23 Eylül 2007 Pazar

Bu köprüyü geçip bana gelir misin etim/tırnağim?

Hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki dostluğumuzu ya da kardeşliğimizi veya manasını kelimelerimiz ile anlatamadığımız aşkımıza dair hiçbir şey engellemiyormuş gibi görünür yaşamımızda bize ait olarak. Bu aynı et ile tırnak ilişkisine benzer. Acıyı birlikte hissedersiniz, birlikte ağlar, birlikte güler hale gelip, et ile tırnak haline dönüşürsünüz. Bizi ayıran küçücük bir köprü vardır aslında bu noktada, hepsi o kadar ufak sorunlara temel oluşturur ki, anlaşamadığımız zamanlarda çıkan münazaralar da yüzüstünde sivilce gibi pütürlü bir şekilde yansır hepimize. İşte bu noktaya, tam olarak sende bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam bana birşeyler fısıldayabilirmisin :"Bu köprüyü geçip bana gelir misin etim/tırnağim?" yanlışsa sana fısıldananlar kulaklarını tıkarmısın benim için?eğer yapamazsan işte o anda artık bunu istemeyiverirsin, sorumu tekrarlasam öylece suskun kalırsın, dudakların titrer, gözlerin dolar ve çeker gidersin. O andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer, bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde/geleceğimizde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız yalan bir kere girerse aramıza sevgilim.
Yalın ve Yalansız Kalman dileğiyle Sevgilim

LiberterKedi

19 Eylül 2007 Çarşamba

Ben de ki Sen/ Sensizlik

Sensizlik bendeki manası ile Hayat/Ölüm


LiberterKedi

Platonik Sevgimizi Hiç Ona Söylemeyerek

Yaşamlar iç içe girmiş, karişimlı olmuş. Her bir yaşam öyküsü başka yaşanımlardan kesitler içerir olmuş. Sanıldığınca kirli bedenlerin ışık değmemiş köşelerinden, gün işiği ayrılmaz olmuş hayatımızda. Demlenmeyen çayın vakti saat kadranının hareketi ile sürecin sonuna gelmiş ve önce yenilenmiş sonra tekrar eskimişiz. Atalarımızın betiklerini gütmüşüz "anladım nedenini bilmediğimiz,bir oyuna düşmüşüz"
diye iç çekişmelerimizin sonunda birine merdiven, diğerine yorgun ve yaşlı koruyucu asırlık bir çınar olmuşuz. Ardından sürekli bir halde zaman içerisin de devinip durulmuşuz. Kimi zaman üşümüş, kimi zaman terlemişiz, yetsede yetmesede kesemizde ki paramızı sürekli şişe diplerine gömdüğümüz hayallerimize ulaşmak için harcayıp durmuşuz... Gülerken ağlayan, ağlarken için için haykırarak şiirlerimizde, yazılarımızda isyan etmişiz hayata karşı ...Bazen bir gülücüğe 2 kişi sığmışız, birden diğer kişinin formuna bürünerek, bir bedende 2 kişilik bir hayat yaşamışız ve yaşatılmanın hazzını tatmışız bencillikten uzak, samimiyetsizlikten yoksun olarak. Sevginin mayasını oyuncak dünyamızının hamuruna katarak kendimizce yeniden yoğurmuşuz ve kalbimizde kavurarak yıkılmaz bir hal aldırmışız yaşamımıza!

Yokluğunda, korku dağlarının üzerinde dolanan inatçı bir keçi olmuşuz, inat etmiş, sevdiğimizle sevgimizi büyütemesekte her anımızda onunla ütopik bir dünyada yaşayabilmişiz! Ölüm denizlerinde sarılmışız küreklere, öyle suskun, öyle dingin görünsekte dalga kıran etmişiz binbir parçaya ayrılmış, hep bir noktaya tutturduğumuz yüreklerimizi... Bazen yıllanmış bir şarap gibi şişesinin üzerine kazımışız sevgimizi tortu misali...Yakın yakın oturduğumuz, kalp kalbe değdiğimiz zamanlar da bir türkü tutturan doğanın sesine renk katmışız, yüreğimizden kopan aşkımızın ezgileriyle! Ayrılığın yerine platonikçe severek kaybetme güdüsünü yaşamadan... belki gideceğinin gözardı ederek, aklımızdaki yüreğimizdeki ütopik dünyamızda yaşamışız "Platonik Sevgimizi Hiç Ona Söylemeyerek" bir ömür boyu ona sahip olmuşuz kendimizce !!!

Toplumsal Bir İz-misiniz,Yoksa Toplum-siz misiniz

Siz "Toplumsal Bir -iz- misiniz, Yoksa Toplum-siz misiniz"?

İnsanın insanı sömürmesi ve tahhaküm etmesinin sona erdirilmesi mümkünmüdür, bunu hiç düşündünüz mü yaşamınızda? Yani özel mülkiyetin kapitalizmin ve hükümetin yok edilmesi ile ortaya çıkan durum bir kaos mu teşkil eder.Yoksa içinde yaşadığımız durumu olduğu gibi kabullenmek mi gerekir? Nesiniz siz acaba "toplumda". Siyasi, ekonomik veya toplumsal hiyerarşilerin olmadığı bir toplumun içerisinde toplumun siz olmasını istemek neden bu kadar katlanılmaz gelir insanlarA acaba hiç irdeliyormusunuz sabah kalktığınız da yada akşam yattığınız da? Ve sizce özgürlük ve eşitlik denilen bu iki olgunun hiyerarşisi sağlanmadığı takdirde varmıdır ideal bir düzen. Ve bu duzen içerisinde yaşadığınız toplumsallık ta nedir sizin varoluş maksadınız?

