19 Eylül 2008 Cuma

Zellig S.Harris

1909-1992 yılları arasında yaşamış ünlü dilbilimcidir.

Harris, Noam Chomsky, Naomi Sager, Jean-Pierre Paillet, Thomas Ryckman gibi çok sayıda dilbilimcinin hocasıdır. En önemli çalışmalarından biri olarak Transformational Grammar' ın temelini oluşturmasını gösterebiliriz. "Dilbilimsel Bilgi" teorisi gibi çok sayıda teoriyi de Harris' e borçluyuz.

Hayatından kısaca bahsedecek olursak: 1909 yılında Ukrayna' nın Balta kentinde doğmuştur. Dört yaşında iken ailesi ile birlikte Pensilvanya' ya gelmiştir.Daha sonra yaşamına burada devam etmiştir. Eğitimini burada sürdüren ünlü filolog üniversite eğitimini Pensilvanya' da gerçekleştirmiştir. 1930 yılında mezun olup, Master'ını 1932 yılında tamamlamıştır. Ve Doktora' sınıda 1934 yılında tamamlayarak daha sonra linguizm üzerine çalışmıştır.


Amerika' da ilk dilbilim bölümlerinden birinin kuruculuğunu üstlenmiştir. Yaşadığı dönemde pek çok açıdan yanlış anlaşılmış, kuramları temelsiz biçimde çürütülmeye uğraşılmıştır. Harris' in özelliklerinden biri, kendisine dilbilim alanında yöneltilen eleştirilerin bir çoğuna hemen hiç yanıt vermeyişidir. Ööğrencileriyle çok iyi iletişim kurduğu, başarılı bir öğretmen olduğu ve alçakgönüllü kişiliği sıkça anlatılılanlar arasındadır.

Harris, akademik dünyada ünvanı ne olursa olsun, konusuna hakim herkese eşit muamele etmesiyle de, yaşıdığı dönemin farklı akademisyenlerinden biri olarak öne çıkmıştır. Öğrencileriyle makaleler üzerinde saatlerce konuşabilen Harris hiçbir zaman onların üzerinde baskıcı bir eğitimcilik anlayışıyla onları yönetmemiştir. Uydurma tartışmalara girmekten kaçınması onun en belirgin kişilik özelliklerindendir. Ve genelde kaçınmıştır bu tip tartışmalardan.

Zellig Harris, anlambilimin gramerin içinde olduğunu vurgulamış, anlamı dilbilgisinden ayıran tezleri çürütmüştür. Leonard Bloomfield' ın 1930 - 1950 yılları arasında geliştirdiği yapısalcı dilbilim kuramlarını Harris ileri götürmüş, bunları yer yer sorgulayarak dil analizlerinde yeni kapılar açmıştır.

Dili matematiksel bir biçimde analiz etmesi ise bir çok kişiyi büyülemiştir. Dili, matematik mantığında kurallar üzerinde açıklayabilir. Çeroki dilinden çağdaş İbraniceye varıncaya dek, çok farklı diller üzerinde çalışmış, böylece dil ailelerine sıkışıp kalmış dilbilimci yönelimlerini de yıkmıştır. Uluslararası iletişim sorunlarının savaşlara, ırkçılığa yol açtığı konusundaki fikirleri de dilbilim eksenli sosyolojik çıkarımlara önemli örnek teşkil eder.

Son olarak ünlü dil kuramcısı 1992' de 83 yaşında hayata veda etmiştir. Ardında çok önemli kişileri bırakmıştır. İlk başta da ifade ettiğimiz gibi: Noam Chomsky, Naomi Sager, Jean-Pierre Paillet, Thomas Ryckman gibi bir çok değerli dilbilimciyi yetiştirmiştir.

Hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak istiyorsanız ve çalışmalarını incelemek istiyorsanız;Burdan yada buraya bakarak yazar hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz.

Bu yazarı paylaşmamdaki sebep Noam Chomsky'dir. Onun gibi insanların yetişmesinde kaynak teşkil edenlerdir. Bu insanların tek bir ortak paydası var oda insan ve insan için yaşamdır.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Gözden Süzülen Melek...

Ağlamanın gözünüzden çıkan bir melek olduğunu unutmayın.

Sizler acılarınızı bu yüzden nemli şeikllerde yaşıyorsunuz. Varlığınızı tüketen zamanın ruhunu kirlettiğinizde, benliğiniz siliniyor. Herşeyin rengini elinizdeki sabun temizler, düşüncelerinizdeki girgin eylemler yaptığı yanlışları düzeltmezse, o gün bir meleğinizi daha kaybedeceksiniz. Daha çok yüzünüze tükürmek için, gözlerinizi oksijensiz bırakarak yaşartıyorum, sırf bunun farkına varın diye...


Yeryüzü Ayetler Paraf -3-

Yanal Yalan

Yanal Yalan: Ardıllı olayların sonrasında insan metabolizmasının gösterdiği tepkidir. Sevgilerin genelde buhranlı dönemlerinde tarafların birinin kaçmak için zamanla gösterdiği reaksiyondur.

Örneğin: Kalemi kırılmış umutlarım bugün öldü. Yoksulluk ardılı varlık görüntüsündeki fakirlik, ben şimdi lambamda gizliyorum umutlarımı.

