31 Ocak 2009 Cumartesi

D’Où Venons Nous? Que Sommes Nous? Où Allons Nous?

"D’Où Venons Nous?

Que Sommes Nous?

Où Allons Nous?"

- Paul Gauguin -

Nereden geliyoruz - Neyiz - Nereye gidiyoruz?



...bunu hiç düşündünüz mü?

İçerisinde bulunduğunuz toplumun hareket alanlarını, ilerleyişini, tarihini ve gelişimindeki etkenlerin nasıl bir hal aldığını hiç düşündünüz mü?

Nereden geldik diyerek...bilimsel ve dogma seviyesinde oluşumunuzu, varlığınızı, molekülsel yapınızın bileşenlerinin temelini, düşünce sistemlerinize kaynaklık eden etmenler ve kaynakl noktalarını hiç araşırdınız/araştırmadınız mı?

29 Ocak 2009 Perşembe

Var Mısın, Yok musun?

Bir yolculuk vardır,
ekseni belli değil.

Bir mücadele vardır,
getirdiği fedakarlığın sınırı
belli değil.

Bir de isyan vardır,
sonucunda ne kazanacağın,
ne kazanmayacağın
belli değil.

Öyleyse söyle o zaman çocuk,
var mısın, yok musun...
yarınları büyüklerden
kurtarmak için
isyana bu şartlar altında.

--Yarınını düşünmeden yaşayanlar. Miras aldıkları dünyanın geleceği olan çocukların, katilidir.--

LiberterKedi

27 Ocak 2009 Salı

Puzzle

Gecenin içerisinde usul usul akan ses,
matemi dolasanda gözlerime.
Yüzüne kahpe geceleri çalacağım.
Parçalanan duygularımızı ise,
Puslu gecelerin kuzinisinde dölleyerek,
Senin rüyalarında birleştireceğim.
Tıpkı parçası belli olmayan,
bu duyguların oluşturduğu
puzzle gibi.

26 Ocak 2009 Pazartesi

Ölümün -e hali

...ölümün -e hali nedir?

...bilir misiniz?

Kişisel bir dilek bu yazı!

...öldürmeyi zaman içerisinde ne kadar düşünürseniz düşünün, sizi bu karmaşaya çeken ve bu kadar kaderci olmanıza sebep; içerisinde yaşadığınız toplumun genellemeleridir!

Ne kadarı bilinmeyen bir tarihin içerisinde, idame ettirdiğimiz yaşamınızda ki doğrularınız bile, bu genellemeler doğrulusunda bilemediğiniz: Toplumsal kurallara bağlı olarak kısıtlanıyor. bu yüzden yeni yıkıma mevcudi bir şekilde düşkün/yatkındır.

Bu yargıya istinaden, bazen hadım edilen yeni düşüncelerin, sisteme aykırı gelmesi, zamanın çokça üzerinde olmasından dolayı olabilir mi sizce?

Tarih zamanında asimile ediyorsa, bu görüşler neden sonraları dile bulaşıyor

- zamanında kabul edilemez bir yargı yumağı oldukları halde...

Bir kaç sebep içermektedir bu aslında. Fikirsel olarak krokisi bana göre şöyledir.

Sanatı, toplumun ihtiyaçları doğrultusunda ilerleten bir anlayış sahip milletin, ancak ve ancak elde edeceği tek varım. Genellemelerin cellatlığında sanatın yıkılmasına göz yumması olacağı gerçeğini bilme zorunluluğudur. Bunun sebebi ise; sanatın yoktan varedebilme aksiyomunu görmeyip, onu kendi önyargısına göre yorumlayan, günlük anlayışın çürümüşlüğünün getirisindendir...

Bunun söylenebilirliliği ise, genel bir bakış açısıyla "YOKTAN HİÇ BİRŞEY YARATILAMAZ" ilkesidir. Buna bağlı olarak toplumsal anlayışa göre sanat: "OLANI GÖSTERME ANLAYIŞIDIR" söylenidir.

Peki sizce bu sav doğrumudur?

Doğruysa bizim bildiklerimizin hafif ve kaygan olması olasılığını, sanat ve dil göstermiyor mu şu gerçeği ile...

"Zamanında ifade ettiklerinin kabul edilmeyip, sonraları toplumca kabul edilmesiyle..."

Tıpkı bu yargınında günümüzde doğru olup, zamanla doğru olmaması gibi veya tam tersi unsurlar için gerçerli olması gibi.Bu noktada herşey, herkes için ve zaman içerisinde...

....Öle-bilir!

22 Ocak 2009 Perşembe

Annbjørg Lien - Origins Tidr

Kendisi norveçli etnik müzik sanatçısıdır. Dinlediğinizde kendiniz anlayacaaksınız, buraya onun hakkında yazmadıklarımı.


