14 Eylül 2008 Pazar

Göz(LEM)ler

Gerçeklerini didikle)rsen.
Özgürlüğünü sorgularsın.
Zoraki yaşıyorsan,
Latent bir kişilik olduğumu düşünüyorsan,
Evrelerimi tamamlayamadıysan,
Rengahenk bir hayat istiyorsan,
İnanmaya çalıştırıldıklarınsan.
Menisine aşık birinin sahteliğinde kaybolursun, ben bu olamam.

ANLA / MIYOR.

yalın-ca sızı,
hakaret dol)
umlu bir edim.
BÜYÜK
FIRTINALAR
S
U
S
K
U

İLE
D
OLU
Y
O
R...

11 Eylül 2008 Perşembe

Şiddetle Sansür Devam...

Sansür hayatımızın her anında hüküm sürmeye başladı. Sanal alemde her alana yayılan sansür fırtınası bu seferde İmeem Müzik Sosyal Ağı' nı vurdu.

Fazla söze gerek yok:

Şiddetle Sansür Devam...

Kırmızı Ölüm

....kırmızı bir ölümü istedim ben. Kimseye açıklama yapmadan anlaşılabilmek için.


Bazen çok bunalırsınız. Hayatın parmaklıkları arasında onun soğuk demirlerine yasladığınız yüzünüz, üşümeye başlar. Soğuyan teninize düşen titreme ile, birden sıkılıverirsiniz. Damarlarını parçalayıp, bahçevan gibi kendinizi biçmek istersiniz. Ölümün kokusu bu düzeyde menekşe kokusu gibidir. Uzaktan çok hoş görünür ama yaklaştıkça ürpertir. Titremede bıçağın yüzünü, bileğinize çevirip ağzını açması ile cesaretinizin gitmesi ile gerçekleşir. Tıpkı tektonik hareketler gibi.

...işte bu zamanlarda, bütün vucudunuzu sarar ölüm korkusu ile titreme bu zamanlarda.

Anlamsızca ve neler oluyor dersiniz değil mi?

Bu düşünceler absürd ve deliliğin göstergesi siz ve önyargılarınızca.

İşte bu zamanları yoğunlukta yaşadığım bir dönemdeyim, ayırdımlarımı nereden yapmam gerektiğini artık bilemiyorum. Çokça karışımlı bir hayatım yok aslında. Ama insanlar baktıkları gibi görmeyi yeğliyorlar. Onlara göre bu doğru. Çünkü zordur karşındaki gibi bakmak, olaylara yamuk bakmak, iç içe girmiş griftleşmiş olarak bakmak. Neden mi. Belli. Düşünmemek, irdelemekten yada bencil olmaktan kaynaklanıyor. Düzenin getirdiği yalanların yaşanmasını kabullenen toplumlar, dişlileri gayet iyi bir şekilde belirli bir ivme ile hareket eden sistemleri değiştirmekten kaçınırlar. Yalan ile gerçeğin farkına varamaz ve gerçeklere yalanları ört bas ederler.

Neden mi?

Yorumum şudur: Kanunları ile genellemeler yapan Roma' lılar aslında kendi konsüllerine ihtiyadi bir sınırlama getirmişlerdir. Yönettikleri toplumun çıkarlarını korumak, onları belirli sınırlamaların çemberine dahil ederek yaşamlarını idame etmelerini sağlamak için, yazdıkları kurallar bütünüyle bir sıradanlaşmayı başlattılar. Halk düşünmekten, düşüncelerinin gerçekliğini, irdelemekten uzaklaştı. Toplumsal sözleşmler ile bütüne dayalı bireysel özgürlüklerin engellenmesine karşı bir duruş gerçekleştiremez halde, bitkisel bir hayatı sürmeye başladı. bu noktadan sonra sınıfsal farklar oluştu, toplum katman katman oldu. İçerisinde bulunduklarınızdan kurtulma adına tepkisiz kaldı.- pardon göz açıp yumma eylemi hariç-Ve bu düzeye erişildiğinde sıradanlaşma kendisini göstermeye başladı.

Nasıl mı. Örneğin;

...kişinin yanlış düşüncesini, kendisinin düzeltememesi gibi.

(...)

