da hakimiyet bölgelerine girdiğinizde size saldırır. Peki soruyorum: Bu her daim size, bize, onlara saldıranlar nasıl bir varlık. Nasıl bir yapıya sahipler, acaba onları ekolojisinde farklı bir biyolojik canlı sınıfına koyan etmenler böyle insanları kırıp, ezmeğe meyilli insanlar içinde geçerlimidir soruyorum?

Günümüzü çıkartarak yaşamanın, ne gibi çıkarımını göreceğiz. Pragmatik bir kazanımı varsa nedir?

Kaybettiklerimize üzülmemek adına girdiğimiz bu postun altındaki dünyamız, ne kadar da erensel bir hal almış, ne mutlu bize.

Kişisel İleti: İşte bu yüzden umutsuzum Aydan Atlayan Kedi ablam. :'(

Çünkü hala;

*Savaşlar, çocukların cinsel taciz edenler,(Aslında başka bir ifade kullanırımda edebimi bozmak istemiyorum), kadına şiddet uygulayan egosu delik deşik bireyler, ereksiyona uğrar gibi işçisini ezen patronlar, açlıkla boğuşan insanlar ariken ekmeğini çöpe atanlar ve benzeri bir çok olgu mecutken, nasıl bunları toplumdan temizleyeceğiz. Toplumda bu kadar önyargılı, ne olduğunu bilmeyen birey mecutken?

Soruyorum.

Fikrim ise evrimini tamamlayamıyan tek canlıdır. İnsanın böyle olmasındaki temel sebep, geri bırakıldığı düşüncelerini oluşturamama özgürlüğüdür. Özgürlüğü her kısıtlanmış birey, şiddete, baskıya, kine, nefrete, ezmeye, hor görmeye ve dahasına eğimlidir!

Bu yüzdendir ki bir bireyi kısıtlamak onun için yararlı gibi görünsede, temelde daha derin sorunlar ortaya çıkartabilir.

LiberterKedi

10 Aralık 2008 Çarşamba

Bay Düdük

Bir tutam öykü başlığı altında edebiyatımızda yeralan öyküleri, hikayeleri, kısa anlatıları sizlerle paylaşcam dostlar.

Bay Düdük (Aziz Nesin)

Sürte sürte bir oldum. Kı smetim bağlanmış demek. Kimse bana is vermiyor, hiçbir yerde iş bulamı yorum. İnsan darda kaldı mı , en olmayacak şeyleri bile düşünüyor. Maçka' dan Dolmabahçe' ye doğru, iste böyle en olmayacak şeyleri düşüne düşüne gidiyordum. Stadyumun önüne geldim, bir ana baba günü. Öyle kalabalık, caddeden geçmenin imkânı yok. Bu adamlar stadyuma nasıl giriyorlar? İnsan anaforunun içinde, bir o yana, bir bu yana fırfır dönüyordum. Bir dalga geliyor, elli metre aşağı iniyoruz. önden itiyorlar, yirmi adım geri bas; arkadan dayanı yorlar, otuz adı m öne yürü. Dört yandan birden sı kı ştı rı yorlar, o zaman olduğum yerde fı rı ldak gibi dönüyorum. Bir yere geldim dayandı m ki, söküp çı kmanı n imkânı yok. Kendimi bu insan seline bı raktı ğı mı sanmayı n. Ha babam zorluyorum. Ama nereye? Bir saat kadar debelendim, çabaladı m, çı rpı ndı m, o insan dü ğümünün içinden bir türlü kendimi söküp çı karamadı m. Bana öyle geldi ki, içine düştüğüm bu insan anaforundan bir daha ömrüm oldukça artı k kurtulamayacağı m. O yana itile, bu yana kakı la son soluğumu şuracı kta verip güme gideceğim.

İşte tam o umutsuzluk sı ramda, bir düdük öttü. Düdük ama, ne düdük...Anadan doğma sağı rı n duyacağı bir düdük. Düdüğün ötmesiyle o birbirine kenetlenmiş insan kalabalığı şak diye ikiye ayrıldı.Düdüklü adama yol verdiler. Bir de baktı m: Aaa... Bizim Musa değil mi?

— Musaaaa!...diye bağırdım. «Ulan Musaaa!...» diye de bağırabilirdim. Ama düdüğe olan saygı mdan olacak, böyle diyemedim. Sesimi duyunca Musa elimden tuttu, beni o kalabalıktan çıkardı. Yürümeye başladık. Önümüz tıkandıkça, Musa düdüğüne asılıyordu. Düdüğü duyanlar birbirlerini ezerek kaçışıyorlar, bize yol açıyorlardı. Musa önde, ben arkasında, böyle ilerleyerek stadyumun kapısına geldik. Musa bir düdük de kapı da öttürdü.

Kapıdaki memur,

— Buyurun! diye bize yol verdi. Turnikeden geçtik içeri girdik. Geniş bir soluk alınca,

• Ulan Musa, sen Beden Terbiyesi Genel Müdürümü oldun? Nedir bu, düdük elinde fırfır öttürünce herkes sana yol veriyor? dedim

• Beni bırak da sen kendini anlat, ne iş yapıyorsun? dedi.

• Hiç bir iş yaptığım yok. Beş aydır iş arıyorum.

Ama erkeklere iş yok. Şimdi gelirken onu düşünüyordum. Bir iki makyaj yapıp kadın kılığınamı girsem? Ama onları doğruluyorum. Ben de yanı mda çalıştırmak için birisini arasam, kazık gibi bir erkek alacağıma, güzel bir kadın seçerdim, içimde kötülük olduğundan değil. Nasıl olsa ikiside aynı işi yapmayacak mı , hiç olmazsa, karşında güzel bir kadın görürsün de gönlün gözün açılır.

Musa,

• Anlaşı lan, sen iyice bitiksin... dedi.

• Hem de nası l! Beş ay işsizlik ne demek?

Ondan sonra maçı n heyecanı yla konuşmadık. Maçtan çıktık. Musa, fırfır düdüğü öttürüp bize yol açıyor. Düzlüğe çıkınca,

— Arabaya binelim, dedi. Binelim binmesine, ama nasıl bineceğiz? Ben diyeyim beş yüz kişi, siz deyin bin kişi araba, otobüs bekliyor. Bir bos araba geldi mi, yüz kişi birden koşuyor.

• Bize iki günde sıra gelmez

Musa,

• Sen dur! dedi. Önümüzden bir taksi geçerken, cebinden düdüğü çıkarıp, fıırfııır öttürdü. Düdüğü öttürmesiyle hı zla giden taksi döndü; geldi önümüzde durdu. Biz taksiye bindik. İşin şaşılacak yanı, boş arabaya başkaları saldırmadı.

Arabada,

— Ulan Musa, yoksa sen Trafik Müdürü mü oldun? dedim. Parmağını dudağına götürüp «sus!» işareti yaptı. Nişantaşı'nda taksiden indik. Musa cüzdana davrandı.

Şoför:

• Ayağını öpeyim âbi, para istemez kurban olayım... dedi.

Para almadı.

• Şoför tanıdık mı? dedim.

• Yoo... dedi.

• Ulan Musa, yoksa sen Polis Müdürü mü oldun?

Yine bir «sus!» işareti verdi.

