25 Ağustos 2008 Pazartesi

Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı - Paraf 1


Soluk bendenlerin, renksiz vücudları üzerine giydirdiğiniz kokuşmuş et kılıfları altında ki dünyanın, üzerinde kimse yaşamıyor!

Sizler neye dairsiniz yaşamda...

Aklınızda, zihin raflarınızda biriktirdiklerinizi döktüğünüz ucuz siyaset meydanında, seyisi olduklarınızı yeterince sömürmediniz mi?

Yeter?

...eliniz ile ovuşturduğunuz için üzerinize fışkıran meni sizden dahi olsa, üzerinize yapıştırır post-it gibi cünüplüğü. Ve sizler yok olmaya yüz tutmuş asırlık dedikoducu zihniyetiniz ile, yönetemediğiniz yaşamlarınızı soluklaştırmış, soğuk bir yayla gibi olan bedenlerinizi içerisinde ikame ettirmişsiniz. (Yaşamıyorsunuz Zevzekler...)

Renksiz düşüncelerinizin mürekkep sayfalarına zorla sahip olması ile kokuşan bir bünyenin, el altındaki bastonu olmuşsunuz bu kokuşmuş güdüleriniz ile.

Bitmemiş safsatalar sarımsağısınız siz...

...kaybolmuş cenneti arayanların tek ümidi olarak, düşünce kenelerisiniz siz..

- Kaybolmuş cenneti arayanlar:

-Ayın altına bakın bulmak için, güneşin dibini karıştırın biraz. ayaklarınızı kaldırdığınızda anlayacaksınız cennetin nerede olduğunuz....

(Bitmemiş Sasatalar Sarımsağı - Paraf 1[Devam Edecek])

LiberterKedi

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Gözlerinin Ardındayım Ben




Dedin ki
gideceğim,
Dedim ki
geleceksin yeni bir bahara.
Dedin ki
öleceğim,
Dedim ki
canlanacaksın başka bahara.
Dedin ki
bekleyecek misin,
Dedim ki
beklediğim gibi her mevsimde.

...her mevsim gibi kendine özgü sevdim seni, aynı şiir deki gibi. Her dediğine bişey söyledim ama, kulaklarını tıkadın sen. Açma gözlerini ardına bak beni bulacaksın.Çünkü gözlerinin ardında yaşıyorum ben, tıpkı ayaklarının altındaki kan damlasında olduğum gibi. Üzerine basıp geçtiğin her çimin içinde olduğum gibi(isteyerek, göze alarak ölümü)

Sevmek böyledir...

Geleceğine Tokat Atan Hümanite

Geleceğine tokat atan kadın...

Uzunca bir zaman camımın kenarına yanağımı yaslayıp düşünürken, birden bu kafamda şimşeklendi. Şiddet ne ise, insanlıkta bağımlı bir hal almış. İlişkilerde kimi zaman anlık sinirlenmeler ile, aşırı strese bağlı olarak karşısındakine uygulanan fiziksel darbeler sonucu kopma ve parçalanmalar gerçekleşiyor sıklıkla günümüzde. Bu sistemin getirdiği stres ve bunalımın toplum içerisine sindirdiği travmadır ve çok kötü.

Stres unsuru insanın beyini ile omurilik soğanı arasındaki uzaklık farkı ne kadar iyi olursa olsun, etkisiz kalabiliyor. Yani insanı düşünme yetisini kaybetmesine sebebiyet verebiliyor. Zekasını yeterince işletemiyor. Analiz etme becerisinden yoksun kalıyor, düşünemeyerek ileriye dönük hareket edemiyor ve toplum bu yüzden yoksunlaşıyor. Ve şiddetin artması ile bir genelleşme ile bireyin hırsı, kini, siniri ve duyguları git gide başka bir forma bürünerek, insalık kabını kurutuyor. Toplumun bu dinamik etkileşimi parçalanmaya ve dejenereleşmeye gidiyor.

Dejenereleşme ve getirisi asimile edilmiş çekirdek yapı...

Bir gerçek vardır ki bir toplumun en derinine inmek isterseniz çekirdek yapısını izleyin. Bu genellemeler aslında yapılacak en doğru genellemelerdir belki de. Bunun sebebi çekirdek oluşumlar aslında kendi öz kaynakları içerir. Oluşum evrelerini, ileride büyüyecek bir olayın belirtilerini ve dahasını gösteren önemli birer başvuru kaynağıdır bu çekirdek yapı. Dejenereleşme bu yapılar için ekonomik unsurların etkisi ile gerçekleşir. Sınıfsal farklar ile çekirdek yapı bölünür ve toplum bir bütün olarak incelenemez. Toplumu bir bütün olarak düşünmek tabi ki sağlıklı bir yol değildir. Ama teolojiye çok bağlı toplumlar her zaman tek bir noktada itiraz haklarını damaklarında kitlemeye göz yumarlar. Bu yüzden bunun siyasal getirisinden yararlanan keneler çekirdek yapıyı bir bütün gibi gösterip, çekirdek içine aynı kutuplaşmaların olmasını tercih ederek herkesin birbirini itmesini arzular. Bunun içinde değişim ve gelişimi engellerler, farklılıkları engelleyerek. Bu dejenereleşmeyi doğurur, ve kalıcı bir doğum yarası gibi bireyin bünyesine, daha doğduğu günden itibaren sanki bir bilgisayarmış gibi programlanarak yüklenir. Böylelikle dejenere kalıcı bir olgu olur toplumda. Bunun gibi olgulara bağlı olarak çekirdek yapı yıkılır, tek merkezci, dogma bir yapıya dayalı, düşünmeye, irdelemeye, özgün fikirlerin doğmasına engel bir hal ortaya çıkar ve ortada çekirdek bir yapı kalmaz. Kalan tek şey ise;

Tamamlanamayan, üretilemeyen, hayata geçirilemeyen, özgünlükten özgürlükten uzak bir iskelet üzerine giydirilen bir kılıftır.