...takriben bu olaylar zaman dilimleri içerisinde birçok kişinin başında tahakküm kurmakta. Ve onun gelişmeye kapanmasına sebebiyet vermekte. İşte bu yüzdendir. Kırmızı bir ölümün kıyısında kulaç atıyorum. Parmaklarımı nemlendiriyor, umutsuz bir bekleyişe girdim. Acaba kim senin için sorgusuzca değişebilir. Eğer değişimsizlik bu fedakarsızlıkta benimde payım varsa kırmızının içerisinde, gözümde göz yaşlarımla boğularak ölümü solim.

İşte ben bu böyleyse bunu istiyorum. Kırmızı bir ölüm içerisinde gül yaraları ile, göz yaşında boğulmak.

...belki ruh cünüplükleri böyle giderilir.

LiberterKedi

10 Eylül 2008 Çarşamba

İşaretle(dik)


Toplumun en büyük sorunu korkularından dolayı kaçtığı gerçekleridir.

Sürrealizm; aslında bir çoğumuzun kafasında başka yargıların uyanması ile görüntülerini çizemediklerimizi ayrı bir forma sokarak daha da anlamsızlaştırmaktır mı?

Tabi ki değil.

...sanat asla toplumun en büyük korkularına kaynaklık etmemiştir. Kültürel düzeyi yüksek toplumlarda yazma, okuma, araştırma kabiliyetine yüksek bireyler her daim toplumu aydınlatmıştır. Buna en iyi örenk bugünkü sanal ortamda tutulan günlüklerdir. Örneğin bunların bir kaçı:

Kara Kedinin Günlüğü, Aydan Atlayan Kedi, Duru Görür.

...bunlar toplumun bir bireyi olduğunun farkında olan kişilerin zaman zaman içerisinde bulunduğu ortamdan çıkarımlarının, analiz edilmesi sonrasında, günlüklerine kelimeler, metaforlar, söz edimleri ile sessiz ve kelime bağırmaları ile ifadelerini belirtmişlerdir. Kültürlülük bu noktadan sonra devreye giriyor.

...edebiyat ve sanat ayırdımı yapılamadan birleşme köprüleri, hayatımızda yaşadıklarımızdan elde ettiklerimiz ile sonuçlarını gün ışığına çıkarıyor yazılarda. Bu kişiler ayrı forma soksa da kimilerine göre yazılarını. S.Dali' nin zaman kavramını anlatıyorlar aslında. Farkında olmadan. Eğilimli, bükümlü zaman.
Zaman baktığınız gibi ilerlemez, gördüğünüz gibi akar....

Yani göreceli değişimler genele yorumlandıkça başarısızlığı getirecektir. Oyüzden insan bildikleri ile değil, bilmediklerinin oluşturduğu kaos ortamında doğruyu araştırmalıdır. Herşey akar bir hal almıştır. Hiç birşey durduğu yerden değişmeden, etkilenemeden yani kısacası belli kriterlere göre hep aynı kalamaz. Gerçek dünyanın tepsi gibi olduğuyken bugün dünya'nın nasıl olduğunu biliyoruz. Ve bunların dahası bilimle değiştirilecektir. Yeter ki sapkın, tutkun, değişime kapalı olmayalım.

Hiç birşey olduğu gibi kalmaz....

LiberterKedi

9 Eylül 2008 Salı

Aşk De(neme)si


Yağmurdan sonra gelen damlalar,
gökyüzünden seni
fısıldardı toprağa.
Toprağın kulağına
eğilip, aşkımızı
anlatırdı
usulca.

İçimden serile serile
kokarda
gelirdi.
Göz yaşlarım(lan)
nemlen
-dir
diğim
sözler
i
m...

Usulca bekleyip,
haylazca sabırsızlanırdım.
Seni göreceğim
o günü
düş(ü)n
dükçe
kaybolu
ver
dim
.
.
.

Ansızın dudak dudağa,
dilini dilime dolamamla
kayboldum.
Nefesimin buğusunda,
camın koyusunda iken.
İşte bu zaman(larda
seni çizdim
imgelerimin,
metaforlarımın,
teşbihlerimin
içeri
sin
d
e
.

Tıpkı: Yağmurdan sonra gelen,
damlaların toprağın kulağına
seni fısıldadığı
gibi.
Sence
yapa

bilecek
mi
y
i

m

.
.