21 Ocak 2009 Çarşamba

Ruh Kevaşesi(+18)

Kişi söylemine reklam olmamalı. Yazan bir kişi yazdığı yazıyı pazarlıyorsa, beğenilme kaygısı vardır. Bunun ticari boyutta ki en büyük ön ispatı ise şudur;

"...hocam bu kitabınızı basıma verelim yayınlarınız ancak bu şekilde kitlelere ulaşır"

...denilir işte bu nokta bize herşeyi fısıldıyor. Sistem pazarlamacılık ile birleşerek sözlerinizide satabilir. bu mümkündür örnekte görüldüğü gibi.

Peki soruyorum; yazılarınız pazarlamayı kabul ettiğinizde, o yazılar artık sizin midir. Globalleşme safsatası ile birlikte,

- yahu hocam yazılarınız buralarda harcanıyor!

...yargısı sizce doğru mudur.

Doğrusu ise size tek diyeceğim.

"...söz, benimlerin imgelerle subjektif bir form alması değildir. Söz bireyin hayata duruşundaki statiğin, dinamiğe geçtiği andaki haykırışıdır!"

...bu yüzden kişi sözünü pazaarlıyorsa, o kişi bir ruh kevaşesidir.

LiberterKedi

18 Ocak 2009 Pazar

I Hate You All!




İnsanoğlu, o kadar yalancıdır ki; her zaman kendisinde olan pisliği dünyadan kazandığını zannederek güneşli dünyada kendini avutur. Asıl pislik yalanlarla bezenmiş olan bu ekolojiyi değiştiremeyen bizleriz!

LiberterKedi

...ses(Yeryüzü Ayetleri)

...benden etimi çalanlar dinleyin!

Ruhum yeryüzüne düştüğünde, acı ile tanıştı yıllar evvel. Zamanın ortasından başlayıp, kanımı damarlarımdan çekmek isteyenlere karşı tek silahımdı gülümsemek. Geniş zamanlı bir eylem olması gereken bu durum; uzun süre mevcut durumunu koruyamadı. Depolitik demokrasiye yenilen mimiklerim: Bir busenin ardıllı gelemeyişinin tek sebebiydi. Bu hale getiren tek mantık ise bu bağnaz zihniyetti. Ve söylemi;

....düşünmek gereksizliktir, gereği öldürdükleri insan önyargıları olmaması gerektiğinden.

O zaman size soruyorum: "...alnında güneşin izini hissettiğinizde gördüğünüz dünya, çocuklarınız için yaşınılabilinir bir halde mi?"

Son ses Lâl' de. Bekle ve dinle!

...sis

Zamanı düşünenlerin kaybettikleri, sürüdükleri yayvanlaşmış gibi görünen basit bir hayattan başka bir şey değildir.

LiberterKedi

14 Ocak 2009 Çarşamba

Ses Ver!


Zaman ne kadar çabuk geçsede, geride seni bırakacak....

....özgürlük düşkünü kedi bile, dilinde tüttürdüğü türkü ile geride de, ileride de sadece senin kalacağını anlatamıyorsa. İnanmak için eğil yüreğinin kuyularına, tozlu kitap sayfalarının kokusunu içerine çek ki, onun sözcüklerinde imgelenen senin izdüşümlerini gör.

Sadece oku, yaşa, dinle....

...çünkü tartışanın dilinde pelesenk olmuş katran ekoloji, sana yanlışı fısıldar her daim. Tıpkı Adem' in istediğini istemiyormuş gibi yansıtıp. Havva' nın üzerine yığılan önyargıları, daimi bir gerçek yaptığı gibi.

...bunun içim etkili olan tek silah, önyargısız karşılıksız sevmektir.

Geçen günlerin tortusu-SES VER!

LiberterKedi

10 Ocak 2009 Cumartesi

Gördüğün yer değil, bastığın yer için...

Kimi günlerde dönüş böyle acı içinde geçiyorsa, sevinç içinde de geçebilir.

Bu sözcük fazla değil.

Gene Sisyphos' u kayasına dönerken getiriyorum gözlerimin önüne, acı başlangıçtaydı. Yeryüzünün görüntüleri us' a fazla takıldığı zaman, insanın yüreğinde keder yükselir: kayanın yengisidir bu, kayanın ta kendisidir. Bunlar da bizim Gethsemani gecelerimizdir. Ama ezici gerçekler tanındılar mı yok olurlar. Böylece Oidipus da ilkin yazgıya bilmeden boyun eğer. Bildiği andan sonra, trajedyası başlar. Ama aynı anda, kör ve umutsuz durumda, kendisini dünyaya bağlayan tek elin, bir genç kızın eli olduğunu anlar.