Kabul gören olgular ise bireyler arası kin, nefret, şiddet, baskı, zulüm, savaş, asosyallik, popülizm yapma, bağımlılık, kopuk yaşamlar, parçalanan kısa süreli aile yaşamları ve birey ilişkileri gibi bir çok argümanı bol olguyu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak buna göz yuman insanlık geleceğine tokat atmıyor mu sizce....

22 Ağustos 2008 Cuma

Nietzsche'nin Parmaklığı


Nietzsche'nin Parmaklığı

Düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...

Sen olamayacağını sandıkça olacaklar üzerine...

Geçmişte kim olduğunu bilmek istiyorsan, şu an kim olduğuna bak. Kim olacağını bilmek istiyorsan, ne yaptığına bak.

-Gautama Buddha-

Çocukluk...

Bu dönemde daha birey bile değilsinizdir. Özgürlüğünüz aileniz tarafından belirlenir. Size genel bir ahlak çerçevesi belirler. Ve bunun üzerinde temellendirdikleri ile sizleri yönlendirilmiş vektörler gibi, hayatın içersine sürerler. Bu doğrultuda, istemedikleri bir hal aldıysanız, sizin yönünüzü kendinizin belirlemesini engeller, ve sizler başarısızlığa merhaba demiş olursunuz. İşte bu dikjtatörce görnümünde olmayan sevgi dolu yanlış bir alışkanlıktır. Bu olgu antropolojinin en eski davranış edimidir. Kendinin hayatını yönlendiremeyen bir çocuk bu davranışlar yüzünden; ya şizoid, ya obsesif kompulsif, ya şizofren ya da nevrotik oluyor. Bunlar tabulaşmış görüşlerdir...


Ergenlik ve birey olma...


Birey olabilmek; gözlemlerle, eylemlerin doğurduğu sorunsal sarmalı ile, belirgin bir kaç kişilik adımından sonra. Yolumuzun keskin çizgilerle oluşmasına sebebiyet verir. Özgürleşebilmek ya ruh sökümlerimizin ardından gelir ya da düşünerek mümkün kılınır.

Mücadele, isyan, düşünme, irdeleme gibi vb. olguları bu hayat edimlerimize bağlı olarak gerçekleştirdiğimiz eylemler sonrasında elde ederiz. Bunlar zor gibi görünen, içleri boşaltılmış yapısal hareketler gibi görünselerde, en doğru hareketlenmelerdir. Bireysel özgürlükler düşüncede başlayıp dilimizde zamanla ilerler. Bu yüzden kendimizi ergenlik dönemi olarak adlandırılan bu gelişim evresinde iyi tasarlamalıyız. Sonrasında düşündüklerimizi isyan gibi görünse de sonuna kadar mücadele ederek savunmalı ve yaptıklarımızı mantık çerçevesinde irdeleyerek bir forma sokmalıyız.

- Ama unutmayın bu form katı kurallara sahip olursa, çözülemez yanlışların gerçeklerin yerlerini almasına sebebiyet veririz...

Nitekim günümüzdede yanlışlar, yalanlar gerçeklerin yerini almışlardır. Fikirlerinde özgür olamayan bir insan hiç bir özgün mental tasarıma imza atamaz. Özgün olmayan bir görüşün beli daima bir başka özgün olmayan kişinin edimlerinin değişik bir form almasıdır. Ama bu form her zaman şematik olarak hiç değişmez! Hep aynı öngürüde ilerlemeye başlar. Başlangıçları farklı olsada, izlenilen yol hiç değişmediğinden gideceğiniz yer bellidir.

Özgün ve Özgür olamamaktır...

Ölüm ve Herşeyin rayına oturduğu an...

Ne denir ki özgür olamayan için en doğru olgu ölümdür. Unutlacaktır üç beş gün/ay/yıl sonra. Fakat özgürleşmiş kişiler için ne kadar toplumda yerilmiş kişiler, hasta ruhlu bireyler, ruhsal sorunlara sahip insanlar olsalarda kimilerine göre. Bu insanlar ÖZGÜRLÜKLERİNİN ARDINDAN GİTMİŞLERDİR KORKUSUZCA.

Bu özgürlüklerin savunucusu olmayı belirleyen koşullar maddi varlık değil maneviyattır. İşte bu doğrultuda maddi çıkarımlardan sıyrıldığınızda, elde edeceğiniz en temel olgu karşılıksız özgün, özgür ve manevi bir BİREY OLMAKTIR.

Sonuç olarak aldığımız her nefes bizi, sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeksede, nihai zafer ölümün olsa da hiçbir zaman pes etmemek gerekir. Hayatın en tiz sesi olmaktansa, insanları rahatsız edin pes bir ses olarak ki zamanı sabun köpüğü gibi yaşamalarından sıyırın onları.

Yaşasın düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...

Mental Mastürbasyon


Beyinleri sürekli mental
bir mastürbasyon halinde
olanların, içerisinde bulundukları
kişilik karmaşasıdır.