Rüzgarın yüreğime jiletlediği o eski münazaralarımı özlüyorum. En azından varlığımı onuyordum senle. Yalansız bir kaç kelime bile yetiyordu anlaşmaya. Anlaşılmama güdüsünü taşımadan yoksulluğum zenginleşiyordu. Karşılıklı diyaloglarımızdan.

Yalan bir ironidir.

Sözlere işlese de içerisinde barındırdığı terslikler bize gerçekleri üfürüyor.

Ama

gör
-e bil
e
n
e
....

...bu yüzden burdaki serzeniş aslında sevgilinin kaçacağı düşüncesinden ötürüdür. Yani ardıllı olatların gideceği noktanın görünürdeki kaotik yaşanmak istenmeyen yerdir. Getirisi için yapılan uğraşta, kılıflandırılmış yalanlar yumağı. Biz ve sen ayrılmamalıyız bunun tersinin olabileceğini göstermemek için.

-Azıcık özveri yetiyor.

LiberterKedi

Kabus...

Ezo'ya dair.

mit-ti...

O lethe iken, ben kerberostum, susadım eğildim onu içtim kana kana. geldiği gibi yön-etti, verdiğini götür/dü. geldiği
g
i
b
i
git/ti
ve
bir sona
gel
..
me
d
e
n
bi/tti.

Diyemeden gitmeye çalıştı. Uyandım. Korktum.Terlemiştim, yüreğimde ürkünç bir korku ile bu vakıa'yı bi daha yaşamamak için uyumadınm. Gerçek kabus buydu..

Çünkü manasını yitiren bir kelimenin, sözlükte yeri olur mu?

16 Eylül 2008 Salı

İkircikli Ölüm Hali


....bir göz yaşı döküldüğü yer olan sende sonlanır.

...kimsenin anlayamayacağı bir durum bu. Sevdiğini giderek artımlı sevmek, bağlanmak, sarılmak. İnanılmayan aslında bireyin kendisine olan güvensizliğidir. Çünkü hiç bir sevgi, olduğu yerden kalkıp ilerletilmek ve bir daha geri dönülmeme adına bağımlı hale getirilemez. Popüler sevişme aşkları için geçerlidir bu yargı. Ama yer eden bu popülist sevme tipi herkes tarafından kabul gören bir olgu haline gelmiş günümüzde.

...gündüzleri geceyi yaşamak senin olmadığın vakitlerde mümkündür, şizofren bir aşk için.

Geceleri ise tekrardan doğmak, tıpkı akşam sefaları gibi onun sesi ile. Lirik bir seromoni olduğunu bilmiyor, benim için. Ama boşver en güzeli bencil sevmek. Gösterimli aşkların kirletildiği bu zamanlarda bazen sevdiğinin bile bundan bi haber yaşaması, göz yaşlarına bağımlı duyarsızlaşmasının sonucu yaşadıklarınla ispatlanıyor. İşte böyle anlar, akşam sefalarının ölüm anlarıdır. Geceleri kabuklarına kapanırlar, açmak için tomurcuk tomurcuk efillendikleri kabuklarında onca yaşadıkları heyecan buna bağımlı olarak buharlaşır. Ve ölüm -ce- der. Çünkü sevdiği ondan uzaklaştıkça, onun yaşamında bi mana kalmaz. (Epik bir şiir dinletisinin, sonu getirilemeyen senfonisi ise bunun farkında değil.)

Kısa bir öykü buna dair: Evvel zaman içinde, geçmişten güne düşen dünün artıkları içerisinde, anlatılan kaosların anlamlandırmak istediği birşeyler dökülüyordu kelimelere. Küçük akşam sefasının yaşamına dairdi bu süzülmüş korkular.... Fakat onun gelişimini sağlayan lirik seramoni, bunu bilmiyordu. Bilmiyordu bu aşkın onsuz geçen zamanlarında, stomalarında başlattığı nefes darlığı ile yaprak kurumaya yüz tutmuştu. Ama direniyordu rüzgarlara, onu biçmek isteyen sert ayaza. Sona kalan yaprakların kaderidir, tıpkı göçer bir kırlangıç olmak. Yaşamak ardı sıra karşılıksızca beklemek. Bıkılgan bir halet- i ruhiye gibi.

Seni sensizce yaşamak&ölüm gibi bişey...

...bir avuç darıyı göğe serpen ellerimle, meddet umduğum bana bir yol göstermese de. Ben bensizliklerimi yaşıyorum şu aralar. Kimsesizleştirildiğim islerimde zor olanı ise senin sevginden gizlediklerim.

Açlıktan ölsem de tükettmeyeceğim senin gibi seni kendimde. Çünkü onlar benim bozuk paralarım değil, sevgimin varoluşuma karşı getirdiği tanımlamalarım.

(...)

...anlamdıramayacakları kadar azım ben, anlayabilecekleri kadar çokumda aynı zamanda. Ama kimine göre bir is(e düşmüş) düşünsüz bir sisim ben. İçime girmeye tenezül etmeyen sen ise atmosferim olmuşsun. Korkusuzca çekip gidiyorsun bu güvenirlilikte. İşte bu yüzdendir ki ben:

Gölgesini ayaklar altına alabilmiş bir korkuyu soluyorum geçmişimle bağlı olarak,
yaşanılmayacak kadar kirletilmişim sizler tarafından,
doğrusu ise eylülde ölmek.


