14 Kasım 2011 Pazartesi

bir/e

hata/

siyatik/nefrotik
bir hal
çöz bağlarımı
dil kesildi
ruh düştü
yaman 
bir ruhiye

/düşünmek 

keskin bir dizi
sızıyla ayrılmış his
ağırlaşan ufuk
güneşi jiletlemek


/bulmak ölümdür/

.hataya düştüğünde, 
çektiğin acının halet-i ruhiyesidir bu. 
kimine göre yaşanılmaması gerek, 
kimine göreyse;
olgunlaştırma 
gerçekliğidir. 

bir manası var.
ne!


her açılmak:
- yeni bir ölüm, yeni bir doğuştur! -

...bitişe...


13 Kasım 2011 Pazar

tam.//

sevgi insanın büyüttüğüdür.

insanlık mazoşist pezevenk ve kevaşelerin ellerinde can çekiştikçe gizlerini döküyor. sezgilediklerinizi yalanlarıyla örtbas edip, suçluluk psikolojisiyle size ince duvar işleri yaparlar. çembere alıp uyuşturma işlemleri...

aşk onların maddiyatında küllenen bir piçtir.
kimden türediği, kime ait olduğu belli olmaz. mülksüz bir piçtir.

beynin basmasa da açıktır bu!

parça.

12 Kasım 2011 Cumartesi

hayatımız dört köşeli bir tablo...



kendi çemberimizde, dramatik bir ruhun perdelerini aralayıp, kapatıyoruz. arasına aldıklarımızın, içimize kattıklarının heterojenliğinde, hayatımızı idame ettiriyoruz. çoğu zaman biriken cürufların yüzünden, törpüleniyoruz. zaman gidiyor ve tutmak için peşinden köleleşiyoruz. umut pezevenk olmuş, ruhumuz ise zengin bir kevaşe. tıpkı nelly arcan' ın bunalımlarını yaşıyoruz. git gide burjuva piçlerin bunalımları bu topluma şekil veriyor. bu puslu bir kuyu. toprağın kokusunu bilmeyen, asosyal yaşamın götüreceği yer araftır. kimliksizlik, kerberos itinin ürkünçlüğünü zihinlere gömer. yaşamak bir ormanda yaprak olabilmektir. zamanı geldiğinde doğanın bedenine yatıp, çürümeyi göze alarak, yeniden bir tohumda bitebilmektir. hayat budur!

başla yoketmeye!



bugün içerisinde yaşadığımız, aşina olduğumuz toplum, geri dönüşümsüz gündelik yaşamı salık veiryor.

bir mum ışığı parlaklığıdır hayatımız. an bunu ifade eder. fakat ruh... amorf bir oluşuma nail olur. ister istemez, üstümüzdekiler yıkılıverir, hayatımızın tümüne. git gide pişmanlıklarımız ergir üstümüzde. kalın bir kitle ruhumuzu körleştirir. acı; mutluluklarımızın kırılgan ruhlarının ardından, dönen günahlarımız gibi algılanır zihnimizce. sürekli pesimist bir edayla ya arabeske ya da içe tecavüz eden şizofren bireyler haline geliriz. halbu ki gerçek bu noktada bize güç veren, direnmemizi sağlayan, irademizi yeniden yapılandırandır. kış ile yazı aynı köşede hissetmemizi, aynı anda mümkün kılandır.

iradesini toparlayanlar, doğanın dibine şekil veren toprağın mühendisleri solucanlardır. 

anlam:"... hayatında özgür olmak istiyorsan, tabularından kurtulup, sol/UY/can"

mum ateşi: tutmaya cesaretin var mı?


