9 Temmuz 2010 Cuma

[a]kronik imge

ahlaksız bir akrostij yapmak istiyorum.
narsizm, içimdeki öldürdüğüm koyunum...
açıkça söylemek gerekirse; defalarca duygularımın katliamını gerçekleştirdim
rızası olmadan onlara önce tecavüz ettim.
şimdi öcünü alıyorlar...
izleyerek geçirdiğim hayatımın
zamanı bugün
mat olma vakti geldi.

8 Temmuz 2010 Perşembe

görünm[ez]e



biz' den...

"biz canlıların cehennemi gelecekte var olacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. iki yolu var acı çekmemenin: birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. ikinci yol riskli; sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek." 

görünmez kentler' den

zombileriz....

yaşamı farklı boyutlarda arzulayan, köleleriz bizler. insanın cennetide,cehennemide bastığı yerdir. ama görene.

sağnak

çan sesiyle inleyen bir sokakta,
karton altındaki hayat....

özgürsün.



tüm inançlarını yitirmiş, umutlarıyla kalp rektumunu temizlemekte. nasıl inanmasını beklersin. yağmur şiddetiyle birlikte, onun üzerine çöker. çöpler üzerindeki korunağı olmuştur. yaşamıda çöplük. olan bu. böyle bir kişinin bataklık dünyadaki yeri; en dip. hadesin deliği. susmak, ondaki anlamıyla konuşmanın en tezahürlü halidir. kim(lik)siz yaşamın içerisinde hayat idame ettirmek. umutlarını façalayıp, kanatmayı öğrenmiştir yanlız kişi. insanların maskesiz halleri, sokaklardaki imitasyon kişilikler. yıldız savaşlarındaki klonlar gibi, moron bir yaşamı emirler boyunduruğunda sürümek.


kötü.
kokuşmuş.
yoksul.

yedi tepenin yamacında sıkışmış hümanizma: lahana gibi kendini sarmış-sarmalamış. özgür/özgün olamayacak. bir şeylere bağımlı yaşamak. korkuyu ve statik bir yaşamı getirir. soğuk duracaksın insanlığa bazen. delirmek değil bu. yorum, zeytin yağı gibi çeşitli formalara girebilir. ben sizin kadar eskiyim. yüreklerindeki umut sadece ötekisinin bolluğundan. ben yalnızım. sizlerin türettiği bir sefaletim.

nasıl mı?

örnek: diyarbakır' da ramazan kumanyasıyım. yardım arzusuyla çamura saplanan hançerim. toprağı yürekten yaran insanlık balgamı olan kumanyayım. insanlık ise çamur. bir kamyon, anne sırtında bir çocuk. kamyon içerisinden insanlara fırlatılan yardımlar, ruh fahişelerinin hazzı. meni. unutulmamalı...dedikçe unutulanlar. alzaymır kişilikler. istençli, unutkanlık. kötülük bunları unutmak lazım. ama güç yarattıklarımızda. para para para. ekranlardaki yaşamlar...kahrolsun televole. insanlığa attığın rövaşata hala arşta dolanıyor. düşmeli. içindeki helyumu, söndürülmek gerek. balon yaşam. bu yüzden inançsızım sosyal mühendislik ürünü ideolojilere...

kendi türettiğinin esiri, tanrının topuk kiri insan. şişindikçe patlamaya zamanlanıyorsun. korkuyorsun yarattıklarınla hissizleşerek tüketiyorsun. domuzsun. çamurun ise beyinler. tepsi gibi dümdüz beyinler. üzerine ne koyarsan itinayla taşıyorlar. gözünü yukarı kaldır. uyan. dünya gidiyor. bizlerde içerisinde küflenmiş yemyeşil dogmalar arasında varoluşumuzu kısırlaştırıyoruz.

elveda.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

kundaktan-makbere

öldür beni. 



intihar sonrası beynimde oluşan ağustos böcekleri, içimi karartıyor. 





öl.



Fotoğraflar Misha Gordin

2 Temmuz 2010 Cuma

yaşamı boynundan kırmak

ölmek...

beyninizde kendinizi bitirmek kadar kolay birşey yoktur. boşlukta kendi boğazınızı keser gibi, düşüncelerin gırtlağını parçalayarak onlarla akmak. kendinizi terk etmek ve gitmek. karanlıklarınıza ve yalnızlığınıza. kimseyi düşünmeden, kimseye bağlı kalmadan, günahkar olmak gerek. intihar edip, beyninizde oluşan boşluklara hamamböceklerini koymak. en güzelidir. karartılmış ruhunuzu, ağustos böcekleriyle aydınlanmasını arzulamak, gerçeklerden kaçmaktır. hiçleşmiş yaşam, çürüyor. unuttuğumuz bu. toplumun delilik olarak yaftaladığı düşüncelerle, el ele gitmek. yalnızlığa, karanlığa.

korkmadan, kaçmadan...

