Aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ocak 2013 Salı

kukla vol.1

şimdi zaman kestirmesi: ölü tenlerimizin içerisinde kokuşmuş kuklalar gibiyizdir.



yüzümün altında sakladığım gözyaşlarımın kölesiyim. sessiz bir geminin güvertesindeki sallanan filamanın üzerine düşen rüzgar gibi aşklar. aşık olmak ise günümüzde böyle bir etki ile eş anlamlı. kimse mevzu bahis fedakarlık ise buna boyun dik bir halde konumunu göstermiyor, çevresine. maddiyatın herşey, estetiğin ise renkli bir kerhane yatağı gibi tek gecelik sevdaların suratlarından ibaret olduğunu zannedenlerin dünyasında, aşık oluyoruz biz. ve tutulduklarımızın bunların tersine ilişkilere girmek, ihtiyadimıza inanamaması bizim anormalliğimizden midir?



değil!

bir fahişenin günlüğünü okuyanların temaşa ettikleri, el ve vücut hareketleri bugün kü en ciddi sapkınlıklardır. derik cümleli aşklara bire özlem duyan edebiyatın içerisinde dalgalanan hafif nihilistik görünümündeki, liberal sevdaların tek manası: " götümüze girecek olan sevgili hediyelerini, onun bızırına bırakacağımız meniler ile hazineleştirebiliriz..." mantığı ile seks herşeydir oluyor.

hangi aşk ki kelimeler ile sevgilinin tenine dokunsun. hangi sevdadır ki sevdiceğin gözlerini cümleciklerle buğulandırsın. hangi hayaldir ki o çiçek kokulu sevgilinin başına destanlar yazdırsın günümüzde, merak edilir.

bitime kalmayınca, perdeler sürür yere...

bizde iplerimizden sıyrılamayarak yerimize asılmayı bekleriz gün bitimine.

kukla vol.1


7 Aralık 2012 Cuma

v...

boş bir kovanda arı gibi dolanıp dururken çarpıştık.

hayallerimiz biribirini kovalıyor. zaman kum saati gibi. hayallerimizi dar boğazdan sıkıntılı bir halde ilerletiyor. hep ibadet gibi seni gizledim sine'mde.



- karlı bedenime düşen kor. ateşledin yine serçe yüreğimi. titrek korkularımızı beslediğimiz kafesimizin üzerine çullananlar, geride kalan göz yaşlarımız ile yıkadığımız eski ruh ateşlerinde... zaman zaman sen, onları imlersin, ben ise bizi çizerim. buluştuğumuz nokta, o karton hayallere vücut olduğumuz zihnimiz. çift ruhlu, tek bedenli hikayemiz gibi...  

nasılda ikizleşmişiz. 

küçük balıklar gibi, sular yükseldikçe kıyıya vuruyoruz cesaretlice. simgeleştirdiklerimizin, elimize sardığı kararmış gümüşler bizde yok. estetik  ise gözlerindeki o tatlı yeni doğmuş bebek kokusu gibi. ben sana doldukça, sen bana tavaf ediyorsun. eski kitap kokusu hayallerimizle... 

sar.



med-cezir gibi birbirmizin üzerinde gidip gelirken, hayallerimizin birbirlerine sarılması. yeşil ve mavinin o morumsu soğukluğu olmayacak bizde. her şey mavi  - v - yeşil. bir düzensizlik. kalbimde sana dolanan dualar gibiydi benim hayallerim. tanrının eli değmiş gülüşündü beni güçlü kılan. serana-tını, bülbüllerin sümbül yapraklarında verdiği bir aşk ise bu, biz iki ucu ateşli değnekleri tutabilecek güçteyiz.

dizelere düşmeyen, düşlerin ebeveynleriyiz bu hayalde...



ağdasız bir teni yaralayan hisler kadar sert ve derin yaşam, geride kalıyor artık. mavinin, yeşille seviştiği ve çağıl çağıl ormanlara, ovalara, sulara dağıldığı hayat: gözlerimde limansız gemilere hayallerimizi bindiriyor. fırtınalarla başlayan yolculuğumuzun, meltemlerle sonlanacağı günlere gitme dileğiyle, merhaba!

ben c...

kanımdan daha da karanlık olan, dünyanın pisliğinden, ayrı kokladığın ben. bir akarsu değil, okyanusum seninle. evlerimizin saçaklarında çekişen serçelerin ürkek, cilveleşmelerindeki zamanlarda doğan güneş gibi girdiğin hayatıma, nasıl bir mana olacaksın bilemeyiz. ama...

devam edebilmeliyiz!

eminim ki kimse bizim kadar endişeli değildi. kimse bir kedinin ne yiyeceğine endişelenmiyordu. göz yaşında tuttuğun o kusursuz dünyanın berraklığında savruldum kenara. ortasından gittiğimiz hayata, temkinli yaklaşabiliyorum artık seninle. v/e sen bu hikayede bir ayrımın noktasından sonraki, büyük harfsin. uzanıp dokunda, şu hikayenin sonu gelmesin. aşk, yoluna çıkalan hikayede son beklenmez. beklenen sonlar her daim ölüme gider. seninle ve sesinle birlikte aşk:

"...arıyıpta içimdeki yakınlığın, yakıcılığı ile dönüp-dolaşıp etrafında tavaf ettiğim sensin."

 benim için.

birlikte...






6 Temmuz 2012 Cuma

kendimi okuyorum.../sevgilimle

kendimi okuyorum...



dilime pelesenk olmuşların düşbazıyım. içerimde sakladıklarımın kurbanıyım. bir kölelik yaşamı. hep birilerine ait olduğunu hissetmekten dolayı, kendin olamıyorsun. sırtında taşıdığını zannettiğin dünyayı, hep sen büyütüyorsun. göremiyorsun ileriyi. adım atarken birilerine bağımlı kalıyorsun yaşamında. ürkütülerek hep büyütülüyorsun. korkuların teması, hep aynı tüm insanlık için. coğrafya ayırt etmiyor. dil, din, ırk demeden seni bir güzel sıradanlaştırıyor.



sınıflara, sınırlara, sorunlarla bölünüyorsun. içerileri boş edilgen faktörler senin nefes almanı zorlaştırıyor. gülemiyorsun. hayatın en güzel eylemlerini yapamıyorsun. aşkı onların istedikleri kalıpların dışında yaşadığında ise, onlarca şizofren bir platonik olarak nitelendiriliyorsun. kimseye umut, hiç bir kalbe kalem olamıyorsun. bireyler kaybolup, yerlerine kalıp aşklar gelmiş bugün. sıradan ve bayağı görülen eski anlatılan aşk eylemlerinin yerini bugün sadece iki tema kaplıyor.

