31 Aralık 2008 Çarşamba

Son Dil Sökümü




Yeni yıla aktarılacak olan bu son karalamada, bi önceki yıldan kalma tragedik oyunumuzu, yeniden canlandırıyoruz.

Perde 1

Kendini bilmez delinin biri meydana çıkar ve bağırır: "....tekrar eden yaşamlarımızda, her yıl yeni bir umut ve dilek yumağıyla, yeni yılımızı kutlasakta birbirmizin. Bu sene, bu paradoksu bozma umuduyla sevgili kardeşlerim.

Kitlesel bir aydınlamayı, toplumsal düzeyde gelişecek bilinçlenmeyi, tüm dünya halkları arası nda barışın olmasını diliyorum ben!"

Ardından kalabalığın içinden çıkan, söyleyeni belli olmayan bir saçma misali olan söz ise, kulaklara şunu fısıldar:

"Yalandan, hırsızlıktan, vefasızlıktan, düşüncesizlikten uzak ve bunların oluşmasına sebep olan tahakkümün yıkılması dileğiyle....

.....bütün piyonların uyandığı, bol kültürel etkinliklerin düzenlendiği, karşılıklı saygının varolduğu, bireysel bencillikten uzak nice mutlu senelere diliyorum."

...diye yankılanır kulaklarda ses.

Ve iç geçiren çocuk ise: Umarım oyun oynayabileceğim bir dünya kalır bana diyerek asıl mesajı verir.
Perde 2

Sene sonunda okuyacaksınız :)

Kişisel bir tümce: ...tüm dileklerin bir deli saçması ve topluca yaşanılan anın hassaslıgından dolayı sarfedilen anlık bir sözcük olmaması dileğiyle. Bütün dünya çocuklarına oyun oynayarak yaşayabilecekleri bir dünya bırakma hayali ile:

Nice mutlu, huzurlu, sağlıklı, barış dolu senelere....

LiberterKedi


25 Aralık 2008 Perşembe

Cinn(siy)et


Cinsiyet: Kimliğin irili ufaklı yaşlarda sınıflandırılması ile bireyin zihnine çakılmıştır. Bu açı itibari ile, toplumdaki direnç; cinsiyetten maruz bırakılmalıdır. Daha sağlıklı bir toplum için ayrımcılığı kökten kaldırıp, yol alabilmek için.

LiberterKedi

21 Aralık 2008 Pazar

Sen!

Sen: Düşüme düştüğünde, boynuma; gözlerinin ardına bağladığım ilmeği doladım. Sen gidersen ölümü ciğerlerime nüfuz ettirm diye....

15 Aralık 2008 Pazartesi

Zeitgeist: Addendum

Bu filmi izleyin sadece. Alman felsefesinde zamanın ruhu anlamına gelen zeitgeist oluşumu hızla yükseliyor ilk filmin tanıtımınıda yapmıştık: http://liberterkedi.blogspot.com/2008/08/zeitgeistzamann-ruhu.html bu linkten inceleyebilirsiniz. Bu parçada ise ekonomi üzerinden olayı açarak yeni dünya oluşumunu vurguluyorlar.





Filmden bi kaç anekdot:

Irkçı, cinsel veya dinsel şövenizm gibi eski yöntemler. Milliyetçilerin işine artık yaramıyor. Bugüne kadar öğrendiğimiz iyi mi kötü mü olduğumuz veya başarılı mı başarısız mı olduğumuzdu.

Bu gidişi istediğimiz anda değiştirebiliriz. Sadece seçim işi. İş yok, çalışmak yok, para kazanmak yok. Oyunu yanlış algıladığımın farkına vardım.

Oyun, aslında kim olduğunuzu bulmakmış.

14 Aralık 2008 Pazar

Ha(pislik) Düşün!


İnsan hapsedildiğinde başarısızlığa uğramıştır, sosyal olarak. Bunun sebebi ise kendini sınırlandırdığı kanunların getirdiği cezalardır.

Bu cezalandırmaların hücre evleri olan hapishaneler, sınıfsal farkların oluşmasını doğurmuştur. Cezalar ise bu farklar üzerinde, toplumun kendisine biçtiği tek taraflı kanunların ürünleri olduğundan. Sosyal sorumsuzlaşmayı baki kılmıştır günümüzde.

İnsan zincirlerini kırdığında, tekrar bağımsızığına ulaşacaktır.
LiberterKedi

11 Aralık 2008 Perşembe

İn(s)an'ın Yitirilişinin Sebepleri Üzerine...

..bir çiçeğin kırılmasıyla aynı etkiyi verir, insanın kalbinin zedelenmesi.


Hayatımda kafamı dışarı çıkarıp baktığımda herkes birşeylerin mücadelesi içerisinde. Sürekli bağırış, çağırış, uzaktan kin dolu süzmeler(Argo'da bir kişiyi dikizlemek anlamında) e dahası. buna kaynaklık eden nefret, kin, gaye nedir bilmiyorum. Ama bir gerçek ar ki insan hiç tanımadığı birisi hakkında bile konuşacak yapıda. Bu işte acı olanı. Belli ki hümaniteden öğrenemediklerime bağlı olarak, sürdüğüm bu trajediyi bu denli biz şiddetli, sancılı ve acı çekerek yaşıyorduk.

Neden mi?

...çünkü ilk doğduğumuzda bizler insan olarak doğarız. Çünkü ağlarız, düşünürüz nereye geldik diye. Ama zamanla insan ne olduğunun farkında olmaktan uzaklaşıp, yoksun bir halde bireysel bencilliği için saaşıyor. Ekolojisinin bu denli kötü bir geleneği olan bir bebek dünyaya ne kadar saf gelsede, umutları kırıldıkça, bir çiçek gibi solduruyor hayallerini.

Yanlış mı?

İncilerin kağıt üzerinde oluşturduğu nemli ortamda kalan bir bireyi düşünün. Gözlerinden süzülüp gelen hisler belki de karmaşıklığı ile dillendirmeye çalıştıklarında gizli. Herşey doğal olsa da, insan farklı olduğu için yaşıyor. Düşünebilme yetisine sahip tek arlık. Ama biz ne yapıyoruz:

Düşünüyor muyuz savaşları, aç kalan çocukları, yetimhanelerde şiddetle yönettiğimiz bireylerden nasıl sağlıklı vatandaşlar olabileceğini. At, arat silah mantığıyla nasıl bir aydın toplum yapısı oluşturabiliriz ki. Bizler bilinçli olarak yaptığımız işlerin ne gibi sonuçlar doğuracağının yargılamasını yapıyormuyuz.

Tabi ki YOK.

Bizim bu günkü ideolojimiz ne. EZMEK. Karşımızdakinin açığını yakaladığımız gibi, iki elimizle yakalarına tutunup, üzerine asılmak. Asılıp ardından da onu parçalamak. Tıpkı bir kaplan gibi.

Bazı hayanlar vardır aç olduklarında sadece saldırırken, bazı hayanlar vardır ki kızdıklarında ya da hakimiyet bölgelerine girdiğinizde size saldırır. Peki soruyorum: Bu her daim size, bize, onlara saldıranlar nasıl bir varlık. Nasıl bir yapıya sahipler, acaba onları ekolojisinde farklı bir biyolojik canlı sınıfına koyan etmenler böyle insanları kırıp, ezmeğe meyilli insanlar içinde geçerlimidir soruyorum?

Günümüzü çıkartarak yaşamanın, ne gibi çıkarımını göreceğiz. Pragmatik bir kazanımı varsa nedir?

Kaybettiklerimize üzülmemek adına girdiğimiz bu postun altındaki dünyamız, ne kadar da erensel bir hal almış, ne mutlu bize.

Kişisel İleti: İşte bu yüzden umutsuzum Aydan Atlayan Kedi ablam. :'(

Çünkü hala;

*Savaşlar, çocukların cinsel taciz edenler,(Aslında başka bir ifade kullanırımda edebimi bozmak istemiyorum), kadına şiddet uygulayan egosu delik deşik bireyler, ereksiyona uğrar gibi işçisini ezen patronlar, açlıkla boğuşan insanlar ariken ekmeğini çöpe atanlar ve benzeri bir çok olgu mecutken, nasıl bunları toplumdan temizleyeceğiz. Toplumda bu kadar önyargılı, ne olduğunu bilmeyen birey mecutken?

Soruyorum.

Fikrim ise evrimini tamamlayamıyan tek canlıdır. İnsanın böyle olmasındaki temel sebep, geri bırakıldığı düşüncelerini oluşturamama özgürlüğüdür. Özgürlüğü her kısıtlanmış birey, şiddete, baskıya, kine, nefrete, ezmeye, hor görmeye ve dahasına eğimlidir!

Bu yüzdendir ki bir bireyi kısıtlamak onun için yararlı gibi görünsede, temelde daha derin sorunlar ortaya çıkartabilir.

LiberterKedi

10 Aralık 2008 Çarşamba

Bay Düdük

Bir tutam öykü başlığı altında edebiyatımızda yeralan öyküleri, hikayeleri, kısa anlatıları sizlerle paylaşcam dostlar.

Bay Düdük (Aziz Nesin)

Sürte sürte bir oldum. Kı smetim bağlanmış demek. Kimse bana is vermiyor, hiçbir yerde iş bulamı yorum. İnsan darda kaldı mı , en olmayacak şeyleri bile düşünüyor. Maçka' dan Dolmabahçe' ye doğru, iste böyle en olmayacak şeyleri düşüne düşüne gidiyordum. Stadyumun önüne geldim, bir ana baba günü. Öyle kalabalık, caddeden geçmenin imkânı yok. Bu adamlar stadyuma nasıl giriyorlar? İnsan anaforunun içinde, bir o yana, bir bu yana fırfır dönüyordum. Bir dalga geliyor, elli metre aşağı iniyoruz. önden itiyorlar, yirmi adım geri bas; arkadan dayanı yorlar, otuz adı m öne yürü. Dört yandan birden sı kı ştı rı yorlar, o zaman olduğum yerde fı rı ldak gibi dönüyorum. Bir yere geldim dayandı m ki, söküp çı kmanı n imkânı yok. Kendimi bu insan seline bı raktı ğı mı sanmayı n. Ha babam zorluyorum. Ama nereye? Bir saat kadar debelendim, çabaladı m, çı rpı ndı m, o insan dü ğümünün içinden bir türlü kendimi söküp çı karamadı m. Bana öyle geldi ki, içine düştüğüm bu insan anaforundan bir daha ömrüm oldukça artı k kurtulamayacağı m. O yana itile, bu yana kakı la son soluğumu şuracı kta verip güme gideceğim.

İşte tam o umutsuzluk sı ramda, bir düdük öttü. Düdük ama, ne düdük...Anadan doğma sağı rı n duyacağı bir düdük. Düdüğün ötmesiyle o birbirine kenetlenmiş insan kalabalığı şak diye ikiye ayrıldı.Düdüklü adama yol verdiler. Bir de baktı m: Aaa... Bizim Musa değil mi?

— Musaaaa!...diye bağırdım. «Ulan Musaaa!...» diye de bağırabilirdim. Ama düdüğe olan saygı mdan olacak, böyle diyemedim. Sesimi duyunca Musa elimden tuttu, beni o kalabalıktan çıkardı. Yürümeye başladık. Önümüz tıkandıkça, Musa düdüğüne asılıyordu. Düdüğü duyanlar birbirlerini ezerek kaçışıyorlar, bize yol açıyorlardı. Musa önde, ben arkasında, böyle ilerleyerek stadyumun kapısına geldik. Musa bir düdük de kapı da öttürdü.