arzulanmayan yaşam krokisinde, kendinize defalarca onlar için tecavüz ederken duyduğunuz suçluluk mazoşistliktir. çünkü kimse sizi düşünmez ve içerisinde bulunduğunuz durumun önemini göremez. sadist ruhları her yere dolar. işte bu , insanı ölüme götüren acı bir eylemdir. hemde yasaklanmış bir ölüme, intihara götürür. anlamı ince, ateşli, korkulu ve sert bir hayatla sentezlenmiş ölüme...onların tek yaptıkları ise arkanızdan üç - beş timsah göz yazşı dökmektir. yüreğinizi parçalayarak, tekrar yapıştırmak. üzerinizde tepinerek libidolarını düşürdükten sonra göz yaşlarınızla gusül abdestlerini alacak kadar gerçekçidir hayat. bu yüzden boynundan kırmalı yaşamı.

kimine göre pembe, kimine göre siyah olan

 -tüm renklerin kolajı beyaz olan yaşamı. kirletmek,
kirletilmek.

tamamen yaşamınızdaki müdahilliklerin getirisidir.

bu yüzden yaşamdaki en büyük totoloji: bir kolajdır"...büyüdükçe küçülen hayallerin peşinden koşuyoruz. tüm umudunuzu kaybetmek özgürlüktür."...deyimiyle betimlene bilinicekbir kolaj.

ne kadar kabullenmesekte, bu böyle değil mi?

öl/öldü...

2 Temmuzu Unutmadık[!]

2 Temmuzu Unutmadık[!]

1 Temmuz 2010 Perşembe

is/tan/bul

kesik kesik is/tan/bul...

Misha Gordon

istanbul ağlıyor. oturmuşta sızlanıyor. kimsenin umrunda değil. kimse dinlemiyor onun ağıtını. dinledikleri tek ses kendi homurdanmaları. tıpkı birbirlerine yaptıkları gibi...

istanbul' un sağlığı bozulmuş, kimin umrunda.

herkes bir telaşının içerisinde kaybolmuş. herkes kendine bir dert bulmuş. onunla avutuyor kendini. herkes körelmiş istanbula karşı. herkes umursamaz yaklaşıyor ona. yarasalaşmış düşünceleriyle çürütüyorlar bu kleopatra kenti. her yerini yıpratıyorlar. bacaklarını morartıyorlar. ciğerlerini yok ediyorlar. akın akın kanıyorlar gün gün onun yüreğine. pıhtılaşmış pisliklerini getiriyorlar. kısacası insanlar her daim, tecavüz ediyorlar istanbula.

çalmışlar hayallerini bu kadın şehrin. üzerine betondan düzensiz bir dizimle, binamsı hançerler saplamışlar. bu üretken şehirin her gün, bir başka yerini bıçaklamışlar. üzerine, derin derin façalar atmışlar. kibritten, neşterden, jiletten kesilmiş yaralar. her saniye, ayrı ayrı yerlerinden, bir başka mekanından talan etmişler onu. hala ediyorlar. bitirmeye çalışıyorlar. ağlıyor. inat ediyor bu çekici kent. bitmemeye, yaşamaya...

tıkamışlar boğazlarını. yüksek sesli elektronik müzikleriyle, geceleri beynini sarmışlar. gündüzleri  yarattıkları gürültü yetmezmiş gibi bırakmıyorlar geceleride dinlenmesi için bu mor şehri. yorgun ve bitkin kadın. korkuyor. gözlerinin altı torba torba olmuş. içinde barındırığı acılara ortak oluyor. ona sadistçe yaşadıkları aynı acıyı yaşatıyor mazoşist insanoğlu. o ise buna sessizce ağlıyor. umutla bakıyor damarlarındaki, pardon sokaklarındaki oynayan çocukalarına. korkuyor çünkü sokaklarda ticarileştiriliyor. parklar pazarlanıyor şirketlere fahişeler gibi...çocuklar umutlarından yakılmaya başlıyor. isyan kökten engelleniyor. oyun alanları pazarlandıkça çocukların. istanbulda ağlıyor, umutsuzlaşıyor, depresif bir hale bürünüyor.

yapabileceği bir şey yok. bir ana evladını öldürebilir mi. yapamıyor birşey.

ancak türkülerde, şarkılarda, şiirlerde, öykülerde dile getiriliyor acısını. tıpkı şarkılarındaki  varolan umutsuzluğu gibi.  tıpkı, türkülerinde barındırdığı depresif melodik hüzün gibi. tıpkı, şiirlerinde kırık kelimeler arasına yerleştirdiği acıları gibi. tıpkı öykülerinde içine soyunduğu çürütülmüş bedeni gibi, korkuyor ve ürküyor istanbul.

artık ölümünün kıyılarında bu kadın kent. 

estetik istemese de istemediği zorla yaptırılıyor / yapılıyor. hergün bir başka yerinden biçiliyor. kendilerine göre eviriyorlar bu feminen kenti. her noktası buram buram tarih kokan bu kenti, kendilerince değiştiriyorlar. kefen giydiriyorlar. ne kadar gözlerini boyamaya çalışsalarda; farkında olmadıkları katarakt olmuş gözleri artık hiç birşey göremiyor. ciğerlerine saplanılan beton hançerler tarafından nefes darlığından sürekli astım krizleri geçiriyor. çevresine sardıkları fabrika telleriyle özgürlüğüne pranga atıyorlar. kısacası ölüyor bu kent...