- sex

- gelecek



endüstriyelleşiyor hayat. bireyler köleleşiyor. bağımlı ve özgürlüğün ne olduğunu bilmeyen yarasalara evrimleşiyorlar. rakamlar ve sayılarla birlikte, metalaşıyoruz. devlet memuru mantığıyla üretimden öte isteğe hizmet ediyoruz. değerlerimiz oluşmuyor artık kendimize özgü. kendimizi ne kadar iğrençleştirip, satarsak ve ne kadar değer biçip onların kevaşesi haline getirirsek kendimizi, bize o kadar saygı gösteriyorlar. boris vian'ın, mezarlarınıza tüküreceğimin ana karakterine büründüğünüzde, onların normal de günah dedikleri, kutsal kitaplarında belirledikleri yapılmaması gerekenleri yaptığımızda, alkış tutup, onların idolü haline geliyorsun. bir garip halet-i ruhiye bu.

ruh sağlığını yitirmiş insanların yarasalaştığı bu dünya da yalnızlaşarak kendimi okumak; üzerimi çizmek, yağmurlu bir havada kafamı geriye atıp gözlerimden süzülen yağmur damlalarını içerime almak en güzel hayat eğlencesi. kendine bir kütük parçasından baston yapmak gibidir hayat. sabır ve ince bir işçilik ister. emek olmadan, zorluklar aşılmadan, hiç bir acı sindirilmeden bir yere gelemiyorsun. yeri geldiğinde temasını yitirmiş hayatınızdan ayrılmaktır yaşamak... 




anlamı ise: sol anahtarsız güftelerin mevcutluğudur. zaman dizlerinizin altından kayar da gider ya, toprak tepenizde kubbe olur. dilinizi dişlerinizle parçalamak istediğiniz pişmanlıklarınızın hatıratlarında; tutamadıklarınız, söyleyemediklerimiz için biçilmiş bir garip acıdır bu şizofrenlik. tıpkı aşağıdaki monologtaki gibi:

-kaç kere kendimi ifşa ettiysem sana, bugün o kadar fazla öldürüyorsun beni. 

-ben seninle bir gelinciğin kırmızı duvaklı narin yapısını oluşturmuştum.

sevgilim/e.


-son-

6 Kasım 2011 Pazar

geleceğe doğru gölgeleme...e' ye(+ 18 leştirilmiş duygulara)

konuştuklarımı bir deftere yazıp, defterin sayfalarıyla tüm vücudum da vadiler açsam. 



yeniden başlarken...

kan damlaları şahlanıpta, birbiriyle anal seks yaparaktan çarşaf eder vücudumu. intiharın neden cehennemle cezalandırıldığını düşündün mü hiç. sana bileğimi kestiğim o gün nasıl buraya geldiğimin anekdotunu parçalamaya çalışacağım, kelimelerin üzerine boşalarak.



benim gövdem iri ama kalbimin ailesel darlığını genişletendi o.- bu yüreğimi paspas edip, nefretimi kendime kusturandı... - rüyam olduğunu, hayatıma giripte nüfusuma can katacağını dillendiriyordu. çekingen, dokunduğumda elmaya dönüşen o bebek pembeliğindeki yanaklarıyla...

olmadı. ve gitti.



geriye bakıpta göz kapaklarımın içinden dışarı süzülen çiğ damlaları, yanaklarımı yalar da dudaklarıma iner usulca. sesim düğümlenir ve hep içte eskide, dışta günü arşınlayan bir şizofren hale dönüşürsün. ya ben işte bunu sonrasında bir hayli sert bir şekilde yaşadım... bir hastalık monologudur bu. karşındakinin dinlemeyişi buna yöneltir seni. nefret tek kişilik dayandırma ve suçunu başkasına yaftalama şizofrenisinden başka birşey değildir. 

aslında siz üç kişi başlarsınız ilişkinize. bir sen, bir o ve birde çevre....

önce iki kişi olarak başladığınızı sanıp, alice' in renkli dünyası gibi çeşitli imgelerle dolar hayalleriniz... gerçekliğinizde birbirinizi kavrar ve sürekli meraklanmalar, titreşimler, öpüşürken çeşitli kasılma reaksiyonları gerçekleşir. 

hayat bu nokta da müşterek ve müteşekkir gözükür gözünüze. ama diğer yandan zaman acayip bir morfindir. herşey değişir ve gelişir....


irkilmenin z halidir. bir döngü. başlangıç ile sonun arasında gidip gelmedir. mastürbasyon yaparken utanıpta onun hayalini kurmaz ama bir çok tanımadığınız insanın hayaline tecavüz edersiniz. onlarla fiziksel olmasa da zihinsel sürtüşmelerle hayatınıza teneffüs etmelerini olanaklı kılarsınız. olgunlaşma sürecinde gösterilen bu negatif gelişimin sebebi gizli yaşama, toplumsal kurallar, ahlaki genellemelerdir...

sizi bir kılıfın içerisinde, sınırların gerisinde tutar. 

hayatınız artık çevrenizin yaşamıdır. onların dedikleri, düşündükleri, söyledikleri, kuralları sizsiniz / öyle olmalısınızdır. bir devlet memuru mantığıdır bu. ne kadar biat, o kadar cihatın sessiz halidir diye kendini avundurur, insanoğlu. karşı koymak dogmalarla birlikte sadece garip bir marijuana mutluluğu verir. onlara göre.



ölüm başlar. sıkça camın kenarına gelirsin ya da sakat kalıpta ölmezsem diye geri çekilirsin. bireysel silahlanma için karşıt dururken hayatın mutluluğuna karşı, bir silah ile toplumun bireyi olmaya doğru giden yola düştüğün için kendini suçlar ve alnında metalin dilinden gelen o soğuk havayı hissedersin. en güzeli ne diye ararsın. bir noktada bağımlılıklarından feragat ettin mi kararını verirsin. işte bende o gece verdim ( verecemde )

en güzeli bıçaklamak. kendini bıçaklamanın hazzı bir başkadır. karnına doğru inceden, bedeninin perdesini aralayarak girer. bir sıcak his dolar teninde. acayip bir sıcaklık hissidir bu. suskun ve yavaşça gelen. birden soğuk ve mat bir duyguya döllenirsin. sonunda ise cenabet gidersin. işte buda intiharın sonucunu cehennem ve günahla ilişkilendirir. abdestlenmeden, kefensiz ve duasız gömer bu sittiğimin toplumu seni...

we need break mate...

kim cenabettir sence...

bekle...

[geleceğe doğru gölgeleme...e'ye (pafta a)]


5 Kasım 2011 Cumartesi

kusma anıları...

her yerde umut....

boynumun içerisinde yuttuğum melek gıcık yapıyor.
al sana hayat kusuyorum onu...



insanı önce aynıyız diyerek kandırırlar. ufak bir tebessüm ile endorfin verirler bünyesine. herşey umut ve mutluluk dolar. hayat pembe ve gerçeklikte çırpınan bir balığa döner. yaşamınızdan dişleriyle parçalarınızı alırlar. hayallerinizi, sizin gözünüzden kendi olmak isteyipte olamadıklarını olmaya çalışırlar... 

olurlar. ama giderler. 
suç sizindir. 

umut fakirin eroinidir. insan hayatındaki en kötü eylemdir umut...
otuzbeşin altında kırkbeş olmak...

yüreğinin her bir milimetrekaresinin buruşması... tarif edilebilen bir hastalık olarak görülse de gerçek budur. mutsuzluğun soyut bir kavram olduğunu dayatanların yaptığıdır bu. mutsuzluk varlığın ayak izleridir. gerçeğin ulaşılabilirliğinin ta kendisidir. 



kendisini aldatan bir insanlık profiliyle, maskelere bürünüyor insanlık. git gellerinde kaybettiklerinin farkında olmadan aşağıya iniyor....

indikçe küçülüyor ve aynılaşıyor. zaman hiç bu kadar imitasyonel olmamıştı. 

ezelden beri kaybettiklerimize ağıt olsa, yürek dayanır mı?

we take a break


3 Kasım 2011 Perşembe

giderken....

biten bir ilişkiyi kabul edememek...

alışkanlık veya yaşamak istediğin dinginliğin umuda belbağlamışlığından olsa gerek.

kelimelerce, cümlelerce, çeşitli sembollerce ifade edebilirim duygularımı. ama ifşa ettiğimiz kendi bakış açımız. objektif olamıyoruz. mutlaka bir taraf oluyoruz bu gerzek yaşamda. düzenin içerisinde olmak böyle bir olgu. değerlendirilmek sevgiliniz tarafından yapıldığını zannediyorsanız bu yanlış. çünkü o yaşam standartları içerisinde sizi yeriyor. yaşamın kokuşmuşluğu bu.

sözün kısası: her acı, biraz daha büyütüyor. aşk bir adrenalin sevgi ise başarılamadığı takdirde bahanelerle kaçmak kisvesi olmuş gündelik aşklarda.

gittiğinde yerde boğulma gündelikçilerle...

elveda.