Kapıdaki memur,

— Buyurun! diye bize yol verdi. Turnikeden geçtik içeri girdik. Geniş bir soluk alınca,

• Ulan Musa, sen Beden Terbiyesi Genel Müdürümü oldun? Nedir bu, düdük elinde fırfır öttürünce herkes sana yol veriyor? dedim

• Beni bırak da sen kendini anlat, ne iş yapıyorsun? dedi.

• Hiç bir iş yaptığım yok. Beş aydır iş arıyorum.

Ama erkeklere iş yok. Şimdi gelirken onu düşünüyordum. Bir iki makyaj yapıp kadın kılığınamı girsem? Ama onları doğruluyorum. Ben de yanı mda çalıştırmak için birisini arasam, kazık gibi bir erkek alacağıma, güzel bir kadın seçerdim, içimde kötülük olduğundan değil. Nasıl olsa ikiside aynı işi yapmayacak mı , hiç olmazsa, karşında güzel bir kadın görürsün de gönlün gözün açılır.

Musa,

• Anlaşı lan, sen iyice bitiksin... dedi.

• Hem de nası l! Beş ay işsizlik ne demek?

Ondan sonra maçı n heyecanı yla konuşmadık. Maçtan çıktık. Musa, fırfır düdüğü öttürüp bize yol açıyor. Düzlüğe çıkınca,

— Arabaya binelim, dedi. Binelim binmesine, ama nasıl bineceğiz? Ben diyeyim beş yüz kişi, siz deyin bin kişi araba, otobüs bekliyor. Bir bos araba geldi mi, yüz kişi birden koşuyor.

• Bize iki günde sıra gelmez

Musa,

• Sen dur! dedi. Önümüzden bir taksi geçerken, cebinden düdüğü çıkarıp, fıırfııır öttürdü. Düdüğü öttürmesiyle hı zla giden taksi döndü; geldi önümüzde durdu. Biz taksiye bindik. İşin şaşılacak yanı, boş arabaya başkaları saldırmadı.

Arabada,

— Ulan Musa, yoksa sen Trafik Müdürü mü oldun? dedim. Parmağını dudağına götürüp «sus!» işareti yaptı. Nişantaşı'nda taksiden indik. Musa cüzdana davrandı.

Şoför:

• Ayağını öpeyim âbi, para istemez kurban olayım... dedi.

Para almadı.

• Şoför tanıdık mı? dedim.

• Yoo... dedi.

• Ulan Musa, yoksa sen Polis Müdürü mü oldun?

Yine bir «sus!» işareti verdi.

— Surdan öteberi alalı m da eve gidelim, dedi. Kasaba gittik. Kasap dükkânının önünde bir kuyruk var, sonu görünmüyor. Kuyruktakiler sıra kavgası yapıyorlar, birbirlerine girmişler. Bizim Musa hemen düdüğe sarıldı. Düdüğün ötmesiyle, herkes yerli yerine çekildi. Kasapda dışarı uğrayıp, Musa'ya,

— Buyurun! dedi.

Biz kuyruğu yarıp içeri girdik.

• Bir kilo bonfile... Kasap soruyor:

• Başka emriniz?

• Beyin var mı ?

• On tane yeter mi? Kasap paketi yaptı. Musa cüzdanı çıkardı. Kasap,

• Vallahi olmaz Beyefendi... diye parayı almadı. Ama biz etleri aldık, dışarı çıktık.

• Ulan Musa, yoksa sen Belediye Müdürü mü oldun?

Benim soruları ma hep, sus, diyor.

— Bu aksam yemeği dı şarı da yeriz. Bu aldıklarım yarına, dedi. Ertesi gün pazar.

• Neler istersin? dedi.

• Hiç bir şey istemem, dedim. Efendim oradan gittik manava. Oradan gittik bakkala. Bizim Musa, dükkândan içeri girmeden önce birkere düdüğe asılıyor. Ondan sonra içeri giriyor. Elimiz kolumuz paket doldu. Hiç bir yerede on para verdiği yok. Bir düdük daha öttürüp bir taksi çevirdi.

Apartmanına gittik Şoföre:

— Bekle! dedi.

Musa bekâr. Apartımanında bir başına oturuyor. Elimizdekilerini bıraktık. Kapıda
bekleyen taksiye bindik. Bir gazinoya gittik. O şoför de para almadı. Gazino tıklım tıklım dolu. Musa düdüğü fora etti. Daha ağzı na götürmeye kalmadan gazinonun önce garsonları, arkadan sahibi olacak, biri koştu. Bize, sahnenin önünde, bir masa koydular. Biz bişey istemeden masayı donattılar.

— Ulan Musa, yoksa müfettiş misin? Ben sordukça, sus, diyor, başka bir şey demiyor. Musa büyük bişey olmuş ama ne olmuş? Bir türlü çıkaramıyorum. Sazlar, şarkılar başladı. Biz de kafaları çekiyoruz. Garsonlar etrafımızda pervane olmuşlar. Derken arkada bir gürültü koptu. Sarhoşlar birbirlerine girdiler. Onlar bıçakları fora ederken bizim Musa da düdüğe asıldı. O aslan kesilmiş kavgacılar, düdüğün bir fıırt etmesiyle uyuz it gibi kuyruklarını kısıp oturdular.

Bu bizim Musa ne olmuş?

Düşünüyorum, düşünüyorum, bir türlü bulamıyorum. Gazinodaki hesap şöyle böyle ikiyüz lirayı buldu. Gazinocu «para almam da almam» diyor. Bir arabaya bindik, eve geldik. Ertesi gün pazar. Musa kolları sıvayıp kendi eliyle yemekler yaptı. Ben gidecek oldum.

— Olmaz, dedi, bir hafta misafirim ol da aklın başına gelsin. Bir hafta Musa'nın evinde yan gelip yattım. Geziyoruz, tozuyoruz, eğleniyoruz. Musa'nın hiç bir yere on para verdiği yok. O verse de almıyorlar.

— Ulan Musa, sen bir büyük adam olmuşsun ama ne? Söyle şunu! diyorum. Söylemiyor. En sonunda,

— Söylerim, ama kimseye söylemeyeceksin, dedi.

• Söylemem,

• Dinine?

• Söylemem.

• imanı na?

• Söylemem. Yemin yemin üstüne. Kimseye söylemeyeceğime iyice inandı ktan sonra, cebinden düdüğü çıkardı, öptü, başına koydu.

• iste birader, dedi, bütün keramet bu mübarek düdükte.

Bir gün Karaköy'de dolmuş bekliyordum. Kuyrukta bekle bekle, sıra geleceği yok. Elimdeki zincire bağlı düdüğü sallayıp dururken her nasılsa dalgınlıkla düdüğü ağzı ma götürüp öttürmüşüm. Oradan bir memur koşup geldi, selâmı çaktı. Sen olsan ne yaparsın?

• Bilmem!

• «intizamı temin edin oğlum!» dedim, yürüdüm; Biraz gittim. Kalabalıktan, caddeden karşıya geçemiyorum. Düdüğü çıkarıp öttürdüm. Bütün taşıtlar durdu. Karsı ya geçtim, «Yahu bu ne iş?» dedim kendi kendime.

Düdüğü öttürdün mü, işler istediğin gibi yürüyor. Sonra anladım birader. Bizde bütün işler düdükle yürümez mi? Vapur düdükle kalkar, tren düdükle kalkar. Araba düdükle durur. Kavgacı düdükle barı ş görüş olur. Hattâ düdüğün sesini duyan kaçar. Bak, şimdi şu meydanda bir düdük öttüreyim, çil yavrusu gibi herkes bir yana dağılır...O zaman anladım, bizde bütün işler düdükle yürüyor.

O gün bugün işte bu düdüğün sayesinde geçinip gidiyorum. Bak, dinine, imanı na başkası na söyleme. Yoksa eline bir düdük geçiren fırlar ortaya. İşe kesat girer. Söylemeyeceğime yemin ettim, ama, yazmam diye yemin etmedim ya... İşte yazıyorum. Simdi benim de sizden bir ricam var. Su söyleyeceklerimi siz de sakın başkasına söylemeyin. Musa'dan ayrılınca hemen bir düdük de ben satın aldım. Taksim meydanında bir düdük öttürdüm. Gelgelelim, hiç kimse düdüğe aldırış etmediği gibi, ilk öttürüşte beni yakaladılar. Ertesi gün de gazeteler «Sahte müfettiş yakalandı », «Kendine polis süsü veren biri tutuldu» gibi benim için yazmadık söz bırakmadılar. Oysa, Tanrı bilir ya, düdük öttürmekten başkaca hiç bir suçum yoktu. Ondan sonra anladım ki, bizde düdük geçiyor geçmesine ama, öttürmesini bileceksin. Benim gibi, düdüğü öttürürken, elin ayağın titrer, öttürsem mi, öttürmesem mi diye kuşkuya düşersen hapı yutarsın. Benim de sizden ricam, düdüğün nasıl öttürüleceğini başkaları na söylememenizdir.

Yoksa düdük, öttürmesini bilen için çok işlere yarıyor.

9 Aralık 2008 Salı

Dada Engellenmeli Midir?


Dadaist bir tavır neden dünya da yasaklıdır sizce?

Bunun özellikle sanatta sansürlenmesi kadar gerici bir zihniyet yoktur. Yıkımın olması sanatta engellenemez.

Düşünceyi dilde engellersiniz. Ya da kaleme dökülüp statik bir hal aldığında yasaklanabilir düşünce. Hiyerarşi ve otoritaksi(...kendi deyimimle, otorite düşkünlerini böyle ifade ediyorum.) yolcuları, yollarının düzen bozukluğuna ışık tutanları istemez. İstememelerinin sebebi işte bu yıkımın gerekli olduğunu göstermek, insanların sanat ile aydınlatılmasının başarıya uğramaması içindir ki, dada istenmez.

...zaman içerisinde yaşadıklarımızı düşündüğümüzde, sanatın griftleşmesinin önüne geçilmesi için, bu eylem süreci içerisinde zararlı olan unsurlar, insanlığı yararlı bir yerlere taşımış mıdır sizce?

...bunun cevabının olumlu olmasını o kadar çok istiyorum ki ama bugün etrafınıza baktığınızda, bunun cevabı HAYIR.

Neden mi hayır?

...açın gözlerinizi ve sanatın o yaratıcı yapısının nasıl iğdiş edildiğini görün. Bugüne dair basit bir örnek verecek olursak; günümüzde kadının yapısını sanatta farklı bir anlam ile dile getirmek isteyenler, sergilerinde fiziki ve psikolojik şiddetle karşı karşıya korumasız halde.

Bunun sebebi ne midir?

Kadının karanlık çağdakinden bile daha fazla hor görülüp, cinsel bir obje olarak görülmesinden, kişilerin git gide sanattan, bilgiden, kanıtlanmış doğrulardan uzaklaşıp, dogmaya boyun eğmesi; bireye olan saygının, kişilikler de silinmesinden dolayıdır.

Bunun engellemesi ise şu şekilde olacaktır:

Kültür & Sanat' ın kişiliklerde hakim / egemen öge olarak belirlenerek, çekirdek toplum olan ailelerin sanatla ilgili olması ile sağlanacaktır.