ironi dolu hayat. bunları yaşayan bu kadına yine suç atıyor. onu çürütenler ona kötü dualar ediyor. ne kadar lanet bir kentsin diye. farkında olmayan moronlar görmemezlikten geliyor:

"kim bu kenti bu hale getirdi?"

acısı havva' nın acısına benziyor istanbulun. ebediyen suçlanma...

neden yasak elmayı yedin diye...suçalanan havva gibi istanbulda; neden üzerinde bu kadar insana yer verdin diye yargılanıyor..

ruh fahişesi insanlık,

kim istedi sizleri. aynada yarrattıkların bunlar. göz kırpmadan bak[...]

30 Haziran 2010 Çarşamba

yaş[at]ıyorum.com

yaşadıkça yoruluyorsun artık. hayatındaki günlük kelimeler ağzından cımbızla alınıyor. günün yorgunluğu, hissizleştiriyor seni. hergün bir önceki günün imitasyonu oluyor. giydiklerinle bir başkasının aynası oluyorsun. toplumu etkilemek zorunda olduğun dayatılıyor. para kazanmalı, ruhunu ortaya koyarak ticaret adına kevaşeleşmelisin. işte bu şekilde: mekanik bir varlık haline geliyorsun. tanrı adına konuşuyorum / yaşıyorum diyorsun. ama halbuki kendi kendine öykünüyorsun. 

mekanikleşmenin izdüşümleri... 


gölgede ise bunlar, onların kelimeleri, söz öbekleri, betimledikleri öykünmeler. tıpkı okulda, dışarda, evde içine nüfuz ettirilirek ilahlaştırılan öykünmeler gibi.

inançsız olmalısın.
yıkım güzeldir böyle bir aptallık için.

unutma: hepsi senin zihninde. engellemek bireyin tercihidir. yani bu dayatma masal cinnetle yıkılacak. topluma karıştırma onları. "tanrı adına konuşuyorum..".. diye, bunu kendine görev addediyorsan, kokuşmaya başlamışsındır. ama sadece sana ait olan şizofreni bu.

uyanmak gerek. herkes sokakta bir azize / aziz. ama içerisinde birşeyleri bızıkladıkça, her şey buharlaşıyor. dogmalarla bezenmiş fikirler, kolonya ıslaklığı gibi zihinde gelip geçici etkiler yaratıyor. bunlara karşı körleşmeliyim. sorgulamadan kabul etmeliyim. susmalıyım. konuşmamalıyım. ama ben tanrıya inanmıyorum ki...

totaliter hayat şizofrenisi...

her yerde huzursuzluk, mutsuzluk, acı ve yorgunlukla sinesi kabarmış insanlar var. korkuyorlar, korkuyu yaratanlar tarafından korunuyorlar. içerisinde zaman zaman ellerine zorla savaş metalarını tutturuyorlar. düzen  ötekisi gibi olmayı seslendiriyorlar. marşlarla, uygun adımla, yüksek sesle...

ironi değil de ne bu?

umursamazlığın getirdiği etikle... 
hareketsizliğinizle: 
baskı, 
zulüm, 
cinnet, 
katliamlar, 
sınıfsal farklar ve insanların buna kayıtsız kalışı. 

acayip bir sentez bu. has kokuşmuş dünya tragedyası. hadi alkışlayın insanlar. sizden üstünü yok. üzerinde yaşadığınız ekolojiyi, hergün değişik pozisyonlarda ilişkiye zorlayarak kirletiyorsunuz. nükleer denemeler. çevreye atılan çöpler. atmosfere salınan gazlar. okyanusların kalbine saplanan petrol platformları. genetiği piç edilmiş organizmalar. kısacası dengesi, kapitalizm uğruna sikilen doğa. neleri gösteriyor, neleri...

ya bizler...

puslu bir camın üzerindeki buğu kadar etkiliyiz.

sessizlik: küresel ısınma. türlerin kırılıp yok olması. denizlerin, ırmakların, çayların, derelerin kızmasıyla buharlaşıp ardından asit yağmurlarıyla tepemize akamaları...

bizim yarattıklarımızın yansıması...

bizlere doğa tarafından biçilen bir kefendir bu.

korkun.

asıl bundan korkun. ürkün, ağlayın. hatta değersiz yaşamınızı sonlandırın. intahar edin. yanarak ölün. bu şekilde gideceğiniz yere alışmış olarak gitmiş olacaksınız.bu yüzden, yükseldiğiniz yerden korkuyla düşün. çünkü  zaten ölüsünüz. ölümü hergün kendiniz hazırlıyorsunuz: doğaya sahip çıkmayarak, insanlığınızı terk ederek.

alternatif asosyol yaşam şeysi, buyrun burdan alın: www.yasiyorum.com


29 Haziran 2010 Salı

gölgeleri parçalamak...

