28 Nisan 2011 Perşembe

serçe telaşı

sevgil/im/ 

günün belli saatlerinde seni unutmayı zorlar göz kapaklarım...

...bilmezler ki ardıllarında asılı olan senin imgeni. 
göremezler bendeki seni. 

hapsolmuşluğum, zoruna gider bir çoklarının. 
umrumdamı ki ölümsüz babamız 
ve tüm olimposun götü yağlı tanrıları,
ermişleri, 
kahramanları, 
pornografik heykelleriyle iştahımızı kabartan mitosları? 

iki bedende imgesel tek bir düş'ün bu...

tüm cennet, cehennem bir arada olsun ki 
ve yeminler eyleyeyimki, 
parisli bir kibar kadar narin olmayan, 
yaralanmış ellerimde; 
tırnaklarımın arasında gizlediğim kömür tanecikleri kadar eski, sana olan sevgim. 
her baharda ağaçların dallarını kıran, bedenini gebe bırakan meyveler kadar yoğun v
e yeniyim senin için. 
terkedilmiş yüreğimi bekleyen hislerim gibi 
mor zirvelere açan çiçek kadar esrarengiziz biz. 

önsözü söylenmiş, 
gerisi gelişmekte olan bebemiz bu.

hisset.

sözü susanın kaybettiği olmayalım bir kere daha. 

mayısa özgü emeğin çilesini gömmeyelim toprağa. 

gözyaşlarımızın nemlendirdiği yanaklardan akıp gitmesin zaman. suyu ikiye ayıran salkım yaprağı kadar rahat, ölüm coşkusunu bile bile kelebek olan tırtıl kadar cesaretli olalım beraber. 

pandora' nın kutusunu kundaklıyorum satıhlarda...

an-lam(ı) düşüncelerime gömdüklerimde. yapay örgün gibi saçlarına dolanan gözlerimin içinde barındırıyorum sana olan çiçeklerimi. 

gör, 
bil, 
hisset. 

amasranın eteklerine inerken, tepemizde saklı kırlardaki  üç yapraklı yoncayı bulmak gibiydi benim seni buluşum. 

duy, 
oku, 
anla...

son söz: bendeki imge[n]

örtüsüz görünen betimlemelerle bezenmiş bu satırlar, 
bendeki doldurduğun hayatın 
kardelen çiçekleri gibi 
güçlü ve ateşli. 
ama korkum, 
dolup taşmak, 
taşıp 
kaybetmektir. 
bil.

b(e)klenti: 

çocuğunu asma  beşikte sallayan bir anne kadar şefkatli ( yeditepe )de / onun içi süt dolu biberonu olan ayasofya kadar ilahi bir sevgiyle, bekleyeceğim seni / ki duygularım bakir kalsın diye kapatıyorum kendimi kiliseye ...

serçe telaşıyla kıpırdayan kalbin,
 camına çarpması...


22 Nisan 2011 Cuma

bir ....kere

insanın kendini hissetmesi...


son zamanlarda rüyalarım yosunlanmıyor. duygularım bir hayli çiçekli. öyle zamanları arşınlıyorum ki, çiçekleri derliyorum etraflıca.

neden kadın diğerine başlarken ötekinden farklı olacağı sanrısıyla savaşırda, erkek daimi olarak karşısındakini belirli kalıplara sokarak idame ettirir yaşamını.

19 Nisan 2011 Salı

düş]ün[&me

ölüm korkusuyla doğup, yaşama mutluluğuna alışamamak...
parafsızlıkla, tarafsızlıkla idame ettirememek özgür yaşamı.

...yosunlarının dal dal, kayalara dolanması. yengeçlerin kıyı kenarlarındaki deniz fenerlerini infilak ettirme isteği. ağaçların diplerine gizlenmiş solucanların, toprağı nefessiz bırakması. gölün gövdesine dolandığı, çamurlu bir sazlığın içerisindeki o karmaşayı, dibindeki su gibi her yanını saran, etine, kanına saldıran bu gürültüyü görmeyen yarasaların tahakküm ettiği yaşam...



neresindeyim bu labirentin. neresi çıkışı bu kaos deliğinin. yüzü, yüzsğz olan acılarla anlamıyoruz...

çıkılacak bir yüzü, bir yüzeyi yok oysa. bu ses insanın, iğrenç düşüncesizliğinden ötürü bataklaşmış okyanus gönlünün nasılda gölleştiğinin kanıtı. bu bataklığından kurtulmanın tek yolu..."

