31 Ağustos 2008 Pazar

Geleceğine Tokat Atan Hümanite

Geleceğine tokat atan kadın...

Uzunca bir zaman camımın kenarına yanağımı yaslayıp düşünürken, birden bu kafamda şimşeklendi. Şiddet ne ise, insanlıkta bağımlı bir hal almış. İlişkilerde kimi zaman anlık sinirlenmeler ile, aşırı strese bağlı olarak karşısındakine uygulanan fiziksel darbeler sonucu kopma ve parçalanmalar gerçekleşiyor sıklıkla günümüzde. Bu sistemin getirdiği stres ve bunalımın toplum içerisine sindirdiği travmadır ve çok kötü.

Stres unsuru insanın beyini ile omurilik soğanı arasındaki uzaklık farkı ne kadar iyi olursa olsun, etkisiz kalabiliyor. Yani insanı düşünme yetisini kaybetmesine sebebiyet verebiliyor. Zekasını yeterince işletemiyor. Analiz etme becerisinden yoksun kalıyor, düşünemeyerek ileriye dönük hareket edemiyor ve toplum bu yüzden yoksunlaşıyor. Ve şiddetin artması ile bir genelleşme ile bireyin hırsı, kini, siniri ve duyguları git gide başka bir forma bürünerek, insalık kabını kurutuyor. Toplumun bu dinamik etkileşimi parçalanmaya ve dejenereleşmeye gidiyor.

Dejenereleşme ve getirisi asimile edilmiş çekirdek yapı...

Bir gerçek vardır ki bir toplumun en derinine inmek isterseniz çekirdek yapısını izleyin. Bu genellemeler aslında yapılacak en doğru genellemelerdir belki de. Bunun sebebi çekirdek oluşumlar aslında kendi öz kaynakları içerir. Oluşum evrelerini, ileride büyüyecek bir olayın belirtilerini ve dahasını gösteren önemli birer başvuru kaynağıdır bu çekirdek yapı. Dejenereleşme bu yapılar için ekonomik unsurların etkisi ile gerçekleşir. Sınıfsal farklar ile çekirdek yapı bölünür ve toplum bir bütün olarak incelenemez. Toplumu bir bütün olarak düşünmek tabi ki sağlıklı bir yol değildir. Ama teolojiye çok bağlı toplumlar her zaman tek bir noktada itiraz haklarını damaklarında kitlemeye göz yumarlar. Bu yüzden bunun siyasal getirisinden yararlanan keneler çekirdek yapıyı bir bütün gibi gösterip, çekirdek içine aynı kutuplaşmaların olmasını tercih ederek herkesin birbirini itmesini arzular. Bunun içinde değişim ve gelişimi engellerler, farklılıkları engelleyerek. Bu dejenereleşmeyi doğurur, ve kalıcı bir doğum yarası gibi bireyin bünyesine, daha doğduğu günden itibaren sanki bir bilgisayarmış gibi programlanarak yüklenir. Böylelikle dejenere kalıcı bir olgu olur toplumda. Bunun gibi olgulara bağlı olarak çekirdek yapı yıkılır, tek merkezci, dogma bir yapıya dayalı, düşünmeye, irdelemeye, özgün fikirlerin doğmasına engel bir hal ortaya çıkar ve ortada çekirdek bir yapı kalmaz. Kalan tek şey ise;

Tamamlanamayan, üretilemeyen, hayata geçirilemeyen, özgünlükten özgürlükten uzak bir iskelet üzerine giydirilen bir kılıftır.

Kabul gören olgular ise bireyler arası kin, nefret, şiddet, baskı, zulüm, savaş, asosyallik, popülizm yapma, bağımlılık, kopuk yaşamlar, parçalanan kısa süreli aile yaşamları ve birey ilişkileri gibi bir çok argümanı bol olguyu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak buna göz yuman insanlık geleceğine tokat atmıyor mu sizce....

Zeitgeist(Zamanın Ruhu)

Öncelikle bir uyarı ile başlayalım bu filmi izlemeye başlarken gözlüklerinizi çıkarın, tebiki dünyaya ön yargı ile bakıyorsanız!

Zeitgeist: Zamanın Ruhu anlamındadır bu kelime. Film bu felsefeden yola çıkarak günümüzü ve geçmişimizi irdelememize olanak sağlıyor. Tercihi bize kalmış.

İlk kez 2007 yılı Haziran ayında Google Video' da yayınlandı. Yayınlanır yayınlanmaz günde 70 bin, ayda yaklaşık 2 Milyon izleyenle internet tarihinin en çok izlenen ve toplamda dünyanın en çok indirilen filmi oldu. Fakat bundan birçok kimsenin haberi olmadı. 15 Mart 2008' de dünya genelinde gösterim günü ilan edildi ve 1800 noktada özel gösterimler düzenlendi. Aynı gün Türkiye' de Boğaziçi Üniversitesi' nde ve Atlas Pasajı Nefes Cafe' de gösterildi. IMDB' de 8.7 puan aldı. Oylamaya katılan 3,877 kişiden 2,450’i filme 10 tam puan verdi.

