22 Nisan 2009 Çarşamba

Gölge(de)lik Hisler Karmaşası


Kargaşayı ölüm olarak algılamak, sadece ufak gölgelerin istencidir....

Hiyerarşi bu ölüm güdüsünü, insanın fizyolojik, biyolojik doğasına empoze etme çabasını taşıyordur. Bu yüzden yıkım iyidir. TV kültürünü yıkıp, daha istençli bir duyguyu hayatınıza entegre edin.

Bu ne mi?

Tabi ki sanat.

O size herşeyi içerisinde sunuyor. Bunu icra edenler, maddi kaygı güttükçe: Kendini yıkıma uğratacaktır. Bağımlı bir sanatçı olacaktır bu bağımlılığı ile. Sanat bu yüzden çıkar tutmaz. Sizin için siper, silah, vatan olmaktan çok, yaşama hakkınızı özgürleştirmeyi vaadeder. Çünkü:

Sanat geleceğin tohumlarını içerisinde koruyan, taşıyan, barındıran yaratacı bir histir. Bu his canlı, dinamik ve katledilemeyip, engelenemez bir olgudur.

Bu yüzden diyeceğim...

...jiletleyin bağımlılıklarınıza sebep dogmalarınızı. En derini olan bilekleriniz ve şah damarınızdan.


Toplum Paradoksları: Gölge(de)lik Hisler Karmaşası

Resim Kaynak: Flickr

19 Nisan 2009 Pazar

Toplum Paradoksları: Gölge


Kendi içerisindeki sessizliği, sanal ortamlarda girdiği savaşcı tavırlar ile klavyeşörlüğe dökmek, bazen kişinin bastırılmış benliğini ortaya çıkartabiliyor.

Ama bu bir istisna.

Gerçekte ise çoğu zaman bu haleti ruh vaziyetleri, sanalda kalıyor. Kişi aynı ezikliğini gerçek hayatında devam ettirirken. Sanal platformlarda elde ettiği güç ile; tanımadıkları ya da tanıyıpta yüzüne birşey diyemediklerini bu ortamlarda sindirmeye çalışıyor. İşte bu garipsenecek bir hal. Çünkü bir bireyin kendisini sindirmesi, asıl böyle başlıyor.

Bu yüzden sanal güçleri ile libidosunu tatmin ettiğini zannedenlerin yaptıkları anal düşünceleride, sanal düşünceleri gibi hayal ürünü ve gerçekleştiremedikleri bir ütopya yumağı halinde kalıyor.

Sonuç olarak, bununla mutlu olan bireylerin oluşturduğu bir toplumun. Avrupanın en mutlu insanları çıkması oldukça ironik olsa gerek.

Toplum Paradoksları: Gölge

15 Nisan 2009 Çarşamba

Düş pişimindeki cünüplük....



Puslu gecelerin düş pişimi sevişmeleri...

...bir safsataya isyan olarak zihinde hüküm sürenler.

Giriş...

Susmanın sessiz, sedasız etkisi
ileriye dönüktür.
Korkuların temelindeki his ise,
birey olmamışların
hüküm sevdasından dolaylı etkindir.

Serumu içerisinde taşınan
halüsünojik ilaçların kurgusu ile
yaşayan bir hayalin coşkusunda,
kıvranan o yoksun hayatların
gölgesi değilim.

Gelişme...

Şükretmek bahtsızlıktır.
Beyni aristokrasizmle sevişen,
bağımlı bireylerin
gittiği bir yoldur.

Özgürlük ise; görebildiğin pencerenin
dış halkalarında değil.
Beyninin hayal ve gerçek mücadele edebilme
analizlerinde yatıyor.
Tabiki eylemlerinle.

Sonuç...

...bu yüzden eylemlerimi düşlerimde olgunlaştırıp, bakireliklerini yaşamımdaki dinanmik, fizyolojik etkinliklerimle kirletiyorum. Bazen tehlikeli olabiliyor. Sebebi ise "Korku". Bu kaybetme korkusu değil. kaybetmekten öte. Başkasına karşı yükümlü olmaktan yatıyor. Bu bağımlı ve tembel olmanın en küçük reaksiyonudur. Bu yüzden ebedi tatmin, beyindeki fikirlerinize sahip çıkıp onları kabullendirmektir çevrenize.

Bitmedi...

Sonlanmamış gel-gitler...

31 Mart 2009 Salı

Bilgili Olmak


Bilgili Olmak: İstedeğin kadar konuşsanda, karşındakinin anlayamadığı kadar bilgilisindir. Bilginle şişinip durmayacaksın o yüzden. Kendi yaşamından sıyrılıp kitlelere ulaşmayı hedefliyorsan, bilgi onlara göre şekil alacaktır. Bu seni yanlışa götürebilir. Sınırlı kalacaksındır, etrafına bağımlı geliştirirsen kendini. Kabul edilebilinir olanı, tabuları yıkıp, koyun olmak istemiyerek yapman gereken üç eylem;

...oku, araştır, düşün.

Saçmalıklar tanımlaması...

LiberterKedi

30 Mart 2009 Pazartesi

Kim(MİM)


Yine Mimlenmişim.

Mimlenyen ise yazılarında lirik bir dille, insanların duygularına tercüman olan Ruh Sözcüsü Aydan Atlayan Kedi ablam. Bana yönelttiği soru ise

-BEN KİMİM-

Nasıl başlasam aslında bilmiyorum. Çünkü dünyada en zor iş, insanın kendini anlatmasıdır.-Benim için- Ki okul hayatında biyografilerden sürekli kötü notlar alan biri olarak, bunu sanırım destekledim yaşamım boyunca. Ama güzel bir hattat' ın(Bu kelimeyi güzel yazı yazan anlamında kullandım.) yönelttiği bu soruyu cevaplamanında getirdiği yük, ayrı bir özen istiyor. Bu açıdan da zorlanacağım sanırım. Neyse fazla uzattım. Geçeyim anlatımıma.