Örnek olarak çocuklara müzik kültürü, tiyatro, belgesel, sinema, resim vb. unsurlar aileler tarafından enjekte edilecektir. Bunda yetersiz olan ailelere uzman kollektif kurumlar tarafından oluşturulan danışmanlıklar yardım edecek. Bundan sonra zaten çocuk aileden aldığı temel eğitimi, okulda uzman kişiler tarafından uygulanan eğitim sistemi tarafından verileceklerle geliştirip, kendine olan özgüvenini elde kazanması ile okulda oluşturulan gelişim temelli eğitim ile topluma yasakçı, kuralcı bir birey olarak gelmeyecektir. Gelişiminide bu yönde sağlayacaktır.

Bu şekilde dada engelenemeyecektir dilde de, sanatta da ya da başka bir kise altındada. Böylelikle özgür, aydın, kendini sorgulayacak bireylerin egemen olduğu bir toplum olarak yanlışları birey kendince sindirerek asimile edecektir.

O zaman sizce dada' nın getirdiği yıkım geliştirilip uygulanmalı mıdır?

Yoksa bugün kü guruh gibi yaparak veya onların yaptığı yasaklara göz yumarak engellenmesine devam mı edilmelidir?

---Unutmayın ki; küçük gölgelerin altında geliştiremediğiniz fikirlerinizin asıl gardiyanı sizin korkularınızdır. [LiberterKedi] ---

8 Aralık 2008 Pazartesi

Yağmuru bekleyen çingene, ölümü soluyor gökyüzünde


Yağmuru bekleyen çingene bugünlerinde kararsız geleceğe dair düşüncelerinde...

Karamış bir ten ile, simsiyah bir vücudunun arasında, her gülüşte parıldayan dişleri ile; tıpkı güneş misali hayata karşı. Korkusu ise İsa' nın çivisine değen ellerinin, artık bileklerini kes demesini sıklıkla duyması.

Bu ne biçim bir algılamadır belirsiz. Psikolojik yönelimlerin gittiği durak ileride bir laneti gösterince frenliyorsa da. Artık ayakları git gide karşı duramamaya başladı. Ne olacak bu çingenenin sonu belirsiz.

Is-sız-laşmış bir acının bacak aralarında gerçekleştiridiği son kas(ıntı).

Sızıyor dışarıya....

Görme(di)ğim dünya...

6 Aralık 2008 Cumartesi

Cehaletin a'sı, b'si e c'si...

Dil bir ölçüdür; cehalet onu hafiflettiği gibi akıl da onu ağırlaştırır.

Hz.Ali



İnsan hayatında ne konuştuğunu bilmelidir.

Toplumumuzda bireyin kendini nasıl ifade ettiği çok önemlidir. Günümüzün toplumunda insanı saygın birisi olması yönünde, tanınmasını sağlayan onun konuşmasıdır ve kendini ifade etmesidir. Konuşması kendini ifade etmesi, olaylara yaklaşımı, hayatında edindiği filolojik gelişimi ile alakalıdır. Bu alakayı ise birey hayatında edimleri ile kazanır eğitim alanında kazandıkları, normal yaşamında öğrendikleri, okuduğu kitaplardan çıkarttığı payeler ile, bir noktadan sonra dilini ağırlaştırarak kendini özgürleştirmesi ile kazanır. İşte bu noktadan sonra birey artık aklının otoraksisi(Yönetim) altında kalır. Yani usunun yönetiminde hayatını idame ettirir. Bu anlayış ile zamanını ağır bir süreç içerisinde yürütür. Tıpkı Hz. Ali' ninde dediği gibi aklını kullanarak ama...

(...)

Dilbilimsel düzeyde, insanın yaşadığı coğrafyada insanın kendi diline uzaklaşması / yabancılaşması, onun zamanla bilgiye olan karşıt duruşu ile yakından alakalıdır. Bu karşıt duruş aslında temel olarak Aristokrasi ile alakalıdır.[Aristokrasi; iktidarın imtiyazlı ve genellikle soya bağlı bir toplum sınıfının elinde bulunduğu, siyasi hükümet şeklidir.Ekonomik, toplumsal ve siyasi gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihi yönetim biçimidir.]Genelde ideal bir tarz olarak görülen bu yönetim biçimi de, tıpkı diğer yönetim biçimleri gibi insanlığın ilerleyişine, özgürlüğüne gem urmuş, bireysel özgürlüklerin kısıtlanmasına, bağımsız bir şekilde bireyin kendini aşmasına engel olmuştur.

Cehaletin aslında en iyi besiciside olmuştur ideolojiler. Çünkü topluma bireysel düşünce paketleri vererek, onların kendi sistematiğinde, kendilerini tanımalarını engellemiştir. Bunun aşılmasındaki en iyi silah ise akıl e bilgi edinimleri ile elde edilmiş felsefik düşüncelerin anlatılmaya çalışıldığı dil eylemleridir. Dilinizin ağır eylemlerde bulunmasını istiyor e kazanımlarınızın uzun süreli olmasını istiyorsanız ÖZGÜR olmak zorundasınız. Özgür olabilmek içinde bu ağır dil eylemlerini gerçekleştirmekten korkmamalısınız. Korkmamak içinde aydınlanmalısınız.

Dostlar aydınlanmak içinde biraz hayatınızda cüretli ve fedakar olarak, aklınızı kullanmak zorundasınız. Tıpkı bir kitap gibi sessiz ama bir o kadar da dik duruşa sahip olarak...

(...)

Cehalet insanın bugünkü bulunduğu toplumunda pekte saygı ile bakılan bir unsur olamuştur. Argo ifadelerle ifade edecek olursak bunun a'sı kabalık, b'si küfür, c'si saygısızlıktır.

Cehaletin A'si "Kalabalık" ...kalabalık fikirlerin bu gün toplumda hakim / egemen olmasında ki en önemli edilgen eylem, kişilerin korkması ile birlikte, elini yollarına çıkan taşların altına koyma korkusudur. Hayatlarında yanlış gördüğü egemen fikirlere sessiz kalmasıdır. İşte bunların oluşturduğu kalabalık sadece cehaletten kaynaklıdır. En büyük cehalet yanlışa eylemsiz kalmak, bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın mantığı ile yaşamını idame ettirme mantığıdır...İşte bu yüzden tıpkı ustanın dediği gibi;

Çok insan kafaları olmadığı için kafayı bozmuyor. - Arthur Schopenhauer

...değil mi.

Cehaletin B' si Küfür... küfür, başarısız kişilerin karşısındakine egemen kılmak istediği ya da ona hakimlik kurma adına gerçekleştiği cahil bir eğilimdir. Libido eksenli bir bireyin ikinci kullandığı organ olan beynin gölgede kalmasıyla birlikte, karşısındakine hakim bir birey olma adına gerçekleştirdiği eylemlerde, dilini kullanarak argo'yu yani küfürü geliştirmiştir. İşte bu yüzdendir ki küfürün temelindede; bireyin cehaleti rol almaktadır...

Cehaletin C' si Saygısızlık...saygısızlık, akılda yer etmiş inatçı e dogmatik bir eylemin gerçek gibi görünmesi ile birlikte kişinin başkalarına karşı gösterdiği değişimden uzak kalabalık popüler fikirler e küfürlerden kaynaklı olan, asıl yaratıcısınında cehalet olduğu bir eylemdir. Bu eylemi gerçekleştiren birey aklını kullanmayan cahil insandır. KArşısındaki dinlemez ya da dinler gibi görünüp onu yıkmaya çalışan ön yargılı insandır. İşte bunlar konuştuğunda dil hafifler, kalabalık fikirler oluşup ne kadar yanlış olsalarda hakim kılındıkları için küfürlü bir yapı ile otoraksileri sayesinde bütün topluma egemen olurlar. Bunların temelden kalkmasınıda bireyin aklını kullanmaya tenezül etmesi ile engelleyeceğiz.


...bügünün toplumunda, yaşadığımız sorunların tek sebebi; bu sefalet dolu cahil yaşamlarımızdır. En güzel açıklama ise şudur:

Bugünün sorunları dünün çözümlerinden kaynaklanır. - Peter Senge

..bunun önüne geçmek için, toplumun içerisinde saygın bir yerde olabilmek için, bireysel özgürlüğünüzü elde edebilmek için tek kaçınmanız gereken cehalettir. Cehaletti yendiğinizde onu katlettiğinizde yaşamınıza ne kalabalık yanlış popüler fikirler hakim olabilecek ya da beyinin libido gölgesinde kalarak karanlık hakimliğinde kalmış cümlelerinde oluşmuş bir argo dili hakim olacaktır. Son olarak bunları yendiğinizde zaten saygısızlığıda bu iki ilk olguyu kaldırmanız ile yaşamına aklınızla ağırlaştırılmış bir eksende deam edeceksinizdir.

Sonuç olarak işte bu yüzdendir ki dilin hafifleşmesinin kaynağı olan cehaleti yenmek yine sizde bitecektir. Sizin elinize aldığınız silah ise yine aydınlanma yolunda kullanmaya cesaret ettiğiniz kendi aklınızdır. Aklın akil kılınması ile cehaletin A,B,C'leri yaşamınızda otorite kuramayacaklar unutmayın.

LiberterKedi


1 Aralık 2008 Pazartesi

Dil Ve Mülkiyetçilik




Dilde mülkiyetçilik yoktur. Dilin protestocu militanları olan kelimeler hiçbir coğrafya ile sınırlandırılamaz!
LiberterKedi

29 Kasım 2008 Cumartesi


Hepsinin gözlerinden farklı olarak yeralan, dünyanın en güzeli gözleri olarak nitelendirilirsede nitelendirilsin, diğerlerine göre her zaman onlar EŞEK' tir.

Zamanınızı hiç sorgulayarak yaşadınız mı?

...bu dertli olanların, onların dertlerini merak edip onları hiç anlamaya çalıştınız mı peki?

...aslında ben biliyorum vereceğiniz cevapları. Ama durun biraz düşünün, düşündünüz mü?

....mesela benim derdim nedir?

Kısaca bu gereksizkedi diye de nitelendirebileceğiniz kedi olan benim derdimi söylim; kitapları ekmek gibi gören oburun tekiyim, kitabı okuduktan sonra hazmetmeyi çiğnemeden yapmam ya da daha önce tattığım bir kitabı yıllar sonra okuduğumda, daha da farklı bir tat alırım.

Sanrım bu yönümle damağım bana bir lutufta bulunuyor.

İnsanlar konusunda onları birbirinin aynası olarak görüyorum-bi felsefe kitabından okumuştum bu sözü, çok sert olsa da insanlar sanırım bunun ağırlığını anlamıyor- ve sürekli devinimli hareketleri ile, birbirlerine hakaret etmeyi, çekişmeyi, değiştirmeyi(olumsuz yönde :( ) seviyor ve yanlış olduğunu bilselerde düzeltmiyorlar. Bu yönüyle insan insanın aynasıdır. Çünkü kimse diğerinin bir canlı olduğunun farkında değil, sadece onu eziyor.

Bu hep böyle sürermiş.

Bunun gerçek olmadığını ise yediğim bi kaç ekmek öyle olmadığını söyledi, yaşadıklarım ve ekolojim böyle hüküm sürmesinin engellenebileceğini fısıldadı bana kelimelerle...

Nasıl mı?

...evvel zaman içinde, delik deşik edilmiş bir hümanite, zamanından uzak anlarda; eskiden çok eskiden- takriben ben daha babamın ve annemin genlerinde savruk haldeyken -öyle topraklar varmış ki, kokusunu insanın tenine dolarmış, insan ona adeta taparmış o zaman diliminde. Çocuğu gibi sevip onun saçlarını tırmıklar, yüreğini yumuşatırmış elleriyle. İşte bu aşkındanmış insanın; doğaya karşı olan sevgisinden ötürü, bünyesinde barındırdığı sonsuz delilikten ötürü geliyormuş...

