30 Haziran 2010 Çarşamba

yaş[at]ıyorum.com

yaşadıkça yoruluyorsun artık. hayatındaki günlük kelimeler ağzından cımbızla alınıyor. günün yorgunluğu, hissizleştiriyor seni. hergün bir önceki günün imitasyonu oluyor. giydiklerinle bir başkasının aynası oluyorsun. toplumu etkilemek zorunda olduğun dayatılıyor. para kazanmalı, ruhunu ortaya koyarak ticaret adına kevaşeleşmelisin. işte bu şekilde: mekanik bir varlık haline geliyorsun. tanrı adına konuşuyorum / yaşıyorum diyorsun. ama halbuki kendi kendine öykünüyorsun. 

mekanikleşmenin izdüşümleri... 


gölgede ise bunlar, onların kelimeleri, söz öbekleri, betimledikleri öykünmeler. tıpkı okulda, dışarda, evde içine nüfuz ettirilirek ilahlaştırılan öykünmeler gibi.

inançsız olmalısın.
yıkım güzeldir böyle bir aptallık için.

unutma: hepsi senin zihninde. engellemek bireyin tercihidir. yani bu dayatma masal cinnetle yıkılacak. topluma karıştırma onları. "tanrı adına konuşuyorum..".. diye, bunu kendine görev addediyorsan, kokuşmaya başlamışsındır. ama sadece sana ait olan şizofreni bu.

uyanmak gerek. herkes sokakta bir azize / aziz. ama içerisinde birşeyleri bızıkladıkça, her şey buharlaşıyor. dogmalarla bezenmiş fikirler, kolonya ıslaklığı gibi zihinde gelip geçici etkiler yaratıyor. bunlara karşı körleşmeliyim. sorgulamadan kabul etmeliyim. susmalıyım. konuşmamalıyım. ama ben tanrıya inanmıyorum ki...

totaliter hayat şizofrenisi...

her yerde huzursuzluk, mutsuzluk, acı ve yorgunlukla sinesi kabarmış insanlar var. korkuyorlar, korkuyu yaratanlar tarafından korunuyorlar. içerisinde zaman zaman ellerine zorla savaş metalarını tutturuyorlar. düzen  ötekisi gibi olmayı seslendiriyorlar. marşlarla, uygun adımla, yüksek sesle...

ironi değil de ne bu?

umursamazlığın getirdiği etikle... 
hareketsizliğinizle: 
baskı, 
zulüm, 
cinnet, 
katliamlar, 
sınıfsal farklar ve insanların buna kayıtsız kalışı. 

acayip bir sentez bu. has kokuşmuş dünya tragedyası. hadi alkışlayın insanlar. sizden üstünü yok. üzerinde yaşadığınız ekolojiyi, hergün değişik pozisyonlarda ilişkiye zorlayarak kirletiyorsunuz. nükleer denemeler. çevreye atılan çöpler. atmosfere salınan gazlar. okyanusların kalbine saplanan petrol platformları. genetiği piç edilmiş organizmalar. kısacası dengesi, kapitalizm uğruna sikilen doğa. neleri gösteriyor, neleri...

ya bizler...

puslu bir camın üzerindeki buğu kadar etkiliyiz.

sessizlik: küresel ısınma. türlerin kırılıp yok olması. denizlerin, ırmakların, çayların, derelerin kızmasıyla buharlaşıp ardından asit yağmurlarıyla tepemize akamaları...

bizim yarattıklarımızın yansıması...

bizlere doğa tarafından biçilen bir kefendir bu.

korkun.

asıl bundan korkun. ürkün, ağlayın. hatta değersiz yaşamınızı sonlandırın. intahar edin. yanarak ölün. bu şekilde gideceğiniz yere alışmış olarak gitmiş olacaksınız.bu yüzden, yükseldiğiniz yerden korkuyla düşün. çünkü  zaten ölüsünüz. ölümü hergün kendiniz hazırlıyorsunuz: doğaya sahip çıkmayarak, insanlığınızı terk ederek.

alternatif asosyol yaşam şeysi, buyrun burdan alın: www.yasiyorum.com


29 Haziran 2010 Salı

gölgeleri parçalamak...

...insan, kendisi dışında herkese borçlandırılmış bir metadır. 
her metanın birbirini satması ise kara ironidir.

neden bu kadar fazla çürümüşlüğü içeren bir toplumun, bireyleriyiz.

birbirimizi tüketmekten başka birşey yapamayan hayvanlar haline geldik. diğer hayvanlardan farkımız, düşünerek  hareket edebilmekken; bizler ilk düşüncemizde,  insanı nasıl sömüreceğimizi etkin kılmışız. garip bir tragedya hayat. baş piyonlarıda bizleriz. birbirimize maskelerimizin ardından hitap ediyoruz. kara mizah gibi bişey bu. sahteyiz. yapay tanrılarımız var. maskelerimizi onlar belirliyor yüzümüz için. işte salt bu yüzden özgürlüğü hayal ederek rüyamızda görebilecez. umutlarla, uğraşmadan, emek sarfetmeden gelemeyeceğini reddeden bizlere çok uzak özgürlük.

kuklalarız. 

not: özgürlük millileştirilip, piyangolaştırılarak satılacak bir meta değildir.

maskeleri kenara atarak, kendimiz olarak konuşamayacak kadar korkak kuklalarız. modernize edilmiş pinokyolarız. burunlarımız, birbirimizin kıçına girmeden rahatlamıyor. dedikodu toplumu haline evrilmişiz. başkalarının yaşamlarını merak eder halde hayattan haz alıyoruz. gepettolarımız bir değil birden fazla. biz değil, bizden başka herkes yaratıcımız. tıpkı:

toplum gibi. 
onun getirdiği kurallar gibi. 
sistemin yılmaz ön yargıları gibi. 
kabul ettiğimiz yaratılmış ve genelleştirilmiş yasalara taptığımız gibi. 