Eşitlik olmadan hürriyet vaadi ile, sadece aslında güçlü olan için hürriyet getirenlerin bulunduğu bir sistemin dinamiği olmaktan sıyrılabilirmizsiniz. Hürriyet olmadan eşitlik vardır diye savunanların vaadi ise imkansızdır ve aslında köleliğin gerekçelendirmesidir, sadece ilerici bir görünüş kisvesi altında fakat görebilene değil mi?

Toplumun ortak mülkiyetinde olan fikirsel bir -izm- var mıdır litaratüründe acaba dünya siyası çarkının?

Hiç sanmıyorum. Tek amaçlarıdır bunların "Toplumun Ortak Mülkiyetinde Olamayan Fikirlerin Oluşturduğu -İzm- Ler" ile sizlerin bir iz olarak gelmesi dünya ya. Ve dünya üzerinde toplumsal bir iz olarak, sizlerin hüküm sürmesini istemeleridir ki, sürekli başka iktidarlar ile sizleri yönetmeye çalışmaları bunun göstergesidir.

Sıyrılmak ve "Toplum Siz Mi" olmak istiyorsunuz. O zaman gönüllü ilişkiler kur karşılıksız ve çıkardan uzak, karar alma süreçlerine eşitlikçi katılım sağla ve herkese değer ver, yönetme gibi ilkel bir güdüden uzaklaşarak, karşılıklı yardımlaşmayı hayatında görev bil ve benimse bundan sonra ve tüm tahakküm biçimlerine ilişkin söylemleri sil ve kulaklarını tıka bundan sonra....

İşte o zaman sen "Toplumsal Bir İz-Değil,Toplum Sen Olacaksın!" ezilen insanların hakları için ayağa kalkmalarını o zaman öğretebileceksin onlara unutma!

12 Eylül 2007 Çarşamba

Postmodernizm Yükselişi / Toplumsal Değişim Ve F.W.Nietzsche

Nietzsche’nin Aydınlanma düşüncesine karşı ortaya attığı kritik bakış ve eleştiriler bugünün postmodern çözümlemeleri için tam bir kaynak işlevi görebilmiştir. Nietzsche’nin yaklaşımları ile postmodern çözümlemeler arasında önemli benzerlikler ve paralellikler vardır.Ona göre 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıkan büyük atılım ve dönüşümler modernleşme olarak yorumlansa bile bunu belirleyen temel değişken ne insanın aklı, ne bilim, ne de tarihin ileriye doğru akma özelliği taşımasıdır. Bir başka deyişle düşünür,Aristoteles’den beri Batı düşünme güdüsü özdeşliğini yadsımaktadır. Nietzsche’ye göre büyük atılım ve dönüşümün belirleyicisi aslında biyolojik bir süreçtir. Bu biyolojik öğe, yani insanın yaşam enerjisi, düşünüre göre insanın bilgi edinme sürecinin de kaynağıdır.

Yaşam enerjisi tanımı gereği biyolojik bir özellik olduğundan bireye özgüdür; yani insandan insana farklılık göstermektedir. Bazı insanların yaşam enerjisi çok yüksek bazılarının ki ise marjinal düzeyde olabilmektedir. Buna görede üstün insan olarak nitelenen ve deha sayılan kişilerin yaşam enerjisi, tarihi yapmakta y ada bir başka deyişle insanoğlunun büyük atılımlarına kaynaklık etmektedir.Bu çözümlemeye göre modernleşme, yaşam enerjisi üstün olan seçkin bireylerin yönlendirip, gerçekleştirdiği bir dönüşüm olarak nitelenmektedir. Yaşam enerjisinin özellikleri arasında bencillik ve onun sonucu olarak vahşilik bulunmaktadır.Bu nedenle, Nietzsche’ye göre bilgi ya da bilime dayalı olarak kurulan toplumda, Aydınlanma projesindeki iyimser öncüllerin aksine yabancılaşma, anarşi, vahşet ve acımazsızlık da egemen olacaktır. Çünkü bu özellikler yaşam enerjisinden kaynaklanmaktadır.

Nietzsche, geleneksel felsefenin “öz” ve “gerçek“, “mantıksal temel” gibi kavramlarına çok eleştirel bir bakışla yaklaşmaktadır. Zaten bu nedenle de bugünün postyapısalcılığın peygamberi olarak kabul edilmektedir. Nietzsche’ye göre evrenin, bir tek değil sayısız anlamı vardır ve bu durumda bilginin tek bir gerçekliğin temsili olduğu tezi tutarsızdır. Yani Nietzsche’ye göre doğru bilgi görelidir, gerçeğin temsili diye bir şey olamaz, onun yerine yorumlar vardır. Nietzsche, için “yaratıcı yıkıcılık” insanın doğasından gelen bir özelliktir; insanoğlu, sürekli olarak bir şeyleri yıkarak, yok ederek yeniyi yaratmaktadır. Bu anlamda, yaratıcı yıkıcılık yaşam enerjisinin ortaya çıkışıdır. Ama düşünüre göre yaşamın kendisi karmaşıktır ve kaotiktir; bu kaotiklik, aynı zaman da yaşamın dinamizmini de belirlemektedir.Nietzsche ” Acaba eskiyi yok etmeden, eskiyi ciddi ölçekte muhafaza ederek yeniyi kurmak mümkün değil midir” diyerek yaşamsal bir soru sorup tartışmıştır. Bugünün postmodernleri bu soruyu olumlu bir biçimde yanıtlandırmakta ve eskiyi yıkmadan yeninin nasıl kurulabileceğini tartışmaktadırlar. Bilindiği gibi postmodern söylem, her sorunun bir tek doğru cevabı vardır aksiyomunu bütünü ile yadsımakta, aksine, her sorunun hiç ya da birden çok doğru yanıtı olabileceğini öne sürmektedir.Bu nedenle de Nietzsche, postmodern söylem için pivotal bir başlangıç noktası oluşturmaktadır.

Kaynak:Postmodernizm /Gencay Şaylan - İmge Kitabevi

Farkına Varamıyacaksınız Hiçbirşeyin!

