18 Ağustos 2009 Salı

Ne Var!

Oku.

Yok burda DE,
...olcağı tek şey,
kocaman
bir
MOK.
RASİ-m
YOK!
Anla/dın mı!

-KORK-

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Aramızda...

Nasılda aramıza uzanmış yatıyor...
Kirli,
pislik dolu,
kokuşmuş,
bütün iğrençlikleri üzerine alarak,
nasıl da bizi bölmeye çalışıyor
...değil mi?
Nekrofiliydi bu pislik!
Yakılıp, bedenini aramızdan,
çekip savurmamız gerekiyor aslında.
Aramızdaki husumetlerin bitmesine
sebeb olur mu dersin?
Yoksa faşizm etkinliği
mi
bu söyle!
Oysa nasılda bunlardan yoksunduk ilk başta.
Sade,
düz,
basit
bir formu vardı.
İnsanlar!
...taptıklarını kendilerine büründürenler!
gölgelerinin yarattığı bu etkiyi söküp atmak,
bizim işimiz.
Boşver ve geç
-tiğim hayatı yenecez!
Birlikte!
Birlikle,
Bir seferde!
Bekle
ek
...leyeceklerimi iz
le
ce-
-vaplayacam!

LiberterKedi

16 Ağustos 2009 Pazar

Tehlikenin Farkında Mısınız!

Kendi foseptikliğimize gömülüp çıkarak, sürükleniyoruz hayatın tahterevallisinde ...

Neyi anlatmaya çalışıyorum onuda bilmiyorum. Hem kimseyi ilgilendirmeyen olgular bunlar. Çünkü en değer verdikleriniz bile sizi anlayamazken, kimsenin anlayabileceği bir şey değil bu. Sebeb: Herkesce diğerinin sorunları basittir. Kimse nezaketli olupta, senin yerinden bakmaz hayata. Bencilliğin temeli bu çekirdekten yükselmeye başlıyor. Çünkü bu şartlar altında seleksiyona uğrayan insan kendini topluma göre değiştiriyor. Gittiği noktanın bir son olacağını görmüyor. Kendini tüketen, karşısındakini düşünmeyen bir birey oluyor. Sadece salt muhaliflik ile kendi fikirlerini ortaya döküyor. Oradan, buradan olaylara yaklaşarak karşısındaki dinlemeden analitik düşündüğünü sanıyor. Veya dinleyen bir tavır sergileyerek, olayı irdelemeden karşısındakini yermeye koyuluyor. Bu işte başkalaşımının ilk tamamlanma evresindeki hali. Bunun verdiği acıyı, kendimde o kadar derin yaşıyorum ki şu sıralar çıldırmanın eşiğine gelip gelip gidiyorum. Bu yüzden, ya ben yanlış bir gelişim evresindeyim, ya da bu toplum körleşmiş, lime lime edilmiş, parçalanarak kendinden geçmiş bir halde.

Bütün bir organizmanın bu kadar duyarsız olması, ukala oluşu, hayatı kendi açısından değerlendirmesi, kendi perspektifinin kusursuz olduğunun sanrısından kurtulamaması büyük bir psikolojik ve farmakolojik sorun değilde nedir?

Herkes negatif bir düşünce ile, olaylara karşı geliştirdiklerinizin uygulanamayacağını söylüyor. Tecrübelerinden faydalandığını söylüyorlar. Ama geride onların hayatını incelediğinizde bu başarı / başarısızlık öykülerinde sadece yaptıkları, başka bir bireyi nasıl yendikleri, nasıl başka birsinin yerine geçtikleri ya da başkalarının onlar gibi olmayı nasıl istediği arzusunu anlatıyorlar. Bu nasıl bir dünya!

Korkuyorum gerçekten. Ormanda yaşayan diğer organizmalar bile sadece yaşamlarını idamesini yürütebilecekleri kadar çevrelerini kullanırlarken, bu yaşadığımız formlar daha çoğunu istiyor. Saygısızlık, nezaketsizlik, üretimsizlik, tüketimci olarak aldığımız yapı insanlık ise ben insan olmak istemiyorum!