Filmin içeriği dünya genelinde çok büyük tartışmalar yarattı. Hatta Zeitgeist' e karşı Hıristiyan çevreler iki alternatif film bile yayınladı. Bütün bu tartışmalara rağmen büyük yayın kuruluşları filmin adını ağızlarına dahi almadı. Bütün sansasyonel etkisini bağımsız internet siteleriyle sağladı.


Korkularımızla yüzleşmemek adına "Komplo Teorisi" kelimesine dört elle sarılır olduk. Özellikle dönemimizde öyle insanlık dışı olaylarla karşılaşıyoruz ki bunların kökenini araştırmak, hatta düşünmek bile bizleri korkutuyor. Mesela "İnsan Hakları". Batı medeniyeti merkezli olduğuna inandığımız bu kavramın tam da Batı Dünyası tarafından ayaklar altına alınması hayata karşı güvensizliğimizi zirvelere taşıyor. Toplu mezarlar, petrol için öldürülen bebekler, işkencenin ABD tarafından standartlarının belirlenmeye çalışılması bizlerin insani kriterlerini de bulanıklaştırıyor. Bütün bu saydıklarımız değerlerimizi kazandığımız geçmişimize götürüyor. Bize söylenenler, öğretilenler yalan olmalı ki bu insani kriterleri yaratanlar kendileri her türlü değeri alaşağı ediyor.


Zeitgeist filmini seyredenler bu sorgulamayı daha yıkıcı yaşayacak. Ya uyanacak, ya olanlara şaşırmaya devam edecek. Film din, para, ve korku üçgeni içerisinde kıstırılan toplumların nasıl yönlendirildiğini ve büyük planın tekno - totaliter bir Dünya Devleti kurmak olduğunu ileri sürüyor .Zietgeist' de artık koplo teorisi sınıfından çıkmış ve herkesce doğru kabul edilen 11 Eylül Saldırılarının bizzat Amerika tarafından düzenlendiğini, kredi sistemini, savaş ekonomisini, merkez bankası ve Federal Reserve tarafından nasıl köle bir toplum yaratıldığını anlatıyor.




Anlatırken sizin insanlıktan miğdenizin bulunmasına sebep oluyor. Kendinizi ve yaşamınızı sorgulamanızı, olayların zihninizde daha da netleşmesine sebep olan bir film. Ama başta önemli bir uyarı diyerek dillendirdiğimiz gibi.

Bu bildiğiniz belgesellerden değil!

Bu bildiğiniz bir film değil. Bu gerçek zamanın ruhunun gösteriişi. Bu yüzden bu filmi izlerken önyargı gözlüklerine sahipseniz çıkarıp izleyin.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Perde[Ay'dan Sarkıttım İlmeği Boynuma]

...ölç direncimi,
hayalsiz ne kadar
yaşaya
bili
-
y
o
r
-
um...

tut yüreğimi
ve nüfuz ettir
dil(im)lenmiş
ruhunada,
gör
beni.

Ve unutma
sen göz yaşlarımın
altında kararan
gümüşüm,
yüreğimde hep
parlayacaksın
mesafen
artsa
da.

Son olarak
kulağında titreyen
ben olmazsam,
yüreğine eğil
ve
dinle
beni:

Göz yaşımda gizli,
biçimsiz çevremi derlerken,
iplerimi aya bağlarım,
ilmeği boynuma geçirir
atlarım geceleyin rüyalarıma,
sadece
seninle
olabilmek
için
bil
i
yor
mu
s
u
n...

Sonu
bitmemiş senfonin
sonlanmamış
perdesi
üzerindeki
toz...

Çok acıtıyor
bu
yok)
sun
luk...

Popülerlik

Popülerlik: En kötü hastalıktır günümüzde, ve çağın en hızlı ilerleyen salgın hastalık vakasıdır popülerlik. İnsanı çok farklı noktalara taşıyabiliyor. İnsanı kimi zaman ne olduğunu unutturan bir yapısı var. Beğenilme ve anlaşılabilme teslimiyeti ile insan kendini geliştiremez bir birey haline geliyor. Sadelikten uzak herşeyi bu olgular etrafında yükselten birey, bir vampir halinde kaygılı bir halde yeni bir işe atılırken dişini tırnaklarını kemirerek kişiliğini kaybetmeye kadar gidiyor. Buna en iyi örnek temel ise- popülerlik kaygısıdır - .