Ölçüsüz bir söz çınlar o zaman: "Bunca acı deneyimime karşın, ilerlemiş yaşım ve ruh büyüklüğüm her şeyin iyi olduğu yargısına götürüyor beni."

....der. Dostoyevski' nin Kirilov' u gibi Sofokles' in Oidipus' u da absürt yenginin formülünü verir böylece.

Albert Camus

İlkçağ bilgeliği çağdaş kahramanlıkla birleşir.

(...)

...ve acı saçmayı, baki kılar.

Kahramanlık alışıla gelmişe karşıt durmaktır.

Sözde yaşamı, imgesel yönelimleriniz ile aynı eksende ilerleyerek değiştirebileceğinizi, ancak bunun farkına vardığınızda, anlayacaksınız!

Özgün bir fikre sahipseniz, yaşamınızda çokça çelme atan, içerisine çekileceğiniz fazlasıyla girdap olacaktır. Bunlar sizin acımtrak bir tadı damağınızda hissetmeniz için yapılan eylemlerdir.

Güçlük bu yüzden doğmuştur.

...bu nokta da hayattaki yapılması gereken. Fikirler üzerinde oluşan menşeii önyargı olan tortuları yontmaktır. Bu başarılırsa acı yenilebilinir bir olgu olur ve yenilinebilinir bir his olmaz!

Sisyphos ölümlülerin en bilgesi, en uyanığıydı. Başka bir söylentiye göre de haydutluğa eğilim gösteriyordu. Ben bunda bir çelişki görmüyorum. Ruhlar dünyasının yararsız işçisi olmasına yol açan nedenler konusunda kanılar farklı.

...haksız mı Camus bu düşüncesinde.

Zevk nasıl libidoya ulaştırıyorsa, bilgisizce ve çağdaşlık görünümünde. Objektiflikten uzak elde edilen doğru yargılar da, sizi o şekilde kahramanlığa taşıyacaktır. Bunun ceremesini mutluluk ile sentez edilmiş bir kazanımla elde ederseniz. Böylece daimi başarıyı elde edebilinir olmaktan çıkartıp, sadece bir vaha yaşayarak, kısa mutluluklara ulaşabilirsiniz.

...acılarınızdan çıkarımlarınızı iyi analiz edip, seçkilerinizi iyi tasarlayacak olursanız. Tek başınıza mutlu olmayıp evrensel bir yayılım ile çevrenizi etkileyebilirsiniz. Bağlı olarak, acılarınız ile barışık bir şekilde hayatınızda yolculuk etmek sevinci getirecektir. Bu daimi mutluluğun acılar içerisinde de elde edinilebileceğini bize müjdeleyecektir. Çünkü hatalarınızın tekrarlanmasını engellediğinizde, acı ve hüzün ardından güneş görebileceğiniz dönüşlerinde, bize hayatı daha farklı notalarla algılamamız için ortak bir ezgi ile fısıldayacaktır

...inceden doğa ile.

...sebebi ile mutluluk baktığın yerde, gitmeye çalıştığın yerde veya gördüğün yerde değil, bastığın yerdedir.

Gerçek kahramanlıkta, işte bunu elde edebilmek ve çevrenden kopuk olsanda, bunu etrafına yaydığında mümkünleşecektir.

Diğer türlü mümkün kılınan imitasyondan başka bişey değildir. Kaldı ki herkes aynı şeyi bu tarzda yaşamını idame edebilir. Bunun için gerekli olan ise sadece gözünü yummaktır...

Bu yüzden gözünüzü yummayın ve bastığınız yere bakın. Bugünlerde dönüşler acı geçsede, ortak bir payede mutluluğu ve sevincide yaşatabilir bir şekilde geçebilir. Sadece yapmamız gereken bastığımız yere kafamızı gömmeyelim.

LiberterKedi

7 Ocak 2009 Çarşamba

No War, No Peace - Occupation 101


Occupation 101 - bu bir belgesel.

Sade bir söylem olsa da izlediğinizde nedesem de kifayetsiz kalacağı için böyle sade bir söylem ile dile getirmek istedim anlatımımı. İsrail' in Filistin' e dair ortadoğuda neler yapılmak istediğinin gerçek yüzünü tüm açıklığı ile gözleriniz önüne koyuyor. Ünlü film bilgi sitesi imdb'den 9.3 puan almış bir belgeseldir bu. Belgeselde Amerikan - İsrail ilişkilerinin incelenmesi daha israilin kurulmasından itibaren yansıtılıyor. Barış sürecinin hasıraltı ettiği bazı gerçekleri gün yüzüne çıkarırken gözlerinizdeki sis perdesini aralıyor. Ve bu belgesel bir çoğumuzun bilmemesine rağmen bir çok alanda ödül almış, objektif yapılmaya çalışılmış bir yapım.

