27 Eylül 2009 Pazar

Deli Şarkı / W.Blake

Azgın rüzgarlar ağlıyor
Ve gece buz gibi;
Gel buraya,
Uyku,
Ve sergile üzüntülerimi:
Ama işte!
Sabah beliriyor
Doğudaki yarların üstünde,
Ve şafağın hışırdayan yatakları
Horgörüyorlar dünyayı.
İşte!
yolları döşeli
Göğün kubbesine,
Acıyla yüklü halde
Sürükleniyor ezgilerim:
Gecenin kulağına çalınıyorlar,
Günün gözlerini ağlatıyorlar;
Kükreyen rüzgarları delirtiyor
Ve fırtınalarla oynuyorlar.

Bir bulutun içindeki şeytan gibi,
Uluyan kederimle,
Peşinden koşup dolduruyorum geceyi...
Ve gideceğim geceyle birlikte;
Dönüyorum sırtımı doğuya
Tesellilerin arttığı yere;
Çünkü ışık dolduruyor zihnimi
Çılgınca bir acıyla.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Yeni Olan Süzülür Ya Da Katledilir!


Yeni olan hiçbir şeyin, uyum sağlayamamasından korkmayın.

Yaşamlarınız sizin değil çünkü.

...birilerinin belirlediği düşünceleri giyinen sizler, yalnız olduğunuzu düşünerek, fikirlerinizin en ateşli savunucuları da olsanız(sizin algınız itibariyle...). Gerçekte;

...sizler sadece kuklalarsınız!

Kimi zaman öğretmeninizin tabularını, olduğu gibi kabullenip sorgulamadığınız için, kimi zaman ebeveynlerinizin yanlış yaşam felsefelerinin dile getiricisi olarak, hiçbir çürümüşlüğü gözden geçirebilme cesaretine bürünemediğiniz için, kimi zamansa toplumun içerisinde bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyen, sürü mantığının tahakkümüne boyun büken ve bencilleşmiş kişiliklerinizden dolayı, kuklalarsınız!

Ölümünüzü istemeniz ve tek gerçeğin, ahir zamanı olacağını savunmanız, aslında tamamen bu evrildiğiniz yaşam şekli ile ilintili...

Birazcık düşünerek, okuyarak, sorgulayarak, içine girerek bu kevaşeleşmiş yaşamınızı kurtarabilirsiniz.

Nasıl mı?

...söylemlediğimiz gibi: Düşünerek, okuyarak, sorgulayarak, içine girerek, mücadele ederek özgürleşebilirsiniz.

Bırakın önyargılarınızıda söyleyin,

-gerçekten yaşamlarınız bunlardan yoksun bir halde, özgür müdür?

...bu metalar bizlerin sürüdüğümüz yaşamın, bize ait olmasını sağlayan temel etmenlerdir. Eğer bir kişi kendi düşünücelerini özgürce hitabetine dökemiyorsa, bu bağımlı olduğu kurallar ile alakalıdır. Bu kuralları koyanlar ise kendi tahakküm ve otoritelerini koruyabilemek için bunlara uymanızı öğütler. Onlar için sorun yoktur. Onların paraziti haline gelenler ise ancak sizin özgürleşebileceğiniz anda kurtulacaklardır.

Bu yüzden özgürleşin!

Kendiniz olabilmek için!

Sonra direnmeye hazırlanın, çünkü onlar için bizler: Ahlak dışı olanlarız!

Bizi ilgilendiren, sevmenin ve korkmanın dışında başka hiçbirşeyin olmadığını söyleyenlerin yaptığı sadece ve sadece: "hemen hemen görülmeyen ince buyruklar, ince boyun eğmelerin işitilmediği, özgürlüksüz bir dünyadır. İdeal olan sadece ve sadece bir “hemen hemen”in dünyasıdır!

Kısacası her bakımdan karmaşıklaştırılmış, imitasyon yaşamların hüküm sürdüğü, içten pazarlıklı, dikenli bir ot haline getiriliyoruz!

Evet,bu yüzden yeni olan hiçbir şeyin uyum sağlayamamasından korkmayın. Bilinki: Yaşamlarımızın bizim değil, özgür olmadığımız sürece!

...buna inat kukla olmayın!

Görsel: Yeni Resimler

25 Eylül 2009 Cuma

Uyanın Yaşamın Kuklaları




Yaşamın tüm pisliklerinin, hepimize bulaştığını görmemenin verdiği rahatlığı yaşıyoruz. Duyarsızlıklarımızdan, bir çok yaşam yitiriliyor. Belki bizi ilgilendirmeyen, yamacımıza bile değmeyen yaşamlar olsa da. Farkında olmadığımız / olmak istemediğimiz ölümler, kaybolmalar, yitirilmeler, parçalanmışlıklar yaşansa da hayatta...bildiğim bişey var ki, bunların engellenebileceği bir yaşamı sürebiliriz!

Gerçek asli olarak bu eksende, bundan ibaret.