...yok. bizler kendi kökümüze saran dikenli sarmaşıklarız. dibimize uzanan, içi çürümeyle bezenmiş mutasyonlarız. tanrının yarası, toplumun çibanı, ailenin unuttuğu acılarız. bir otobüs bulmak için, zamanı defalarca kez kesip, doğrayıp yeniden prototiplendirebiliyorken. hayatı bu kadar yaşanamazda kılabiliyoruz.

korkuyorum sodomun hazzına alışık kalan bu sabit hayattan. 

bu sanrıyı kendimde yaşattığım düşüncesiyle, yastığımı nemlendirmiş kafamdaki düşüncelerimle fırlıyorum yataktan. kırmızı noktaları olan göz bebeğimin gebelendiği rüyalar işleyen beyinciğime, isyanlar diziyorum kelimelerimle. olmuyor. kölesi oluyoruz. batırıyorum kürdanları diş etlerime, acıyı empoze ediyorum üzerlerine. çünkü ben rahatsızım. 



küçükken hayal edebiliyorken, büyüdüğünde yasaklanıyorsun. susma payı bu. düşüncelerin yasaklanamazken düş etlerinde, kelimeleri giyindikçe insanlaşıyorlar ve ardından tahakkümce baltalar vuruluyor fütursuzca. çünkü sen toplumun bir ferdisin. toplum ise yanlış evrilmiş, tahakküm pinokyosu haline getirilmiş bir meta. elindeki sen içinde yaşamalısın. 

çünkü sen birey olarak yaşayamazsın.

....
..
.

ardılları kestim. 

akvaryum balığı olmak istemiyorum. oksijeni bile sıvılaştırıp alıyoruz artık. beyaz tozların hayallerine biat ediyoruz. yeşil hayallerin yapaylığına doluyoruz kendimizi. üç yapraklı güller ile seratonin kazanıyoruz. mekanik kevaşeler halinde sokaklarda komutlanıyoruz. 



bizler gerçeksiz, toplumsal yalanların sadık kanişleriyiz. korkuyor ve panik ataklaşıyoruz. gün geçtikçe birbirimizleşiyor ve tel tel çürüyoruz. nedir yosunu denizden çıkaran, yengeci bu kadar militan ettiren olgu. 

düşün?

18 Nisan 2011 Pazartesi

kalbimde çocuksu bir korku

eğer o eski
mübarek tanrı,
devrilip dönen
bulutlar üstünden
mutlu şimşekler
serperse yere
kalbimde çocuksu
bir bağ ve korku,
öperim sarılıp
eteklerini.

J.Wolfgang Goethe - İnsanlığın Sınırları

16 Nisan 2011 Cumartesi

balık olmak hapsolmak değildir

günü üçe bölüp, ortasından başlamak. 



bir çok mekanik yaşamda yoğunlaşmış kişilerin yaşadığı histir bu. herkes bir rotayı takip edemez. ettiği zaman mutlaka engeller çıkar. çıkan engelleri aşanlarda, bir daha ki sefere yeniden engellenir. bu engelleri ezip parçalayan insanlar mevcut yaşamda. böyle kişilerde perde arkasında bırakılırlar. 

neden?

çünkü popülizm kalıcı olmaktan öte, günü geçmişle anımsatmamaktır. nasıl olduğunu hatıra sayfalarımızı kokladıkça, genizlerimizde kimi zaman ağır bir koku gibi, kimi zamanda zihnimizde bizi yeniden doğuran bir duygu yumağı halinde anımsamamıza sebep olur. 

popüler kültür kolay yaşamı, günlük algılayıcılarımızın tahakkümünde geçireceğimiz hayatın gerekliliğini salık verir. isyan, direniş, savaşma, düşünme, aidiyet duygusu olmadan yaşama prototipini şiddetli bir halde savunur. bir çok alt açıklamasını içerisinde barındırır:


isyan olmadan; nasıl bir yatırım yapılırsa halka, halk onu tüketecek ve sessizce verileni hazmedecektir. ihtiyacını kendisi belirleyemeden, komutlarla yaşamaya başlayacaktır. otoraksinin kevaşesi haline gelerek, ruhani dünya rahatlığını imgelendirerek karşıt olmadan, biat eyleme kültürüyle yaşamını süreğenleştirecektir. bu prototip, her totoliter rejimin istediği birey formatıdır. zararsız ve istenendir.