11 Kasım 2011 Cuma

acı

sizi sevdiğinizi zannettiğinizin, sizi en zor zamanınızda yeriniz olan dar ağacından kopartıp ardından canı sıkılınca bırakıp olgunlaşmanız için tekmelemesi, çürümenin en temel örneğidir.

dönülmeyecek gidişle. bitti.


after lsd trip

trip of hoffman trip


günce için

günceye yeni sayfalar ekledim. demişkilerde tümceler, tınısal'da kulağımızı dolduranlar ve kitaplık'ta aylık kitap paylaşımları olacak artık çeşitli paylaşımlar yapacağım.

kitaplıktaki ilk kitap: gilles deleuze - kant üzerine dört ders adlı kitabı okuyabilirsiniz.

tınısalda ise şimdilik şu parçaları dinleyebilirsiniz: abdal - ervah - ı ezel / sertab erener - seyr-ü sefer / theatre of tragedy - a distance there is / siya siyabend - ağrı dağından uçtum

demişkilere: ekleyebilirsiniz sizde.

9 Kasım 2011 Çarşamba

bu - şu - o' na gönderme...

umut etmeyi hayata annemin karnından dünyaya kovulduğumda, öğrenmiştim. yanaklarımdan süzülen göz yaşlarım bile olmamıştı.

toplumsal geleneklerden. 

erkek adam ağlar mı lan! 

...diyen bir çok adem & havva oğlunun  arasında onların anlattıklarını dinlemeyi severdim. çünkü toprak adamı dedem; hiçbir daim bağırmaz ve çocuklarına verdiği öğütleri bizede verirdi arada. "...doğa dinlendikçe kucağındaki tohumlarını hayatına serpiştirecektir" ...derdi. tabi ki anlayabilene. bunu anal yoldan anlayanların yarınları affedersiniz otoriteye kondom olmakla geçti / geçiyor. bu aslında onların maddiyat ile toprağın verdiklerini sömürme mantığından ötürü geliyordu. onlara bu yargıyı kazıyan ise toplum denilen o boktan sinsile yumağı sarmalamıştı. herşey topluma göre doğruydu çünkü. gel zaman git zaman bizlerde bu toplumun içerisinde yaşamayı öğrenmeye çalıştık. başarısız ve sürekli kaybeden olduk. bizce böyleydi. 

onları mutlu etmek için yaptıklarımız başarısızdı. çünkü alışık değillerdi aşklarımıza, sevgilerimize veya yaptıklarımıza... neden çünkü topluma göre bunun değeri ... gibiydi. piç bırakıldık. herşey şekillendiriliyordu topluma göre. topluma göre bir taraf olmanız gerekiyordu. topluma göre sevginizi göstermeniz gerekiyordu. topluma göre yaşantınızdaki, değerli kişilerin bir ayırdımı olmaları gerekiyordu. topluma göre bir ahlak yapınız olması gerekiyor ve topluma göre toplumsal bir birey olmanız gerekiyordu gibi gibi bir çok boktan sınıfın içerisinde dönen çarkın maymunu olmanız lazımdı. bunlar yüzyıllardır o kadar fazla kökleşmişti ki herkes onun adeta apollosu olmuştu. toplum apolloları, eğer ona karşıt birşey yaptığınızda, sizi hemen cezalandırıyorlardı. düşünmeden saldırarak. adeta ilkel bir hayvan gibi... oysa ki işlerine geldiklerinde düşünebilen hayvan olduklarını dayatıyorlardı. işte bunun altında, bizlerde yeri geldi tekrar umut etmeyi ve hayal etmeyi istedik. 

saçma ve absürttü. 

insani duyguların merakını, topluma göre şekillendirip yaşamak bir hayat kaybedişiydi. aradığımız birşey var. ama ne olduğunu bilemeyecek kadar uzaklaşmışız kendimize... neydik. neyi arıyorduk... tek aradığımız şey doğarken, sonucuna varacağımız ölümü kabullenmeyişimizdi. hepimiz birer tecavüz sonucu, dünyaya gelmişiz gibi bir sanrı mevcut hayatta. pekte haksız sayılmayacak bir önerme. kimsenin seçme hakkı mevcut değil. doğarken bile anne ve babalarımızın tercihleri sonucu dünyaya kovuluyoruz. bazılarımız mutlu ve toplumsallık kurallarını, erekte etmeyen ailelere kavuşuyorken, onları bile hayatımıza yeterince teneffüs edemeyen bağımlı bireylere evriltiyoruz.(örn: okulların yıkıcılığı üzerine....) çünkü acıyı seviyoruz. dünyaya gelirken sancılarıyla mutsuz ettiğimiz annemizin loğusa döneminde, bizden nefret etmesi bundan olsa gerek...