"Bunu bilerek yaşamak ACI "

Kurtuluş, sadece mücadele edip, ruhanilikten koparak; gerçekleştirebileceğimiz tek gözlü, ufak bir odada karşımızda yer alan, pencere kadar uzak bize. Uyanın. Yani sadece yerimizden kalkıp, biraz emek sarfetmek gerekiyor. Okumayan, araştırmayan, çaba sarfetmeyen, karamsar, hayallere bağımlı olarak yaşayıp, onların gerçekleşmesi için uğraşmayan yapımız ile de bizler, sadece geliştirdiğimiz;

- Hayata nasıl bakarsan hayat öyledir...

...diyen mantığımız ile çürüyoruz. 

Ve yarattıklarımızın ya da yaratılanların kölesi oluyoruz...


Aslında daha da sertleştirecek olursak, bizler mankafalarız.

İnsanların pazarlandığı, zenginler için ortalıkta sunulduğu, koca bir yapay formun, kuklalarıyız. Bu sistemin metası olmayı o kadar kolay kabullenmişiz ki. Kendimizi sadece hayal ettiklerimizi bekler bir halde, yaşama sunmuşuz. Ardından yerimizden Allah' a şükrederek, onun bize her şeyi sunmasını bekleyen  salaklar haline evrilmişiz, tarih bünyesinde.

(...hangi mantıkla, yoktan varolmayı kabullenebiliyoruz, ilginç...)

Bu sadece ben merkezcilikten kaynaklı.

Örnek olarak; kim dua ederken bütün insanlık için ediyor. Vicdani bir yasama yürütün hayatınız için. Hiç başkasını kurtarmak için, somut bişey yaptığınızı söyleyebilirmisiniz?

İşte bu yüzdende, başta söylediğimiz gibi:

"Yaşamın tüm pisliklerinin, hepimize bulaştığını görmemenin verdiği rahatlığı yaşıyoruz. Ve duyarsızlıklarımızdan dolayı, bir çok yaşam yitiriliyor."

..gitgide yarasalaşıyoruz. Bu yüzden üzüntüyle birlikte, birgün "hayatınızda, sesinizin çarpmayacağı bir boşlukta kaldınızda. Yönünüzü belirleyemediğinizde, ne yapacaksınız merak ediyorum!"

İşte gerçek ACI'da bu. 

Uyanın yaşamın kuklaları....


23 Eylül 2009 Çarşamba

Gözüne Şiir Batmış(Ben-Sen-Biz)

....gözüne şiir kaçmış bir aşığın, düzensiz dizelerindeki gibidir seni sevmek.

(...bak betimliyorum, kanına boşlattığım menimdeki seni.)

Bir ondan bir bundan duygu çalarak, kendi sikiyle sevdiğini zannettiğini sanıp, becermek değil benimkisi. Aşkın en mahrem noktalarına dil darbeleri yaparak uyarmaktır, senin bedeninde beni, seni ve bizi betimlemek.

Nasııı...

Kelimelerinin ürojenik bölgelerinde gidip gelmek. Hayalini onlara dolayarak yatmak, uyumak, rüya görmek. Islanarak kalkıp, sana yalvarmak:

-...şiirlerimi tenindeki karanlıklarımda gizliyorum.

Duy beni...


...avuçlarımın arasında sakladığım hayallerimi boyadığım doğru değil. Sana iki renk söylüyorum hayatımıza dair, bir olandan başka olmayan biz gibi. Biri sen, biri ben, gerisinde kalan ise düşümcelerimde yükselen sen gibi...

Kimisi anlama bindirmeye çalıştıkça ve ardından bulmazsa bişey. Bendeki grisinde gizlenmiş seni bilmediğindendir. Gerimde duranların yıkımıdır, bu geceye dolanan senin, tıpkı yarın sabaha dolanacağın sen gibi...

(Siyah-Beyaz..)

Herşey çözümlenmesi gereken, birkaç bulunması gereken metadan oluşmamakta. Bu zıtlıklardan aynıları çekip çıkarmakla alakalı.

Bir anlamda, olduğunda varolan vücudun çıplaklığı, şimdi anlatmakta bendeki boşlukları.

(...parça, bütün.)

Tan ağır aksak geceden aktığında gündüze, seni bana dolamakta...

-boşluğun benim.

..diyen sesin gibi.

...ilahi yakarışların bulunduğu o eşsiz, vücudun gibi.
(...seni sevmek)

...hergün yeniden doğmak, büyümek, tenine döndüğünde ölmek gibidir.

Sen
Ben
Biz


LiberterKedi'den Perisine...

22 Eylül 2009 Salı

Ötekileşmemek İçin Düşünmek


...bazen fantezist hareketleri ile libidosunu düşüremeyenler, başka insanların ruhlarına girerek onların içerilerinde gidip gelirler. Bu yüzden seks onların benliklerini ele geçirerek, kendi yarattığı hislerinin kölesi eder.

Bu, günümüzdeki ilişkilerin tanımlanmasında araç olan, ufacık bir tümce. Bu sapkının ve kurbanının çift taraflı etkileşimidir.