Bu kaygıyı ne kadar yüceltirseniz hayatınızda, o kadar gelişim ve değişim devininiminden uzaklaşırsınız.

Kısacası kaygıları olan insanlar genelleme olarak değil ama, bir çoğu hayatlarında başarıyı elde edemeyip, ettiklerinde de onu koruyamayan bir birey olurlar. Ya da yaşamı bir soba olarak görürseniz, bu kişiler bu sobanın camında ki hayat is-idir.

Düzeltildi:Bazı hatalardan dolayı...


Türkiye'nin Kalbi Ankara (Zaman'ın yasaklanmış belgeseli)

1934 Sovyet Yapımı olan bu belgesel zamanında TRT' in özerk olduğu yıllarda yapılan baskın ile yayından kaldırılıp yasaklanmıştır. İçinde enternasyonal marşının söylendiği bir bölüm olduğu için zamanında Ülkemiz'de yasaklanmış bir belgesel. Yönetmenleri; Sergey Yutkoviç ve Lev Oskaroviç Arnstam olup, 1934 tarihinde çekilmiştir bu belgesel. Söylenene göre M.K.Atatürk istemiş yapılmasını.

Son zamanlarda birden arşivlerden çıkarılan bu belgesel hakkında daha fazla bilgiye burdan ve burdaki linklerden ulaşabilirsiniz.


Yaşayan bir kütüphane insan...


Yaşayan bir kütüphane insan...

Yaşadıklarınızın izdüşümlerini gözden geçirin ve ufak karalama kağıtlarına yazın. Sizce yaşam nedir.
  • Mutluluğunuzu paylaşabilecek kadar fedakar mısınız?
  • Yemeğinizi çok aç olsanız bile, karşınızdakine ikram edebilecek kadar nazik misiniz?
  • Acınızı anlatabilecek kadar cesurmusunuz?
  • Korkularınızı yenebilecek kadar üzerlerine gitmeyi göze alabilir misiniz?

Yoksa siz iş yaparken sadece belirli kurallara istinaden mi, eylemlerinizi gerçekleştiriyorsunuz. Bırakın birşeylerin gerçekleştiğinde ardıllarını. En güzel olanı hiç girftleşmemek. Sadece ne iseniz o sunuzdur. İnanmaya çalıştıklarınız sizi yanılgılara düşürebilir. Kitapların olduğu gibi, görünen derin raflara konulduklarında, toz tutsalar da seneler sonra yerlerinden çıkarıldıklarında zamanlarına hizmet edebilirler. İşte bu yüzdendir ki bizlerde olan bu paylaşımsızlık, karşılık güdüsü olmadan yapılmayan ikramların, derdini anlatamama, üzerine gitmeme yani mücadelesizlik yüzündendir ki bizler birer kütüphaneyiz.

Kütüphane: İçerisinde bulunan rafların oluşturduğu parmaklıkları ile hüküm sürer kitaplar için.

Sonuç olarak bizler aslında kütüphaneyiz. Bu tanımlama günümüzde kitap ve kütüphanelere yüklediğimiz tanımlamalara bağlı olarak söylemlenmiştir bu yazıda!

Bitirilmek istenmese de bu yazıda söylemler, dinleme körlüğüne bağlı olarak, okuduklarımızı irdelemekten korktuğumuz için, yaşadıklarımızı bile bu kütüphanelere benzeyen zihin kütüphanesi olan bilinç altında muhafaza ediyoruz. Bu yüzdendir ki bizler yaşadıklarımızı bilinç ve bilinç altımıza tıkarak birer parmaklığız yaşamımızda. Okuduklarımızın anlatmaya çalıştıklarını göz ardı edererek toz tutmalarına göz yumarakta birer kütüphane ve rafıyız.

Ve en acısı kabul etmesekte bizler kaba tabirle bencil götümüzün korkusundan, bu dünyayı yaşanmaz hale getirdik yarınlarımız için bugüne baktığımızda...

Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı - 3 -


29 Ağustos 2008 Cuma

Bağımlılık

Bağımlılık; iradenin düşünememe adına, yönetene karşı kayıtsız şartsız teslimiyetidir.

Wanted!


Dünyayı istiyoruz! Hemen şimdi istiyoruz. Onların silahları var. Biz ise daha kalabalığız. [ James D. Morrison]

28 Ağustos 2008 Perşembe

Savaşlara Hayır De!

Parşömenimin kenarını katladım yakıyorum...

Geceye düşen bir korku var havada. Herkes evine çekilmiş kapısını kilitleyerek birbirne gitmez olmuş. O eski sosyal alış-verişler yok olmaya başlamış. Tek mantık ise:
Bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın.
...eğer bir kafes olarak düşünürseniz bu dünyayı. Ve siz o kafes bir civciv iseniz. O yılan bir gün gelip sizide yemez mi diğerlerini yediği gibi?