Çocukluğundan beri sessiz bir mizaca sahibim. İnsanların arasında dinlemeyi seven, okuyup daha sonra da bunları araştıran bir yapım var. Lise 3' e kadar tam bir futbol düşkünü idim. Düşünün ki futbol takımı seçmelerine bile katıldım, bazı klüplerin. Ama yaşamımda hep bir boşluk vardı. Bunu hep hissediyor ve sorguluyordum. Bu boşluğun ne olduğunu ararken kendi iç dünyamda. Lise 3'te futbolun bana göre olmadığını anladım, adeta bir uyuşturucu gibi kopamıyacağımı sanarken bunu yıktım. İki tane abimin aralarında geçen kültür&sanat sohbetlerinde, onlara kulak kabartarak başardım. Hayat' ın tüm zevkleri içerisinde futbolda olsa. Bunun yanı sıra daha büyük bir olgu vardı. Abilerimin diyaloglarını dinlediğimde ise okumak ve araştırmak olduğunu anladım, yaşamımdaki boşluğun temelinde. Yaptıkları diyaloglarda bana bunu öğütlemişlerdi. Sözlerimin yetersizliği, futbol ve çevresel etmenlerle körelmiş zihnimden utanmama sebep oluyordu. Onların sohbetlerine pek katılamadığım için. Böyle düşünmeme sebep ise, kendimi daha çok geliştirmem ve okumam gerektiğini anlıyordum, o diyalogları dinlerken. İşte o zaman felsefe ve sanatı buldum. Bir öz eleştiri ama geç bir tanışmaydı. İlk okuduğum kitap ise Victor Hugo' nun Notre Dame'ın Kamburu' ydu.

Baş karakteri Quasimodo beni çok etkilemişti. Üzerindeki baskı, toplumun onu dış görünüşünden dolayı dışlaması, Frollo'nun onu kullanması ve ölümü gibi etmenler beni silkelemişti.

Bu romandan yola çıkarak insanları hep izledim. Çevremi süzdüm, etrafımdakilerin yaşayışlarını, birbirleri ile olan ilişkilerini, kimlik arayışlarını ve sevgileri gibi psikodinamik hayatlarını/hayatımı incelediğimde: İnsanoğlu olarak bizlerin çok acımasız, gaddar, hain, geri kalmış canlılar olduğumuza salık verdim. Bu kötüydü belki, ama pencereden dışarı kafamı çıkarttığmda, hep yaşanılan olumsuzlukların temelinde insanlar olduğunu görünce, bu hataların toplumca görüldüğü halde düzeltilmediğini kanıksayınca, topluma karşı oldum.

Kitap okudukça, yaşamımı sürdükçe, bulunduğumuz sürecin, bireysel aydınlanma düzelebileceğini düşündüm. Bu açıdan kendime Liberter dedim. Yaşamımda bazı olayların cereyan etmesi ile, onları da unutmam gerektiği için. Kendime Liberter Kedi dedim.(Kendiler nankör'dür bağnazlığına dair olarak :) -Gerçekte asıl olan, bunu söyleyenlerdir nankör olan-). Bunlara bağlı olarak araştırmaya, okumaya, yazmaya bağlandım. Ne kadar doğru yapıyorum orası tartışılır. Ama eleştirleri dinleyerek, kendimi geliştirimeye çalışıyorum. Önyargıların mikrobunu kendi antikorlarımla yenip, kendimi özgürleştirmek adına, bu üç temel olguya müptelayım. Kişisel düşüncemde;

İçerisinde bulunduğumuz bu bencilliğin. Kültür&Sanat mayası ile yoğrulan bireyler olursak. Ya da çocuklarımızı bu şekilde yetiştirirsek bence kurtuluş mümkün. Çünkü o zaman herkes düşünebilecek. Yaptığı herhangi bir kötü şeyin getireceği sonucun zarar&yararlarını tahmin edebilecek.
Bu açıdan kendimi kültür&sanat açı, kitapları ekmek olarak görek obez bir adamım. 25 yaşında, dünyada yalnız olmayan bazen yalnızlaşan bir adamım- Sevdiklerimden bile uzaklaşmam, sadece benim tercihim oluyor bu zamanlarda -

...emanet bir Dünya' da(Çocuklarımızdan miras olarak alınmış olduğu düşüncesindeyim çünkü) yaşadığını bilen, bunun yükümlülüğünün farkında olan biri olarak, düşünerek yaşamayı yeğleyenlerdenim. Bunu bazen titretip, sekteye uğratsamda, kimi zaman vazgeçmeyi düşünmeye zorlansamda. Yaşamım boyunca birey olabilmek ve çocuklarıma / çocuklara yaşayabilecekleri bir dünyanın bırakılabilmesi için uğraşacağım.

Kısıtlı bir yazı ile ben buyum / böyleyim, böyle olabilmek için savaşıyorum kendimle diyebilirim. Ne kadar başarılı olabileceğim bilmiyorum. Hiç kabullenemesemde, bu çevremdekilere de bağlı.

Fakat kısa zamandır blog dünyasında gördüklerimle, şöyle düşünüyorum; Blog dünyasına girince, gerçekten yalnız olmayıp, aynı insanlarında mewcut olduğunu gördüm. Buna en iyi örneklerden birininde Fulya ablanın ve diğer listeme aldığım blog sahibi dostlarım olduğunu söyleyebilirim.

Berbat bir imgelemle ben buyum diyebilirim özetle, ama en objektif bunu çevremdekiler dillendirir bence :)


Buna bağlı olarak bu mim: Üstad vladamir - persona noN Grata'ya - Onlar'a - Birikenlere - Karanlık Senfonisi'ne gitsin :)

Dostlukla...

28 Mart 2009 Cumartesi

kısa.


En güzeli susup ölmek.

Dünya' da yeterince sesi gür çıkan, konuşkan bir çok insan war.

Bir kişi olmak en iyisi.

27 Mart 2009 Cuma

Ülkemizdeki Tv Yayıncılığını




Merhabalar...

Bu nedir diyenler olabilir / olmayabilir. Ama Banu Avar' ı tanımayan yoktur sanırım. Özellikle TRT 2 tutkunu kişiler.

Ailemle birlikte ilk programından beri takip ettiğim bir kişiydi. Sürekli izlenme tirajının düşürülmesi için saat/ gün/ hafta / ay değişiklikleri gibi hınç politikasına maruz kalsa da. Hiç bir zaman çizgisini değiştirmeyerek, objektif kişiliğinide koruyarak "Tam Bağımsız Ülke" söylemiyle yayınlarına devam etti. Tarihi olduğu gibi yansıtan, yanlışlarımıza yanlış, doğrularımıza doğruluğu şeklinde yaklaşan bir aydındır. Bugün ülkede yemekteyiz, gelinim olurmusun, yarışmalarının getirdiği gereksiz programların üremesine toplumun arzı, temel teşkil olsada. Bunda sadece toplum sorumlu değil bunu dayatan evrimleşmemiş medyada sorumludur. BBG ve magazin programları ile başlayan bu sıradanlaştırma politikaları, terihsel benliğinden bi haber yaşayan günümüz insanları içinde alışıla gelmiş bir hal almış.