Sapkın sadece arzularının sönümlenmesi için, kurbanının içerisinde etkinlikler gösterirken, kurban duygusal bir bağlanma ile ona duygusal isteklerini bağımlatır.

...buraya kadar olan tanımlama, fantezistin yaşadığı ilişkinin krokisidir.

Fantezistler, karanlık bir evde sapkın düşüncelerini gerçekleştiren, tek başına kalmış arzularının yarasası olmuş kişilerdir. Temel hareketlerinde ise genel tema sekstir....

Asosyal duygu kemiricisi olan, insan konumundaki bireylerden, fazlasını beklemekse,zaten aptallık olur. Çünkü, arzusunun pozitif yönü, sadece ve sadece tek bir eksen olan sekstir. Aynı eroin bağımlı gibi bir eğilim yolunu izleyen bu kişiler benlik boşluklarını doldurmaktan başka hiçbir şey yapmaz. Bu işte psikolojik bir sapkınlıktır. Hormonların kontrolünü kaybetmektir. Başka bir deyişle, kişinin beynine tahakküm edememesinin sonucudur.

Sonuç olarak çeşitli suçların doğmasına yol açar bu durum. Örnek olarak ise: Tecavüz, cinsel doyumsuzukla birlikte sürekli kendini tatmin etme arayışı, kıskançlık, bunalım, sapkınlık ve bunlara bağlı olarak gerçekleştirilmek istenen/üzere, yapılan eylemler zinciridir. Bunu bireylerde görülen rahatsızlık verici gelişmeler olarakta, betimleyebiliriz...

Aslında kötü bir düşüncesi olmadan, hormonlarının kontrolsüzlüğünün suçlusu olan bu kişilere. Tedavi sürecinden başka birşey gerekmez...sonrasında planlı bir hayat tasarımı ile, herşey yoluna konulabilinir.

Kısacası, cinsel kişilik bozukluğuna sahip bir bireyin, kendi libidosunun esiri haline getirmesiyle birlikte, böyle sapkınca sadece seksi düşünmesi, benlik boşluklarından kaynaklanır.

Peki kurbaların bu eylemlere araç olmasından sonraki ruh yapısı nasıl oluyor?

...adeta param parça olmuş bir cam gibi oluyor.

Bir daha asla, hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Kurban bi sonraki gelen ve hayatı için belkide en uygun olacak kişiye bile, potansiyel bir suçlu olarak bakıyor. Bu durumdan kurtarılmalarının olanaklı yollarından birisi; karşısındaki kişinin bundan sonraki başkaları üzerindeki bireysel ikna ediciliğidir. Buna bağlı olarak kurbanlar, ya mutlu oluyorlar ya da onlarda bir önceki kemiricinin ruhunda oluşturduğu daha büyük gedikten dolayı, hayatlarına gelen bu yeni kişilerinde benliklerini yitirmelerine sebep olabiliyorlar.

Dolayısıyla, bireylerde güvensizlik, suçluya karşı bağlanma, etrafını hep kötü görmeye başlayarak, zincirleme bir psikolojik sapkın hastalık oluşuyor. İşte bu şekilde baktığımızda bu, çok büyük bir sorun. Ve başkalarının hayatlarına sapkın tahakküm kuran bu sapıkların, tedavi edilmemesiyle, bir çok kişi benliğini yitirerek ötekisi gibi olmaya başlıyor...

Sonuç olarak herkes ötekileşiyor, yarattıklarının kölesi olup, düşüncelerini yönetemiyor. Sürekli destek ve yönetilmek ile hayatını idame ettiriyor. Bu işte sistematik bir köleleşme psikolojisidir. Bu yüzden insanın en büyük sorunuda, yarattıklarının kölesi olmasıdır. Bundan sıyrılabilen / kurtulan insan, özgürlüğünü ele alarak, manevi baskın tarafını yıkarak ayna dünyanın karanlık tarafınıda aydınlatabilecektir.

Unutmayın...

İnsan düşünceleriyle her türlü sapkın, kararlı, karmaşık, düğümlenmiş karanlıkları aydınlatabilecek bir mum olabilir.

Yapılması gereken ise düşünebilmektir.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Kevaşe İnsanlık!


Sonuçları ne olursa olsun, savaşlarda kullanılan araçları asla haklı çıkarmaz.

Dünya' nın neresindesiniz?

Kafanızı kaldırın ve etrafınıza bakın. Sessiz, sakin, durgun, dinamizmden yoksun bir halde bulunan sizlerin, uyku süreci halinde yaşanılanlar nasılda acı...

...kontrat imzaladığınız o bahçelerin dingin havasından uzak yaşadığınız dünyada: Hiç mi yaşadıklarınızın kokuşmuşluğuna itiraz etmediğiniz için, suçluluk duymuyorsunuz.?

Hurileriniz ile çeşit çeşit pozisyonları düşlerken, yapmadıklarınız ve itirazda bulunmadığınız için gerçekleşenlerden, sizlerde suçlusunuz!

Değişmeyin, yenileceğimiz asıl olan olgu bu kadar katliama sessiz kalmamız.

ACI!