Bu kişilerden bilmediğim hayat temasını çizmesini istediğimde, bu kişilerin çizdiği sadece düz bir çizgi. Yok yukarısıda ya da yanında başka bir figür. Bu kadar koyun, bu kadar imitasyon kişiliğin arasında sağlıklı bireylerin varlığını koruyup çoğalabilmeleri, gerçekten başarı istiyor ve gerektiriyor. Evet belki de aşırı incelemekte iyi değil, hayat denilen taktirevalliyi olduğu gibi sürümek gerekiyor. Fakat ben zaten sürekli ayaklarımın havada ya da yerde kalmasını istemiyorum ki. Bir dengesizliğin olduğunu ve bunun psikodinamik bir etki ile insanları kendi ekseninden uzaklaştırdığını düşünüyorum!

Gelişimsel ve yarın tasarımlarında, başkalarından daha iyi olabilmeyi dayatan bu toplum yapısı ölü bir toplum yapısı değilde nedir bilemiyorum.

Bunun akisini iddaa edenler hangi temele dayanarak karşı çıkıyor bu söylemlere, dinlemek istiyorum. Ya ben çok karamsar düşünüyorum. Yada toplumsal aydınlanmaya inanmayı kesmemle alakalı bu fikirler.

Ama bir gerçek var ki, bugün gözlerimle algıladığım, beynimle irdelediğim bir gerçek hayat varki, çok kötü bir hayat bu. Çünkü bizler içerisinde giderek yarasalaşıp, kendi sesimizle yol alan formlara dönüşmüşüz. Bu uğurda yolumuza çıkanları kemirerek ilerleyen farelere doğru giden bir doğal seleksiyonu tamamlıyoruz. Evriliyor ve kendimizi yitiyoruz.

Acaba kaçımız bu tehlikenin farkındayız merak ediyorum.

Lütfen birisi açıklasın!

LiberterKedi Sorunsalı Ne?

Fareler Birbirini Yer!

Sonuna kadar okunması şiddetle tavsiye edilmektedir!


Bir zamanlar...Memleketin birinde...Hayır, masal değil bu... En doğrusu, yeriyle, zamanıyla anlatalım.

Zaman: Milattan sonra...
Yer: Bu yeryüzünde bir yer...
İşte yeri belli, zamanı belirli...

Gelelim olaya. Söylenilen zamanda, adı geçen yerde, bir büyüüük ambar varmış. Bu ambar, tıklım tıklım yiyecek, yakacak, yunacak, giyecekle doluymuş. Herşey düzenlice ayrılmışmış. Pirinç, nohut, fasulye, bakla gibi kuru zerzavat biyanda, buğday, arpa, çavdar, yulaf gibi tahıl biyanda...Sabunlar, yağlar ayrı yerde; giysiler, ayakkabılar ayrı yerde. Söylenilen yerdeki, adı geçen zamandaki, sözü geçen büyüüük ambarı, çok işbilir birisi yönetirmiş. Bu işbilir, becerikli yönetmen, günün birinde ne yapacağını şaşırmış. Çünkü o ambarı fareler sarmış. Yiyecekler gündengüne eksiliyor, peynirler, peksimetler kemiriliyormuş.

Becerikli yönetmen elbet elleri böğründe oturmuyor, boş durmuyormuş. Canla başla farelere karşı savaşıyormuş. Ama ne yapsa savaşta başarı kazanamıyormuş. Kemirilen sabunlar, peynir tekerleri gündengüne eksiliyormuş. Giysiler didik didik, parça parçaymış. Un çuvallarının içi fare yuvaları. Ambarda farelerden hiç mi hiç aman yok...

Kavurmaları, tahılları yedikçe semirip şişiyorlar, şiştikçe azıp dolaşıyorlar, üreyip artıyorlar... Ambar farelerle dolmuş. O koskoca ambarı fareler ordusu işgal etmiş. Artık başa çıkılır gibi değilmiş. Yalnız yiyecekleri yemek, elbiseleri kemirmek, peyniri, sucuğu dişlemekle kalmıyor; ayakkabıları, derileri, tahtaları bile kemire kemire dişlerini, tırnaklarını biliyorlarmış. Fareler bol bol, beslene beslene kedi kadar irileşmişler, git gide semirip köpek kadar olmuşlar. Hiç dur durak yok, ambarın içinde koşup oynayıp, atlayıp sıçrayıp duruyorlarmış. Üstelik ambarın en güneşli, en güzel, en görüntülü yerlerini de onlar kapmışlar.