...herkes bizim gepettomuz.

kendimiz dışındaki herşey. kısacası gepettolarımız çok fazla.

hepsinin sentezi ise susmamız için ilahileştirilmiştir. ismine tanrı denilmiş yapay bir insani sistemdir. sadece eleştirememek için ilahileştirilmiş suniliktedir. eleştiri yapamazsın, çünkü günahkar kılınırsın. ironisi de yaratanın yani insanın ta kendisi olmasıdır. bu sistem insanın sistemidir. bizler ise bu sistemin değiştirilebilinen çarklarıyız. ortasında durup devamını sağlayacağımıza, onu bozabiliriz. bu sistem devam etmemeli ve tanrısallaştırılmamalıdır.  yıkım şart(!)

...ki zıttını düşünürsek, tanrı eğer bunu istiyorsa: o zaman tanrı bütün zamanların en büyük sadisti ve mazoşistidir kendisi. maskulen davranmaktadır. kötü(!)

kokuşma bu değilde nedir?

bilgiden uzak, yaşamdan kopuk, beyinlerimizden iplerle bağlı halde yaşayan formlara girmemiz, kokuşma değil de nedir.

korku kurtulamamayı getiriyor. korku bağımlılık yapıyor. bizler ise endişesiz bir halde zombiler gibi dolaşıyoruz. gelişmiyor, üretmiyoruz. geliştiğimizi sanıp, ismine modernize toplum diyoruz. modernize ettiğimiz ise sadece mekanik hayat. düşünceler, yaşamlar değil. sadece birilerinin ceplerini doldurmaya yarayan mekanik yaşam. onu modernize ediyoruz. bu yüzden ölüm hali mevcut hayatta. yaşamdaki bizlerde ise...

...şuursuzluk sınırsız halde. 

zZzZZzz...

klonel formların uyku halinde yaşaması, izlemesi deniliyor buna. uyandırmalı bu toplumu, acilen uyandırılmalıyız. yattığı yerden suratına tekme atarak uyandırılmalıyız ki; hem yere düşmesiyle, hem de suratına yediği tekmenin acısıyla uyanmalı. 

faşistlik değil bu.

bu onu irkiltmeli.sarsmalı. derin bir sarsıntı yaratmalı. kalktığında titremesi şiddete dönüşmeli. ilk oturduğu yerden tahribata başlamalı. içinden başlamalı. adrenalin beynini arındırmalı. tepsiye dönüştürülmüş beynini kırıştırmalı birazcık.

yaşam içine tırnaklarıyla değil, tüm bedeniyle dalmalı. kavga etmeli engelleyenlerle. onların yüzünü dağıtmalı. sonra yüzlerini ayna tutup, yarattıkları bireyi göstermeli onlara. evet hiyerarşinin en üst kademesinin kullandığı meta bu. insanları, insanlara çatıştırarak kendine bağımlı hale getirmek. dogmalarla sınıflandırmak. parçalamak, kanatmak, ayırmak. her bireyi, en ince noktasından ayrıştırmak: totolojik çıkarım burda bu değilde ne olmalı...

şiddet mi olmalı.

istek şiddet değil. amaç; şiddetinde onlara karşı bir balyoz gibi kullanıla bilineceğini, göstermektir. çünkü kimse şiddeti arzulamaz. ama süt liman bir hayat yok dünyada. birileri ceplerinin obezliği ile dünyayı sömürürken, sessiz kalmak acıdır. 

dünyanın tecavüzüne izleyici olmaktır bu...

birbirmizi kemirmek ise ruhlarımızı onlara pazarlamaktan başka bir şey değildir.

kırın bu gölgelenmiş kabuğu...
ışık zihninde...
özgürlük ise
sorguda
mevcut
yap ve
gör
..
.

27 Haziran 2010 Pazar

Açlık / Hunger

Sizler tıkınırken, onlar kendi bedenlerini tüketiyor. Sınırsız tüketim aptallıktır.

26 Haziran 2010 Cumartesi

kırık kelimeler

...seni hissederken ağlıyorum,
bu sıcak zaman esintisi değil.
içimizdeki kendimize olan misafirliğimiz.
bir fırtına.
öksüzce esen 
bir tayfun
...
..
.

yerindeki boşluğu dolduramayanların 
kopartılması, götürdükleri...
kızgın bir rüzgar tokatlıyor
madem rüzgar kızgın,
güneşi çekelim aramıza.
dağıtmak gerek
bu basık 
huysuz 
hali.

beklemiyorum artık.
korku parçalamış kütlemi
yarım kalmışlık eksikliğinden
susmak,
es/mek değil.
kelimeleri kıralım doğru yerlerinden
hayallerimizi saplayalım 
üzerlerine
son sigaramızı tüttürdüğümüz ortak ağızla
halkalar yapalım 
mutluluğumuza.
içinden geçsin
semaya dolasın 
bizi..

değil mi ki aşk
benim/senin içinde olan 
ve esen töz
aynı
sen/ben

uzaklardaki başkasıyla
kayanın üzerinden kalkan
albatroslar kadar arzuluyum
sana deniz/
im...
...dinle
dalgaların armonisi
senin-benim 
seremonim.
yeniden
içinden
dinle.

24 Haziran 2010 Perşembe

soru



ölüm, hayat, insan. 

bu üç boktan olgunun içerisinde yürüyen insan...

....neden hep sakat.