...işte bu yüzden, doğa sevgisinin/doğal yaşama olan o eski arzulu aşkın tutkunları uyandırma servisi oldukça, insanlığa çuvaldızı batırdıklarında onları nelerin kaybolmasına sebep oldukları yönünde uyandırdıklarında: İnsan ne olduğunun farkına yaptıklarını görünce varacaktır...

Why do we fall?

So that we can learn to pick ourselves up
...

...diyor filmin birinde hayali kahraman. Size soruyorum o zaman bende:

Neden düşeriz. Sadece ayağa kalkmayı öğrenmek için mi?

Kişisel Duygu: Bu konuda ve her konuda olduğu gibi yaşamlarımızı sürerken, yaşadıklarımızın bize çizdiği yol aydınlanmadır işin özünde. Birey özgürlüğüne kavuşmak içinde aydınlanma sürecine girdiğinde felsefesini oluşturur. Aydınlanacağı zaman yapamayacağı hiç bir olgunun varolmadıgını görecektir. Çünkü bu aydınlanma sürecinde ve özgürleşme mücadelesinde aklını kullanmaya cüret eder insan...

İşte bu yüzdendir ki "dünyanın en güzeli gözleri eşşek gözlü bu düşünme açı insanlarda mevcuttur". Bu yüzden unutmayın ki insanın ne olduğunun önemi yoktur. Yaptığı işlerin onu diğerlerinden ayıracağının baki kılınması ve farkına varılması gerekir...

LiberterKedi

26 Kasım 2008 Çarşamba

Köpük Özgürlüğü...

Aldığımız her nefes bizi sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeker..Nihai olarak zafer ölümün olacaktır, çünkü doğumla birlikte ölüm zaten bizim kaderimiz olmuştur ve avını yutmadan önce onunla yalnızca kısa bir süre için oynar. Bununla birlikte, hayatımıza olabildiğince uzun bir süre için büyük bir ilgi ve özenle devam ederiz, tıpkı sonunda patlayacağından emin olsak da, olabildiğince uzun ve büyük bir sabun köpüğü üflememiz gibi.

Arthur Schopenhauer

...bu yüzden hayatta herkes eşittir. Kimi köpükler diğerlerinin üzerinde semaya yükselip, büyük ve farklı olduklarını sansalarda bu patlamayla birlikte herkes aynı olguyu elde edecektir. Bu yolculuğun sonunda. Tıpkı hayatında biyografisi çokça bilinen diğerleri gibi, sadece sözede yaşamları kendi hayat öykülerini elde edeceklerdir.

Bunun için unutmayın ve bu sözü küpe edinin: İnsanlardan farklı olan olgularda uğraşarak olgunluğa erişmede üstünlüğe ulaşmanın tek yolu onlardan bağımsız kendi öznel fikirleriniz ile varolduğunuzu göstermenizdir....

LiberterKedi

21 Kasım 2008 Cuma

A*sosyal Kliniklerin Devrilmesi


"kimin söze ihtiyacı var ki yaşamını anlatması için. Anlatabileceği bişeyler yoksa zaten o bir kim bile olamamıştır...."

...her birimiz özgür bireyler olarak, kendi yaşamlarımızı elimizde barındırdığımız ölçüde yaşayacağız. İşte bu nokta da kişi benliğinin farkına varacaktır.

Elimizde barındırdığımız yaşanımlar, sessiz bir çölün sistematiğini bozar. Tıpkı dinginliğinin bozulmasına sebebiyet veren kum fırtınaları gibi. Eğer bunun başarısız bir ayaklanma olduğunu düşünüyorsanız sizler; anlam taşımayan bir sözcük gibi hayatın içerisinde sıradan bir toz parçası olup, o rüzgar senin bu rüzgar benim önlerine katılır durursunuz!

...buna karşıt tek eylem ise, sözünüzü kaybetmeyin.

Bir kelime vardır ki o söylenmemiş en güzel tasavvuru içerir, yaşamınız için. İşte onunla karşılaştığınızda yaşamınız devinimsel bir izdüşüm ile değişime ayak diremeyecektir. Ve onun zihninizde canlandırdıkları ile kendi yaşamınızın boyası, fırçası, notası, ezgisi, yüklemi...ve dahası olacaksınız. Bunun için ise sadece yapmanız gereken tek olgu, yaşamınıza yön veren etmenleri göz önüne alarak; söyleyebileceklerinizi düşünceleriniz ile ifade edin en azından.

Korkaklık a-sosyal klinikleri doğurur sadece.

Doktorlar sadece size eleştiri getirir. Güzellik getiremez, getirmez. Eleştiri bu açıdan yararsızdır, her kişi için güzellik öznel olarak ve en küçük bir genellik izi taşımaksızın vardır insanın ruhunda. Tıpkı sözünde, gözünde, yüreğinde ve yaşamında olduğu gibi...

Bu yüzden: kimin söze ihtiyacı var ki yaşamını anlatması için.

17 Kasım 2008 Pazartesi

Değişim Zamanının Ruhu

Değişim....

Değişim değişmeyen tek şeydir. - Arthur Schopenhauer

Yaşayan hiç bir olgunun ekseninde, sonsuzluk mevcut değildir.

...koşullar.

...hayat o kadar dinamiktir ki bugün yaşadıklarınız, izledikleriniz, doğru kabul ettiklerimiz vb. gibi metalar; hayatımızda, gündelik yaşamımızda, yaşadıklarımızın sırağan bir zincire dökülmüş halidir.

Değişim bu olgular için kaçınılmazdır.

(...)

Dürüst bir doğrultuda ilerleyen veya değişen fikirler, her zaman kabul edilir olmalıdır. Sizin üzülmenize sebep olsa da, onları dışlamayınız. Kendi tecrübeleriniz ve başkalarının tecrübeleri ile ispatlamış olduğu gerçekleri....

-içerisinde yalan, hainlik, hırsızlık, sahtecilik barındırmadığı sürece kabul eder ve;

evrenseldir.

Er geç bütün insanlara ulaşacaktır, bu popüler olmayan yargılar. Tıpkı F.W.Nizetzsche, Franz Kafka' nın sonraları anlaşılması ve kitlelere yayılması gibi.

Geç olsa da sizindir o.


Tıpkı William Shakespeare' in dediği gibi: Gerçek, kulübesinde hapsedilen sadık bir köpektir. Ve değişime ayak uyduracaktır. Formlar, benlik/ruh değildir; algılama benlik değildir, kavrayışlar benlik değildir, mental oluşumlar ve hisler de "ben" değildir, hiçbiri "ben"/"ruh" değildir, bunların hepsi değişime tabiidir ve kalıcı değildir. -Gautama Buddha-

...kalıcı tek olgu ise insan degişmedikçe: İnsan her zaman içerisinde katletmesi gereken, bir canavarı dünya' ya salacaktır. Hergün canavarın onu ve ekolojisini tüketmesi için.

10 Kasım 2008 Pazartesi

ç(A)lıntı yapılanlara dair.

Son günlerde hırsızlık olayları bloglarada aşırı bulaştı. Tarihin ve insanlığın en büyük sorunu olan hırsızlığa ve çalmaya karşı tek bir şey söylemek istiyorum. Çünkü bunu anlamayan insan, fazlasını zaten anlamayacaktır...

....bir insan aç olduğu için değil, hırsız olduğu için çalar.
- William Somerset Maugham -

7 Kasım 2008 Cuma

I-kın(a)ma

Pedofililik tarihin gizlenmiş/görmezden gelinmiş en ürkütücü insanlık suçudur.

KINIYORUM!

Cinsel dürtülerini gizlemiş gerzeklerin, tek saklayacakları, tensel kaçıştır.

Ya beyinlerinde ki sis perdesi aralandığında, bastıramadıkları hayvani isteklerinin; geleceğimiz olan çocuklara dahi pedofili bir şekilde bulaşmasını nasıl gizleyecekler. Kendilerinde salgın bir hastalık olmuşken bunu saklamak ürkütücü!

Pedofili: Kaba tabirle sübyancılıktır...

Küçücük beyinler, minik vücutlarına bulaşan bu makro psikolojik eski insanlık suçundan, sıyrılabilecek midir, yara almadan.

Merak etmek istemiyorum.

Çünkü: Biz geleceği kendimize ait olmayan bireyleriz, bu yüzden geleceğimize tecavüz edenleri kınıyorum.

2 Kasım 2008 Pazar

Ayık Olmayan Kafayla Seçilmiş Sözler(Paraf 1)




Dilimizi özenli kullanma sorunsali ile basliyoruz....

İnsanlar kendi durumlarıyla ilgili olarak her zaman koşulları suçlar. Ben koşullara inanmam. Bu dünyada yol alan kişiler, ayağa kalkıp istedikleri koşulları arayan ve bulamadıklarında yaratan insanlardır. - Bernard Shaw

Kendimizi eleştirmekten korkuyoruz. Başkalarının eleştiri hakkı da bu korkaklığımızdan doğuyor. - Doğan Hızlan

Kendi dilini tam olarak bilmeyen, başka dili de öğrenemez. - Bernard Shaw

Kuşlar ayaklarıyla, insanlar dilleriyle yakalanırlar. - T.Fuller

Bir ülkeyi yıkmak istiyorsanız, dilini tahrip edin. - Konfüçyüs

Dil sürçeceğine ayak sürçsün daha iyi. - Herbert

Dili bir kelime daha fakir kılmak, bir ulusun düşüncesini bir kavramdan yoksun kılmak demektir. - Arthur Schopenhauer

Dilsiz olmak, çok söylemekten yeğdir. - Türk Atasözü

İnsanlar sizden eleştiri isteyebilirler, ama gerçekte iltifat bekliyorlar. - William Somerset Maugham

Küf


"İmitasyon mutluluklardan uzaklaştıkça, gerçeğin farkına varıp irkileceksin. İşte o zaman dediğimi anlayıp elimden tutacaksın."

(L...Kedi)

31 Ekim 2008 Cuma

Cehennemin Kuzinesindeki Su

...bana denizin saçlarını yol getir dediler, ama avuçlarımda çoraklaşmış çöl vardı.




Zaman zincirin tüm halkalarını tamamlar. Tattıklarımızın vücudumuzda oluşturduğu endorfin kısa sürelidir.
...bildim mi?

-ne yazık ki doğru.

...zaman herşeyi eksik bıraktı bizde. Sessiz sakin ama bir o kadar da yıpratıcı vuruşlarıyla, bizi soluksuz eksilterek hergünün sonunda öldürdü, her gecenenin son deminde diriltti şafak ile birlikte. İşte bu yüzden umutlu yaşam her zaman başarılı değildir. Her ne kadar mutluluk mevcutsa da yaşamda, hüzünde adana kebabın acısı misalidir yaşamımız.


...güneşliği kaldır, süzülmek üzere şahlanmış güneş, toynaklarını camında çarptırıyor. Korkunun olduğu her karanlığın ardın da yeni bir aydınlık doğsa da. Yüzleşmedikçe sanrıların hakimiyeti ile yok olacaksın unutma!

Doğarken her öyküsü belli olan gibi bir senaryo içerisinde yaıyorsan dinle:

İnsan varolduğunu bilmeyen tek canlıdır.

Cehennemin kuzinesinde ki su damlası ile gelen insan, her günün getirdiği, inandıklarında gizli, yaşadıklarında örneklendirilmiştir. Gözlerini aç yeter....