.

LiberterKedi

İnsanlığa Dair(Yeryüzü Ayetleri)


Ayın sarayında yaşayan
şişman adamın,
daha da
şişinme
mesin
-e bağlı
ol
ara
k
.
.

Tahakkümü içeriden yıkmak...
-6-

Güç ilişkilerinizi toplumun geneline egemen kılıp, herkesin eşit olması için tahakkümü kabul edin. Sözleşmelerinizi bu yönde gerçekleştirerek özgürlüğü getirin. Aksi taktirde bireyci güç egemenliklerinin sonuna, kibrit suyu dökülüp yakılacaktır tarafımızdan.

Şenlikli bir toplumun kuruluşunda, en önemli unsurlar; kültür&sanat, düşünce ve tefekkür, inandığının toplumun yararına gerçekleştirme uğraşısı içerisinde, bunların gerçekleşmesinin imkansızlaştırılması...statik bir hal almasına karşı olarak, savaşmayı size olağan gösteriyoruz.

Toplumda egemen kılınması gereken olgular açgözlülük, çıkar, rant sağlama, aldırış etmeme, özel yaşamın dejeneresi, bireysel özgürlüklerin kısıtlanarak toplumsal gelişmenin önüne engel konulması gerçekleşse de. Unutmayın ki yaşam devinimsel bir mekanizmadır. Okumak, araştırmak, düşünmek, irdelemek, fütürist bir yaklaşımla, mantıklı bir kaç adımla hayatlarınızı bu bedbah durumdan sıyırabilirisiniz...Bunu gerçekleştirdiğiniz takdirde:

Otoriter/totaliter/hükümcü toplumsal tasavvurlar reddedilerek; "zor"a değil, kendini sürekli sorgulayan, yeni bir "etik" anlayışına dayanan "gönüllü birliktelikler" savunulacaktır. Tahakküm bu yolla, kılıfındaki anlamından(sıradanlaşmış, güç tutkunu hazzından) sıyrılacaktır. Ve hayatın tinsel doyumundaki eksikliklerinide gidererek, rasyonalist manifestosunu duyuracaktır evrensel bir eksende...

Yeryüzü Ayetleri - Parşömen 2 (Paraf 2) -

LiberterKedi

8 Eylül 2008 Pazartesi

Yeryüzü Ayetleri


-1-

Sizler bu dünyayı bu hale getirdiniz. Kurtarmak için düşünmek yeterliyken, savaşlara göz yumdunuz. Bu yüzden insan yaptıklarını çekecektir.

-2-

Siz düşünce ve tefekküre karşı olanların göremeyecekleri tek olgu "Özgür Ol/abilmek"tir.

-3-

Yazının egemenliğini kitabın diktatörlüğü kısıtlasada. Düşüncenin; karşıt ve kural tanımazlığının önüne, sayfalar, kapaklar, satırlar engel olamayacaktır.

-4-

Medeniyetin ilk şartı adalettir. - Sigmund Freud

...bu yüzden eşitlikçi, özgürlükçü ve dürüst olun. Sıyrılın beklentilerinizden ve bir başkasının sırtından yükselme güdülerinizden. Bu sizi hayvan olmaktan arındıracaktır.

-5-

Okuyun, araştırın, sorun, sorgulayın ve sadece unutmamak için yavaş hareket edin, toplumsal özgürlük için hızlanın. Savaşların önüne, sömürünün üzerine, tahakkümün dibini ancak böyle kurutup, yok edebileceksiniz.

(Yeryüzü Ayetleri [Sahife 1])

Not: Bunlar tümce şeklinde, kişisel fikir sözleridir.

LiberterKedi

7 Eylül 2008 Pazar

Biri-kim-lilik

o
kadar
çok yanan
hayal var ki
kuyularında efil
efil esen özlem kokusu,
kuş ötüşlerinde doğaya dolduruyor seni.
yüreğime kazıyıp, hayallerimde biriktiriyor seni.

...son durağına gelmiş bir sevgisiziliğin, ilk isteğinin son kez gerçekleşmesi. Tanrıyı ağlatan bu sevdanın hayalimsi bir hatıra gibi olması.

Acı.