LiberterKedi

21 Ağustos 2008 Perşembe

Biliyor Musun?

Biliyor musun
Aşk şiiri yazmaktan bıktım.
Bir gün şöyle bir baktım,
yazdığım bütün şiirler öyle.
Bir sarsılma, nedir bu..
Bir otuz aşk şiiri daha,
kendimi hiç suçlamadım.

Peki o zaman ben neden
dereceler sokayım koltuğumun altına?
Ateşim varsa zaten.
Ey gözleri maden,
çünkü aşk bir suçlamadır.
Sonuna kadar yaşanmamışsa,
bir bardak birada yeni bir deniz
ve yağmur eski bir denizde
yeni bir ada yaşanmamışsa.

Sözgelimi Galata' dan
Afrika'ya gidiyordum.
Korsanları kralları ve bazı ülkeleri
ve bütün madenleri,
ve kendi sonumu,
iyi görmüyordum sonunda.
Her türlü madeni
elimde bir sürü kağıtla
hazırladım kendimi..

Turgut Uyar

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Ben Geçmişimin Ilık Günahlarını, Seninle Afaroz Ettim.


Ben geçmişimin ılık günahlarını seninle afaroz ettim.

Öldürülmüş bir yılan...

....geçmişte kalmışlarım, aramızda.

Aramızda yorulmuş hayallerim, sana vermeyi istediklerimin belirsizlikleriyle uyuşuk bir halde.

...dolanmıştı ayaklarımın diplerine. Dinç bir şekilde, kirli, asi ve sürekli tekrarlanır bir hal almış umutsuz geçmişim.

Kim suçlu...

zaman...

.
.
.


İçerisinde bulnduğu durumun verdiği o kasvetli durum ile yaşadıklarım; acılı, ürkek, korkak bir hal almış. Değiştiremiyorsan onların suçu ne. Oysa bilmediğin bişey var senin sevgilim.

Ben geçmişimin günahlarını seninle afaroz ettim.

Yaptıklarımın kasvetli, suçlu, acılı atmosferini: Senin gözlerindeki o sadelik ile temizledim bugünümde.

...davamın devamı sen, ben, biz o-labilme uğraşısı. Kork(ama susma. En azından mücadelen ile güne karşı dirayetli olmak gerekiyor.

Ben bunu yapıyorum.

Yaptığım en doğru şey ...

-Seni sevmek: Dile dökülmeyen tenha sözlerimde saklı geçmişim. Sana olan özlemlerim ile yoğrulmuş kelimelerim. İçlerinde giz)li ağlamaklı ruh hallerim, ruhumuzun yorganı altında gizli, izliyor bizi.

-Ya sen ne sanıyordun..

...geçmişi isli bir soba camı. İçerisinde ateşi harlandırırsan, inandıkların hep tüter. Değiştirmek için kork-ma, sıcaklığını muhafaza etmesine izin verme.

Ve unutma..

-Ben senin göz bebeklerinde büyüdüm.

Hayatıma renk oluşun ile yeniden seninle dünyaya gelerek...

Afaroz ettiklerim ile, hayallerimi yeniden temize çektim seninle.

Sadece

sıkı
c
a

sar
ı
l..

Ben geçmişimin ılık günahlarını seninle afaroz ettim. Şimdi kavurduğum

yüreğ(im)in ateşi olan seninle...

Teması belli olan, sonlandırılmamış tiyatro...

İmgelerin Eylemcesi Nedir?

İmgelerin Eylemcesi Nedir?

Eylemler toplumların içinde bulundukları durumlara karşı gösterdiği “fiziksel” tepkilerdir. Çoğu zaman, daha çok bunalım anlarında sıkça karşılaştığımız gibi....

Direniş ise; insanların eylemlerini kararlılıkla sürdürebilmeleri adına, sürekli bir şekilde yaşatabilmek adına gösterdikleri reaksiyonlardır.

Bu iki olgu hiçbir zaman başarı gösteremez, ayrı düşünüldükleri takdirde...

(...)

İnsanların ruhsal durumlarının çeşitli olayların etkisi ile yıkılması ardından, yeniden yapılanması sonrasında başkaldırı eylemleri sıklaşır. Tepkisizce olaylara izler gözle bakan kişiler, etraflarında daralan çemberin etkisi ile tepkisel bir biçimde. Direniş reaksiyolojisini aktifleştirirler olaylara karşı. İşte bu durumda eylem gerçekleşmeye başlar. Ve kaotik bir sürecin içerisinde yerlamaya başlarsınız.

Kaosun sesli ortamında düşünce boy göstermeye başlar. İşte bu zamanlarda ortaya gelen fikirler, gerçeğe en yakın halde bulunan tezatlarıyla girdiği çatışmaların ardından. Beyin süzgeçlerinden geçerek, zaman içerisinde kendisini temellendirir.

Zaman bünyesinde sıradanlaşmaların ardından; yalanlar asimile edilir ve oluşan sistemler, yeni dünyaya gelmiş bir bebek gibi, yüksek sesle çığırmaya başlar. İşte bu noktada cehaletin üzerine sıkıca, hiddetlice, şiddetlice gidilmelidir. Kafası gövdesinden ayırılmalı, sindirlmelidir düşünce ile bi daha ortaya çıkmaması adına...

(...)

Eylem her zaman toz pembe sonuçlandırılmamalıdır. Eylemler her zaman mavi bir deniz kıyısının kenarında, ayaklarımızı suya daldırır gibi ortalarına nüfuz ederek savunulmamalıdır. Eylemler korkusuzca, ardıllarına aldırış etmeden, kazanmanın yanında kaybetmeyide göze alarak işlevini gerçekleştirmelidir.