...insan, kendisi dışında herkese borçlandırılmış bir metadır. 
her metanın birbirini satması ise kara ironidir.

neden bu kadar fazla çürümüşlüğü içeren bir toplumun, bireyleriyiz.

birbirimizi tüketmekten başka birşey yapamayan hayvanlar haline geldik. diğer hayvanlardan farkımız, düşünerek  hareket edebilmekken; bizler ilk düşüncemizde,  insanı nasıl sömüreceğimizi etkin kılmışız. garip bir tragedya hayat. baş piyonlarıda bizleriz. birbirimize maskelerimizin ardından hitap ediyoruz. kara mizah gibi bişey bu. sahteyiz. yapay tanrılarımız var. maskelerimizi onlar belirliyor yüzümüz için. işte salt bu yüzden özgürlüğü hayal ederek rüyamızda görebilecez. umutlarla, uğraşmadan, emek sarfetmeden gelemeyeceğini reddeden bizlere çok uzak özgürlük.

kuklalarız. 

not: özgürlük millileştirilip, piyangolaştırılarak satılacak bir meta değildir.

maskeleri kenara atarak, kendimiz olarak konuşamayacak kadar korkak kuklalarız. modernize edilmiş pinokyolarız. burunlarımız, birbirimizin kıçına girmeden rahatlamıyor. dedikodu toplumu haline evrilmişiz. başkalarının yaşamlarını merak eder halde hayattan haz alıyoruz. gepettolarımız bir değil birden fazla. biz değil, bizden başka herkes yaratıcımız. tıpkı:

toplum gibi. 
onun getirdiği kurallar gibi. 
sistemin yılmaz ön yargıları gibi. 
kabul ettiğimiz yaratılmış ve genelleştirilmiş yasalara taptığımız gibi. 

...herkes bizim gepettomuz.

kendimiz dışındaki herşey. kısacası gepettolarımız çok fazla.

hepsinin sentezi ise susmamız için ilahileştirilmiştir. ismine tanrı denilmiş yapay bir insani sistemdir. sadece eleştirememek için ilahileştirilmiş suniliktedir. eleştiri yapamazsın, çünkü günahkar kılınırsın. ironisi de yaratanın yani insanın ta kendisi olmasıdır. bu sistem insanın sistemidir. bizler ise bu sistemin değiştirilebilinen çarklarıyız. ortasında durup devamını sağlayacağımıza, onu bozabiliriz. bu sistem devam etmemeli ve tanrısallaştırılmamalıdır.  yıkım şart(!)

...ki zıttını düşünürsek, tanrı eğer bunu istiyorsa: o zaman tanrı bütün zamanların en büyük sadisti ve mazoşistidir kendisi. maskulen davranmaktadır. kötü(!)

kokuşma bu değilde nedir?

bilgiden uzak, yaşamdan kopuk, beyinlerimizden iplerle bağlı halde yaşayan formlara girmemiz, kokuşma değil de nedir.

korku kurtulamamayı getiriyor. korku bağımlılık yapıyor. bizler ise endişesiz bir halde zombiler gibi dolaşıyoruz. gelişmiyor, üretmiyoruz. geliştiğimizi sanıp, ismine modernize toplum diyoruz. modernize ettiğimiz ise sadece mekanik hayat. düşünceler, yaşamlar değil. sadece birilerinin ceplerini doldurmaya yarayan mekanik yaşam. onu modernize ediyoruz. bu yüzden ölüm hali mevcut hayatta. yaşamdaki bizlerde ise...

...şuursuzluk sınırsız halde. 

zZzZZzz...

klonel formların uyku halinde yaşaması, izlemesi deniliyor buna. uyandırmalı bu toplumu, acilen uyandırılmalıyız. yattığı yerden suratına tekme atarak uyandırılmalıyız ki; hem yere düşmesiyle, hem de suratına yediği tekmenin acısıyla uyanmalı. 

faşistlik değil bu.

bu onu irkiltmeli.sarsmalı. derin bir sarsıntı yaratmalı. kalktığında titremesi şiddete dönüşmeli. ilk oturduğu yerden tahribata başlamalı. içinden başlamalı. adrenalin beynini arındırmalı. tepsiye dönüştürülmüş beynini kırıştırmalı birazcık.

yaşam içine tırnaklarıyla değil, tüm bedeniyle dalmalı. kavga etmeli engelleyenlerle. onların yüzünü dağıtmalı. sonra yüzlerini ayna tutup, yarattıkları bireyi göstermeli onlara. evet hiyerarşinin en üst kademesinin kullandığı meta bu. insanları, insanlara çatıştırarak kendine bağımlı hale getirmek. dogmalarla sınıflandırmak. parçalamak, kanatmak, ayırmak. her bireyi, en ince noktasından ayrıştırmak: totolojik çıkarım burda bu değilde ne olmalı...