Nehirlerin yataklarına serilip,
kıvrıla kıvrıla
akarak
sana
beni getirmesi.
Çarptığım kıyılarda, taşlarda
sana gecikmem ile.
Sana karşı olan
özlemimi
daha da
biriktiriyor
sevgili
biliyor
mu
s
u
n
.
.
.

...sakin ve ürkeklikle kaybolduğum, imgelerimde, dizelerimde, teşbihlerimde kelime kelime bana kokuyorsun. Buram buram söz öbeklerimde dolanıyorsun dilime.

Dudaklarım seni dışarı çıkarmadan, kendine kapardı gizli köşelerinde bencilce. Beynim seni rüyalarıma savurarak, tanımadığım tenine karıştırırdı bu ahir zamanlarda. Bundan sonraları ise;


...ben elma şekerine,
iki elle sarılmış
bir çocuk gibi.
Dalında yeni
filizlenmiş
bir gülün
kokusunu
içine
çeker
gibi,
birikti
rir
dim

(im)
de
se
ni
..
.

LiberterKedi

6 Eylül 2008 Cumartesi

Arafta Kalmış Ölü

Arafta kalmış ölü..
ses bir
yana

geç

.
.

.



"Satırlar arasında öldürmek istediğim
çok sefer oldu yaşamımda
kendimi.
"

Hayatımda neden bu kadar kendimi gizledim / saklayarak herşeyimi, yoluma devam ettim, bilmiyorum. Hep özlem vardı, ama özlem kimindi, kim buna layıktı bu tartışmalıydı. Bunun kaosu hep beni fırtınalara itti. Sandalım defalarca alabora oldu. Bencildim, hep kendim vardım bu anlarda, tek başıma, kimsesizce.

Kimseyi bilerek götürmedim, götüremedim. Denizlerin üzerinden süzülen dalgalar, kayığımı tutsa da, beni içlerine çekmeye çalışsada, posseidon mızrağı ile hep kustu beni kıyıya. Acı çeksemde hep, ebedi bir son dalış için bi gün posseidonu yeneceğim. Elindeki mızrağını kalbime saplayıp, içimdeki bu dipsiz kuyuyu akıtacağım içine denizin.

...elimden bıraktığım o kadar sayfa var ki. Nerelere dağılmışta, haberim yokmuş. Bu anlarımı dile getirdikçe farkına varıyorum. Ölümün bu kadar istenmesi bir akıl hastası için bile anormal bir durumken, nereden doğuyor böyle anlamıyorum. Toparlayamamak, boşlukları dolduramamak, yardıma açık, yardım etmeye kapalı bu testileri ne ile doldurcaz. Tam bir kaos!

Monologlarımın karmaşıklığı bazen dışardan tuz gibi katı, limon gibi ekşimsi bir tat ile, kekremsi bir hal almış gidiyor. Beni mahoş bir havaya soksada ben artık yitirilmiş bir gökyüzünde, yerinden kaydırılması için zamanını bekleyen sönmüş bir yıldızım. Hiç bir zaman bitiremeyeceğim gizlerimde, isli bir sesizlikle, gözyaşalrımda yanmaya, dilimde ölmeye hazır bir diyoloğa hazırlanıyorum tanrı ile.

Yokum artık bitiremediğim safsataların öbeklerinde...

Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı(Paraf 3)

LiberterKedi

3 Eylül 2008 Çarşamba

Soytarı

Çember içerisinde mutlu ve genişlemeye karşı yapımız ile gelişmeye kapanmışız. Sebebi nedir sizce.

En iyi ardıl cevap ise:

Tüm sınırlamalar kişiyi mutlu kılar. Görme, etki ve temas alanımız ne denli dar ise o denli mutlu oluruz; ne denli geniş ise o denli sıklıkta kendimizi azap içinde ya da ürkütülmüş duyumsarız. Çünkü bu alanla birlikte kaygılar, istekler, ürkünç şeyler de çoğalır ve büyür.

Schopenhauer


...budur sanırım bu yargıya verilecek en güzel cevap.

...dünya panayırında yer alan diş kovuklarını dolduran şaklaban, soytarılarız biz. Tanrının çobanı, ruhların sahibi, sürekli yinelenen hiyerarşi aşığı güç düşkünü soba camındaki is)-i-(z biz. Yanmadıkça hiç bir yere yayılamayız bu korkularımızla.