İnsan dramının bilincin de olmadan yaşayanlar. Sizin düzeninizden kaçıyorum, yıkıyorum ve isyan ediyorum. Mücadelemi size inat, sizin aranızada veriyorum ve size karşı şuanlık tekim unutmayın. Görgüden söz kesen, görgüsüz görgülüler. Sizin aranızda geçirdiğim vakitlerin, yaşandığı anlarda hep bir karamsarlık giyindiririm yüzüme. İçime doğan karanlık güneşin getirdiği gerçeklik üzerine, anlamsızca konumlarınızın nasılda sıradan bir noktada olduğunu, ve olduğunuz konumlarınız içerisinde nasıl da yönetilme güdüsünü kabul etmeyenlerin fikirlerini anlayamayışınız ile itirazlarınıza düşen zevzekliğinizle, bakalımda nereye vArmanıza sebeb olacak.

Her sabah kalktığınız da kendinizi askıdan çıkarıp sokaklara atmanızı neden kabullenmiyorsunuzda, sonralarını düşünmeyen, yönlendirilmeyi sevmeyen, isyanı sesizce kelimlerinde haykıran, sizden beklentisi olmayanlardan ne istiyorsunuz? Kirletiyorsunuz bütün hayalleri. Neden tecavüz ediyorsunuz saf düşüncelerin getirebileceklerine, neden kendinize hakim olamadığınızı itiraf edemeyipte, hükmetmeye çalışıyorsunuz. İnsanlık trajedisine korkuyla bakanlara daha ne kadar hükümler yüklemeye çalışacaksınız. Siz hiç yaşamın ucuna doğru kanat çırptınızmı ki? Siz hiç duygularınızın yönlendirilmek istendiğini anladığınız anda, duygularınızı yaka bildinizmi? ....Ve fazlası sırala gelsin diye düşünsemde, maalesef cevabı hayır olacak. Hep yaşamınız eski bir bahçede kurulu çardağın içerisinde barındırdığı ve sakladığı hatıralar kadar bile temiz olamıyacak. Eski bir sevginin, eski bir sevgilinin yaşatmadığı hayalleriniz ile bunalımlarınız ile yitip gideceksiniz. Kirlettiklerinizi göremeden bir mendil gibi bir kenara atılacaksınız ama maalesef farkına varamıyacaksınız hiçbirşeyin!
Ormanda uyuyan göllerin etrafını saran cahil periler de olduğu gibi, insan basit bir çok tasvir ile tanımlanabilir. Örneğin düşlerinin parlaklığı ile gözleri kamaşan ve anlık yaşanımlarından kazandığı mutluluk hazzını süreğen bir halde,ömrü boyunca birey olamayan kişidir insan. Toplumun sadece bir harfi olmuş kişi olarak, insanın nedir anlamı sizce? Ne ile doludur insanın kalbi. Gökyüzü ve onun bulutları, yaşamak istedikleri ve yaşayamadıkları, ışıkları, gözlerinin körelmesine sebeb olan geçici masumiyet mutlulukları. Türlü renklerle boyanmış gerçek hayattan kaçış. İçerisindeki kıpır kıpır fikir suları nasılda coşkun bir ırmak gibi beyninde savaşımlara hazırlanıyor hergün değil mi?

Adeta çağlayan dönüşen idelerin önüne çektiği setlerin, acaba daha ne kadar onları sınırlandırmasına izin verecek,kaçmak istedikerinden ve toplumsuzluktan. Ve çamur, setlerin diplerinde biriken, görünmeyen, ama giderek artan. Su üzerine doğru çıkmaya başlayan derin karanlık, uyuşuk hallerin doğurduğu o kasvetli hayatından ne zaman sıyrılacak. Kirli sürüngenlerin sinsice gezindiği, doğayı gün be gün tecavüz edenlerin arasından ne zaman kaçacaksın. İsyan dile düşenin eylemde de vurgulanmasıdır. Başkaldırış bireysel özgürlükler için değil, cehaletin empoze ettiklerine karşı durabilmektir. Ve herkes için, birşeyler yapabilmektir savaş, karşılıksız ve tüm bencillerden uzaklaşarak. İnsalık ise anlayabilmektir kendi hayatını. Ve onun fısıltılardan ibaret olmadığını kavrayabilmektir yaşamın içerisinde varolabilmek. Ardından görebilmektir yatağımızdaki yaşadığımız belki kerelerce, belki anlarca 15 dakikalık libido durumunun sürekli olmadığını yaşamlarımızda..
__________________

Anlamı Neydi Acaba

Deniz kıyısındaki kaldırım. Ne kadar yumuşak, güneşin kavurucu sıcaklığı altından nasılda yan yana dizilmişler isyansızca .. Yol kenarları ortalarında üzerine serpilen karanlık kapak zift, kim bilir üzerinden ne hayatlar yolculuk etti senin . Güneyden gelme toprak kokusu ile bedenime karışır yaşanmışlıklarım. Ve sürükler beni sıcak sıcak hayallerime, yolculuk ettirir bir berduş gibi. Yolumu karanlıklarımda arayan ben, nasılda umutsuzluğuma gömülmüşüm, bulunduğum yer olan odam da. Karanlık ve kapalı odamdan geri dönünce her seferinde, seni düşünmekten kulağımda kalan ezgi zamanı sürüklüyordu. Akıcı olmasını istemediğim hayallerim zamanla kendilerini kundaklıyorlardı. . ve yine bir hayal olan sen, tekrardan soğuyordun. Seni bulaştırdığım kelimeler dilimde, kağıdıma işliyordu anlatımlarımda seni. Işıkların arasına sıkışan renk ve senin parlaklığın ile matlaşan hayatım. Donuk görünsede insanlara, ben senin yalnızlıklarının hayaliysem, sen benim zamanımın kum tanesisin, sürüklenmesin de temel olan saatimin, en temel materyali.. Anlamı neydi acaba hayatımın sence...