Banu Avar, bence çok iyi ve gerçek bir aydın. Olayları irdelemesi, anlatım üslubu, incelediği konu üzerine eğilmesi. Baktığı objektif pencere ve en önemlisi incelediği konuyu iyi çalışması. Onu başarılı kılmakta, fikrimce. Toplumun televizyona bağımlılığı olacaksa bu programlarla olması gerekirken, bugün Sn. Banu Avar'ı da TRT yönetimi programı ile birlikte yayından kaldırdı-Çok zaman oldu bilmeyenlere(Şimdiki zaman değil)-. Bu sansür ve hınç politikasıdır.

Dışarı ülkelere bağımlı hale gelişimizin bir göstergesidir. Yazarımız iyi bir belgesel-gazeteciliğinin yanında, ülkemizde ender bulunan sıkı bir M.K.Atatürk hayranıdır.

Bu yüzden ülkemizdeki tv yayıncılığını şöyle göstermek isterim <<Buradan Bakın>>

Anlamak gerekli değil, içerinize eğilip bakın!


Anlamak gerekli değil.

Bakmak yetiyor. Kime, neye, ne için...

Kime...

...kafanızı kaldırıp azıcıkta olsa, kıyametin geldiğini gördünüz mü. Bi kaç umut kırpıntısı bile, onların ayaklarını bu kadar rahatsız ederken. Buna direnmenin süreğen bir hal alacağını düşünmüyorum. Çünkü kime göre özgürlük istediğiniz çok önemli.

Toplumsal bir düzeyde aydınlanma başlamasıyla birlikte bitmiş gibi görünürken. Etrafınıza baktığınızda ki kaotik durum, bunun fısıldayıcısı. Bu açıdan toplumsal aydınlanma artık bir paradigmadır. Başarılı olacağı düşünülüp değerlendirilmeye alınsa da işlevini yitirmiştir.

Toplumda yaratılan pembe düşler ve kurtulma, artık gerçekliği ile birlikte kesinlikle paradokstur. İnsan kendini düşünmeye zorunlu bir yapıya büründüğü için-yada bu düşünceye mecburmuş gibi yönlendirilmiş bir mekanizma haline geldiği için-; bireysel özgürlük hiçbir zaman, içerisinde bulunduğumuz toplumda imkanlı değildir.

Cehalet küf gibi sarmaktadır içerisinde yaşadığımız ekolojiyi. Bireylerde bugün sadece ideolojik bir kargaşa altında holiganlık yapmaktadır, birbirlerine. Bunu bu şekilde algılamayanlar, kritik bir dönemeçtedirler. Son kulvarda yaptıkları ise kriz, keriz, kereviz üçlemesidir. Yani absürdlüktür.

Bu üçleme tamamen ağlama, dişlerini birbirine vurmayı engelleyemeyecektir. Boğaza kadar girilen bu foseptik çukuruna benzeyen genel etik kuralları, toplumsal bilincin gerekliliği sanrısı. Bireyleri yalnızlaştırmakta ve yalınlaştırmaktadır. Bu bir aynı duruş sorunudur. Başka bir deyişle tek kutuplu dünya özlemi.

Hızlı bir geçiş ile, kısa bir betimlemenin ardından. Sonuç itibari ile, gözlerinizi açmadığınız takdirde; bunun bokluğunu göremeyeceksiniz. Çünkü benlik etrafınızdan aldıklarınız değil, özgün fikirlerinizle oluşturduklarınızla kazanılacaktır. İşte gerçek özgürlük budur. Özgür bir birey, özgünlük içerisinden doğan kaosun çevrimi ile evrimleşip, erginleşerek kurtulacaktır bu kör, yarasa bakış açılarından.

..bu yüzden de anlamak gerekli değil. Eğilip us'unuza bakın.


LiberterKedi

19 Mart 2009 Perşembe

Johnny Got His Gun(Dikkat İnsansın!)


Metallica' yı biliyor musunuz?

Eğer Metallica'yı biliyorsanız sanırım One parçasını bilmenizi sormam saçmalık olur. Bu yazı bu parçanın klibi üzerine. Başlayalım.

Metallica' nın One parçasını dinlediğinizde, eminim ki tüyleriniz diken diken olur. Sözler, enstürmanların ortaklaşa dile getirdiği o ağır ezgi, sizi beyin kabuğunuzdaki titreşimlerin oluşturduğu ağır hayallerde yolculuk ettirir.

Bu ne mi?

...şöyle diyim bu Savaş'a Hayır De! isteğidir.

Evet bu klip Savaş Karşıtı bir parçadır. Klibinde ise zamanının en iyi savaş karşıtı filmi olarak nitelendirebileceğimiz filmi olan Johnny Got His Gun filminden görüntüler almıştır. Ünlü Metal Müzik Grubu bu klipte filmden görüntüler göstermek için, filmin telif haklarını almıştır. Ve filmi izleyip daha sonra bu klibi izlediğimde içimdeki kaosu biraz olsun çözdüm. Filmi geçen gün bende arkadaşlarımla izledim. Kesinlikle dönemine göre süper bir film. İzlerken yaşamınıza bir yandan sarılırken, bir yandan da savaşlara karşı öfke ile dolacaksınız.

Hayat dediğimiz, içerisinde ikame ettiğimiz bu zaman bileşeni, aslında o kadar sığ ve sıkıntı verici oluyor ki , bu sizin bakış açınız ile alakalı.

Nasıl mı?

Savaşların mantıklı olduğunu savununanlar bu filmde ötenazisini isteyen bir gazinin yalvarışlarını izlediğinde hayatın ne kadar sıkıntı verici olayları bizim karşımıza getirebileceğini gösteriyor. Ayrıca film bir noktada, kimlik savaşı için vatan millet uğruna gidilen yolda, nasıl kimliksiz kalıp, sizin üzerinizde planların yapıldığı bir hayatı vurguluyor. Ayrıca sizi düşünmeyerek daha sonra sizi nasılda karantinaya alabilecek bir dünyanın olabileceği varlığını gösteriyor. Kelimesiz kaldığınızda birey olabilme hakkınızı bile elinizden alarak bir deneğe dönüşebileceğinizi irdeletiyor. Kısacası bu film insanlığınızı sorgulatıyor.