Farkında değiliz.

...karanlık bir sevişme ise bu yanlış tutku, acın ile taçlanınca umarım uyanırsın bu soytarılıktan. Sıyrılda dal cehennemlerine dünyanın. Açlık, kokru, savaşlar arasında ölümün kokusunu tenine dolada gör bakalım ne kadar komik. Çomağını soktuğun yerlerin düzenini bozduğunda, çokça neşter fikir bedenlerini ameliyat edecek. Direm direm azalıp yok olduğunda.

-Sen kralsın arzunun kamçısını fikirlerinin önünde tutabildiğin için diyecekler.

...işte bu doğrultudan sıyrıl. Sıyrıl ki zehirli mantarların inceleştirilmiş parçalarının verdiği o halüsünojik etkilerin uyuşukluğundan uyan.

Ve artık soytarı olma, onların sofrasında!


2 Eylül 2008 Salı

Absürd Rüya

Absürtleşmiş bir rüya bu.
Uğurlu mu, uğursuz mu
belli bile değil ki.
Uyanmak için
kaç kere azrail
yoklamalı,
kaç gece
besmele
çekip yatmalı.
Yoksa düş pişiminde
bir diş çekimi mi
bilmi
yor
um
.
.
.

Rüya...

Yıldızların arkasına savrulmuş, gökyüzünde bir o yana bir bu yana kayan güneşim nerdesin?

...adresi belli olmayan sokaklarda gölgen olmuş arıyorum seni usul usul. Taşların üzerinde süzülen ince bir sızı bu ayrılık vakitleri. Sur diplerinde tüttürülen cigaralar bile unutturamaz seni. Çünkü yağmur olmuş tenime kazınmış gözlerin. Belki de beklemenin verdiği bu dayanılmaz acı bende öbek öbek işlenmiş olan sevigini tanımlandırıyor bana, bilmediğim halet-i ruhiyeni imgeliyor yokluğunda ne dersin?

Perde aralığından sabahın ilk ışıkları ile içime akarsın, tıpkı geceleri perdenin aralığından ay ile aktığın gibi.

Battaniyeme dolarım her sabah ve her gece senin düş imlerini. Bir daha penceremden akıp gitmemen için. Uyuşuk ellerimi yastığımda gezdirir, kollarımı kenetlerim üzerinde. Ve öpücükler koklatırım hayallerine, imgeler vururum tanımlayamadığım bedenine, ardına kalbimi savurarak sürüklenirim peşin sıra. Tıpkı eski düğün arabaları arkasına takılan tenekeler gibi...

Teneke...

Teneke yüreğim
eline geldiğinde,
hayallerinde naylonlaşmış
umutlarım vardı
söz öbeklerimde.

Yüreğimin kenarına
dökülen mum damlaları,
gözlerimin ardındaki
özlemi kaplayamaz
unutma.

Ben seni benim
tanımlayamadığım
gizlerimde saklıyorum.
Ben seni dilimin
içerisinde söz
köklerinde kokluyorum.
Ben sadece senin
benimle olduğun vakitleri
özlü
yor
u
m
.
.
.

Uyanacak mıyım bu absürd rüyadan sence!

LiberterKedi

Sessiz Haykırışlar - Perde 1 -

Dillendirmek istediklerimizi, genelde resimlerle ifade edeceğiz bu dizinimizde.














Resimlerin sahiplerini tam isimlerini bulamadığım için yayınlayamıyorum. Bu durum için özür dilerim...

1 Eylül 2008 Pazartesi

Protesto

Bu tipte egemen olduğumuz dünya' nın yaşanmaz hale gelmemesi adına bu afişte dillendirilmek istenen baskı, şiddet, zulüm, fiziksel darbelere ve egosunu tatmin etmek isteyen her ezik aşağılık hem cinslerimi protesto ediyorum.

Ve unutmayın:

Kelebek beyinliler; kavga ile şiddetle yönetir kendini, etrafındakileri. Çizgisiz defterlere benzeyen beyinlerinde hiçbirşey bir yerde duramaz. Çünkü günlük yaşarlar. Bu yüzden şiddete maruz kalan kadınlarımıza şiddet, baskı, zorla kabullendirme sürekli hüküm sürmeyecektir. Bu kelebek beyinlerin, anlık yaşayabilecek baskılı boş düşüncelerinin ölmeye mahkum oluşundan dolayı...



