Öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Öykü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2008 Perşembe

Anarşizan Bir Tavır!


İnsanlığın “ilkel dönem” diye adlandırılan döneminde, kişi sorununu kendi çözerdi, ve mücadelesi sadece kendine karşıydı. Merakı peşinden bilmediğini öğrenme arzusunu güdüyordu bu dönemde!

Ve zaman ilerledi “uygarlık“ile birlikte “toplumsal sözleşmeler” yapıldı ve ardından "Ceza" çıktı. Ceza verme görevini ise seçtiklerimiz üstlendi! Ve bunlara bağlı olarak ceza uygulayıcılarını, bizi yontmak için, başımıza yerleştirdik. Peki, cezacıların bizleri yönetenlerin, koydukları her kuralı ezen ve ardından verilen her "Ceza" olay mağdurunun hasarını onarıyormuydu?

...intikam isteğini dindiriyormuydu, barışa imkân veriyormu?

Ya da verilen "cezalar" tecavüz edilen kadınlardaki yarayı sarabiliyormuydu?

Tabiki “Hayır

İmkansızın kıyısında öfkeli ve eğri bir hayat yaşamayı seçmiş olan biz toplum düşmanları, hayatlarına isyan eden “Beyaz Zenciler” bizleriz.

Neden kurallar ile sınırlandırılmaya mahkum edilmek zorunda bırakılıyorduk acaba?

...düşünemiyorlar mıydı cezacılar. Verdikleri cezalar ile günümüzde bıraktıkları dünya yaşanabilinir bir dünya mıydı!

Dünyada şimdi süre giden;

Yalnızlık, yabancılaşma, şiddet, pornografi, tüketim ve şöhret açlığı içerisinde sürünen insanoğlu. Ne kadar da acınacak halde. Ama farkında değil bu bedbah durumun!

Kirlenmiş ve hiçbir şeyin dolduramadığı bir boşluk olan televizyondan kazanılmış kişilikleri ile daha ne kadar bu monoton yaşamınızda bir gösteri kızı gibi havalanıp, insanları hor görecek.

Buna boyun eğip kabullenenler. Sizi perde arkasından acı bir tebessüm ile izleyenleri ne kadar daha görmezden geleceksiniz. Kapitalist dünyanın karakterleri, kişilik pazarlayıcıları ne zamana kadar pazalıyacaksınız kendinizi.

Ürkütücü tüketim, popülerlik çılgınlığına ilişkin karanlık bir taşlama size göre bu yazı belkide!

Ama çırpınmayın daha fazla gerçekliğin içerisinde boğulacaksınız. Medya, şöhret ve popüler kültüre yönelik eğilimleriniz ile yarattığınız sahte cennetinize, girmeyenler olduğunu görünce, elinize aldığınız abaların altından salladığınız sopa darbeleri ile unutmayın ki bize ulaşamazsınız.!

Ulaşsa da yıkamazsınız, yıksanızda ezemezsiniz, ezsenizde toprağa karışıp bir çınarın bünyesine asırlarca sürer gideriz bizler. Tıpkı Fransa’ daki toplumsal hareketlerden, Filistin’ deki özgürlük mücadelesine, Amerika’ daki Kara Panterler Hareketine, Türkiye’ deki verilmiş anti-emperyal mücadele gibi çok sayıda mücadeleyi ne kadar görmezden gelsenizde, biz tarihin her anında ve her böyle mücadelesi içerisinde, sizin kurallarınıza karşı anarşizan bir tavırla karşı duracağız sizlere !

17 Eylül 2008 Çarşamba

Kabus...

Ezo'ya dair.

mit-ti...

O lethe iken, ben kerberostum, susadım eğildim onu içtim kana kana. geldiği gibi yön-etti, verdiğini götür/dü. geldiği
g
i
b
i
git/ti
ve
bir sona
gel
..
me
d
e
n
bi/tti.

Diyemeden gitmeye çalıştı. Uyandım. Korktum.Terlemiştim, yüreğimde ürkünç bir korku ile bu vakıa'yı bi daha yaşamamak için uyumadınm. Gerçek kabus buydu..

Çünkü manasını yitiren bir kelimenin, sözlükte yeri olur mu?

16 Eylül 2008 Salı

İkircikli Ölüm Hali


....bir göz yaşı döküldüğü yer olan sende sonlanır.

...kimsenin anlayamayacağı bir durum bu. Sevdiğini giderek artımlı sevmek, bağlanmak, sarılmak. İnanılmayan aslında bireyin kendisine olan güvensizliğidir. Çünkü hiç bir sevgi, olduğu yerden kalkıp ilerletilmek ve bir daha geri dönülmeme adına bağımlı hale getirilemez. Popüler sevişme aşkları için geçerlidir bu yargı. Ama yer eden bu popülist sevme tipi herkes tarafından kabul gören bir olgu haline gelmiş günümüzde.

...gündüzleri geceyi yaşamak senin olmadığın vakitlerde mümkündür, şizofren bir aşk için.

Geceleri ise tekrardan doğmak, tıpkı akşam sefaları gibi onun sesi ile. Lirik bir seromoni olduğunu bilmiyor, benim için. Ama boşver en güzeli bencil sevmek. Gösterimli aşkların kirletildiği bu zamanlarda bazen sevdiğinin bile bundan bi haber yaşaması, göz yaşlarına bağımlı duyarsızlaşmasının sonucu yaşadıklarınla ispatlanıyor. İşte böyle anlar, akşam sefalarının ölüm anlarıdır. Geceleri kabuklarına kapanırlar, açmak için tomurcuk tomurcuk efillendikleri kabuklarında onca yaşadıkları heyecan buna bağımlı olarak buharlaşır. Ve ölüm -ce- der. Çünkü sevdiği ondan uzaklaştıkça, onun yaşamında bi mana kalmaz. (Epik bir şiir dinletisinin, sonu getirilemeyen senfonisi ise bunun farkında değil.)

Kısa bir öykü buna dair: Evvel zaman içinde, geçmişten güne düşen dünün artıkları içerisinde, anlatılan kaosların anlamlandırmak istediği birşeyler dökülüyordu kelimelere. Küçük akşam sefasının yaşamına dairdi bu süzülmüş korkular.... Fakat onun gelişimini sağlayan lirik seramoni, bunu bilmiyordu. Bilmiyordu bu aşkın onsuz geçen zamanlarında, stomalarında başlattığı nefes darlığı ile yaprak kurumaya yüz tutmuştu. Ama direniyordu rüzgarlara, onu biçmek isteyen sert ayaza. Sona kalan yaprakların kaderidir, tıpkı göçer bir kırlangıç olmak. Yaşamak ardı sıra karşılıksızca beklemek. Bıkılgan bir halet- i ruhiye gibi.