4 Temmuz 2011 Pazartesi

balığımın düşlerine




ben bir uyku değilim
uyandır. 
gözlerimi arala da uyandır
gözlerinle beni
o kadife dudaklarınla 
serinlet ruhumu
ilk sabah beyazlığı gibi 
yanına al! 
tut ve hapset düşlerine...
önce 
büyük bir korku olan sensizliği öldür...
uyandır ve nefes ver...
balığım....
umudum yanında
düşlerinde...
yokluğun alın yazım olmak istese de 
bilirim kokuşmuşluğu...
müfredatım dolu hayalsizliklerine,
korkma...
nefesin ruhumda...
bazen bir kopmuş yaprak gibi düşlerine düşse de ömrüm 
sana uzanmak ister elim...
yüreğim tutmak isteyince seni....
elim senden başka hiç bir şey sevdirmez gönlüme...
ey bütün çiçeklerimi doğuran dal
susma ve konuş...
hayallerimizi taşıyan en güzel balık'a....
yak beni hayallerinle.
çök içime, ısıt ruhumu

22 Mayıs 2011 Pazar

sî û

sî û...

...gölge ve...

û...
ayak oyunlarının götüremediği ritimler. bozuk yaşamlar. çarpık ilişkilerin yetim bıraktığı bedenler. ölümü arzuluyor. bu saçma. çünkü camus' un labirenti bile düzleştiriyor bunu. ve ölümle  biten  yaşam  saçmadır diyor...  evet.  bunda  kuşku yok.  ama,  yaşam  ölümle  bitiyor  diye,  kapayacakmıyız gözlerimizi. sonunda ölümde olsa, yaşam ayaklarımızı kaydıracakta olsa, yasaklı ince aşkların sonu kayıp günlere gitse de renklere inatla karıştırmalıyız hayatı. yeni bir yaratım, yeni bir tümelliyet bu. 


hou van je...

...seni sevmek... 

sî...

içimdeki serkeşliği dinlendirmektedir. ince eleyip, sık korku yaşamaktır.  sırma düğümlü acıların bakiriysen; sarsıl. ama düşme. ucuz bir aşkın peşinden koşmak, yetişemeyip düşmek. korkunun desteklediği bu acımsı vahaya saplamak. umutla. ölümü, şah damarından altın vuruşla kaybetmek. mantarın yumurtayla birleştirildiği sindirim ürünlerinde, nasılda doğal bir başka dünya doğuyor. ellerim kanatlarım olmuşta, uçuyorum. kelimelerin kalçaları arasında ipince estetik ipler gibi hapsolmuyor beynim. iri ve kocaman kalçaların üzerindeki incecik boğaza düşümledikleri dünya, şehvani hayvanlıkları bırakıyor orada....

 tüm herşeyi öldürüyor ve gidiyorum. 

gölge oyunu bitişiyle... 

 

21 Mayıs 2011 Cumartesi

piç bırakılmış aşklar[+18]

bizim sokakta fahişeler vardı. ay kadar gecede şendiler. puslu ve sisten boğazınızın düğümlendiği bir sokaktı. loş ışıklar ardında, yüzlerini gizleyenler voltalar atardı.


 
kalçaları parıl parıl parıldayan taytlarla, sımsıkı dolanmış kadınların o amorf yapılarında taşıdıkları dertler, onların zihinlerine yaşarken çürmenin, nasıl bir tat olduğunu iyice yüklemişti acımasızca. yırtık hayallerin paçasından sızan zamanla... üçer, beşer kişiliklerini bölerlerdi gün aşırı. köpeklerin sığındığı çöp kutularının etrafında, hayatlar pazarlanırdı. bedenlerin üzerinde, bedenler gidip gelirdi. vizite ne kadar abla diyenlere, tecrübesizsen, sana bir kıyak yaparım derdi ayşen...

bir dolunay akşamında, sultanahmetin arka sokaklarında doğmuştu derdiyle. karanlık düşen küçücük bedeni bir tecavüz sonucu dünyada piçleştirilmişti. diğerlerine inat, doğarken ağlamak yerine, gülmüştü hayatın ironisine. belki de ismi bu yüzden ayşendi... herşeye rağmen, çöküş ardından sırtlandığı boktan yaşamına inat, ördüğü güvercin işlemeli lifler ile dimdik ruhunu gözleri ardındakilerin önüne set çekmişti ayşen. bitmemiş bir yaşamın anlamsızlığı gibi görünsede ayşen, bir martı özgürlüğünü sergilerdi o nazenin gülüşü ve duruşuyla nefes dahi alınamayan bu lanetli sokakta. 



...satırlarıma tema olurdu günlüğümde her gece. ellerimin arasında kayganlaştırdığım hayallerimde, zifaf gecemizi hayallendirirken, değdiğim dudakları beni titretirdi. ardından birlikte yağmur yerdik saçlarımızdan, bedenimize doğru. yanaklarıma bir öpücük kondururdu ayşen. ilkimdi. bedenimi bir ateş kapladı onunla. ellerim titredi, yüreğim bir güvercin ürkekliğiyle hafifledi. ruhumun korlaşmış halini harlandırırdı ayşen. sokağın dibindeki, ahşap eski evinde... 

bu ilkimdi. ve sonumdu da şuan da. çünkü isteyemedi beni. aşıktım, aşıktı ona olan çocuk sevgime...
en güzel imgelerimi metaforlandırdığını okuduğunda, bir damla göz yaşı emekledi suratında. öptüm. dudaklarımın arasında yuvarladım onun gözünün nurunu. cennetin şarap nehirlerinden kopup gelmiş gibi... beni hurilendirdi. ağladım ve çıktım evinden. 

-bir daha seninle görüşemeyiz...