— Surdan öteberi alalı m da eve gidelim, dedi. Kasaba gittik. Kasap dükkânının önünde bir kuyruk var, sonu görünmüyor. Kuyruktakiler sıra kavgası yapıyorlar, birbirlerine girmişler. Bizim Musa hemen düdüğe sarıldı. Düdüğün ötmesiyle, herkes yerli yerine çekildi. Kasapda dışarı uğrayıp, Musa'ya,

— Buyurun! dedi.

Biz kuyruğu yarıp içeri girdik.

• Bir kilo bonfile... Kasap soruyor:

• Başka emriniz?

• Beyin var mı ?

• On tane yeter mi? Kasap paketi yaptı. Musa cüzdanı çıkardı. Kasap,

• Vallahi olmaz Beyefendi... diye parayı almadı. Ama biz etleri aldık, dışarı çıktık.

• Ulan Musa, yoksa sen Belediye Müdürü mü oldun?

Benim soruları ma hep, sus, diyor.

— Bu aksam yemeği dı şarı da yeriz. Bu aldıklarım yarına, dedi. Ertesi gün pazar.

• Neler istersin? dedi.

• Hiç bir şey istemem, dedim. Efendim oradan gittik manava. Oradan gittik bakkala. Bizim Musa, dükkândan içeri girmeden önce birkere düdüğe asılıyor. Ondan sonra içeri giriyor. Elimiz kolumuz paket doldu. Hiç bir yerede on para verdiği yok. Bir düdük daha öttürüp bir taksi çevirdi.

Apartmanına gittik Şoföre:

— Bekle! dedi.

Musa bekâr. Apartımanında bir başına oturuyor. Elimizdekilerini bıraktık. Kapıda
bekleyen taksiye bindik. Bir gazinoya gittik. O şoför de para almadı. Gazino tıklım tıklım dolu. Musa düdüğü fora etti. Daha ağzı na götürmeye kalmadan gazinonun önce garsonları, arkadan sahibi olacak, biri koştu. Bize, sahnenin önünde, bir masa koydular. Biz bişey istemeden masayı donattılar.

— Ulan Musa, yoksa müfettiş misin? Ben sordukça, sus, diyor, başka bir şey demiyor. Musa büyük bişey olmuş ama ne olmuş? Bir türlü çıkaramıyorum. Sazlar, şarkılar başladı. Biz de kafaları çekiyoruz. Garsonlar etrafımızda pervane olmuşlar. Derken arkada bir gürültü koptu. Sarhoşlar birbirlerine girdiler. Onlar bıçakları fora ederken bizim Musa da düdüğe asıldı. O aslan kesilmiş kavgacılar, düdüğün bir fıırt etmesiyle uyuz it gibi kuyruklarını kısıp oturdular.

Bu bizim Musa ne olmuş?

Düşünüyorum, düşünüyorum, bir türlü bulamıyorum. Gazinodaki hesap şöyle böyle ikiyüz lirayı buldu. Gazinocu «para almam da almam» diyor. Bir arabaya bindik, eve geldik. Ertesi gün pazar. Musa kolları sıvayıp kendi eliyle yemekler yaptı. Ben gidecek oldum.

— Olmaz, dedi, bir hafta misafirim ol da aklın başına gelsin. Bir hafta Musa'nın evinde yan gelip yattım. Geziyoruz, tozuyoruz, eğleniyoruz. Musa'nın hiç bir yere on para verdiği yok. O verse de almıyorlar.

— Ulan Musa, sen bir büyük adam olmuşsun ama ne? Söyle şunu! diyorum. Söylemiyor. En sonunda,

— Söylerim, ama kimseye söylemeyeceksin, dedi.

• Söylemem,

• Dinine?

• Söylemem.

• imanı na?

• Söylemem. Yemin yemin üstüne. Kimseye söylemeyeceğime iyice inandı ktan sonra, cebinden düdüğü çıkardı, öptü, başına koydu.

• iste birader, dedi, bütün keramet bu mübarek düdükte.

Bir gün Karaköy'de dolmuş bekliyordum. Kuyrukta bekle bekle, sıra geleceği yok. Elimdeki zincire bağlı düdüğü sallayıp dururken her nasılsa dalgınlıkla düdüğü ağzı ma götürüp öttürmüşüm. Oradan bir memur koşup geldi, selâmı çaktı. Sen olsan ne yaparsın?

• Bilmem!

• «intizamı temin edin oğlum!» dedim, yürüdüm; Biraz gittim. Kalabalıktan, caddeden karşıya geçemiyorum. Düdüğü çıkarıp öttürdüm. Bütün taşıtlar durdu. Karsı ya geçtim, «Yahu bu ne iş?» dedim kendi kendime.

Düdüğü öttürdün mü, işler istediğin gibi yürüyor. Sonra anladım birader. Bizde bütün işler düdükle yürümez mi? Vapur düdükle kalkar, tren düdükle kalkar. Araba düdükle durur. Kavgacı düdükle barı ş görüş olur. Hattâ düdüğün sesini duyan kaçar. Bak, şimdi şu meydanda bir düdük öttüreyim, çil yavrusu gibi herkes bir yana dağılır...O zaman anladım, bizde bütün işler düdükle yürüyor.

O gün bugün işte bu düdüğün sayesinde geçinip gidiyorum. Bak, dinine, imanı na başkası na söyleme. Yoksa eline bir düdük geçiren fırlar ortaya. İşe kesat girer. Söylemeyeceğime yemin ettim, ama, yazmam diye yemin etmedim ya... İşte yazıyorum. Simdi benim de sizden bir ricam var. Su söyleyeceklerimi siz de sakın başkasına söylemeyin. Musa'dan ayrılınca hemen bir düdük de ben satın aldım. Taksim meydanında bir düdük öttürdüm. Gelgelelim, hiç kimse düdüğe aldırış etmediği gibi, ilk öttürüşte beni yakaladılar. Ertesi gün de gazeteler «Sahte müfettiş yakalandı », «Kendine polis süsü veren biri tutuldu» gibi benim için yazmadık söz bırakmadılar. Oysa, Tanrı bilir ya, düdük öttürmekten başkaca hiç bir suçum yoktu. Ondan sonra anladım ki, bizde düdük geçiyor geçmesine ama, öttürmesini bileceksin. Benim gibi, düdüğü öttürürken, elin ayağın titrer, öttürsem mi, öttürmesem mi diye kuşkuya düşersen hapı yutarsın. Benim de sizden ricam, düdüğün nasıl öttürüleceğini başkaları na söylememenizdir.

Yoksa düdük, öttürmesini bilen için çok işlere yarıyor.

6 Aralık 2008 Cumartesi

Cehaletin a'sı, b'si e c'si...

Dil bir ölçüdür; cehalet onu hafiflettiği gibi akıl da onu ağırlaştırır.

Hz.Ali



İnsan hayatında ne konuştuğunu bilmelidir.