Ödülleri:

-Winner of the "Golden Palm" Award (highest honor given by jury) and for "Best Editing" at the 2007 International Beverly Hills Film Festivali.

-Winner of the 'Artivist Award' for Best Feature Film under the category of Human Rights at the 2006 Artivist Film Festivali in Hollywood.

-Winner of the Best Documentary Award (Special Recognition) at the 2007 New Orleans International Human Rights Film Festivali.

-Winner of the Best Feature Film Award at the 2006 River's Edge Film Festival.-Winner of the Best Documentary Feature Award at 2006 The Dead Center Film Festivali.

-Winner of the Audience Award for Best Documentary at 2006 East Lansing Film Festivali

-Winner of the John Michaels Memorial Award at the 2006 Big Muddy Film Festivali





Not: Filmde şu sahnelere dikkat edin!

- küçük bir kızın, içinde bulundukları durumu sözcükleriyle anlatışı.

- Filistin halkıyla yapılmış çarpıcı diyalogları.

- Amerika' nın Suudi Arabistan eski büyükelçisi James Akins, ünlü düşünür Noam Chomsky, Amerikalı milletvekilleri, akademisyenler, farklı dinlerden din adamları ve İsrailli gazeteci ve tarihçilerle yapılan röportajları

...dikkatlice izleminizi tavsiye ederiz.

6 Ocak 2009 Salı

Git)me(miş

Her delinin gölgesini serdiği, güzel yürekli bir sevdiği vardır. Yeryüzünde her sevilenin de deli ettiği bir yürek mevcuttur. Bu yüzden gitmek kolaydır. Tıpkı her gidenin ardında bıraktığı enkazı, görmemesi gibi.

Git)me(miş ruhdan kalan harabe.

Revolution for My Themes

Ne saçmalıyorsam işte, öylesine yazayım dedim :Pp...

...neyse sorun şu;eski tema hatalı görünüp, geç açılmasından ve sorun oluşturmasından dolayı temada değiklikler yaparak, bu temayı kullanmayı karar verdim. bi hata sorun ve eleştirileriniz olurda paylaşırsanız sevinirim arkadaşlar :)).

dostlukla...

Not: bu ingilizce başlığı neden yazdım hala anlam veremedim kendime :S

31 Aralık 2008 Çarşamba

Son Dil Sökümü




Yeni yıla aktarılacak olan bu son karalamada, bi önceki yıldan kalma tragedik oyunumuzu, yeniden canlandırıyoruz.

Perde 1

Kendini bilmez delinin biri meydana çıkar ve bağırır: "....tekrar eden yaşamlarımızda, her yıl yeni bir umut ve dilek yumağıyla, yeni yılımızı kutlasakta birbirmizin. Bu sene, bu paradoksu bozma umuduyla sevgili kardeşlerim.

Kitlesel bir aydınlamayı, toplumsal düzeyde gelişecek bilinçlenmeyi, tüm dünya halkları arası nda barışın olmasını diliyorum ben!"

Ardından kalabalığın içinden çıkan, söyleyeni belli olmayan bir saçma misali olan söz ise, kulaklara şunu fısıldar:

"Yalandan, hırsızlıktan, vefasızlıktan, düşüncesizlikten uzak ve bunların oluşmasına sebep olan tahakkümün yıkılması dileğiyle....

.....bütün piyonların uyandığı, bol kültürel etkinliklerin düzenlendiği, karşılıklı saygının varolduğu, bireysel bencillikten uzak nice mutlu senelere diliyorum."

...diye yankılanır kulaklarda ses.

Ve iç geçiren çocuk ise: Umarım oyun oynayabileceğim bir dünya kalır bana diyerek asıl mesajı verir.
Perde 2

Sene sonunda okuyacaksınız :)

Kişisel bir tümce: ...tüm dileklerin bir deli saçması ve topluca yaşanılan anın hassaslıgından dolayı sarfedilen anlık bir sözcük olmaması dileğiyle. Bütün dünya çocuklarına oyun oynayarak yaşayabilecekleri bir dünya bırakma hayali ile:

Nice mutlu, huzurlu, sağlıklı, barış dolu senelere....

LiberterKedi


25 Aralık 2008 Perşembe

Cinn(siy)et


Cinsiyet: Kimliğin irili ufaklı yaşlarda sınıflandırılması ile bireyin zihnine çakılmıştır. Bu açı itibari ile, toplumdaki direnç; cinsiyetten maruz bırakılmalıdır. Daha sağlıklı bir toplum için ayrımcılığı kökten kaldırıp, yol alabilmek için.