Yaşayabilecek misin?

Deniz fenerlerinin yaptığı gibi.
Beş parmaklı yoncamı,
yüreğimde gizlediğim
yerden bulup,
çıkarabilecek
kadar
cesaretli(mi)sin.
Hiç sanmıyorum.
kah
ve
leş
t
i
m
.
.
.

...ölümüm dilimde, ikircikli bir hal almış.

İnsan görülebildiği kadar yargılanır,
görülemediği kadar da fazlaca yerilir.
Bu yüzden
"telveleşmiş hayatların bekçileriyiz"
biz.
Ölüm ise tüm parçaları yerine oturtur,
bu oyunun sonunda.

...bu yüzden inanmıyorum artık kimsenin samimiyetine. Zaman insanı soğuttuğunu anlatmaya çalışsada, insan eğilimleri hep kaçmaya alışık. Çünkü korku paylaşılmaz günümüzde, mutlulukların paylaşıldığı gibi.
LiberterKedi

14 Eylül 2008 Pazar

Göz(LEM)ler

Gerçeklerini didikle)rsen.
Özgürlüğünü sorgularsın.
Zoraki yaşıyorsan,
Latent bir kişilik olduğumu düşünüyorsan,
Evrelerimi tamamlayamadıysan,
Rengahenk bir hayat istiyorsan,
İnanmaya çalıştırıldıklarınsan.
Menisine aşık birinin sahteliğinde kaybolursun, ben bu olamam.

ANLA / MIYOR.

yalın-ca sızı,
hakaret dol)
umlu bir edim.
BÜYÜK
FIRTINALAR
S
U
S
K
U

İLE
D
OLU
Y
O
R...

11 Eylül 2008 Perşembe

Şiddetle Sansür Devam...

Sansür hayatımızın her anında hüküm sürmeye başladı. Sanal alemde her alana yayılan sansür fırtınası bu seferde İmeem Müzik Sosyal Ağı' nı vurdu.

Fazla söze gerek yok:

Şiddetle Sansür Devam...

Kırmızı Ölüm

....kırmızı bir ölümü istedim ben. Kimseye açıklama yapmadan anlaşılabilmek için.


Bazen çok bunalırsınız. Hayatın parmaklıkları arasında onun soğuk demirlerine yasladığınız yüzünüz, üşümeye başlar. Soğuyan teninize düşen titreme ile, birden sıkılıverirsiniz. Damarlarını parçalayıp, bahçevan gibi kendinizi biçmek istersiniz. Ölümün kokusu bu düzeyde menekşe kokusu gibidir. Uzaktan çok hoş görünür ama yaklaştıkça ürpertir. Titremede bıçağın yüzünü, bileğinize çevirip ağzını açması ile cesaretinizin gitmesi ile gerçekleşir. Tıpkı tektonik hareketler gibi.

...işte bu zamanlarda, bütün vucudunuzu sarar ölüm korkusu ile titreme bu zamanlarda.

Anlamsızca ve neler oluyor dersiniz değil mi?

Bu düşünceler absürd ve deliliğin göstergesi siz ve önyargılarınızca.

İşte bu zamanları yoğunlukta yaşadığım bir dönemdeyim, ayırdımlarımı nereden yapmam gerektiğini artık bilemiyorum. Çokça karışımlı bir hayatım yok aslında. Ama insanlar baktıkları gibi görmeyi yeğliyorlar. Onlara göre bu doğru. Çünkü zordur karşındaki gibi bakmak, olaylara yamuk bakmak, iç içe girmiş griftleşmiş olarak bakmak. Neden mi. Belli. Düşünmemek, irdelemekten yada bencil olmaktan kaynaklanıyor. Düzenin getirdiği yalanların yaşanmasını kabullenen toplumlar, dişlileri gayet iyi bir şekilde belirli bir ivme ile hareket eden sistemleri değiştirmekten kaçınırlar. Yalan ile gerçeğin farkına varamaz ve gerçeklere yalanları ört bas ederler.

Neden mi?

Yorumum şudur: Kanunları ile genellemeler yapan Roma' lılar aslında kendi konsüllerine ihtiyadi bir sınırlama getirmişlerdir. Yönettikleri toplumun çıkarlarını korumak, onları belirli sınırlamaların çemberine dahil ederek yaşamlarını idame etmelerini sağlamak için, yazdıkları kurallar bütünüyle bir sıradanlaşmayı başlattılar. Halk düşünmekten, düşüncelerinin gerçekliğini, irdelemekten uzaklaştı. Toplumsal sözleşmler ile bütüne dayalı bireysel özgürlüklerin engellenmesine karşı bir duruş gerçekleştiremez halde, bitkisel bir hayatı sürmeye başladı. bu noktadan sonra sınıfsal farklar oluştu, toplum katman katman oldu. İçerisinde bulunduklarınızdan kurtulma adına tepkisiz kaldı.- pardon göz açıp yumma eylemi hariç-Ve bu düzeye erişildiğinde sıradanlaşma kendisini göstermeye başladı.