Ek: Filmi izledikten sonra, aynı adlı bir kitabının olduğunu öğrendim sanal alemden. Bu kitabı en kısa sürede edineceğim. Ama film yönüyle gerçekten döneminin en iyi savaş karşıtı film diyebilirim. filmin çevrimiçi görüntüleri YouTube ve Video.google mevcut. Ayrıca bi kaç film paylaşım sitesindede indirme linkleri var. Bu açıdan ulaşabilirseniz keyifli izlemeler...


17 Mart 2009 Salı

dilek.

Doğdum...

...yine, yeniden. Aşmam gereken yolların eşiğinde, önümde bilinmedik bir zamanın eşliğinde hayata eşlik ediyorum. Tek bir dileğim var ki, bunun ne olduğunu bilmiyorum. bu bir kaos. Ama içerisinde mevcut olan dünyanın tümünü kapsayacak ve tüm insanlık için; mutluluk, huzur, sağlık, eşitlik, özgürlük, barışın hiç eksik olmadığı süreğen bir hayat arzusundayım.

Bitti.

16 Mart 2009 Pazartesi

Sur...

Arzuluyorum...

seni ve sesindeki sur sesini. Şimdiki zaman için...

12 Mart 2009 Perşembe

Haz(+18)

Birazcık mutluluk abidelerinin dualarını işitmemek gerekiyor...

Zırva,

saç/ma....

...sisli bir günün ardında dikili, dikişsiz kuzinelerin suçlusu sadece kuz/a sahip olanlar mı. Yoksa onu metalaştıran libido beyinliler mi. Masküler ya da feminen eşitsizlik sanrısındakilerin uluduğu geceler hep çöreklenecektir gündüzün üzerine. Ama bu toplumu yönetmemelidir....

Kısa boşalmaların verdiği mutluluk hazzı hangi cinsiyetten olursanız olun yaşamınızda eğer bir amaç haline gelmişse kötüdür.

bu açıdan; libido beyinli olmak peçetesiz bir dünyaya sahip olmak demektir. Bu açıdan sonrasını düşünerek yaşayın.

8 Mart 2009 Pazar

Kadınlarımız

Kadınlarımız beyaz bir güvercin olan kadınlarımız, Alfred de Musset’ in bir şiirinde dediği gibi:

Bir tüyden daha hafif ne vardır?
Toz
Tozdan daha hafif?
Rüzgar
Rüzgardan daha hafif
Kadın
Kadından daha hafif?
Hiçbir şey!

Kadınlarımız bir kitap ayracı gibidir. Yaşam içerisinde sürekli gözardı edilse de, onlar hayatın neresinde olduğumuzu hatırlatandır bizlere. Aynı kitap ayraçları gibi. Bir başlangıcımızda, bir hayatımızın ortasında, bir de sonunda yer alsalar da, gözden kaçırmamamız gereken her daim yanımızda olmalarıdır. Dünya' nın her alanında özgürlüklerini, emeklerini, barışın sürekliliğini, üretimin her an devamınının sağlanması için hep varlardı kadınlarımız.

Fabrikalarda, evlerde, tarlalarda, sokaklarda ve benzeri her yerde… Onlar haklarını savunduklarında hep ataerkil toplumun hiddetine, şiddetine, baskısına ve zülmune maruz kalmıştır, tıpkı tarihin son 5000 yılı oldukları gibi…

Fakat güne düşen hatıralara istinaden, kadınlarımızın bu makus talihinin hatırlanması maalesef 8 Mart 1857 yılında gerçekleşmiştir. ABD' nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisinin daha iyi çalışma koşulları istemiyle greve başlamasıyla gündeme gelmiştir. Bu olayda polis, işçilere çok sert şekilde tepki göstermiş ve işçileri fabrikaya kilitlemistir. Bunun ardından fabrikada çıkan yangında işçilerin, fabrika önüne kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda, çoğu kadın 129 işçi can vermiştir. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katılmıştı o tarihlerde. Bu olay uzun yıllar tarih sayfalarının arasında kaldı. Zaman geçtikçe, 26 Ağustos 1910 tarihinde, Danimarka' nın Kopenhag kentinde düzenlenen 2. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansında, Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart' ın "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanması önerisini getirdi. Önerinin oy birliği ile kabul edilmesiyle her yıl 8 Mart' a tekabul eden gün "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında bazı ülkelerde dünya kadınlar gününün kutlanması yasaklandı. Takvim yaprakları 1960' lı yılların sonunu gösterdiğinde ise, dünya kadınlar günü Amerika Birleşik Devletleri' nde de kutlanmaya başlandı. Böylelikle dünya konjoktüründe bu özel gün daha güçlü bir şekilde gündeme alındı. Bunun üzerine BM genel kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde asıl olarak 8 Mart’ın "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmasını kabul etti. Ülkemizde ise Dünya Kadınlar Günü, ilk olarak 1921 yılı içerisinde "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmıştır. Fakat ülkemizde gerçekleşen 80 sonrası darbeler ile kadının emeğinin anıldığı bu gününde, kadının anılması yasaklandı. Daha sonar 1984 yılı sonrasında “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” değil de, "Dünya Kadınlar Günü" olarak anılmaya devam edildi.

Kısa bir tarihsel bakış ile kadın(lar)ın günü böyle anılmaya başlandı. Aslında yukarıda da gördüğünüz üzere dünya kadınlar günü değil de, dünya emekçi kadınlar günüdür. Bunun amacı nedir sizce?

Fikrimce bugün içinde, halk üzerinde sevgililer günü gibi, bir hava yaratılmak istenmesidir. O yüzden daha önce de bahsettiğimiz üzere, Dünya Kadınlar Gününün temelinde 1857 ayaklanmaları ve kadının insane haklarının ezilmişliğine olan isyanı vardır. Bu sebeple bu olay bir kutlama olarak değil, kadının haklarını aramaya devam ettiği bir gün olarak anılmaya devam edilmelidir.