11 Eylül 2007 Salı

Siz Hiç Düş(ün)dünüz Mü?

Sen Bil(me)sende

Sen Bilmesende,
dalga sesleri barındırdım kulaklarımda sana.
Avuçlarımda,yüreğimde kabarttım onları.
Heybetlendirdim senin için onları.
Ve ardından sürekli olarak,ortak şarkılarımızı
sessizce,bir olan gönlümüzde dillendirdim notalar ile...

Birlikte kurduğumuz hayallerimiz ile.
Sıkılana kadar dinlerken ben içimden onları,
sen bilmeden hep yaktın hayallerimizi.
Kentlerimize yağan yağmurlar ile
akşamları,topraktan yükselen
o koku ile,
yakın uzaklıklardan ağlayarak...
genzimize çektim seni sevgilim.

Kadınlığının verdiği o ürkek korkuların.
Sürekli beni sıktığını düşündüğün,
o çocuksu alınganlıkların.
Aslında el değmemiş türküleriydi,
belkide sevdamızın.
Sen farkında olmasanda.

Dalga sesleri getirdim dedim
sana kulaklarımda.
Al ellerine kulağına yasla onları usulca...
İncitme onları ne olursun bilmeden...
Kentlerimiz bizi ayırsada istemeyerek.
Yağmur akşamlarında topraktan yükselen
o masum ve saf toprak kokusunu içine çek
yeter meleğim,benimle bir olmak için...

Biliyormusun bütün gece dertleştik,
bendeki sana ait olan yüreğimizle.
Küçük bir kız çocuğunun
masumiyetine sahip sesin ile,
kentime yağmur olup yağarken sen.
Aslında sendin dalga sesleriyle kulaklarıma,
ardından toprak kokusuyla
bedenime işleyen
herzaman.
Ama sen bunu bilmesende,
ben yine de seveceğim seni...

8 Eylül 2007 Cumartesi

Marcel Proust

Marcel Proust, 1871 -1922 yılları arasında yaşamını sürdüren ünlü bir Fransız yazarıdır. 20. yüzyılın edebi değerlendirmesi için yapılan pek çok ankette adı Gabriel Garcia Marquez ile birlikte yüzyılın en iyi yazarı olarak öne çıkmıştır. Yedi ciltten oluşan “À la recherche du temps perdu” Kayıp Zamanın İzinde adlı romanıyla dünya edebiyatının devleri arasına girmiştir. Dışavurumcu Fransız edebiyatının en önemli ismi olarak anılmaktadır. Marcel Proust, 10 Temmuz 1871′de Auteuil’ de doğdu. Varlıklı ve saygın bir burjuva ailesinin çocuğuydu. Ünlü yazar tüm yaşamını etkileyecek olan astım krizlerinin ilkini henüz on yaşındayken 1981 yılının içerisinde geçirdi. Daha sonraları konuyla ilgili ‘’A l’ Ombre de Jeunes Filles en Fleur’‘ isimli eserinde çocukluğunda nefesini rahatlatması için kafein kullandığını yazacaktı. Proust, 19yy’ın sonlarında yaşayan bir burjuva ailesinin üyelerinin, normal diye nitelendirebileceği bir meslek edinmek için en ufak bir istek duymadı. İlgi duyduğu tek şey edebiyattı. 1890′ da Hukuk Fakültesi’ne ve Siyasal Bilgiler Okulu’na kaydoldu. Fransız romancı ve kısa öykü yazarı Guy de Maupassant’ la tanıştığı aynı yıl, Sorbonne Üniversite’ sindeki felsefe doktoru Henri Bergson’ un derslerine katılmaya başladı.Arkadaşlarıyla birlikte kurduğu Le Banquet dergisinde yazdığı edebiyat eleştirilerini yayınladı. 1893′te, “Swann’ın Bir Aşkı” `nın “Eskizi” olabilecek nitelikte yazılar hazırladı. 1894 yılında ise Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un casuslukla itham edilerek Fransa’da yargılandığı dava olan “Dreyfus Davası” başladı ve ünlü yazar Dreyfus yanlıları arasında yer aldı.1895′te felsefe lisansı diplomasını aldıktan sonra, 1898′te Dreyfus olayının büyümesiyle Proust,kendini gittikçe artan siyasi tartışmaların içinde buldu. Aynı yıl Emile Zola’nın “J’accuse” (İtham ediyorum!) adlı açık mektubu L’Aurore gazetesinde yayımlandı ve Proust,Prèvost,Clemenceau,Durkheim,Anatole France gibi entelektüellerle birlikte Zola’ya destek olsa da,Zola’nın devlete hakaret suçundan yargılanması önlenemedi. 1905′de hayatındaki en önemli kadın olan annesini kaybettikten sonra, Proust’un sosyal ilişkileri azaldı ve kendini yazmaya verdi. 34 yaşındayken yaşadığı bu travma için tedavi gördükten sonra Proust, deneme yazıları kaleme aldı ve önemli edebiyatçılarla felsefecileri inceledi.Bunların başında,çalışmalarını Fransız’caya çevirdiği İngiliz John Ruskin ve eleştirilerinin hedefi olan Charles Augustin Sainte - Beuve geliyordu. 1908′de yazdığı ”Pastiches et melanges”, 1919’ da yayınlayacağı başyapıtı için bir tür ön çalışma oldu.