Seni sensizce yaşamak&ölüm gibi bişey...

...bir avuç darıyı göğe serpen ellerimle, meddet umduğum bana bir yol göstermese de. Ben bensizliklerimi yaşıyorum şu aralar. Kimsesizleştirildiğim islerimde zor olanı ise senin sevginden gizlediklerim.

Açlıktan ölsem de tükettmeyeceğim senin gibi seni kendimde. Çünkü onlar benim bozuk paralarım değil, sevgimin varoluşuma karşı getirdiği tanımlamalarım.

(...)

...anlamdıramayacakları kadar azım ben, anlayabilecekleri kadar çokumda aynı zamanda. Ama kimine göre bir is(e düşmüş) düşünsüz bir sisim ben. İçime girmeye tenezül etmeyen sen ise atmosferim olmuşsun. Korkusuzca çekip gidiyorsun bu güvenirlilikte. İşte bu yüzdendir ki ben:

Gölgesini ayaklar altına alabilmiş bir korkuyu soluyorum geçmişimle bağlı olarak,
yaşanılmayacak kadar kirletilmişim sizler tarafından,
doğrusu ise eylülde ölmek.


Yaşayabilecek misin?

Deniz fenerlerinin yaptığı gibi.
Beş parmaklı yoncamı,
yüreğimde gizlediğim
yerden bulup,
çıkarabilecek
kadar
cesaretli(mi)sin.
Hiç sanmıyorum.
kah
ve
leş
t
i
m
.
.
.

...ölümüm dilimde, ikircikli bir hal almış.

İnsan görülebildiği kadar yargılanır,
görülemediği kadar da fazlaca yerilir.
Bu yüzden
"telveleşmiş hayatların bekçileriyiz"
biz.
Ölüm ise tüm parçaları yerine oturtur,
bu oyunun sonunda.

...bu yüzden inanmıyorum artık kimsenin samimiyetine. Zaman insanı soğuttuğunu anlatmaya çalışsada, insan eğilimleri hep kaçmaya alışık. Çünkü korku paylaşılmaz günümüzde, mutlulukların paylaşıldığı gibi.
LiberterKedi

6 Eylül 2008 Cumartesi

Arafta Kalmış Ölü

Arafta kalmış ölü..
ses bir
yana

geç

.
.

.



"Satırlar arasında öldürmek istediğim
çok sefer oldu yaşamımda
kendimi.
"

Hayatımda neden bu kadar kendimi gizledim / saklayarak herşeyimi, yoluma devam ettim, bilmiyorum. Hep özlem vardı, ama özlem kimindi, kim buna layıktı bu tartışmalıydı. Bunun kaosu hep beni fırtınalara itti. Sandalım defalarca alabora oldu. Bencildim, hep kendim vardım bu anlarda, tek başıma, kimsesizce.

Kimseyi bilerek götürmedim, götüremedim. Denizlerin üzerinden süzülen dalgalar, kayığımı tutsa da, beni içlerine çekmeye çalışsada, posseidon mızrağı ile hep kustu beni kıyıya. Acı çeksemde hep, ebedi bir son dalış için bi gün posseidonu yeneceğim. Elindeki mızrağını kalbime saplayıp, içimdeki bu dipsiz kuyuyu akıtacağım içine denizin.

...elimden bıraktığım o kadar sayfa var ki. Nerelere dağılmışta, haberim yokmuş. Bu anlarımı dile getirdikçe farkına varıyorum. Ölümün bu kadar istenmesi bir akıl hastası için bile anormal bir durumken, nereden doğuyor böyle anlamıyorum. Toparlayamamak, boşlukları dolduramamak, yardıma açık, yardım etmeye kapalı bu testileri ne ile doldurcaz. Tam bir kaos!

Monologlarımın karmaşıklığı bazen dışardan tuz gibi katı, limon gibi ekşimsi bir tat ile, kekremsi bir hal almış gidiyor. Beni mahoş bir havaya soksada ben artık yitirilmiş bir gökyüzünde, yerinden kaydırılması için zamanını bekleyen sönmüş bir yıldızım. Hiç bir zaman bitiremeyeceğim gizlerimde, isli bir sesizlikle, gözyaşalrımda yanmaya, dilimde ölmeye hazır bir diyoloğa hazırlanıyorum tanrı ile.

Yokum artık bitiremediğim safsataların öbeklerinde...

Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı(Paraf 3)

LiberterKedi

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Dil(en)ci bağışını ruhuna ister....

Dil(en)ci bağışını ruhuna ister....

Kenarları oyalı hayaller pislenmesin diye, sürekli küplerinde saklanır.

Hiç(e inat, boşa gitmesin diye kalbinin berisinde, dudaklarında şahlanan sarhoş türküsüdür bu aşk:

-İnatla bağır ve sesin kısılıncaya kadar devam et, ki sesin kesildiğinde anlasın senin ne söylemlediğini.

Bir oyalı ruh bu işte dil sökümü, söz edimleri. Boşluğa sallanan sensizlik küfürleri arasından, koşup topla etrafına yayılanları, sarıp sarmala onları, kopar gökyüzünden saçlarına doğru çek, yakıp üzerlerine su serp ki etrafına savrulmasın yüreğindeki ben(im)ler...

...ardıllı bir gece, şarap gibi dudaklarında dilimin tatlanması, kiraz tatlısı, çilek ekşisi mayhoşluğum ardından. Dil(im)siz, iç içe geçmiş bedenlerimizin üzerinde akan terlerimi, çarşafları ıslatması ile; gelen hemoglobinler üzerlerinde katılaşınca-beliren acı- nasılda umutların kan soluyan bir nefese dönüşmesi ile acıtır seni değil mi?

..ruha bağışlanan acının nefs ile kirletemediği o ten.

Biliyormusun acının karada yüzen guruh üzerinde nasıl bir baskı oluşturduğunu.

Kayıp bir bedenin ardına düşen düşler ile yitip giden aşk-mıdır ki. Bunu tokatlayarak sev(iş)elim diyorsun birden bire?

Eğer birden gidersen yüreğimden sana edeceğim bedduam ise:

Yüreğimdeki ateşimde
kavrul,
gözlerimde
hapsol,
göz yaşlarımda
boğul,
saçlarıma dolanarak
kaybol....
Sadece bil beni,
bil dil(inde)n kopan
bensizlikler yok
eder beni
sen
siz
ce...