19 Haziran 2010 Cumartesi

yağmur kokulum...

ah! 
düş olmayan bir şey var mıdır gündüzleyin. 
gözlerinde geçmişten gelen bir ışıkla, 
çevresine bakan kişi için? 

edgar alan poe


öpücüklerle hayallerimi uyandırıyorum.

seni barındırıyorlar. ne kadar yumuşak hisler bunlar. pamuk gibi. korkmuyorum yanında. ellerim ellerinde kenetli halde. susup, ağlıyorum. göz yaşlarım emekliyor yanaklarımdan aşağıya. sen parmaklarınla kaldırıyorsun onları yanaklarımdan. dudakların, dudakların dudaklarımla dans ediyor. titriyorum. ilginç bir duygu bu. yazdırıyor bana seni. seyyah ediyor beni, kelimelerde seni arıyorum. tanımlamak için. uğraştıkça, şizofrenleşiyorum. kişiliklerim oluşuyor. bilinçsizce tüm  harflere, tüm dillere, tüm toplumların aşklarına sarılıyorum. seni bulmaya, tanımlamaya çalışmak adına. deliriyorum. suskunum. neden bilmiyorum. 

ama artık değiştim. 

kelimeleri yiyorum, duyguları kokluyorum. bulamıyorum. nasıl bir sentez yapmalıyım. dünyanın en güzel tanımı için. en güzeli, en özeli, hiç yapılmayanı bulmaya çalışıyorum. benciliğimsin. kıskançlığımda faşistleştiğim kölemsin. hayalimdeki obezliğimsin. açlığım, doyumsuzluğumsun. sadece bana aitsin. sadece duygularımdasın. gizlisin. bilmeyeceksin. seni seviyorum. anlıyorum ademi. havva'ya olan duygularla, elma' yı bende yerdim. günah sensen. en günahkar benim baranım*.


ben sana dokunmak istiyorum. 

rüzgara karışmış béhn*'im. kokla. dokun gökyüzüne. yıldızlara bak akşamları. çünkü ben gökyüzünü okşuyorum. elliyorum yıldızları, ayışığında aralıyorum galaksileri. ardından sana doluyorum kayan yıldızlarla. dilek tut. 

ben sanırım sana aşık değilim. 

aşık olmanın çok ötesindeyim. gözlerin tenime izdüşümler gönderdikçe, çenemin bir buçuk karış altında, sol tarafta bir yerlerde; derin bir sarsıntı oluyor. ben seni ölümüne seviyorum. 

neden?

nasıl?
niçin?

yağmur kokulum...

düşüm/sün

baran: yağmur(kürtçe)
béhn: koku(kürtçe)

deliliğim neresindesin hayatın

linç et beni...
kalbim kaşarlaşmış
beynim kevaşeler pazarlıyor.
özlemimsin vahşet
metayım topluma.
yokluk her şeyimizde.
dilenciyiz günaha
diablonun soytarısıyım ben
koptukça, birleşiyoruz.
parçalandıkça, tamamlanıyoruz.
korkuyu mıknatıslıyoruz...
oyuna müdahil misin
linç et beni tanrının çekici.
köpeğim ben.
kerberos' u dişliycem.
ölüm olmalı bu yazıda.
deliliğim neresindesin hayatın.

18 Haziran 2010 Cuma

muşlu geçmeyen masal

hepsini öldürmek istesemde yapamıyorum...

katletmek istiyorum aslında. evet evet kesinlikle öldürmek istiyorum. benim olmayanı, benimkiymişçesine dayatmak ve beni köleleştirmek isteyen herkesi.



ismi köleliştirme olan eylem zincirini giyinmek ister misiniz sizler?

yaptırımların, sizin insiyatifiniz dışında, sadece onların yararına yapılmış olmaları çürüme değilde nedir.  yaptırımların eş anlamlısı köleleştirmek değilde nedir?

dayatmadır. dayatma, direnme gerektirmez. çünkü dayatılması gerekenin mutlaka kabul edilmesi gerektiğinden; dayatan onu hayvani güdüleriyle, savaşırcasına empoze eder. 

kötüdür.  

yapılması gereken ise: 

saçından tutup boğazını gerginleştirmekle başlar. hafif boyununda sıkışma hissettmesini sağlayacaksın. nefesi hırıltılanmaya başlayacak. suratı kızaracak. boynundan geçip, beynine giden damarlar iyice belirecek. işte o anların sürekli tekrarlanır hali hayatlarımızdaki dayatmaların, bize yaptığıdır. sadece ruhumuza tekrarlatır bu eylemleri. intihar düşünülür o anlarda. ölüm ustaca kazınılır, hayatımıza. o ana kadar geldiğiniz zaman dilimi birden "delirmiş" yaftasıyla örtülür. 

ya önündeki sebepler, 
nedenler. 
bunlar önemsiz midir?

önemsizdir. insan yaşamı değersiz bir çöplüktür. diğerleri için böyledir. bir gün, iki gün. hafta, ay, yıl. ya da her neyse. söz söylemek istemez kimse. susmak ve nedensellikten uzak yaşamak aşılanır. böylelikle kölelik sisteminin daimi hali gerçekleştirilir. giden gitmiştir... onlar için önemli değildir kimse. tek varlık onlardır. hayat işte bu kadar sıradandır. yaşanılmamasını öğütler. maskeleriyle günü birlik yaşarlar. askıya astıkları hayatları monoton ve sıradanlıktan ekşi bir ter kokusu gibi kokar.

yine de diyorum ölüm olmalı. ama acım içimde. büyüyor büyüyor, yine büyüyor. içimde harlansa da bir üflemeyle ateşleniyor yine. yakıyor tüm hislerimi. içim üşüyor. ruhum üreperdikçe titriyorum. susmak en iyisi değil işte. kimileri rahat ederken, kimileri ciddi bir distimik edayla hayata bakarken; yenilgiyi kabul edip, ölmek en ilahi eylemdir.

bu yüzden kölelik, körelmiş toplumu salık veriyor. 

peki biz bunu yaşadıklarımızı, neden hala sürdürüyoruz?

son söz: hayatım boyunca tek vakıf olduğum olgu gibi, bu da bir hiçlik türküsü gibi notsal satırlarda yanacak. yat. öl. körel. en güzeli buymuş masalda...