Sorumsuzca bir davranış bu tepki-sizlik. Yoksullaşan insanlık git gide benliğinden oluyor. Savaşlara hayır diyemeyenlere acıyorum;

-acaba bir gün yılan sizi de yemeye geldiğinde ne diyeceksiniz.

İşte bu yüzden kağıdıma dökülen akrepler elimi soksa da, yazdıklarıma binayen. Tek söylemim:

Savaşlara Hayır De!

Sukut altın ise, yanlışa hayır demek paha biçilemez bişeydir. Yalnızca bir kemik yığını isen, çevrende olan biten bu katliamlar seni ilgilendirmiyorsa sende bir civcivsin. Büyüdüğünde unutma ki sende kesilip sofralarda diş kovuklarını dolduracaksın!

Savaşlara Hayır De!

Geleceklerini ödünç aldığımız çocuklarımız için diren. Silahları kaldırıp yak, kır, parçala. Engelle bu bloklaşma şeklinde olan savaşları. Yapabilirsin. Ya bu uğurda ilerleyen kanatlı bir kuş ol, ya da anüsten öğütülmüş olarak başkalarının miğdelerini doldurmak üzere basit bir civciv ol. Barış özgürlüğünde, özgürlük sende, sen yaşamında, yaşamın zihninde şekillenmeye mevcut. Ellerindeki yaşam iplerini sıkı tut, kaygan fikirlerin tek getireceği sana anı yaşamadır. Sadece tek düşüncen daha iyi bir yaşam için:

Savaşlara Hayır De!

Unutma sana dokunup yaralanan yılan, bir başkasına yaklaşırken daha temkinli olacak, ve büyüyen tepki yumruğu ile bir gün başı ezilmiş bir halde yok olacaktır.



Savaşlara Hayır De!


Dil{im}

Dil-im-leri, dil/im dil(im olmuş.

Tek parçalı söz ne?

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Dil(en)ci bağışını ruhuna ister....

Dil(en)ci bağışını ruhuna ister....

Kenarları oyalı hayaller pislenmesin diye, sürekli küplerinde saklanır.

Hiç(e inat, boşa gitmesin diye kalbinin berisinde, dudaklarında şahlanan sarhoş türküsüdür bu aşk:

-İnatla bağır ve sesin kısılıncaya kadar devam et, ki sesin kesildiğinde anlasın senin ne söylemlediğini.

Bir oyalı ruh bu işte dil sökümü, söz edimleri. Boşluğa sallanan sensizlik küfürleri arasından, koşup topla etrafına yayılanları, sarıp sarmala onları, kopar gökyüzünden saçlarına doğru çek, yakıp üzerlerine su serp ki etrafına savrulmasın yüreğindeki ben(im)ler...

...ardıllı bir gece, şarap gibi dudaklarında dilimin tatlanması, kiraz tatlısı, çilek ekşisi mayhoşluğum ardından. Dil(im)siz, iç içe geçmiş bedenlerimizin üzerinde akan terlerimi, çarşafları ıslatması ile; gelen hemoglobinler üzerlerinde katılaşınca-beliren acı- nasılda umutların kan soluyan bir nefese dönüşmesi ile acıtır seni değil mi?

..ruha bağışlanan acının nefs ile kirletemediği o ten.

Biliyormusun acının karada yüzen guruh üzerinde nasıl bir baskı oluşturduğunu.

Kayıp bir bedenin ardına düşen düşler ile yitip giden aşk-mıdır ki. Bunu tokatlayarak sev(iş)elim diyorsun birden bire?

Eğer birden gidersen yüreğimden sana edeceğim bedduam ise:

Yüreğimdeki ateşimde
kavrul,
gözlerimde
hapsol,
göz yaşlarımda
boğul,
saçlarıma dolanarak
kaybol....
Sadece bil beni,
bil dil(inde)n kopan
bensizlikler yok
eder beni
sen
siz
ce...

...ölç direncimi hayalsiz ne kadar yaşayabiliyorum, tut yüreğimi ve nüfuz ettir dil(im)lenmiş ruhunada gör beni. Ve unutma sen göz yaşlarımın altında kararan gümüşüm, yüreğimde hep parlayacaksın mesafen artsa da.

Son olarak kulağında titreyen ben olmazsam, yüreğine eğil ve dinle beni:

Göz yaşımda gizli, biçimsiz çevremi derlerken, iplerimi aya bağlarım, ilmeği boynuma geçirir atlarım geceleyin rüyalarıma, sadece seninle olabilmek için


biliyormusun...

Sonu bitmemiş senfonin sonlanmamış perdesi üzerindeki toz...