Kelimeler acı çekiyor...

Savaşın, bacakarasına kondomla girsenizde, suçsuz değilsiniz. Fuhuş yapmaya sürüklediğiniz insanlık artık sizden nefret ediyor.

Nasıl mı?

Açın beyninizi ve dümdüz olan beyin kabuğunuzdan içerilere girin. Yani düşünün.

Cevaplar orada.

Bu boktan yaşamın sorumluları sizlersiniz. Duyarsızlıklarınızdan dolayı!

Bu İnsanlığı kevaşe etmişliğin krokisi.

Utanın!

LiberterKedi

3 Eylül 2009 Perşembe

Dünyanın Asıl Problemi

"Dünyanın asıl problemi, ahmaklar ve fanatikler her zaman için kendilerinden çok emin iken, buna karşılık, daha aklıbaşında insanların hep şüphelerle dolu olmaları."

Bertrand Russell

1 Eylül 2009 Salı

Toplum Şizofrenisi

...tutarsızlıklarının ortasında, at nalındaki boka saplanmış canlı.

Nasıl bir halde olduğunun farkında değil.

Her at kendi bokunu, ayağına dolar koşarken. Bizlerde yaşamımızda kendi bokumuza batmış bireyleriz. Palyaço ve askı kişiliklerimizi her saniye, değiştiren bir mekanizmamız var. Başkasının ve yarattıklarımızın kölesi olmuşuz. Acı kimlikler yaratarak ruhumuza kanamışız. Aşırı kadercilik ile ruhani yapımızdan umut bekler haldeyiz. Sürekli bir kurtuluşun muvaffakiyetine inanmışız.

Elde edilen ne?

Koca bir toplumun ŞİZOFRENİSİ!

Uyanın, irkilin ve

DÜŞÜNÜN...

LiberterKedi

30 Ağustos 2009 Pazar

Zeitgeist Addendum


Bu yapıt serinin ikinci filmi. Ekonomik çözümlemeler yapıyor. Eleştirel yönleri bulunsada bence yapılmış iyi belgesellerden

Nazi Concentration Camps/Nazi toplama Kamplarından(Sansürsüz)

Bitti

Bazen derimi üzerimden çıkartıp,
ayaklarımın altında çiğnemek istiyorum.
Kızgınlığını dışarı vermiş bir kuzinenin içerisinde yakıp, 
yok etmek istiyorum onu.
Üzerimde libidosunu düşüren bedenlerden 
arınmak istiyorum 
Bitti.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Öl/ü - Öl/dü

Öl-ü

üüü
sahte ağlayışlar!
haykırışlar,
serzenişler.
Susun!

Baskıların,
etik genelleştirilmelerinin,
sesleri bastırmaların,
olması gereken diye
dayatılanların
.
.
.
ne olduğunu biliyoruz.
genelleştirilmiş macar salamı
...
..
.
üzerini küfler kaplamış
saçmalıklar.
İnsanoğlu
temasında.
Tanrı
-PARA-

öl
-dü.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Onun kalbini yerinden çıkartıp, ayaklarım altında çiğnemek istiyorum....


Onun kalbini yerinden çıkartıp, ayaklarım altında çiğnemek istiyorum.

Bir insanın içerisindeki pis ruhu, en iyi bakışları ortaya serermiş. Fazlaca duygusal bir tanımlama olsada. İnsan bunu yaşadıklarıyla tahlil edip, bir sonuca varabiliyor. Serpilen ruh sökümlerinin çıkarttığı gölgesiz hisler ne kadar karanlık ki, bir gölgeye sahip değil.

Dayanağı yok, temelsiz aslında.

Çünkü insan ruhuna bulaşmış bu abazan duygu tecavüzcülüğü ve insanları yok etme arzusu, bireyin küçük fikirleriyle alakalıdır. İnsanların yokolması uğraşısı, sadece kişilik sorunu ile alakalıdır. Bir Canlının yaşama hakkında saygı duymayan, bırakın insanı, hayvan ilede bir tutulamaz. Sebebi onlar bile, diğerlerinin yaşama haklarına ve alanlarına saygı olurlar hayatlarında.

Peki öyleyse...:

Düşünün, gücü neden arzular bir birey?

Çünkü güçlü olduğunda kendisini yüceltebilecektir. Her konuda söz sahibi olup, bi nevi toplum tanrısı olacaktır. Dediklerine boyun eğilip, sürekli bir sürünün çobanı olacaktır. Yarattığının kölesi olması itibari ve alışganlığı ile, çevresine zararlı olan bu bireyler tüm hayat organizmaları için zararlı bir yumrudan ibarettir. Bu yüzden başa dönerek şunu demeliyim ki: Onun kalbini yerinden çıkartıp, ayaklarım altında çiğnemek istiyorum....

Neden güçlü olduğunda, başkalarını katletme gayretine bürünür insan?

Basit.

Bunun sebebi idealin kendi formunda olan bi insan olması gerektiği, sanrısından. Bu kişinin benlik- yani kişiliksizliğinin - göstergesidir. Tehlikeli olmakla beraber, hiç bir getirisi olmayacaktır. Tek katkısı yoktur. Katliam aslında kendi içerisinde oluşmaktadır bu tip insanlarda.