Proust 1908′den sonra tamamen inzivaya çekilerek hiç ara vermeksizin yedi bölüme ayırdığı başyapıtı “À la recherche du temps perdu” Kayıp Zamanın İzinde adlı dizi romanı üzerinde çalıştı. Bu roman 1927′ye kadar 15 cilt ve yedi bölüme ayrılmış olarak çıktı. 1913′te ilk bölümü olan “Du côté de chez Swann” Swann’ların Tarafı çıktıktan sonra onu izleyen diğer bölümler “A l’ombre des jeunes filles en fleurs” Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, 1918, “Le côté de Guermantes” (Guermantes Tarafı 1920/1921), “Sodome et Gomorrhe[/color]” (Sodom ve Gomorra, 1921-1923, “La prisonniere” Mahpus Kadın, 1923, “Albertine disparue” Albertine Kayıp, 1925, “Le temps retrouvé” Yakalanan Zaman, 1927 yayımlandı.. Yazar, kitaplarında, şimdiki zamana ve geçmişe ait bilinç içindekileri, çağrışımlı olarak birleştirebilmek amacıyla olayları kronolojik bir sıraya koymuyordu. 3000 sayfayı bulan bu roman 20. yüzyıl edebiyatının en önemli eserlerinden oldu.

Proust, 1922 Ekim ayı başında bir bronşit krizi geçirdi, bunu yakalandığı zatürree izledi. Yazar, 18 Kasım1922 tarihinde Paris’te öldü.Ünlü İrlandalı oyun yazarı Samuel Beckett’ın ilk romanı “Proust”, ünlü yazarın hayatı ve ilginç kişiliğiyle ilgili diğer biyografilerden farklı olarak “Kayıp Zamanın İzinde” romanını ele alıyordu.Proust, günlük yaşamda ayakkabı bağlamak,bir şeyler yemek,yürümek gibi yaptığımız her sıradan hareketin bilinçsiz olarak hafızamızı tetiklediğini,böylece gündelik yaşamdan yola çıkarak geçmişimizle ilgili bir çok şeyi aydınlatabileceğimizi iddia etmiştir.

Porust’tan Alıntı:

Sevdiğimiz kişiye bakışımızdaki arayış, kaygı ve talep, ertesi gün için bir randevu umudunu bize verecek veya öldürecek sözü bekleyişimiz, bu söz söyleninceye kadar, aynı anda olmasa bile birbirini takip eden sevinç ve umutsuzluk hayallerimiz , bütün bunlar sevilen varlık karşısındaki dikkatimizi fazlasıyla titrek bir hale getirdiği için, sevdiğimizin net bir suretini elde edemeyiz.

Sevdiğimiz zaman, aşk o kadar büyüktür ki; bir bütün olarak içimize sığmaz. sevdiğimiz insana doğru karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey; kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür. bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebi ise, kendimizden çıktığını fark edemeyişimizdir

7 Eylül 2007 Cuma

Kingdom Of Heaven



    * 1. Burning The Past
    * 2. Crusaders
    * 3. Swordplay
    * 4. New World, A
    * 5. To Jerusalem
    * 6. Sibylla
    * 7. Ibelin
    * 8. Rise A Knight
    * 9. King, The
    * 10. Battle Of Kerak
    * 11. Terms
    * 12. Better Man
    * 13. Coronation
    * 14. Understanding, An
    * 15. Wall Breached
    * 16. Pilgrim Road, The
    * 17. Saladin
    * 18. Path To Heaven
    * 19. Light Of Life (Ibelin Reprise)


Film Ve Müzikleri Hakkında

Ridley Scott'un yönetmenliğini üstlendiği, ülkemizde de dünya ile aynı anda gösterime giren ve büyük ses getiren 140 milyon dolarlık bütçeli ''Kingdom of Heaven'' Cennet Krallığı filminin soundtrack albümü SONY BMG tarafından çıkarılmıştır. Başrollerini Orlando Bloom, Eva Green, Jeremy Irons, Liam Neeson' un paylaştığı filmin soundtrack albümünün kompozitörlüğünü ise;''Harry Gregson Williams'' (Shrek 1-2, Spy Game, Sinbad: Legend of the Seven Seas, Man on Fire) üstleniyor.

12. yüzyılda şövalyeliğe yükselen bir demircinin Haçlı Savaşları sırasında Kudüs'ü kurtarmak için giriştiği mücadelenin anlatıldığı film, Selahattin Eyyubi dönemini de kapsıyor. Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman halkların Kudüs'ü kendi egemenliklerine almak için yaptığı savaşları beyazperdeye yansıtan filmin,özellikle Hıristiyan dünyasında nasıl karşılanacağı şimdiden merak konusu. Müslüman dünyasını daha "uygar ve gelişmiş", Haçlı dünyasını ise"vahşi ve barbar" olarak yorumlayan filmin, Batı dünyasında bir tartışmaya yol açması bekleniyor. Filmde Hıristiyanlar "savaş yanlısı" ve "işgalci" gibi yansıtılırken, Selahattin Eyyubi'nin ise Kudüs'e barışı getirdiği işleniyor. Senarist William Monahan'ın ünlü yazar Amin Malouf'un "Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri (1096-1291)" adlı kitabından ilham aldığı filme Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların kardeşçe yaşadığı bir kenti anımsatması için "Cennet Krallığı" adı verilmiş.

Albümün en önemli özelliği ise, ilk kez bir Hollywood filmine müzik yapan,ülkemizin sevilen gruplarından Kardeş Türkülerin bestelerinin de bu albümde yeralması. Kendi albümlerinin yanı sıra, ''Vizontele'' ve ''Vizontele Tuuba'' filmlerine yaptıkları müzikler ile dikkat çeken, özgün tarzları ve renkli müzikleriyle kısa sürede kendilerinden söz ettiren Kardeş Türküler, bu filmin müziklerini yaparken İngiliz, Henri Levis ile birlikte çalıştı. Filmin büyük bir çoğunluğu Kudüs ve Ortadoğu'da geçtiği için,bu topraklara ait bir müziğe yer vermek isteyen yapımcılar, filmin bu bölümlerinde Kürtçe doğaçlama ezgiler seslendirmesi için Kardeş Türküler ile çalışmayı tercih etti.

5 Eylül 2007 Çarşamba

Sizin Hiç Hayaliniz Öldü mü?