31 Ağustos 2008 Pazar

Geleceğine Tokat Atan Hümanite

Geleceğine tokat atan kadın...

Uzunca bir zaman camımın kenarına yanağımı yaslayıp düşünürken, birden bu kafamda şimşeklendi. Şiddet ne ise, insanlıkta bağımlı bir hal almış. İlişkilerde kimi zaman anlık sinirlenmeler ile, aşırı strese bağlı olarak karşısındakine uygulanan fiziksel darbeler sonucu kopma ve parçalanmalar gerçekleşiyor sıklıkla günümüzde. Bu sistemin getirdiği stres ve bunalımın toplum içerisine sindirdiği travmadır ve çok kötü.

Stres unsuru insanın beyini ile omurilik soğanı arasındaki uzaklık farkı ne kadar iyi olursa olsun, etkisiz kalabiliyor. Yani insanı düşünme yetisini kaybetmesine sebebiyet verebiliyor. Zekasını yeterince işletemiyor. Analiz etme becerisinden yoksun kalıyor, düşünemeyerek ileriye dönük hareket edemiyor ve toplum bu yüzden yoksunlaşıyor. Ve şiddetin artması ile bir genelleşme ile bireyin hırsı, kini, siniri ve duyguları git gide başka bir forma bürünerek, insalık kabını kurutuyor. Toplumun bu dinamik etkileşimi parçalanmaya ve dejenereleşmeye gidiyor.

Dejenereleşme ve getirisi asimile edilmiş çekirdek yapı...

Bir gerçek vardır ki bir toplumun en derinine inmek isterseniz çekirdek yapısını izleyin. Bu genellemeler aslında yapılacak en doğru genellemelerdir belki de. Bunun sebebi çekirdek oluşumlar aslında kendi öz kaynakları içerir. Oluşum evrelerini, ileride büyüyecek bir olayın belirtilerini ve dahasını gösteren önemli birer başvuru kaynağıdır bu çekirdek yapı. Dejenereleşme bu yapılar için ekonomik unsurların etkisi ile gerçekleşir. Sınıfsal farklar ile çekirdek yapı bölünür ve toplum bir bütün olarak incelenemez. Toplumu bir bütün olarak düşünmek tabi ki sağlıklı bir yol değildir. Ama teolojiye çok bağlı toplumlar her zaman tek bir noktada itiraz haklarını damaklarında kitlemeye göz yumarlar. Bu yüzden bunun siyasal getirisinden yararlanan keneler çekirdek yapıyı bir bütün gibi gösterip, çekirdek içine aynı kutuplaşmaların olmasını tercih ederek herkesin birbirini itmesini arzular. Bunun içinde değişim ve gelişimi engellerler, farklılıkları engelleyerek. Bu dejenereleşmeyi doğurur, ve kalıcı bir doğum yarası gibi bireyin bünyesine, daha doğduğu günden itibaren sanki bir bilgisayarmış gibi programlanarak yüklenir. Böylelikle dejenere kalıcı bir olgu olur toplumda. Bunun gibi olgulara bağlı olarak çekirdek yapı yıkılır, tek merkezci, dogma bir yapıya dayalı, düşünmeye, irdelemeye, özgün fikirlerin doğmasına engel bir hal ortaya çıkar ve ortada çekirdek bir yapı kalmaz. Kalan tek şey ise;

Tamamlanamayan, üretilemeyen, hayata geçirilemeyen, özgünlükten özgürlükten uzak bir iskelet üzerine giydirilen bir kılıftır.

Kabul gören olgular ise bireyler arası kin, nefret, şiddet, baskı, zulüm, savaş, asosyallik, popülizm yapma, bağımlılık, kopuk yaşamlar, parçalanan kısa süreli aile yaşamları ve birey ilişkileri gibi bir çok argümanı bol olguyu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak buna göz yuman insanlık geleceğine tokat atmıyor mu sizce....

Zeitgeist(Zamanın Ruhu)

Öncelikle bir uyarı ile başlayalım bu filmi izlemeye başlarken gözlüklerinizi çıkarın, tebiki dünyaya ön yargı ile bakıyorsanız!