30 Ekim 2008 Perşembe

Beyaz Atlı P..sler

Her durum kendinde çoğalır.

Her P...s ise bir başkasının umudunu köreltir.

İşte bu yüzdendir ki özgürlük çok farklı bir olgudur. İnsanlar temelinde anlaşıldığı gibi değil, anlaşılamadığı ölçüde algılanmaya itilir. Bu yüzden birinin özgürlüğünün sınırında, diğerinin özgürlüğü başlar söylemi; tamamen sınıf farkına düşkünlerin sanrısıdır. Çünkü gerçek asla bu kadar sığ değildir.

Özgürlük bireyin düşüncesi ile hep mevcuttur. Gerçek ise işte bunun sembolik halidir. Kişinin tecrübe, algı, anlatabilmesi ve bireysel düşüncesine bağlı olarak kategorize edilebilinir. Bu yüzden, bunu başarmanın tek yolu sözcükler ve kelimelerdir. Eğer birey sözcükler ve kelimelerle bireysel serbestliğini elde edip, sözcükler ve kelimelerle dünyayı değiştirebiliyorsa. İşte o zaman:


Beyaz atlı p...sler iktidara geçemeyeceklerdir.



Özgürlükçü dört ayaklıdan sevgiler...

1 Ekim 2008 Çarşamba

Sosyal Sopa


Tımarhane ve hapishane, iktidarların sopası olmuştur tarihte.

Michel Foucault

30 Eylül 2008 Salı

İmitasyon Mutluluk...


Hangi şiir yaşamıma
mütercim olur?
Hangi şarkı kulağıma
küpe olur?
Hangi söz dilime
pelesenk olur?
Bilmem, ama gördüğüm bişey varki,
biz hep unutuyoruz?
Tıpkı yaşamımızda
unuttuğumuz cehennem,
yaşamak istediğimiz
mazileşmiş cennet
gibi.

İmitasyon mutluluklardan uzaklaştıkça, gerçeğin farkına varıp irkileceksin. İşte o zaman dediğimi anlayıp elimden tutacaksın.

Sevgilerimle orjinal amonyak...

LiberterKedi

Agamemnon


Agamemnon Yunan Mythos' unda tektir, eşsiz bir tiptir. Yalnız İlyada' da değil, efsaneler boyunca onun simgelediği kavramı onun kadar etkin ve belirgin ni­teliklerle canlandıran başka bir kişi yoktur.

Agamemnon kraldır, krallar kralıdır, her biri bir bölgenin yönetimini elinde tutan birçok derebeylerinin başında, onları ordularıyla bir­likte yöneten başkomutandır. Buyruğuna tek sınır, bölgesel kralların toplantısında çizilir, bu kurultay da da başlıca kural danışmadır. Yunan Mythos' u tanrılar tanrısı Zeus' un üs­tünde, ondan üstün bir güç bulunduğunu gös­terdiği gibi, krallar kralı Agamemnon' un kişi­liğinde de krallığın hem erdemlerini, hem de eksik ve zayıf yönlerini önümüze serer.

Bu bakımdan destana olduğu kadar, tragedyaya da esin konusu olmuştur Agamemnon. İlyada' nın üçüncü bölümünde Helene surla­rın üstüne dizilmiş, savaş alanına bakan Troyalı ihtiyarlara en başta eski eniştesi Agamemnon' u "Hem iyi bir kral, hem güçlü bir savaşçı" olarak tanıtır.

Agamemnon' un kral­lık yetkisi Zeus' tan gelmiştir. Homeros onun asasının, kral değneğinin tarihçesini çizerken, soyunu Pelops' a kadar götü­rür, başka bir efsane koluna göre Agamemnon'un ilk atası Tantalos' tu. İlyada' da Pelops oğullarının kan davasından söz edilmez, krallık normal yoldan Pelops' tan Atreus' a, Atreus' tan Thyestes' e ve ondan Agamemnon' a aktarılır.

Atreus ile Thyestes arasındaki kardeş düşmanlığı ve onun sonucunda işlenen korkunç suçlar daha çok tragedyaya konu olmuştur Atreus. Ama destan Agamemnon' u bir krala özgü bütün nitelikle­riyle canlandırır. Bu kral portresi üstünde durmaya değer. İlyada' nın konusu, Agamemnori ile Akhilleııs arasındaki kavga Agamemnon yüzünden kopar. Ve bu kavgada krallar kralının tutu­mu, karakteri ve kişiliği bütün açıklığıyla ortaya serilir. Agamemnon kraldır ve her kral gidi kendi çıkarını, istek ve buyruklarını emrindeki insanlannkinden üstün görmekte ve bu İnanışa göre davranmaktadır. Tutsağı Khrysels' i geri vermek istememesi, vermek zorun­da kalınca Akhilleus' unkini almakta hiçbir sa­kınca görmemesi kavganın asıl nedenidir. Bu olayda karşısına çıkan kim olursa olsun pay­lar, tersler, hiçe sayar.

Kalktı hırsla gücü yaygın Agamemnon, yiğit Atreus oğlu, kapkara bir öfkeyle doluydu yüreği, yanıyordu iki gözü yalım yalım...Apollon' un Akha' lara gönderdiği salgının nedenini bilen Kalkhas, bu öfke karşısında çekinir gerçeği söylemeye yeltendiğinde: Kızdıracağım biliyorum Akha' ların saydığı adamı, o adamın bütün Argos' lulara her yerde sözü geçer. Kral azgın olur kızınca ayak takımından birine, bir zaman öfkesini yenerse de, unutamaz kinini, dışarı vurana dek taşır yüreğinde onu. Ama Agamemnon ne Kalkhas' ı dinler, ne de onun sözlerine uyulmasını salık veren Akhilleus' u, bildiğini yapar. Bu davranışı tepki uyandırır. Tepkinin, yalnız kavgaya tutuştuğu Akhilleus' tan gelmemesi, ordunun alt tabakasını simgeleyen bir askerin de kralı en ağır sözlerle kınaması dikkati çeker. Halkın yöne­ticisini eleştirmesi dünya yazınında ilk kez gö­rülmektedir burada. Bu eleştiri Akhilleus'un ağzından şöyle dile gelir.

"Ey doymak bilmek adam... Seni gidi edep­siz, çıkarma düşkün yürek... Seni şarap fıçısı,seni it gözlü, seni geyik yürekli... Halkını kemiren bir kralsın sen"

Ama yiğidin sözlerinden daha da şaşırtıcıdır Thersites' in, halktan bir adamın kralı kına­ması gibi. Bu eleştiri yalnız kralı degil, feodal Akha düzeninin tümünü kapsamakta­dır. Gene mi bir fisteğin var, Atreus oğlu, Barakaların tunçla, kadınla dolu. Bir şehri alır almaz biz Akhalaronları sana verdiydik ilk peşin. Bir de altın mı istiyor canın şimdi? Tutup getirelim Troya' ya Mardan birini, gelsin babası kurtulmalık versin sana, altınla versin sana, öyle mi? Taze bir kadın mı istiyorsun yoksa, düşüp kalkmaya, bütün gözlerden uzakta, kapatmaya kendine? Başbuğsun, yakışık almaz Akha oğullarını yıkıma sürüklemen. Size diyorum Akha oğulları, hey, Akha oğulları denmez size artık, Akha kadınları demeli, sizi aşağılık herifler sizi, hadi yurda dönelim gemilerimizle, tek başına bırakalım Troya' da onu, otursun onur payının üstüne. Yardım etmeyelim de görsün sonunu.

Saygısızlık etti Akhllleus' a, en üstün yiğidimize, aldı onur payını, yoksun bıraktı onu. Akhilleus' un içinde büyük bir kin yok gene de; hem gevşek davranmasaydı sana, Atreus oğlu, bu senin son küfrün olurdu ona. Bu sorunu Akha ordusunun nasıl çözümle­diği de ilginçtir. Athena' nın verdiği esinle...

Odysseus sıraları dolaşıp şöyle yatıştırır herkesi.

..bilemezsin Atreus oğlunun niyeti ne?

Akha oğullarını yokluyor şimdi o, ama ezecek yakında başlarını...Öfkelenip de Akha'l ara yıkım getirmesin sakın, Zeus' un beslediği kralların amansızdır öfkesi...daha güçlüdür onlar senden. Sense savaştan anlamaz korkağın birisin. Ne kurultayda geçer sözün, ne savaşta geçer. Hem biz burada hepimiz kral değiliz ki. Her taraftan bir ses çıkarsa iyi olmaz, bir tek baş olmalı, bir tek kral. Kurnaz Kronis oğlu şu değnekle bütün yetkileri size krallık etsin diye verdi Agamemnon' la

....Agamemnon gene de bir zorba olarak gös­terilmez ilyada' da, aslında talihsiz bir adamdır: Akhilleus' u kırdığına bin pişman olur, ba­rışmak için ödün vermeye razıdır. Yiğidin olumsuz tepkisiyle karşılaştıktan sonra, bir daha aynı uysallığı gösterir ve özür dileyerek barışır (İl. XIX, 85 vd.). Her davranışında sanki bir sakarlık vardır Agamemnon' un: Aulis' te avlanırken Artemis' i kızdırması, bu yüzden kızı İphigeneia' yı kurban etmek zorunda kalışı bu kralın hatalarını ne kadar pahalıya ödediğini gösterir. Karısının ve onun âşığı olan kendi amca oglunun elinden öldürülmesi bile aynı yarı komik, yarı trajik kaderin belirtisidir. İlyada onun kahramanlıkları ve öldürdüğü Troyalı yiğitlerin adıyla doludur, ama Aga­memnon burada da tam başarılı değildir, ne savaşta bir Akhilleus ya da bir Aias olabilir, ne de kurultayda bir Nestor ya da Odysseus gibi üstün bir akıl gösterebilir. Onun kişiliğin­de Homeros ve yolunu izleyen bütün ozanlar krallık kurumunun kusur ve eksikliklerini ortaya sermek istemişlerdir sanki.

Kaynak: Mitoloji Sözlüğü

29 Eylül 2008 Pazartesi

Tyler bunu biliyor....

Dilimle silahın namlusuna açtığımız susturucu deliklerini hissedebiliyorum. Bir silahın çıkardığı sesin en önemli bölümünü genleşen gazlar oluşturur, ve de kurşunun çıkardığı ince sonik bir patlama duyulur, çünkü kurşun çok hızlı gitmektedir. Susturucu yapmak için, silahın namlusuna sadece delik açmanız gerekir, bir sürü delik. Bu delikler gazın kaçmasına ve kurşunun hızının, ses hızının altına düşmesine sebep olur. Delikleri yanlış açarsanız, silah elinizi uçuracaktır.
"Bu aslında ölüm değil." diyor Tyler. "Efsane olacağız. Yaşlanmayacağız." Namluyu dilimle yanağıma doğru alıp, Tyler sen vampirlerden bahsediyorsun diyorum.

Üstünde durduğumuz bina on dakika içinde burada olmayacak. Buharla dezenfekte
edilmiş nitrik asidin yüzde doksan sekiz konsantresini alırsın, ve bu aside üç kat fazla sülfürik asit eklersin. Bunu buz teknesinde yapmalısın. Göz damlası ile damla damla gliserin
eklersin.

Nitrogliserinin olur. Ve patlamaya hazır.

Bbbbbuuuummmmmmm....

Bunu biliyorum çünkü Tyler bunu biliyor.