Sizin hiç hayaliniz öldü mü?

Siz umutlarınızı toplayıp, kapının arasında dizlerinizi birleştirip içerinize açılıp, hıçkırarak ağladınız mı hayatınız da. Benim bir kere hayalim öldü,belki bir çok kere ama en çok acıtanı buydu sanırım.Ve o yüzden bir kere öldüğünü düşünüyorum şimdilerimde.Ama bildiğim birşey var ki ben bugünlerimde sahipsiz sokakların üzerinde gezen o dingin ama bir o kadar da ürkünç rüzgarların içerime üşüşmesiyle bir korkuyu hissediyorum bedenimde. Yüreğimde bir boşluk, ve üzerinde yırtıklar oluşarak acıtan bir korku bu. Doğanın bana verdiği bu acıyı, bir insandan kaynaklı olarak hayallerime bulaşan bu dayanılmaz hafiflik ile ağladım. Günler, geceler, haftalar ve belkide yılını doldurunca yıllarca olacak hüzünlenmem ve geceleri uykularımda gerçekleşen ani irkilmelerim. Herkes beni sakinleştirmek için "Bu tanrıdan bir ödül sana" diye söylemlerde bulunuyorlar. Ama bilmiyorlar ki bu ödülden dolayı çıldırıp, yitmemek için iki insan gibi kaldım başbaşa kendimle, aynı birbiri ile konuşan iki insan gibi. Kendime doğru kapattım kepenklerimi ve etrafıma ördüğüm duvarım ile acılarım ortak oldu yalnızlıklarımda bana.

Düşünüyorum şimdi, bazen ruhumu. Neden bu et yığını içerisinde yıllarca saklanıp onca acıyı bana yaşatıyor ve ardındanda belirli bir süre sonra gidecek olmasına rağmen nedendir ki o zaman,iskeletimin gösterdiği bana olan bu bağlılık? İnançlarımdan mıdır bu yadsıdığım durum, yoksa inançlarımı sorgulayışımdanmıdır. Hakikat düşmanları olarak bana dayatılan dogmaların beni götürdüğü kör karanlık, yalanlardan daha tehlikeli herhalde. Körebe oyunu gibi düşüncelerimin, gözlerime çektiği setlerden dolayı göremiyorum artık hayallerimi, yaşamıma soktuğum basit terminolojik olguların bile açıklayamadığı insan yaptırımlarıdır sanırım beni bu kaosa sürükleyen. Bütün yargılarımı idam ettirdim ben şlmdi, çekmecesine koyduğum hayallerim bile artık dayanamaz oldu bu duruma. Acılarımı paylaşmak istemediğim dostlarıma, armağan etmek istiyorum dünümde kalan yarınımın umutlarını, hayallerimi. Kendinden hiç söz etmeden, gerçeklikten uzak kişilikleriyle bana sahte dünyalarını dekore etmelerine yardım etmem için ağlayanların kişiliklerinde gördüğüm tek yüzleri ise arkada sakladıkları yüzleri, yani ikiyüzlülükleri. Ama farkında değillerki içine dolduracakları sepetin dibi delik çünkü doyumsuzlar. Hayallerimi öldürdüm belkide, dünün ölen hayalim çok acıtsada canımı biliyorum artık

" Bir insan hep hırsına kurban olduğunda, adeta bir yarasa gibi yönünü bulacaktır. Ama ruhunun bütün güzeliklerini öldürdüğünün farkına varamayacaktır "

Peki sizin hiç hayaliniz öldümü yaşantınız da?

Şairlere Dair

Zerdüşt havarilerinden birine şöyle diyordu: "Bedeni daha iyi tanıyalı beri ruhun bence ehemmiyeti kalmadı." Ve ''ebedi''denen her şey bir sembolden ibaret."

Havari cevap verdi: "Evvelce de böyle bir şey söylemiştin.Fakat şairler çok yalan söylerler diye ilave etmiştin. Bununeden demiştin."


Zerdüşt, "neden diye soruyorsun" dedi. "Ben o adamlardanım ki onlara neden diye sual sorulmaz. Ben bunları henüz dün mü yaşadım. Fikirlerimin sebeplerini yaşayalı beri hayli zaman geçti. Eğer sebeplerimi de yanımda taşımam gerekseydi benim bir hafıza ambarı olmam lazım değil miydi? Fikirlerimi kendim için saklamam bile bana fazla geliyor.Ve nice kuşlar uçup gidiyorlar. Bazen güvercinliğime yabancı ve elimle dokunduğum zaman titreyen bir kuşun sığındığını görürüm.Fakat Zerdüşt sana bir zaman ne diyordu? Şairlerin çok yalan söylediğini mi? Fakat Zerdüşt de bir şairdir. Onun bu işte hakikati söylediğine inanıyor musun? Neden inanıyorsun?"Havari cevap verdi: "Ben Zerdüşt''e inanırım."

Zerdüşt başını salladı ve gülümsedi."İnanman, hele bana inanman, beni mesut etmez.Fakat, birisi ciddiyetle, şairler çok yalan söylerler diyorsa haklıdır. Biz çok yalan söyleriz.Biz pek az şey biliriz. Ve güç öğreniriz. Onun için yalan söylemeye mecburuz.Biz şairlerden, şarabını tağşiş etmeyen kim var?Kilerimizde nice zehirli karıştırmalar yaptık. Tarif edilmez nice işler yaptık.Çok az şey bildiğimiz için ruhça züğürt olanlar hoşumuza gider.Hele kadınlar!Hatta ihtiyar kadınların akşamları anlattıkları masallara bile hasret duyarız. Ve kendimizce buna "ebedi karanlık" deriz.Sanki hususi ve mahrem bir kapı varmış da öğrenmek isteyenlere oradan bilgi dağıtılıyormuş gibi, halka ve onun vecizelerine inanırız.Çayırda veya münzevi tepelerde yatıp kulaklarını diken herkesin gökle yer arasındaki şeylerin bazılarına agah olabileceğine bütün şairler inanır.Ve şairler kendilerine nermin heyecanlar gelince bizzat tabiatın kendilerine aşık olduğunu ve tabiatın kulaklarına gizlice okşayıcı sözler fısıldadığını duyarlar ve faniler önünde bununla göğüs kabartırlar.