direniş olmadan - bu zincirleme reaksiyon bozulamaz. eğer otoritenin prototipi olursak, kapitalizm için iyi bir katalizör oluruz. bugüne dek kapitalizmin sarsılmaz yapısı bunu iyi ezberlediği, ezberletmeyi de başardığı ve insanları asimile etmeyi başarıyla gerçekleştirdiği için; isyan olmaması şaşırtıcı olmayan bir üründür. bu tahakküm prototipinin yaşamını makyajlamıştır. yaşanmasını da istençli bir halde tüm bireylerin bilinçüstlerinden her türlü tahakküm silahıyla, zihinlere aşılamıştır. televizyonlar, post - modern siyasal yapılar, değerleri kişiye göre evrilmiş felsefeler, sanal deformasyon dünyasındaki asosyal yaşam gerekliliğini hakim kılarak bunu gayet başarılı bir rotada yol almasını sağlamışlardır.


düşüncenin eyleme dökülmemesi; bu sistemin yıkılmaz hükmünü beslemiştir. eşber yağmur dereliyi içeri atan idari yönetimler, bunu çok iyi kanıtlamıştır. izledikleri sistemlerde bunları hatırlamayan bizler, iyi birer piyon haline geldik. asosyal olarak, net üzerinden götürdüğümüz bilmem kaç kişiyiz oluşumlarıyla, düşünmeden, hiç bir eylem yapmadan asosyal bir bünyeyle sadece bulutumsu bir isyancı, direnişçi yapıdayız bugünde. beis olan ise bu imitasyon yapılarında da bile bizim yerimize düşünenlerin, yine tahakkümün sadık köpekleri olduğunu göremeyişimizdir. düşünmek engellenemez ama dile dökülmesiyle birlikte, kelimelerle ifade giyindirildiği zaman yasakçı zihniyetin baltalarına maruz kalabilir. bunun en açık örneği geçmişten günümüze gelen kitap yasaklamalarıdır.


aidiyet duygusu mekanikleşen bireylerde olmayan, gereksiz olarak duyumsanan bir histir. isyancı, direnişçi, düşünen bir insan olarak uğur mumcu, ahmet taner kışlalı, hrant dink ve diğerleri bu hisse sahip oldukları için istanmeyen aydınlıklarıdr. aidiyet duygusuyla, çocukların ne olduğunu görebilmeleri için daimi bir bünye ile yazılarına kalıp sağlamışlardı öznel düşünceleriyle. tahakkümün tuvalet kağıdı olmadıkları içinde prototipler ile katledildiler. bugün olmayan bu gerçek aydınlar sayesinde az da olsa umudumuzu titrek bir halde dik tutabiliyoruz. yaşamın ortasından başlasakta, istediğimiz taktirde, üzerimize çullanan idari çürümüş tahakkümün yaptığı yanlışlara isyan edebiliyoruz. toplumsal bilinç oluşturabileceğimizi tekel direnişiyle gösterebiliyoruz. peki bunları yapabilirken, neden bunları unutuyoruz...



sonuç: balık olmak hapsolmak değildir. balık olmak içerisinde girmek istemeyeceğin bir akvaryumda harakiri yapabilme cesaretidir.

öptüm

14 Nisan 2011 Perşembe

cinsiyetçi reklamlara karşıyım(!)

kadın' ın metalaştırılması cinsiyetçi faşizmin en belirgin yaptırımıdır. buna DUR DE!

not: mide bulandırıcı bir halde, tüm reklamlardaki kadını seksist bir obje gibi bizlere dayatan sistem ,foseptik çukuru gibi.

13 Nisan 2011 Çarşamba

we have to back at work

merdivenden inerken acınızı kucağınıza alıp yaşamak.

ağlamak ve gülme eylemsizliğiyle acıya hançerlenmek. dilim dilim edilmiş yaşamlarımız, quasimodo' nun imkansız aşkına dönüşmüş. her bir yanımız ateşlenmişte, közlenmeye başlamış. toprağa ayaklarımız kavuştuğunda ağırlaşmaya başlamış yükümüz. derdi, derde katarak ağırlaşmaya devam etmişiz. birbirimizin nefesine dolanırken yapayalnız kalarak asosyalleşmişiz. sanrılarımızın kokusu ile genizlerimiz akmış, göz yaşlarımız yanaklarımızı vaftiz etmiş. bizler kirli doğmuş, temiz ölüyoruz. 