Gerçekleştirebilmesi adına...

Devam Edecek...
LiberterKedi

19 Ağustos 2008 Salı

Sağır Yarasa

Kalemi kırılmış umutlarım bugün öldü..

söz yitimsiz, kelime yetersiz...ne söylenir.

Konuşma ki duysun, gözlerinin bağırmak istediğini...

Yoksulluk ardılı, varlık görüntüsündeki fakirliğim ben. Şimdi lambamda gizliyorum umutlarımı.

Acaba ovalarsam çıkarsam içerisinden olmasını istediklerim, bilmiyorum? Ürkek ve çifterli bir ruh yapısı haline sahibim...

Rüzgarın yüreğime jiletlediği o eski serin, titrek sevgimi özlüyorum. En azından varlığımı onuyordum onunla. Yalansız bir kaç kelime bile yetiyordu anlaşmaya. Anlaşılmama güdüsünü taşımadan yoksulluğum zenginleşiyordu. Karşılıklı diyaloglarımızdan. Ama ya şimdi.

Suçlama ve gerisinde saklı tutma, umarsızlık:

Tamamiyle Yalan Olmuş Herşey!


Yalan bir ironi.

Sözlere işlese de, içerisinde barındırdığı terslikler bize gerçekleri üfürüyor.

Ama

gör
-e bil
e
n
e
....

Herkes sağır bir yarasa bugününde...

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Y...S...

Yazar...

Kendisini özgürlük uğruna katletmeyi; diktatörce başaran kişidir.

Susmaz...

Nehirin akıntısı; sağnak yağmur altında, şiddetli gök gürültülerinden asla ürkmez...

O/labilme Aşkı

İnsan inandıklarıdır.

Neyin sevdasına düşmüşseniz, tutulduğunuzsunuzdur. Yeri geldiğinde olmak istediğinizi inkar etmeye kalksanızda. Siz kimi zaman;

bir zengin

bir patron,

bir yönetici,

bir mesih,

bir peygamber,

bir tanrı görünümde sıradan kişilik)lersiniz.

Sorununuz sadece yönetebilme aşkı.

17 Ağustos 2008 Pazar

... gibi

Çay
bardağındaki
dem gibi,
Damarından
çıkartılan
kan gibi,
Sabahı
göremeyecek
karanlığı
aydınlatan
mum gibi,
Seni bir daha
göremeyecek
olan kör
gözlerim gibi,

Yaşa
sa
m

n
e

olacak...


LiberterKedi

Kadının Kaleminden Aşk


Kalemi kırılmış yaşama benzer bu olgu.

İçi günümüzde boşaltılmış ve yerlerine menilerini doldurmuş, latent kişiliklerin tatminsizliklerinin kurbanı olmuştur, kadının kaleminden kopartılmış aşk.

Dallarında asılı duran üzüm taneleri gibi;

-Nereden bilecek kadın bir gün, aşkının ayaklar altına alınıp şarap yapılacağını.

Başarısızlıkların sonrasında tek gerçeklik var ki. Bu da içleri boşaltılmış kavramların, günümüzde baskıya maruz kaldıklarıdır. Eksenlerinden saptırıldıkları ve, ceset torbalarında üzerlerinin örtülmeye çalışılmalarıdır...

Kadının kalemi törpülenmemiş, uçları darbelere maruz kalmış tırnakları gibidir.

Yüzünüze sürtüldüğünde vereceği acı his ile hissettikleriniz, sizi nelerin içini boşalttığı konusunda uyaracaktır.

Umarım o zaman yeniden kalemler kırılmaz....

LiberterKedi

Elsa' nın Gözleri [Louis Aragon]

Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde

Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde

Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar

Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan' ım

Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
Gözleri Elsa' nın gözleri Elsa'nın gözleri.

Türkçesi: Orhan Veli Kanık

15 Ağustos 2008 Cuma

M.K.Atatürk - G.B.Shaw Ve Özgür(lükçü) Dil Üzerine

Kendi dilini bilmeyen başka bir dil öğrenemez.

Bu tümceyi George Bernard Shaw' dan okumuştum önce. Geçenlerde gerçekten bunun böyle olduğunu anladım.

Başka bir dili araştırırken ya da öğrenmeye çalışırken kendi dilimize hakim olmalıyız. Ve bunun üzerine birşeyler karıştırırken aklıma şu geldi:

Ne kadar dilimize hakimiz.

Aslında bu sorun günümüzde, toplumumuz içerisinde etrafımıza baktığımızda bize gerekli ön çalışmalara yardımcı olabilecek argümanları veriyor. Fakat daha da derine inmek gerektiğinden. "Toplumun bölündüğü sınıfların arasındaki dil çatışmalarını göz önüne alarak" incelemeliyiz diye düşünüyorum.

Düşünün gündelik yaşamınızda üst düzey bir yetkilisniz bir şirkette. Ve bir konu hakkında gerekli anlatımları yaparken, üç beş kelime ile yaparsanız ne kadar inandırıcı ve kabul edilir bir yapınız olur? İnsanlar sizin anlatımınızdan etkilenmeli ve onları yönetebilmelisinizdir. Kafalarında imgeleriniz ve betimlemeleriniz ile çizmelisinizdir anlatımlarınızı. Bu hem bulunduğunuz statüden de kaynaklanır, hem de yaşamınızı sürdürdüğünüz hiyerarşidende. Bu yüzden diliniz akıcı, üslubunuz çok perspektifli ve vurgularınızı mimikleriniz ile de ifade edebilmelisinizdir. Bunun sebebi dediğimiz gibi içerisinde yaşamınızı idame ettirdiğiniz, statünüzden kaynaklanmaktadır.