Ah yerle gök arasında o kadar çok şey var ki bunları ancak şairler tahayyül edebilir. Hele tanrı hakkında. Çünkü bütün ilahlar şair sembolleri ve şair uydurmalarıdır.Gerçekten, daima göklere yeni bulutların alemine yükseliriz bu bulutların üstüne alaca körüklerimizi kurarız. Ve sonra onlara tanrılar ve üst insanlar deriz.Onlar ancak bu iskemlelere oturabilecek kadar yufkadırlar. Bütün o şairler ve üst insanlar!

Ah, olağanüstü bir şeymiş gibi görünmek isteyen bütün bu acizlerden ne bıkkınım! Ah bütün şairlerde ne bezginim."Zerdüşt böyle deyince çömezi ona kızdı. Fakat sustu. Zerdüşt de sustu. Ve gözleri sanki çok uzaklara bakıyormuş gibi içine yöneldi. Nihayet içini çekti ve nefes aldı. Ve şöyle dedi:"Ben bugünün ve dünün eseriyim. Fakat içimde bir şey var ki,yarının, yarından sonranın ve daha uzak bir istikbalindir. Ben eski ve yeni şairlerden bezginim. Bence hepsi sathidirler. Ve sığ sulardır. Derinlere dalamamışlardır. Onun için duyguları dibe nüfuz edememiştir.Biraz şehvet biraz can sıkıntısı. Onların en çok düşündüğü bu idi.Onların saz tıngırtıları bir hayaletin hışırtılarıdır. Seslerin içliliğinden ne anlıyorlardı?

Onlar temiz de değillerdi. Derin görünsün diye bütün sularını bulandırmışlardır. Ve böylelikle barıştırıcı görünmek istediler.Fakat bence aracı, karıştırıcıdırlar. Yarım ve pistirler.Ah, ben ağımı onların denizlerine daldırdım ve balık avlamak istedim. Fakat daima eski bir tanrının başını çektim.Böylece deniz ancak bir taş vermiş oldu. Bizzat onlar da denizden gelmiş olabilirler.Tabii içlerinde inci vardır. Fakat kabuklu hayvanlara o nispette benzerler.

Ve kendilerinde ruh yerine ekseriya tuzlu bir sümük buldum.Onlar denizden gurur da öğrenmişlerdir. Deniz tavus kuşlarının en güzeli değil mi? Tavus en çirkin bir manda karşısında bile kuyruğunu açar gümüşten ve ipekten kanatlarından hiç bıkkınlık göstermez.

Manda hayretle bunu seyreder. Ruhunda kuma yakın, sazlıklara daha yakın, batağa en yakın olarak.Mandaya güzellikten, denizden ve tavus süsünden ne? Şairlere bu sembolü söylerim.Gerçekten, onların ruhları tavusların tavusudur ve bir kibir denizidir.Şairin ruhu seyirci ister. İsterse seyirci manda olsun.Fakat ben, bu ruh dan bezdim. Ve görüyorum ki o da kendinden bezecek.Ben şairleri değişmiş ve bakışları kendilerine yönelmiş görüyorum.Ruh tövbekarlığının geldiğini görüyorum. Bunlar onlardan meydana gelmiştir.Zerdüşt böyle dedi.

Friedrich Nietzsche

[Böyle Buyurdu Zerdüşt'den]

Friedrich Nietzche -- Kutup Yıldızı

Bu kitap en azlarındır. Belki de onlardan hiçbiri yaşamıyor daha. Onlar, benim Zerdüşt 'ümü anlayanlar olacaklar : Kendimi, daha bugünden işitilecek kulaklar bulanlar ile nasıl karıştırabilirdim ki? Ancak öbürgündür benim olan. Kimileri öldükten sonra doğar. Kişinin beni anlamasının, hem de zorunlukla anlamasının koşulları, — bunları pek iyi bilirim. Benim yalnızca içtenliğime, tutkuma dayanabilmek için, düşünsel konularda katılık kertesinde dürüst olması gerekir kişinin. Dağlarda yaşamaya, alışkın olması gerekir — çağın siyasetinin ve halkların çıkarcılıklarının sefil gevezeliğini kendi altında görmeğe. Aldırmaz olmuş olması gerekir, hiç sormaması gerekir, doğruluk yararlı mıdır diye, bir kötü kader olup çıkar mı diye... Bugün kimsenin sorma yürekliliğini göstermediği sorulara sertliğin verdiği yatkınlık; yasaklanmış olana yüreklilik; labirente önceden - belirlenmişlik. Yedi yalnızlıkta edinilmiş bir deneyim. Yeni bir müzik için yeni kulaklar. En uzaklar için yeni gözler. Şimdiye dek sağır kalınmış doğrular için yeni bir vicdan. Ve yüce üslubun iktisat istemi: gücünü, heyecanlanmalarını derli - toplu tutmak ... Kendi kendine saygı ; kendi kendine sevgi; kendi kendisi karşısında koşulsuz bir özgürlük... İşte! Bunlardır benim okurlarım ancak, benim sahici okurlarım, benim önceden belirlenmiş okurlarım: geri kalan neye yarar ki — geri kalan, insanlıktır yalnızca. — Kişinin, gücüyle, ruhunun yüksekliğiyle, insanlığa tepeden bakması gerekir —hor görüşüyle...