susmak şimdi eylemsizlik. 

söz yaşları ise tanrının gölgesi...

yol boyunca deniz kıyısında firar eden yengeçleriz...

tut. bir ucunu süreğenleştirdiğin köle yaşam nasılda monotonlaştırıyor. nasılda münazaralara konu olmuşta, öbekleriniz parçalanmış. yorumlar, yoğrulmadan yorulmuş ihtiyaçlara dönüşerek, insan için yalanı simgelemiş. biz sizin on iki parmak bağırsağınız gibi değiliz diyen, bir çok düşünce bezemiş metaforlarımızı. ellerimize tutturulan bu absürdlüklere dayanmaz olmuş beyin. korteks şeker tepsisi gibi parıldayan bir raf halinde, sığ ve dümdüz edilmiş.

acı olgunlaştığında kederlendirir. gerçek ise yalanı kurutan metan gibi suratları ekşitir. çamur üstüne bastıkça sıçrar. kendimiz, kendimizi bildikçe suskunlaşırız. dilimiz dile değdikçe, dile dolandıkça çiçeklenir. hislerimiz, hislendikçe, dilde çiçek derildikçe coşkunlaştırılmış hayallerimiz bizi direnmeye mahkumlaştırır:.. korku ise annenin kekik kokulu çorbasının, tadına ulaşamamak, tadını bir daha alamamaktır. bu gittikçe artan temelsiz binanın üzerimize çökmesi, yosunların duygulara sarılması, insanın hislerinden tomurcuklanarak köküne dolanmasıdır.

hayat...

sarmaşık gibi kaç kez kendini dolayacağını bilmeyen şuursuz, bitkisel düzendir. 

...kül kedisi gibi düzenbaz bir hayalperest değil, sömürülmüş bir kızın, ironik kevaşe yaşamıdır. iki açıktan, karanlıktaki umutlu bekleyişi dua ile elde etme sanrısından öte materyalist bir yaşamdır. kül kediliği kandırılmış mahduriyetin hayali mücadelesidir. mücadele etmek ile gerçek olmayanı elde etme güdüsü piç bir batıldır. hayat buna ılımsız, tırnaklarının arasındaki kir kadar gerçek olmayan derinliktir. - sen ne isen "o"sundur. o andan sonra savaşma gelişim için - demek ise basit bir deformasyon önerisidir. tahakküm isteği budur. bunu kabul etmeyen bir koyun ise, şiddetsiz bir zerzeledir yaşamınızda. sadece sizi bulandıran mürekkep balığıdır. eylemsizde olsan gelişirsin demek, pinokyonun uzayan uzvunun burnu olmadığı, düşünceleri olduğu gerçeğini yüzümüze vuran tokatla eşdeğerdir.

kısacası sen ağaç gövdesindeki halkaların, durgun suya düşen dalganın yarattığı o kaos dairelerinin, rüzgarın içerisine aldığı kelebeğin kanatlarındaki dirençsin. hayat neresinden bakarsan, orasından yaşayacağın değil; neresinden başlarsan, orasından tutupta kendince evriltiğindir.

 sevgili.



dip not: we have to back at work.

30 Mart 2011 Çarşamba

kapalı

kendimi bugünlüğe birşeyler karalamak için zorluyorum. itekliyor ve çırpınıyorum klavye tuşlarıyla. onları parmaklarımla kırbaçladıkça...kelimeler boğazıma düğümleniyor. ben onun bana olan isteksizliğini çözümleyemiyorum. olmuyor. yazamıyor, betimleyemiyorum bendeki onu. 

içindeki pandora kutusunu kapalı tutana dair.


29 Mart 2011 Salı

koy(un)cu toplum

ileri demokratik toplumumuzdaki giderek artan faşizanlık üzerine herkes körleşmiş halde...

köhneleşmiş bir gelişim süreci izlemekte. işsizlik hat safhada yer almakta. herkeste birbirinin aynısı. düşünceler, söylemler, fikirler, giyimler, sanat anlayışları, bakış açıları, yaşam tarzları... her şeyin tek bir notadan ibaret olduğu günümüzde olay git gide trajedik bir hal almakta. ama herkes mutlu... 

nasıl mı?