Nasıl mı. Örneğin;

...kişinin yanlış düşüncesini, kendisinin düzeltememesi gibi.

(...)

...takriben bu olaylar zaman dilimleri içerisinde birçok kişinin başında tahakküm kurmakta. Ve onun gelişmeye kapanmasına sebebiyet vermekte. İşte bu yüzdendir. Kırmızı bir ölümün kıyısında kulaç atıyorum. Parmaklarımı nemlendiriyor, umutsuz bir bekleyişe girdim. Acaba kim senin için sorgusuzca değişebilir. Eğer değişimsizlik bu fedakarsızlıkta benimde payım varsa kırmızının içerisinde, gözümde göz yaşlarımla boğularak ölümü solim.

İşte ben bu böyleyse bunu istiyorum. Kırmızı bir ölüm içerisinde gül yaraları ile, göz yaşında boğulmak.

...belki ruh cünüplükleri böyle giderilir.

LiberterKedi

10 Eylül 2008 Çarşamba

İşaretle(dik)


Toplumun en büyük sorunu korkularından dolayı kaçtığı gerçekleridir.

Sürrealizm; aslında bir çoğumuzun kafasında başka yargıların uyanması ile görüntülerini çizemediklerimizi ayrı bir forma sokarak daha da anlamsızlaştırmaktır mı?

Tabi ki değil.

...sanat asla toplumun en büyük korkularına kaynaklık etmemiştir. Kültürel düzeyi yüksek toplumlarda yazma, okuma, araştırma kabiliyetine yüksek bireyler her daim toplumu aydınlatmıştır. Buna en iyi örenk bugünkü sanal ortamda tutulan günlüklerdir. Örneğin bunların bir kaçı:

Kara Kedinin Günlüğü, Aydan Atlayan Kedi, Duru Görür.

...bunlar toplumun bir bireyi olduğunun farkında olan kişilerin zaman zaman içerisinde bulunduğu ortamdan çıkarımlarının, analiz edilmesi sonrasında, günlüklerine kelimeler, metaforlar, söz edimleri ile sessiz ve kelime bağırmaları ile ifadelerini belirtmişlerdir. Kültürlülük bu noktadan sonra devreye giriyor.

...edebiyat ve sanat ayırdımı yapılamadan birleşme köprüleri, hayatımızda yaşadıklarımızdan elde ettiklerimiz ile sonuçlarını gün ışığına çıkarıyor yazılarda. Bu kişiler ayrı forma soksa da kimilerine göre yazılarını. S.Dali' nin zaman kavramını anlatıyorlar aslında. Farkında olmadan. Eğilimli, bükümlü zaman.
Zaman baktığınız gibi ilerlemez, gördüğünüz gibi akar....

Yani göreceli değişimler genele yorumlandıkça başarısızlığı getirecektir. Oyüzden insan bildikleri ile değil, bilmediklerinin oluşturduğu kaos ortamında doğruyu araştırmalıdır. Herşey akar bir hal almıştır. Hiç birşey durduğu yerden değişmeden, etkilenemeden yani kısacası belli kriterlere göre hep aynı kalamaz. Gerçek dünyanın tepsi gibi olduğuyken bugün dünya'nın nasıl olduğunu biliyoruz. Ve bunların dahası bilimle değiştirilecektir. Yeter ki sapkın, tutkun, değişime kapalı olmayalım.

Hiç birşey olduğu gibi kalmaz....

LiberterKedi

9 Eylül 2008 Salı

Aşk De(neme)si


Yağmurdan sonra gelen damlalar,
gökyüzünden seni
fısıldardı toprağa.
Toprağın kulağına
eğilip, aşkımızı
anlatırdı
usulca.

İçimden serile serile
kokarda
gelirdi.
Göz yaşlarım(lan)
nemlen
-dir
diğim
sözler
i
m...

Usulca bekleyip,
haylazca sabırsızlanırdım.
Seni göreceğim
o günü
düş(ü)n
dükçe
kaybolu
ver
dim
.
.
.

Ansızın dudak dudağa,
dilini dilime dolamamla
kayboldum.
Nefesimin buğusunda,
camın koyusunda iken.
İşte bu zaman(larda
seni çizdim
imgelerimin,
metaforlarımın,
teşbihlerimin
içeri
sin
d
e
.

Tıpkı: Yağmurdan sonra gelen,
damlaların toprağın kulağına
seni fısıldadığı
gibi.
Sence
yapa

bilecek
mi
y
i

m

.
.

.

LiberterKedi

İnsanlığa Dair(Yeryüzü Ayetleri)


Ayın sarayında yaşayan
şişman adamın,
daha da
şişinme
mesin
-e bağlı
ol
ara
k
.
.

Tahakkümü içeriden yıkmak...
-6-

Güç ilişkilerinizi toplumun geneline egemen kılıp, herkesin eşit olması için tahakkümü kabul edin. Sözleşmelerinizi bu yönde gerçekleştirerek özgürlüğü getirin. Aksi taktirde bireyci güç egemenliklerinin sonuna, kibrit suyu dökülüp yakılacaktır tarafımızdan.