Friedrich Nietzsche

Tutunamayan [Disconnectus Erectus]

Beceriksiz ve korkak bir hayvandir.İnsan boyunda olanlari bile vardir.Yalniz penceleri ve özellikle tirnaklari cok zayiftir. Dik arazide, yokuş yukari hic tutunamaz. Yokus asagi, kayarak iner.Bu arada sik sik duser.Tüyleri yok denecek kadar azdir.Gözleri cok buyuk olmakla birlikte, görme duygusu zayiftir.Bu nedenle tehlikeyi uzaktan göremez. Erkekleri, yalniz biralildigi zaman acikli sesler cikarirlar. Disilerini de ayni sesle cagirirlar. Genellikle baska hayvanlarin yuvalarinda onlar dayabildikleri sürece barinirlar.Ya da terkedilmis yuvalarda yasarlar. Belirli bir aile düzenleri yoktur.Doğumdan sonra ana, baba ve yavrulari ayri yerlere giderler.Toplu olarak yasamayi da bilmezler ve dis tehlikelere karsi birlestikleri gorulmemistir. Belirli beslenme duzenleri de yoktur.Baska hayvanlarla birlikte yasarken onlarin getirdikleri yiyeceklerle gecinirler.Kandi baslarina kaldiklari zaman genellikle yemek yemegi unuturlar. Butun huylari taklit esasina dayandigi icin, baska hayvanlarin yemek yedigini görmezlerse, aciktiklarini anlamazlar.Bu sirada cok zayif dustukleri icin avlanmalari tavsiye edilmez.İcguduleri tam gelismemistir. Kendilerini korumayi bilmezler.Fakat - gene taklitcilikleri nedeniyle- baska hayvanlarin dövüsmesine ozenerek kavgaya girdikleri olur.Simdiye kadar hicbir tutunamayanin bir kavgada baska bir hayvani yendigi gorulmemistir.Bunula birlikte hafizalari da zayif oldugu icin, sik sik kavga ettikleri, bazi tabiat bilginlerince gozlenmistir.Ayni bilginler, kavgaci tutunamayanlarin sayisinin gittikce azaldigini soylemektedirler. Din kitaplari, bu hayvanlari yemegi yasaklamissa da , gizli olarak avlanmakta ve etlerikacak olarak satilmaktadir.

Tutunamayanlari avlamak cok kolaydir. Anlayisli bakislarla suzerseniz, hemen yaklasirlar size. Ondan sonra tutup oldurmek isten bile degildir.Insanlara zarali bazi mikroplar tasidiklari tespit edildiginden, Belediye Saglik Mudurlugu de tutunamayan kesimini yasak etmistir. Yemekten sonra insanlarda gorulen durgunluk, hafif sikinti, sebebi bilinmeyen vicdan azabi ve hic yoktan kendini suclama gibi duygulara sebep olduklari, hekimlerce ileri surulmektedir.Fakat ayni hekimler, tutunamayanlarin bu mikroplari, kasaplik hayvalara da bulastirdiklarini ve bu sikintidan kurtulmanin ancak et yemekten vazgecmekle saglanabilecegini soylemektedirler. Hayvan terbiyecileri de tutunamayanlarla uzun sure ugrasmis ve bunlari sirklerde calistirmak istemislerdir.Fakat bu hayvanlarin, beceriksizlikleri nedeniyle hicbir huner ogrenemediklerini gorunce vazgecmislerdir. Ayrica birkac sirkte halkin karsisina cikartilan tutunamayanlar, onlari guldurmek yerine mahzun etmislerdir.Halk giselere saldirarak parasini geri istemistir. Filden sonra, din duygusu en kuvvetli olan hayvan olarak bilinir.Oldukten sonra cennete gidecegi bazi yazarlarca ileri surulmektedir.Fakat toplu, ya da tek gittikleri her yerde hadise cikardiklari icin, bunun pek mumkun olmayacagi sanilmaktadir. Baslari daima one egik gezindikleri icin, cesitli engellere takilirlar ve her taraflari yara bere icinde kalir. Onlari bu durumda goren bazi yufka yurekli insanlar, tutunamayanlari ev hayvani olarak beslemeyi de denemislerdir.Fakat insanlar arasinda barinmalari -ev duzenine uymamalari nedeniyle- cok zor olmaktadir. Beklenmedik zamanlarda sahiplerine saldirmakta ve evden kovulunca da bir turlu gitmeyi bilmemektedirler. Evin kapisinda gunlerce , acikli sesleriyle bagirarak ev sahibini canindan bezdirmektedirler. Bir keresinde, ev sahibi dayanamayip kacmissa da , tutunamayan, sahibini kovalayarak, gittigi yerde de ona rahat vermemistir. Sehirlere yakin yerlerde yasadiklari icin, onlari sehrin icinde , citle cevrili ve yalniz tutunamayanlara mahsus bir parkta oturarak, sayilarinin azalmasini onlemeyi dusunmenin zamani artik gelmistir."

Oguz Atay-Tutunamayanlar

Loreena McKennitt - Caravanserai

A Never Ending Way -- Orphaned Land

4 Eylül 2007 Salı

...karıncalanma...

...karıncalanma...

karıncalanmaydı hayatım,bir ürperti damarlarımda esen yosma lodos,
akıyordu göz yaşlarım ellerime doğru,
yok tu,yok oldu,bir kuyu,huyu belli olmayan bir birikinti su,
nesine açılacaktı ki bu suyun içersine bir kuyu...

duvar saattinin,duvardaki tınısı odaya her yayıldığında,
bir kuyuya atmış kendini kova misali yalnız adam.
Ne düşünürsün bu yalnızlık ta,düzen arzusunu mu,
yoksa kaos'un verdiği o kargaşayı mıı...
ben bildiğiklerimle sınırlayacağima,kendimi tercih ederim
bilmediklerimin oluşturduğu,
kaosun içersinde yaşamayı....


LiberterKedi

Che Fotoğraflar İle

Can Yücel --- Eşber'e