Toplumumuzda bireyin kendini nasıl ifade ettiği çok önemlidir. Günümüzün toplumunda insanı saygın birisi olması yönünde, tanınmasını sağlayan onun konuşmasıdır ve kendini ifade etmesidir. Konuşması kendini ifade etmesi, olaylara yaklaşımı, hayatında edindiği filolojik gelişimi ile alakalıdır. Bu alakayı ise birey hayatında edimleri ile kazanır eğitim alanında kazandıkları, normal yaşamında öğrendikleri, okuduğu kitaplardan çıkarttığı payeler ile, bir noktadan sonra dilini ağırlaştırarak kendini özgürleştirmesi ile kazanır. İşte bu noktadan sonra birey artık aklının otoraksisi(Yönetim) altında kalır. Yani usunun yönetiminde hayatını idame ettirir. Bu anlayış ile zamanını ağır bir süreç içerisinde yürütür. Tıpkı Hz. Ali' ninde dediği gibi aklını kullanarak ama...

(...)

Dilbilimsel düzeyde, insanın yaşadığı coğrafyada insanın kendi diline uzaklaşması / yabancılaşması, onun zamanla bilgiye olan karşıt duruşu ile yakından alakalıdır. Bu karşıt duruş aslında temel olarak Aristokrasi ile alakalıdır.[Aristokrasi; iktidarın imtiyazlı ve genellikle soya bağlı bir toplum sınıfının elinde bulunduğu, siyasi hükümet şeklidir.Ekonomik, toplumsal ve siyasi gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihi yönetim biçimidir.]Genelde ideal bir tarz olarak görülen bu yönetim biçimi de, tıpkı diğer yönetim biçimleri gibi insanlığın ilerleyişine, özgürlüğüne gem urmuş, bireysel özgürlüklerin kısıtlanmasına, bağımsız bir şekilde bireyin kendini aşmasına engel olmuştur.

Cehaletin aslında en iyi besiciside olmuştur ideolojiler. Çünkü topluma bireysel düşünce paketleri vererek, onların kendi sistematiğinde, kendilerini tanımalarını engellemiştir. Bunun aşılmasındaki en iyi silah ise akıl e bilgi edinimleri ile elde edilmiş felsefik düşüncelerin anlatılmaya çalışıldığı dil eylemleridir. Dilinizin ağır eylemlerde bulunmasını istiyor e kazanımlarınızın uzun süreli olmasını istiyorsanız ÖZGÜR olmak zorundasınız. Özgür olabilmek içinde bu ağır dil eylemlerini gerçekleştirmekten korkmamalısınız. Korkmamak içinde aydınlanmalısınız.

Dostlar aydınlanmak içinde biraz hayatınızda cüretli ve fedakar olarak, aklınızı kullanmak zorundasınız. Tıpkı bir kitap gibi sessiz ama bir o kadar da dik duruşa sahip olarak...

(...)

Cehalet insanın bugünkü bulunduğu toplumunda pekte saygı ile bakılan bir unsur olamuştur. Argo ifadelerle ifade edecek olursak bunun a'sı kabalık, b'si küfür, c'si saygısızlıktır.

Cehaletin A'si "Kalabalık" ...kalabalık fikirlerin bu gün toplumda hakim / egemen olmasında ki en önemli edilgen eylem, kişilerin korkması ile birlikte, elini yollarına çıkan taşların altına koyma korkusudur. Hayatlarında yanlış gördüğü egemen fikirlere sessiz kalmasıdır. İşte bunların oluşturduğu kalabalık sadece cehaletten kaynaklıdır. En büyük cehalet yanlışa eylemsiz kalmak, bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın mantığı ile yaşamını idame ettirme mantığıdır...İşte bu yüzden tıpkı ustanın dediği gibi;

Çok insan kafaları olmadığı için kafayı bozmuyor. - Arthur Schopenhauer

...değil mi.

Cehaletin B' si Küfür... küfür, başarısız kişilerin karşısındakine egemen kılmak istediği ya da ona hakimlik kurma adına gerçekleştiği cahil bir eğilimdir. Libido eksenli bir bireyin ikinci kullandığı organ olan beynin gölgede kalmasıyla birlikte, karşısındakine hakim bir birey olma adına gerçekleştirdiği eylemlerde, dilini kullanarak argo'yu yani küfürü geliştirmiştir. İşte bu yüzdendir ki küfürün temelindede; bireyin cehaleti rol almaktadır...

Cehaletin C' si Saygısızlık...saygısızlık, akılda yer etmiş inatçı e dogmatik bir eylemin gerçek gibi görünmesi ile birlikte kişinin başkalarına karşı gösterdiği değişimden uzak kalabalık popüler fikirler e küfürlerden kaynaklı olan, asıl yaratıcısınında cehalet olduğu bir eylemdir. Bu eylemi gerçekleştiren birey aklını kullanmayan cahil insandır. KArşısındaki dinlemez ya da dinler gibi görünüp onu yıkmaya çalışan ön yargılı insandır. İşte bunlar konuştuğunda dil hafifler, kalabalık fikirler oluşup ne kadar yanlış olsalarda hakim kılındıkları için küfürlü bir yapı ile otoraksileri sayesinde bütün topluma egemen olurlar. Bunların temelden kalkmasınıda bireyin aklını kullanmaya tenezül etmesi ile engelleyeceğiz.


...bügünün toplumunda, yaşadığımız sorunların tek sebebi; bu sefalet dolu cahil yaşamlarımızdır. En güzel açıklama ise şudur:

Bugünün sorunları dünün çözümlerinden kaynaklanır. - Peter Senge

..bunun önüne geçmek için, toplumun içerisinde saygın bir yerde olabilmek için, bireysel özgürlüğünüzü elde edebilmek için tek kaçınmanız gereken cehalettir. Cehaletti yendiğinizde onu katlettiğinizde yaşamınıza ne kalabalık yanlış popüler fikirler hakim olabilecek ya da beyinin libido gölgesinde kalarak karanlık hakimliğinde kalmış cümlelerinde oluşmuş bir argo dili hakim olacaktır. Son olarak bunları yendiğinizde zaten saygısızlığıda bu iki ilk olguyu kaldırmanız ile yaşamına aklınızla ağırlaştırılmış bir eksende deam edeceksinizdir.

Sonuç olarak işte bu yüzdendir ki dilin hafifleşmesinin kaynağı olan cehaleti yenmek yine sizde bitecektir. Sizin elinize aldığınız silah ise yine aydınlanma yolunda kullanmaya cesaret ettiğiniz kendi aklınızdır. Aklın akil kılınması ile cehaletin A,B,C'leri yaşamınızda otorite kuramayacaklar unutmayın.

LiberterKedi


1 Aralık 2008 Pazartesi

Dil Ve Mülkiyetçilik




Dilde mülkiyetçilik yoktur. Dilin protestocu militanları olan kelimeler hiçbir coğrafya ile sınırlandırılamaz!
LiberterKedi

26 Kasım 2008 Çarşamba

Köpük Özgürlüğü...

Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker..Nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi.

Arthur Schopenhauer

...bu yüzden hayatta herkes eşittir. Kimi köpükler diğerlerinin üzerinde semaya yükselip, büyük ve farklı olduklarını sansalarda bu patlamayla birlikte herkes aynı olguyu elde edecektir. Bu yolculuğun sonunda. Tıpkı hayatında biyografisi çokça bilinen diğerleri gibi, sadece sözede yaşamları kendi hayat öykülerini elde edeceklerdir.

Bunun için unutmayın ve bu sözü küpe edinin: İnsanlardan farklı olan olgularda uğraşarak olgunluğa erişmede üstünlüğe ulaşmanın tek yolu onlardan bağımsız kendi öznel fikirleriniz ile varolduğunuzu göstermenizdir....