Becerikli yönetmen, farelere karşı amansız savaşını sürdürüyormuş. Ambarın her yerine, her kıyı bucağına en etkili fare zehiri koymuş; hiç işe yaramamış. İşe yaramadıktan başka, insanların keyif verici zehirlere alışmaları gibi, ambardaki fareler de, ambar yönetmeninin ölsünler diye oraya buraya yerleştirdiği zehirlere öylesine alışmışlar ki gündengüne daha çok zehir istemeye başlamışlar. Zehirleri hergün biraz daha arttırılarak verilmezse, ambarı yıkacak gibi tepiniyorlarmış. Ambar yönetmeni, en avcı kedileri toplayıp gece ambara bırakmış. Ama ertesi sabah ambarda, zavallı kedilerin tüyleriyle bir iki parça kemiğini bulabilmişler. Farelerle kediler başedemiyorlar, en etkili zehirler bile onları öldürmüyormuş. Ambarın becerikli yönetmeni büyük kapanlar kurmaya başlamış. Kapana yakalanan fare oluyormuş. Ama gecede beş fare kapana tutulsa, günde en az yirmi otuz fare ürüyormuş.


Sonunda yönetmen düşüne taşına kendince bir yol bulmuş. Üç tane büyük demir kafes yaptırmış. Kapana yakalanan canlı fareleri bu kafese atıyormuş. Her kafes farelerle dolmuş. Yönetmen kafeslerdeki farelere yiyecek hiçbişey vermiyormuş. Bir gün, üç gün, beş gün kafeste aç kalan fareler, içlerinden en zayıf olan kendilerinden birini parçalayıp yemişler. Karınlarını doyurmuşlar. Bir zaman sonra yine acıkınca aralarında dalaşmaya başlamışlar. Bu kanlı dalaşma sonunda, yine içlerinden birini boğup parçalayıp yemişler... İşte böyle böyle her üç kafesteki farelerin sayısı gündengüne azalıyormuş. En kodamanları kalıyor, güçsüzleri, ufakları parçalanıp yeniliyormuş.

Fare dolu kafesler, canlı savaş alanına dönmüş. Sonunda her kafeste üçer, beşer fare kalmış. Bu kez, geri kalan fareler, karınlarının acıkmasını beklemeden içlerinden birinin üzerine atılıp onu parçalamaya başlamışlar ki, biri ötekini parçalamazsa, nasıl olsa o kendisini parçalayacak. İşte o yüzden kendi canlarını kurtarmak isteyen fareler içlerinden birini, uyurken, uyuklarken, dalgınlığından yararlanarak boğup parçalıyormuş. Dahası, kafeste ikisi, üçü birleşip birinin üzerine atıldığı bile oluyormuş. Aralarında o birleşenler de, sonunda bir punduna getirip birbirlerini yiyorlarmış. Sonunda, her kafeste tek fare kalmış, en iri, en büyük, en kurnaz, en güçlü fare. Becerikli yönetmen, her kafeste birer fare kalınca kafeslerin kapılarını açıp fareleri teker teker ambarın içine salmış.

Kendi türlerini yemeğe alışmış, yani canavarlaşmış olan o besili kocaman üç fare kafeslerinden kurtulunca ambarda ne kadar fare varsa üzerlerine atılıp onları boğmaya, paralayıp parçalamaya başlamışlar. Bikez canavarlaşmış olduklarından, yediklerini yiyor, yiyemediklerini de, onlar kendisini boğup yemesinler diye, öz güvenceleri için öldürüyorlarmış. İşte böylece, söylenilen zamandaki, adı geçen yerdeki, sözü geçen ambar, hiç olmazsa bir süre için farelerden kurtulmuş.