...ölç direncimi hayalsiz ne kadar yaşayabiliyorum, tut yüreğimi ve nüfuz ettir dil(im)lenmiş ruhunada gör beni. Ve unutma sen göz yaşlarımın altında kararan gümüşüm, yüreğimde hep parlayacaksın mesafen artsa da.

Son olarak kulağında titreyen ben olmazsam, yüreğine eğil ve dinle beni:

Göz yaşımda gizli, biçimsiz çevremi derlerken, iplerimi aya bağlarım, ilmeği boynuma geçirir atlarım geceleyin rüyalarıma, sadece seninle olabilmek için


biliyormusun...

Sonu bitmemiş senfonin sonlanmamış perdesi üzerindeki toz...

LiberterKedi


22 Ağustos 2008 Cuma

Düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...

Sen olamayacağını sandıkça olacaklar üzerine...

Geçmişte kim olduğunu bilmek istiyorsan, şu an kim olduğuna bak. Kim olacağını bilmek istiyorsan, ne yaptığına bak.

-Gautama Buddha-

Çocukluk...

Bu dönemde daha birey bile değilsinizdir. Özgürlüğünüz aileniz tarafından belirlenir. Size genel bir ahlak çerçevesi belirler. Ve bunun üzerinde temellendirdikleri ile sizleri yönlendirilmiş vektörler gibi, hayatın içersine sürerler. Bu doğrultuda, istemedikleri bir hal aldıysanız, sizin yönünüzü kendinizin belirlemesini engeller, ve sizler başarısızlığa merhaba demiş olursunuz. İşte bu dikjtatörce görnümünde olmayan sevgi dolu yanlış bir alışkanlıktır. Bu olgu antropolojinin en eski davranış edimidir. Kendinin hayatını yönlendiremeyen bir çocuk bu davranışlar yüzünden; ya şizoid, ya obsesif kompulsif, ya şizofren ya da nevrotik oluyor. Bunlar tabulaşmış görüşlerdir...


Ergenlik ve birey olma...


Birey olabilmek; gözlemlerle, eylemlerin doğurduğu sorunsal sarmalı ile, belirgin bir kaç kişilik adımından sonra. Yolumuzun keskin çizgilerle oluşmasına sebebiyet verir. Özgürleşebilmek ya ruh sökümlerimizin ardından gelir ya da düşünerek mümkün kılınır.

Mücadele, isyan, düşünme, irdeleme gibi vb. olguları bu hayat edimlerimize bağlı olarak gerçekleştirdiğimiz eylemler sonrasında elde ederiz. Bunlar zor gibi görünen, içleri boşaltılmış yapısal hareketler gibi görünselerde, en doğru hareketlenmelerdir. Bireysel özgürlükler düşüncede başlayıp dilimizde zamanla ilerler. Bu yüzden kendimizi ergenlik dönemi olarak adlandırılan bu gelişim evresinde iyi tasarlamalıyız. Sonrasında düşündüklerimizi isyan gibi görünse de sonuna kadar mücadele ederek savunmalı ve yaptıklarımızı mantık çerçevesinde irdeleyerek bir forma sokmalıyız.

- Ama unutmayın bu form katı kurallara sahip olursa, çözülemez yanlışların gerçeklerin yerlerini almasına sebebiyet veririz...

Nitekim günümüzdede yanlışlar, yalanlar gerçeklerin yerini almışlardır. Fikirlerinde özgür olamayan bir insan hiç bir özgün mental tasarıma imza atamaz. Özgün olmayan bir görüşün beli daima bir başka özgün olmayan kişinin edimlerinin değişik bir form almasıdır. Ama bu form her zaman şematik olarak hiç değişmez! Hep aynı öngürüde ilerlemeye başlar. Başlangıçları farklı olsada, izlenilen yol hiç değişmediğinden gideceğiniz yer bellidir.

Özgün ve Özgür olamamaktır...

Ölüm ve Herşeyin rayına oturduğu an...

Ne denir ki özgür olamayan için en doğru olgu ölümdür. Unutlacaktır üç beş gün/ay/yıl sonra. Fakat özgürleşmiş kişiler için ne kadar toplumda yerilmiş kişiler, hasta ruhlu bireyler, ruhsal sorunlara sahip insanlar olsalarda kimilerine göre. Bu insanlar ÖZGÜRLÜKLERİNİN ARDINDAN GİTMİŞLERDİR KORKUSUZCA.

Bu özgürlüklerin savunucusu olmayı belirleyen koşullar maddi varlık değil maneviyattır. İşte bu doğrultuda maddi çıkarımlardan sıyrıldığınızda, elde edeceğiniz en temel olgu karşılıksız özgün, özgür ve manevi bir BİREY OLMAKTIR.

Sonuç olarak aldığımız her nefes bizi, sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeksede, nihai zafer ölümün olsa da hiçbir zaman pes etmemek gerekir. Hayatın en tiz sesi olmaktansa, insanları rahatsız edin pes bir ses olarak ki zamanı sabun köpüğü gibi yaşamalarından sıyırın onları.

Yaşasın düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Ben Geçmişimin Ilık Günahlarını, Seninle Afaroz Ettim.


Ben geçmişimin ılık günahlarını seninle afaroz ettim.

Öldürülmüş bir yılan...

....geçmişte kalmışlarım, aramızda.

Aramızda yorulmuş hayallerim, sana vermeyi istediklerimin belirsizlikleriyle uyuşuk bir halde.

...dolanmıştı ayaklarımın diplerine. Dinç bir şekilde, kirli, asi ve sürekli tekrarlanır bir hal almış umutsuz geçmişim.

Kim suçlu...

zaman...

.
.
.


İçerisinde bulnduğu durumun verdiği o kasvetli durum ile yaşadıklarım; acılı, ürkek, korkak bir hal almış. Değiştiremiyorsan onların suçu ne. Oysa bilmediğin bişey var senin sevgilim.

Ben geçmişimin günahlarını seninle afaroz ettim.

Yaptıklarımın kasvetli, suçlu, acılı atmosferini: Senin gözlerindeki o sadelik ile temizledim bugünümde.

...davamın devamı sen, ben, biz o-labilme uğraşısı. Kork(ama susma. En azından mücadelen ile güne karşı dirayetli olmak gerekiyor.

Ben bunu yapıyorum.

Yaptığım en doğru şey ...

-Seni sevmek: Dile dökülmeyen tenha sözlerimde saklı geçmişim. Sana olan özlemlerim ile yoğrulmuş kelimelerim. İçlerinde giz)li ağlamaklı ruh hallerim, ruhumuzun yorganı altında gizli, izliyor bizi.