japonya' da nükleer bir tehdit dünya' yı tehdit ederken bizler bu olayı ibrahim tatlıses' in kafasından vurulmasıyla birlikte gözardı ediyoruz herşeyi. bilmem kaç bin insan o deprem sonrasında ölüp, bilmem kaç milyon insanı tehdit eden bir nükleer tehdit ortada varken, bizler ibrahimin kafasına giren tek bir kurşunla onu izliyoruz / izlettiriliyoruz. kimse yedi nesil sonramızı bile etkileyecek olan tehditin farkında değil. olamaz. çünkü birileri bizim neyi düşünmemiz gerektiğini belirliyor. bunun sebebi ise aynısının bizde de olacağını bile bile birilerinin kondomu olanlar yüzünden, göz ardı ediliyor yaşamlarımız.  bu erkin faşizmi!

nasıl mı akkuyu nükleer santraliyle....

teknolojik anlamda alternatif enerji kaynaklarını kullanabilecek konumumuz varken kullanmayıp, bunu kullanmamız nedendir kimse sorgulamıyor. dayatılan ise bilgisayardan yayılan radyasyonla aynı radyasyonu yayıcak denilmesi, nasıl bir tahakkümce yönetildiğimizin en acı örneğidir bu. bunun sebebi bilimden, araştırma kültüründen, okuma kültüründen soğutulup, uzaklaştırılan bir toplum haline geldiğimizdendir. en basitinden akkuyu'yu yapacak şirket çernobil faciasından sorumlu olan şirkettir. hiç teklif, ihale alınmadan verilen bu şirketin yarattığı felaket dolayısıyla nice insanlarımızı kaybettik karadenizde...(kazım koyuncu'yu saygıyla anıyoruz...)

bunun sorumlusu bizleriz. çay içip bakın bana birşey olmuyor diyen zarurilerin yansımaları bugün hala iktidardaysa oturup bir düşünmeliyiz.

25 Mart 2011 Cuma

dün-bugün-toprak özlemi



toprağa elimi verip, içerisinde uzanmak istiyorum. üşüyorum burada. çok fazla geliyorsun bana. susmalıyım.

24 Mart 2011 Perşembe

insan ve iktidar

tahakkümsüz olmadan, halkın olmayacağını savunanlar ve iktidar...

aynı saksafondan ses çıkartıyorlar. 

çünkü onlar oturduğumuz odanın temiz havası gibiler.... değerleri yokluklarında, ortada bize kalan fazla havayla anlaşılan bir olgu değil. onlarsız yaşanamayacağı içinde değil... bunun değeri; oksijeni hiç değiştirmeden aldımızda, vücudumuzun çürümesine karşı, narkozlu bir hasta gibi seyirci kaldığımızda, aldığımız ideolojik uyuşturucularla şuursuzca ölümü kucaklıyoruz. 

sonuç: bizler iktidar için yürüyen zombileriz.

12 Mart 2011 Cumartesi

yapay soğan


(bir intihar kronolojisi bu….)

tuzla* bezenen bir bedenin dünyaya gelir gelmez, hiç döl yatağından ayrılmak istememesiyle başlayan bir ruh maskesi…

ikarusun kaçışı değil bende ki.
farklı, çok farklı bir sebep var.
kimsesizce ölüp – gitmek.

kaderciliğin içinde, utançla eşitlenen intihar arzusu bu,

sarışın başaklar gibi
tomurcuklanan çocukların,
geleceğini koruyamadığımız için
bize bıraktıkları yok olan mirasları;
dünya
yaşanmaz olmuş…
ruh boşluklarımızı
doldurmaktan

vaftiz edilmez halet-i ruhiyelerimiz
intihar bir utançtan öte şereftir….
ölüm anları:
ovadan süzülen rüzgar ile
bedenini süzer bu anlar…
gözü bağlı bir leylak kokusu
genzine dolanır.
bütün yaşamın bir film gibi
ince ve karanlık olarak,
gözünün önünden geçer.

ve susarsın

boğazın boğumlanır,
kelimeler dilden çıkmaz,
uyarılmaz olur sinirlerin
kısmi bir felçtir intihar…

acı çevirir o küçücük güneşimizi.
karanlıklaşmış geleceğimiz,
doyumsuzluklarla yaşanamayacağını öğütler
bu his ölümü koklatır…
taşarak evlerden, taraçalardan,
trabzanlardan…
gelip sesimizin yerini alır.
ruhun esnek hali katılaşıp kalır.
alaca karanlığın,
daim baldıranıdır bu

yükseğe geçişe doğru…
ve kuşlar gibi sırata doğru…
fildişi gibi keskin ve kırılmaz rüzgarın tavrı gibi.
dağ kadar engin ve dik güneşin iskeleti gibi.
tahta heykeller arasında,
denizin yavrusu gibi
küçük bir japon balığı gibi
safça zorunlu bırakılmış mahkumluktan
kurtulmaktır bu...