Olay burda bitiyor.

Şimdi sizlere bir soru: Becerikli ambar yönetmeninin aklına, şeytanın bile aklına gelmeyecek bu kurnazlık nerden geliyor? Fareleri birbirine yedirerek onları yok etme yöntemini nasıl buluyor?

Cevap: Çünkü o becerikli yönetmen, kendisi de, kendi türdeşlerini yok ede ede sağ kalan en güçlü fare idi, kendi arkadaşlarını yiye yiye, yok ede ede, o büyüüüük ambarın başyönetmeni olmuştu. Kendi yaşamındaki başarı yöntemini farelere uygulamıştı.

Sonuç: Fareler birbirlerini yer!...

Not: Çocukluğumuzda büyüdüğümüz öykülerdi bunlar. Bugün belki gözü çarpan olur da, okur diye paylaştım. Yoksa git gide fareleştirilen insanların, birbirini yemesini isteyen güruh yüzünden insanlar geriye baktığında, hatırlayacağı bir kişiliği kalmayacak.

14 Ağustos 2009 Cuma

Sıradanlaştırılmış Hayat Kusmukları!

Sıradanlaştırılmış hayat kusmukları:

Nedir?

Nasıldır?

Neye bağımlıdır?

Aşk,
Sevgi,
Hisler,
Sadakat,
Yalanlar,
Suskular,
Korkular,
Sövgüler,
Duygular,
Ağlayışlar,
Bağımlılık,
Değiştirmeler,
Eylemsizlikler,
Ötekileştirmeler,
Sözcüksüz anlatımlar.

...ne kadar boktan bir üçgenin içerisine sıkıştırılmış sevgi, değil mi. Gündelik yaşamlarının içerisinde hiçbir etkili eylemi olmayanların, ilişkilerindeki nü ruh yapısı çok ciddi işaretler göstermekte bize.

Sevmek ise: Sadece yaşamak, birlikte olmak, bir olmaktır...

Güven,
Çıkarsızlık,
Karşılıksızlık,
Kinden arınmışlık,
Olduğun gibi olmaktır..

Susmamak Gerekli!

İstediklerinizden korkmalarının sebepleri var.


Yaşattığınız bu zamanda yok ettiğiniz geleceğiniz, sizin için birer toplum bombası halini almıştır. Fakat sizlerin spekülatif sistemlerinizin zayıflığını, sağlamlaştırdığınız halüsünojik etkili düşünceleriniz onları uyuşturmuştur. Cezalar bu yıkımın cellatları haline gelmiştir. Bu yaptırımlarınızın getireceği ise, dönemlik zayıflıklardır. Bu damarın istediğiniz yerini bağlayın, kangren edin, içerisinde bulunduğu uzuvu, kesin atın o uzvu, fakat engeleyemezsiniz bu fikir şahlanışlarını.

Düşüncedeki tahakkümsüzlük, her zaman bir yerde kendini kalıplara sokmaya çalışan otoritenin, koltuğunu sarsmaya devam edecektir. Bedeni lime lime edilip, yakılıp, eritilse de bireyin özgürleşmesini fısıldayacaktır her daim. Süreç bu yüzden engellendiği kadarıyla daha da güçlenerek geri gelecektir. Her katliamı sonrasında gönderilmesi ile, insanın bünyesinde bıraktıklarıyla onu şüphelendirecektir.

Bu noktada konu ekseninde ki bireye düşen görev, bu şüphe argümanını iyi değerlendirip aydınlanmaktır. Çevresinin baskıcı, bağımlı, yasalara köleleşmiş halde yer alma, karanlıklardaki durgun olması yönündeki telkinlerine kulak asmaması gerekiyor. Bu zincirleme uyuşturma süreç silahlarını aştığında, ruhunu sanatla, bilgiyle, felsefeyle, sorgulamayla besleyecek ve başedemeyeceği hiç bir sorun kalmadığında. Otoritenin ne yapmak istediğini görecektir.

İste bu bize, onların neden korkulara sahip olduğunu gösterecektir...