LiberterKedi


Kaybolmuş Cenneti' i Bulurken...


Kaybolmuş Cenneti' i Bulurken...

.... kaybolmuş cennetin mistisizmi içerisinde, kesin olmayanın peşine düştüğünüzde göz ardı ettikleriniz buharlaşıyor.

Farkında olamadığınız yaşam içerisindeki gerçekler, git gide küf tutuyor.

-Gerçekler küf tutar mı?

-Tutar hocam, şöyle tutar: Yalanlarımız ile maya tutar üzerleri, içleri kokuşmaya başlar, nefes alamaz hale gelirler. Çünkü çıkım kapılarını bile yalanları ile tabulaştırmışlardır. Ve artık gerçeğin yerini yalanlar almaya başlar bu raddeden sonra.(Bu durum kalıcı değildir.)

Değişim her zaman bireyin istediği düzeydedir; bireyin düzeysizliği ile, değişimin gideceği yol ise. Farklı sapaklara doğru yön alabilir, yanlış olan bir şekilde. İşte bu zamanlarda eski fotoğrafların anlattıklarını, iyi okumak gerekir zihnimizde. Yüzünü aydınlık bir ortama doğru çevirmesenizde gerçek görebilirseniz. Eski fotoğrafların anlatımlarını, sende uyanmaya hazır bir prenses gibi prensini beklemeden uyanacaktır o zaman.

Çünkü gerçek masal dinlemez...

... gece ve gündüz öyle bir eksende dönüyor ki. Korkutuyor beni artık rüyamı gerçek mi yaşattıkları bize anlamıyorum, televizyonlar ile, gazeteler ile, siyasi söylevleri ile bizleri halüsünojik bir bağımlı hale getirmişler. Bizler yalanı seviyoruz, ve onsuz yaşayamayacağımızı düşünüyoruz şimdiki zamanda. Bunun böyle olduğunu ise kaybolmuş cenneti ararken, bulduğumuz yalanları gerçek olarak sandığımızdan git gide benliklerimizden oluyoruz.

Farkındamısınız?

Beyinler yerlere serilmiş, nadasa yatırılıyor diğerleri tarafından...

{Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı(2)}

LiberterKedi

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı - Paraf 1


Soluk bendenlerin, renksiz vücudları üzerine giydirdiğiniz kokuşmuş et kılıfları altında ki dünyanın, üzerinde kimse yaşamıyor!

Sizler neye dairsiniz yaşamda...

Aklınızda, zihin raflarınızda biriktirdiklerinizi döktüğünüz ucuz siyaset meydanında, seyisi olduklarınızı yeterince sömürmediniz mi?

Yeter?

...eliniz ile ovuşturduğunuz için üzerinize fışkıran meni sizden dahi olsa, üzerinize yapıştırır post-it gibi cünüplüğü. Ve sizler yok olmaya yüz tutmuş asırlık dedikoducu zihniyetiniz ile, yönetemediğiniz yaşamlarınızı soluklaştırmış, soğuk bir yayla gibi olan bedenlerinizi içerisinde ikame ettirmişsiniz. (Yaşamıyorsunuz Zevzekler...)

Renksiz düşüncelerinizin mürekkep sayfalarına zorla sahip olması ile kokuşan bir bünyenin, el altındaki bastonu olmuşsunuz bu kokuşmuş güdüleriniz ile.

Bitmemiş safsatalar sarımsağısınız siz...

...kaybolmuş cenneti arayanların tek ümidi olarak, düşünce kenelerisiniz siz..

- Kaybolmuş cenneti arayanlar:

-Ayın altına bakın bulmak için, güneşin dibini karıştırın biraz. ayaklarınızı kaldırdığınızda anlayacaksınız cennetin nerede olduğunuz....

(Bitmemiş Sasatalar Sarımsağı - Paraf 1[Devam Edecek])

LiberterKedi

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Gözlerinin Ardındayım Ben




Dedin ki
gideceğim,
Dedim ki
geleceksin yeni bir bahara.
Dedin ki
öleceğim,
Dedim ki
canlanacaksın başka bahara.
Dedin ki
bekleyecek misin,
Dedim ki
beklediğim gibi her mevsimde.

...her mevsim gibi kendine özgü sevdim seni, aynı şiir deki gibi. Her dediğine bişey söyledim ama, kulaklarını tıkadın sen. Açma gözlerini ardına bak beni bulacaksın.Çünkü gözlerinin ardında yaşıyorum ben, tıpkı ayaklarının altındaki kan damlasında olduğum gibi. Üzerine basıp geçtiğin her çimin içinde olduğum gibi(isteyerek, göze alarak ölümü)

Sevmek böyledir...