LiberterKedi

17 Kasım 2008 Pazartesi

Değişim Zamanının Ruhu

Değişim....

Değişim değişmeyen tek şeydir. - Arthur Schopenhauer

Yaşayan hiç bir olgunun ekseninde, sonsuzluk mevcut değildir.

...koşullar.

...hayat o kadar dinamiktir ki bugün yaşadıklarınız, izledikleriniz, doğru kabul ettiklerimiz vb. gibi metalar; hayatımızda, gündelik yaşamımızda, yaşadıklarımızın sırağan bir zincire dökülmüş halidir.

Değişim bu olgular için kaçınılmazdır.

(...)

Dürüst bir doğrultuda ilerleyen veya değişen fikirler, her zaman kabul edilir olmalıdır. Sizin üzülmenize sebep olsa da, onları dışlamayınız. Kendi tecrübeleriniz ve başkalarının tecrübeleri ile ispatlamış olduğu gerçekleri....

-içerisinde yalan, hainlik, hırsızlık, sahtecilik barındırmadığı sürece kabul eder ve;

evrenseldir.

Er geç bütün insanlara ulaşacaktır, bu popüler olmayan yargılar. Tıpkı F.W.Nizetzsche, Franz Kafka' nın sonraları anlaşılması ve kitlelere yayılması gibi.

Geç olsa da sizindir o.


Tıpkı William Shakespeare' in dediği gibi: Gerçek, kulübesinde hapsedilen sadık bir köpektir. Ve değişime ayak uyduracaktır. Formlar, benlik/ruh değildir; algılama benlik değildir, kavrayışlar benlik değildir, mental oluşumlar ve hisler de "ben" değildir, hiçbiri "ben"/"ruh" değildir, bunların hepsi değişime tabiidir ve kalıcı değildir. -Gautama Buddha-

...kalıcı tek olgu ise insan degişmedikçe: İnsan her zaman içerisinde katletmesi gereken, bir canavarı dünya' ya salacaktır. Hergün canavarın onu ve ekolojisini tüketmesi için.

10 Kasım 2008 Pazartesi

ç(A)lıntı yapılanlara dair.

Son günlerde hırsızlık olayları bloglarada aşırı bulaştı. Tarihin ve insanlığın en büyük sorunu olan hırsızlığa ve çalmaya karşı tek bir şey söylemek istiyorum. Çünkü bunu anlamayan insan, fazlasını zaten anlamayacaktır...

....bir insan aç olduğu için değil, hırsız olduğu için çalar.
- William Somerset Maugham -

2 Kasım 2008 Pazar

Ayık Olmayan Kafayla Seçilmiş Sözler(Paraf 1)




Dilimizi özenli kullanma sorunsali ile basliyoruz....

İnsanlar kendi durumlarıyla ilgili olarak her zaman koşulları suçlar. Ben koşullara inanmam. Bu dünyada yol alan kişiler, ayağa kalkıp istedikleri koşulları arayan ve bulamadıklarında yaratan insanlardır. - Bernard Shaw

Kendimizi eleştirmekten korkuyoruz. Başkalarının eleştiri hakkı da bu korkaklığımızdan doğuyor. - Doğan Hızlan

Kendi dilini tam olarak bilmeyen, başka dili de öğrenemez. - Bernard Shaw

Kuşlar ayaklarıyla, insanlar dilleriyle yakalanırlar. - T.Fuller

Bir ülkeyi yıkmak istiyorsanız, dilini tahrip edin. - Konfüçyüs

Dil sürçeceğine ayak sürçsün daha iyi. - Herbert

Dili bir kelime daha fakir kılmak, bir ulusun düşüncesini bir kavramdan yoksun kılmak demektir. - Arthur Schopenhauer

Dilsiz olmak, çok söylemekten yeğdir. - Türk Atasözü

İnsanlar sizden eleştiri isteyebilirler, ama gerçekte iltifat bekliyorlar. - William Somerset Maugham

30 Ekim 2008 Perşembe

Beyaz Atlı P..sler

Her durum kendinde çoğalır.

Her P...s ise bir başkasının umudunu köreltir.

İşte bu yüzdendir ki özgürlük çok farklı bir olgudur. İnsanlar temelinde anlaşıldığı gibi değil, anlaşılamadığı ölçüde algılanmaya itilir. Bu yüzden birinin özgürlüğünün sınırında, diğerinin özgürlüğü başlar söylemi; tamamen sınıf farkına düşkünlerin sanrısıdır. Çünkü gerçek asla bu kadar sığ değildir.

Özgürlük bireyin düşüncesi ile hep mevcuttur. Gerçek ise işte bunun sembolik halidir. Kişinin tecrübe, algı, anlatabilmesi ve bireysel düşüncesine bağlı olarak kategorize edilebilinir. Bu yüzden, bunu başarmanın tek yolu sözcükler ve kelimelerdir. Eğer birey sözcükler ve kelimelerle bireysel serbestliğini elde edip, sözcükler ve kelimelerle dünyayı değiştirebiliyorsa. İşte o zaman:


Beyaz atlı p...sler iktidara geçemeyeceklerdir.



Özgürlükçü dört ayaklıdan sevgiler...

30 Eylül 2008 Salı

Agamemnon


Agamemnon Yunan Mythos' unda tektir, eşsiz bir tiptir. Yalnız İlyada' da değil, efsaneler boyunca onun simgelediği kavramı onun kadar etkin ve belirgin ni­teliklerle canlandıran başka bir kişi yoktur.

Agamemnon kraldır, krallar kralıdır, her biri bir bölgenin yönetimini elinde tutan birçok derebeylerinin başında, onları ordularıyla bir­likte yöneten başkomutandır. Buyruğuna tek sınır, bölgesel kralların toplantısında çizilir, bu kurultay da da başlıca kural danışmadır. Yunan Mythos' u tanrılar tanrısı Zeus' un üs­tünde, ondan üstün bir güç bulunduğunu gös­terdiği gibi, krallar kralı Agamemnon' un kişi­liğinde de krallığın hem erdemlerini, hem de eksik ve zayıf yönlerini önümüze serer.

Bu bakımdan destana olduğu kadar, tragedyaya da esin konusu olmuştur Agamemnon. İlyada' nın üçüncü bölümünde Helene surla­rın üstüne dizilmiş, savaş alanına bakan Troyalı ihtiyarlara en başta eski eniştesi Agamemnon' u "Hem iyi bir kral, hem güçlü bir savaşçı" olarak tanıtır.

Agamemnon' un kral­lık yetkisi Zeus' tan gelmiştir. Homeros onun asasının, kral değneğinin tarihçesini çizerken, soyunu Pelops' a kadar götü­rür, başka bir efsane koluna göre Agamemnon'un ilk atası Tantalos' tu. İlyada' da Pelops oğullarının kan davasından söz edilmez, krallık normal yoldan Pelops' tan Atreus' a, Atreus' tan Thyestes' e ve ondan Agamemnon' a aktarılır.