geride bırakılan tahta heykeller arasında…
içlerini sündürülmüş kan ve et
kokuyor taki bu vaftiz anına kadar


bitti.

söz: ben küçükken kaç yaşımda doğdum bilmiyorum. annemin sancılarını işittiğimden beri uyandım. acıyla ağlasamda götüme ilk şaplağı doktordan yedim ve sustum. tahakkümü, o zaman tanıdım ve düşmanı oldum.

11 Mart 2011 Cuma

domuz dünya



şimdi kanatlarımı eriten güneşe doğru uçuyorum….

(bir intihar kronolojisi bu….)

tuzla* bezenen bir bedenin dünyaya gelir gelmez, hiç döl yatağından ayrılmak istememesiyle başlayan bir ruh maskesi…

ikarusun kaçışı değil bende ki.
farklı, çok farklı bir sebep var.
kimsesizce ölüp – gitmek.

kaderciliğin içinde, utançla eşitlenen intihar arzusu bu,

sarışın başaklar gibi
tomurcuklanan çocukların,
geleceğini koruyamadığımız için
bize bıraktıkları yok olan mirasları;
dünya
yaşanmaz olmuş…
ruh boşluklarımızı
doldurmaktan

vaftiz edilmez halet-i ruhiyelerimiz
intihar bir utançtan öte şereftir….

sus

sesimin alçak baldırından acıyı empoze ediyorum beynime...

23 Şubat 2011 Çarşamba

insanı aramak

ay dokundu 
omzuma 
irkildim 
göğün puslu balkonunda 
birdenbire 
insanları özledim 
insana dair 
özlem insanı 
şahsiyetiyle tanıma isteği insanı 
aramaktan geçer 
insanı arayan yürek, 
küllerinden doğan ikarustur. 
çamur bedduadır.
inanmak ise 
yapaylıktır.

3 Şubat 2011 Perşembe

gerisinde...

rüyamda öldürdüğüm bulutlar çağıldıyor damla damla üzerime....

21 Ocak 2011 Cuma

yetimsiz düşünceler korkusu

...ürpermiyorum yaşam senden. seninle birlikte yaşamaktan. eğer bu kentte becerilen hayallerim, fahişeleştirilen yaşanılmaya başlanmış umutlarım olmasaydı, telefonla sevdiğimin sesini hissetiğimde mutlu olamazdım. ilk golüm. ayaklarım yere değdiğinde nefes almanın bu kadar zor olduğunu, gözlerimi yakan oksijen etkisiyle anladım.  istemek ve boya kalemleriyle hayatı palyaço etmek: başarı tencere hacimli bir yaşam arzusunda olmamakla başlar. her ümit bağımlı hale geldiğinde, hayat yaşanmaz bir bünyede yetişmeyecektir.

19 Ocak 2011 Çarşamba

hipotalamussuz bir dün

ruhumun delik deşik, dejenere olmuş kılıfını çıkartıp, gökyüzüne doğru tuttuğumda şefaflaşan hayallerin ardında yaşadığımın farkına varıyorum. her acının 31 kere maşallah ibaresi olması oldukça ironik bir telafuz.

beş yüzyıllık bir telafuzun "nasılda evrim geçirip, dinsel duvarlarla toplumdan soyutlandırılması gerçekleştirilmiştir "denilirse bu ancak ve ancak yerleşik yaşamla olmuştur diyebiliriz. mülkiyetçilik hırsızlıktır denilir. bu çok klişe bir kelam gibi görünsede gerçekten mülkiyetçi zihniyet yüzünden dünyanın hegemonyası bozuluyor. bu sistemsizlik bizlerin deformasyonunu oluşturdu. susmak çaresizlik değil, insanca yaşamı kaybetmemek için oluşturulan bir eylemsizliktir.

kim beni kimyon kokulu annemin çorbası kadar sıcak ve samimi olarak kaldırabilir derlerse size işaret edeceğim., ufuk noktasındaki inceliktir derim....

kederin belinde kemer olmak...