Bunun içinde dilinizi iyi kullanmanız, dilinizin bağımlısı olmalısınızdır.

Bunu yapmak için de gerekli yaptırımlar kitap okumak, çeşidi iyi kavramak, dilin labirentlerinde iyice kaybolup sonra çıkar yolu için savaşmak gereklidir. İşte bunları yaptığınız takdirde, sizde iyi bir yönetici, dilinizinde iyi bir savunucusu, hakimi olursunuz....

Bu yüzdendir ki inkar edilmez bir gerçek yönetim birimi içerisindeki birçok birey kendini iyi betimleyen bireylerdir. Fakat bu demek değildir "toplumda yönetilenler kendini anlatamaz, betimleyemez". Aksine daha iyi yapar, ama bunu öncelikle yaparken aydınlanma sürecini tamamlayarak gerçekleştirebilirler.

Buraya kadar anlattığımız imgelerin çokluğu, kendini ifade edebilme durumunun nasıl sağlandığı ve toplumsal düzeyinizin gerektirdiği yapısal durumunuzdu. Şimdi bu toplumsal düzeyi, toplumun geneline yayarsak ve sıradan bir dil yapısını inceleyecek olursak. Aydınlanma süreci içerisinde kendimizi nasıl ilerletebiliriz konusunu irdelersek, ve bunu nasıl yaparıza gelirsek?

Bunun örneğinide Türkiye Cumhuriyet' inin kurulduğu yıllardaki dil politikası oluşumuna bakarak ele alalım.

Osmanlı güdümünde çok uluslu bir yapı mevcuttu biliyorsunuz ki.

Bunun için saraya yakın kesimler Fransızca, Arapça, Farsça ve Türkçe konuşurken. Halk genelikle Türkçe konuşuyordu. Gelişimini ise hormonlu bir şekilde lehçelerden alan halk dili, yeri geldiğinde bugün ingilizceden dilimize empoze edilen kelimeleri o zamanlarda lehçelerden alıyordu. Bu şekilde düzensiz ilerliyordu türkçe. Ve yapısal çokluğu içerisinde barındırıyordu. Ama düzensizce.

Bunu gören Ulu önder M. K. Atatürk Eğitim devrimlerini ve dil devrimlerini bu yönde ilerletti.

Bunu yaparken öncelikle milletin genelinin konuştuğu dile bağlı olarak, bu dile uymayan arap dilinin alfabesi yerine latin alfabesinin getirildi harf devrimini getirdi. İmla ve harf devriminin sağlıklı bir şekilde yürümesi için, dilin düzensiz gelişmemesi için bir dil komisyonunu da oluşturmayı ihmal etmemiştir bu koşullar altında. Harf devrimini gerçekleştirirken Atatürk şu sözler ile duygularını ifade etmiştir.

Sevgili Kardeşlerim,

Huzurunuzla ne kadar bahtiyar olduğumu izah edemem. Duyduklarımı tek kelimelerle ifade edeceğim: Memnunum, mütehassisim, mesudum. Bu vaziyetin bana ilham ettiği hissiyatı huzurunuzda ufak notlar halinde tesbit ettim. Bunları içinizden bir vatandaşa okutacağım.


Atatürk ellerindeki küçük notları orada bulunan bir gence verdikten sonra, tekrar alarak şu sözleri söylemişti:

Yurttaşlarım, bu notlarım Türk harfleri ile yazılmıştır. Kardeşimiz bunu derhal okumaya teşebbüs etti ve okuyabilir de. Ancak henüz tamamen istinas etmemiş olduğu görülüyor. İsterim ki, bunu hepimiz beş, on gün içinde öğrenesiniz.

Arkadaşlar, bizim ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harflerile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, ve bu lüzumu anlamak mecburiyetindeyiz. Anladığımızın âsarına yakın zamanda bütün kâinat şahit olacaktır. Buna kat'iyetle eminim.

Yeni Türk harflerile yazdığım bu notları bir arkadaşa okutacağım, dinleyiniz..
Atatürk notlarını Bolu Mebusu Falih Rıfkı' ya vererek okutur ardından.

İşte burada Atanın yapmak istediği geneli muassırlaştırmak ve dilin gelişimini düzgün bir eksen içerisinde yürütmesini sağlamaktı. Herkesin yöneticiler gibi konuşmasını istemesindendi. Bunu yaparken dilin o özgür ve özgün yapısını: Sanat ile, bilim ile ilerlemesini istediğinden eğitim politikalarınıda ulusal bir eksende izleterek, toplumun geneline ulaşmak adına, kendisi bizzat yürütmüştür. Bunu yaparak ilk öğretmen ünvanını eline almıştır!

Buradan yola çıkarak iyi bir dile sahip olmak istiyor ve başka dillerede hakim olmak istiyorsanız öncelikle kendi dilinizin yapısını iyi kavramalısınız. Yıllardır bize öğretilen ve bizim göz ardı ettiğimiz edatlar, tümleçler, yüklemler, büyük ünlü, küçük ünlü uyumu bu yüzdendir.