LiberterKedi

21 Aralık 2008 Pazar

Sen!

Sen: Düşüme düştüğünde, boynuma; gözlerinin ardına bağladığım ilmeği doladım. Sen gidersen ölümü ciğerlerime nüfuz ettirm diye....

15 Aralık 2008 Pazartesi

Zeitgeist: Addendum

Bu filmi izleyin sadece. Alman felsefesinde zamanın ruhu anlamına gelen zeitgeist oluşumu hızla yükseliyor ilk filmin tanıtımınıda yapmıştık: http://liberterkedi.blogspot.com/2008/08/zeitgeistzamann-ruhu.html bu linkten inceleyebilirsiniz. Bu parçada ise ekonomi üzerinden olayı açarak yeni dünya oluşumunu vurguluyorlar.





Filmden bi kaç anekdot:

Irkçı, cinsel veya dinsel şövenizm gibi eski yöntemler. Milliyetçilerin işine artık yaramıyor. Bugüne kadar öğrendiğimiz iyi mi kötü mü olduğumuz veya başarılı mı başarısız mı olduğumuzdu.

Bu gidişi istediğimiz anda değiştirebiliriz. Sadece seçim işi. İş yok, çalışmak yok, para kazanmak yok. Oyunu yanlış algıladığımın farkına vardım.

Oyun, aslında kim olduğunuzu bulmakmış.

14 Aralık 2008 Pazar

Ha(pislik) Düşün!


İnsan hapsedildiğinde başarısızlığa uğramıştır, sosyal olarak. Bunun sebebi ise kendini sınırlandırdığı kanunların getirdiği cezalardır.

Bu cezalandırmaların hücre evleri olan hapishaneler, sınıfsal farkların oluşmasını doğurmuştur. Cezalar ise bu farklar üzerinde, toplumun kendisine biçtiği tek taraflı kanunların ürünleri olduğundan. Sosyal sorumsuzlaşmayı baki kılmıştır günümüzde.

İnsan zincirlerini kırdığında, tekrar bağımsızığına ulaşacaktır.
LiberterKedi

11 Aralık 2008 Perşembe

İn(s)an'ın Yitirilişinin Sebepleri Üzerine...

..bir çiçeğin kırılmasıyla aynı etkiyi verir, insanın kalbinin zedelenmesi.


Hayatımda kafamı dışarı çıkarıp baktığımda herkes birşeylerin mücadelesi içerisinde. Sürekli bağırış, çağırış, uzaktan kin dolu süzmeler(Argo'da bir kişiyi dikizlemek anlamında) e dahası. buna kaynaklık eden nefret, kin, gaye nedir bilmiyorum. Ama bir gerçek ar ki insan hiç tanımadığı birisi hakkında bile konuşacak yapıda. Bu işte acı olanı. Belli ki hümaniteden öğrenemediklerime bağlı olarak, sürdüğüm bu trajediyi bu denli biz şiddetli, sancılı ve acı çekerek yaşıyorduk.

Neden mi?

...çünkü ilk doğduğumuzda bizler insan olarak doğarız. Çünkü ağlarız, düşünürüz nereye geldik diye. Ama zamanla insan ne olduğunun farkında olmaktan uzaklaşıp, yoksun bir halde bireysel bencilliği için saaşıyor. Ekolojisinin bu denli kötü bir geleneği olan bir bebek dünyaya ne kadar saf gelsede, umutları kırıldıkça, bir çiçek gibi solduruyor hayallerini.

Yanlış mı?

İncilerin kağıt üzerinde oluşturduğu nemli ortamda kalan bir bireyi düşünün. Gözlerinden süzülüp gelen hisler belki de karmaşıklığı ile dillendirmeye çalıştıklarında gizli. Herşey doğal olsa da, insan farklı olduğu için yaşıyor. Düşünebilme yetisine sahip tek arlık. Ama biz ne yapıyoruz:

Düşünüyor muyuz savaşları, aç kalan çocukları, yetimhanelerde şiddetle yönettiğimiz bireylerden nasıl sağlıklı vatandaşlar olabileceğini. At, arat silah mantığıyla nasıl bir aydın toplum yapısı oluşturabiliriz ki. Bizler bilinçli olarak yaptığımız işlerin ne gibi sonuçlar doğuracağının yargılamasını yapıyormuyuz.

Tabi ki YOK.

Bizim bu günkü ideolojimiz ne. EZMEK. Karşımızdakinin açığını yakaladığımız gibi, iki elimizle yakalarına tutunup, üzerine asılmak. Asılıp ardından da onu parçalamak. Tıpkı bir kaplan gibi.