şiddet mi olmalı.

istek şiddet değil. amaç; şiddetinde onlara karşı bir balyoz gibi kullanıla bilineceğini, göstermektir. çünkü kimse şiddeti arzulamaz. ama süt liman bir hayat yok dünyada. birileri ceplerinin obezliği ile dünyayı sömürürken, sessiz kalmak acıdır. 

dünyanın tecavüzüne izleyici olmaktır bu...

birbirmizi kemirmek ise ruhlarımızı onlara pazarlamaktan başka bir şey değildir.

kırın bu gölgelenmiş kabuğu...
ışık zihninde...
özgürlük ise
sorguda
mevcut
yap ve
gör
..
.

27 Haziran 2010 Pazar

Açlık / Hunger

Sizler tıkınırken, onlar kendi bedenlerini tüketiyor. Sınırsız tüketim aptallıktır.

26 Haziran 2010 Cumartesi

kırık kelimeler

...seni hissederken ağlıyorum,
bu sıcak zaman esintisi değil.
içimizdeki kendimize olan misafirliğimiz.
bir fırtına.
öksüzce esen 
bir tayfun
...
..
.

yerindeki boşluğu dolduramayanların 
kopartılması, götürdükleri...
kızgın bir rüzgar tokatlıyor
madem rüzgar kızgın,
güneşi çekelim aramıza.
dağıtmak gerek
bu basık 
huysuz 
hali.

beklemiyorum artık.
korku parçalamış kütlemi
yarım kalmışlık eksikliğinden
susmak,
es/mek değil.
kelimeleri kıralım doğru yerlerinden
hayallerimizi saplayalım 
üzerlerine
son sigaramızı tüttürdüğümüz ortak ağızla
halkalar yapalım 
mutluluğumuza.
içinden geçsin
semaya dolasın 
bizi..

değil mi ki aşk
benim/senin içinde olan 
ve esen töz
aynı
sen/ben

uzaklardaki başkasıyla
kayanın üzerinden kalkan
albatroslar kadar arzuluyum
sana deniz/
im...
...dinle
dalgaların armonisi
senin-benim 
seremonim.
yeniden
içinden
dinle.

24 Haziran 2010 Perşembe

soru



ölüm, hayat, insan. 

bu üç boktan olgunun içerisinde yürüyen insan...

....neden hep sakat.


19 Haziran 2010 Cumartesi

yağmur kokulum...

ah! 
düş olmayan bir şey var mıdır gündüzleyin. 
gözlerinde geçmişten gelen bir ışıkla, 
çevresine bakan kişi için? 

edgar alan poe


öpücüklerle hayallerimi uyandırıyorum.

seni barındırıyorlar. ne kadar yumuşak hisler bunlar. pamuk gibi. korkmuyorum yanında. ellerim ellerinde kenetli halde. susup, ağlıyorum. göz yaşlarım emekliyor yanaklarımdan aşağıya. sen parmaklarınla kaldırıyorsun onları yanaklarımdan. dudakların, dudakların dudaklarımla dans ediyor. titriyorum. ilginç bir duygu bu. yazdırıyor bana seni. seyyah ediyor beni, kelimelerde seni arıyorum. tanımlamak için. uğraştıkça, şizofrenleşiyorum. kişiliklerim oluşuyor. bilinçsizce tüm  harflere, tüm dillere, tüm toplumların aşklarına sarılıyorum. seni bulmaya, tanımlamaya çalışmak adına. deliriyorum. suskunum. neden bilmiyorum. 

ama artık değiştim. 

kelimeleri yiyorum, duyguları kokluyorum. bulamıyorum. nasıl bir sentez yapmalıyım. dünyanın en güzel tanımı için. en güzeli, en özeli, hiç yapılmayanı bulmaya çalışıyorum. benciliğimsin. kıskançlığımda faşistleştiğim kölemsin. hayalimdeki obezliğimsin. açlığım, doyumsuzluğumsun. sadece bana aitsin. sadece duygularımdasın. gizlisin. bilmeyeceksin. seni seviyorum. anlıyorum ademi. havva'ya olan duygularla, elma' yı bende yerdim. günah sensen. en günahkar benim baranım*.


ben sana dokunmak istiyorum. 

rüzgara karışmış béhn*'im. kokla. dokun gökyüzüne. yıldızlara bak akşamları. çünkü ben gökyüzünü okşuyorum. elliyorum yıldızları, ayışığında aralıyorum galaksileri. ardından sana doluyorum kayan yıldızlarla. dilek tut. 

ben sanırım sana aşık değilim. 

aşık olmanın çok ötesindeyim. gözlerin tenime izdüşümler gönderdikçe, çenemin bir buçuk karış altında, sol tarafta bir yerlerde; derin bir sarsıntı oluyor. ben seni ölümüne seviyorum. 

neden?

nasıl?
niçin?

yağmur kokulum...

düşüm/sün

baran: yağmur(kürtçe)
béhn: koku(kürtçe)

deliliğim neresindesin hayatın

linç et beni...
kalbim kaşarlaşmış
beynim kevaşeler pazarlıyor.
özlemimsin vahşet
metayım topluma.
yokluk her şeyimizde.
dilenciyiz günaha
diablonun soytarısıyım ben
koptukça, birleşiyoruz.
parçalandıkça, tamamlanıyoruz.
korkuyu mıknatıslıyoruz...
oyuna müdahil misin
linç et beni tanrının çekici.
köpeğim ben.
kerberos' u dişliycem.
ölüm olmalı bu yazıda.
deliliğim neresindesin hayatın.