-Ya sen ne sanıyordun..

...geçmişi isli bir soba camı. İçerisinde ateşi harlandırırsan, inandıkların hep tüter. Değiştirmek için kork-ma, sıcaklığını muhafaza etmesine izin verme.

Ve unutma..

-Ben senin göz bebeklerinde büyüdüm.

Hayatıma renk oluşun ile yeniden seninle dünyaya gelerek...

Afaroz ettiklerim ile, hayallerimi yeniden temize çektim seninle.

Sadece

sıkı
c
a

sar
ı
l..

Ben geçmişimin ılık günahlarını seninle afaroz ettim. Şimdi kavurduğum

yüreğ(im)in ateşi olan seninle...

Teması belli olan, sonlandırılmamış tiyatro...

19 Ağustos 2008 Salı

Sağır Yarasa

Kalemi kırılmış umutlarım bugün öldü..

söz yitimsiz, kelime yetersiz...ne söylenir.

Konuşma ki duysun, gözlerinin bağırmak istediğini...

Yoksulluk ardılı, varlık görüntüsündeki fakirliğim ben. Şimdi lambamda gizliyorum umutlarımı.

Acaba ovalarsam çıkarsam içerisinden olmasını istediklerim, bilmiyorum? Ürkek ve çifterli bir ruh yapısı haline sahibim...

Rüzgarın yüreğime jiletlediği o eski serin, titrek sevgimi özlüyorum. En azından varlığımı onuyordum onunla. Yalansız bir kaç kelime bile yetiyordu anlaşmaya. Anlaşılmama güdüsünü taşımadan yoksulluğum zenginleşiyordu. Karşılıklı diyaloglarımızdan. Ama ya şimdi.

Suçlama ve gerisinde saklı tutma, umarsızlık:

Tamamiyle Yalan Olmuş Herşey!


Yalan bir ironi.

Sözlere işlese de, içerisinde barındırdığı terslikler bize gerçekleri üfürüyor.

Ama

gör
-e bil
e
n
e
....

Herkes sağır bir yarasa bugününde...

18 Ağustos 2008 Pazartesi

O/labilme Aşkı

İnsan inandıklarıdır.

Neyin sevdasına düşmüşseniz, tutulduğunuzsunuzdur. Yeri geldiğinde olmak istediğinizi inkar etmeye kalksanızda. Siz kimi zaman;

bir zengin

bir patron,

bir yönetici,

bir mesih,

bir peygamber,

bir tanrı görünümde sıradan kişilik)lersiniz.

Sorununuz sadece yönetebilme aşkı.

15 Ağustos 2008 Cuma

M.K.Atatürk - G.B.Shaw Ve Özgür(lükçü) Dil Üzerine

Kendi dilini bilmeyen başka bir dil öğrenemez.

Bu tümceyi George Bernard Shaw' dan okumuştum önce. Geçenlerde gerçekten bunun böyle olduğunu anladım.

Başka bir dili araştırırken ya da öğrenmeye çalışırken kendi dilimize hakim olmalıyız. Ve bunun üzerine birşeyler karıştırırken aklıma şu geldi:

Ne kadar dilimize hakimiz.

Aslında bu sorun günümüzde, toplumumuz içerisinde etrafımıza baktığımızda bize gerekli ön çalışmalara yardımcı olabilecek argümanları veriyor. Fakat daha da derine inmek gerektiğinden. "Toplumun bölündüğü sınıfların arasındaki dil çatışmalarını göz önüne alarak" incelemeliyiz diye düşünüyorum.

Düşünün gündelik yaşamınızda üst düzey bir yetkilisniz bir şirkette. Ve bir konu hakkında gerekli anlatımları yaparken, üç beş kelime ile yaparsanız ne kadar inandırıcı ve kabul edilir bir yapınız olur? İnsanlar sizin anlatımınızdan etkilenmeli ve onları yönetebilmelisinizdir. Kafalarında imgeleriniz ve betimlemeleriniz ile çizmelisinizdir anlatımlarınızı. Bu hem bulunduğunuz statüden de kaynaklanır, hem de yaşamınızı sürdürdüğünüz hiyerarşidende. Bu yüzden diliniz akıcı, üslubunuz çok perspektifli ve vurgularınızı mimikleriniz ile de ifade edebilmelisinizdir. Bunun sebebi dediğimiz gibi içerisinde yaşamınızı idame ettirdiğiniz, statünüzden kaynaklanmaktadır.

Bunun içinde dilinizi iyi kullanmanız, dilinizin bağımlısı olmalısınızdır.

Bunu yapmak için de gerekli yaptırımlar kitap okumak, çeşidi iyi kavramak, dilin labirentlerinde iyice kaybolup sonra çıkar yolu için savaşmak gereklidir. İşte bunları yaptığınız takdirde, sizde iyi bir yönetici, dilinizinde iyi bir savunucusu, hakimi olursunuz....

Bu yüzdendir ki inkar edilmez bir gerçek yönetim birimi içerisindeki birçok birey kendini iyi betimleyen bireylerdir. Fakat bu demek değildir "toplumda yönetilenler kendini anlatamaz, betimleyemez". Aksine daha iyi yapar, ama bunu öncelikle yaparken aydınlanma sürecini tamamlayarak gerçekleştirebilirler.

Buraya kadar anlattığımız imgelerin çokluğu, kendini ifade edebilme durumunun nasıl sağlandığı ve toplumsal düzeyinizin gerektirdiği yapısal durumunuzdu. Şimdi bu toplumsal düzeyi, toplumun geneline yayarsak ve sıradan bir dil yapısını inceleyecek olursak. Aydınlanma süreci içerisinde kendimizi nasıl ilerletebiliriz konusunu irdelersek, ve bunu nasıl yaparıza gelirsek?

Bunun örneğinide Türkiye Cumhuriyet' inin kurulduğu yıllardaki dil politikası oluşumuna bakarak ele alalım.

Osmanlı güdümünde çok uluslu bir yapı mevcuttu biliyorsunuz ki.

Bunun için saraya yakın kesimler Fransızca, Arapça, Farsça ve Türkçe konuşurken. Halk genelikle Türkçe konuşuyordu. Gelişimini ise hormonlu bir şekilde lehçelerden alan halk dili, yeri geldiğinde bugün ingilizceden dilimize empoze edilen kelimeleri o zamanlarda lehçelerden alıyordu. Bu şekilde düzensiz ilerliyordu türkçe. Ve yapısal çokluğu içerisinde barındırıyordu. Ama düzensizce.