İdeolojik kisvemizden sıyrılarak dilimizin boyundurğu altına girmeliyiz. İyi kavramalı ve içerisine iyi nüfuz etmeliyiz. Başka dillere ancak bu şekilde açılabilir ve hüküm edebiliriz. Yoksa aksi takdirde sömürü milleti olur çıkarız!

Toplumun her kesiminde diline hakim bireyler oluşturduğumuz takdirde, başka dilleride öğrenebilir, ve onların boyunduruğu altına girmek yerine, biz onları boyunduruğumuz altına alırız.

İşte bu yüzdendirki özgürlük dile hakimiyetle başlar. Aslında Shaw' da, M.K. Atatürk'te dilin iyi öğrenilmesi konusunda bunu savunuyor. Bu yüzden bizimde dediğimiz

Başka dilin dilencisi olacağına, kendi dilinin öğrencisi ol.
.. buna bağlı olarak anlatımımızın temelinde olan, dilin iyi bilinmesi gerektiğini, ve özünün iyi öğrenilmesini gerektiğini savunuyoruz. Çünkü özgürlük fikirde başlar, dilde şahlanır, bilim ile, sanat ile yol alır.


LiberterKedi

14 Ağustos 2008 Perşembe

Akılcı, empirist ve fütürist bir isyan

Matematiğin hiçbir tutunma dalı yoktur günümüzde...

Ne kadar soyut olursa olsun, hayatımızda herşeyin hesabını tutma güdümüz insanların somutlaştırdıkları fikirlerinden olsa gerek.

Çıkarcılık...

Bugün gerçek dünyada uygulama alanı fazlasıyla yayıldı bu anlayışın. Her tarafa yaydığımız bu hesap dürtüsü, bizi git gide soyutlaştırıp, görünürde hiç bişey elde etmemizi sağlıyor.

Ama bizler farkında değiliz....

Adeta yeni filizlenmiş bir kaos çiçeğinin habercisi bu sanrı. İnsanlar giderek çıkar elde etmeye aşık halde, bağımlılaşmış durumdalar. İlişkilerimizde, sevişmelerimizde, aşklarımızda, ve hatta hatta kimi ailelerin içerisinde bile...

Matematiksel hesaplaşmalar...

İnsanların birbirlerini, bir kaç bilinmeyenden oluşan ve çözüldükçe daha da çözümsüzlüğe doğru giden, bir denklem şekline götürmesi..Kötü ve acı bir trajik oyunun içerisinde piyon olarak, sürekli vezirlere yenilmemizi sağlamış. Gladyatörler gibi para için birbirmizi öldürüyoruz günümüzde. Hayvanlar bile aç kalmadığı takdirde avlarını öldürmezlerken. Biz neresinde yer alıyoruz bu ekoloji sarmalının, bilmiyorum....

Birbirlerine karşı olan yabancılaşmalarına olanak sağlamış insan oğlu böyle yaparak. Sürekli birşeylerin hesabını tutarak geldiğimiz nokta ise:

Asosyal üretimsiz bir toplum.

Böyle bir toplum olmaya doğru, hızlıca bizi ilerletenler, bizleri bıyık altından tebessüm ederek izliyorlar. Afyonları yüzünden realizmden uzak bir bünyede fikirlerini somutlaştırıyorlar bizim katalizörlüğümüzün sayesinde.

(...)

Bugün megafonun sesinin çığırdığı şey matematik....

Yapılan uğraşıların temeli, yani soyut görünürde somutu elde edebilmek adına. Matematik kullanılan bir değnektir hümanizma adına. Matematik bu yüzden hiçbir dala tutunmaz. Akılcı, empirist ve fütürist bir isyandır matematik gerçek anlamda. İnsanlık adına pragmatist bir olgudur...

Bir gün gerçek dünya da işleyemez olduğunda. Sosyolojik, psikolojik ve beşeri anlamda insanlık kendini tükettiğinde....

Bakalım elimizde ne kalacak...

LiberterKedi

12 Ağustos 2008 Salı

Sonu Bestelenmemiş Senfoni...

Ekmek kırıntıları gibi hayallerime dağılmış, ufak ve sertleşmiş umut kırıntıları, yarınlarda ki sanrılarıma işlemiş.

Belkilere dayalı bir belirsizlik.

Sürekli yanlış yaşama boyun eğmek oluyor cezalarım.

Fısıltılar kulağıma seni üflüyor ve ben ürküyorum.

Yastığıma sarılıyor ve kendimi gömüyorum ona. Hıçkırarak ağlıyor ve yarınıma sesizce haykırıyorum seni. Ama sesler duyuyorum, ruhumu ele geçirmek isteyen ve bunun için beynimde uğuldayan sesler. Ve sonra...

( - )

...sözler parçalanmış,
üzerleri aşınmış
ve klişeler içerisine
sığdırılmış hayat.

Benim düşlerim,
benim hayallerim,
benim umutlarım
nasılda param
parça,
ben(ci)lce..

...kim düşünebilirdi ki,
rüzgarın peşine
takılan tozun,
bedenimde
seni çizeceğini.
Ardıma seni
yükleyeceğini,
tıpkı geleceğimde
olduğu gibi..



Hiç şüphe etmedim,
kübünde bekllettiğim
şarabım olan sana
bestelediğim o
mistik ezgi ile,
aşkımızın senfonisini
birlikte besteledik
sevdiğim
unutma...

( - )

Ruhumuzun sürgüne gittiği yerde olan sensizlik, ve çarpık gelişen yaşamımız ardından buluştuğumuz o kasvetli karanlık mekan. Y(üre)ğ-imiz deki -iz- artarak devam ediyor sevdiğim.