Kadının hakları sadece işyerlerinde değil :

•Aile içi şiddetin yaşandığı evlerde,

•Trafikte cinsiyet ayrımına bağlı olarak , sürekli tacizlere maruz kaldıklarında,

•Okutulmadıkları için kendilerini eksik yaratıklarmış gibi görenlerin baskılarına karşı,

•Seçme ve seçilme haklarını ellerinden alanlara karşı,

•Hamilelelik döneminde doktor yüzü göremediği için ölen kadınların çektiklerine karşı,

•Berdel, başlık parası, töre ve namus cinayetleri gibi psikolojik baskılara maruz kalarak hayatlarına son veren ve verilen kadınlarımızın, daha fazla baskıya ve zülme maruz kalmamaları için her zaman savunulmalıdır.

Sonuç olarak bu coğrafya ve dünyanın her yerinde kadın emeği ucuz, güvencesiz , sosyal güvenlikten yoksun bir şekilde görmezlikten gelinse de , emeği ucuz gören bu istihdam politikaları değişmese de, güvenceli çalışma , eşit koşullarda istihdam , iş güvenliği sağlanmasa da, çalışma hayatındaki güvencesiz ve sağlıksız koşullarda çalışan dünya kadınlarının toplam oranı %71' e ulaşan kadınlar sosyal güvenlik kapsamına alınması göz ardı edilmemelidir. Kadınlar hiçbir zaman kitap ayraçları gibi tek sefer kullanılıp, bir kenara atılmamalıdır hayat sürecinde…

Toplumsal yaşamın içinde kadın – erkek eşittir.

Bu eşitlik tüm alanlarda aynı olmalıdır. Kısacası kadınlarımız her zaman tarih sayfaları içerisinde vardı. Ve unutulmamalıdır ki :

•5 Ekim 1789 Fransa' da ekmek ayaklanması küçük bir kız tarafından davul çalarak başlatıldı. Sayıları artan büyük bir kadın kalabalığını peşinden sürükledi

•25 Şubat 1793’ de işçiler dükkânları bastı. Aralarında çok sayıda kadın vardı. Özellikle de sabun fiyatlarından şikâyet eden çamaşırcı kadınlar.

•15 Eylül 1845 çalışma haftasının 6 güne, çalışma gününün 10 saate indirme talebiyle Batı Pensilvanya' daki iplik fabrikasında çalışan 1500 kadın işçi greve çıktı.

•1874 de Krengel Mskaya fabrikasında kadınlar aktif rol oynadılar.

•1889 Londra da May ve Briant için çalışan 700 kibritçi kadın işçi niteliksiz işçiler arasında sendikalaşmayı başlatan bir kıvılcım oldu.

•1888–1889 yıllarında sendikalara binlerce kadın katıldı.

•1895 de Clara Zetkin SPD’nin ulusal sekreterliğine seçildi.

•18 Mart 1901' de 29 bin 359 kadının imzası bulunan dilekçe Avam kamarasına verildi.

•1905'de Rusya' da; Moskova, Petersburg, Minsk, Yamta, Saratov, Vilna ve Odessa' da ilk kez kadın hakları mitingleri düzenlendi.

•1908' de Almanya' nın tümünde kadınların siyasi partilere üye olmasını kabul edildi.

•Aralık 1908' de Birinci Tüm Rusya Kadın Kongresi toplandı.

•1910' da Kopenhag' da İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kongresi toplandı. Bu kongrede Clara Zetkin 8 Mart’ın Uluslararası Kadınlar günü olarak benimsenmesini önerdi.

•1911 yazında İngiltere' de 21 fabrikasında 15 bin örgütsüz kadın işçi greve gitti. 18 fabrikada örgütlenme hakkını kazandılar.

•1913 yazında Rusya' da, Palia tekstil fabrikasında çoğu kadın 2000 işçi, ücret artışı, ücretli hamilelik izni, çamaşırhane gibi taleplerle greve çıktılar.

•Mart 1915' de Clara Zetkin ve Rosa Lüksemburg Bern’de savaşa karşı "Uluslararası Kadın Konferansını"düzenledi.

•1917' de Ekim Devrimi Petrograt' lı kadın işçiler tarafından başlatıldı.

•1928' de İngiltere' de kadınlar da erkekler gibi 21 yaşında oy hakkı elde ettiler.

•5 Aralık 1930 Anayasa değişikliği ile kadınlara yerel ve genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanındı.

•6 Mart 1971' de İngiltere' de Uluslararası kadınlar günü kutlandı. Talepleri, eşit ücret, eğitim ve iş olanağı, serbest doğum kontrolü, kürtaj ve 24 saat kreşti.

•1981' de Amerika’da kürtajı cinayetle bir tutan yasa tasarısı kabul edildi.

•27 Mayıs 1983 Türkiye' de kürtaj yasallaştı ancak evli kadınlar kürtaj olabilmek için kocalarından izin almak zorundaydılar.

•17 Mayıs 1987 İstanbul' da 2 binden fazla kadın, dayağa karşı kampanya kapsamında bir yürüyüş düzenledi.

Sonuç olarak kadınlarımız tarih yapraklarının her diliminde vardı, onların olmadığı bir dünya üretimden, emekten, başarıdan, sevgiden, aşktan, romantizmden, mücadeleden, direnişten, özgürlükten ve barıştan yoksun olacaktır. Bu yüzden tüm dünya emekçi kadınlarımızın Emekçi Kadınlar Gününde değil her zaman hatırlamamız gerektiğini tekrardan vurguluyor ve tüm kadınlarımızın dünya emekçi kadınlar gününü üzüntü ve sevinç ile anıyorum…

Kaynak: YaziYaz Dergi'deki eski yazımdan...

6 Mart 2009 Cuma

27 Şubat 2009 Cuma

Kadının El Kitabı(-Absürd-)


İstanbullu kadınların, İstanbul' u kullanmaya dair bir kitabı olsaydı, içerisinde sanırım oldukça trajik paraflar yer alırdı. Tabi bunun kefaretini kısacası İstanbul üstlenmiş.

Acı bu.

Olması hayaledilen kitaptan alıntı: Eğer İstanbul' da çalışan bir kadınsanız, ayrıca işe giderken toplu taşıma araçları kullanıyorsanız işiniz bi hayli zordur. Belediyenin sorun olarak görmediği/göremediği ya da gördüğünde, ürettiği geçici taşıma/ulaşım sorunundan dolayı, sizler otobüste tacize, askıntılığa ya da her hangi bir ayının pençesine düştüğünüzde. Size öğütlenen şu olur:



Sokakta sarkıntılığa uğradıysan en iyisi bir an evvel unutup, hiç anmamaktır. Çünkü hadiseyi hatırlamak, sadece sinirlerini daha beter bozmaya yarar!