Şenlikli bir toplumun kuruluşunda, en önemli unsurlar; kültür&sanat, düşünce ve tefekkür, inandığının toplumun yararına gerçekleştirme uğraşısı içerisinde, bunların gerçekleşmesinin imkansızlaştırılması...statik bir hal almasına karşı olarak, savaşmayı size olağan gösteriyoruz.

Toplumda egemen kılınması gereken olgular açgözlülük, çıkar, rant sağlama, aldırış etmeme, özel yaşamın dejeneresi, bireysel özgürlüklerin kısıtlanarak toplumsal gelişmenin önüne engel konulması gerçekleşse de. Unutmayın ki yaşam devinimsel bir mekanizmadır. Okumak, araştırmak, düşünmek, irdelemek, fütürist bir yaklaşımla, mantıklı bir kaç adımla hayatlarınızı bu bedbah durumdan sıyırabilirisiniz...Bunu gerçekleştirdiğiniz takdirde:

Otoriter/totaliter/hükümcü toplumsal tasavvurlar reddedilerek; "zor"a değil, kendini sürekli sorgulayan, yeni bir "etik" anlayışına dayanan "gönüllü birliktelikler" savunulacaktır. Tahakküm bu yolla, kılıfındaki anlamından(sıradanlaşmış, güç tutkunu hazzından) sıyrılacaktır. Ve hayatın tinsel doyumundaki eksikliklerinide gidererek, rasyonalist manifestosunu duyuracaktır evrensel bir eksende...

Yeryüzü Ayetleri - Parşömen 2 (Paraf 2) -

LiberterKedi

8 Eylül 2008 Pazartesi

Yeryüzü Ayetleri


-1-

Sizler bu dünyayı bu hale getirdiniz. Kurtarmak için düşünmek yeterliyken, savaşlara göz yumdunuz. Bu yüzden insan yaptıklarını çekecektir.

-2-

Siz düşünce ve tefekküre karşı olanların göremeyecekleri tek olgu "Özgür Ol/abilmek"tir.

-3-

Yazının egemenliğini kitabın diktatörlüğü kısıtlasada. Düşüncenin; karşıt ve kural tanımazlığının önüne, sayfalar, kapaklar, satırlar engel olamayacaktır.

-4-

Medeniyetin ilk şartı adalettir. - Sigmund Freud

...bu yüzden eşitlikçi, özgürlükçü ve dürüst olun. Sıyrılın beklentilerinizden ve bir başkasının sırtından yükselme güdülerinizden. Bu sizi hayvan olmaktan arındıracaktır.

-5-

Okuyun, araştırın, sorun, sorgulayın ve sadece unutmamak için yavaş hareket edin, toplumsal özgürlük için hızlanın. Savaşların önüne, sömürünün üzerine, tahakkümün dibini ancak böyle kurutup, yok edebileceksiniz.

(Yeryüzü Ayetleri [Sahife 1])

Not: Bunlar tümce şeklinde, kişisel fikir sözleridir.

LiberterKedi

7 Eylül 2008 Pazar

Biri-kim-lilik

o
kadar
çok yanan
hayal var ki
kuyularında efil
efil esen özlem kokusu,
kuş ötüşlerinde doğaya dolduruyor seni.
yüreğime kazıyıp, hayallerimde biriktiriyor seni.

...son durağına gelmiş bir sevgisiziliğin, ilk isteğinin son kez gerçekleşmesi. Tanrıyı ağlatan bu sevdanın hayalimsi bir hatıra gibi olması.

Acı.

Nehirlerin yataklarına serilip,
kıvrıla kıvrıla
akarak
sana
beni getirmesi.
Çarptığım kıyılarda, taşlarda
sana gecikmem ile.
Sana karşı olan
özlemimi
daha da
biriktiriyor
sevgili
biliyor
mu
s
u
n
.
.
.

...sakin ve ürkeklikle kaybolduğum, imgelerimde, dizelerimde, teşbihlerimde kelime kelime bana kokuyorsun. Buram buram söz öbeklerimde dolanıyorsun dilime.

Dudaklarım seni dışarı çıkarmadan, kendine kapardı gizli köşelerinde bencilce. Beynim seni rüyalarıma savurarak, tanımadığım tenine karıştırırdı bu ahir zamanlarda. Bundan sonraları ise;


...ben elma şekerine,
iki elle sarılmış
bir çocuk gibi.
Dalında yeni
filizlenmiş
bir gülün
kokusunu
içine
çeker
gibi,
birikti
rir
dim

(im)
de
se
ni
..
.

LiberterKedi

6 Eylül 2008 Cumartesi

Arafta Kalmış Ölü

Arafta kalmış ölü..
ses bir
yana

geç

.
.

.



"Satırlar arasında öldürmek istediğim
çok sefer oldu yaşamımda
kendimi.
"

Hayatımda neden bu kadar kendimi gizledim / saklayarak herşeyimi, yoluma devam ettim, bilmiyorum. Hep özlem vardı, ama özlem kimindi, kim buna layıktı bu tartışmalıydı. Bunun kaosu hep beni fırtınalara itti. Sandalım defalarca alabora oldu. Bencildim, hep kendim vardım bu anlarda, tek başıma, kimsesizce.