9 Haziran 2010 Çarşamba

uyan ve dur de(!)

insanlar...



körelmiş, yarasa insanlar. boya tenekeleri. estetizmin, dışa vurum ile gerçekleştiğini sananlar. beğenileriniz, kokuşmuş halde. nasıl mı? moda algınız ile kokan beğeniniz sayesinde. ölü. uyanın. ilkelsiniz. yıldız savaşları klonlarına benziyorsunuz. böyle imitasyon / yapay bir moda algısına sahip olduğunuz için, fino köpeklerinden farkınız yok. popülerlik peşinde kuyruk sallayan insanlar. sürüngenden daha aşağılık olan kişilersiniz. 

birey olamamışlar. 

salyaları camekanların temizlenmesinde kullanılanlar. pisliksiniz. 

kendi bokunuzu temizleyemeyen, yürüyen pislikler ordusu. bunu dünya bize söyülüyor. hakaret edip, yüzünü buruşturuyor hergün. sarsıyor bizi kendimize gelmemiz için. ya biz farkında mıyız? hergün uyuşturuluyor ve farkında değiliz diye, kendimizi aldatıyoruz. kokuyoruz. ölüm kokuyoruz. etrafımıza karşı duyarsızlaştığımızdan. bencilleştiğimizden. kendimizin etrafıyla sınırlı bir dünya algısına sebep olduğumuzdan, zombileşmişiz. tenimizden buram buram ölüm yükseliyor. bilinçsiz ve şuursuzuz.

neden mi?




kim biliyor ne anlama geldiğini?

hastalık mı yoksa bir hayal mi. ya da internette kullanılabilinecek bir takma isim mi bu?

ne kadar umrunuzda?

yılda kaç kişinin hayatını bu illet dolayısıyla kaybettiğini, biliyor musunuz?
 
kim bilir ki götündeki diessel' den, lewis' tan -her bilmemne şeyden alınmış- marka kotun üzerindeki taşlanmanın, nasıl yapıldığını. kimin umrunda olur ki bu. kim takar ki, nasıl insanların ölümleri pahasına çalıştırıldığını. 

küresel şirketlerin bireyselleşmesinin nasıl tehlikeli olduğunu. algılayamayan, sorgulamayan, türdeşini  korumayan, doğayı umursamayan insan, ölmeli(!) çünkü farkında olmadan zaten ölüyor. mekanikleşiyor. komutlarla çalışıyor. salyaları tüm camekanların önünde sel oluşturuyor(!)ne için?

görüntü herşeydir...gibi kapitalist bir slogan uğruna...

umursamıyoruz. yabancılaşıyoruz kendimize. ekolojimize yabancılaşmış haldeyiz. paranormalliğe ilintilenmiş dizilerin tutkunuyuz. ve cinnet geçiriyoruz. farkında değiliz.

kesinlikle deliriyoruz. kesinlikle. yoksa camekanların önünü kaplar mı salyalarımız... 

acı bu. his bu. yaşadıklarımız bu. alışılmadık bir şekilde itaat ediyoruz. özgür değiliz. kementlerimiz, tasmalarımız mevcut. köpeğiz bizler. istenilen gibi. haksız değilim. narsistim. her konuda eğitilmiş itler gibi, sadakatliyiz sahibimize. tıpkı şu döngüdeki gibi: 

"uymamız için emir veriyorlar. bizde uyuyoruz. kalkmamız için bağırıyorlar, kalkıyoruz. koyun gibi sıralanmamızı istiyorlar, sıralanıyoruz. verdikleri iğrenç yemekler için şükretmemizi istiyorlar, şükrediyoruz. aynı tipte olmamızı istiyorlar, bizde oluyoruz. sorgulamamızı istiyorlar, sorgulamıyoruz. yatmamızı istiyorlar, karanlığa gömülüp yatıyoruz. tepemizdeler. bizleri tanımadan bağırıyor ve hakaret ediyorlar. dünyanın en arı küfürlerini ediyorlar. vücudumuz şişse de bişey diyemiyoruz. SONSUZ İTAAT ismi bunun."



hiyerarşide en altta yer alan ezilir. halk. adını, cinsini, tipini çözdünüz mü bu sahnenin. 

hayatınız bu. 

sonsuz itaat. 

tahakküm etmek, yönetmek. demokrasidir bu. sessiz ve sinsi bir yaşam tarzı. uluyan ama uzaktan gelen bir ses ile korku duymamızı, acı görmemizi, üzüntüyü tatmamızı istiyorlar. bunu yaşamamızı isterlerken de estetik ile bizi uyuşturuyorlar. narkozları bu. görüntüye bağımlı olmak. sekse tapmak. dogmalara inanarak yaşamak. ölümü ruh gibi beklemek. hiç bir şeyi sorgulamamak gibi yolları izlettiriyorlar. uyanmalıyız. 

bilinçlenip, direnmeliyiz. adına toplum denilen bu kokuşmuş genel yapının nasıl çürdüğünün farkına varmalıyız. onlar yalnız. kendilerini düşünürlerken, bizler onların çöplüğünü oluşturuyoruz. içimizde biriken metan ile patlamalı ve onların üzerine yığılmalıyız. 
arzulanması gereken estetik doğada. yağmur sırasında yükselen toprak kokusunda. üreme zamanı göçen kuşların göçüşünde. birbiriyle çarpışıp şimşek çıkaran bulutlarda. gökkuşağının renklerinde. doğanın seslerinde. kısacası gerçek estetik gördüklerimizde. gösterdiklerinde değil. bunun farkına varma zamanıdır. ertelemeyin.

silikozisten ölümlere, maden göçmelerinden dolayı gerçekleşen ölümlere, devletlerin terörlerinden dolayı olan katliamlara dur demek bizim elimizde. sadece biraz daha geniş bir perspektiften bakarak mümkün. imkansız öğütlendirilendir. imkanlı olan ise isteklerimizdir. insan öğrenebilen hayvanların en zekisidir. bu yüzden doğa ona hizmet eder herşeyiyle. bu hizmeti kaybetmemek adına uyanın ve dur deyin(!)