Geleceğine Tokat Atan Hümanite

Geleceğine tokat atan kadın...

Uzunca bir zaman camımın kenarına yanağımı yaslayıp düşünürken, birden bu kafamda şimşeklendi. Şiddet ne ise, insanlıkta bağımlı bir hal almış. İlişkilerde kimi zaman anlık sinirlenmeler ile, aşırı strese bağlı olarak karşısındakine uygulanan fiziksel darbeler sonucu kopma ve parçalanmalar gerçekleşiyor sıklıkla günümüzde. Bu sistemin getirdiği stres ve bunalımın toplum içerisine sindirdiği travmadır ve çok kötü.

Stres unsuru insanın beyini ile omurilik soğanı arasındaki uzaklık farkı ne kadar iyi olursa olsun, etkisiz kalabiliyor. Yani insanı düşünme yetisini kaybetmesine sebebiyet verebiliyor. Zekasını yeterince işletemiyor. Analiz etme becerisinden yoksun kalıyor, düşünemeyerek ileriye dönük hareket edemiyor ve toplum bu yüzden yoksunlaşıyor. Ve şiddetin artması ile bir genelleşme ile bireyin hırsı, kini, siniri ve duyguları git gide başka bir forma bürünerek, insalık kabını kurutuyor. Toplumun bu dinamik etkileşimi parçalanmaya ve dejenereleşmeye gidiyor.

Dejenereleşme ve getirisi asimile edilmiş çekirdek yapı...

Bir gerçek vardır ki bir toplumun en derinine inmek isterseniz çekirdek yapısını izleyin. Bu genellemeler aslında yapılacak en doğru genellemelerdir belki de. Bunun sebebi çekirdek oluşumlar aslında kendi öz kaynakları içerir. Oluşum evrelerini, ileride büyüyecek bir olayın belirtilerini ve dahasını gösteren önemli birer başvuru kaynağıdır bu çekirdek yapı. Dejenereleşme bu yapılar için ekonomik unsurların etkisi ile gerçekleşir. Sınıfsal farklar ile çekirdek yapı bölünür ve toplum bir bütün olarak incelenemez. Toplumu bir bütün olarak düşünmek tabi ki sağlıklı bir yol değildir. Ama teolojiye çok bağlı toplumlar her zaman tek bir noktada itiraz haklarını damaklarında kitlemeye göz yumarlar. Bu yüzden bunun siyasal getirisinden yararlanan keneler çekirdek yapıyı bir bütün gibi gösterip, çekirdek içine aynı kutuplaşmaların olmasını tercih ederek herkesin birbirini itmesini arzular. Bunun içinde değişim ve gelişimi engellerler, farklılıkları engelleyerek. Bu dejenereleşmeyi doğurur, ve kalıcı bir doğum yarası gibi bireyin bünyesine, daha doğduğu günden itibaren sanki bir bilgisayarmış gibi programlanarak yüklenir. Böylelikle dejenere kalıcı bir olgu olur toplumda. Bunun gibi olgulara bağlı olarak çekirdek yapı yıkılır, tek merkezci, dogma bir yapıya dayalı, düşünmeye, irdelemeye, özgün fikirlerin doğmasına engel bir hal ortaya çıkar ve ortada çekirdek bir yapı kalmaz. Kalan tek şey ise;

Tamamlanamayan, üretilemeyen, hayata geçirilemeyen, özgünlükten özgürlükten uzak bir iskelet üzerine giydirilen bir kılıftır.

Kabul gören olgular ise bireyler arası kin, nefret, şiddet, baskı, zulüm, savaş, asosyallik, popülizm yapma, bağımlılık, kopuk yaşamlar, parçalanan kısa süreli aile yaşamları ve birey ilişkileri gibi bir çok argümanı bol olguyu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak buna göz yuman insanlık geleceğine tokat atmıyor mu sizce....

22 Ağustos 2008 Cuma

Nietzsche'nin Parmaklığı


Nietzsche'nin Parmaklığı

Düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...

Sen olamayacağını sandıkça olacaklar üzerine...

Geçmişte kim olduğunu bilmek istiyorsan, şu an kim olduğuna bak. Kim olacağını bilmek istiyorsan, ne yaptığına bak.

-Gautama Buddha-

Çocukluk...

Bu dönemde daha birey bile değilsinizdir. Özgürlüğünüz aileniz tarafından belirlenir. Size genel bir ahlak çerçevesi belirler. Ve bunun üzerinde temellendirdikleri ile sizleri yönlendirilmiş vektörler gibi, hayatın içersine sürerler. Bu doğrultuda, istemedikleri bir hal aldıysanız, sizin yönünüzü kendinizin belirlemesini engeller, ve sizler başarısızlığa merhaba demiş olursunuz. İşte bu dikjtatörce görnümünde olmayan sevgi dolu yanlış bir alışkanlıktır. Bu olgu antropolojinin en eski davranış edimidir. Kendinin hayatını yönlendiremeyen bir çocuk bu davranışlar yüzünden; ya şizoid, ya obsesif kompulsif, ya şizofren ya da nevrotik oluyor. Bunlar tabulaşmış görüşlerdir...