Kimseyi bilerek götürmedim, götüremedim. Denizlerin üzerinden süzülen dalgalar, kayığımı tutsa da, beni içlerine çekmeye çalışsada, posseidon mızrağı ile hep kustu beni kıyıya. Acı çeksemde hep, ebedi bir son dalış için bi gün posseidonu yeneceğim. Elindeki mızrağını kalbime saplayıp, içimdeki bu dipsiz kuyuyu akıtacağım içine denizin.

...elimden bıraktığım o kadar sayfa var ki. Nerelere dağılmışta, haberim yokmuş. Bu anlarımı dile getirdikçe farkına varıyorum. Ölümün bu kadar istenmesi bir akıl hastası için bile anormal bir durumken, nereden doğuyor böyle anlamıyorum. Toparlayamamak, boşlukları dolduramamak, yardıma açık, yardım etmeye kapalı bu testileri ne ile doldurcaz. Tam bir kaos!

Monologlarımın karmaşıklığı bazen dışardan tuz gibi katı, limon gibi ekşimsi bir tat ile, kekremsi bir hal almış gidiyor. Beni mahoş bir havaya soksada ben artık yitirilmiş bir gökyüzünde, yerinden kaydırılması için zamanını bekleyen sönmüş bir yıldızım. Hiç bir zaman bitiremeyeceğim gizlerimde, isli bir sesizlikle, gözyaşalrımda yanmaya, dilimde ölmeye hazır bir diyoloğa hazırlanıyorum tanrı ile.

Yokum artık bitiremediğim safsataların öbeklerinde...

Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı(Paraf 3)

LiberterKedi

3 Eylül 2008 Çarşamba

Soytarı

Çember içerisinde mutlu ve genişlemeye karşı yapımız ile gelişmeye kapanmışız. Sebebi nedir sizce.

En iyi ardıl cevap ise:

Tüm sınırlamalar kişiyi mutlu kılar. Görme, etki ve temas alanımız ne denli dar ise o denli mutlu oluruz; ne denli geniş ise o denli sıklıkta kendimizi azap içinde ya da ürkütülmüş duyumsarız. Çünkü bu alanla birlikte kaygılar, istekler, ürkünç şeyler de çoğalır ve büyür.

Schopenhauer


...budur sanırım bu yargıya verilecek en güzel cevap.

...dünya panayırında yer alan diş kovuklarını dolduran şaklaban, soytarılarız biz. Tanrının çobanı, ruhların sahibi, sürekli yinelenen hiyerarşi aşığı güç düşkünü soba camındaki is)-i-(z biz. Yanmadıkça hiç bir yere yayılamayız bu korkularımızla.

Farkında değiliz.

...karanlık bir sevişme ise bu yanlış tutku, acın ile taçlanınca umarım uyanırsın bu soytarılıktan. Sıyrılda dal cehennemlerine dünyanın. Açlık, kokru, savaşlar arasında ölümün kokusunu tenine dolada gör bakalım ne kadar komik. Çomağını soktuğun yerlerin düzenini bozduğunda, çokça neşter fikir bedenlerini ameliyat edecek. Direm direm azalıp yok olduğunda.

-Sen kralsın arzunun kamçısını fikirlerinin önünde tutabildiğin için diyecekler.

...işte bu doğrultudan sıyrıl. Sıyrıl ki zehirli mantarların inceleştirilmiş parçalarının verdiği o halüsünojik etkilerin uyuşukluğundan uyan.

Ve artık soytarı olma, onların sofrasında!


2 Eylül 2008 Salı

Absürd Rüya

Absürtleşmiş bir rüya bu.
Uğurlu mu, uğursuz mu
belli bile değil ki.
Uyanmak için
kaç kere azrail
yoklamalı,
kaç gece
besmele
çekip yatmalı.
Yoksa düş pişiminde
bir diş çekimi mi
bilmi
yor
um
.
.
.

Rüya...

Yıldızların arkasına savrulmuş, gökyüzünde bir o yana bir bu yana kayan güneşim nerdesin?

...adresi belli olmayan sokaklarda gölgen olmuş arıyorum seni usul usul. Taşların üzerinde süzülen ince bir sızı bu ayrılık vakitleri. Sur diplerinde tüttürülen cigaralar bile unutturamaz seni. Çünkü yağmur olmuş tenime kazınmış gözlerin. Belki de beklemenin verdiği bu dayanılmaz acı bende öbek öbek işlenmiş olan sevigini tanımlandırıyor bana, bilmediğim halet-i ruhiyeni imgeliyor yokluğunda ne dersin?

Perde aralığından sabahın ilk ışıkları ile içime akarsın, tıpkı geceleri perdenin aralığından ay ile aktığın gibi.

Battaniyeme dolarım her sabah ve her gece senin düş imlerini. Bir daha penceremden akıp gitmemen için. Uyuşuk ellerimi yastığımda gezdirir, kollarımı kenetlerim üzerinde. Ve öpücükler koklatırım hayallerine, imgeler vururum tanımlayamadığım bedenine, ardına kalbimi savurarak sürüklenirim peşin sıra. Tıpkı eski düğün arabaları arkasına takılan tenekeler gibi...

Teneke...

Teneke yüreğim
eline geldiğinde,
hayallerinde naylonlaşmış
umutlarım vardı
söz öbeklerimde.