Bu yüzden bu süreçte yapmamız gereken ise: Sorgulamak, düşünmek, tasarlamak, üretmek, tüketime karşıt muhaliflik sürecinde çok yönlü düşünme ile susmamalıyız!

Bitmedi.

Köle!




Beden giydirilmemiş düşüncelerin, toplum için tehlike arz etmesinin sebepleri nedir?


Mülkiyet hakkı ile biçilmiş tahakküm köleliği değil de, nedir bu!

Bunun tehlikeli olduğunu söyleyen bu fikirsizlik ekseninde, nasıl milyonlar sürüklenebilir. Bu sistematik aptallaştırma süreci metaları olan popülerleştirilmiş tv, gazete, iletişim araçlarının ayakta kalma sırasında, artık yıkılmaya başlaması...onların son zamanlardaki üretimsizliğinden görülmektedir.

İnsanları kendilerine bağlamak için uygulanan porno, erotizm, ahlaki bağımlılık konuları, dogmalar, etnik yapılar zamanla bu süreçte tükenecektir. Çünkü birey, aydınlanmaya başladı mı sahip olacağı yoketme güdüsü ile bunları yıkacaktır.
Yıllardır direndiği düşüncenin özgün, özgür yapısını kaplayamaması, onun duvarlarını çatırdatmıştır. Bu çatırdatma uyuşturulmuş bireyin uyanma süreci ile başlayacaktır / başlamıştır.

Aptallık manifestoları ile engellenememesi, bu başlangıçlardan çekinme hali yüzündendir. Formu belli olup, temeli sorgulamaya dayalı sistem gereksinimlerinin, bağdaşmadığı muhtaç toplum yapısı yıkıldığında herkes serbest kalıp kendisi olabilecektir. Biçim verilmiş alçı kişilikler, artık bu kadar yeniliksiz değişimleri bünyesinde barındırmayacaktır. Ve katılaştırılmış özgür irade için her daim savaşacaktır birey.

Bu yüzden otorite için geliştirilmiş anti-tezler, tehlikeli ve yok edilir bir halde görülmektedir bu embesiller tarafından!

Göründüğü üzere, düşünce üzerindeki bu tahakküm korkuyu yaşamaktadır yaptıkları ile...

Böylelikle insanlar uyanmalı ve direnmelidir bireysel özgürlükleri için!

Bitmeyen ses.

13 Ağustos 2009 Perşembe

SÖVÜN!

yitirilmiş

aşkların bekçisi...

susku güncelerine

kelam olmuş nefes...

kaybedilmiş zamanların,

gölgesi olmuş hisler...

fırlatın en ezici sövgülerinizi,

gündelik aşklara...

bedenin obje, aşkın meta olduğu zamanlardaki sevgilere

SÖVÜN!

11 Ağustos 2009 Salı

Hiç...

İnsanın bir kere özü satılmaya görsün, alınan maddi karşılık onu o an rahatlatıyorsa...insan ruhunu bile satmaya meyilli oluyor.

Para kölesi toplumlar senfonisi...

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Kötü Söz


Ey Sevgili...
Yüreğimdeki ateşimde
kavrul,
gözlerimde
hapsol,
göz yaşlarımda
boğul,
saçlarıma dolanarak
kaybol....
Sadece bil beni,
bil dil(inde)n kopan
bensizlikler yok
eder beni
sen
siz
ce
olduğum
havasız zaman
dilim
ler
i
n
d
e
.
.
.

Dil Kondomları....


İnsanların beyinsizliklerini kabul etmeyişi, onları toplum sülüğü yapar...

Bu kadar sülüğün içerisinde yaşayan diğerlerinin, vicdani sorgulamaları ile damarlarındaki kanlarının bir gün çekilip kurumasına, bahsettiğimiz gerzek parazitler sebep olacaktır. Fakat aynı zamanda, gerzek dediğimiz bunların, otoritelerinin çok sağlam olarak kurmasının suçlusu bizlerizde...

Eylemsiz, sessiz, sakin, çok bilmiş ama hareket sürecinde statik kalmamızdan dolayı bizlerde bi bok değiliz.

...ama....