Atreus ile Thyestes arasındaki kardeş düşmanlığı ve onun sonucunda işlenen korkunç suçlar daha çok tragedyaya konu olmuştur Atreus. Ama destan Agamemnon' u bir krala özgü bütün nitelikle­riyle canlandırır. Bu kral portresi üstünde durmaya değer. İlyada' nın konusu, Agamemnori ile Akhilleııs arasındaki kavga Agamemnon yüzünden kopar. Ve bu kavgada krallar kralının tutu­mu, karakteri ve kişiliği bütün açıklığıyla ortaya serilir. Agamemnon kraldır ve her kral gidi kendi çıkarını, istek ve buyruklarını emrindeki insanlannkinden üstün görmekte ve bu İnanışa göre davranmaktadır. Tutsağı Khrysels' i geri vermek istememesi, vermek zorun­da kalınca Akhilleus' unkini almakta hiçbir sa­kınca görmemesi kavganın asıl nedenidir. Bu olayda karşısına çıkan kim olursa olsun pay­lar, tersler, hiçe sayar.

Kalktı hırsla gücü yaygın Agamemnon, yiğit Atreus oğlu, kapkara bir öfkeyle doluydu yüreği, yanıyordu iki gözü yalım yalım...Apollon' un Akha' lara gönderdiği salgının nedenini bilen Kalkhas, bu öfke karşısında çekinir gerçeği söylemeye yeltendiğinde: Kızdıracağım biliyorum Akha' ların saydığı adamı, o adamın bütün Argos' lulara her yerde sözü geçer. Kral azgın olur kızınca ayak takımından birine, bir zaman öfkesini yenerse de, unutamaz kinini, dışarı vurana dek taşır yüreğinde onu. Ama Agamemnon ne Kalkhas' ı dinler, ne de onun sözlerine uyulmasını salık veren Akhilleus' u, bildiğini yapar. Bu davranışı tepki uyandırır. Tepkinin, yalnız kavgaya tutuştuğu Akhilleus' tan gelmemesi, ordunun alt tabakasını simgeleyen bir askerin de kralı en ağır sözlerle kınaması dikkati çeker. Halkın yöne­ticisini eleştirmesi dünya yazınında ilk kez gö­rülmektedir burada. Bu eleştiri Akhilleus'un ağzından şöyle dile gelir.

"Ey doymak bilmek adam... Seni gidi edep­siz, çıkarma düşkün yürek... Seni şarap fıçısı,seni it gözlü, seni geyik yürekli... Halkını kemiren bir kralsın sen"

Ama yiğidin sözlerinden daha da şaşırtıcıdır Thersites' in, halktan bir adamın kralı kına­ması gibi. Bu eleştiri yalnız kralı degil, feodal Akha düzeninin tümünü kapsamakta­dır. Gene mi bir fisteğin var, Atreus oğlu, Barakaların tunçla, kadınla dolu. Bir şehri alır almaz biz Akhalaronları sana verdiydik ilk peşin. Bir de altın mı istiyor canın şimdi? Tutup getirelim Troya' ya Mardan birini, gelsin babası kurtulmalık versin sana, altınla versin sana, öyle mi? Taze bir kadın mı istiyorsun yoksa, düşüp kalkmaya, bütün gözlerden uzakta, kapatmaya kendine? Başbuğsun, yakışık almaz Akha oğullarını yıkıma sürüklemen. Size diyorum Akha oğulları, hey, Akha oğulları denmez size artık, Akha kadınları demeli, sizi aşağılık herifler sizi, hadi yurda dönelim gemilerimizle, tek başına bırakalım Troya' da onu, otursun onur payının üstüne. Yardım etmeyelim de görsün sonunu.

Saygısızlık etti Akhllleus' a, en üstün yiğidimize, aldı onur payını, yoksun bıraktı onu. Akhilleus' un içinde büyük bir kin yok gene de; hem gevşek davranmasaydı sana, Atreus oğlu, bu senin son küfrün olurdu ona. Bu sorunu Akha ordusunun nasıl çözümle­diği de ilginçtir. Athena' nın verdiği esinle...

Odysseus sıraları dolaşıp şöyle yatıştırır herkesi.

..bilemezsin Atreus oğlunun niyeti ne?

Akha oğullarını yokluyor şimdi o, ama ezecek yakında başlarını...Öfkelenip de Akha'l ara yıkım getirmesin sakın, Zeus' un beslediği kralların amansızdır öfkesi...daha güçlüdür onlar senden. Sense savaştan anlamaz korkağın birisin. Ne kurultayda geçer sözün, ne savaşta geçer. Hem biz burada hepimiz kral değiliz ki. Her taraftan bir ses çıkarsa iyi olmaz, bir tek baş olmalı, bir tek kral. Kurnaz Kronis oğlu şu değnekle bütün yetkileri size krallık etsin diye verdi Agamemnon' la

....Agamemnon gene de bir zorba olarak gös­terilmez ilyada' da, aslında talihsiz bir adamdır: Akhilleus' u kırdığına bin pişman olur, ba­rışmak için ödün vermeye razıdır. Yiğidin olumsuz tepkisiyle karşılaştıktan sonra, bir daha aynı uysallığı gösterir ve özür dileyerek barışır (İl. XIX, 85 vd.). Her davranışında sanki bir sakarlık vardır Agamemnon' un: Aulis' te avlanırken Artemis' i kızdırması, bu yüzden kızı İphigeneia' yı kurban etmek zorunda kalışı bu kralın hatalarını ne kadar pahalıya ödediğini gösterir. Karısının ve onun âşığı olan kendi amca oglunun elinden öldürülmesi bile aynı yarı komik, yarı trajik kaderin belirtisidir. İlyada onun kahramanlıkları ve öldürdüğü Troyalı yiğitlerin adıyla doludur, ama Aga­memnon burada da tam başarılı değildir, ne savaşta bir Akhilleus ya da bir Aias olabilir, ne de kurultayda bir Nestor ya da Odysseus gibi üstün bir akıl gösterebilir. Onun kişiliğin­de Homeros ve yolunu izleyen bütün ozanlar krallık kurumunun kusur ve eksikliklerini ortaya sermek istemişlerdir sanki.

Kaynak: Mitoloji Sözlüğü

29 Eylül 2008 Pazartesi

Tyler bunu biliyor....

Dilimle silahın namlusuna açtığımız susturucu deliklerini hissedebiliyorum. Bir silahın çıkardığı sesin en önemli bölümünü genleşen gazlar oluşturur, ve de kurşunun çıkardığı ince sonik bir patlama duyulur, çünkü kurşun çok hızlı gitmektedir. Susturucu yapmak için, silahın namlusuna sadece delik açmanız gerekir, bir sürü delik. Bu delikler gazın kaçmasına ve kurşunun hızının, ses hızının altına düşmesine sebep olur. Delikleri yanlış açarsanız, silah elinizi uçuracaktır.
"Bu aslında ölüm değil." diyor Tyler. "Efsane olacağız. Yaşlanmayacağız." Namluyu dilimle yanağıma doğru alıp, Tyler sen vampirlerden bahsediyorsun diyorum.

Üstünde durduğumuz bina on dakika içinde burada olmayacak. Buharla dezenfekte
edilmiş nitrik asidin yüzde doksan sekiz konsantresini alırsın, ve bu aside üç kat fazla sülfürik asit eklersin. Bunu buz teknesinde yapmalısın. Göz damlası ile damla damla gliserin
eklersin.

Nitrogliserinin olur. Ve patlamaya hazır.

Bbbbbuuuummmmmmm....

Bunu biliyorum çünkü Tyler bunu biliyor.