...demesiyle. gitti bedenimden bedeni.

sebebi ise hayatında taşıdığı yafta olan fahişe olmasıydı; perdeleri pembe ve tertemiz olan evinde dolanan yaşamların hayatıma bulaşma korkusuydu kimilerine göre... ama bilmezlerdi ki evinin içerisinde, ışık yandığında, ayşen' in odasının gölgeleri düşerdi yatağımın üzerine. çoğu zaman yalnız kalmak isterdim gölgesiyle. ona belinden sarılıp, teniyle tenimi kenetlemek istesem de o bir fahişeydi anneme göre. bu ona olan duygularımı engellemese de aptal toplumsal ahlak küfüne göre, kabul edilemezdi bir orospu ile yeni reşit bir üniversite veledinin aşkı... 



müşterileri dolardı aramıza. saçlarını okşardım elimin gölgesiyle. dudakalarının düştüğü kadife yatak örtümün üstünde, göz yaşlarımı düşürerek öperdim onun yorgun dudaklarını... kırış kırış olurdu her gecenin sonunda yatağım. düzeltirdim inatla. ayşenimin ruhu kırışmasın diye. ellerimi kenetlerdim göğüsleri altından gölgesine. kaçıp gitmesin diye, bedenimi bedenine yatırırdım hayallerimde. haikular düzerdim onun ağıtına. semada asılı olan ayın kalıcı olup, güneşin bu dünyayı aydınlatmamasını isterdim. ben ay ile şendim rüyalarımda,ayşen de bendim. gölgelerimizin o ürkek korkularını  taşıdığım öznel zamanlarımızda. 

memeleri arasında, göğüs kafesiyle hapsettiği kalbini alıp elime, yüreğime koymak isterdim. acılarına ortak, hayallerine toprak olmak isterdim hevesle. nefesim kesilir, astım krizleri geçirirdim. onu her gün başka biriyle gördüğümde, bilemedim. neden kaçmıştı benden. neden bu yatakta ömrümü onun hayaliyle baltalıyordum. ama bir gerçek vardı ki ayşen benim külkedimdi.

kahverengi gözlerinde fallar bakardım rüyalarımda. bir vakte kadar evlenmeyi ve sahibi olmayı isterdim. şehvani duygularının hayvanlığında, onun iniltilerini her duyduğumda yakmak isterdim onun bedeni üzerinde parasıyla tahakküm kuranları. 

içimdeki eylemsiz hayallerin eylemleri, kanser hastası olmamla engellendi. aids'tim. korkulan olmuştu. tüm vücudumun bağışıklığı çökmüştü. bedenime girecek başka biri olmayacaktı. bunalımlarıma ortak olacak başka bir kadın teni, tenimi sarmalayamayacaktı. hayat böyleydi.

ne düşmeden kalkmayı, ne de bunalmadan kurtulmayı bilemiyorsun.

herşeye rahmen ben ay ile şendim. gölgeyle kendimdim. ama gittim.

toplumsal ahlakla piç bırakılmış tüm aşklara...



Not: garip bir monolog, dialog, tetralog.

20 Mayıs 2011 Cuma

ruhun nazenin korkusu

bizi üzen başka birşey....



tanımlayamadığımız duygular, seyyah olmuş sokakları arşınlıyor. hislerin parçalanmışlığı, cebimizde hatıra olarak serkeş bir halde. sokaklarda bir puştun peşinden giden kadınlara karşı özlem. mevcut yaşadıklarımızdaki dünyanın dümbüklüğüne isyan bu yalnızlık... özlem ki onların estetik bedenlerine, en nadide imgelerini dizimliyor. bir garip edinim bu. karanlık ve puslu bir oda dünya. gitarımın telleriyle  hayatın göz tellerini sullandırıyorsun sen hayallerimde. aldığım uyuşturucular zihnimi sislendiremiyor. anlamsız gülmelerin de bile bir matem havası mevcut oluyor. alkışların, dünyayı umursamamanın içerisindeki o boş ümitsizliğin yanından tutuşturuyor zevzek beğenileri...

mozeralla peyniri yürekli insanlar. 



açlığın ne olduğunu bilmeden, aç parazit duygularını, vakıf olmadıkları hislerde idame ettirmeye çalışıyor. başarısızlık okullarındaki çoban bunlar. büyük bir ablukanın içerisindeki esirleşmiş, kendi öz benliğini yitirmiş, tıkanmışlıklarının arasından sıyrılmaya çalışan ram: dinlendiğin duygular sana ait olmadıkça sen, nasıl özgürlüğü savunabilirsin. kullandığın hayatın bir başkasının vücudundan ödünçlüğü korkusuyla, yüksekten düşmüş, yükseklik korkusuyla cebelleşen bir sevapyedisin sen. korku atlatma oyunu oyna. 


jilet neştere kafa tutuyor. kokuşmuş popüler ütopya bu...

kelimeler yoruluyor, içimizdeki bu boktan migren ağrılarını anlatmaya. göz bebekleri, emeklediği dizleri üzerinden hiç bir zaman diliminde ayağa kalkamıyor. tümünü göster. tümüne doldurduğun acılarından kaçma. kaçtığın yaşamının tasması olmuş bir köleysen sen; zamanın en sefil kevaşesisin....

genç duygularımın içerisinden seçtiğim his formları bunlar. eğilip dudaklarının arasına kenetlediğim dilim ile düşlerini çekiyorum. kadife bir yüzeyde, bir biri üstlerinde gidip gelen, parçalı şizofren bedenlerimizin zamana karşı isyanı bu. nerede durdurduğumuzu bilemiyorum. kuyucu ya da mezarcının uyuz iti gibi hep ölmüş bedenlerin, kefenleri oluyoruz. büyük bir yedinci geminin içerisinde, manasız kısa metrajların başrol oyuncusu oluyoruz.

sözlerin lethesinde, dudaklarımızı nemlendirdiğimiz kenarlarda, yalnız sazlıkların diplerindeki böcek yuvalarında esir hayatımız. bir hoş nazenin hayat... herkesçe mutlu mesut, bencilce yaşam hoş karşılanıyor. ağır sırlarımın yüreğimde oluşturduklarıyla, son damlasını da damarıma enjekte ediyorum sırlarımızın. ardından... 

söyle/mek istediklerimi unutuyorum. düşüncelerimin anal bölgelerine gizemleniyor hayat...sonuçlanıyor: 

" ...ben senin bende ki oluşturduğun duyguların ağırlığında; mutsuzluğumla bile, en narin örümcek ağlarında, cambazlık yapıyorum kelimelerimle..."

sana dair, soyunmuş ruhumun gölgesi...


15 Mayıs 2011 Pazar

devrim devirmek değil, yok etmektir!

düsünmeyi bir kenara bırak!

sönmemiş kireçteki ten yangınlığı, beyaz zencilerin gövdesini taşıyan ruhların direnişiyle... devrim devirmek değil, yok etmektir! sistem yanılsamasının öksüz çocuklarıyız bizler! 

öksüz serçeler kadar sarhoş, rüzgarın koyunlarıyız bizler. kullaşmış, kullanılmış, buruşturulup akvaryumlarda melodi edilmişiz. diğerlerinin şuurlarını şenlendirmek için. onlar için. kır sanal kavrayışları, inançları, dogmaları...cama karşı harakiri yap. sen kırmasanda, ardılındaki parçalayacak bu çemberi, inan. işte o zaman en gür sesimizle türkülerimizi omuz omuza söyleyeceğiz sevgili balık...!

özgür düsünceli insanlar...!

hayat tezgahlarında meta olmayacak kadar ele sığmazlar. hayalleri angora kadar serttir. zihinlerini önyargısızca ve kendi adetleri, ayrıcalıkları veya inanışlarına ters düşen bir şeyleri anlamaktan, korkmaksızın kullanmaya hazır olanlardır. bu insanlar, düşüncelerini ve duygularını diğerlerinden farklı algılayarak yaşarlar. bu onların bilincinin bir tür göz aldanmasıdır. kimileri nesirlerine kanar. kimileri sabunlarına bıçak darbeleriyle doğar. kimileri yağlı boyalarına sürtünür tuallerde. kimileri ise notalarda soldan yumruklar indirir zihinlere, ölümsüz doğmak adına... bu geniş ve sınırlandırılamaz vaziyet, mülkiyetsiz bir belleği doğurur. kültür belleğidir bu. bu bağlamda özgürlük insanı bireyleştirendir.