Bazı hayanlar vardır aç olduklarında sadece saldırırken, bazı hayanlar vardır ki kızdıklarında ya da hakimiyet bölgelerine girdiğinizde size saldırır. Peki soruyorum: Bu her daim size, bize, onlara saldıranlar nasıl bir varlık. Nasıl bir yapıya sahipler, acaba onları ekolojisinde farklı bir biyolojik canlı sınıfına koyan etmenler böyle insanları kırıp, ezmeğe meyilli insanlar içinde geçerlimidir soruyorum?

Günümüzü çıkartarak yaşamanın, ne gibi çıkarımını göreceğiz. Pragmatik bir kazanımı varsa nedir?

Kaybettiklerimize üzülmemek adına girdiğimiz bu postun altındaki dünyamız, ne kadar da erensel bir hal almış, ne mutlu bize.

Kişisel İleti: İşte bu yüzden umutsuzum Aydan Atlayan Kedi ablam. :'(

Çünkü hala;

*Savaşlar, çocukların cinsel taciz edenler,(Aslında başka bir ifade kullanırımda edebimi bozmak istemiyorum), kadına şiddet uygulayan egosu delik deşik bireyler, ereksiyona uğrar gibi işçisini ezen patronlar, açlıkla boğuşan insanlar ariken ekmeğini çöpe atanlar ve benzeri bir çok olgu mecutken, nasıl bunları toplumdan temizleyeceğiz. Toplumda bu kadar önyargılı, ne olduğunu bilmeyen birey mecutken?

Soruyorum.

Fikrim ise evrimini tamamlayamıyan tek canlıdır. İnsanın böyle olmasındaki temel sebep, geri bırakıldığı düşüncelerini oluşturamama özgürlüğüdür. Özgürlüğü her kısıtlanmış birey, şiddete, baskıya, kine, nefrete, ezmeye, hor görmeye ve dahasına eğimlidir!

Bu yüzdendir ki bir bireyi kısıtlamak onun için yararlı gibi görünsede, temelde daha derin sorunlar ortaya çıkartabilir.

LiberterKedi

10 Aralık 2008 Çarşamba

Bay Düdük

Bir tutam öykü başlığı altında edebiyatımızda yeralan öyküleri, hikayeleri, kısa anlatıları sizlerle paylaşcam dostlar.

Bay Düdük (Aziz Nesin)

Sürte sürte bir oldum. Kı smetim bağlanmış demek. Kimse bana is vermiyor, hiçbir yerde iş bulamı yorum. İnsan darda kaldı mı , en olmayacak şeyleri bile düşünüyor. Maçka' dan Dolmabahçe' ye doğru, iste böyle en olmayacak şeyleri düşüne düşüne gidiyordum. Stadyumun önüne geldim, bir ana baba günü. Öyle kalabalık, caddeden geçmenin imkânı yok. Bu adamlar stadyuma nasıl giriyorlar? İnsan anaforunun içinde, bir o yana, bir bu yana fırfır dönüyordum. Bir dalga geliyor, elli metre aşağı iniyoruz. önden itiyorlar, yirmi adım geri bas; arkadan dayanı yorlar, otuz adı m öne yürü. Dört yandan birden sı kı ştı rı yorlar, o zaman olduğum yerde fı rı ldak gibi dönüyorum. Bir yere geldim dayandı m ki, söküp çı kmanı n imkânı yok. Kendimi bu insan seline bı raktı ğı mı sanmayı n. Ha babam zorluyorum. Ama nereye? Bir saat kadar debelendim, çabaladı m, çı rpı ndı m, o insan dü ğümünün içinden bir türlü kendimi söküp çı karamadı m. Bana öyle geldi ki, içine düştüğüm bu insan anaforundan bir daha ömrüm oldukça artı k kurtulamayacağı m. O yana itile, bu yana kakı la son soluğumu şuracı kta verip güme gideceğim.

İşte tam o umutsuzluk sı ramda, bir düdük öttü. Düdük ama, ne düdük...Anadan doğma sağı rı n duyacağı bir düdük. Düdüğün ötmesiyle o birbirine kenetlenmiş insan kalabalığı şak diye ikiye ayrıldı.Düdüklü adama yol verdiler. Bir de baktı m: Aaa... Bizim Musa değil mi?

— Musaaaa!...diye bağırdım. «Ulan Musaaa!...» diye de bağırabilirdim. Ama düdüğe olan saygı mdan olacak, böyle diyemedim. Sesimi duyunca Musa elimden tuttu, beni o kalabalıktan çıkardı. Yürümeye başladık. Önümüz tıkandıkça, Musa düdüğüne asılıyordu. Düdüğü duyanlar birbirlerini ezerek kaçışıyorlar, bize yol açıyorlardı. Musa önde, ben arkasında, böyle ilerleyerek stadyumun kapısına geldik. Musa bir düdük de kapı da öttürdü.