marquis de sade, seninle hardsex yapmak istemiyorum...

acılarını sevgilerimin içerisinde uygulamaya koyulduğumdan beri, yeterince mutlu sevgililerim. 

bu bize gösteriyor kaybettiğimizi / anlayamadığımızı. umut etmenin sonundaki mutluluğu, arzularken karşılaştığımız somut mutsuzluk bize üzüntü veriyor da neden soyut mutluluğu arzuluyoruz. anlamıyorum. hayat çisil çisil giderken ardından hep geçmişte bıraktıklarımızın üzüntüsünü çekiyoruz. bu işte bir başka mazoşistliğimizi gösteriyor. damarlarımızdan akan bu sebebini sorguladığımız boktan hayata direnmek ürkekçe bir güvercin korkusundan başka birşey değil. mutluluk ve mutsuzluğun en iyi örneği hayattır. bakmak ve bakabilmek. okumak ve okuduğunda satırlar arasında damarlarına atılan jiletleri görebilmektir. 

---bir kesin neşter ---

Mutluluk!

Kimine göre, tanımlı gündelik ihtiyaçların karşılanması, kimine göre, ayrıntılardan yoksun, kaba sayılabilecek doğal bir güvenlik duygusu, kimine göre ölümsüzlüğe uzanan gerçekleşmeyecek düşleri görme özgürlüğü.

Ya mutsuzluk?

Mutluluğun eksik kalan kısmı olmalı. Hiçbir zaman kağıda dökülebilecek ya da resmi yapılabilecek ayrıntılı bir mutluluk tanımı olmamıştı. Bildiği, mutluluğun, soyutun düşmanı olmasıydı. Soyut olmayan bir yaşamın ise, eninde sonunda sıradanlığa sürükleneceği ve bundan daha büyük bir mutsuzluğun olamayacağıydı. Mutsuzluk hayvan türleri arasında yalnızca yaratıcı insan soyuna bahşedilmiş bir ayrıcalıktı.(Yürek Sürgünü,syf: 345)

---bir kesin neşter ---
...

söz keskin bir neşter dizgesinde yaralayıcıdır. bilmenin pedagojisi, hayatımızın sürgünü içerisinde yaşadıklarımızdan temasını edinir. kimilerince bu saçma olsa da önemli olan bizim anlayışımız ve fikirlerimiz olmalıdır. ne kadar diğerine göre yaşarsak, o kadar ötekileşerek benliğimizi yitireceğiz.(örnek: BU) bu yüzden istediğin gibi olmak, farklı görünmek veya estetik açıdan diğerlerinden somut bir görünüm almak değildir.

farklı olmak, kendince bu sonucu belirlenmiş yaşamda istediğin gibi yaşayabilme mazoşistliğidir. toplumsallık ise kayıp puslu yaşamın, bağımlılık halidir. 

tip not: marijuana ile endorfin salgılamak, oksijenle endorfin salgılamanın yanından bile geçemez!

bağıntılı iller haritası: ŞU


6 Kasım 2011 Pazar

geleceğe doğru gölgeleme...e' ye(+ 18 leştirilmiş duygulara)

konuştuklarımı bir deftere yazıp, defterin sayfalarıyla tüm vücudum da vadiler açsam. 



yeniden başlarken...

kan damlaları şahlanıpta, birbiriyle anal seks yaparaktan çarşaf eder vücudumu. intiharın neden cehennemle cezalandırıldığını düşündün mü hiç. sana bileğimi kestiğim o gün nasıl buraya geldiğimin anekdotunu parçalamaya çalışacağım, kelimelerin üzerine boşalarak.