Ben dilediğinin yerin ötesindeyim, benliğimin ilerisinde, gözlerinin berisindeyim. Unutma rüyalarında kulaklarına işleyen senfoninin içerisinde biryerdeyim. Notaların öbeğinde, hayallerinin göbeğindeyim..

Sonu gelmemiş senfoni...

LiberterKedi

Blogger Yenilendi?

Can sıkıntısından bugün günlüğüme bakarken, bir çok blogger eklentisi gördüm. Wordpress' in pabucunu dama atacağını düşündürtüyor blogger bu yenilikleri ile.

Kendini sürekli geliştiren blogger, daha hızlı bir şekilde diğer blog sistemlerini geçeceğe ve arkada bırakacağını gösteriyor bugün...

LiberterKedi

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Artık Gel!

Konuşurken sanki ruhumun notalara dökülmesine yol verirdin sen. Sensizliklerimin katiliyim bugün hayallerimle yaptığım iş birliği ile.

Konuşmak istesem de, bu büyüyü bozacağım korkusuyla. Perdenin ardında gizlerdim kendimi. Ardından sen, ürkek bir buse bırakırdın bana bakışın ile. Ve utanarak içimden sana "Seni Seviyorum"derdim kelimelerimin karnına gömdüğüm yasak çocuğumuz ile.

(...)

Dudaklarında kalan hayırlar, birer şüphe tohumu gibi, zihnine yerleşsede. Sen benim baharımın başlangıcıydın her daim. Dudaklarında canlandırdığın bana karşı söylemlerin ise, hayatıma kattığın oksijenimdi sen farkında olmasanda!

Sözlerin bu sıcak yaz akşamlarında, içimi ürperterek uçtu ve gitti uzaklara. Yokluğunun yüreğimi bitkisel hayata sokması ile, yoksul kaldım kendimde. Her buluşmamızın bitişi ile. Otobüsün camına yasladığım umutlarım ile, görüntünün uzaklaşması beni mezarlarıma gömdü diri diri...

Son baharımız olan bu günlerimde herşey kuru bir sarılıktan ibaret bilmesende...

...basamak basamak olmuş. Hayatımın daha başında olmama rağmen, ortasına gelmeden yaşlandım sensizlikle. Yüreğim kurumuş sonbahar yaprakları gibi kırılgan, yerlere serpilmiş sarımsı yapraklar gibi ölü halde. Etrafımda sıcaklığından yoksun oluşum ile üşüyorum bugünlerimde. Acaba sen notalarla çizdiğin ruhumu betimleyebilirmisin bu şekilde benim kadar...

"İnsan, insanın aynasıdır" derler ya.

Bu tam bize göre değil. Şaşırdın değil mi?

Yansıma yapamayan birbirimizin ruh sökümüyüz biz. Bedenlerimiz farklı, ruhlarımız aynı. Paramparça ruhların farklı şehirlerdeki acı, özlem, sevgisizlik, şüphe, kin, nefret, aşk ve dahası bunun gibi insani hisler bu ruh eşitliğindendir.

(...)


Kulaklarımda yaktığım sesinin küllerini. Daha sonra onları hafif bir şekilde topladım avuçlarıma.

Dört bir yanıma nüfuz ettirdim seni görmediğim zamanlarda. Söndürdüğümü düşünsende sen sevgimizin ateşini.

Ellerimi yakıyorum şimdi yüreğimde, sana kavuşmak adına....

Gözlerinin ince dokusunu imgelemek istiyorum şimdi. Yeterli kelimeleri gök yüzünden çekip koymak istiyorum. Elime aldığım ipimle kement yaparak, doluyorum urganımı bulutlara. Ve ardından ucunda idam sepham olan dünyadan ayaklarımı alıyorum sana kavuşmak, seni betimleyebilmek adına, göz kırpıyorum ölüme neşe ile...

(....)

Bakışlarının yüreğimde bıraktığı o narin mutluluk...

Umarsızca beklememi fısıldıyor, yüreğimdeki kulağıma. Oysa her şeyi unuttum ben şimdi. Hatırlamak adına kurduğum hayallerimi çaldıkları bugünümde bilmiyorum senin ne halde olduğunu. Korku-yorum-suz sızlıyorum hayallerimle baş başa...

Ya sen...

Ya sen, sevgili...

Sesini kimselerin bilmediği diyarlarda beni düşünüyormusun bu şekilde!

Gidişin ile yalnız bıraktığın bu denizcinin, yüreğinden kopan dalgaları kokluyormusun, mahkum düştüğün sahillerde.

Gözlerimden kopan tayfunları saçlarına doluyormusun sahte kavurucu mutluluklardan kurtulmak için...

Bilmiyorum, bilemiyor ve ürkmüyorum. Çünkü ben sana güveniyorum ölümüne...

Dilime doladığım türkümüzle, gelevera deresinde balıklara anlatıyorum seni şuan bilmesende...

Ve şüphelensende tek diyeceğimdir sana sevgili...

Bir deli gömleğini arzuluyor.

Artık gel!

LiberterKedi

10 Ağustos 2008 Pazar

Ürkünç Bir Körebe Oyunu

Günün öğleden sonrası
hep bitecek,

bir daha eskiyi değiştiremeyeceğiz
korkusuyla.

Tek bir düşünce hakimdi
beynimizde

Ne yazsak,
ne yazmasak...