Ezim, hakaret edim, parçalim...

...bana muhtaciyeti var deme şizofrenisi, büyük bir tanımlanamıyan psikolojik sorundur. Acayip bir girdap bu. Çünkü bir çok kişi bu bozuk benliklere hayran konumunda. Mesela tarihi diktatörler, toplu katliam mimarları, katiller, suç sapkınları...

...çok kötü bu iki etmen.

Bencil, hastalıklı ruh hali olan böyle insanların, desteklenmesi ise, ciddi bir salgının olduğunun göstergesi.

Hümanitenin böylesi kavga ve şiddete eğilimi... Evrilmesi sırasında hayvani dürtülerinin yeterince gelişmemesinden kaynaklanıyor fikrimce. Ama diğer yandan, günümüzde çok az hayvan ihtiyacı olmadığı takdirde çevresine zarar verirken. Bunları yapamayan, aksini gerçekleştiren tonlarca, sürülerce insan var toplumda.

Bu yüzdende bu anlayışta olan herkesin dilinde mi konuşmak gerekli?

Onun kalbini yerinden çıkartıp, ayaklarım altında çiğnemek istiyorum....

...arzusunu mu gütmeli insan, düşündürücü olmaya başladı.

Bu oldukça ironik!

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Ötekileştirmek....


İstediğiniz kadar insanları ötekileştirmeye çalıştırın. İnsanların bünyelerinde barındırdığı düşünme yetisini kullanmayı arzulayan bir birey, her daim özgürlüğü için mücadele edecektir. Uyku süreci ne kadar fazla uzatılasada. Direniş bu süreci kıracak, yegane eylemdir!

Düşünmek, okumak, araştırmak, unutmamak, irdelemek, yalan söylememek, mücadele etmek yapılması gereknlerdir. Yıkım süreçlerinin başarıları bunlarla sağlanacaktır. İdeolojilerin dayattığı genel yargılardan şüpheleniyorsanız, onları sorgulayarak hayatınızın sahibi olabilirsiniz.

Soru: Ben zaten hayatımın sahibiyim?

İstediklerini okuyabiliyormusun, düşüncelerini rahat ifade edebiliyormusun, hayatını otoritenin belirlediği yasaların çerçevesinin dışında idame ettirebiliyormusun?

Cevap: ...

Söylenecek sözler, yazılacak cümleler hayatın her kademesinde olacaktır. Bunlar aynı süreçte söyleneceği ve yazılacakları zaman engellenecektirde. Bunun sebebi ötekileştirmek. Ya da başka bir deyişle aynılaştırmak. Bu genelleştirilmiş düşünce paketlerinin getirdiklerinden ötürüdür...

Peki birçok görüşün oluşturduğu düşünce yoğunluğu, tehlikeli ve kaotik bir ortamı destekliyorsa. Tek düze bir ortamın aynılaştırdığı düşünceler ne getirecektir!

Sakatlaştırılmış bu yapıyı kabullenen bunca insan varken toplumda, bu yanlış değildir, değil mi?

Çünkü doğru herkesin kafasına yatandır, kabullendiğidir. Bu yüzden düşündüklerimde gereksizdir!

Basit.

Temelli güç, toplum olduğunu unutan uluslar, bu yıkımsal sanrılara sahiptir. Bu yüzden, tahakküme boyun büken bireyler kaybedeceklerdir!

Ötekileştirmek budur!

Boyun bükme...

Aynılaştırma...

Düşünmeme...

Köleleşme...

Yıkım...

İTAAT ETMEKTİR!

18 Ağustos 2009 Salı

Ne Var!

Oku.

Yok burda DE,
...olcağı tek şey,
kocaman
bir
MOK.
RASİ-m
YOK!
Anla/dın mı!

-KORK-

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Aramızda...

Nasılda aramıza uzanmış yatıyor...
Kirli,
pislik dolu,
kokuşmuş,
bütün iğrençlikleri üzerine alarak,
nasıl da bizi bölmeye çalışıyor
...değil mi?
Nekrofiliydi bu pislik!
Yakılıp, bedenini aramızdan,
çekip savurmamız gerekiyor aslında.
Aramızdaki husumetlerin bitmesine
sebeb olur mu dersin?
Yoksa faşizm etkinliği
mi
bu söyle!
Oysa nasılda bunlardan yoksunduk ilk başta.
Sade,
düz,
basit
bir formu vardı.
İnsanlar!
...taptıklarını kendilerine büründürenler!
gölgelerinin yarattığı bu etkiyi söküp atmak,
bizim işimiz.
Boşver ve geç
-tiğim hayatı yenecez!
Birlikte!
Birlikle,
Bir seferde!
Bekle
ek
...leyeceklerimi iz
le
ce-
-vaplayacam!

LiberterKedi

16 Ağustos 2009 Pazar

Tehlikenin Farkında Mısınız!