Ergenlik ve birey olma...


Birey olabilmek; gözlemlerle, eylemlerin doğurduğu sorunsal sarmalı ile, belirgin bir kaç kişilik adımından sonra. Yolumuzun keskin çizgilerle oluşmasına sebebiyet verir. Özgürleşebilmek ya ruh sökümlerimizin ardından gelir ya da düşünerek mümkün kılınır.

Mücadele, isyan, düşünme, irdeleme gibi vb. olguları bu hayat edimlerimize bağlı olarak gerçekleştirdiğimiz eylemler sonrasında elde ederiz. Bunlar zor gibi görünen, içleri boşaltılmış yapısal hareketler gibi görünselerde, en doğru hareketlenmelerdir. Bireysel özgürlükler düşüncede başlayıp dilimizde zamanla ilerler. Bu yüzden kendimizi ergenlik dönemi olarak adlandırılan bu gelişim evresinde iyi tasarlamalıyız. Sonrasında düşündüklerimizi isyan gibi görünse de sonuna kadar mücadele ederek savunmalı ve yaptıklarımızı mantık çerçevesinde irdeleyerek bir forma sokmalıyız.

- Ama unutmayın bu form katı kurallara sahip olursa, çözülemez yanlışların gerçeklerin yerlerini almasına sebebiyet veririz...

Nitekim günümüzdede yanlışlar, yalanlar gerçeklerin yerini almışlardır. Fikirlerinde özgür olamayan bir insan hiç bir özgün mental tasarıma imza atamaz. Özgün olmayan bir görüşün beli daima bir başka özgün olmayan kişinin edimlerinin değişik bir form almasıdır. Ama bu form her zaman şematik olarak hiç değişmez! Hep aynı öngürüde ilerlemeye başlar. Başlangıçları farklı olsada, izlenilen yol hiç değişmediğinden gideceğiniz yer bellidir.

Özgün ve Özgür olamamaktır...

Ölüm ve Herşeyin rayına oturduğu an...

Ne denir ki özgür olamayan için en doğru olgu ölümdür. Unutlacaktır üç beş gün/ay/yıl sonra. Fakat özgürleşmiş kişiler için ne kadar toplumda yerilmiş kişiler, hasta ruhlu bireyler, ruhsal sorunlara sahip insanlar olsalarda kimilerine göre. Bu insanlar ÖZGÜRLÜKLERİNİN ARDINDAN GİTMİŞLERDİR KORKUSUZCA.

Bu özgürlüklerin savunucusu olmayı belirleyen koşullar maddi varlık değil maneviyattır. İşte bu doğrultuda maddi çıkarımlardan sıyrıldığınızda, elde edeceğiniz en temel olgu karşılıksız özgün, özgür ve manevi bir BİREY OLMAKTIR.

Sonuç olarak aldığımız her nefes bizi, sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeksede, nihai zafer ölümün olsa da hiçbir zaman pes etmemek gerekir. Hayatın en tiz sesi olmaktansa, insanları rahatsız edin pes bir ses olarak ki zamanı sabun köpüğü gibi yaşamalarından sıyırın onları.

Yaşasın düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...

Mental Mastürbasyon


Beyinleri sürekli mental
bir mastürbasyon halinde
olanların, içerisinde bulundukları
kişilik karmaşasıdır.

LiberterKedi

21 Ağustos 2008 Perşembe

Biliyor Musun?

Biliyor musun
Aşk şiiri yazmaktan bıktım.
Bir gün şöyle bir baktım,
yazdığım bütün şiirler öyle.
Bir sarsılma, nedir bu..
Bir otuz aşk şiiri daha,
kendimi hiç suçlamadım.

Peki o zaman ben neden
dereceler sokayım koltuğumun altına?
Ateşim varsa zaten.
Ey gözleri maden,
çünkü aşk bir suçlamadır.
Sonuna kadar yaşanmamışsa,
bir bardak birada yeni bir deniz
ve yağmur eski bir denizde
yeni bir ada yaşanmamışsa.

Sözgelimi Galata' dan
Afrika'ya gidiyordum.
Korsanları kralları ve bazı ülkeleri
ve bütün madenleri,
ve kendi sonumu,
iyi görmüyordum sonunda.
Her türlü madeni
elimde bir sürü kağıtla
hazırladım kendimi..