Bazen sevdiklerimizin bizi bağımlı hale getirmesi, bizleri bu boktan ekolojiye saplamıştır. Bu işin en acı ve katlanılmaz tarafı. Dil kondomlarını alıp, bizim üzerimizde libidolarını düşüren sülüklerin tahakkümü altında yaşamak bu aptal bağımlılıktan kaynaklanır. Çünkü siz kayıtsız sevdiklerinizin bağımlılığına takılır ve onlar tarafından köleleştirilirsiniz. Sistemin foseptikliğinde bu yüzden gömülü kalırsınız.
Sistem...

Bağımlıların içerisinde yaşamaya çalıştığı, doğal olmayan yaratılmış hücrelerdir. Kendi yarattıklarının kölesi olan bir toplumun, nasıl başarılı olacağını düşünün...

İronik olan insanoğlu bunu, oluşumunun ilk evrelerinden sonra, yerleşik hayatı idame ettirmeye başladığında sürümeye başladı... Acının bu yüzden kaçınılmaz olması, sistemin biyolojik silahından ötürüdür. Tıpkı toplumlara korkuyu aşılaması gibi...

Metalar farklılaşmış insanlarda, fakat yönetilme arzusu her daim aynı kalmıştır. Bunun en temel nedeni ise düşünememesi ve egosunun gedikli olup, herşeyi bildiğini sanma sanrısıdır. Böyle olan herkes bu yüzden bi bok olamaz. Toplumda tek kurtarılacak bireyler ise sevdiklerinin bağımlılığının kölesi olmuşlardır. Onlar kurtarıldıklarında herşey daha savaşımlı olacak ve sistem yıkılmaya mecbur kılınabilecek bir hal alabilecektir.

Böylelikle toplumun kanını emen sülüklerden arındırılacak bir sivil hareket başarıyı, düşünceyi, mücadeleyi, kendi yaşamını daha özgür ve özgün biçimde yaşayabilecektir.

Bunu nasıl bir zihniyet istemez ki...?

Cevap: düşün..

Sülük: Bana ne lan. Ne enerji sarfedeceğim!

9 Ağustos 2009 Pazar

biç(im)siz

yık!

... .... dogma....

herşeyi.... kategorize eder...

ölüsün..........

insan!

8 Ağustos 2009 Cumartesi

Unutma....


Siz okumanın özelleştirilmesine, neden karşı değilsiniz!

...bu gün devlet üniversitelerinden alınan har(a)çlar hat safhada. Çeşitli alanlarda bunu dile getiren gençler ise 4&5 kişi oluyor. Yada kitlesel eylemlere sadece belirli ideolojik çatı altında olan, topluluklar katılıyor. İtiraz etmek bireyin en doğal hakkı iken, insanın buna karşı çıkmaması...karşısındakinin daha fazla, bunun gibi eylemlere gitmesine sebep oluyor. İşlenen suçun işlenmeye devam etmesi olayında, suçlu kadar kurbanında suçu olduğu aşikardır. Neden mi?

Olayların süreçlerde devam etmesidir bunun göstergesi...

Üniversitelerin kene haline getirilip, eğitim yuvasından çok ticarethanelere dönmesi, bilimselliğe katkı yapmak için gerçekleştirilmiş eylemlerden uzaktır. Bu sadece eğitimin ticaret metası olarak görülmesinden ötürüdür. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü eğitim bir ulus için kalsiyumdur. Ayrıca toplumu oluşturan bir bireyin, kendini geliştirmesi için gerekli olan en değerli kimyasal madde gibidir...Mecazi olarak bu anlatımla, kalsiyumu olmayan toplumlar, gelişimini tamamlayamaz. Ve kırılmaya mecburdur...

Para bulamadığı için üniversiteye gidemeyen onca genç varken, bu engeli borç-harç aşan insanlar bu har(a)ç paralarını nasıl ödesin?

Düşünmemek gerekiyor, itiraz etmek ve eğitim hakkının toplumlar için en gerekli/şart unsur olduğunun bilincine varılması lazım. Bunun gerçekleştirilmesi ise daha fazla zaman almamalı. Bunu bilipte yapmayanların kulaklarına, haykırılması için kitleler biran önce uyandırılmalıdır!