18 Haziran 2010 Cuma

muşlu geçmeyen masal

hepsini öldürmek istesemde yapamıyorum...

katletmek istiyorum aslında. evet evet kesinlikle öldürmek istiyorum. benim olmayanı, benimkiymişçesine dayatmak ve beni köleleştirmek isteyen herkesi.



ismi köleliştirme olan eylem zincirini giyinmek ister misiniz sizler?

yaptırımların, sizin insiyatifiniz dışında, sadece onların yararına yapılmış olmaları çürüme değilde nedir.  yaptırımların eş anlamlısı köleleştirmek değilde nedir?

dayatmadır. dayatma, direnme gerektirmez. çünkü dayatılması gerekenin mutlaka kabul edilmesi gerektiğinden; dayatan onu hayvani güdüleriyle, savaşırcasına empoze eder. 

kötüdür.  

yapılması gereken ise: 

saçından tutup boğazını gerginleştirmekle başlar. hafif boyununda sıkışma hissettmesini sağlayacaksın. nefesi hırıltılanmaya başlayacak. suratı kızaracak. boynundan geçip, beynine giden damarlar iyice belirecek. işte o anların sürekli tekrarlanır hali hayatlarımızdaki dayatmaların, bize yaptığıdır. sadece ruhumuza tekrarlatır bu eylemleri. intihar düşünülür o anlarda. ölüm ustaca kazınılır, hayatımıza. o ana kadar geldiğiniz zaman dilimi birden "delirmiş" yaftasıyla örtülür. 

ya önündeki sebepler, 
nedenler. 
bunlar önemsiz midir?

önemsizdir. insan yaşamı değersiz bir çöplüktür. diğerleri için böyledir. bir gün, iki gün. hafta, ay, yıl. ya da her neyse. söz söylemek istemez kimse. susmak ve nedensellikten uzak yaşamak aşılanır. böylelikle kölelik sisteminin daimi hali gerçekleştirilir. giden gitmiştir... onlar için önemli değildir kimse. tek varlık onlardır. hayat işte bu kadar sıradandır. yaşanılmamasını öğütler. maskeleriyle günü birlik yaşarlar. askıya astıkları hayatları monoton ve sıradanlıktan ekşi bir ter kokusu gibi kokar.

yine de diyorum ölüm olmalı. ama acım içimde. büyüyor büyüyor, yine büyüyor. içimde harlansa da bir üflemeyle ateşleniyor yine. yakıyor tüm hislerimi. içim üşüyor. ruhum üreperdikçe titriyorum. susmak en iyisi değil işte. kimileri rahat ederken, kimileri ciddi bir distimik edayla hayata bakarken; yenilgiyi kabul edip, ölmek en ilahi eylemdir.

bu yüzden kölelik, körelmiş toplumu salık veriyor. 

peki biz bunu yaşadıklarımızı, neden hala sürdürüyoruz?

son söz: hayatım boyunca tek vakıf olduğum olgu gibi, bu da bir hiçlik türküsü gibi notsal satırlarda yanacak. yat. öl. körel. en güzeli buymuş masalda...

9 Haziran 2010 Çarşamba

uyan ve dur de(!)

insanlar...



körelmiş, yarasa insanlar. boya tenekeleri. estetizmin, dışa vurum ile gerçekleştiğini sananlar. beğenileriniz, kokuşmuş halde. nasıl mı? moda algınız ile kokan beğeniniz sayesinde. ölü. uyanın. ilkelsiniz. yıldız savaşları klonlarına benziyorsunuz. böyle imitasyon / yapay bir moda algısına sahip olduğunuz için, fino köpeklerinden farkınız yok. popülerlik peşinde kuyruk sallayan insanlar. sürüngenden daha aşağılık olan kişilersiniz. 

birey olamamışlar. 

salyaları camekanların temizlenmesinde kullanılanlar. pisliksiniz. 

kendi bokunuzu temizleyemeyen, yürüyen pislikler ordusu. bunu dünya bize söyülüyor. hakaret edip, yüzünü buruşturuyor hergün. sarsıyor bizi kendimize gelmemiz için. ya biz farkında mıyız? hergün uyuşturuluyor ve farkında değiliz diye, kendimizi aldatıyoruz. kokuyoruz. ölüm kokuyoruz. etrafımıza karşı duyarsızlaştığımızdan. bencilleştiğimizden. kendimizin etrafıyla sınırlı bir dünya algısına sebep olduğumuzdan, zombileşmişiz. tenimizden buram buram ölüm yükseliyor. bilinçsiz ve şuursuzuz.

neden mi?




kim biliyor ne anlama geldiğini?

hastalık mı yoksa bir hayal mi. ya da internette kullanılabilinecek bir takma isim mi bu?

ne kadar umrunuzda?

yılda kaç kişinin hayatını bu illet dolayısıyla kaybettiğini, biliyor musunuz?
 