Kendi foseptikliğimize gömülüp çıkarak, sürükleniyoruz hayatın tahterevallisinde ...

Neyi anlatmaya çalışıyorum onuda bilmiyorum. Hem kimseyi ilgilendirmeyen olgular bunlar. Çünkü en değer verdikleriniz bile sizi anlayamazken, kimsenin anlayabileceği bir şey değil bu. Sebeb: Herkesce diğerinin sorunları basittir. Kimse nezaketli olupta, senin yerinden bakmaz hayata. Bencilliğin temeli bu çekirdekten yükselmeye başlıyor. Çünkü bu şartlar altında seleksiyona uğrayan insan kendini topluma göre değiştiriyor. Gittiği noktanın bir son olacağını görmüyor. Kendini tüketen, karşısındakini düşünmeyen bir birey oluyor. Sadece salt muhaliflik ile kendi fikirlerini ortaya döküyor. Oradan, buradan olaylara yaklaşarak karşısındaki dinlemeden analitik düşündüğünü sanıyor. Veya dinleyen bir tavır sergileyerek, olayı irdelemeden karşısındakini yermeye koyuluyor. Bu işte başkalaşımının ilk tamamlanma evresindeki hali. Bunun verdiği acıyı, kendimde o kadar derin yaşıyorum ki şu sıralar çıldırmanın eşiğine gelip gelip gidiyorum. Bu yüzden, ya ben yanlış bir gelişim evresindeyim, ya da bu toplum körleşmiş, lime lime edilmiş, parçalanarak kendinden geçmiş bir halde.

Bütün bir organizmanın bu kadar duyarsız olması, ukala oluşu, hayatı kendi açısından değerlendirmesi, kendi perspektifinin kusursuz olduğunun sanrısından kurtulamaması büyük bir psikolojik ve farmakolojik sorun değilde nedir?

Herkes negatif bir düşünce ile, olaylara karşı geliştirdiklerinizin uygulanamayacağını söylüyor. Tecrübelerinden faydalandığını söylüyorlar. Ama geride onların hayatını incelediğinizde bu başarı / başarısızlık öykülerinde sadece yaptıkları, başka bir bireyi nasıl yendikleri, nasıl başka birsinin yerine geçtikleri ya da başkalarının onlar gibi olmayı nasıl istediği arzusunu anlatıyorlar. Bu nasıl bir dünya!

Korkuyorum gerçekten. Ormanda yaşayan diğer organizmalar bile sadece yaşamlarını idamesini yürütebilecekleri kadar çevrelerini kullanırlarken, bu yaşadığımız formlar daha çoğunu istiyor. Saygısızlık, nezaketsizlik, üretimsizlik, tüketimci olarak aldığımız yapı insanlık ise ben insan olmak istemiyorum!

Bu kişilerden bilmediğim hayat temasını çizmesini istediğimde, bu kişilerin çizdiği sadece düz bir çizgi. Yok yukarısıda ya da yanında başka bir figür. Bu kadar koyun, bu kadar imitasyon kişiliğin arasında sağlıklı bireylerin varlığını koruyup çoğalabilmeleri, gerçekten başarı istiyor ve gerektiriyor. Evet belki de aşırı incelemekte iyi değil, hayat denilen taktirevalliyi olduğu gibi sürümek gerekiyor. Fakat ben zaten sürekli ayaklarımın havada ya da yerde kalmasını istemiyorum ki. Bir dengesizliğin olduğunu ve bunun psikodinamik bir etki ile insanları kendi ekseninden uzaklaştırdığını düşünüyorum!

Gelişimsel ve yarın tasarımlarında, başkalarından daha iyi olabilmeyi dayatan bu toplum yapısı ölü bir toplum yapısı değilde nedir bilemiyorum.

Bunun akisini iddaa edenler hangi temele dayanarak karşı çıkıyor bu söylemlere, dinlemek istiyorum. Ya ben çok karamsar düşünüyorum. Yada toplumsal aydınlanmaya inanmayı kesmemle alakalı bu fikirler.

Ama bir gerçek var ki, bugün gözlerimle algıladığım, beynimle irdelediğim bir gerçek hayat varki, çok kötü bir hayat bu. Çünkü bizler içerisinde giderek yarasalaşıp, kendi sesimizle yol alan formlara dönüşmüşüz. Bu uğurda yolumuza çıkanları kemirerek ilerleyen farelere doğru giden bir doğal seleksiyonu tamamlıyoruz. Evriliyor ve kendimizi yitiyoruz.

Acaba kaçımız bu tehlikenin farkındayız merak ediyorum.

Lütfen birisi açıklasın!

LiberterKedi Sorunsalı Ne?

Fareler Birbirini Yer!

Sonuna kadar okunması şiddetle tavsiye edilmektedir!


Bir zamanlar...Memleketin birinde...Hayır, masal değil bu... En doğrusu, yeriyle, zamanıyla anlatalım.

Zaman: Milattan sonra...
Yer: Bu yeryüzünde bir yer...
İşte yeri belli, zamanı belirli...