Unutmayın,

Eğitim bir toplumun gelişmesinde gerekli olan kalsiyumdur....

5 Ağustos 2009 Çarşamba

His...

Katmerli yalanları doğuran masumane kaçamak cevaplardır....

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Beyinsiz...

Sabrınızın sınır libidosu yükseldiğinde, elinizi beyniniz içerisine sallayın. Hoşnutsuz Dünya' nın ortasında yaşamak beyinsizlere özgü olmuş zamanda..

Embesil olma hissiyatı...

31 Temmuz 2009 Cuma

...kevaşe


Bir kadının...
...sevişme sonrası
kızarmış dudakları.
Teninden yükselen,
üzerine bulaşmış iğrenç ter,
Morarmış vücut hatlarındaki
buruşuk tarih,
Dili olsa neleri anlatacak olan
kırış kırış bir deri,
Nasılda sigara dumanı gibi
onun üzerinde
asılı kalmış.

....koku...

29 Temmuz 2009 Çarşamba

NekrofiliBütünleşikYaşam

...kulağıönyargılarlaorgazmolmuşzombilerdinleyin!...sokakiçerisindeyaşadığınızmevcutsisteminnasılboktanolduğunu
gösteriyorsize.sizlerinsaplanıpkaldığınızyersadecefoseptikçukuru!...yaşamakbuyüzdendünyadasadecenekrofililerin
yapabileceğibirformagirmiş!

23 Temmuz 2009 Perşembe

Ne derse desinler...

...en güzeli dostum, en güzeli.


Kesinlikle yaşamamak, kaçmak, yokolmak, pes etmek, hayatı gözardı etmek desinler. Boşver yaşamamak en iyisi.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Kırıntı / Piece

Kırıntı(Arinsu Arslan Kısa Filmi)



...siz hiç aç kaldınız mı?

İşte bu kısa filmde bunu tadacaksınız. Arinsu Arslan hazırlayıp yönettiği bu kısa filmi, insanların amaçlarının dışında da kullandığı asosyalleşme yeri haline getirilen Facebook'ta kendi yakın bir tanıdığımın sayesinde izledim. Açlığın ne olduğunu bilen biri olarak, filmin ilk karelerini izlediğimde, ondaki vuruculuk, sarsıcı ve yüreğinin bam telini çekip kopartan o sahneleri izlerken, gözleriniz nemlenecektir.

Bir çocuğun o saflığıyla, kirlenmemiş yüreğiyle içerisinde bulunduğu durumu bahane etmeden, diğerini kurtarma hissi ile gerçekleştiridiği eylemi bu kısa filmde izlediğinizde derinden kendinizi, yaşadığınız koşulları, yaşatılan koşulları sorgulayacaksınız.

Sorgulamadığınız takdirde, size tek diyeceğim:

Sizler; yağlı kıçlarınızı büyütüp, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığıyla ilerleyenlerdensiniz. Diyarbakır' da çamur içerisindeki insanların, üzerine bağış adı altında aynı hayvanlara yem atar gibi, bağış kumanyelerini atanların ve onlara muhtaciyetinden dolayı alanların insan olduğunu unutanlardansınız. Ayrıca sizler, Somali' de açlıktan dolayı insanların hırsızlıkla, Ortaçağda' ki korsanlığa yeniden başvurmalarının ne kadar acı birşey olduğunu anlayamayanlardansınız diyorum. Bunu bu faşist, kaba ve dikte eder üslupla söylediğim içinde sizlerden özür dilemiyorum.

Fakat, böyle olmayan ve çocukların yaşayabileceği bir dünya bırakma derdinde olanlardan , onlar için bunun savaşını veren insanlardan, ötekilerinde olduğunu bilip, bu bilinçle yaşayıp mücadeleye katılanlardan, yarınların miras olduğunu bilip, asıl sahiplerine yaşayabilecekleri bir dünya bırakma gayretinde ve uğraşısında olanlardan "Özür Dilerim".

LiberterKedi