...insanın yüceltmediği bireyin, toplumsal alışkıdaki tepki mekanizmasıdır devrim. bu kültürün korunmasıdır. ve kültür, sadece yaratıcılık ve oyun üzerine yerleştirilmiş kutsal bir  yıkıcı sınırdır. kutsal sınırlar üzerine gidildikçe incelir ve sorgulandıkça evrimleşir. gelişir. devrimler de sorgulandıkça gelişir, sağlamlaşır / sarsılır ve halkaları yayılan kültür kutsalları ile tarihte ve zamanda asiler, fahişeler, berduşlar, hippiler, uykusuzlar, deliler ve toplumun tüm dışladıkları tarafından sınırları yok edilir. bu iktidar ve onun sur' ları için bir aldanma, bir hapishanedir. kerberos ve lethe onların saldırganlaştırıp, korku dolu bireyler haline gelmemizi sağlamıştır.

...sistem yalnızlaştıran, asosyalleştiren, formata sokan, tabulara büründüren ve kişisel arzularımızı, sevgimizi, en yakınımızdaki bir kaç kişiyle sınırlandırmamıza sebep olur.  şizofrengi bir melodidir bu. bunu kırmak zihnimizdeki baltalarla mevcuttur. yavuz çetin' in satılığa çıkarttığı kelimelerinin beis rüyasal halidir. açık bir aldanmadır onlara göre. tedavi sürecini getirir. tımarhaneler ise focoult' un çözümlediği gibi, iktidarın kılıflı hapishaneleridir. insanları kendi isteklerince plakalandırırlar buralarda. yapmamız gereken şey, merhamet dairemizi, var olan her şeyi ve kendi güzelliği içerisindeki bütün doğayı içine alacak şekilde genişleterek, kendimizi bu hapishaneden kurtarmaktır. bu ütopyadır kimilerince ...

bu bir direniş kültürüne ve direnim isteğine zorluk çıkarıp ona itaat etmemeye varan birey olabilme kültürüne sahip olabilmeyi sağlar. çürümüş liberaller bu özgürlüğü, farklı bir formülle değerlendirmek istese de devlet aygıtını yönetenlerin ister kapitalist, ister komünist, ister sosyalist, ister gandhiciler veya kim olursa olsun, onlar tarafından iktidarın kaçınılmaz olarak kötüye kullanımına karşı durmanın tek yolunun bireysel devrimin olacağını gösterir bize yaşanılanlar. daha net çizgilerle: 

devrim sınırlandırılmayacak kadar katliam dolu, düşünce dolu, özgürlükçü ve cani olabilmektedir. devrimin anlamı hakkında birazcık deneme yapan her birey düşünmeli ve düşlemelidir. bu terim şimdi o denli kırılmış ve yıpranmış ki liberaller kendilerini anarşist olarak görüp, yaşamı gücün hiyerarşisi altında irdelemektedir.  kevaşe sistem sülüklüğünden başka birşey değildir bu. ve o kadar çok her yere çekilmiştir ki tüm kültürel dimağı, çürümeye yüz tutturulmaktadır. her ne kadar basit de olsa temel bir tanıma geri dönmek gerekli. anlayışta sadeleştirip, devrimi bir sürecin, aynı noktaya geri dönmeyi imkansız kılan bir değişimin doğasına dair bir şeyler bütünü olduğunu unutmamamız gerekmektedir. bu terim, bir sönmüş yıldızın diğeri etrafındaki dönüş hareketine atıfta bulunan imgesel özgürlüktür. bir anlamda, bireyin etrafından koparılmış bir devrim; özüne göre kullanılmasına aykırıdır. o bir şeyi değiştiren bir tekrar, tersine dönüşü olmayanı getiren bir özet dizisi değildir. tarihi üreten, tarihi yazan, tarihi tutumlarıyla belirleyen bizleri; aynı tutumların ve anlamların tekrarından alıp götüren bir süreçtir. herkesi aynı tulumda tutan, herkesi eşit ve birey olarak gören bir gerçekliktir devrim...


kral ile soytarının aynı zemine basacağının bilincindedir devrim. bu yüzden, bir devrim programlanamaz. kılıflandırılamaz çünkü programlanabilir olan daima iktidarın kevaşesi olmuş bir fahişe haz duygusudur.


devrimler, tarihi pandoranın kutusunun anahtarı diye değiştirmez, hayatı kötü bağlamda. daima sürprizler üretir içerisinde. insanın pedagojisi etkilidir bu unsurda. nasıl sosyalist bir devrimde ezilenler güçlü oluyorsa, diğer eksende de maddi gücü elinde tutanlar kazanıyor. insan hazzını sömürerek. tanım gereği daima önceden tahmin edilemez bir olasılık çuvalından çıkar devrimler. mülteci, anti - militer bir yapıda olduğu gibi. mülkiyetçi ve silahlı kuşatmayı da salık verebilirler. zıtların çatışmasıdır bu. insanı, devrim için çalışmaktan alıkoymaz, devrim için çalışmayı, mücadele etmeyi, korkuya düşmemeyi enjekte eden realist bir akımdır, insan kanında devrim. önceden tahmin edilemez olduğu için mücadele gerektirir. fedakarlık istediği için, korkulu süreçlerden geçirir bireyi. bizler çalışmak için, eşit, özgür birer birey olarak anladığımız sürece devrimi; devrim bireysellikten çıkıp, kollektivist bir hale bürünecektir.

dediğim şey melodik ve kanıksanmaz gelebilir. ama parmağını korteksine doğru bastıranlar, düşüncelerini diline sürgün etmeden kendilerine saplayanlar görecektir ki zamanın içerisindeki bu parçalı betimlemeleri. dilini tarih bilinciyle sürtüştüren bir şuur; hiç de o kadar saçma olmadığını gördüğünde, uyanıp toplumsallıktan ve feodaliteden uzak bir direnişin imkanlı olduğunu bire bir tadacaktır. üretken bir sürece katılmış bir şair ya da müzisyen gibi.... gerçekten kendinden yana bir kazanç beklemiyorsa birey, devrime nasıl bir nefer olduğunu görecektir gorki gibi, çernişevski gibi, yaşar kemal gibi...




eğer insan kendisini bütünüyle bir üniversiteye ya da konservatuara bağlanmış ise toplumun bütününü çürüten bir nefer mayadan başka bir unsur olamayacaktır. ama eğer zincirlerini kırıpta, diğerlerine benzer olmayan fikirlerini, özgün ve öznel yapısını izole edebilirse, düşünceleri dilinde; onu üretene kadar ne ürettiğini asla bilmeden mücadelesini yılmadan sürdürecektir.

hatta, tutunamayanlar olan bizlerin, kendi üretimlerinde intihar ya da deliliğe varma noktasının üstesinden gelmiş olan bütün yaratıcıların yaşamlarınındaki sözlerinin, neden muazzam bir şekilde sonradan kavrandığını gingsberg' in, goldman' ın, nietzsche' nin, kropotkin' in, tacitus' un imgelemlerinde geçen anekdotlarında görebiliriz...