...yukarıdaki, replik dövüş klübünden. İzlemeyeniniz yoktur bu filmi. Bir eleştiri filmidir. Bir çok kişinin söylemiyle; ilk defada anlaşılması zor deniliyor. Bunun sebebi bizlerin filmlere sadece görüntüden ibaret olduğunu sanmamızdan, geçen replikleri irdelememizden ötürü gelmesiyle ilişkili olduğunu düşünüyorum. Tyler bunu bildiği içinde, repliklerde insanlara gerçek hayattan ürkütücü bir çok anekdot sunuyor...

Perki sizler filmleri ne gözle izlersiniz?

27 Eylül 2008 Cumartesi

Şizofren Aşk İle Monolog...


Ardımda durma ne olur,
karadenizin karasında
ölümü soluyorum sensiz.

Ne istiyorsan söyle de
bileyim: Sadece seni
seviyorum bil.

Sararmış mevsimlerin
isem ve mücadelesiz
kalıyorsam sence, artık bil:
Ben bıraktığın yerde değil,
beni düşünmediğin yer olan:

ARAFTA SEVİYORUM

seni elma şekerim.

Eğer benden gidiyorsan artık. Açıklıyorum:

Aşk benden ölümü istedi. Ve kendimin gölgesini düşürdüğüm kelimelerim karalayacak sana olan duygularımı. Başlıyorum:

- severken çiz bana ölümün görüntüsünü

....diye.

Kalemi aldım elime şimdi yaşarken nasıl ölüneceğini çizcem size. Bu sonu bitecek olan safsatalarımın son yazısında.
...
..
.
.

- Hadi geliştirelim...


...herşeyimiz bir umut diyerek başladı. İlk elini tuttuğunuz da ki o ürkek vücdunun sizin üzerinizde bıraktığı vaftiz edici etki ile, gözlerinde kaybolmamla başladı. Büylendiğim gözleri benim lethe'mdi, ama bilmiyordu.

Yanaklarının vişne kızıllığı ile en taze mevsim meyvelerini andırması, hep bende artımlı bir halde ilerledi. Bir eroin bağımlısı haline gelmiştim. Her saniyem de onu isterek, özlemini titrek bir çocuk gibi yaşayarak, elma şekerim diyerek; elimden alındığını hissettiğim anlarda yokluğun ile göz yaşlarımda boğularak yitikleşiyorum bugünlerde sensiz...

Karşılık beklemeden seviyorum artık!Tıpkı eskiden yaptığım ama sana itiraf etmediğim gibi...

Acıyı, umutsuzluğu yenerek, şizofren bir aşkı yaşamam işte bu kopuşlarını bana hissettirmen ile oldu sevgilim. Ben bende seni sensizce yaşamayı yaşamayı öğrendim. Mutsuzluklarımda mutlu olmayı, zihnimde tasarladığım tasvirlerin ile öğrendim. Aslında herşey sadece sevmek istemekle başladı, tek taraflı gitti belki de. İnanmasan da bilmemen gerekirdi, ya da bunu kendinin çıkarması gerektiğini düşündüğüm için(Çünkü gerçek sevgi hissedebilmektir.) gündelik yaşamım şöyleydi senin haberin olmadan:

Her sabah onunla uyanarak başlamak. Onunla güne devam etmek, onda yüreğinizi bırakarak yaşamaya devam ederek. Kelimelere onu ve sevginizi filizlendirerek anlamlar yüklemek. Onu bencilce herkesten gizli tutmak....her daim, her an onsuz bir hayatın noktanız olduğunu vurguladığınız halde. Onun anlayışsızlıklarında yaşamak. Kabullenmek, karşılıksız sevmek, radyoda bir tek ezginiz olan gelevera deresini dinleyerek ağlamak...

Nasıldır bilirmisiniz?


İşte ben böyle sevmiştim. Ondan habersiz. Ondan ses olmadan...

(...)

Her gece beynimden çıkardığım hayalini kucaklayarak, onun çilek gibi ekşimsi, ama bir o kadar tatlı dudaklarına ufak bir öpücük dokunduruyordum rüyalarımda. Sırf onu ürkütüp de kaçırmamak adına, bu dokunmanın verdiği mutluluk hazını artımlaştırıyordum kendimde. Bozuklukları bütünleştiriyor, onun benden çaldığı ve veremediklerinin parçalanmışlıklarını kendimce dolduruyorum bugünlerimde. Farkında değil. -SADECE ONU SEVİYORUM KARŞILIK BEKLEMEDEN-Ardından hayalini avuçlarımın arasına alarak, onları birbirine kenetleyerek, başımın altına koyarak uyuyordum, her gece, ama her gece...

Yağmurlarla ağlayarak camına çarpıyorum, rüzgar eserek saçına dolanıyorum, güneşle tenine işleyerek derisine kazıyorum kendimi. Ama haberi yok!


Çünkü onu rahatsız ederim korkusu vardı...

Bir gece de...

İzinsiz kapısını aralıyor, odasına süzülüyorum. Bozulmaz dediğim bu büyüyü, ona üflüyorum uyurken. Zaman diye söylemlediğimiz bu sunağı, kötü akmaya çalıştıkça kırıyor, kanımı damarlarımdan boşaltarak içine. Ona hayallerimi kurban ediyorum. Hayallerimi kırmadan kırıyorum bizim için. Sırf onunkiler onda kalsın diye. Onunkilere kıymamak adına: Onun hayallerini yakmadan kendileriminkini yakarak; ısıtıyorum düşlerimizi. Hiç sıcaklığını yitirmesin uğraşısı ile.

(Suçlumu araştırılmalı, mücadelemi edilmeli özverili olmak için.)

İşte sonu gelemeyen bitmemiş safsatalarımda gizli hayat ezgimin acısı, kaosu bu dingin yazıda açık.

Sevgim istediğim gibi karşılık görmese bile, ona platonikçe sahip olmak adına, gizli yaşıyorum artık. Beni kaşımaya çalışsa da üzerinden, ben onun beni sevdiğinin görünmeyeni kadar seviyorum. Tıpkı:

Afrodit ve İnanna' dan beri
aşkın benden istediği
değişim gibi
hiç bir şey
değişmesede
gücün dışında
değil,
gönlümün esiri olmayı sevdim
sevdim...
sevdi...
sev
sade
ce...
beni isteyerek sabır eyle....

...Ve bilse ki böyle oluşumdaki tek gizli yan o. Belki beni daha çok sevecek. Ama ben istemiyorum tıpkı onun gibi kendisi çözsün beni diye...

Sadece KARŞILIKSIZ SEVİYORUM. SADECE ONUNLA ARTIK MUTLULUKLARIMI PAYLAŞACAĞIM GİBİ....

(Ölüm gelir
son perdenin
sesinde.
İnançsızlık dizimi
kırsa da.
Gökyüzünden yağmurla
akacağım tenine.
Rüzgarla savrulan yaprakta
taşıyacağım bedenimi
toprağa,
bir başka mevsimde
yeniden doğmamak adına
soruyorum sana:
Beni Seviyor musun
Elma
Şekerim?
.
.
.


Not: Bir başka mevsimde olmayacağım..Sevmiyorsan...İtiraf et acımı palazlandırim şimdiden..Kendimde yaşlanım senin hayalinle bencilce. Elveda deyişinle. Sadece bir söz.

C: Seviyorum
E:Sevmiyorum

artık...)
LiberterKedi

25 Eylül 2008 Perşembe

Umursamamazlık Nedir?


Umursamamazlık ile gelen yalan kopuş...

Bu zamanla gerçekleşen ve taraflardan birinin öyle olmadığı söylediği bir olgudur.

Bir insan ne olursa olsun değişebilir. Sadece unutkanlık vardır bunu sekteye uğratan, ama mutlaka değişir-eğer seviyorsa-.

Daimi unutkanlık bir hastalık, anlık bir olgu, ihmal vb. değil. Kısadan hisse umursamazlıktır. Bunun en yaşanmaması gereken yer karşılıklı(veya öyle olduğunu zanneden birisinin olduğu) ölümüne gidebilecek sevgilerdir.

Acı örneği ise birbirlerini sevdiğini söyleyen 2 kişi arasında ki umursamazlık, değişmeden, azalmadan ilerliyorsa: İlişkiye bulaşan çevresel etmenlerin sebep olduğu yalanlarla birlikte, kopmalar meydana gelir. Veya kişi sıkıldığı kişiyi yıpratmamak adına diye onu oyalıyorsa bu ona yapılacak en büyük umursamazlıktır. Bunun ardından işte kişi kendini düze çıkarmak için umursamaz bir tavırla, karşısındakini kendisinden soğutur veonun ölümüne sebebiyet verir.

Sizce asıl umursamazlık nedir?

Sahte tavırlarla karşıdakini soğutarak, kendinden koparmak mıdır?

Latent kişiliklerini haklı çıkarmak için, karşındakini suçlayıp pes etmek midir?

Yoksa sorunların üzerine elele giderek birlikte çözerek ömür boyu mutlu olmak adına, diğerlerini göze almama gereğimidir?

Sizce nedir?

Aktivist Dadaist Eylemce(Yıkım)

Yok etme tutkusu, aynı zamanda yaratıcı bir tutkudur.
(Bakunin)


Kardan adamların bulundukları sistemde, güneşin yitirilmesi ile, insanların ortamlarına tecavüz etmesi....

Nasıl bişey yahu. Böyle saçma bişey mi olur efenim...

Olur efendim olur. Şöyle olur.

Perde aralanır ve mevsimsiz bir ortamda yüzyıllardır gerçekleşen bir trajedinin ilk sahnelerinin dialoglarını görürüz yaşamımızda. Sürekli bu diyologlarda bir taraf olduğumuzu düşünsekte daha sonraları aslında bir monologta sadece bir biblo olduğumuzun gerçekliğini ispatlarız yaşadıklarımızla. Fakat hala bunun farkına varamamızın sebebi ise, bizlerin uyuşturulmasından ötürü gelir.

-Düşünün insan doğaya tekmelendiğinde yalnız başınaydı.

İlkel çağ dediğimiz bu dönemde, deneme yanılma yoluyla kendi yaşamını idame ettirirdi. birey Bu bireyin bireysel özgürlüklerinden vazgeçip, toplumsal özgürlükleri umursamaz hale gelmesi ise git gide toplumsal kalabalıklığın gerçekleşmesi ile doğmaya başladı. Genele yayılan bu bencilliği ile hümanite; açgözlülüğünün getirdiği bir genel davranışının doğmasına sebep olmuştur.

Bu davranış daha da fazla isteme ve herkesin birey olamayacağı safsatısını savunması ile ortaya çıkmıştır. Böylelikle sınıfsal ayırımlar ortaya çıkıp, bireysel özgürlükler imkansız bir olguymuş gibi yansıtılmıştır. Bunun bu gidişata yol almasına sebep ise, bizim tahakküm etme yetimiz ile başımıza getirdiğimiz "KARDANADAMLARIN" latent kişiliklerinden ötürü gelir. Bunlar toplum üzerinde gidip geldikçe, menilerini bireylerin damarlarına enjekte etmişler. Halüsünojik bir etkiye sahip bu hareketin farkına varamayan insanlık, bu yüzden yüzyıllardır bir trajedinin piyonu olmuş.

Bu oyunda aslında herşey insandır...

(....)