...bu gerçekten toplumsal bir sorun.

-Ek-

Fordçuluk: Argo' da kadınların, toplutaşıma alanlarında sıkıştırılma anlamında kullanılır genelde.

...benim fikrime göre ise; libidosu düşük hayvanlıktan evrilememiş herhangi bir bireyin karşısındakini rahatsız etmesidir. Bu son zamanlarda öyle bir almış ki insanlar yaparken ona kızan bir bayana karşı;

-Napayım bacım otobüs kalabalık,

-Beğenmiyorsan taksiyle gitseydiin,

- İftira etme bacım, ben namusluyam alimmallah

...gibi söylenler. Anlamadığım bir nokta da: Bu adamlara sizin bacınıza böyle yapılsa, nasıl karşılarsınız dediğinizde cevval kesilirler. Bu açıdan cinsiyet farklılığın zorluluğu cehalette we kişilik bozukluklarında bile bireye ağırlıklar getiriyor, bulunduğu konum itibari ile.

Not: İğrenç bir konu, ancak böyle bir resim tamamlardı bunu. Bu yüzden okuyanlardan özür diliyorum.

25 Şubat 2009 Çarşamba

Piç Bırakılmış Çocukların Türküleri

Arzularımız o kadar şiddetlidir ki, bazen birbirimizi parçalamak isteriz. Ama topluluk duygusu bizi durdurur.

Lütfen Not Edin: İşte bu, neredeyse ahlakın tanımıdır...

F.W.Nietzsche

Ahlak toplumu kurallar ile yasaklayıp, onları ezenlerin boyunduruğundadır. Bu noktada;

...ses

Ne yaparsan yap,
hayatın bir kurgu.
Sen ise bu kurgunun
en etkisiz ezgisisin.
İçerisine eğilde bir bak.
Kim güne bakarak,
bezmez hayattan.
Soluk soluğa kaldığı,
günah gecelerinde

...çığlık

Çaldığın türkülerin,
piç bırakılmış çocuklarının
gözlerine bak.
Hangisi şefkatli büyütülüyor.
Afrika...
Gazze...
Nikaragua...
Irak...
...dahası dünya,
var
m
ı
?

...içersinde

Göklerde bir bulutun ardına
takılmış beyaz bir güvercin
düşle
-sen
de
.
Gerçekliğinde hayatının duyduğu
bu sapık haz,
Ne kadar
sana
kekremsi gelse de...
yok oluyorsun,
farkında ol
ma
d
a
n
.

Dem vuran inançsız korkuların,
Sesi, çığlık atmasıyla genleşsede,
Rüzgarlar ile yankılanan
çimenlerin ömrü kadar kısadır,
bu korkunun oluşturduğu kabus.

Unutma....

Teni kara olsa da, yüreği beyazdır
zenci çocuğun.
Tek istediği ise yaşayabileceği
bir dünya.
Ahlaki yargılarla, savaşlarla
yaşanamaz bir hale getirilmiş
bir dünya değil.
Bu yüzden;

Ahlak, korkuları ses çığlıklarında insanı ürküterek, dünyayı daha yaşanmaz hale getirmekte. Sahip siz çocukların göz yaşlarını silemeyenler yaşadıkları yerde lanetlenecektir. Örneğin:


LiberterKedi

Kalk - End Of The Sleep


Kalk - End of the sleep...

bu bir ezgi...

Çatlak...
Ahlak esasen toplumu çöküntüden kurtaracak ve toplumun muhafazasını sağlayacak bir araçtır.

F.W.Nietzsche
...ya çöküşü ile, olduğu yerden bişeyler bildiğini sanarak etrafına salya sürenler ne olacak?

-yargı-

Duvarın üzerinde bir çatlak olarak kalacaktır...

-düşünce-

...içersine doğru onun aydınlıklarına, karanlık getiren ışık hüzmesi olduğunu sanan bir mutantın açık/gizli geçici şizofrenik reaksiyonlarına dair tepki gösterecektir bu kişi. Ardından; kulağı kesik zamanlarda tanımadıkları hakkında, haberi olmadan, arkasından yapılan dedikoduların mevcudiyeti ile en edebi küfürleri kusacaktır "O"na.

Neden?

...bir nevi sürü psikolojisi sanrılarının sonuçları ile, kitlesel yaşanımın sebebleriyle birlikte. Bu öznel bakış ile anlamlı. Çünkü hayat değer yargıları kurumuş bireylerin, muhafaza ettiği cehenneme dönüşmüş halde. O da, bu tasmasına alıştığı için; gördüğü özgür yapıyı nemlendirmeye çalışır.

-komik-

Televizyondan, en çok satanlar raflarından mülkiyetleşip. Daha fazlasını isteme arzusundan olsa gerek bu kimliksiz, söz giydirilmeye çalışılmış kin. Bunların menşeii ise, kitlesel iletişim, ile kaynaşma ya da topluluk oluşması gereğinin kanısında olan argümanların dayattığı, empoze edilen, kültür kirliliğinin doğurduğu söylentileridir. Ayrıca, zamana hitap ederek, kısırlaştırılmış gölgelerin eylemleridir, bu gündelik yaşama kaosu ile gelen söz salatası.

-isler-

...kelimelerini yazdığı karanlığına gömülenin, gittiği bu şizofreni; sadece "haklı çıkma" ironisinin patalojik etkisidir. Bu hastalığın ismi ise "asosyal kliniklerin sosyalleşme kaosu"dur.

(...)

-tanı-

Bu hastalığın kuyusuna giren ışığa, bu kadar inorganik yaklaşımla b..k atması ise; fikir yoğunluğu ile farkına vardığı eylemsizliğinin, onun elinden çaldığı umutları saklandığı annesinin eteğinin, gerçek dünya olmadığını anlamasındandır.

-uyanma-

Hastalığın metabolizasında etkin bir hal alan her bireyin tedavisi, ancak ona bu kuduz mikrobunu bulaştıran köpeklerin karantinaya alınması ile olanaklıdır. Fakat bu karantina sonucu elde edilen pozitif tedavi sonrasında; önyargıları yıkılıp, kuralları gerçekliğini yitirdiğinde ışık ile korunmasız kalan idelerinin buharlaşıp, yalnız kalan bir adam/kadın gibi: Şarap şişelerini her devirdiğinde, dibine doğru gözünü yönlendirerek. Elinden çalınan karanlıklarını istercesine, intihar etmeye ve yanında birilerini götürmek için etrafına tutunmaya başlar.