benim gövdem iri ama kalbimin ailesel darlığını genişletendi o.- bu yüreğimi paspas edip, nefretimi kendime kusturandı... - rüyam olduğunu, hayatıma giripte nüfusuma can katacağını dillendiriyordu. çekingen, dokunduğumda elmaya dönüşen o bebek pembeliğindeki yanaklarıyla...

olmadı. ve gitti.



geriye bakıpta göz kapaklarımın içinden dışarı süzülen çiğ damlaları, yanaklarımı yalar da dudaklarıma iner usulca. sesim düğümlenir ve hep içte eskide, dışta günü arşınlayan bir şizofren hale dönüşürsün. ya ben işte bunu sonrasında bir hayli sert bir şekilde yaşadım... bir hastalık monologudur bu. karşındakinin dinlemeyişi buna yöneltir seni. nefret tek kişilik dayandırma ve suçunu başkasına yaftalama şizofrenisinden başka birşey değildir. 

aslında siz üç kişi başlarsınız ilişkinize. bir sen, bir o ve birde çevre....

önce iki kişi olarak başladığınızı sanıp, alice' in renkli dünyası gibi çeşitli imgelerle dolar hayalleriniz... gerçekliğinizde birbirinizi kavrar ve sürekli meraklanmalar, titreşimler, öpüşürken çeşitli kasılma reaksiyonları gerçekleşir. 

hayat bu nokta da müşterek ve müteşekkir gözükür gözünüze. ama diğer yandan zaman acayip bir morfindir. herşey değişir ve gelişir....


irkilmenin z halidir. bir döngü. başlangıç ile sonun arasında gidip gelmedir. mastürbasyon yaparken utanıpta onun hayalini kurmaz ama bir çok tanımadığınız insanın hayaline tecavüz edersiniz. onlarla fiziksel olmasa da zihinsel sürtüşmelerle hayatınıza teneffüs etmelerini olanaklı kılarsınız. olgunlaşma sürecinde gösterilen bu negatif gelişimin sebebi gizli yaşama, toplumsal kurallar, ahlaki genellemelerdir...

sizi bir kılıfın içerisinde, sınırların gerisinde tutar. 

hayatınız artık çevrenizin yaşamıdır. onların dedikleri, düşündükleri, söyledikleri, kuralları sizsiniz / öyle olmalısınızdır. bir devlet memuru mantığıdır bu. ne kadar biat, o kadar cihatın sessiz halidir diye kendini avundurur, insanoğlu. karşı koymak dogmalarla birlikte sadece garip bir marijuana mutluluğu verir. onlara göre.



ölüm başlar. sıkça camın kenarına gelirsin ya da sakat kalıpta ölmezsem diye geri çekilirsin. bireysel silahlanma için karşıt dururken hayatın mutluluğuna karşı, bir silah ile toplumun bireyi olmaya doğru giden yola düştüğün için kendini suçlar ve alnında metalin dilinden gelen o soğuk havayı hissedersin. en güzeli ne diye ararsın. bir noktada bağımlılıklarından feragat ettin mi kararını verirsin. işte bende o gece verdim ( verecemde )

en güzeli bıçaklamak. kendini bıçaklamanın hazzı bir başkadır. karnına doğru inceden, bedeninin perdesini aralayarak girer. bir sıcak his dolar teninde. acayip bir sıcaklık hissidir bu. suskun ve yavaşça gelen. birden soğuk ve mat bir duyguya döllenirsin. sonunda ise cenabet gidersin. işte buda intiharın sonucunu cehennem ve günahla ilişkilendirir. abdestlenmeden, kefensiz ve duasız gömer bu sittiğimin toplumu seni...

we need break mate...

kim cenabettir sence...

bekle...