Bunu gören Ulu önder M. K. Atatürk Eğitim devrimlerini ve dil devrimlerini bu yönde ilerletti.

Bunu yaparken öncelikle milletin genelinin konuştuğu dile bağlı olarak, bu dile uymayan arap dilinin alfabesi yerine latin alfabesinin getirildi harf devrimini getirdi. İmla ve harf devriminin sağlıklı bir şekilde yürümesi için, dilin düzensiz gelişmemesi için bir dil komisyonunu da oluşturmayı ihmal etmemiştir bu koşullar altında. Harf devrimini gerçekleştirirken Atatürk şu sözler ile duygularını ifade etmiştir.

Sevgili Kardeşlerim,

Huzurunuzla ne kadar bahtiyar olduğumu izah edemem. Duyduklarımı tek kelimelerle ifade edeceğim: Memnunum, mütehassisim, mesudum. Bu vaziyetin bana ilham ettiği hissiyatı huzurunuzda ufak notlar halinde tesbit ettim. Bunları içinizden bir vatandaşa okutacağım.


Atatürk ellerindeki küçük notları orada bulunan bir gence verdikten sonra, tekrar alarak şu sözleri söylemişti:

Yurttaşlarım, bu notlarım Türk harfleri ile yazılmıştır. Kardeşimiz bunu derhal okumaya teşebbüs etti ve okuyabilir de. Ancak henüz tamamen istinas etmemiş olduğu görülüyor. İsterim ki, bunu hepimiz beş, on gün içinde öğrenesiniz.

Arkadaşlar, bizim ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harflerile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, ve bu lüzumu anlamak mecburiyetindeyiz. Anladığımızın âsarına yakın zamanda bütün kâinat şahit olacaktır. Buna kat'iyetle eminim.

Yeni Türk harflerile yazdığım bu notları bir arkadaşa okutacağım, dinleyiniz..
Atatürk notlarını Bolu Mebusu Falih Rıfkı' ya vererek okutur ardından.

İşte burada Atanın yapmak istediği geneli muassırlaştırmak ve dilin gelişimini düzgün bir eksen içerisinde yürütmesini sağlamaktı. Herkesin yöneticiler gibi konuşmasını istemesindendi. Bunu yaparken dilin o özgür ve özgün yapısını: Sanat ile, bilim ile ilerlemesini istediğinden eğitim politikalarınıda ulusal bir eksende izleterek, toplumun geneline ulaşmak adına, kendisi bizzat yürütmüştür. Bunu yaparak ilk öğretmen ünvanını eline almıştır!

Buradan yola çıkarak iyi bir dile sahip olmak istiyor ve başka dillerede hakim olmak istiyorsanız öncelikle kendi dilinizin yapısını iyi kavramalısınız. Yıllardır bize öğretilen ve bizim göz ardı ettiğimiz edatlar, tümleçler, yüklemler, büyük ünlü, küçük ünlü uyumu bu yüzdendir.

İdeolojik kisvemizden sıyrılarak dilimizin boyundurğu altına girmeliyiz. İyi kavramalı ve içerisine iyi nüfuz etmeliyiz. Başka dillere ancak bu şekilde açılabilir ve hüküm edebiliriz. Yoksa aksi takdirde sömürü milleti olur çıkarız!

Toplumun her kesiminde diline hakim bireyler oluşturduğumuz takdirde, başka dilleride öğrenebilir, ve onların boyunduruğu altına girmek yerine, biz onları boyunduruğumuz altına alırız.

İşte bu yüzdendirki özgürlük dile hakimiyetle başlar. Aslında Shaw' da, M.K. Atatürk'te dilin iyi öğrenilmesi konusunda bunu savunuyor. Bu yüzden bizimde dediğimiz

Başka dilin dilencisi olacağına, kendi dilinin öğrencisi ol.
.. buna bağlı olarak anlatımımızın temelinde olan, dilin iyi bilinmesi gerektiğini, ve özünün iyi öğrenilmesini gerektiğini savunuyoruz. Çünkü özgürlük fikirde başlar, dilde şahlanır, bilim ile, sanat ile yol alır.


LiberterKedi

14 Ağustos 2008 Perşembe

Akılcı, empirist ve fütürist bir isyan

Matematiğin hiçbir tutunma dalı yoktur günümüzde...

Ne kadar soyut olursa olsun, hayatımızda herşeyin hesabını tutma güdümüz insanların somutlaştırdıkları fikirlerinden olsa gerek.

Çıkarcılık...

Bugün gerçek dünyada uygulama alanı fazlasıyla yayıldı bu anlayışın. Her tarafa yaydığımız bu hesap dürtüsü, bizi git gide soyutlaştırıp, görünürde hiç bişey elde etmemizi sağlıyor.

Ama bizler farkında değiliz....

Adeta yeni filizlenmiş bir kaos çiçeğinin habercisi bu sanrı. İnsanlar giderek çıkar elde etmeye aşık halde, bağımlılaşmış durumdalar. İlişkilerimizde, sevişmelerimizde, aşklarımızda, ve hatta hatta kimi ailelerin içerisinde bile...

Matematiksel hesaplaşmalar...

İnsanların birbirlerini, bir kaç bilinmeyenden oluşan ve çözüldükçe daha da çözümsüzlüğe doğru giden, bir denklem şekline götürmesi..Kötü ve acı bir trajik oyunun içerisinde piyon olarak, sürekli vezirlere yenilmemizi sağlamış. Gladyatörler gibi para için birbirmizi öldürüyoruz günümüzde. Hayvanlar bile aç kalmadığı takdirde avlarını öldürmezlerken. Biz neresinde yer alıyoruz bu ekoloji sarmalının, bilmiyorum....

Birbirlerine karşı olan yabancılaşmalarına olanak sağlamış insan oğlu böyle yaparak. Sürekli birşeylerin hesabını tutarak geldiğimiz nokta ise:

Asosyal üretimsiz bir toplum.

Böyle bir toplum olmaya doğru, hızlıca bizi ilerletenler, bizleri bıyık altından tebessüm ederek izliyorlar. Afyonları yüzünden realizmden uzak bir bünyede fikirlerini somutlaştırıyorlar bizim katalizörlüğümüzün sayesinde.

(...)

Bugün megafonun sesinin çığırdığı şey matematik....

Yapılan uğraşıların temeli, yani soyut görünürde somutu elde edebilmek adına. Matematik kullanılan bir değnektir hümanizma adına. Matematik bu yüzden hiçbir dala tutunmaz. Akılcı, empirist ve fütürist bir isyandır matematik gerçek anlamda. İnsanlık adına pragmatist bir olgudur...