kim bilir ki götündeki diessel' den, lewis' tan -her bilmemne şeyden alınmış- marka kotun üzerindeki taşlanmanın, nasıl yapıldığını. kimin umrunda olur ki bu. kim takar ki, nasıl insanların ölümleri pahasına çalıştırıldığını. 

küresel şirketlerin bireyselleşmesinin nasıl tehlikeli olduğunu. algılayamayan, sorgulamayan, türdeşini  korumayan, doğayı umursamayan insan, ölmeli(!) çünkü farkında olmadan zaten ölüyor. mekanikleşiyor. komutlarla çalışıyor. salyaları tüm camekanların önünde sel oluşturuyor(!)ne için?

görüntü herşeydir...gibi kapitalist bir slogan uğruna...

umursamıyoruz. yabancılaşıyoruz kendimize. ekolojimize yabancılaşmış haldeyiz. paranormalliğe ilintilenmiş dizilerin tutkunuyuz. ve cinnet geçiriyoruz. farkında değiliz.

kesinlikle deliriyoruz. kesinlikle. yoksa camekanların önünü kaplar mı salyalarımız... 

acı bu. his bu. yaşadıklarımız bu. alışılmadık bir şekilde itaat ediyoruz. özgür değiliz. kementlerimiz, tasmalarımız mevcut. köpeğiz bizler. istenilen gibi. haksız değilim. narsistim. her konuda eğitilmiş itler gibi, sadakatliyiz sahibimize. tıpkı şu döngüdeki gibi: 

"uymamız için emir veriyorlar. bizde uyuyoruz. kalkmamız için bağırıyorlar, kalkıyoruz. koyun gibi sıralanmamızı istiyorlar, sıralanıyoruz. verdikleri iğrenç yemekler için şükretmemizi istiyorlar, şükrediyoruz. aynı tipte olmamızı istiyorlar, bizde oluyoruz. sorgulamamızı istiyorlar, sorgulamıyoruz. yatmamızı istiyorlar, karanlığa gömülüp yatıyoruz. tepemizdeler. bizleri tanımadan bağırıyor ve hakaret ediyorlar. dünyanın en arı küfürlerini ediyorlar. vücudumuz şişse de bişey diyemiyoruz. SONSUZ İTAAT ismi bunun."



hiyerarşide en altta yer alan ezilir. halk. adını, cinsini, tipini çözdünüz mü bu sahnenin. 

hayatınız bu. 

sonsuz itaat. 

tahakküm etmek, yönetmek. demokrasidir bu. sessiz ve sinsi bir yaşam tarzı. uluyan ama uzaktan gelen bir ses ile korku duymamızı, acı görmemizi, üzüntüyü tatmamızı istiyorlar. bunu yaşamamızı isterlerken de estetik ile bizi uyuşturuyorlar. narkozları bu. görüntüye bağımlı olmak. sekse tapmak. dogmalara inanarak yaşamak. ölümü ruh gibi beklemek. hiç bir şeyi sorgulamamak gibi yolları izlettiriyorlar. uyanmalıyız. 

bilinçlenip, direnmeliyiz. adına toplum denilen bu kokuşmuş genel yapının nasıl çürdüğünün farkına varmalıyız. onlar yalnız. kendilerini düşünürlerken, bizler onların çöplüğünü oluşturuyoruz. içimizde biriken metan ile patlamalı ve onların üzerine yığılmalıyız. 
arzulanması gereken estetik doğada. yağmur sırasında yükselen toprak kokusunda. üreme zamanı göçen kuşların göçüşünde. birbiriyle çarpışıp şimşek çıkaran bulutlarda. gökkuşağının renklerinde. doğanın seslerinde. kısacası gerçek estetik gördüklerimizde. gösterdiklerinde değil. bunun farkına varma zamanıdır. ertelemeyin.

silikozisten ölümlere, maden göçmelerinden dolayı gerçekleşen ölümlere, devletlerin terörlerinden dolayı olan katliamlara dur demek bizim elimizde. sadece biraz daha geniş bir perspektiften bakarak mümkün. imkansız öğütlendirilendir. imkanlı olan ise isteklerimizdir. insan öğrenebilen hayvanların en zekisidir. bu yüzden doğa ona hizmet eder herşeyiyle. bu hizmeti kaybetmemek adına uyanın ve dur deyin(!)

6 Haziran 2010 Pazar

hisset(!)

mor düğmelerle bezeli hayat,

bir bir iliklediğim
mor düğmelerle,
seni saklıyorum 
tenimin üstünde.
göğüs kafesimin 
hemen altında.
sol yanımda
hisset(!)

içerisinde en taze elmalardan 
yaptığım, elmalı pasta kıvamında 

duygularım var.
sana saklıyorum.
kulağım ardına 
gizlediğim 
çiçeğim, 
papatyam
hisset(!)

kelimelere kanıyorum 
 
oluk oluk,
cümlelere ıslak harfler katıyorum 
sıra sıra
beyaz kağıtlara ilikliyorum
dizin dizin
seni
hisset(!)