[geleceğe doğru gölgeleme...e'ye (pafta a)]


5 Kasım 2011 Cumartesi

kusma anıları...

her yerde umut....

boynumun içerisinde yuttuğum melek gıcık yapıyor.
al sana hayat kusuyorum onu...



insanı önce aynıyız diyerek kandırırlar. ufak bir tebessüm ile endorfin verirler bünyesine. herşey umut ve mutluluk dolar. hayat pembe ve gerçeklikte çırpınan bir balığa döner. yaşamınızdan dişleriyle parçalarınızı alırlar. hayallerinizi, sizin gözünüzden kendi olmak isteyipte olamadıklarını olmaya çalışırlar... 

olurlar. ama giderler. 
suç sizindir. 

umut fakirin eroinidir. insan hayatındaki en kötü eylemdir umut...
otuzbeşin altında kırkbeş olmak...

yüreğinin her bir milimetrekaresinin buruşması... tarif edilebilen bir hastalık olarak görülse de gerçek budur. mutsuzluğun soyut bir kavram olduğunu dayatanların yaptığıdır bu. mutsuzluk varlığın ayak izleridir. gerçeğin ulaşılabilirliğinin ta kendisidir. 



kendisini aldatan bir insanlık profiliyle, maskelere bürünüyor insanlık. git gellerinde kaybettiklerinin farkında olmadan aşağıya iniyor....

indikçe küçülüyor ve aynılaşıyor. zaman hiç bu kadar imitasyonel olmamıştı. 

ezelden beri kaybettiklerimize ağıt olsa, yürek dayanır mı?

we take a break


3 Kasım 2011 Perşembe

Basın Kime Özgür - Deniz Yıldırım

Bu ülkede özgürlük tahakküm için terörist, otorite için toplum açısından tehlikeli örgütlü eylemdir...


Alıntı: Tutuklu Gazete...

iç(i)m - se


duy(gu)sal toplu iğne...

biliyorum sağırlaştım...
ötekine bende duygusuz kaldım.


 erosu bulsam eşcinsel tüm duygularla onunla yatacam. nedir lan benim günahım diye. ona acımı çektirecem. oklarıyla ona fetiş işkenceler yapacağım. çünkü onun yüzünden duygu' ya tecavüz etmiş insanlar. 51 kişinin kondomsuz birlikte olduğu bir derda nasıl felçli oluyorsa, bizlerde 2. sinde çöküyoruz. inancımız fahişeleşiyor...



insanlık acıyla olgunlaşıyor. kalbim ekoseli oldu yaşadıklarından. bir düzene dahil edilmek istendikçe, tırnaklıyor sınırlarını. isyankarlaşıp ve vahşileşerek, etrafından çekiliyor kabuğuna. her gelen rüzgarın üzerinde oluşturduğu delikler, nar gibi taneleri boş midelere indikçe parmaklarda iz bırakıyor. 



göz yaşları indikçe yanaklara, tende yol yapıyor. tuz karıştıkça tene, yürek inceldikçe kopuyor yaşam damarlardan. söyle her acının ardından, dirseklerin dik durmayı başarabiliyor mu derviş. ses müziğe acısını, nota acıya dilini, ezgi ise beyne yaşamın dinamikliğini veriyor/du...-bilirse-

 

gecenin kenarında yakalayıp yaşamı, bir çarşaf gibi sıkıştırsam altıma. yaksam ucundan hayatımı, kenarına geçsemde ağlasam pia gibi. göz yaşlarımı mazgallarından sallasamda yağmurlarla, yakalasa rüyalarında. bir garip şizofrengi hayal. inanmak ile hayal etmek arasındaki ince acıdır duygu. duyduğunuz değil, duymak istediğinizdir yaşam. -anlayabilirse-


şimdi...

kharon'un kayığında ateşe daldırdım ayaklarımı yeniden. cehennem bu dünya. simurg'u at, hayatımı ise yük eylemişim. annemin o çilesini sırtlayarak yaşama dalmışlığıma geri dönmüşlüğü yeniden ve daimi yaşayacağız. kerberos' un dişlerini kırıp, katılaştırdığım hayallerimle... letheden su içip, cehennem ormanının karanlık gölgelerini terimle aydınlatacağım. maddiyatın durgun donu... küfürlerimi beynime emanet ettim ve sustum. bir kinyas olup yaşama başlıyorum bugün... ama geride bıraktıklarımdan koparttığım zincir halkaları her ağladığımda, daha bir ağırlasştırıyor yaşamımı. nasıl kurtulacağım söyle!