Yüreğimin kenarına
dökülen mum damlaları,
gözlerimin ardındaki
özlemi kaplayamaz
unutma.

Ben seni benim
tanımlayamadığım
gizlerimde saklıyorum.
Ben seni dilimin
içerisinde söz
köklerinde kokluyorum.
Ben sadece senin
benimle olduğun vakitleri
özlü
yor
u
m
.
.
.

Uyanacak mıyım bu absürd rüyadan sence!

LiberterKedi

Sessiz Haykırışlar - Perde 1 -

Dillendirmek istediklerimizi, genelde resimlerle ifade edeceğiz bu dizinimizde.














Resimlerin sahiplerini tam isimlerini bulamadığım için yayınlayamıyorum. Bu durum için özür dilerim...

1 Eylül 2008 Pazartesi

Protesto

Bu tipte egemen olduğumuz dünya' nın yaşanmaz hale gelmemesi adına bu afişte dillendirilmek istenen baskı, şiddet, zulüm, fiziksel darbelere ve egosunu tatmin etmek isteyen her ezik aşağılık hem cinslerimi protesto ediyorum.

Ve unutmayın:

Kelebek beyinliler; kavga ile şiddetle yönetir kendini, etrafındakileri. Çizgisiz defterlere benzeyen beyinlerinde hiçbirşey bir yerde duramaz. Çünkü günlük yaşarlar. Bu yüzden şiddete maruz kalan kadınlarımıza şiddet, baskı, zorla kabullendirme sürekli hüküm sürmeyecektir. Bu kelebek beyinlerin, anlık yaşayabilecek baskılı boş düşüncelerinin ölmeye mahkum oluşundan dolayı...



31 Ağustos 2008 Pazar

Geleceğine Tokat Atan Hümanite

Geleceğine tokat atan kadın...

Uzunca bir zaman camımın kenarına yanağımı yaslayıp düşünürken, birden bu kafamda şimşeklendi. Şiddet ne ise, insanlıkta bağımlı bir hal almış. İlişkilerde kimi zaman anlık sinirlenmeler ile, aşırı strese bağlı olarak karşısındakine uygulanan fiziksel darbeler sonucu kopma ve parçalanmalar gerçekleşiyor sıklıkla günümüzde. Bu sistemin getirdiği stres ve bunalımın toplum içerisine sindirdiği travmadır ve çok kötü.

Stres unsuru insanın beyini ile omurilik soğanı arasındaki uzaklık farkı ne kadar iyi olursa olsun, etkisiz kalabiliyor. Yani insanı düşünme yetisini kaybetmesine sebebiyet verebiliyor. Zekasını yeterince işletemiyor. Analiz etme becerisinden yoksun kalıyor, düşünemeyerek ileriye dönük hareket edemiyor ve toplum bu yüzden yoksunlaşıyor. Ve şiddetin artması ile bir genelleşme ile bireyin hırsı, kini, siniri ve duyguları git gide başka bir forma bürünerek, insalık kabını kurutuyor. Toplumun bu dinamik etkileşimi parçalanmaya ve dejenereleşmeye gidiyor.

Dejenereleşme ve getirisi asimile edilmiş çekirdek yapı...

Bir gerçek vardır ki bir toplumun en derinine inmek isterseniz çekirdek yapısını izleyin. Bu genellemeler aslında yapılacak en doğru genellemelerdir belki de. Bunun sebebi çekirdek oluşumlar aslında kendi öz kaynakları içerir. Oluşum evrelerini, ileride büyüyecek bir olayın belirtilerini ve dahasını gösteren önemli birer başvuru kaynağıdır bu çekirdek yapı. Dejenereleşme bu yapılar için ekonomik unsurların etkisi ile gerçekleşir. Sınıfsal farklar ile çekirdek yapı bölünür ve toplum bir bütün olarak incelenemez. Toplumu bir bütün olarak düşünmek tabi ki sağlıklı bir yol değildir. Ama teolojiye çok bağlı toplumlar her zaman tek bir noktada itiraz haklarını damaklarında kitlemeye göz yumarlar. Bu yüzden bunun siyasal getirisinden yararlanan keneler çekirdek yapıyı bir bütün gibi gösterip, çekirdek içine aynı kutuplaşmaların olmasını tercih ederek herkesin birbirini itmesini arzular. Bunun içinde değişim ve gelişimi engellerler, farklılıkları engelleyerek. Bu dejenereleşmeyi doğurur, ve kalıcı bir doğum yarası gibi bireyin bünyesine, daha doğduğu günden itibaren sanki bir bilgisayarmış gibi programlanarak yüklenir. Böylelikle dejenere kalıcı bir olgu olur toplumda. Bunun gibi olgulara bağlı olarak çekirdek yapı yıkılır, tek merkezci, dogma bir yapıya dayalı, düşünmeye, irdelemeye, özgün fikirlerin doğmasına engel bir hal ortaya çıkar ve ortada çekirdek bir yapı kalmaz. Kalan tek şey ise;

Tamamlanamayan, üretilemeyen, hayata geçirilemeyen, özgünlükten özgürlükten uzak bir iskelet üzerine giydirilen bir kılıftır.