Gelelim olaya. Söylenilen zamanda, adı geçen yerde, bir büyüüük ambar varmış. Bu ambar, tıklım tıklım yiyecek, yakacak, yunacak, giyecekle doluymuş. Herşey düzenlice ayrılmışmış. Pirinç, nohut, fasulye, bakla gibi kuru zerzavat biyanda, buğday, arpa, çavdar, yulaf gibi tahıl biyanda...Sabunlar, yağlar ayrı yerde; giysiler, ayakkabılar ayrı yerde. Söylenilen yerdeki, adı geçen zamandaki, sözü geçen büyüüük ambarı, çok işbilir birisi yönetirmiş. Bu işbilir, becerikli yönetmen, günün birinde ne yapacağını şaşırmış. Çünkü o ambarı fareler sarmış. Yiyecekler gündengüne eksiliyor, peynirler, peksimetler kemiriliyormuş.

Becerikli yönetmen elbet elleri böğründe oturmuyor, boş durmuyormuş. Canla başla farelere karşı savaşıyormuş. Ama ne yapsa savaşta başarı kazanamıyormuş. Kemirilen sabunlar, peynir tekerleri gündengüne eksiliyormuş. Giysiler didik didik, parça parçaymış. Un çuvallarının içi fare yuvaları. Ambarda farelerden hiç mi hiç aman yok...

Kavurmaları, tahılları yedikçe semirip şişiyorlar, şiştikçe azıp dolaşıyorlar, üreyip artıyorlar... Ambar farelerle dolmuş. O koskoca ambarı fareler ordusu işgal etmiş. Artık başa çıkılır gibi değilmiş. Yalnız yiyecekleri yemek, elbiseleri kemirmek, peyniri, sucuğu dişlemekle kalmıyor; ayakkabıları, derileri, tahtaları bile kemire kemire dişlerini, tırnaklarını biliyorlarmış. Fareler bol bol, beslene beslene kedi kadar irileşmişler, git gide semirip köpek kadar olmuşlar. Hiç dur durak yok, ambarın içinde koşup oynayıp, atlayıp sıçrayıp duruyorlarmış. Üstelik ambarın en güneşli, en güzel, en görüntülü yerlerini de onlar kapmışlar.

Becerikli yönetmen, farelere karşı amansız savaşını sürdürüyormuş. Ambarın her yerine, her kıyı bucağına en etkili fare zehiri koymuş; hiç işe yaramamış. İşe yaramadıktan başka, insanların keyif verici zehirlere alışmaları gibi, ambardaki fareler de, ambar yönetmeninin ölsünler diye oraya buraya yerleştirdiği zehirlere öylesine alışmışlar ki gündengüne daha çok zehir istemeye başlamışlar. Zehirleri hergün biraz daha arttırılarak verilmezse, ambarı yıkacak gibi tepiniyorlarmış. Ambar yönetmeni, en avcı kedileri toplayıp gece ambara bırakmış. Ama ertesi sabah ambarda, zavallı kedilerin tüyleriyle bir iki parça kemiğini bulabilmişler. Farelerle kediler başedemiyorlar, en etkili zehirler bile onları öldürmüyormuş. Ambarın becerikli yönetmeni büyük kapanlar kurmaya başlamış. Kapana yakalanan fare oluyormuş. Ama gecede beş fare kapana tutulsa, günde en az yirmi otuz fare ürüyormuş.


Sonunda yönetmen düşüne taşına kendince bir yol bulmuş. Üç tane büyük demir kafes yaptırmış. Kapana yakalanan canlı fareleri bu kafese atıyormuş. Her kafes farelerle dolmuş. Yönetmen kafeslerdeki farelere yiyecek hiçbişey vermiyormuş. Bir gün, üç gün, beş gün kafeste aç kalan fareler, içlerinden en zayıf olan kendilerinden birini parçalayıp yemişler. Karınlarını doyurmuşlar. Bir zaman sonra yine acıkınca aralarında dalaşmaya başlamışlar. Bu kanlı dalaşma sonunda, yine içlerinden birini boğup parçalayıp yemişler... İşte böyle böyle her üç kafesteki farelerin sayısı gündengüne azalıyormuş. En kodamanları kalıyor, güçsüzleri, ufakları parçalanıp yeniliyormuş.

Fare dolu kafesler, canlı savaş alanına dönmüş. Sonunda her kafeste üçer, beşer fare kalmış. Bu kez, geri kalan fareler, karınlarının acıkmasını beklemeden içlerinden birinin üzerine atılıp onu parçalamaya başlamışlar ki, biri ötekini parçalamazsa, nasıl olsa o kendisini parçalayacak. İşte o yüzden kendi canlarını kurtarmak isteyen fareler içlerinden birini, uyurken, uyuklarken, dalgınlığından yararlanarak boğup parçalıyormuş. Dahası, kafeste ikisi, üçü birleşip birinin üzerine atıldığı bile oluyormuş. Aralarında o birleşenler de, sonunda bir punduna getirip birbirlerini yiyorlarmış. Sonunda, her kafeste tek fare kalmış, en iri, en büyük, en kurnaz, en güçlü fare. Becerikli yönetmen, her kafeste birer fare kalınca kafeslerin kapılarını açıp fareleri teker teker ambarın içine salmış.