 gürgen yapraklarından gerdiğim yaşamım artık acının kalesi içerisinde.



biterken....

giderken....

biten bir ilişkiyi kabul edememek...

alışkanlık veya yaşamak istediğin dinginliğin umuda belbağlamışlığından olsa gerek.

kelimelerce, cümlelerce, çeşitli sembollerce ifade edebilirim duygularımı. ama ifşa ettiğimiz kendi bakış açımız. objektif olamıyoruz. mutlaka bir taraf oluyoruz bu gerzek yaşamda. düzenin içerisinde olmak böyle bir olgu. değerlendirilmek sevgiliniz tarafından yapıldığını zannediyorsanız bu yanlış. çünkü o yaşam standartları içerisinde sizi yeriyor. yaşamın kokuşmuşluğu bu.

sözün kısası: her acı, biraz daha büyütüyor. aşk bir adrenalin sevgi ise başarılamadığı takdirde bahanelerle kaçmak kisvesi olmuş gündelik aşklarda.

gittiğinde yerde boğulma gündelikçilerle...

elveda.


29 Ekim 2011 Cumartesi

heyelan...

bir kelime
bekliyor
tepede....

bir çığlığınla düşecek
ve...

diğerlerinin önünü açacak
o gizli heyelana
yol olacak.

söyle

ne!

7 Ekim 2011 Cuma

adult kevaşe

biz geceleri perde ettiğimizi sanıyoruz hayallerimize...

konuşmalar pamuk ipliklerine bağlı bir samimiyet örgüsüyle devam ediyor... çiğ akşamları doğruyoruz tahta beyinlerimizin üzerinde. zaman kaybetmeyi ve sonrasında yakınmayı seviyoruz. dünyayı zifiri karanlığa gömen zebani kevaşeler gibi... 

çürümüş bedenlerimizle, gün gün toprağın parıltısını matlaştırıp derin bir karanlığa sürüklüyoruz... bir garip rüya olmalı bu. uyanmak gerek.... 

zamanın ilerisinde ilerlediğimizin sanrısıyla, kelimelerin üzerinde oynuyoruz hayatla. onun bızırına parmak atarak sulandırıyoruz. üzerindeki çimleri her bir tarafa serpilmiş bir başka vadiye köle olurcasına bağlanmışız. içerisindeki aldığımız hazlarla...

korkunç...

basit bir drama aslında bu. psikolojik ve fizyolojik bozuklukların ezikliğini hissedenlerin bağımlılığı... yönetimlere dahi yön veren aciz duyguların, titrek halleri. piç bırakılmış düşler ise hep hakim oluyor dünyaya... kurtarılan tek olgu ise insanın hayvani güdüleri... absürt bir gerinme hareketi ile titreyen bacakların korkudan erken boşalması ile, hayatlar bir çok zaman böyle piç hikayelere sahip oluyor...

sonrasında ise bir yıkım....

لحن جميل أن يموت مع

28 Eylül 2011 Çarşamba

çöl

gökyüzünden bir umut dolmuyor günün cebine...
göğün tepesinden düşen güneş dalgaları,
vücutları kavuruyor bu iğrenç yerde... 
çevremizde ne kırlar,
ne bozkırlar mevcut, 
alabildiğince kurak bir çöl
ve monotonlaşmış insanlar
sıçrayıp duruyor... 

kıyasıya / kırasıya. 

gürültü patırtı karşısında susuyor her şey. 
karşıda arafın korkusu... 
arafat dağı ağıtını dinlediğim zamanlar. 
soluk almadan dinlediğim bir donmuş sessizlik...
yılkı bir at sırtı yaşam.
öl
çöl.