6 Haziran 2010 Pazar

hisset(!)

mor düğmelerle bezeli hayat,

bir bir iliklediğim
mor düğmelerle,
seni saklıyorum 
tenimin üstünde.
göğüs kafesimin 
hemen altında.
sol yanımda
hisset(!)

içerisinde en taze elmalardan 
yaptığım, elmalı pasta kıvamında 

duygularım var.
sana saklıyorum.
kulağım ardına 
gizlediğim 
çiçeğim, 
papatyam
hisset(!)

kelimelere kanıyorum 
 
oluk oluk,
cümlelere ıslak harfler katıyorum 
sıra sıra
beyaz kağıtlara ilikliyorum
dizin dizin
seni
hisset(!)

...duymadıkların 

dilimde 
palazlanıyor, 
gözlerime batıyor.
korku sadece 
hissedemediklerin.
benim sana öykünmem
hissettiklerimi
anlatamamam
sadece
hisset(!)

ve...
dinle...
 
ben senin bıraktığının 
çok ilerisindeyim. 
gerisinde bıraktıklarımın 
çok üstesindeyim. 
ara, 
lanet. 
özlem 
acı. 
hisset(!)
lanet bir acı olsa da bu öykünme. 
imgelerimde hisset beni. 

yaz,
çiz,
karala,
ve 
tek bir geçişte 
sil beni 
ufacık bir şüphen varsa benden. 
kundakla beni hayallerinde. 
yoksa sadece 
hisset(!)

güven...
geleceğim umutla 
etrafını sardığım çiçeklerle,
serçelerin kanatlarına yüklediğim 
biz imleriyle.
başına yüreğimden topladığım papatyalardan
taç yapacağım. 
göz yaşlarını parmak uçlarımda toplayıp, 
dudaklarıma dolayacağım. 
benim susuzluğum
sadece:
emin ol ve güven
dinle ve inan

sen sadece hisset(!)

3 Haziran 2010 Perşembe

ağıt mamak

konuş-

mamak.
iş-e
git/me
k
ver-emediklerinin
örütüsü 
bu(!)

sus.

ilişkiler



ölümün kokusu dolaşıyor sokaklarda...

kan akıyor ağızlardan. yerlere kilim gibi yayılmış insanlık kendini ezmekte. tanrının ayakları gibi itilmiş dünyaya, sürünüyor. elma lanet olsun sana. neden bu kaosa sebep oldun. çocukların günahı neydi. insanın  hazzına köleleşmesi.ağlıyorum, bize miras bırakılan dünyaya sahip çıkamadığımızdan dolayı. hep bunu yapmıyormuyuz. hep hata, hep ağlama. ya eylem adına, düzeltmek adına ne yapıyoruz. kolay. "ÖLDÜRÜYORUZ."

ismine toplum denilen oluşum... 

içerisinde yaşamamız ve ahlaki değerlerine boyun eğmemiz öğretilen örgüt: çürümenin en uç noktasında(!) o kadar umutsuz ki, sanal bir aktivizm mevcut. fakat gerçeklikte? korku, herşeye engel. herkes, herşeye isyan halinde, ama ses yok. neden bu statik hal bilinmez. bas bas bağıran insanlık, ölmüş. ağıdını kendisi duymayan zombiler: sokakları çevrelemiş ve fütursuzca dolaşmakta. yaşasın günü yaşama dangalaklığı. yaşasın yarattıklarıma tapınma bağımlılığımız. herşeye tapınma, sorgusuz, tahakküm etmeyi ruhlarımıza prangalamış. kokuyoruz, klonel bir hale bürünerek.

uyku süresince....

yatamıyoruz. uykusuzluk. görüpte seslendirmediklerimiz. gözaltı torbalarımızda birikmiş. yüzümüze çullanıyor her gündoğumunda. giyindiğimiz kostümlerimiz, birbirimizin imitasyonu. yapay ve yansımayız. kin, nefret, katliam, kavga, dinlemeden yargılama, ukalalık, trans halindeki insanlık: bu cinnet değilde ne(!) 

tedavi etmek gerekiyor bu toplumu.... 

ya da kundaklamak gerekiyor. bireyi kurtarabilmek adına. insanlık kötü bir epidemi halinde. salınmış dolaşıyor gölge gibi. ölümün karanlığı gömülmüş içine suskun. izliyor. gülerek, cipsini ve kolasını tüketiyor. ekran olmuş dünya, dünya olmuş ekran. obezleşmiş insanlar. estetik maymunlar, kıllarını traş etmiş, sokakları arşınlıyorlar. emeksizce, tüketerek. yoksunluk, yoksuzlaştırılmış insanlığın aynası. ama görebilene.

hayat-i memnu....

sessizlik. parçalanmışlık. uzadısıya, dallandırılmış hayat. dini bütün bir gecenin bızırındaki meni. kaygan ve içeri doğru kuyruk sallayarak ilerlemekte. ıslak ve karanlık. upuzun bir yol. gebe insalık.neye(!) televizyona, internete. tüketim metası haline gelmiş herşey. kapitalizmce fahişeleşmiş hisler. giyindiğimiz kişiliklerimiz bizim değil. suskun ve yorgun, kırış kırış hayaller pazarlanmakta. 

kendi hayatımızın kiracılarıyız... 

ikiye, üçe, dörde, bilmem kaç sınıfa kümelenmişiz. içerisi dolu, hep aynı kümeler. kendimizin üzerinde gidip geliyoruz. tecavüz ediyoruz gün boyu inandığımızı koruma sanrısıyla, kendimize. bacak aralığı, kurba kişnemesi melodimizle, doğamızı tüketiyoruz. ölüm dışarda.

ben size mecaz yapmıyoruz. gerçek ve dışarıyı yansıtıyorum. erk'e bağlı olmak günü yaşamaktır. geleceğin mirastır. unutma. topukları üzerinde bale yapan fil. insan.