Kabul gören olgular ise bireyler arası kin, nefret, şiddet, baskı, zulüm, savaş, asosyallik, popülizm yapma, bağımlılık, kopuk yaşamlar, parçalanan kısa süreli aile yaşamları ve birey ilişkileri gibi bir çok argümanı bol olguyu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak buna göz yuman insanlık geleceğine tokat atmıyor mu sizce....

Zeitgeist(Zamanın Ruhu)

Öncelikle bir uyarı ile başlayalım bu filmi izlemeye başlarken gözlüklerinizi çıkarın, tebiki dünyaya ön yargı ile bakıyorsanız!

Zeitgeist: Zamanın Ruhu anlamındadır bu kelime. Film bu felsefeden yola çıkarak günümüzü ve geçmişimizi irdelememize olanak sağlıyor. Tercihi bize kalmış.

İlk kez 2007 yılı Haziran ayında Google Video' da yayınlandı. Yayınlanır yayınlanmaz günde 70 bin, ayda yaklaşık 2 Milyon izleyenle internet tarihinin en çok izlenen ve toplamda dünyanın en çok indirilen filmi oldu. Fakat bundan birçok kimsenin haberi olmadı. 15 Mart 2008' de dünya genelinde gösterim günü ilan edildi ve 1800 noktada özel gösterimler düzenlendi. Aynı gün Türkiye' de Boğaziçi Üniversitesi' nde ve Atlas Pasajı Nefes Cafe' de gösterildi. IMDB' de 8.7 puan aldı. Oylamaya katılan 3,877 kişiden 2,450’i filme 10 tam puan verdi.

Filmin içeriği dünya genelinde çok büyük tartışmalar yarattı. Hatta Zeitgeist' e karşı Hıristiyan çevreler iki alternatif film bile yayınladı. Bütün bu tartışmalara rağmen büyük yayın kuruluşları filmin adını ağızlarına dahi almadı. Bütün sansasyonel etkisini bağımsız internet siteleriyle sağladı.


Korkularımızla yüzleşmemek adına "Komplo Teorisi" kelimesine dört elle sarılır olduk. Özellikle dönemimizde öyle insanlık dışı olaylarla karşılaşıyoruz ki bunların kökenini araştırmak, hatta düşünmek bile bizleri korkutuyor. Mesela "İnsan Hakları". Batı medeniyeti merkezli olduğuna inandığımız bu kavramın tam da Batı Dünyası tarafından ayaklar altına alınması hayata karşı güvensizliğimizi zirvelere taşıyor. Toplu mezarlar, petrol için öldürülen bebekler, işkencenin ABD tarafından standartlarının belirlenmeye çalışılması bizlerin insani kriterlerini de bulanıklaştırıyor. Bütün bu saydıklarımız değerlerimizi kazandığımız geçmişimize götürüyor. Bize söylenenler, öğretilenler yalan olmalı ki bu insani kriterleri yaratanlar kendileri her türlü değeri alaşağı ediyor.


Zeitgeist filmini seyredenler bu sorgulamayı daha yıkıcı yaşayacak. Ya uyanacak, ya olanlara şaşırmaya devam edecek. Film din, para, ve korku üçgeni içerisinde kıstırılan toplumların nasıl yönlendirildiğini ve büyük planın tekno - totaliter bir Dünya Devleti kurmak olduğunu ileri sürüyor .Zietgeist' de artık koplo teorisi sınıfından çıkmış ve herkesce doğru kabul edilen 11 Eylül Saldırılarının bizzat Amerika tarafından düzenlendiğini, kredi sistemini, savaş ekonomisini, merkez bankası ve Federal Reserve tarafından nasıl köle bir toplum yaratıldığını anlatıyor.




Anlatırken sizin insanlıktan miğdenizin bulunmasına sebep oluyor. Kendinizi ve yaşamınızı sorgulamanızı, olayların zihninizde daha da netleşmesine sebep olan bir film. Ama başta önemli bir uyarı diyerek dillendirdiğimiz gibi.

Bu bildiğiniz belgesellerden değil!

Bu bildiğiniz bir film değil. Bu gerçek zamanın ruhunun gösteriişi. Bu yüzden bu filmi izlerken önyargı gözlüklerine sahipseniz çıkarıp izleyin.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Perde[Ay'dan Sarkıttım İlmeği Boynuma]

...ölç direncimi,
hayalsiz ne kadar
yaşaya
bili
-
y
o
r
-
um...

tut yüreğimi
ve nüfuz ettir
dil(im)lenmiş
ruhunada,
gör
beni.

Ve unutma
sen göz yaşlarımın
altında kararan
gümüşüm,
yüreğimde hep
parlayacaksın
mesafen
artsa
da.

Son olarak
kulağında titreyen
ben olmazsam,
yüreğine eğil
ve
dinle
beni:

Göz yaşımda gizli,
biçimsiz çevremi derlerken,
iplerimi aya bağlarım,
ilmeği boynuma geçirir
atlarım geceleyin rüyalarıma,
sadece
seninle
olabilmek
için
bil
i
yor
mu
s
u
n...

Sonu
bitmemiş senfonin
sonlanmamış
perdesi
üzerindeki
toz...

Çok acıtıyor
bu
yok)
sun
luk...