20 Eylül 2011 Salı

nok

medeniyet dediğin herkesin yalaştığı ve seviştiği bir garip transkilizan, toplumsallık genelevi...

herkes birbiriyle sevişme derdinde. kızın göğüslerine bakıp, onun hakkında fanteziler kurma. erkeğin kıza verdiği seratoninle, kızı etkileyip sonra onun üzerinde bütün fetiş duygularını şahlandırmasına köleleşen kadın psikolojisi... bir garip yatak öykünmesi.

hadi arala bacaklarını dünya, girip çıkıyoruz birçoklarının hayatlarına ve ölüm kokusu çağıldıyor hayatlarımızda. her bir boku yiyipte 40 tas su ile arınanların üzerine işemek gerekli...

her yokluk, yokoluşluk değildir...


19 Eylül 2011 Pazartesi

haz/dır

birer birer eksilen parçalarımı birleştirince oldukça katılaşıyorum. 

zaman denilen ödlek, yavaş ve sinsice insana sırnaşıyor. önce yıpratıyor ve sonra en beklenmedik anda çalımını açarak insanı katılaştırıyor. çok yavşak ve karaktersizce bir davranış...gibi düşünsenizde bizlerde öyle değilmiyiz bizlerde. birilerinin yaşamına girer ve onu yavaş yavaş tüketiriz...bu hayatın teması haline geldi. tüketilmeye alışkınız. çünkü insanlar birbirlerini kullanmaktan ve sömürmekten oldukça zevk alırlar..bu hedonistlikten başka nedir.

30 Ağustos 2011 Salı

asosyal sosyalleşme [giriş]

sanki zaman üstüme düşüyor abi...

sırtımda yer yer kireçlemeler mevcut abi. her sabah kalktığımda üzerime giyindiğim kürküm ile dışarı maskeli çıkıyorum. bu benim için monotonluktu geçmişte. şimdilerde ise toplumsallaşma olarak kanıksadım bu durumu.

zarar asosyal sosyalleşmede...

27 Ağustos 2011 Cumartesi

bitli pirenin direnişi...

bir kelebek etkisi bu....

başkalaşım geçirdikten sonra bir gün yaşayacağını bilerek yaşamak. insan uçarak kendini güvenli hisseder. bunun için çeşitli devinimlerden sıyrılarak, farklı yapılara bürünür. tüm canlılar aslında böyledir. en güzeli mutsuz olmaktır. 



...tezatlık başlar.

ölüm insanın kendisinden kaçması sorgugusuyla, her daim zihnimize nüfuz eden bir sinerjidir. kimileri inanır veya inanmaz. ama bizlerin en iyi yaptığı olgu yaşamdan kaçmaktır. terimlerin, ideolojilerin arasındaki ermiş kaşar gibi süzülürüz. olaylar bizi evriltir. düşünceler ise bir örümcek ağı gibi şuursuzlaştırır bizi. kötü.

tut dedim ucundan....

ama hep göbeğine yasladım kulağımı. yüzüm hayatın atlası olmuştu. suratıma hep değişik olduğunu sanan rüzgarlar çarpsa da hepsi birbirinin şekil olarak farklı, öz olarak aynı imitasyonuydu. bir bok kuyusu yaşamı bu.



ses çıkartanların sesi, bağırsakların gevşemesi sonucu ortaya çıkardığımız, osuruk sesine benziyordu. ölmüşüz, öldürüyoruz boya kalemlerini. artık hiçbir çocuk pastel dünya renklerini bilmiyor. boyaları birbirlerine karıştırarak hayal kurmuyor. ps3, internet, feyzbuk....



temalarda günlük.

neyse: son demde bir kaç kelimeyi seviştirelim. en güzel türkü ise bu .

ben hiçbir şeye inanmamaya başladım. günü kurtarmaların bu kadar popüler olduğu boktan bir dünyada, osurmanın verdiği dayanılmaz hafiflikle uçan bu kadar penguenle yaşamak bana intiharı düşündürtüyor.

...ve ben sonsuz bir düzlükte bir küçücük, bir silik nokta gibi eriyip gidiyorum. ama diğerlerinin umrunda değil.

git.