30 Mayıs 2010 Pazar

hamamböceğine tecavüz(+18)


....kimse kendi inançlarının doğru olduğunu kanıtlayamaz

-dünyanın bızırının üzerine acımı fışkırtacağım. 

klitorisini dişleyip, kanatacağım. acı çektireceğim. dudaklarım arasında tuttuğum parçasını sertçe tüküreceğim yüzüne. sen istemeden ben bacaklarını aralayıp, içine gireceğim. hamamböceği gibi kaçacaksın benden. bende kocaman ellerimle ezeceğim seni. içerisindeki pisliği çıkartacağım. anüsünden sahip olup, günahkâr edeceğim kendimle birlikte seni. hergün içip, içip sarhoş olacağım. ardından sokaklarında, kaldırımlarının üzerlerine kusacağım. günahlarımla arınacağım. daha önceleri yapmaktan hep kaçındığım günahlarımla(!)

-iğrenç dünya. 

kusurlu, özürlü, kırık bir dişin üzerinde gezinen dil gibi histerikleşmiş dünya(!) üzerine hergün aynı kıyafeti giyip, dolaşan insanlık: birbirinin imitasyonu kişiliklerden oluşan toplum, çürümüş ve kokuşmuş haldesiniz egolarınızdan dolayı(!) kireç döksek bu mikrop kırılmaz. hiçbir dezenfektan işe yaramaz sizi temizlemek için. tanrının ayak topuğunda olan kirsiniz. estetik ile fiziksel bozukluklarınızı maskeleyemiyeceksiniz, işlediğiniz sevaplarınız ile yarattığınız kusurlu dünyadan iyi bir varlık olarak ayrılamayacaksınız. süslü, boyalı, polemik ve yalan ile örülmüş olan zihinsel zayıflığınız, üzerinize yığılacak. kaçmayın.

-kurtuluş yok(!)


çünkü seni bir köpek gibi görüyorlar. cogito ergo sum. belki olabilir. ama sen olamazsın. yoksun, yokolacaksın. 3 gün ağlanacak ardından. ilk önce yıkayacaklar, götüne pamuk tıkayıp, bembeyaz bir kefene saracaklar.-insan bir doğduğunda, bir öldüğünde arıymış gibi...- sonra toprağın taneleri üzerine yığın yığın atılacak. sevdiklerin tarafından. ilk önce kokacak, sonra çürüyeceksin. ardından vücudunda istemesende başka organizmalar hüküm sürecek-sanki daha önce başkaları yaşamadı mı üzerinde?-

-ahlaki değerleriniz, yaşam felsefeleriniz, ideolojileriniz....

hepsi üzerlerinize giydirilen kılıflardan ibaret.çürümenize sebebiyet onlar. hiçbir farklılığa sahip değilsiniz. sahip olanlarınızın tek farkı, yansımalar sonrasındaki insanın zihnindeki yanılsama. illüstrasyon. emin olun. mutlak tek gerçek bu. david copperfield dahi olsanız, kaçsanız yakalanacaksınız, özünüz tarafından. saklayamadığınız özünüzce. onu değiştiremiyorsunuz. olmuyor. yalan, pislikle sıvanır. estetik örtmez onu. uyanın. ya da geberin. en doğrusu bu. çünkü hergün yeni bir tanrı yaratıyorsunuz tapmak için. önce güç, sonra mülkiyet, şimdi para, yarın da bir başkası olacak...

-toplu bir kundaklama gerekiyor böyle bir dünyaya...

ben sizin yerinize zaten bunu yapacağım. zamanla olacak. bütün piçleri örgütleyeceğim.onlar yapacak bunu-farkında olmasanız da sizde bir piçsiniz- her düşüncenin söylendiği andan itibaren olduğu gibi. piç. düşünceler yorumlarla, kabuk bağlar. yaralasada, karalasada, kökten yıksada kabul edilmez. piç bir çocuk gibi. bu yüzden ötekileştirilir. başka bir deyim ile; piçleştiriliyor sizler tarafından düşünceleriniz. çünkü sizlerde, kendinizi kabul edemeyen öğrenme duyusu körelmiş. birer hayvansınız. ebeveynleri belirsiz fikirlere sahipsiniz. sizin zihninizden çıkan fikirlere. günah katrelerisiniz. kabul edin. etmesenizde her birey yaşamında en az bir tane piç fikre sahiptir.örnek mi: kaynağını bilmediğiniz fikirlerden gebe kalıyorsunuz hergün. sınıflanma, mülkiyet, para, genel ahlak. yetmez mi. fanusunun dışına çık ve nefessiz kalmaya çalış. 


anlayacaksın(!)

-ben seninle zorla olacağım dünya. 

tıpkı beni bu dünyaya zorla getiren annemin, zorla bedenine girildiği gibi. zorla bana dayatılan kurallara saygı duymam gerektiğinin öğütlenmesi gibi. zorla saygısızlık yapana, saygı duymam ve olmadığı bir kişiymişçesine, davranmamın nasihatlandırılması gibi. zorla birlikte yaşamamın gösterildiği, ölü bir toplumun bireyi olmam gibi. (V)b gibi. farkında değilsiniz. beni canileştiren sizlersiniz. ama artık şunun farkındayım: "..insanlar bu söylediklerimi, yaptıklarımı, yapacaklarımı unutsa da onlara hissetireceklerimin korkusuyla titreyecekler."

ürkek hamam böcekleri unutmayın....