benim görüşüme göre devrim fikri; süreç fikri ile tanımlanır. var olmayan bir şeyi üretmektedir. bu bağlamda sanattır devrim. şeylerin, düşüncelerin, duyguların ve duyarlılıkların tam olarak varlıkları içinde bir tekillik üretmektedir. bireyi doğurup, süreçte büyüten bir kundaktır devrim. bilinçsiz toplumsal alanda, söylemin ötesindeki bir düzeyde, mutasyonlara sebep olan bir araftır devrim. biz bunu bir varoluşsal tekilleşme süreci olarak adlandırsakta, devrim özdedir. kişinin camlarını parçalayıp, bileklerini kanatabilmesiyle cesaretlendirilir devrim. sorun tekil süreçlerin, onları bir çalışmada, bir metinde, birisiyle ya da başkalarıyla birlikte bir hayat tarzında ya da yaşam alanlarının veya yaratılacak özgürlüklerin keşfinde açıkça ifade ederek desteklenmesinin nasıl sağlanacağının dramatik bir tragedyasını; pandomimcinin sesi kadar tiz, kelebeğin kanat çırpışıyla yarattığı rüzgarlar kadar derinden kazanılan bir tekelleşmedir devrim. acılı bir süreç ve kazanılması meşakatli bir tualdir mücadele.



totalde ulaşılan ise, akılının ve bilincinin kendisine ait olduğunun farkında olan bireydedir devrim! bu sunu öğütler:

"...bilmesek de, istemesek de geçmiş zaman şimdiki zamanın içinde bütün canlılığıyla tik-taklarına devam eder... ama bugün, hatırlama hakkını canlandırmak ve hayata geçirmek, hiç bir zaman olmadığı kadar gereklidir: geçmişi tekrarlamak değil, tekrarlanmasını önlemek için, aptallığın ya da talihsizliğin sürekli yankısına mahkum olmayan seslerle konusabilmek için. nietzsche, bir yazısında voltaire' den bir alıntı yapar: doğruyu söyleyip kurban olmak gerekiyor. olmakta olan' ı işaret etmek / söylemek duymak istenilen bir şey olmadığında, artık orada, imleyenin varlığı sebebiyle bir korku dolayısıyla hınç kültürü doğuyor. imleyenin çevresinde kimse kalmadığı gibi herhangi bir imleme ediminde de saldırıya maruz kalıyor işaret eden... çoğu zaman. işte bu yüzden olmakta olan' ı değil ama bir şey söylemeyi / işaret etmeyi sorgulamaya başlıyor kişi ve kendini bundan azad edebiliyor. ancak olması istenen' e dair bir tutku / inanç taşıyorsa kişi, bu anlamda, bu uğurda " kurban olması ", " yalnızlığına / kendisine kaçması " gerekebiliyor. yoksa " kurban edilmesi " söz konusu olmaktadır, olması istenen' in dışında, olmakta olan' ın esirliğinde, kendi içinde yalnızlaştırılmakta, kendisinden koparılmaktadır daima."

bu yüzden: mücadele sende betimliyor kendini. uyku sürecindeki bireyin kalkması aşkla gerçekleşiyor. bireysel, mülkiyetsiz ve ihtiyaç kadarıyla...kalk.

cehennemin içerisinde aşkı sezmektir bizimkisi balık üstad.

sonuç: " duygularım fahiş fiyata gitmiş fahişemdi / hüznüme ay vurmuş...hepsi bu"

kan/mak

imge balık(A)!

2 Mayıs 2011 Pazartesi

serçe korkusu

 satırladım kelimeleri...

aralarında voltalar atarken, kaybettiğim kimliksiz duygularım toparlanıyor bugün. ben kendi içime evriliyor ve doğmamışlıklarımı düşük yaptırıyorum. rüyanın ortasında uyanamayıp, karabasanla cebelleşmeyi, bilinçli haldeyken yapıyorum defalarca kez...

iki bedende tek kişilik bir sahnede...

söze ikilem büründürdüğüm kimliklerle, sergilemek istemediklerimi piyeslendiriyorum. koru elime alıp, kalbime çeyrek, çeyrek fırlatıyorum. ve ben bölünmüşlüklerimi birleştiriyorum bugün. amorf vücudumda, raffaello misali heykellerini yapıyorum, düş bahçelerimi zenginleştirsin diye...

zeytin ağaçlarının kokusu arasında...

ben senin sırma dereler gibi çağıldayan saçlarına, rüzgarla notaları gömüyorum. amasra' nın yeşil tepeleri kadar yoğun gözlerine her bakışımda, yapraklar döküyorum sözlerimden gözlerime. bir gelişinle, gittiğin beş vakitte; sesinle zihnimde giyindirdiğin imgeleri, sözcüklere batırıyorum için için. 

yetmiyor. hiç bir yüklem, edat, dolaylı tümleç seni taşımıyor / taşıyamıyor.

sanırım yeniden itiraf edeceğim!

limanları eskitiyorum uzaktan. kelimeleri telaffuz edemiyorum dilimde. parmaklarımın titrek ve ürkek hali, her baharda fidanın uterusuna düşen cenin olan sen ile vahdet-i vücud oldu bugünde / seninle. bütün hislerim... tapılanın kimsesizleşmene karşı müdahil olması bile, dizlerini bükmeyecek. emin ol. 

ve yazılmamış önsözü metaforlandıracağız birlikte...

o an, arka sayfanın popülerliğini yitirmesine sebep olacak senin, bu eşsiz nazenin ve öyküsel yapın.  tüm kitaplar ortak dili konuşacak sonunda. ve insanlar farkında olmadan, menekşe gözlerinden süzülecek o ince çizgili mutluluk yaşlarının hazzını anlamdıramayacak. geçmişi derleyen çiçek tozları gibi, duygular/ımız dölleyecek yarını. 
bırak, 
korkma. 
sadece hayal et...

yer çekimine inat, kanat çırpınışlarıyla güneşe kanayacağız...



saçılmamışlığın ve duygusal gizemin eşsiz harikalığı; narkisosu haklı çıkarsada, kelimelerin kul kılıyor, düşlerimi sana...her tebessüm edişinle yüzünde açtığın o esrarengiz biçemle, çölleri bile irkiltmen ile...; hakkari' de bir antalya gibi, sahra çölünde bir yağmur ormanı yaratman gibi. bu bile engellemiyor seni anlatabilmeme... 

ve seni doladıkça umutlara, uzaklaşmak istiyorum sayfalarla. sese sarıldıkça umutla, yetmiyor iki parmak kalınlığındaki dolmalar seni zihnimden kazımaya.

sen...

çizgi ötesinden, en pastel duyguların eskizisin sen. bir annenin çocuğuna verdiği ilk süt kadar temiz ve melaikesin. içinde güneşleri sefer ettiren, gölgelere kabus olan prometheus' un mantık ateşisin sen. yayını terleten ok kadar dik ve sert, köküne eğilmeyen sarmaşık kadar dirençli ve savaşçısın sen. korkma; yıldızlara değecek başın. eteklerinde taşıdığın toprakla, her daim en güzel duygulara gebe kalacağız beraber.

ve artık birlikteyken, son damla korkusuyla buz kesen bitiş yudumu olmayacağız, bu çay fincanı prototipli dünyada

bil ki senden uzakta...

insanların içerisinde, bomboş gözlerle...tıpkı; arsız bir patikanın önüne çekilmiş amansız bir duvar gibi. gardan yolculadığımız veda anındaki son paso treninin sesi arasına karışan hıçkırıklar kadar tiz ve derin bir acı ile çektikçe ağırlaşan zaman... beni rüyalar ve gerçekler arasında gel-gitlerle şizofrenleştiriyor, sesinin ve varlığının gitme korkusuyla. 

bu yüzden göğsümün ortasını yarıpta,
kalbimin kafesinin içerisine
koyduğum yemleri
alır mısın kendine? 

yorgun korkularından 
vazgeçmek için,
benim için.


tema: seni sevmek korkusu






28 Nisan 2011 Perşembe

serçe telaşı

sevgil/im/ 

günün belli saatlerinde seni unutmayı zorlar göz kapaklarım...