-tanıma-

Böyle bir birey, kurtalmaya kapalı bir canlıdır...

Fark/ına varış ile...

...yaşamak artık manasız, donuk bir hal alır onlar için. Ürkek bakışlarını etrafına savurarak, pembe dünyasının yıkımına yaklaştığı halde de olsa; alkışçı arar kendisine gider ayak.

İşte bu fedakarlıksızdır.

-görünüş-

Diğerini suçlama ya da onu da yanında götürme güdüsüdür. Mikrobun belirtisinin en acı örneği, diğerini de kendinle yok etme istencidir. Bu hastalıklı toplumsallaşmadan ileri gelmektedir.

Suçlu ise kendisidir bireyin.

-teşhis-

Bu kişiler kurtarılamazlar son raddede. Çünkü böyle bir kişi yarasalaşıp görme, temas, düşünce ve etki alanı kısıtlı bir kılıfa bürünmüştür. Bu yapının katılığının sebebi ise, ötekisini görmezden gelip, yansıma fikirlere bağımlılıktır. Bunlar toplumun sağlıklı olabilmesini engelleyip içerisinde kokuşurlar.

-sonuç-

Bu yüzden toplum duvarı çatırdar ve üzerinde oluşan bu çatlak onun ne olacağını gösterir. Sadece bakmasını bildiğinde. Bu yüzden bu patalojik sorun yok edelip özü kötü olmayan dünya arındırılmalıdır geç olmadan.

-elde edilen-

Çünkü;

Çınar içten çürür/müş...

-KALK-

LiberterKedi

24 Şubat 2009 Salı

Bir Çin Hikayesi(Aziz Nesin)

Saygıyla üstadın "Memleketin Birinde" eserinden bir hikayeyi alıntılamak istedim. Edebi tavrın bu kadar ironik ve bu kadar ince kelime dokunuşları ile yansıtılması, süper bir zeka işi değilde nedir.

Merak ediyorum?

Yazarın ağzından: Bu kitapta toplanan masallar, Türkiye' de düşün özgürlüğü tarihi bakınundan ilginçtir. Bu yazılar, 1955 - 1957 arasında «Akbaba» dergisinde ve «Demokrat İzmir» gazetesinde yayımlandı. Çoğunu, zorlukla ve takma adlarla yayımladım. Okuduğunuz bu hikayedeki olay, ilk yazılış biçimiyle Türkiye' de geçiyordu. Ama birçok dergilerden geri çevrilince, bu hikayeyi uydurma bir Çin' li yazar adıyla, olay Çin' de geçiyormuş ve hikaye çeviriymiş gibi, dergide yayımladım. Aynı hikaye, birkaç ay sonra, başka bir dergide, çevrilmiş bir Çin hikayesi olarak çıktı.

-İroninin böylesi :)-




Öykü: Bir Çin Hikayesi(Aziz Nesin)

Kung-Su, Güney Çin Denizinde küçük bir balıkçı kasabasıdır. Şirin kasabanın hemen bütün halkı, balıkçılıkla geçinir...

Pung-Çiyang'ın balıkçı kahvesinde bir sabah, nerden, nasıl geldiği belli olmayan bir kedi yavrusu miyavlamaya başladı. İhtiyar Pung, sıska kedi yavrusunu iri avuçlarının arasına aldı. Küçük tekirin süt mavimsi gözlerine baktı,- Seni bana Allah gönderdi!.. diye söylendi. Sonra çırağına,

- Bu küçüğün adı, Çung-Ban... Buna iyi bak!.. dedi. Çung-Ban, küçük maskara, birkaç gün içinde gelişti, büyüdü.Yalnız Pung Amca'nın değil, bütün müşterilerin sevgilisi oldu. Çung-Ban'ın kötü bir huyu vardı, hırsızlık... Aşagı yukan her kedi hırsızdır. Ama Çung-Ban gibisi görülmemiştir. Daha altı aylık var yoktu, bütün komşular şikayete başladılar. Her sabah, daha gün ağarmadan vazifesine sadık bir memur gibi, işe çıkar, öğleye kadar bütün mahalleyi talan ederdi. Girmediği mutfak, kanştırmadığı teldolap yoktu. Ocakta kaynayan tencerenin kapağını açıp, içinden sıcak sıcak bir parça balıgı çalmadığı gün olmazdı. Çung-Ban'ı, bütün zararına, hırsızlığına rağmen herkes seviyordu. Çünkü, o kadar kurnazca hırsızlık yapıyordu ki, onun yüzünden zarara ugrayanlar bile, bu hırsızlıkları Çung'un muziplikleri diye karşılarlardı.

Bigün, Pung Amca'nın kahvesine bir müşteri geldi. Elindeki balık dolu kesekağıdını rafa koyduktan sonra, kağıt oyununa daldı. Neden sonra kahveden çıkarken elini raftaki kesekağıdına atınca, ağzı bir karış açık kaldı. Kesekağıdının hiçbir yeri bozulmamıştı, fakat içi balık yerine havayla doluydu. Yalnız, altından bir delik açılmıştı. Çung'un, bu kadar kalabalık müşteriden hiçbiri farkına vamadan, balıkları teker teker kesekağıdından boşaltması, herkesi şaşırtmıştı.

Çung'un hırsızlıktaki maharetinin bu kadar takdir edilmesinin önemli bir sebebi vardı. Kung-Su kasabasında hırsızlık etmeyen insanın on paralık itibarı yoktu. Çalmak ayıp değildi. Ayıp olan, çalarken yakalanmaktı. Hırsızlık sırasında yakalananlar, bütün kasabada beceremedikleri işi yüzlerine, gözlerine bulaştırdıkları için rezil olurlardı. O kadar ki, hırsızlık yapmayan erkeğe, karısını geçindiremez diye kız vermezlerdi. Kung-Su kasabasının sembolü haline gelen Çung, yıldan yıla efsanevi bir yaratık oldu. Ondört yaşına gelince, zavallı Çung'un gözlerine perde indi. Görmeyen gözleriyle de, bir zaman mesleğine devam etti. Bir insan gibi mutfak kapılarının mandalını açar, ocağın başındaki kadın, başını arkasına döndürünceye kadar, ızgaradaki balığı kapar kaçardı.Kocalarına akşam yemeği yetiştiremeyen geveze kadınlar, hırsız Çung'u bahane ederler,

- Ne yapayım? Balığı ocaktan Çung çaldı!.. derlerdi.