"...asil bir cesaretle öngördüğümüz kötülüklerin, yarısıyla karşı karşıya gelme riskine girmek; olabileceklerin endişesiyle yaşamaktan ve onlara karşı korkakça, kayıtsız kalmaktan daha iyidir."(Herodot)

29 Mayıs 2010 Cumartesi

kirli kan

kanımızı zehirliyorlar...


oksijen insan için o kadar önemli bir maddedir ki, hemen hemen tüm hayati etkinliklerimizi, onun sayesinde gerçekleştiriyoruz.-karbondioksit verilmeli tüm insanlığa- ferah düşünmemiz için beynimizin benzinidir oksijen. nefes ile tükettiğimiz yaşamımızın, ateşidir o. 

oksijen

bir iyi, 

bir kötüdür.

bir yandan yükseltir, bir yandan alçaltır insanı. fizyolojinizi ve düşünsel eylemlerinizi, bu iki zıtlık ekseninde bir ileri, bir geri şeklinde ilerletiriz bilinçli/bilinçsizce.

hayatta "böyle ironik değil midir?"

...değil/dir arkadaşım(!)

hayat basit ve sıradandır. aslında içerisinde koca boşluklar içerir. herbiri, birbirinin klonu olan boşluklardır. karşmaşıklık bizdedir. bizler herşeyi açıklığında göremeyen, sadece kendi sesimizle yaşamımızı idare ettiren varlıklarız. inandığımızın gökte olduğuna kanmışız. tüm eylemlerimizi ise yeryüzündeki taptıklarımız için gerçekleştirir hale gelmişiz. -birbirimizi kemiriyoruz.- daha fazla örneklemeye gerek var mı?

fare' ler gibi yaşamları ufak parçalara ayırıp, lokmamızı damağımızın tadına erişinceye kadar, ufalıyoruz.


doğal bir sonuç bu. bunlar, belli süreçlerin üretimi, yapay meyvalardır.

sizce tanrı, bir elmanın yenmesinden dolayı mı, insanlığı dünyaya yollamakla cezalandırmıştı(!)

bu kadar basit miydi varoluşumuz?

neden biz insanız. neden düşünebildiğimiz halde özgür değildik. tüm hareketlerimizi kendimizce yapabilecek durumdayken, neden "dayatılanların etrafından ayrılamıyoruz. genel ahlak, genel değerler, genel ihtiyaçlar, genel yapılması gerekenler. genelleştirilmiş yaşam profili. genel bir birey olma..." ...dayatması içerisinde yaşıyoruz(!)

genellemelerin her türlüsüne lanet okuyan F. Nietzsche' e, haksız mıydı?

yaşam iyi mi, kötü mü?

bu bireyin bakış açısı...

bu konuda yaşam profilimiz aynadır. fakat bunu bile, genelleştirmiş, bir noktaya bağlamaya çalışmışız. acımız gerçeğin habercisidir.  

yasaklar, dünyanın acısının ilacını saklıyor bizden.

bakmak ve yaralanmak gerekiyor uğrunda. bu noktada örnek annelerdir. sütünü meme ucundan ısırarak aldığımız, acısıyla beslendiğimiz annelerimiz. anaerkil dönemin yaşayışı ile ataerkil yaşamın yaşayış profili...

bize herşeyi anlatıyor, bu zaman dilimleri. geliştirmek bizim elimizdeyken, biz ne yaptık, güce karşı histerikleştik.

bu epidemik, tehlikeli bir hastalıktır.sonu yitik bir yaşam olacak.

gerçek: aidsli bir kadınla birlikte olup, sonrasında ölümü beklemektir.

ölüm aslında arzulanmalı.

arzularımızı kontrol edemezken, neden isteklerimize ket vururuz. bizler yoksunlaşmış, beter ruhlarız. acı zihnimizde ve yaşamımızın temelinde. susmak alışkanlık, eylemsizlik ise yaşam biçimi olmuş. tıpkı nükleer enerjiye evet diyenlerin yaptığı gibi.

canvarlaşmayı seviyoruz. hayvan olduğumuz gerçek ama canavarlaşmak bir ütopyaydı ben küçükken. hayali bir üründü vakti zamanında. bugün çok farklı bir durumda canavar ütopyası. çünkü artık hepimiz canavarız(!)

canavara hizmet ediyor. canavara karşı çıkmıyoruz. gdo' lu ürünler bunun son örneği. bizler mazoşistiz. aynı zamanda sadistizde. ikisinin toplamında asalağız.

başka söze gerek var mı ki bilmiyorum.

lethe'den tuttuğum balıklar bunlardı. hazmedemiyorum. gaz yapıyor. karnım şişkin. obezleştim dünyada. her ne kadar umutsuz olsamda, arzularıma sahip olan biri olarak ben kimim bu sahnede.

canavar mıyım?

yoksa,

hiçliğin hiçi miyim.

neyim.

28 Mayıs 2010 Cuma

Kırmızı Leke - La Marque Rouge



Savaşlar kapitalizmin diş bileyicisi, mayınlar devletlerin terörizmidir(!) - daha fazlası için buradan

27 Mayıs 2010 Perşembe

monoklinik vaka



çilemi toprağa gömüp üzerine işiyorum. 

çok sapıkça değil mi?

her şeye rağmen, amonyak onu yeşertmez diye umutlandıkça yanılıyorum. hergün bir başka ölüm. her saat bir başka acı. hayatın öznesi olmaktan çıkmış, asalağıyız artık. sorumsuzca yaşamak nasihatlandırılıyor bize. korku hissizlik. ölüm ise bir deli gömleği insan için. hep zamanlarda onlardan almamız gerekiyor nasıl yaşayacağımızı. toplum. gevrekleşeceksin.

ne yapabilirim ki?

denetlenmeyen bir yaşamı elinde tutmak gerekir. özgür, öznel ve korkusuzca yaşamak lazım. mücadele etmek gerek. kısa cümleler ile uaztmaya gerek kalmadan noktalamalı hayatı. sus. deli saçmalığı bunlar. korkuların yarattığı imgelenimler. dil neden titrer, yürek bu kadar ateşliyken(!)