Kapıdaki memur,

— Buyurun! diye bize yol verdi. Turnikeden geçtik içeri girdik. Geniş bir soluk alınca,

• Ulan Musa, sen Beden Terbiyesi Genel Müdürümü oldun? Nedir bu, düdük elinde fırfır öttürünce herkes sana yol veriyor? dedim

• Beni bırak da sen kendini anlat, ne iş yapıyorsun? dedi.

• Hiç bir iş yaptığım yok. Beş aydır iş arıyorum.

Ama erkeklere iş yok. Şimdi gelirken onu düşünüyordum. Bir iki makyaj yapıp kadın kılığınamı girsem? Ama onları doğruluyorum. Ben de yanı mda çalıştırmak için birisini arasam, kazık gibi bir erkek alacağıma, güzel bir kadın seçerdim, içimde kötülük olduğundan değil. Nasıl olsa ikiside aynı işi yapmayacak mı , hiç olmazsa, karşında güzel bir kadın görürsün de gönlün gözün açılır.

Musa,

• Anlaşı lan, sen iyice bitiksin... dedi.

• Hem de nası l! Beş ay işsizlik ne demek?

Ondan sonra maçı n heyecanı yla konuşmadık. Maçtan çıktık. Musa, fırfır düdüğü öttürüp bize yol açıyor. Düzlüğe çıkınca,

— Arabaya binelim, dedi. Binelim binmesine, ama nasıl bineceğiz? Ben diyeyim beş yüz kişi, siz deyin bin kişi araba, otobüs bekliyor. Bir bos araba geldi mi, yüz kişi birden koşuyor.

• Bize iki günde sıra gelmez

Musa,

• Sen dur! dedi. Önümüzden bir taksi geçerken, cebinden düdüğü çıkarıp, fıırfııır öttürdü. Düdüğü öttürmesiyle hı zla giden taksi döndü; geldi önümüzde durdu. Biz taksiye bindik. İşin şaşılacak yanı, boş arabaya başkaları saldırmadı.

Arabada,

— Ulan Musa, yoksa sen Trafik Müdürü mü oldun? dedim. Parmağını dudağına götürüp «sus!» işareti yaptı. Nişantaşı'nda taksiden indik. Musa cüzdana davrandı.

Şoför:

• Ayağını öpeyim âbi, para istemez kurban olayım... dedi.

Para almadı.

• Şoför tanıdık mı? dedim.

• Yoo... dedi.

• Ulan Musa, yoksa sen Polis Müdürü mü oldun?

Yine bir «sus!» işareti verdi.

— Surdan öteberi alalı m da eve gidelim, dedi. Kasaba gittik. Kasap dükkânının önünde bir kuyruk var, sonu görünmüyor. Kuyruktakiler sıra kavgası yapıyorlar, birbirlerine girmişler. Bizim Musa hemen düdüğe sarıldı. Düdüğün ötmesiyle, herkes yerli yerine çekildi. Kasapda dışarı uğrayıp, Musa'ya,

— Buyurun! dedi.

Biz kuyruğu yarıp içeri girdik.

• Bir kilo bonfile... Kasap soruyor:

• Başka emriniz?

• Beyin var mı ?

• On tane yeter mi? Kasap paketi yaptı. Musa cüzdanı çıkardı. Kasap,

• Vallahi olmaz Beyefendi... diye parayı almadı. Ama biz etleri aldık, dışarı çıktık.

• Ulan Musa, yoksa sen Belediye Müdürü mü oldun?

Benim soruları ma hep, sus, diyor.

— Bu aksam yemeği dı şarı da yeriz. Bu aldıklarım yarına, dedi. Ertesi gün pazar.

• Neler istersin? dedi.

• Hiç bir şey istemem, dedim. Efendim oradan gittik manava. Oradan gittik bakkala. Bizim Musa, dükkândan içeri girmeden önce birkere düdüğe asılıyor. Ondan sonra içeri giriyor. Elimiz kolumuz paket doldu. Hiç bir yerede on para verdiği yok. Bir düdük daha öttürüp bir taksi çevirdi.

Apartmanına gittik Şoföre:

— Bekle! dedi.

Musa bekâr. Apartımanında bir başına oturuyor. Elimizdekilerini bıraktık. Kapıda
bekleyen taksiye bindik. Bir gazinoya gittik. O şoför de para almadı. Gazino tıklım tıklım dolu. Musa düdüğü fora etti. Daha ağzı na götürmeye kalmadan gazinonun önce garsonları, arkadan sahibi olacak, biri koştu. Bize, sahnenin önünde, bir masa koydular. Biz bişey istemeden masayı donattılar.