...bilmezler ki ardıllarında asılı olan senin imgeni. 
göremezler bendeki seni. 

hapsolmuşluğum, zoruna gider bir çoklarının. 
umrumdamı ki ölümsüz babamız 
ve tüm olimposun götü yağlı tanrıları,
ermişleri, 
kahramanları, 
pornografik heykelleriyle iştahımızı kabartan mitosları? 

iki bedende imgesel tek bir düş'ün bu...

tüm cennet, cehennem bir arada olsun ki 
ve yeminler eyleyeyimki, 
parisli bir kibar kadar narin olmayan, 
yaralanmış ellerimde; 
tırnaklarımın arasında gizlediğim kömür tanecikleri kadar eski, sana olan sevgim. 
her baharda ağaçların dallarını kıran, bedenini gebe bırakan meyveler kadar yoğun v
e yeniyim senin için. 
terkedilmiş yüreğimi bekleyen hislerim gibi 
mor zirvelere açan çiçek kadar esrarengiziz biz. 

önsözü söylenmiş, 
gerisi gelişmekte olan bebemiz bu.

hisset.

sözü susanın kaybettiği olmayalım bir kere daha. 

mayısa özgü emeğin çilesini gömmeyelim toprağa. 

gözyaşlarımızın nemlendirdiği yanaklardan akıp gitmesin zaman. suyu ikiye ayıran salkım yaprağı kadar rahat, ölüm coşkusunu bile bile kelebek olan tırtıl kadar cesaretli olalım beraber. 

pandora' nın kutusunu kundaklıyorum satıhlarda...

an-lam(ı) düşüncelerime gömdüklerimde. yapay örgün gibi saçlarına dolanan gözlerimin içinde barındırıyorum sana olan çiçeklerimi. 

gör, 
bil, 
hisset. 

amasranın eteklerine inerken, tepemizde saklı kırlardaki  üç yapraklı yoncayı bulmak gibiydi benim seni buluşum. 

duy, 
oku, 
anla...

son söz: bendeki imge[n]

örtüsüz görünen betimlemelerle bezenmiş bu satırlar, 
bendeki doldurduğun hayatın 
kardelen çiçekleri gibi 
güçlü ve ateşli. 
ama korkum, 
dolup taşmak, 
taşıp 
kaybetmektir. 
bil.

b(e)klenti: 

çocuğunu asma  beşikte sallayan bir anne kadar şefkatli ( yeditepe )de / onun içi süt dolu biberonu olan ayasofya kadar ilahi bir sevgiyle, bekleyeceğim seni / ki duygularım bakir kalsın diye kapatıyorum kendimi kiliseye ...

serçe telaşıyla kıpırdayan kalbin,
 camına çarpması...


1 Ocak 2011 Cumartesi

çöplükteki boya kalemleri çizimleri...

bir başlangıcı olması gerekiyorsa şöyle başlar hayat söküklerim:

vivaldi hayatını, bir yetimhanede öğretmenlik yaparken, bestelediği parçalar ile insan ruhuna dokunan duyguları, tüm enternasyonelde yaygın kılarak sürüdü. bunda başarılı olmasındaki sebep ise sadece bilinç ve duyguların sentezi parçalarında hakim olduğundandı. bence bu noktada insan yüzbinlerce yıl görmesine, hissetmesine, duyumsamasına karşın kendi ölümüne alışabilmiş olsa hayatı daha iyi yaşayabilecektir..

yaşam sadece kendi sınırlarında yaşayanların hükümdarlığında olduğundan, çekilmez hissediliyor. 

inatla insan bir çocuğun direnişci, asi, savaşcı ruhunu kirletmeden yaşamalıdır. çünkü bizler onlardan bu dünyayı vesayetle aldık. geleceğe yaşanılır bir dünya bırakmak bizim yaptığımız bir şey değil...onların bize bıraktığı bir mirastır. bu kudretli davranışı her bozan toplum gazaba uğrayacaktır.

şimdiki zamana dair tek bir tümel anekdot kediden kopar gelir: 

"...ürpermiyorum yaşam senden. seninle birlikte yaşamaktan. eğer bu kentte becerilen hayallerim, fahişeleştirilen yaşanılmaya başlanmış umutlarım olmasaydı, telefonla sevdiğimin sesini hissetiğimde mutlu olamazdım. ilk golüm. istemek ve boya kalemleriyle hayatı palyaço etmek. başarı tencere hacimli bir yaşam arzusunda olmamakla başlar.kalk."

çöplükteki boya kalemleri çizimleri...

Susmalarına İzin Verme(!)

21 Ağustos 2010 Cumartesi

özlem

her gecenin örtüğü günahkar dünya da iyi bir umut düşlerine düşer. susar ağlarsın. içkin içkin, sesizce haykırırsın. bekler durursun. cümleler tamlamaz onu anlatmaya. en haz alınan yarandır. yalnızlığında mazoşizme dönüşür. susarsın. karanlık düşlerinde, uzaktaki deniz fenerindir. hızla kulaç atarsın ona. yaklaştıkça uzaklaşır. bıkkınlık geldikçe sana doğru yaklaşır. kara gözlü zeytin güzelliğinde olsa da yüreğindeki pırıltıdır umutlarına. yalnızlığına bir kötektir onun hayali. savaşmak onun varlığıyla yaşayabilme sanrısıyla palazlanır. 

gerçek anlam ise onun içindedir. umutlarına mülkiyet açacağı düşünceleridir. seni böyle kuş yüreğine mahkum etmesi sırf bundandır. 

bekle, 

geleceğim. sana daha fazla, seninle dolmuş olarak karşında duracağım. ve kopartacağım bu günahkar yer küreden seni. umutlarımıza, hayallerimize doğru...

eylül özlemim. 


26 Temmuz 2010 Pazartesi

zamansız

bir gün oturduğum yerden kalkıp koşarak uzaktakine doğru, özlemle sarılacağımı düşünemezken; bugün kendimi yalanladım. 

gözlerinin ardındaki temiz dünya'dan, gözlerime gönderdiği tebessümler varlığımı mülkiyetlendiriyor. mutluluk soruların bittiği yerse, ben onun gözleri arkasında sadece dinlendiğimi biliyorum. 

müzik ile onun zihninde kazıdıklarını topralaman. ardından elinde kenetlenen parmakları arasında hapsolman seni mahkum eder. mutluluk iki kişilikli olmaksa, ben onunla dünyanın en mutlu şizofreniyim.

bazen tüm bağlantılarımı içerisinde bulunduğum ortamdan kesmem, seninle hayalimizde yaptığımız zinalardandır.

herşeyin içerisinde, sözcüklerin öbeğinde, hayallerin düş pişimlerinde, gölgelerin zihin labirentlerinde senin imgelerinin olması ise nüfuz ettiğin anlarımla alakalı. 

seni seviyorum.


21 Temmuz 2010 Çarşamba

düşle[!]