Kendi türlerini yemeğe alışmış, yani canavarlaşmış olan o besili kocaman üç fare kafeslerinden kurtulunca ambarda ne kadar fare varsa üzerlerine atılıp onları boğmaya, paralayıp parçalamaya başlamışlar. Bikez canavarlaşmış olduklarından, yediklerini yiyor, yiyemediklerini de, onlar kendisini boğup yemesinler diye, öz güvenceleri için öldürüyorlarmış. İşte böylece, söylenilen zamandaki, adı geçen yerdeki, sözü geçen ambar, hiç olmazsa bir süre için farelerden kurtulmuş.

Olay burda bitiyor.

Şimdi sizlere bir soru: Becerikli ambar yönetmeninin aklına, şeytanın bile aklına gelmeyecek bu kurnazlık nerden geliyor? Fareleri birbirine yedirerek onları yok etme yöntemini nasıl buluyor?

Cevap: Çünkü o becerikli yönetmen, kendisi de, kendi türdeşlerini yok ede ede sağ kalan en güçlü fare idi, kendi arkadaşlarını yiye yiye, yok ede ede, o büyüüüük ambarın başyönetmeni olmuştu. Kendi yaşamındaki başarı yöntemini farelere uygulamıştı.

Sonuç: Fareler birbirlerini yer!...

Not: Çocukluğumuzda büyüdüğümüz öykülerdi bunlar. Bugün belki gözü çarpan olur da, okur diye paylaştım. Yoksa git gide fareleştirilen insanların, birbirini yemesini isteyen güruh yüzünden insanlar geriye baktığında, hatırlayacağı bir kişiliği kalmayacak.

14 Ağustos 2009 Cuma

Sıradanlaştırılmış Hayat Kusmukları!

Sıradanlaştırılmış hayat kusmukları:

Nedir?

Nasıldır?

Neye bağımlıdır?

Aşk,
Sevgi,
Hisler,
Sadakat,
Yalanlar,
Suskular,
Korkular,
Sövgüler,
Duygular,
Ağlayışlar,
Bağımlılık,
Değiştirmeler,
Eylemsizlikler,
Ötekileştirmeler,
Sözcüksüz anlatımlar.

...ne kadar boktan bir üçgenin içerisine sıkıştırılmış sevgi, değil mi. Gündelik yaşamlarının içerisinde hiçbir etkili eylemi olmayanların, ilişkilerindeki nü ruh yapısı çok ciddi işaretler göstermekte bize.

Sevmek ise: Sadece yaşamak, birlikte olmak, bir olmaktır...

Güven,
Çıkarsızlık,
Karşılıksızlık,
Kinden arınmışlık,
Olduğun gibi olmaktır..

Susmamak Gerekli!

İstediklerinizden korkmalarının sebepleri var.


Yaşattığınız bu zamanda yok ettiğiniz geleceğiniz, sizin için birer toplum bombası halini almıştır. Fakat sizlerin spekülatif sistemlerinizin zayıflığını, sağlamlaştırdığınız halüsünojik etkili düşünceleriniz onları uyuşturmuştur. Cezalar bu yıkımın cellatları haline gelmiştir. Bu yaptırımlarınızın getireceği ise, dönemlik zayıflıklardır. Bu damarın istediğiniz yerini bağlayın, kangren edin, içerisinde bulunduğu uzuvu, kesin atın o uzvu, fakat engeleyemezsiniz bu fikir şahlanışlarını.

Düşüncedeki tahakkümsüzlük, her zaman bir yerde kendini kalıplara sokmaya çalışan otoritenin, koltuğunu sarsmaya devam edecektir. Bedeni lime lime edilip, yakılıp, eritilse de bireyin özgürleşmesini fısıldayacaktır her daim. Süreç bu yüzden engellendiği kadarıyla daha da güçlenerek geri gelecektir. Her katliamı sonrasında gönderilmesi ile, insanın bünyesinde bıraktıklarıyla onu şüphelendirecektir.

Bu noktada konu ekseninde ki bireye düşen görev, bu şüphe argümanını iyi değerlendirip aydınlanmaktır. Çevresinin baskıcı, bağımlı, yasalara köleleşmiş halde yer alma, karanlıklardaki durgun olması yönündeki telkinlerine kulak asmaması gerekiyor. Bu zincirleme uyuşturma süreç silahlarını aştığında, ruhunu sanatla, bilgiyle, felsefeyle, sorgulamayla besleyecek ve başedemeyeceği hiç bir sorun kalmadığında. Otoritenin ne yapmak istediğini görecektir.

İste bu bize, onların neden korkulara sahip olduğunu gösterecektir...

Bu yüzden bu süreçte yapmamız gereken ise: Sorgulamak, düşünmek, tasarlamak, üretmek, tüketime karşıt muhaliflik sürecinde çok yönlü düşünme ile susmamalıyız!

Bitmedi.