Turgut Uyar

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Ben Geçmişimin Ilık Günahlarını, Seninle Afaroz Ettim.


Ben geçmişimin ılık günahlarını seninle afaroz ettim.

Öldürülmüş bir yılan...

....geçmişte kalmışlarım, aramızda.

Aramızda yorulmuş hayallerim, sana vermeyi istediklerimin belirsizlikleriyle uyuşuk bir halde.

...dolanmıştı ayaklarımın diplerine. Dinç bir şekilde, kirli, asi ve sürekli tekrarlanır bir hal almış umutsuz geçmişim.

Kim suçlu...

zaman...

.
.
.


İçerisinde bulnduğu durumun verdiği o kasvetli durum ile yaşadıklarım; acılı, ürkek, korkak bir hal almış. Değiştiremiyorsan onların suçu ne. Oysa bilmediğin bişey var senin sevgilim.

Ben geçmişimin günahlarını seninle afaroz ettim.

Yaptıklarımın kasvetli, suçlu, acılı atmosferini: Senin gözlerindeki o sadelik ile temizledim bugünümde.

...davamın devamı sen, ben, biz o-labilme uğraşısı. Kork(ama susma. En azından mücadelen ile güne karşı dirayetli olmak gerekiyor.

Ben bunu yapıyorum.

Yaptığım en doğru şey ...

-Seni sevmek: Dile dökülmeyen tenha sözlerimde saklı geçmişim. Sana olan özlemlerim ile yoğrulmuş kelimelerim. İçlerinde giz)li ağlamaklı ruh hallerim, ruhumuzun yorganı altında gizli, izliyor bizi.

-Ya sen ne sanıyordun..

...geçmişi isli bir soba camı. İçerisinde ateşi harlandırırsan, inandıkların hep tüter. Değiştirmek için kork-ma, sıcaklığını muhafaza etmesine izin verme.

Ve unutma..

-Ben senin göz bebeklerinde büyüdüm.

Hayatıma renk oluşun ile yeniden seninle dünyaya gelerek...

Afaroz ettiklerim ile, hayallerimi yeniden temize çektim seninle.

Sadece

sıkı
c
a

sar
ı
l..

Ben geçmişimin ılık günahlarını seninle afaroz ettim. Şimdi kavurduğum

yüreğ(im)in ateşi olan seninle...

Teması belli olan, sonlandırılmamış tiyatro...

İmgelerin Eylemcesi Nedir?

İmgelerin Eylemcesi Nedir?

Eylemler toplumların içinde bulundukları durumlara karşı gösterdiği “fiziksel” tepkilerdir. Çoğu zaman, daha çok bunalım anlarında sıkça karşılaştığımız gibi....

Direniş ise; insanların eylemlerini kararlılıkla sürdürebilmeleri adına, sürekli bir şekilde yaşatabilmek adına gösterdikleri reaksiyonlardır.

Bu iki olgu hiçbir zaman başarı gösteremez, ayrı düşünüldükleri takdirde...

(...)

İnsanların ruhsal durumlarının çeşitli olayların etkisi ile yıkılması ardından, yeniden yapılanması sonrasında başkaldırı eylemleri sıklaşır. Tepkisizce olaylara izler gözle bakan kişiler, etraflarında daralan çemberin etkisi ile tepkisel bir biçimde. Direniş reaksiyolojisini aktifleştirirler olaylara karşı. İşte bu durumda eylem gerçekleşmeye başlar. Ve kaotik bir sürecin içerisinde yerlamaya başlarsınız.

Kaosun sesli ortamında düşünce boy göstermeye başlar. İşte bu zamanlarda ortaya gelen fikirler, gerçeğe en yakın halde bulunan tezatlarıyla girdiği çatışmaların ardından. Beyin süzgeçlerinden geçerek, zaman içerisinde kendisini temellendirir.

Zaman bünyesinde sıradanlaşmaların ardından; yalanlar asimile edilir ve oluşan sistemler, yeni dünyaya gelmiş bir bebek gibi, yüksek sesle çığırmaya başlar. İşte bu noktada cehaletin üzerine sıkıca, hiddetlice, şiddetlice gidilmelidir. Kafası gövdesinden ayırılmalı, sindirlmelidir düşünce ile bi daha ortaya çıkmaması adına...

(...)

Eylem her zaman toz pembe sonuçlandırılmamalıdır. Eylemler her zaman mavi bir deniz kıyısının kenarında, ayaklarımızı suya daldırır gibi ortalarına nüfuz ederek savunulmamalıdır. Eylemler korkusuzca, ardıllarına aldırış etmeden, kazanmanın yanında kaybetmeyide göze alarak işlevini gerçekleştirmelidir.

Gerçekleştirebilmesi adına...

Devam Edecek...
LiberterKedi