...düne, yarına dair amorf bir düşe dair.

düş
-müşüm
düşü
-ne
düştü
-ğü
düşüm
-ün
döşü
ne
...
..
.
ortasında
bir yerde
kovalıyorum seni.
uzaklaştığında
rüzgarlar uğulduyor
döşümün
içerisinde.
berisinde
beynimde
tam tepesinde
imgelerin
volta atıyor.
zihnimde,
tenimde
göğüsümün
tam içerisinde
sen yokken
kursağımda
hayalini
dişliyorum.
düşümün,
düşüne
düştüğü
zaman
diş attığı gibi.
inliyorum
inceden
indikçe
inleyen,
ince
intihar
peşinden
...
..
.
karşıma çıkan
imitasyonlardan kaçıyorum
yalnızlığımda
yastığıma sızlanıyorum
ince bir ağrı
sol tarafımı kaplıyor
içim
bedenin.
bendenin,
bedenim
ben,
senim
ama
düşme
ne olur
düşüme
dişlendikçe
düşüne
diş geçirdikçe
düşümüz
diş diş
batıyor
düşümüze
korku
gitmen
gitmek
gidişlerde
bilinçsizleşmek
...
gayr-ı ihtiyadi
düşünememekten
öyle
yalnızlık
korku
hayal kurmamak
ihanet
düşlemek ise
düşeşe gelmek.
sesteş olmak
düşlemek
uzaklaşmak
düşlemek
yalnızlık
düşe dalmak,
her şey zahiri
bilmek
bilmeye dillenmek
dillendikçe
yazıya düşlemek
düşlendikçe
çağlamak.
kelime
kelime
söz
söz
öbek
öbek
ikilemlerim
düşlerim
duy
beni
düşlüyorum seni
düşlerimde
düşüşlerimde
düş imlerimde
düşle[!]

26 Haziran 2010 Cumartesi

kırık kelimeler

...seni hissederken ağlıyorum,
bu sıcak zaman esintisi değil.
içimizdeki kendimize olan misafirliğimiz.
bir fırtına.
öksüzce esen 
bir tayfun
...
..
.

yerindeki boşluğu dolduramayanların 
kopartılması, götürdükleri...
kızgın bir rüzgar tokatlıyor
madem rüzgar kızgın,
güneşi çekelim aramıza.
dağıtmak gerek
bu basık 
huysuz 
hali.

beklemiyorum artık.
korku parçalamış kütlemi
yarım kalmışlık eksikliğinden
susmak,
es/mek değil.
kelimeleri kıralım doğru yerlerinden
hayallerimizi saplayalım 
üzerlerine
son sigaramızı tüttürdüğümüz ortak ağızla
halkalar yapalım 
mutluluğumuza.
içinden geçsin
semaya dolasın 
bizi..

değil mi ki aşk
benim/senin içinde olan 
ve esen töz
aynı
sen/ben

uzaklardaki başkasıyla
kayanın üzerinden kalkan
albatroslar kadar arzuluyum
sana deniz/
im...
...dinle
dalgaların armonisi
senin-benim 
seremonim.
yeniden
içinden
dinle.

19 Haziran 2010 Cumartesi

yağmur kokulum...

ah! 
düş olmayan bir şey var mıdır gündüzleyin. 
gözlerinde geçmişten gelen bir ışıkla, 
çevresine bakan kişi için? 

edgar alan poe


öpücüklerle hayallerimi uyandırıyorum.

seni barındırıyorlar. ne kadar yumuşak hisler bunlar. pamuk gibi. korkmuyorum yanında. ellerim ellerinde kenetli halde. susup, ağlıyorum. göz yaşlarım emekliyor yanaklarımdan aşağıya. sen parmaklarınla kaldırıyorsun onları yanaklarımdan. dudakların, dudakların dudaklarımla dans ediyor. titriyorum. ilginç bir duygu bu. yazdırıyor bana seni. seyyah ediyor beni, kelimelerde seni arıyorum. tanımlamak için. uğraştıkça, şizofrenleşiyorum. kişiliklerim oluşuyor. bilinçsizce tüm  harflere, tüm dillere, tüm toplumların aşklarına sarılıyorum. seni bulmaya, tanımlamaya çalışmak adına. deliriyorum. suskunum. neden bilmiyorum. 

ama artık değiştim. 

kelimeleri yiyorum, duyguları kokluyorum. bulamıyorum. nasıl bir sentez yapmalıyım. dünyanın en güzel tanımı için. en güzeli, en özeli, hiç yapılmayanı bulmaya çalışıyorum. benciliğimsin. kıskançlığımda faşistleştiğim kölemsin. hayalimdeki obezliğimsin. açlığım, doyumsuzluğumsun. sadece bana aitsin. sadece duygularımdasın. gizlisin. bilmeyeceksin. seni seviyorum. anlıyorum ademi. havva'ya olan duygularla, elma' yı bende yerdim. günah sensen. en günahkar benim baranım*.


ben sana dokunmak istiyorum. 

rüzgara karışmış béhn*'im. kokla. dokun gökyüzüne. yıldızlara bak akşamları. çünkü ben gökyüzünü okşuyorum. elliyorum yıldızları, ayışığında aralıyorum galaksileri. ardından sana doluyorum kayan yıldızlarla. dilek tut. 

ben sanırım sana aşık değilim. 

aşık olmanın çok ötesindeyim. gözlerin tenime izdüşümler gönderdikçe, çenemin bir buçuk karış altında, sol tarafta bir yerlerde; derin bir sarsıntı oluyor. ben seni ölümüne seviyorum. 

neden?

nasıl?
niçin?

yağmur kokulum...

düşüm/sün

baran: yağmur(kürtçe)
béhn: koku(kürtçe)

6 Haziran 2010 Pazar

hisset(!)

mor düğmelerle bezeli hayat,

bir bir iliklediğim
mor düğmelerle,
seni saklıyorum 
tenimin üstünde.
göğüs kafesimin 
hemen altında.
sol yanımda
hisset(!)

içerisinde en taze elmalardan 
yaptığım, elmalı pasta kıvamında 

duygularım var.
sana saklıyorum.
kulağım ardına 
gizlediğim 
çiçeğim, 
papatyam
hisset(!)

kelimelere kanıyorum 
 
oluk oluk,
cümlelere ıslak harfler katıyorum 
sıra sıra
beyaz kağıtlara ilikliyorum
dizin dizin
seni
hisset(!)

...duymadıkların 

dilimde 
palazlanıyor, 
gözlerime batıyor.
korku sadece 
hissedemediklerin.
benim sana öykünmem
hissettiklerimi
anlatamamam
sadece
hisset(!)

ve...
dinle...
 
ben senin bıraktığının 
çok ilerisindeyim. 
gerisinde bıraktıklarımın 
çok üstesindeyim. 
ara, 
lanet. 
özlem 
acı. 
hisset(!)
lanet bir acı olsa da bu öykünme. 
imgelerimde hisset beni. 

yaz,
çiz,
karala,
ve 
tek bir geçişte 
sil beni 
ufacık bir şüphen varsa benden. 
kundakla beni hayallerinde. 
yoksa sadece 
hisset(!)

güven...
geleceğim umutla 
etrafını sardığım çiçeklerle,
serçelerin kanatlarına yüklediğim 
biz imleriyle.
başına yüreğimden topladığım papatyalardan
taç yapacağım. 
göz yaşlarını parmak uçlarımda toplayıp, 
dudaklarıma dolayacağım. 
benim susuzluğum
sadece:
emin ol ve güven
dinle ve inan

sen sadece hisset(!)