anlatamadıklarıma, 

dünyanın tüm sözcükleri yetmez olmuş. 

ah deli sevgilim. hala farkında değil bendeki git - gellerin. çocuk. olsa da, olmasa da anlamı çok fazla beynimde. herşeyi seninle beziyorum, tıpkı şu bir kaç kelime gibi. yetmez. çok azlar seni ifade etmek için.

titrek bir ruhum var. 

artık düşünmekten tepsiye dönmüş beynim. 

hiç kimseye göre ben kimseyim. kimseysemde ölseydim. ne olur ki. iki rekat göz yaşı. hiçiz. neyi istediğimizi bilmiyoruz. ama neyi yaşıyoruz. neyi istediğimizi bilsekte, arzularımızı biz mi var ediyoruz. suskun ve donuk. karmaşa varlıkta sarmaşıklaşmıştır. dünya. bana ne senden. sevdiklerim bendeki onları görmediği sürece umrumda bile değilsin....

...
..
.

elimi bedeninin en mahrem yerlerinde dolaştırdığım insanlığın klitorisi, kanlanmış.  o kadar fazla dil darbesi var ki üzerinde insanlık ona daha fazla anlam yüklemekten kaçınıyor. korkmuş. o kadar fazla kadınlaştırılmış ki bu dünya, hep suçlanmış. ya gerisindeki erillik. 

güç ve iktidar. 

nasılda çürütmüş. ölüm gelmişte geçiyor. sırat köprüsündeki maymunların kafa karışıklığında, hala elimiz apış aramızda. ya erkekliğim giderse. neyin gururu bu. azrailin tokatları uyandırsın seni. dilimi keste doğra. yasaklanmış, kalçalarına parmak attım. sarsılma. kelimeler artık sende. farkına var diye daha  da gömdüm kendimi, kendime. susmak fiili bir eylem bireyde. bu yüzden soru şu:

hiç siz kimeden ayrı kalabildiniz mi?

lethe'ye balığa gittim bi dahakine yine gelecem buraya.

23 Mayıs 2010 Pazar

ölümün yosma hali(+13)

size ölümlerin en yosma hali ne desem, 
 
buna bir mana yükleyebilirmisiniz?

hepimizin yaşamında hep yalnızlık mevcuttur. bazılarımızın ise, içerisinde bulunduğu kalabalık hayatta yalnız olduğunu söylemem, çok yeni bir örnek değildir. ama herkesin birbirine yabancılaşıp, bencilleşmesi; düşünebilen hayvanlar olarak benliğimizi yitirmemiz, oldukça acı bir betimleme olsa gerek(!) 

kopuk ilişkiler, çarpık cinsel gelişim, sağlıksız bireyin toplumsallaşması, düşüncenin monoton ve mat kabul edilmesi. çürümenin fizyolojisine dair her şeyin yaşanılması gerekli kurallar olarak dayatılıyor bizlere.

örneğin

gözlerinizi açıp pencerenizin dışına doğru uzanın ve bakın:

günlük yaşamımızda dolaşırken, sokakta nefeslerimizin birbirini fransız öpücükleri ile dillemesi, kalabalıkların birbirine çarptığı halde birbirinin varlığı hakkında umursamaz duruşu, kökten ayrımcılığın bir yüzüdür. 

konuşurken, yürürken, dolaşırken, otururken birbirimizle korteksimizde sevişiyor ve bundan bir hayli fazlaca  gizli haz alıyoruz. 

zina denilen dini yasağın zevki, vücudumuzda bizi ereksiyon halinin en üst sınırlarında gezindirerek deliriyoruz...

kontrol edemediğimiz arzularımız sayesinde her daim bunu gerçekleştiriyoruz. 

ne mi burda ki vurgu.
arzularımızı kontrol edemiyor ve hedonist bir edayı gizlice idame ettiriyoruz. buna katatonik bir halde bağımlı olsakta, bizler çoğunlukla bu eylemleri inaktif bir halde yapmadığımızı ve yapmamamız gerektiğini öğütlüyoruz çevremize. 

yaşam eksenlerimizin paralelliği söylediklerimizle uyuşmadığından buharlaşıyor. 

bizler neden kendimize yabancıyız?

çünkü...
sus...

...ruhlarımız yosma.

yaşayan ölüler gibi etmizi günübirlik kılıfımızla örtüyoruz. -tüketmelisin kendinide- üstünde durduğumuzun buharlaşması, gökyüzüne olan aşırı umutlarımızın kofullaşması; içerisinde bizi arafa itiliyor. kalakalmışız bir şüphenin içerisinde. 

korku herşeyi titretiyor. 

acı herşeyi daha da soluklaştırıyor. 

kaskatı bir penis gibi hayatın içerisinde, birbirimizi sıvazlıyoruz. herşey akıcı, herkes dinamik ama hayat hep aynı yerinde statik?

nasıl bir çelişki yumağıdır bu. nasıl bu kadar körelmiş haldeyiz. ayın şuası yüzümüze çaktığında parıldayan gözlerimiz, kan çanağı halde diğerinin gözüne yansıyor. 

uyumak bunu görmekten iyidir.

sis.

balıkların sahillerden uzaklaştığı yerlerde ölümler simaya yetişmiştir...

bir koku arı denize sinmiş, yapraklara nüfuz etmiş, canlıları yok etmiştir. canlılık yok. tek suçlusu sensin işte.

bu durum, yosma bir hayatın bekçisi olmayı istediğin sürece devam edecek...

arzular isteklerden bağımsızdır....

20 Mayıs 2010 Perşembe

yaşıyorlar(!)

acı için için ağlıyor,
bugün yine yoklardı,
gökyüzünden derine bakıyorlar
ama herkes umutlu
yaşıyorlar...




17 Mayıs 2010 Karadon Maden Ocağı Emekçilerine İthafen...