...yukarıdaki, replik dövüş klübünden. İzlemeyeniniz yoktur bu filmi. Bir eleştiri filmidir. Bir çok kişinin söylemiyle; ilk defada anlaşılması zor deniliyor. Bunun sebebi bizlerin filmlere sadece görüntüden ibaret olduğunu sanmamızdan, geçen replikleri irdelememizden ötürü gelmesiyle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Tyler bunu bildiği içinde, repliklerde insanlara gerçek hayattan ürkütücü bir çok anekdot sunuyor...

Perki sizler filmleri ne gözle izlersiniz?

25 Eylül 2008 Perşembe

Aktivist Dadaist Eylemce(Yıkım)

Yok etme tutkusu, aynı zamanda yaratıcı bir tutkudur.
(Bakunin)


Kardan adamların bulundukları sistemde, güneşin yitirilmesi ile, insanların ortamlarına tecavüz etmesi....

Nasıl bişey yahu. Böyle saçma bişey mi olur efenim...

Olur efendim olur. Şöyle olur.

Perde aralanır ve mevsimsiz bir ortamda yüzyıllardır gerçekleşen bir trajedinin ilk sahnelerinin dialoglarını görürüz yaşamımızda. Sürekli bu diyologlarda bir taraf olduğumuzu düşünsekte daha sonraları aslında bir monologta sadece bir biblo olduğumuzun gerçekliğini ispatlarız yaşadıklarımızla. Fakat hala bunun farkına varamamızın sebebi ise, bizlerin uyuşturulmasından ötürü gelir.

-Düşünün insan doğaya tekmelendiğinde yalnız başınaydı.

İlkel çağ dediğimiz bu dönemde, deneme yanılma yoluyla kendi yaşamını idame ettirirdi. birey Bu bireyin bireysel özgürlüklerinden vazgeçip, toplumsal özgürlükleri umursamaz hale gelmesi ise git gide toplumsal kalabalıklığın gerçekleşmesi ile doğmaya başladı. Genele yayılan bu bencilliği ile hümanite; açgözlülüğünün getirdiği bir genel davranışının doğmasına sebep olmuştur.

Bu davranış daha da fazla isteme ve herkesin birey olamayacağı safsatısını savunması ile ortaya çıkmıştır. Böylelikle sınıfsal ayırımlar ortaya çıkıp, bireysel özgürlükler imkansız bir olguymuş gibi yansıtılmıştır. Bunun bu gidişata yol almasına sebep ise, bizim tahakküm etme yetimiz ile başımıza getirdiğimiz "KARDANADAMLARIN" latent kişiliklerinden ötürü gelir. Bunlar toplum üzerinde gidip geldikçe, menilerini bireylerin damarlarına enjekte etmişler. Halüsünojik bir etkiye sahip bu hareketin farkına varamayan insanlık, bu yüzden yüzyıllardır bir trajedinin piyonu olmuş.

Bu oyunda aslında herşey insandır...

(....)

...bir trajedinin senaryosunu yazarken yazarı da biziz, süflorü de biziz. Fakat bunun unutulmasına ve farkına varılamamasına kaynaklık eden olgu ise, bizlerin makam ve yerlerimize duyduğumuz bu tahakküm aşkı ile gerçeklenir. Ellerimiz ile tasarımlarını gerçekleştirdiğimiz bu yapıları yıkmak bizlerin elindedir. Değişmeyen tek şey, ön yargılarımızın yıkılamayacağı kansıdır. Tek gerçek ise insanın düşünmekten, çalışmaktan, uğraşmaktan, acı çekmekten korktuğu ve mücadele etmekten kaçındığı gerçeğidir. Gorgias' ın inkarlarını ele alan ve onları kullanarak gerçeklere gitmeyenler, toplumda şüpheyi, sosyolojik olarak olması gereken, yaşanım gereksinimi haline getirmiştir. Bu olguların üzerinde yükseldiği sanrılar, zamanla kendini tüketmektedir.

Tüketecektir....

(...)

Tükenme nasıl gelecektir...

...tükenme günümüzde yaşanmaktadır. Sadece bir ölüyü hortlatmaya çalışanların ellerindeki maddiyatla gerçekleştirdiği son eylemler, günümüzde son demlerinin hükmünü sürmektedir. Yıkım geldiğinde doğacak olan kaotik ortam, herşeyin daha sağlam bir ölçü de gerçekleşmesini sağlayacaktır. Bunu yaparken besleneceği etmenler ise düşünme, yaratma, eşitlik, karşılıklı antlaşmalar, çalışma, çabalama, uğraşısı ile mücadele unsurlarıdır.

Yanılgıya yer vermeme adına, bu olgular üzerinde yaşamın yol almasına sebep olacak olan bu etmenler; toplumun kaygan unsurları olmayacaktır. Toplumun üzerinde ilerlemesine kaynak teşkil edecek gereçler olacaktır.

(...)

Yıkım nasıl gelecek yahu...

...sanatta, edebiyatta dadaist eylemlerle gerçekleşeceğini size söyleyebilirim.

Nasıl mı?

Mesela sürrealist tasarımların, çizgi dünyasına yansıması gibi. Ya da üretilenlerin yapı bozumunu kullanarak değiştireceğimiz yapıları ile, yeniden elde edilen bilgi nesnelerinin kazandığı yeni formlarının, toplumun ihtiyaclarına göre tasarımlanıp ortaya sunulması gibi... Bu sayede üretimsizliklerini sanatın karnına sokan, onun bakirliğini elinden almaya çalışan tecavüzcülerde; kendi kendilerini asimile edeceklerdir. Bu gelen yıkım işte bizim birer buz kütlesi olan, bu seçim süreci içerisinde kendi yarattığımız tahakküm düşkünü kardan adamların da eriyip yitikleşmesine sebep olacaktır.

Bu yüzden şunu unutmayınız ki: Kardan adamların birer güç aşıklığının simgesidir.

Gözlerine konulan kömür parçalarının karası ise: Dünya’da acımanın gereksiz olduğunu, herşeyi yalanla dolanla, yönetmenin gerekliliğini gerçekmiş gibi algılanıp, eşitlikçi karşıtı, hiyerarşi düşkünü bireylerin sahip olduğu erimeye mahkum geçici yargılardır.

Herşey eriyip buharlaşıp, yeniden düzenlenebilir. Bunu gerçekleştirecek olan yine bizleriz. Dadaist eylemce buna bir örnektir.

Anarşizan Bir Tavır!


İnsanlığın “ilkel dönem” diye adlandırılan döneminde, kişi sorununu kendi çözerdi, ve mücadelesi sadece kendine karşıydı. Merakı peşinden bilmediğini öğrenme arzusunu güdüyordu bu dönemde!

Ve zaman ilerledi “uygarlık“ile birlikte “toplumsal sözleşmeler” yapıldı ve ardından "Ceza" çıktı. Ceza verme görevini ise seçtiklerimiz üstlendi! Ve bunlara bağlı olarak ceza uygulayıcılarını, bizi yontmak için, başımıza yerleştirdik. Peki, cezacıların bizleri yönetenlerin, koydukları her kuralı ezen ve ardından verilen her "Ceza" olay mağdurunun hasarını onarıyormuydu?

...intikam isteğini dindiriyormuydu, barışa imkân veriyormu?