Bir gün gerçek dünya da işleyemez olduğunda. Sosyolojik, psikolojik ve beşeri anlamda insanlık kendini tükettiğinde....

Bakalım elimizde ne kalacak...

LiberterKedi

12 Ağustos 2008 Salı

Sonu Bestelenmemiş Senfoni...

Ekmek kırıntıları gibi hayallerime dağılmış, ufak ve sertleşmiş umut kırıntıları, yarınlarda ki sanrılarıma işlemiş.

Belkilere dayalı bir belirsizlik.

Sürekli yanlış yaşama boyun eğmek oluyor cezalarım.

Fısıltılar kulağıma seni üflüyor ve ben ürküyorum.

Yastığıma sarılıyor ve kendimi gömüyorum ona. Hıçkırarak ağlıyor ve yarınıma sesizce haykırıyorum seni. Ama sesler duyuyorum, ruhumu ele geçirmek isteyen ve bunun için beynimde uğuldayan sesler. Ve sonra...

( - )

...sözler parçalanmış,
üzerleri aşınmış
ve klişeler içerisine
sığdırılmış hayat.

Benim düşlerim,
benim hayallerim,
benim umutlarım
nasılda param
parça,
ben(ci)lce..

...kim düşünebilirdi ki,
rüzgarın peşine
takılan tozun,
bedenimde
seni çizeceğini.
Ardıma seni
yükleyeceğini,
tıpkı geleceğimde
olduğu gibi..



Hiç şüphe etmedim,
kübünde bekllettiğim
şarabım olan sana
bestelediğim o
mistik ezgi ile,
aşkımızın senfonisini
birlikte besteledik
sevdiğim
unutma...

( - )

Ruhumuzun sürgüne gittiği yerde olan sensizlik, ve çarpık gelişen yaşamımız ardından buluştuğumuz o kasvetli karanlık mekan. Y(üre)ğ-imiz deki -iz- artarak devam ediyor sevdiğim.

Ben dilediğinin yerin ötesindeyim, benliğimin ilerisinde, gözlerinin berisindeyim. Unutma rüyalarında kulaklarına işleyen senfoninin içerisinde biryerdeyim. Notaların öbeğinde, hayallerinin göbeğindeyim..

Sonu gelmemiş senfoni...

LiberterKedi

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Artık Gel!

Konuşurken sanki ruhumun notalara dökülmesine yol verirdin sen. Sensizliklerimin katiliyim bugün hayallerimle yaptığım iş birliği ile.

Konuşmak istesem de, bu büyüyü bozacağım korkusuyla. Perdenin ardında gizlerdim kendimi. Ardından sen, ürkek bir buse bırakırdın bana bakışın ile. Ve utanarak içimden sana "Seni Seviyorum"derdim kelimelerimin karnına gömdüğüm yasak çocuğumuz ile.

(...)

Dudaklarında kalan hayırlar, birer şüphe tohumu gibi, zihnine yerleşsede. Sen benim baharımın başlangıcıydın her daim. Dudaklarında canlandırdığın bana karşı söylemlerin ise, hayatıma kattığın oksijenimdi sen farkında olmasanda!

Sözlerin bu sıcak yaz akşamlarında, içimi ürperterek uçtu ve gitti uzaklara. Yokluğunun yüreğimi bitkisel hayata sokması ile, yoksul kaldım kendimde. Her buluşmamızın bitişi ile. Otobüsün camına yasladığım umutlarım ile, görüntünün uzaklaşması beni mezarlarıma gömdü diri diri...

Son baharımız olan bu günlerimde herşey kuru bir sarılıktan ibaret bilmesende...

...basamak basamak olmuş. Hayatımın daha başında olmama rağmen, ortasına gelmeden yaşlandım sensizlikle. Yüreğim kurumuş sonbahar yaprakları gibi kırılgan, yerlere serpilmiş sarımsı yapraklar gibi ölü halde. Etrafımda sıcaklığından yoksun oluşum ile üşüyorum bugünlerimde. Acaba sen notalarla çizdiğin ruhumu betimleyebilirmisin bu şekilde benim kadar...

"İnsan, insanın aynasıdır" derler ya.

Bu tam bize göre değil. Şaşırdın değil mi?

Yansıma yapamayan birbirimizin ruh sökümüyüz biz. Bedenlerimiz farklı, ruhlarımız aynı. Paramparça ruhların farklı şehirlerdeki acı, özlem, sevgisizlik, şüphe, kin, nefret, aşk ve dahası bunun gibi insani hisler bu ruh eşitliğindendir.

(...)


Kulaklarımda yaktığım sesinin küllerini. Daha sonra onları hafif bir şekilde topladım avuçlarıma.

Dört bir yanıma nüfuz ettirdim seni görmediğim zamanlarda. Söndürdüğümü düşünsende sen sevgimizin ateşini.

Ellerimi yakıyorum şimdi yüreğimde, sana kavuşmak adına....

Gözlerinin ince dokusunu imgelemek istiyorum şimdi. Yeterli kelimeleri gök yüzünden çekip koymak istiyorum. Elime aldığım ipimle kement yaparak, doluyorum urganımı bulutlara. Ve ardından ucunda idam sepham olan dünyadan ayaklarımı alıyorum sana kavuşmak, seni betimleyebilmek adına, göz kırpıyorum ölüme neşe ile...

(....)

Bakışlarının yüreğimde bıraktığı o narin mutluluk...

Umarsızca beklememi fısıldıyor, yüreğimdeki kulağıma. Oysa her şeyi unuttum ben şimdi. Hatırlamak adına kurduğum hayallerimi çaldıkları bugünümde bilmiyorum senin ne halde olduğunu. Korku-yorum-suz sızlıyorum hayallerimle baş başa...

Ya sen...

Ya sen, sevgili...

Sesini kimselerin bilmediği diyarlarda beni düşünüyormusun bu şekilde!

Gidişin ile yalnız bıraktığın bu denizcinin, yüreğinden kopan dalgaları kokluyormusun, mahkum düştüğün sahillerde.

Gözlerimden kopan tayfunları saçlarına doluyormusun sahte kavurucu mutluluklardan kurtulmak için...

Bilmiyorum, bilemiyor ve ürkmüyorum. Çünkü ben sana güveniyorum ölümüne...

Dilime doladığım türkümüzle, gelevera deresinde balıklara anlatıyorum seni şuan bilmesende...

Ve şüphelensende tek diyeceğimdir sana sevgili...

Bir deli gömleğini arzuluyor.

Artık gel!