...duymadıkların 

dilimde 
palazlanıyor, 
gözlerime batıyor.
korku sadece 
hissedemediklerin.
benim sana öykünmem
hissettiklerimi
anlatamamam
sadece
hisset(!)

ve...
dinle...
 
ben senin bıraktığının 
çok ilerisindeyim. 
gerisinde bıraktıklarımın 
çok üstesindeyim. 
ara, 
lanet. 
özlem 
acı. 
hisset(!)
lanet bir acı olsa da bu öykünme. 
imgelerimde hisset beni. 

yaz,
çiz,
karala,
ve 
tek bir geçişte 
sil beni 
ufacık bir şüphen varsa benden. 
kundakla beni hayallerinde. 
yoksa sadece 
hisset(!)

güven...
geleceğim umutla 
etrafını sardığım çiçeklerle,
serçelerin kanatlarına yüklediğim 
biz imleriyle.
başına yüreğimden topladığım papatyalardan
taç yapacağım. 
göz yaşlarını parmak uçlarımda toplayıp, 
dudaklarıma dolayacağım. 
benim susuzluğum
sadece:
emin ol ve güven
dinle ve inan

sen sadece hisset(!)

3 Haziran 2010 Perşembe

ağıt mamak

konuş-

mamak.
iş-e
git/me
k
ver-emediklerinin
örütüsü 
bu(!)

sus.

ilişkiler



ölümün kokusu dolaşıyor sokaklarda...

kan akıyor ağızlardan. yerlere kilim gibi yayılmış insanlık kendini ezmekte. tanrının ayakları gibi itilmiş dünyaya, sürünüyor. elma lanet olsun sana. neden bu kaosa sebep oldun. çocukların günahı neydi. insanın  hazzına köleleşmesi.ağlıyorum, bize miras bırakılan dünyaya sahip çıkamadığımızdan dolayı. hep bunu yapmıyormuyuz. hep hata, hep ağlama. ya eylem adına, düzeltmek adına ne yapıyoruz. kolay. "ÖLDÜRÜYORUZ."

ismine toplum denilen oluşum... 

içerisinde yaşamamız ve ahlaki değerlerine boyun eğmemiz öğretilen örgüt: çürümenin en uç noktasında(!) o kadar umutsuz ki, sanal bir aktivizm mevcut. fakat gerçeklikte? korku, herşeye engel. herkes, herşeye isyan halinde, ama ses yok. neden bu statik hal bilinmez. bas bas bağıran insanlık, ölmüş. ağıdını kendisi duymayan zombiler: sokakları çevrelemiş ve fütursuzca dolaşmakta. yaşasın günü yaşama dangalaklığı. yaşasın yarattıklarıma tapınma bağımlılığımız. herşeye tapınma, sorgusuz, tahakküm etmeyi ruhlarımıza prangalamış. kokuyoruz, klonel bir hale bürünerek.

uyku süresince....

yatamıyoruz. uykusuzluk. görüpte seslendirmediklerimiz. gözaltı torbalarımızda birikmiş. yüzümüze çullanıyor her gündoğumunda. giyindiğimiz kostümlerimiz, birbirimizin imitasyonu. yapay ve yansımayız. kin, nefret, katliam, kavga, dinlemeden yargılama, ukalalık, trans halindeki insanlık: bu cinnet değilde ne(!) 

tedavi etmek gerekiyor bu toplumu.... 

ya da kundaklamak gerekiyor. bireyi kurtarabilmek adına. insanlık kötü bir epidemi halinde. salınmış dolaşıyor gölge gibi. ölümün karanlığı gömülmüş içine suskun. izliyor. gülerek, cipsini ve kolasını tüketiyor. ekran olmuş dünya, dünya olmuş ekran. obezleşmiş insanlar. estetik maymunlar, kıllarını traş etmiş, sokakları arşınlıyorlar. emeksizce, tüketerek. yoksunluk, yoksuzlaştırılmış insanlığın aynası. ama görebilene.

hayat-i memnu....

sessizlik. parçalanmışlık. uzadısıya, dallandırılmış hayat. dini bütün bir gecenin bızırındaki meni. kaygan ve içeri doğru kuyruk sallayarak ilerlemekte. ıslak ve karanlık. upuzun bir yol. gebe insalık.neye(!) televizyona, internete. tüketim metası haline gelmiş herşey. kapitalizmce fahişeleşmiş hisler. giyindiğimiz kişiliklerimiz bizim değil. suskun ve yorgun, kırış kırış hayaller pazarlanmakta. 

kendi hayatımızın kiracılarıyız... 

ikiye, üçe, dörde, bilmem kaç sınıfa kümelenmişiz. içerisi dolu, hep aynı kümeler. kendimizin üzerinde gidip geliyoruz. tecavüz ediyoruz gün boyu inandığımızı koruma sanrısıyla, kendimize. bacak aralığı, kurba kişnemesi melodimizle, doğamızı tüketiyoruz. ölüm dışarda.

ben size mecaz yapmıyoruz. gerçek ve dışarıyı yansıtıyorum. erk'e bağlı olmak günü yaşamaktır. geleceğin mirastır. unutma. topukları üzerinde bale yapan fil. insan.