Ya da verilen "cezalar" tecavüz edilen kadınlardaki yarayı sarabiliyormuydu?

Tabiki “Hayır

İmkansızın kıyısında öfkeli ve eğri bir hayat yaşamayı seçmiş olan biz toplum düşmanları, hayatlarına isyan eden “Beyaz Zenciler” bizleriz.

Neden kurallar ile sınırlandırılmaya mahkum edilmek zorunda bırakılıyorduk acaba?

...düşünemiyorlar mıydı cezacılar. Verdikleri cezalar ile günümüzde bıraktıkları dünya yaşanabilinir bir dünya mıydı!

Dünyada şimdi süre giden;

Yalnızlık, yabancılaşma, şiddet, pornografi, tüketim ve şöhret açlığı içerisinde sürünen insanoğlu. Ne kadar da acınacak halde. Ama farkında değil bu bedbah durumun!

Kirlenmiş ve hiçbir şeyin dolduramadığı bir boşluk olan televizyondan kazanılmış kişilikleri ile daha ne kadar bu monoton yaşamınızda bir gösteri kızı gibi havalanıp, insanları hor görecek.

Buna boyun eğip kabullenenler. Sizi perde arkasından acı bir tebessüm ile izleyenleri ne kadar daha görmezden geleceksiniz. Kapitalist dünyanın karakterleri, kişilik pazarlayıcıları ne zamana kadar pazalıyacaksınız kendinizi.

Ürkütücü tüketim, popülerlik çılgınlığına ilişkin karanlık bir taşlama size göre bu yazı belkide!

Ama çırpınmayın daha fazla gerçekliğin içerisinde boğulacaksınız. Medya, şöhret ve popüler kültüre yönelik eğilimleriniz ile yarattığınız sahte cennetinize, girmeyenler olduğunu görünce, elinize aldığınız abaların altından salladığınız sopa darbeleri ile unutmayın ki bize ulaşamazsınız.!

Ulaşsa da yıkamazsınız, yıksanızda ezemezsiniz, ezsenizde toprağa karışıp bir çınarın bünyesine asırlarca sürer gideriz bizler. Tıpkı Fransa’ daki toplumsal hareketlerden, Filistin’ deki özgürlük mücadelesine, Amerika’ daki Kara Panterler Hareketine, Türkiye’ deki verilmiş anti-emperyal mücadele gibi çok sayıda mücadeleyi ne kadar görmezden gelsenizde, biz tarihin her anında ve her böyle mücadelesi içerisinde, sizin kurallarınıza karşı anarşizan bir tavırla karşı duracağız sizlere !

23 Eylül 2008 Salı

Postmodern, kabulenilmeyen aşk yapısı

Aslını inkar eden gündüzün sonu, adım adım dağlar ardına kaçan güneş ile geldi. Uzaklaşanın tek umudu ise "daha kötüsü olursa hayalini yakarım onun" diye iç geçirmesidir. Elindekinden git gide yokolma sorunsalını, hep aynıydım savı ile çürütme safsatasının son bulundurulması ancak gece-gündüz ilişkisi ile açıklanır.

...işte bu gerçeği gizleyenlerin anlayamayacakları, yıldızların yerinde uzun süre asılı duramayacağıdır. Gökyüzünden indirdiğimi bile sorgulayacak kadar cesaret sınırlarını aşarken, tek gördüğüm gerçek "İnsanın inandığı olduğudur" mantığını gerçeklediğidir.

- Siz hiç mucizelere inanırmısınız Amca?

- Geçmişte tükettim evladım.

...neden buna inanıyor amca diye hiç düşündünüz mü ona kızmak yerine. Tabi ki yok. Buna bağımlı bir bireyin yoksunluklarının tek gerçeği gördükleridir. Yaşamından nadasa yatırdıklarını irdelemeyenler Araf'ta kalmış ölüler gibidir. ya Kerberos gelecek çekecek onları, ya da lethe'de su içeceklerdir. Kaçınılmaz kaderci durağan zihniyet bunu gerektiriyor çünkü.

(...)

...insan sevdiği zaman kum tanesinde bir intiharı yaşar, bir dünya kurgular, yaşamını tek başına da idame ettirir. Şizofren bir iç geçirme olsa da bu sanrılar, söz edimlerinin hayali isyanına, gerçeğin gösterdiği izdüşümlerdir. Ellerinde sonsuzluğu tutanlar ise işte bu paramparça sevgilerin, ünsüz uluyucularıdır her dolunayda. Kulak zarınızın beyninize efil efil estirdiği korku dolu, ürkünçlük bundan kaynaklanır.

Postmodern, kabulenilmeyen aşk yapısı da bu izdüşümsel bencil aşk kalıntılarının, yaşantısal olmadığı görüşüdür. Ya tanımlanan yaşadıklarımız ve yaşattıklarımız yaşatacaklarımızın göstergesi değil midir?

Bunu anlamanın tek yolu mücadele ve denemedir. Yansımasıda şu replikteki gibidir:

Mükemmel değilsin. Seni şüpheden kurtarayım tanıştığın o kız da mükemmel değil. Asıl soru birbiriniz için mükemmel olup olmadığınız. Önemli olan bu. Dünyadaki her şeyi bilebilirsin ama bunu öğrenmenin tek yolu denemektir.

Can Dostum Filminden
Buna inanmayanlara tek sözüm, gidin aydınlıklarınızda gizli şeytanlarınız sizi mutlu etsin.

Yokum ben bu oyunda!

9 Eylül 2008 Salı

İnsanlığa Dair(Yeryüzü Ayetleri)


Ayın sarayında yaşayan
şişman adamın,
daha da
şişinme
mesin
-e bağlı
ol
ara
k
.
.

Tahakkümü içeriden yıkmak...
-6-

Güç ilişkilerinizi toplumun geneline egemen kılıp, herkesin eşit olması için tahakkümü kabul edin. Sözleşmelerinizi bu yönde gerçekleştirerek özgürlüğü getirin. Aksi taktirde bireyci güç egemenliklerinin sonuna, kibrit suyu dökülüp yakılacaktır tarafımızdan.

Şenlikli bir toplumun kuruluşunda, en önemli unsurlar; kültür&sanat, düşünce ve tefekkür, inandığının toplumun yararına gerçekleştirme uğraşısı içerisinde, bunların gerçekleşmesinin imkansızlaştırılması...statik bir hal almasına karşı olarak, savaşmayı size olağan gösteriyoruz.

Toplumda egemen kılınması gereken olgular açgözlülük, çıkar, rant sağlama, aldırış etmeme, özel yaşamın dejeneresi, bireysel özgürlüklerin kısıtlanarak toplumsal gelişmenin önüne engel konulması gerçekleşse de. Unutmayın ki yaşam devinimsel bir mekanizmadır. Okumak, araştırmak, düşünmek, irdelemek, fütürist bir yaklaşımla, mantıklı bir kaç adımla hayatlarınızı bu bedbah durumdan sıyırabilirisiniz...Bunu gerçekleştirdiğiniz takdirde:

Otoriter/totaliter/hükümcü toplumsal tasavvurlar reddedilerek; "zor"a değil, kendini sürekli sorgulayan, yeni bir "etik" anlayışına dayanan "gönüllü birliktelikler" savunulacaktır. Tahakküm bu yolla, kılıfındaki anlamından(sıradanlaşmış, güç tutkunu hazzından) sıyrılacaktır. Ve hayatın tinsel doyumundaki eksikliklerinide gidererek, rasyonalist manifestosunu duyuracaktır evrensel bir eksende...