Hayatımız içerisinde başarılı bir şekilde kurgulanıp, yazıya dökülecek onca olay varki. Bunları yazmaya kalksak özgün imgeleri bulmakta zorlanırız, yaşamımızın bütününde. Bu parçalanmışlıklar bilmem kaç parçalık puzzle gibidir.

Zihin tasarımlarımızdaki hayallerimizin bu kadar kolay parçalanması, umutlarımızın ufalanması, direnişimizin kırılması da işte bu özgün imgeleri bulamayışımızdan dolayıdır. Bunun sesli ispatı ise; bizi bu şekilde bir hayatı sürümeye iten çevresel olgulardır.
Kolayı vardır herşeyin.

Ya da alternatifi mevcutken bir çok yaşanımın, bizi bu yolda sekteye uğratan içinde bulunduğumuz ortamımızdır aslında. Değişime, devinime karşı olan zıtlığı ile tabucu savaşçılığı ile. Çünkü yeniliğe kapalı bir toplumun, göreceği yeniliklere alışabilmesi tabularından ötürüdür ki çok zor oluyor.

Bu olgunun yüzyıllar boyu böyle olduğunu, geçmişimizde defalarca gördük. Hep aynı tabuta gömülmeyi yeğledik. Yerildiğimizde vazgeçip o tabuların içlerimize nüfuz etmesine izin verdik. Kaba tabirle; günümüzde yaşadıklarımızda, fifti fifti bizlerde suçluyuz. Farkında olamadık: Dünyanın yeni olguları doğuranların, tartışanların, geliştirenlerin ve mücadele edenlerin etrafında döndüğünün. Ama biz hep onların dediklerini ya görmezden geldik, ya da anlamadan yerdik, sindirdik,. Bilmediğimiz ve üretemediğimiz halde asimile etme yolunda tabuların kontrgerillası olduk.

(...)

Biz bir sirkte yaşıyoruz şu an sadece.

İnsan kendi içerisinde, kendini eğlendiriyor. Benciliz ve bunu kabullenmiyoruz. Savaşların devamlılığı, vurdum duymazlığımız, yitirilen insanlar ve kaybolan geleceğimizi hızlıca tüketiliyoruz. Ruh abazaları tarafından bizlerin ceplerine yerleştirdiği, tecavüz paralarının gözlerimizi kör etmesi ile. Garip bir körebe oyunu oynuyoruz. Bu bir körebe oyunu... maddiyatın verdiği haz boşluklarımızı, anlık tatmin etmesi ile köreldiğimiz bir oyunun ta kendisi.

Ama bizi sömürüsü bittiğinde buruşturup çöpe atacak.

Bizler bu gerçeğin farkında değiliz.

Bizler ne yapıyoruz?

Sadece lavuklar gibi peçete tutuyoruz onlara. Önlerinde el pençe divan durararak, yaptıklarına boyun eğiyoruz / eğdiriliyoruz.

Yeri geliyor kardan adamlara sakso çeker gibi, dudaklarımızın uyuşması ile. Onların eriyeceklerini, isyanımızın şiddetli ateşi ile çok kısa bir süre içerisinde yok olacağının gerçeğini göz ardı ediyoruz. Ve bu gerçeğide yalanla değiştiriyoruz. Ama şunu unutmamalıyız ki;

yarın üzerinde yaşayabileceğimiz bir dünya kalmayacak. Eğer bu şekilde kardan adamların topluma tecavüz etmesini engelleyemezsek.

Dünya' yı bu ruh abazalıklarına tatmin için, libido noktasına erişmeleri adına kullananların, orospu etmelerine göz yumacağız, farkında olmadan.(Para karşılığında). Yaptıklarını görüpte tepki vermekten aciz duruma düşürülmüş, uyuşturulmuş bizleri ise, üzerini temizlememiz için arada bir parçaladıkları zenginliklerinin, varlık olgularını bulmamız için. Ruh kapılarının arkalarına asıyorlar.

Cebimize sıkıştırdıkları üç beş kuruş ile bizide infaale gömüyorlar(...)karmaşanın, kaosun ortasında bizi piçleştirip yalnız bırakıyorlar.

Sebebi nedir dediğimizde, bir tokat şahlanıyor yüzümüzün ortasında...ve ardılları gün yüzüne yansıyor...Maddeleştirdiğimiz tabuların kaynaklanma olgularını şunlara bağlayabiliriz:

* Ruh abazalarının arkalarında, sürüngen bir hayatı yaşamayı kabullenişimiz yüzünden...

*Yarasalaşıp gözlerimizden oluşumuza bağlı olarak, kulaklarımıza fısıldadıkları ile hayatımızın onların tasarımları etrafında dönen bir yörünge izlemesine, yol verişimizden...

* Bilgilerimiz ile şişinerek gelişmeye kapalı, eleştiri kabul etmeyen, parçalanmış tabuların biraraya getirilmesi için, ruh abazalarının savunucusu oluşumuzdan(...)

Bu saydılarımızın ardını arkasını sınırlamadan çoğaltabiliriz.

Genelinde ise bunun sorumluları, bu körebe oyununda maşa olupta, bizi tutan elleri gerçekler ile yakmayan bizleriz.

Bu iğrençlerin düşüncelerini bu kadar yaşanabilir olmasını olanaklı kılan. Fakat hala devam etmemiz ile oynadığımız bu körebe oyunu destekleyenlerin sürdürdüğü bu kontrgerilla savaşı beni ürkütüyor.

LiberterKedi