LiberterKedi

10 Ağustos 2008 Pazar

Ürkünç Bir Körebe Oyunu

Günün öğleden sonrası
hep bitecek,

bir daha eskiyi değiştiremeyeceğiz
korkusuyla.

Tek bir düşünce hakimdi
beynimizde

Ne yazsak,
ne yazmasak...


Hayatımız içerisinde başarılı bir şekilde kurgulanıp, yazıya dökülecek onca olay varki. Bunları yazmaya kalksak özgün imgeleri bulmakta zorlanırız, yaşamımızın bütününde. Bu parçalanmışlıklar bilmem kaç parçalık puzzle gibidir.

Zihin tasarımlarımızdaki hayallerimizin bu kadar kolay parçalanması, umutlarımızın ufalanması, direnişimizin kırılması da işte bu özgün imgeleri bulamayışımızdan dolayıdır. Bunun sesli ispatı ise; bizi bu şekilde bir hayatı sürümeye iten çevresel olgulardır.
Kolayı vardır herşeyin.

Ya da alternatifi mevcutken bir çok yaşanımın, bizi bu yolda sekteye uğratan içinde bulunduğumuz ortamımızdır aslında. Değişime, devinime karşı olan zıtlığı ile tabucu savaşçılığı ile. Çünkü yeniliğe kapalı bir toplumun, göreceği yeniliklere alışabilmesi tabularından ötürüdür ki çok zor oluyor.

Bu olgunun yüzyıllar boyu böyle olduğunu, geçmişimizde defalarca gördük. Hep aynı tabuta gömülmeyi yeğledik. Yerildiğimizde vazgeçip o tabuların içlerimize nüfuz etmesine izin verdik. Kaba tabirle; günümüzde yaşadıklarımızda, fifti fifti bizlerde suçluyuz. Farkında olamadık: Dünyanın yeni olguları doğuranların, tartışanların, geliştirenlerin ve mücadele edenlerin etrafında döndüğünün. Ama biz hep onların dediklerini ya görmezden geldik, ya da anlamadan yerdik, sindirdik,. Bilmediğimiz ve üretemediğimiz halde asimile etme yolunda tabuların kontrgerillası olduk.

(...)

Biz bir sirkte yaşıyoruz şu an sadece.

İnsan kendi içerisinde, kendini eğlendiriyor. Benciliz ve bunu kabullenmiyoruz. Savaşların devamlılığı, vurdum duymazlığımız, yitirilen insanlar ve kaybolan geleceğimizi hızlıca tüketiliyoruz. Ruh abazaları tarafından bizlerin ceplerine yerleştirdiği, tecavüz paralarının gözlerimizi kör etmesi ile. Garip bir körebe oyunu oynuyoruz. Bu bir körebe oyunu... maddiyatın verdiği haz boşluklarımızı, anlık tatmin etmesi ile köreldiğimiz bir oyunun ta kendisi.

Ama bizi sömürüsü bittiğinde buruşturup çöpe atacak.

Bizler bu gerçeğin farkında değiliz.

Bizler ne yapıyoruz?

Sadece lavuklar gibi peçete tutuyoruz onlara. Önlerinde el pençe divan durararak, yaptıklarına boyun eğiyoruz / eğdiriliyoruz.

Yeri geliyor kardan adamlara sakso çeker gibi, dudaklarımızın uyuşması ile. Onların eriyeceklerini, isyanımızın şiddetli ateşi ile çok kısa bir süre içerisinde yok olacağının gerçeğini göz ardı ediyoruz. Ve bu gerçeğide yalanla değiştiriyoruz. Ama şunu unutmamalıyız ki;

yarın üzerinde yaşayabileceğimiz bir dünya kalmayacak. Eğer bu şekilde kardan adamların topluma tecavüz etmesini engelleyemezsek.

Dünya' yı bu ruh abazalıklarına tatmin için, libido noktasına erişmeleri adına kullananların, orospu etmelerine göz yumacağız, farkında olmadan.(Para karşılığında). Yaptıklarını görüpte tepki vermekten aciz duruma düşürülmüş, uyuşturulmuş bizleri ise, üzerini temizlememiz için arada bir parçaladıkları zenginliklerinin, varlık olgularını bulmamız için. Ruh kapılarının arkalarına asıyorlar.

Cebimize sıkıştırdıkları üç beş kuruş ile bizide infaale gömüyorlar(...)karmaşanın, kaosun ortasında bizi piçleştirip yalnız bırakıyorlar.

Sebebi nedir dediğimizde, bir tokat şahlanıyor yüzümüzün ortasında...ve ardılları gün yüzüne yansıyor...Maddeleştirdiğimiz tabuların kaynaklanma olgularını şunlara bağlayabiliriz:

* Ruh abazalarının arkalarında, sürüngen bir hayatı yaşamayı kabullenişimiz yüzünden...

*Yarasalaşıp gözlerimizden oluşumuza bağlı olarak, kulaklarımıza fısıldadıkları ile hayatımızın onların tasarımları etrafında dönen bir yörünge izlemesine, yol verişimizden...

* Bilgilerimiz ile şişinerek gelişmeye kapalı, eleştiri kabul etmeyen, parçalanmış tabuların biraraya getirilmesi için, ruh abazalarının savunucusu oluşumuzdan(...)

Bu saydılarımızın ardını arkasını sınırlamadan çoğaltabiliriz.

Genelinde ise bunun sorumluları, bu körebe oyununda maşa olupta, bizi tutan elleri gerçekler ile yakmayan bizleriz.

Bu iğrençlerin düşüncelerini bu kadar yaşanabilir olmasını olanaklı kılan. Fakat hala devam etmemiz ile oynadığımız bu körebe oyunu destekleyenlerin sürdürdüğü bu kontrgerilla savaşı beni ürkütüyor.

LiberterKedi

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Deli Gömleği

Vişne çürüğü tenini andıran ürkekliğinle, nereye kaçabileceğini sanıryorsun sen!

Delinin birisinin kelimelerine böyle takılmışken, neden üzerinde inatla, inançla, kararlılıkla kalarak savaşmıyorsun. Bu beni meraklandırıyor.

Baranın içindeki o pisliği dünyaya tokat atar gibi vurduğu zamanlarda vaftiz edenler, kendilerini kandırıyorlar... Unutma ki cünüp olmayan tek birşey varsa hümanite adına o da kaymemek adına içimizde üzerine çullandığımız hayallerimizdir. Nefessiz bıraksanda onlar asla sana ters gelmez, bırak kendini mavi bulutların yorganı altınada, sevişelim imgelerimizde sabahalara kadar.