Yeryüzü Ayetleri - Parşömen 2 (Paraf 2) -

LiberterKedi

8 Eylül 2008 Pazartesi

Yeryüzü Ayetleri


-1-

Sizler bu dünyayı bu hale getirdiniz. Kurtarmak için düşünmek yeterliyken, savaşlara göz yumdunuz. Bu yüzden insan yaptıklarını çekecektir.

-2-

Siz düşünce ve tefekküre karşı olanların göremeyecekleri tek olgu "Özgür Ol/abilmek"tir.

-3-

Yazının egemenliğini kitabın diktatörlüğü kısıtlasada. Düşüncenin; karşıt ve kural tanımazlığının önüne, sayfalar, kapaklar, satırlar engel olamayacaktır.

-4-

Medeniyetin ilk şartı adalettir. - Sigmund Freud

...bu yüzden eşitlikçi, özgürlükçü ve dürüst olun. Sıyrılın beklentilerinizden ve bir başkasının sırtından yükselme güdülerinizden. Bu sizi hayvan olmaktan arındıracaktır.

-5-

Okuyun, araştırın, sorun, sorgulayın ve sadece unutmamak için yavaş hareket edin, toplumsal özgürlük için hızlanın. Savaşların önüne, sömürünün üzerine, tahakkümün dibini ancak böyle kurutup, yok edebileceksiniz.

(Yeryüzü Ayetleri [Sahife 1])

Not: Bunlar tümce şeklinde, kişisel fikir sözleridir.

LiberterKedi

2 Eylül 2008 Salı

Sessiz Haykırışlar - Perde 1 -

Dillendirmek istediklerimizi, genelde resimlerle ifade edeceğiz bu dizinimizde.














Resimlerin sahiplerini tam isimlerini bulamadığım için yayınlayamıyorum. Bu durum için özür dilerim...

22 Ağustos 2008 Cuma

Düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...

Sen olamayacağını sandıkça olacaklar üzerine...

Geçmişte kim olduğunu bilmek istiyorsan, şu an kim olduğuna bak. Kim olacağını bilmek istiyorsan, ne yaptığına bak.

-Gautama Buddha-

Çocukluk...

Bu dönemde daha birey bile değilsinizdir. Özgürlüğünüz aileniz tarafından belirlenir. Size genel bir ahlak çerçevesi belirler. Ve bunun üzerinde temellendirdikleri ile sizleri yönlendirilmiş vektörler gibi, hayatın içersine sürerler. Bu doğrultuda, istemedikleri bir hal aldıysanız, sizin yönünüzü kendinizin belirlemesini engeller, ve sizler başarısızlığa merhaba demiş olursunuz. İşte bu dikjtatörce görnümünde olmayan sevgi dolu yanlış bir alışkanlıktır. Bu olgu antropolojinin en eski davranış edimidir. Kendinin hayatını yönlendiremeyen bir çocuk bu davranışlar yüzünden; ya şizoid, ya obsesif kompulsif, ya şizofren ya da nevrotik oluyor. Bunlar tabulaşmış görüşlerdir...


Ergenlik ve birey olma...


Birey olabilmek; gözlemlerle, eylemlerin doğurduğu sorunsal sarmalı ile, belirgin bir kaç kişilik adımından sonra. Yolumuzun keskin çizgilerle oluşmasına sebebiyet verir. Özgürleşebilmek ya ruh sökümlerimizin ardından gelir ya da düşünerek mümkün kılınır.

Mücadele, isyan, düşünme, irdeleme gibi vb. olguları bu hayat edimlerimize bağlı olarak gerçekleştirdiğimiz eylemler sonrasında elde ederiz. Bunlar zor gibi görünen, içleri boşaltılmış yapısal hareketler gibi görünselerde, en doğru hareketlenmelerdir. Bireysel özgürlükler düşüncede başlayıp dilimizde zamanla ilerler. Bu yüzden kendimizi ergenlik dönemi olarak adlandırılan bu gelişim evresinde iyi tasarlamalıyız. Sonrasında düşündüklerimizi isyan gibi görünse de sonuna kadar mücadele ederek savunmalı ve yaptıklarımızı mantık çerçevesinde irdeleyerek bir forma sokmalıyız.

- Ama unutmayın bu form katı kurallara sahip olursa, çözülemez yanlışların gerçeklerin yerlerini almasına sebebiyet veririz...

Nitekim günümüzdede yanlışlar, yalanlar gerçeklerin yerini almışlardır. Fikirlerinde özgür olamayan bir insan hiç bir özgün mental tasarıma imza atamaz. Özgün olmayan bir görüşün beli daima bir başka özgün olmayan kişinin edimlerinin değişik bir form almasıdır. Ama bu form her zaman şematik olarak hiç değişmez! Hep aynı öngürüde ilerlemeye başlar. Başlangıçları farklı olsada, izlenilen yol hiç değişmediğinden gideceğiniz yer bellidir.

Özgün ve Özgür olamamaktır...

Ölüm ve Herşeyin rayına oturduğu an...

Ne denir ki özgür olamayan için en doğru olgu ölümdür. Unutlacaktır üç beş gün/ay/yıl sonra. Fakat özgürleşmiş kişiler için ne kadar toplumda yerilmiş kişiler, hasta ruhlu bireyler, ruhsal sorunlara sahip insanlar olsalarda kimilerine göre. Bu insanlar ÖZGÜRLÜKLERİNİN ARDINDAN GİTMİŞLERDİR KORKUSUZCA.

Bu özgürlüklerin savunucusu olmayı belirleyen koşullar maddi varlık değil maneviyattır. İşte bu doğrultuda maddi çıkarımlardan sıyrıldığınızda, elde edeceğiniz en temel olgu karşılıksız özgün, özgür ve manevi bir BİREY OLMAKTIR.

Sonuç olarak aldığımız her nefes bizi, sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeksede, nihai zafer ölümün olsa da hiçbir zaman pes etmemek gerekir. Hayatın en tiz sesi olmaktansa, insanları rahatsız edin pes bir ses olarak ki zamanı sabun köpüğü gibi yaşamalarından sıyırın onları.

Yaşasın düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...

21 Ağustos 2008 Perşembe

Biliyor Musun?

Biliyor musun
Aşk şiiri yazmaktan bıktım.
Bir gün şöyle bir baktım,
yazdığım bütün şiirler öyle.
Bir sarsılma, nedir bu..
Bir otuz aşk şiiri daha,
kendimi hiç suçlamadım.

Peki o zaman ben neden
dereceler sokayım koltuğumun altına?
Ateşim varsa zaten.
Ey gözleri maden,
çünkü aşk bir suçlamadır.
Sonuna kadar yaşanmamışsa,
bir bardak birada yeni bir deniz
ve yağmur eski bir denizde
yeni bir ada yaşanmamışsa.

Sözgelimi Galata' dan
Afrika'ya gidiyordum.
Korsanları kralları ve bazı ülkeleri
ve bütün madenleri,
ve kendi sonumu,
iyi görmüyordum sonunda.
Her türlü madeni
elimde bir sürü kağıtla
hazırladım kendimi..

Turgut Uyar