— Ulan Musa, yoksa müfettiş misin? Ben sordukça, sus, diyor, başka bir şey demiyor. Musa büyük bişey olmuş ama ne olmuş? Bir türlü çıkaramıyorum. Sazlar, şarkılar başladı. Biz de kafaları çekiyoruz. Garsonlar etrafımızda pervane olmuşlar. Derken arkada bir gürültü koptu. Sarhoşlar birbirlerine girdiler. Onlar bıçakları fora ederken bizim Musa da düdüğe asıldı. O aslan kesilmiş kavgacılar, düdüğün bir fıırt etmesiyle uyuz it gibi kuyruklarını kısıp oturdular.

Bu bizim Musa ne olmuş?

Düşünüyorum, düşünüyorum, bir türlü bulamıyorum. Gazinodaki hesap şöyle böyle ikiyüz lirayı buldu. Gazinocu «para almam da almam» diyor. Bir arabaya bindik, eve geldik. Ertesi gün pazar. Musa kolları sıvayıp kendi eliyle yemekler yaptı. Ben gidecek oldum.

— Olmaz, dedi, bir hafta misafirim ol da aklın başına gelsin. Bir hafta Musa'nın evinde yan gelip yattım. Geziyoruz, tozuyoruz, eğleniyoruz. Musa'nın hiç bir yere on para verdiği yok. O verse de almıyorlar.

— Ulan Musa, sen bir büyük adam olmuşsun ama ne? Söyle şunu! diyorum. Söylemiyor. En sonunda,

— Söylerim, ama kimseye söylemeyeceksin, dedi.

• Söylemem,

• Dinine?

• Söylemem.

• imanı na?

• Söylemem. Yemin yemin üstüne. Kimseye söylemeyeceğime iyice inandı ktan sonra, cebinden düdüğü çıkardı, öptü, başına koydu.

• iste birader, dedi, bütün keramet bu mübarek düdükte.

Bir gün Karaköy'de dolmuş bekliyordum. Kuyrukta bekle bekle, sıra geleceği yok. Elimdeki zincire bağlı düdüğü sallayıp dururken her nasılsa dalgınlıkla düdüğü ağzı ma götürüp öttürmüşüm. Oradan bir memur koşup geldi, selâmı çaktı. Sen olsan ne yaparsın?

• Bilmem!

• «intizamı temin edin oğlum!» dedim, yürüdüm; Biraz gittim. Kalabalıktan, caddeden karşıya geçemiyorum. Düdüğü çıkarıp öttürdüm. Bütün taşıtlar durdu. Karsı ya geçtim, «Yahu bu ne iş?» dedim kendi kendime.

Düdüğü öttürdün mü, işler istediğin gibi yürüyor. Sonra anladım birader. Bizde bütün işler düdükle yürümez mi? Vapur düdükle kalkar, tren düdükle kalkar. Araba düdükle durur. Kavgacı düdükle barı ş görüş olur. Hattâ düdüğün sesini duyan kaçar. Bak, şimdi şu meydanda bir düdük öttüreyim, çil yavrusu gibi herkes bir yana dağılır...O zaman anladım, bizde bütün işler düdükle yürüyor.

O gün bugün işte bu düdüğün sayesinde geçinip gidiyorum. Bak, dinine, imanı na başkası na söyleme. Yoksa eline bir düdük geçiren fırlar ortaya. İşe kesat girer. Söylemeyeceğime yemin ettim, ama, yazmam diye yemin etmedim ya... İşte yazıyorum. Simdi benim de sizden bir ricam var. Su söyleyeceklerimi siz de sakın başkasına söylemeyin. Musa'dan ayrılınca hemen bir düdük de ben satın aldım. Taksim meydanında bir düdük öttürdüm. Gelgelelim, hiç kimse düdüğe aldırış etmediği gibi, ilk öttürüşte beni yakaladılar. Ertesi gün de gazeteler «Sahte müfettiş yakalandı », «Kendine polis süsü veren biri tutuldu» gibi benim için yazmadık söz bırakmadılar. Oysa, Tanrı bilir ya, düdük öttürmekten başkaca hiç bir suçum yoktu. Ondan sonra anladım ki, bizde düdük geçiyor geçmesine ama, öttürmesini bileceksin. Benim gibi, düdüğü öttürürken, elin ayağın titrer, öttürsem mi, öttürmesem mi diye kuşkuya düşersen hapı yutarsın. Benim de sizden ricam, düdüğün nasıl öttürüleceğini başkaları na söylememenizdir.

Yoksa düdük, öttürmesini bilen için çok işlere yarıyor.