...bir trajedinin senaryosunu yazarken yazarı da biziz, süflorü de biziz. Fakat bunun unutulmasına ve farkına varılamamasına kaynaklık eden olgu ise, bizlerin makam ve yerlerimize duyduğumuz bu tahakküm aşkı ile gerçeklenir. Ellerimiz ile tasarımlarını gerçekleştirdiğimiz bu yapıları yıkmak bizlerin elindedir. Değişmeyen tek şey, ön yargılarımızın yıkılamayacağı kansıdır. Tek gerçek ise insanın düşünmekten, çalışmaktan, uğraşmaktan, acı çekmekten korktuğu ve mücadele etmekten kaçındığı gerçeğidir. Gorgias' ın inkarlarını ele alan ve onları kullanarak gerçeklere gitmeyenler, toplumda şüpheyi, sosyolojik olarak olması gereken, yaşanım gereksinimi haline getirmiştir. Bu olguların üzerinde yükseldiği sanrılar, zamanla kendini tüketmektedir.

Tüketecektir....

(...)

Tükenme nasıl gelecektir...

...tükenme günümüzde yaşanmaktadır. Sadece bir ölüyü hortlatmaya çalışanların ellerindeki maddiyatla gerçekleştirdiği son eylemler, günümüzde son demlerinin hükmünü sürmektedir. Yıkım geldiğinde doğacak olan kaotik ortam, herşeyin daha sağlam bir ölçü de gerçekleşmesini sağlayacaktır. Bunu yaparken besleneceği etmenler ise düşünme, yaratma, eşitlik, karşılıklı antlaşmalar, çalışma, çabalama, uğraşısı ile mücadele unsurlarıdır.

Yanılgıya yer vermeme adına, bu olgular üzerinde yaşamın yol almasına sebep olacak olan bu etmenler; toplumun kaygan unsurları olmayacaktır. Toplumun üzerinde ilerlemesine kaynak teşkil edecek gereçler olacaktır.

(...)

Yıkım nasıl gelecek yahu...

...sanatta, edebiyatta dadaist eylemlerle gerçekleşeceğini size söyleyebilirim.

Nasıl mı?

Mesela sürrealist tasarımların, çizgi dünyasına yansıması gibi. Ya da üretilenlerin yapı bozumunu kullanarak değiştireceğimiz yapıları ile, yeniden elde edilen bilgi nesnelerinin kazandığı yeni formlarının, toplumun ihtiyaclarına göre tasarımlanıp ortaya sunulması gibi... Bu sayede üretimsizliklerini sanatın karnına sokan, onun bakirliğini elinden almaya çalışan tecavüzcülerde; kendi kendilerini asimile edeceklerdir. Bu gelen yıkım işte bizim birer buz kütlesi olan, bu seçim süreci içerisinde kendi yarattığımız tahakküm düşkünü kardan adamların da eriyip yitikleşmesine sebep olacaktır.

Bu yüzden şunu unutmayınız ki: Kardan adamların birer güç aşıklığının simgesidir.

Gözlerine konulan kömür parçalarının karası ise: Dünya’da acımanın gereksiz olduğunu, herşeyi yalanla dolanla, yönetmenin gerekliliğini gerçekmiş gibi algılanıp, eşitlikçi karşıtı, hiyerarşi düşkünü bireylerin sahip olduğu erimeye mahkum geçici yargılardır.

Herşey eriyip buharlaşıp, yeniden düzenlenebilir. Bunu gerçekleştirecek olan yine bizleriz. Dadaist eylemce buna bir örnektir.

Anarşizan Bir Tavır!


İnsanlığın “ilkel dönem” diye adlandırılan döneminde, kişi sorununu kendi çözerdi, ve mücadelesi sadece kendine karşıydı. Merakı peşinden bilmediğini öğrenme arzusunu güdüyordu bu dönemde!

Ve zaman ilerledi “uygarlık“ile birlikte “toplumsal sözleşmeler” yapıldı ve ardından "Ceza" çıktı. Ceza verme görevini ise seçtiklerimiz üstlendi! Ve bunlara bağlı olarak ceza uygulayıcılarını, bizi yontmak için, başımıza yerleştirdik. Peki, cezacıların bizleri yönetenlerin, koydukları her kuralı ezen ve ardından verilen her "Ceza" olay mağdurunun hasarını onarıyormuydu?

...intikam isteğini dindiriyormuydu, barışa imkân veriyormu?

Ya da verilen "cezalar" tecavüz edilen kadınlardaki yarayı sarabiliyormuydu?

Tabiki “Hayır

İmkansızın kıyısında öfkeli ve eğri bir hayat yaşamayı seçmiş olan biz toplum düşmanları, hayatlarına isyan eden “Beyaz Zenciler” bizleriz.

Neden kurallar ile sınırlandırılmaya mahkum edilmek zorunda bırakılıyorduk acaba?

...düşünemiyorlar mıydı cezacılar. Verdikleri cezalar ile günümüzde bıraktıkları dünya yaşanabilinir bir dünya mıydı!

Dünyada şimdi süre giden;

Yalnızlık, yabancılaşma, şiddet, pornografi, tüketim ve şöhret açlığı içerisinde sürünen insanoğlu. Ne kadar da acınacak halde. Ama farkında değil bu bedbah durumun!

Kirlenmiş ve hiçbir şeyin dolduramadığı bir boşluk olan televizyondan kazanılmış kişilikleri ile daha ne kadar bu monoton yaşamınızda bir gösteri kızı gibi havalanıp, insanları hor görecek.

Buna boyun eğip kabullenenler. Sizi perde arkasından acı bir tebessüm ile izleyenleri ne kadar daha görmezden geleceksiniz. Kapitalist dünyanın karakterleri, kişilik pazarlayıcıları ne zamana kadar pazalıyacaksınız kendinizi.

Ürkütücü tüketim, popülerlik çılgınlığına ilişkin karanlık bir taşlama size göre bu yazı belkide!

Ama çırpınmayın daha fazla gerçekliğin içerisinde boğulacaksınız. Medya, şöhret ve popüler kültüre yönelik eğilimleriniz ile yarattığınız sahte cennetinize, girmeyenler olduğunu görünce, elinize aldığınız abaların altından salladığınız sopa darbeleri ile unutmayın ki bize ulaşamazsınız.!

Ulaşsa da yıkamazsınız, yıksanızda ezemezsiniz, ezsenizde toprağa karışıp bir çınarın bünyesine asırlarca sürer gideriz bizler. Tıpkı Fransa’ daki toplumsal hareketlerden, Filistin’ deki özgürlük mücadelesine, Amerika’ daki Kara Panterler Hareketine, Türkiye’ deki verilmiş anti-emperyal mücadele gibi çok sayıda mücadeleyi ne kadar görmezden gelsenizde, biz tarihin her anında ve her böyle mücadelesi içerisinde, sizin kurallarınıza karşı anarşizan bir tavırla karşı duracağız sizlere !

23 Eylül 2008 Salı

Postmodern, kabulenilmeyen aşk yapısı

Aslını inkar eden gündüzün sonu, adım adım dağlar ardına kaçan güneş ile geldi. Uzaklaşanın tek umudu ise "daha kötüsü olursa hayalini yakarım onun" diye iç geçirmesidir. Elindekinden git gide yokolma sorunsalını, hep aynıydım savı ile çürütme safsatasının son bulundurulması ancak gece-gündüz ilişkisi ile açıklanır.

...işte bu gerçeği gizleyenlerin anlayamayacakları, yıldızların yerinde uzun süre asılı duramayacağıdır. Gökyüzünden indirdiğimi bile sorgulayacak kadar cesaret sınırlarını aşarken, tek gördüğüm gerçek "İnsanın inandığı olduğudur" mantığını gerçeklediğidir.

- Siz hiç mucizelere inanırmısınız Amca?

- Geçmişte tükettim evladım.

...neden buna inanıyor amca diye hiç düşündünüz mü ona kızmak yerine. Tabi ki yok. Buna bağımlı bir bireyin yoksunluklarının tek gerçeği gördükleridir. Yaşamından nadasa yatırdıklarını irdelemeyenler Araf'ta kalmış ölüler gibidir. ya Kerberos gelecek çekecek onları, ya da lethe'de su içeceklerdir. Kaçınılmaz kaderci durağan zihniyet bunu gerektiriyor çünkü.

(...)

...insan sevdiği zaman kum tanesinde bir intiharı yaşar, bir dünya kurgular, yaşamını tek başına da idame ettirir. Şizofren bir iç geçirme olsa da bu sanrılar, söz edimlerinin hayali isyanına, gerçeğin gösterdiği izdüşümlerdir. Ellerinde sonsuzluğu tutanlar ise işte bu paramparça sevgilerin, ünsüz uluyucularıdır her dolunayda. Kulak zarınızın beyninize efil efil estirdiği korku dolu, ürkünçlük bundan kaynaklanır.

Postmodern, kabulenilmeyen aşk yapısı da bu izdüşümsel bencil aşk kalıntılarının, yaşantısal olmadığı görüşüdür. Ya tanımlanan yaşadıklarımız ve yaşattıklarımız yaşatacaklarımızın göstergesi değil midir?

Bunu anlamanın tek yolu mücadele ve denemedir. Yansımasıda şu replikteki gibidir:

Mükemmel değilsin. Seni şüpheden kurtarayım tanıştığın o kız da mükemmel değil. Asıl soru birbiriniz için mükemmel olup olmadığınız. Önemli olan bu. Dünyadaki her şeyi bilebilirsin ama bunu öğrenmenin tek yolu denemektir.

Can Dostum Filminden
Buna inanmayanlara tek sözüm, gidin aydınlıklarınızda gizli şeytanlarınız sizi mutlu etsin.

Yokum ben bu oyunda!

20 Eylül 2008 Cumartesi

Gizli Haz


Tüm aşklarda gizli olan,
gizemli bir beraberliktir.
Olamadığın anların sana verdiği
acıya katlanmandır.
Yasak meyveyi bilerek yemek,

dayanılmaz busesinde
zehirlenmektir onun.

İşte yasak aşk böyle bişey...

Kaburgadan var olma safsatasının, gökten indirileni yerde balçık ile sıvanarak ironik bir biçimde savunulması mıdır...

doğru etik olan, nedir?

(...)

...yazarken ellerinin titremesi, kalbinin damarlarına sımsıcak kanı pompalamasıyla onu arzulamandır. Ellerin onda, gövden başka bir yerde. Bağlanmaman gerekir, onun hayallerine iyice sokulup, dudaklarında nefes almak istesende, farklı bir hayat damarın olmasını istesende, iç hesaplaşmalarının diyetini gidermelisin önce.

Acıtmak kolayı. İradesinin güdümünde olan eşşeklik ediyordur belki de. İrade otonomisi hislerin aynısıdır. Gönlünde yer alan titreşimlerin onunla konuşmalarında, sende bıraktığı haz ise sana özel.

En güzel olanı yasak platonikliktir.

Karşılayamama...

İçinde çevirmek için aldığın onca bozukluklardan hayallerimi kullanamayışının maksadını kendin bile bilmemelisin. Çıplaklık; kölelik ise, öpüşmek senin ona tapınmandır. Tapınmak istemen fakat inançlarının tabulaşmaya karşılığı ile düştüğün kuyunun belli olmayan huyu git gide silikleştiriyor.

Zaman geçiyor ve hata duygusu yalnızlıklarında sana sorgulamalar yapmanı fısıldıyor. Gönlünü gıdıklıyor, onu gömerken illegal bir iş yaptığını bildiğin halde neden içerisinde yer alıyorsun bilemiyorsun.

Gizemli, isli bir birlektilik.

Yasağı yoksunluklarından çıkarımların ile belirlediğin doğru ve yanlışların. Hangisidir acaba gizli aşklarda kabul edilebilir. Yorumsuz bırakılan kelimelerin acısı ile nehir kenarında bir çok defa öldürdüğün duygularını. Daha ne kadar göz ardı edecesin?