Ben sen yokken vişne çürüğüyüm unutma.
Hayallerimde sensiz iken,
sessizlik içerisinde,
ürkek bir sokak kedisiyim.

Sen ne kadar beni
bu halde bırakmaya zorlasanda.
Samimiyetinin gösterdikleri ile
benden kaçamayacaksın
benim deli gömleğim.

LiberterKedi

Mutluluk Dişili

Gözyaşlarımı enjekte ettim gecenin damarlarına.

Saçlarına dolandım yağmur damlaları gibi senin. Umutlarımı yüreğine sardım kasnağın gibi. Ve yalnız değildim yine bu hain gecenin içinde.

Karanlığın ortasında duran deniz feneri gibi yalnız olsamda gerçekte. Yüreğimde taşıdığım hayalinin imleri gözlerimin ardında parıldıyordu. Yoksul yalnızlıkların en kabul edilebilinir olanıydı senin beynimdeki imgelerin.

Gecenin derininde bir rüzgar eser, sokağın başından, yüreğimdeki senin hayalinin çıkması doğurur o rüzgarı. Acı ile bir kaç kasılmanın ardından gözlerin gözlerime sahip olur bu vakitlerde...

Mistik bir hikayenin ardılları...

Kamelyamda otururken, hayallerimi serdiğim çimenlik üzerine düşen imgelerin mutlu ediyor beni. Umutlarımın dizildiği çardaklar papatya kokulu, çilek tazeliği dudaklarını anımsatıyor. Nehirlerin yardığı yatakların beni götürdüğü derinlik ise, gözlerine doğru yol alıyor usulca. Kokunda saklı arzularımız Nietzsche' nin migren ağrılarına benzer gibi görünse de. Bizi biz yapan zorluklarımızdır ontolojik dengemizi sağlayan bu haz duyguları ile...

Şarap şişelerinin diplerinden kalma içtiğimiz mevsimsiz aşk.

Ölümün önünde yayılan; devrik sevişmeler gibi olan sevgimiz. Cümle düşüklüğünden kaynaklanan yürek savunması ömrüm. Yaşlı bir adam gibi kırş kırış bir yüzeye sahip.

Kuşlar, düşler, çiçekler, kamelyalar üzerine kazındığım yağmur damlaları anlatacak beni sana. Kapılma saatleri olmayan, basamaklarında ateş püfürdeyen merdiveninin dikilmiş penisine aldırmadan. Çekip giden bir ben, aynı göletlere, denizlere, nehirlere coşarken, irkilen hayalerin ürkmesin. Fısılda kulaklarına onların. Zorlukların ardından göz kırpan mutluluk dişili üremeye hazır bekliyor bizi.

Gelip seni kurtaracağım.

Özgür olunca.

İnan.

LiberterKedi

8 Ağustos 2008 Cuma

Öykü...

Fark Eder Mi ?

O kadar çok düşünüyorum ki bu aralar...

Kafamın patlamasından ve o saçma, kendini bilmez fikirlerimin etrafa dağılmasından korkuyorum…

Dağılırsa dağılsın mı?

Yok yok dağılmasın…

Anlamasınlar ne kadar “güçsüz” olduğumu…

Ne kadar “sağlam” durabilmek istediğimi hayata karşı…

Ama hep yenildiğimi, her engele takılıp düştüğümü, anlamasınlar işte…

Diyecekler ki : “ Her engel insanı büyütür kızım… “. Olmuyor işte, o engeller beni daha çok boşluğa çekiyor, daha çok bilinmeze sürükleniyorum. Ve evet sonunda daha çok uzaklaşıyorum kendimden…

Kendimden uzaklaştıkça da şu sorular beliriyor küçük aklımda :

… “Ne yaptım bu dünya için, kendim için?

Ya da olmalı mıyım bu dünyada?

Olsam, olmasam fark eder mi?

İhtiyacın var mı bana dünya?

“…Daha kendini bulamamış bir insan, daha kendi "özgürlüğünü" betimleyememiş bir insan…ha dünya sorarım sana fark eder mi senin için varmışım yokmuşum?


Ah şimdi fark ettim aslında kafam patlamış…

Baksanıza dökülmüş, her yere saçılmış fikirlerim…

O zaman söyleyeyim artık kafamdakileri.Ben sadece şu hayata karşı "sağlam" durabilmek istiyorum… Ve artık benim de bir öyküm olsun istiyorum, kendi "özgürlüğümü" betimleyebileceğim bir öykü….

Ezoo

26 Temmuz 2008 Cumartesi

Susku Ve Çığlık

Dedim başka dünyalıyım diye...

Birileri beni bu dünyaya çağırdı. Kurguladığım bir hayatın, ölüm öncesi sessiz haykırışları bu imgeler.

Sen bugünümde yokken ruhum tanımsızlaşıyor. Sızlaşıyor acı ile. Dengesizliklerin sizsizlikleri belki. Anlam yükledikçe manasızlaşmaları yüreğe dökülü veriyor ve yürek dökümü sessiz imlerim ayalarımın altına düşü veriyor. Acınmasız sokaklara atılıyorum. Atılıyor, yargılanmadan asılıyorum. Acaba neden bu dünya böyle merak etmiyorda değilim...

Plastik dünya bu dünya. Bir ateş attın mı ortasına hemen yanıyor, yeni bir form alıyor ve değişiyor. Sistemin bu kadar cıvıklaştığı dünyada. Tek yaşama sebebim ne diye sorarsan hayatımda hatasız tek vereceğim cevabı yüreğinin derinliklerinde bulacaksın...

Susku ve çığlık, sızlaşıyor...

LiberterKedi

11 Ağustos 2007 Cumartesi

İnti"HAR"

Hep karanlıklarda uyandığımda,yalnız başıma,bir ürperti sarar bedenimi. Düşlerim

gerçeklerimi, gerçeklerim düşlerimi aldatsa da sadakatsizce, ben hep güneşe akar gibi

çağlayan çağlayan işlerim gecelerime… Hiç ölüm olmayacak belki, beklide kimse

hatırlamayacak beni ama gülmelerimin içine sinmiş hüzünlerim yakacaktır ağıtlar ardımdan. Ve

daha sonraları odama hakim olan ölümün sessiz dinletisinin geceme işlemesi ile, jiletler

kırbaçlayacak bedenimi ve bendeki bıraktığın senin artıklarını, kazımaya çalıştıkça seni benden ,

kaybettiğim bir bedenimin olduğunu gösterecek bana ve tek çaredir ki bu andan

sonra bu tiksindirici yaşanmışlıklardan kurtulmak için “İntiHAR’”

LiberterKedi