Bir sabah, Çung'un cesedini yüksek bir duvarın dibinde buldular. Çung, vazife başında ruhunu teslim etmişti. Bütün Kung-Su kasabası halkı, gözyaşı döktü, matem tuttu. Çung'a büyük bir cenaze töreni yapıldı. Çoluk çocuk, genç ihtiyar, mezarının başında toplandılar. Çung'un arkasından, kasabayı bir sessizlik aldı. Ama iki ay sonra bir mucize oldu. Zavallı Çung'un mezarı üstünde büyük bir bina yükseldi:

Vergi dairesi...

Kung-Su kasabası halkı, birbirlerine vergi dairesini gösterip,

- Çung'un ruhu hortladı!..

dediler.

Saygıyla anıyoruz...

23 Şubat 2009 Pazartesi

Duyumsadığım yan(ılgı)lar...

Duyumsadığım yan(ılgı)lar...

S
i
z...

Nesin
-iz?
Kimsin
-iz?
Yaşıyor musun
-uz?
Varlığınızın eks
eni
var
m
ı
.

H/iç...

Havasız ortamda serzeniştir.
Yaşama karşı sözsüz kalmaktır.
Dipsiz bir kuyuya taş atmaktır.
Gidilmemiş yerin tasvirini yapmaktır.

Yok ol/mak...

Hataya karşı, birşeyler yapamamaktır.
Ezgilerde uygun notaları, bulamamaktır.
Azazel'in kimliğine bürünmektir.
Tasfirlerde manayı yitirmektir.
Hayatta hayalsiz kalmaktır.

Başkası için...

Barışı fedakarlıklar yaparak, getirmek istedin
-iz mi?
Hiç bu dünyanın gerçek sahipleri için,
gelecek tasarımı yaptın
-ız mı?
Gözlerinizi kapadığınızda, huzurun sıcaklığınızı ardında kalan dünyada mutluluğu tattın
-ız mı?

Siz hiç yok oldunuz mu yaşarken,
Yada yanlışları duyumsayıp, farkına vardığınızda.
Bir*şey*ler yap
-tın
-ız
m
ı
?


LiberterKedi

21 Şubat 2009 Cumartesi

korku-n!(+12)


Sınırların ve hiyerarşinin, dünyaya getiremediği tek gerçeklik BARIŞtır.

Barışı getiremeyenler, getirmek istemeyenler kadar suçludur.

Bunun sonucu gündelik yaşam bağımlılığı ve bencil yaşama arzusudur.

İnsanlık fedakarlıklar sonucu, kuşakların oluşmasını sağlayacaktır. Ya siz yeni bir kuşağın oluşmasını engellediğinizde, bu suçluluk duygusundan, yine mi uzak yaşayacaksınız.

Korktuğunuz bu yönetimin temelinde, sizin seçimleriniz temel teşkil etmemiş midir?

Düşünün?

Töreler, işlevsiz kanunlar, kendi çıkarlarını ön planda tutan canlılar; yaşadığımız ekolojiyi b...tan bir hale çevirmiyor mu, yaşattıklarıyla.

Hiyararşiyi sağlamak için getirdikleri düşüncelerle ve onların edimsel sürecini topluma yaşatarak, bizi daha da berbat bir yapının uzuvları olmamız konusunda yontmuyor mu?

...bu yüzden kimin getirdiği doğru?

...kimin yapmadığı kabul edilebilinir?

Bu uğurda fedakarlıklar ile yaşamlarından vazgeçenlerin mülkiyetsizliği ile, getirilmek istenen barış desteklenmeli midir?

...yoksa,

statikliğin ortasında kalarak. Seçilime destek vererek, toplumun sınıflara ve sınırlara ayrılması. İnsanları birbirinden dil, din, ırk ayrıdımına götürerek, parçalaması mı doğrudur?

Bu noktada neyin gerçekleştirilmesi gerekir ve olma süreci, yapılabilmesi mümkündür!

Bu yüzden korku-n!

Resim: Hafif.Org

17 Şubat 2009 Salı

Parça...

...intihar.

Hayatın cımbızlarını elimde tutuyorum, ona karşı direnmek için tek silahım sevdiklerim. Fakat onların olmadığı bir zaman dilimi, ne olabilir benim için...

Ses...

Eminönü' nde martılara simit atarken düşündüğüm gözlerin, ne de çok deniz dolu. Senden uzakta, yoksun bir sesin yitimi, sadece ölümdür. O denizden mahrumiyet ise, kıyılarında çöpçüsünü bekleyen, akşamdan kalma bira şişeleri gibi boşluklu bir hayattır, benim için. İşte bu zamandan sonra dilime doladığım öksüzlük ile, ötenazimi isterim...

...dil

Susku esiridir, karanlık köşelerinde bugünkü sevgiler. Ama anlamalıdırlar ki "...son keman telinde ki tını kalsa da eskiye dair. Samimiyetin olmadığı bir ilişkide bulunuyorsanız, ölüm atmosferinizde ciğerlerinize hükmetmektedir." . Dil işte büğümlenir, gözler ise islenir. Çünkü yaşam parelendikçe, siz kendinizden olacaksınızdır. Buda otonomik bir intiharın gölgeleridir...

Son...

Aslında arzuladığım intihar değil sevgi. Duymak istediğim ses ise, seninle birlikte göz göze, el ele simit attığımız martı sesleri. Dilimdeki kalabalıklık İstanbul gibi olsa da, isteğimde, sesimde seninle aynı atmosferde olabilmek, sevdiklerimizle, ömür boyu...

...param parça edilmiş her aşk, kendi içerisinde kilitlenir. Yine onu döndürüp açacak olan ise bunu birlikte yapacak olan ellerdir bir ömür boyu.İşte bu yüzden bu döngüsüz boşluk hiçbir zaman süreğen değildir baki birlikteliklerde.

...nokta

Son nokta dilde ki intiharlarda konulmaktadır. Çoğu zaman duyulmayan bu yitik sesler kemiğe dayandığında;

kemik kırık
dil sukun
ses yitik
bir hal
alsa da
.
.
.
Martılar hüznü hep silecektir sevenlerin, sevdikleri ile birlikte, mavi derinliklere göndererek...