...bu yasak aşkta merak ediyorum

LiberterKedi

19 Eylül 2008 Cuma

Zellig S.Harris

1909-1992 yılları arasında yaşamış ünlü dilbilimcidir.

Harris, Noam Chomsky, Naomi Sager, Jean-Pierre Paillet, Thomas Ryckman gibi çok sayıda dilbilimcinin hocasıdır. En önemli çalışmalarından biri olarak Transformational Grammar' ın temelini oluşturmasını gösterebiliriz. "Dilbilimsel Bilgi" teorisi gibi çok sayıda teoriyi de Harris' e borçluyuz.

Hayatından kısaca bahsedecek olursak: 1909 yılında Ukrayna' nın Balta kentinde doğmuştur. Dört yaşında iken ailesi ile birlikte Pensilvanya' ya gelmiştir.Daha sonra yaşamına burada devam etmiştir. Eğitimini burada sürdüren ünlü filolog üniversite eğitimini Pensilvanya' da gerçekleştirmiştir. 1930 yılında mezun olup, Master'ını 1932 yılında tamamlamıştır. Ve Doktora' sınıda 1934 yılında tamamlayarak daha sonra linguizm üzerine çalışmıştır.


Amerika' da ilk dilbilim bölümlerinden birinin kuruculuğunu üstlenmiştir. Yaşadığı dönemde pek çok açıdan yanlış anlaşılmış, kuramları temelsiz biçimde çürütülmeye uğraşılmıştır. Harris' in özelliklerinden biri, kendisine dilbilim alanında yöneltilen eleştirilerin bir çoğuna hemen hiç yanıt vermeyişidir. Ööğrencileriyle çok iyi iletişim kurduğu, başarılı bir öğretmen olduğu ve alçakgönüllü kişiliği sıkça anlatılılanlar arasındadır.

Harris, akademik dünyada ünvanı ne olursa olsun, konusuna hakim herkese eşit muamele etmesiyle de, yaşıdığı dönemin farklı akademisyenlerinden biri olarak öne çıkmıştır. Öğrencileriyle makaleler üzerinde saatlerce konuşabilen Harris hiçbir zaman onların üzerinde baskıcı bir eğitimcilik anlayışıyla onları yönetmemiştir. Uydurma tartışmalara girmekten kaçınması onun en belirgin kişilik özelliklerindendir. Ve genelde kaçınmıştır bu tip tartışmalardan.

Zellig Harris, anlambilimin gramerin içinde olduğunu vurgulamış, anlamı dilbilgisinden ayıran tezleri çürütmüştür. Leonard Bloomfield' ın 1930 - 1950 yılları arasında geliştirdiği yapısalcı dilbilim kuramlarını Harris ileri götürmüş, bunları yer yer sorgulayarak dil analizlerinde yeni kapılar açmıştır.

Dili matematiksel bir biçimde analiz etmesi ise bir çok kişiyi büyülemiştir. Dili, matematik mantığında kurallar üzerinde açıklayabilir. Çeroki dilinden çağdaş İbraniceye varıncaya dek, çok farklı diller üzerinde çalışmış, böylece dil ailelerine sıkışıp kalmış dilbilimci yönelimlerini de yıkmıştır. Uluslararası iletişim sorunlarının savaşlara, ırkçılığa yol açtığı konusundaki fikirleri de dilbilim eksenli sosyolojik çıkarımlara önemli örnek teşkil eder.

Son olarak ünlü dil kuramcısı 1992' de 83 yaşında hayata veda etmiştir. Ardında çok önemli kişileri bırakmıştır. İlk başta da ifade ettiğimiz gibi: Noam Chomsky, Naomi Sager, Jean-Pierre Paillet, Thomas Ryckman gibi bir çok değerli dilbilimciyi yetiştirmiştir.

Hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak istiyorsanız ve çalışmalarını incelemek istiyorsanız;Burdan yada buraya bakarak yazar hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz.

Bu yazarı paylaşmamdaki sebep Noam Chomsky'dir. Onun gibi insanların yetişmesinde kaynak teşkil edenlerdir. Bu insanların tek bir ortak paydası var oda insan ve insan için yaşamdır.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Gözden Süzülen Melek...

Ağlamanın gözünüzden çıkan bir melek olduğunu unutmayın.

Sizler acılarınızı bu yüzden nemli şeikllerde yaşıyorsunuz. Varlığınızı tüketen zamanın ruhunu kirlettiğinizde, benliğiniz siliniyor. Herşeyin rengini elinizdeki sabun temizler, düşüncelerinizdeki girgin eylemler yaptığı yanlışları düzeltmezse, o gün bir meleğinizi daha kaybedeceksiniz. Daha çok yüzünüze tükürmek için, gözlerinizi oksijensiz bırakarak yaşartıyorum, sırf bunun farkına varın diye...


Yeryüzü Ayetler Paraf -3-

Yanal Yalan

Yanal Yalan: Ardıllı olayların sonrasında insan metabolizmasının gösterdiği tepkidir. Sevgilerin genelde buhranlı dönemlerinde tarafların birinin kaçmak için zamanla gösterdiği reaksiyondur.

Örneğin: Kalemi kırılmış umutlarım bugün öldü. Yoksulluk ardılı varlık görüntüsündeki fakirlik, ben şimdi lambamda gizliyorum umutlarımı.

Rüzgarın yüreğime jiletlediği o eski münazaralarımı özlüyorum. En azından varlığımı onuyordum senle. Yalansız bir kaç kelime bile yetiyordu anlaşmaya. Anlaşılmama güdüsünü taşımadan yoksulluğum zenginleşiyordu. Karşılıklı diyaloglarımızdan.

Yalan bir ironidir.

Sözlere işlese de içerisinde barındırdığı terslikler bize gerçekleri üfürüyor.

Ama

gör
-e bil
e
n
e
....

...bu yüzden burdaki serzeniş aslında sevgilinin kaçacağı düşüncesinden ötürüdür. Yani ardıllı olatların gideceği noktanın görünürdeki kaotik yaşanmak istenmeyen yerdir. Getirisi için yapılan uğraşta, kılıflandırılmış yalanlar yumağı. Biz ve sen ayrılmamalıyız bunun tersinin olabileceğini göstermemek için.

-Azıcık özveri yetiyor.

LiberterKedi

Kabus...

Ezo'ya dair.

mit-ti...

O lethe iken, ben kerberostum, susadım eğildim onu içtim kana kana. geldiği gibi yön-etti, verdiğini götür/dü. geldiği
g
i
b
i
git/ti
ve
bir sona
gel
..
me
d
e
n
bi/tti.

Diyemeden gitmeye çalıştı. Uyandım. Korktum.Terlemiştim, yüreğimde ürkünç bir korku ile bu vakıa'yı bi daha yaşamamak için uyumadınm. Gerçek kabus buydu..

Çünkü manasını yitiren bir kelimenin, sözlükte yeri olur mu?

16 Eylül 2008 Salı

İkircikli Ölüm Hali


....bir göz yaşı döküldüğü yer olan sende sonlanır.

...kimsenin anlayamayacağı bir durum bu. Sevdiğini giderek artımlı sevmek, bağlanmak, sarılmak. İnanılmayan aslında bireyin kendisine olan güvensizliğidir. Çünkü hiç bir sevgi, olduğu yerden kalkıp ilerletilmek ve bir daha geri dönülmeme adına bağımlı hale getirilemez. Popüler sevişme aşkları için geçerlidir bu yargı. Ama yer eden bu popülist sevme tipi herkes tarafından kabul gören bir olgu haline gelmiş günümüzde.

...gündüzleri geceyi yaşamak senin olmadığın vakitlerde mümkündür, şizofren bir aşk için.

Geceleri ise tekrardan doğmak, tıpkı akşam sefaları gibi onun sesi ile. Lirik bir seromoni olduğunu bilmiyor, benim için. Ama boşver en güzeli bencil sevmek. Gösterimli aşkların kirletildiği bu zamanlarda bazen sevdiğinin bile bundan bi haber yaşaması, göz yaşlarına bağımlı duyarsızlaşmasının sonucu yaşadıklarınla ispatlanıyor. İşte böyle anlar, akşam sefalarının ölüm anlarıdır. Geceleri kabuklarına kapanırlar, açmak için tomurcuk tomurcuk efillendikleri kabuklarında onca yaşadıkları heyecan buna bağımlı olarak buharlaşır. Ve ölüm -ce- der. Çünkü sevdiği ondan uzaklaştıkça, onun yaşamında bi mana kalmaz. (Epik bir şiir dinletisinin, sonu getirilemeyen senfonisi ise bunun farkında değil.)

Kısa bir öykü buna dair: Evvel zaman içinde, geçmişten güne düşen dünün artıkları içerisinde, anlatılan kaosların anlamlandırmak istediği birşeyler dökülüyordu kelimelere. Küçük akşam sefasının yaşamına dairdi bu süzülmüş korkular.... Fakat onun gelişimini sağlayan lirik seramoni, bunu bilmiyordu. Bilmiyordu bu aşkın onsuz geçen zamanlarında, stomalarında başlattığı nefes darlığı ile yaprak kurumaya yüz tutmuştu. Ama direniyordu rüzgarlara, onu biçmek isteyen sert ayaza. Sona kalan yaprakların kaderidir, tıpkı göçer bir kırlangıç olmak. Yaşamak ardı sıra karşılıksızca beklemek. Bıkılgan bir halet- i ruhiye gibi.

Seni sensizce yaşamak&ölüm gibi bişey...

...bir avuç darıyı göğe serpen ellerimle, meddet umduğum bana bir yol göstermese de. Ben bensizliklerimi yaşıyorum şu aralar. Kimsesizleştirildiğim islerimde zor olanı ise senin sevginden gizlediklerim.

Açlıktan ölsem de tükettmeyeceğim senin gibi seni kendimde. Çünkü onlar benim bozuk paralarım değil, sevgimin varoluşuma karşı getirdiği tanımlamalarım.

(...)

...anlamdıramayacakları kadar azım ben, anlayabilecekleri kadar çokumda aynı zamanda. Ama kimine göre bir is(e düşmüş) düşünsüz bir sisim ben. İçime girmeye tenezül etmeyen sen ise atmosferim olmuşsun. Korkusuzca çekip gidiyorsun bu güvenirlilikte. İşte bu yüzdendir ki ben:

Gölgesini ayaklar altına alabilmiş bir korkuyu soluyorum geçmişimle bağlı olarak,
yaşanılmayacak kadar kirletilmişim sizler tarafından,
doğrusu ise eylülde ölmek.


Yaşayabilecek misin?

Deniz fenerlerinin yaptığı gibi.
Beş parmaklı yoncamı,
yüreğimde gizlediğim
yerden bulup,
çıkarabilecek
kadar
cesaretli(mi)sin.
Hiç sanmıyorum.
kah
ve
leş
t
i
m
.
.
.

...ölümüm dilimde, ikircikli bir hal almış.

İnsan görülebildiği kadar yargılanır,
görülemediği kadar da fazlaca yerilir.
Bu yüzden
"telveleşmiş hayatların bekçileriyiz"
biz.
Ölüm ise tüm parçaları yerine oturtur,
bu oyunun sonunda.

...bu yüzden inanmıyorum artık kimsenin samimiyetine. Zaman insanı soğuttuğunu anlatmaya çalışsada, insan eğilimleri hep kaçmaya alışık. Çünkü korku paylaşılmaz günümüzde, mutlulukların paylaşıldığı gibi.
LiberterKedi