10 Ocak 2011 Pazartesi

patagonya'nın tutturgaçları

hepimiz kaderimizin üzerindeki günahlarımızı sıvamak için, çamur atarız başkalarına. bunun anlamsızlığı içerisinde hatalarımızı o kadar fazla tekrarlarız ki bu süreç belli bir zaman sonra kendi halinde bir morfine döner. 

ölüm soluksuz içilen bir su kadar kolay akar boğazdan. miden kasılır. vagus sinirin uyarılar gönderir. yüzün morarsa da sen inatla işine devam edersin. işte ölüm, böyle arzulanır bir şeydir.kurumuş et parçaları gibi askıyız bedenimize. 

kargalar uçar maviliklerimizde, akbabalar siperlerde dört gözle mevzilenmiştir. hazır ol!

ben eteneden düştüğümden beri yürüyorum. topuklarım 8 aylıkken çatlamaya başladı. dünyaya ağlıyorum durmadan. aynalara tükürüp, dünyaya burun kıvırıyorum. ben kendi üçyüzaltmışımda yaşıyorum. bencilliyetin boğuk sesi bu. 

tırnaklarımı uzatacak kadar vakitsizdim ben. kalamışta kahvehanenin önündeki çınarda, çok hayal gömdüm. gölgelerim hep değişik boylarda olmadı. güneşe  dik durmayan göğüslerin arzusunu hep yarasanın bakışıyla algıladım ben. keşkelerim hep ölüydü. aydınlıklarım ise bir ara iki karanlıkta doğdu. 

ses sussuz bir devenin çölde dört nala koşabilmesi kadar hızlıdır. dünya aşıladı umutlarınıtopraklarıma. kadınsal bir estetik. kapitalist bir imge bu. koş-tut-sat koşulların tezatlığına sıkışmış sevişgenliktir bu...

kul giderse, tanrı kalmaz.
katl-i vacip ölüm bağır!

arzular, yaralanınca kanar avuçlarına. kalma git uyruğuna. kopar bu oportünist diyardan kendini. gölgen değişimlere girmeden ağla. ruhunu vaftiz et ve arın. sus kulaklarına. bağır diyarlara. isyan sessizlikte beis,karanlıkta zarif durmaz. biriktirdiklerini bozdurmanın kısa çekişmeleri bunlar. içselleşen günahların en kaşar halinin piyonlarıyız biz. sistemin kevaşesi insan. zevk için sevişen totoliter dilleri koparmadıkça unutmayın ki hepimiz bu düzenin supportlarıyız.

patagonya'nın supportları - 1

1 Ocak 2011 Cumartesi

çöplükteki boya kalemleri çizimleri...

bir başlangıcı olması gerekiyorsa şöyle başlar hayat söküklerim:

vivaldi hayatını, bir yetimhanede öğretmenlik yaparken, bestelediği parçalar ile insan ruhuna dokunan duyguları, tüm enternasyonelde yaygın kılarak sürüdü. bunda başarılı olmasındaki sebep ise sadece bilinç ve duyguların sentezi parçalarında hakim olduğundandı. bence bu noktada insan yüzbinlerce yıl görmesine, hissetmesine, duyumsamasına karşın kendi ölümüne alışabilmiş olsa hayatı daha iyi yaşayabilecektir..

yaşam sadece kendi sınırlarında yaşayanların hükümdarlığında olduğundan, çekilmez hissediliyor. 

inatla insan bir çocuğun direnişci, asi, savaşcı ruhunu kirletmeden yaşamalıdır. çünkü bizler onlardan bu dünyayı vesayetle aldık. geleceğe yaşanılır bir dünya bırakmak bizim yaptığımız bir şey değil...onların bize bıraktığı bir mirastır. bu kudretli davranışı her bozan toplum gazaba uğrayacaktır.

şimdiki zamana dair tek bir tümel anekdot kediden kopar gelir: 

"...ürpermiyorum yaşam senden. seninle birlikte yaşamaktan. eğer bu kentte becerilen hayallerim, fahişeleştirilen yaşanılmaya başlanmış umutlarım olmasaydı, telefonla sevdiğimin sesini hissetiğimde mutlu olamazdım. ilk golüm. istemek ve boya kalemleriyle hayatı palyaço etmek. başarı tencere hacimli bir yaşam arzusunda olmamakla başlar.kalk."

çöplükteki boya kalemleri çizimleri...

Susmalarına İzin Verme(!)