Zeitgeist: Zamanın Ruhu anlamındadır bu kelime. Film bu felsefeden yola çıkarak günümüzü ve geçmişimizi irdelememize olanak sağlıyor. Tercihi bize kalmış.

İlk kez 2007 yılı Haziran ayında Google Video' da yayınlandı. Yayınlanır yayınlanmaz günde 70 bin, ayda yaklaşık 2 Milyon izleyenle internet tarihinin en çok izlenen ve toplamda dünyanın en çok indirilen filmi oldu. Fakat bundan birçok kimsenin haberi olmadı. 15 Mart 2008' de dünya genelinde gösterim günü ilan edildi ve 1800 noktada özel gösterimler düzenlendi. Aynı gün Türkiye' de Boğaziçi Üniversitesi' nde ve Atlas Pasajı Nefes Cafe' de gösterildi. IMDB' de 8.7 puan aldı. Oylamaya katılan 3,877 kişiden 2,450’i filme 10 tam puan verdi.

Filmin içeriği dünya genelinde çok büyük tartışmalar yarattı. Hatta Zeitgeist' e karşı Hıristiyan çevreler iki alternatif film bile yayınladı. Bütün bu tartışmalara rağmen büyük yayın kuruluşları filmin adını ağızlarına dahi almadı. Bütün sansasyonel etkisini bağımsız internet siteleriyle sağladı.


Korkularımızla yüzleşmemek adına "Komplo Teorisi" kelimesine dört elle sarılır olduk. Özellikle dönemimizde öyle insanlık dışı olaylarla karşılaşıyoruz ki bunların kökenini araştırmak, hatta düşünmek bile bizleri korkutuyor. Mesela "İnsan Hakları". Batı medeniyeti merkezli olduğuna inandığımız bu kavramın tam da Batı Dünyası tarafından ayaklar altına alınması hayata karşı güvensizliğimizi zirvelere taşıyor. Toplu mezarlar, petrol için öldürülen bebekler, işkencenin ABD tarafından standartlarının belirlenmeye çalışılması bizlerin insani kriterlerini de bulanıklaştırıyor. Bütün bu saydıklarımız değerlerimizi kazandığımız geçmişimize götürüyor. Bize söylenenler, öğretilenler yalan olmalı ki bu insani kriterleri yaratanlar kendileri her türlü değeri alaşağı ediyor.


Zeitgeist filmini seyredenler bu sorgulamayı daha yıkıcı yaşayacak. Ya uyanacak, ya olanlara şaşırmaya devam edecek. Film din, para, ve korku üçgeni içerisinde kıstırılan toplumların nasıl yönlendirildiğini ve büyük planın tekno - totaliter bir Dünya Devleti kurmak olduğunu ileri sürüyor .Zietgeist' de artık koplo teorisi sınıfından çıkmış ve herkesce doğru kabul edilen 11 Eylül Saldırılarının bizzat Amerika tarafından düzenlendiğini, kredi sistemini, savaş ekonomisini, merkez bankası ve Federal Reserve tarafından nasıl köle bir toplum yaratıldığını anlatıyor.




Anlatırken sizin insanlıktan miğdenizin bulunmasına sebep oluyor. Kendinizi ve yaşamınızı sorgulamanızı, olayların zihninizde daha da netleşmesine sebep olan bir film. Ama başta önemli bir uyarı diyerek dillendirdiğimiz gibi.

Bu bildiğiniz belgesellerden değil!

Bu bildiğiniz bir film değil. Bu gerçek zamanın ruhunun gösteriişi. Bu yüzden bu filmi izlerken önyargı gözlüklerine sahipseniz çıkarıp izleyin.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Perde[Ay'dan Sarkıttım İlmeği Boynuma]

...ölç direncimi,
hayalsiz ne kadar
yaşaya
bili
-
y
o
r
-
um...

tut yüreğimi
ve nüfuz ettir
dil(im)lenmiş
ruhunada,
gör
beni.

Ve unutma
sen göz yaşlarımın
altında kararan
gümüşüm,
yüreğimde hep
parlayacaksın
mesafen
artsa
da.

Son olarak
kulağında titreyen
ben olmazsam,
yüreğine eğil
ve
dinle
beni:

Göz yaşımda gizli,
biçimsiz çevremi derlerken,
iplerimi aya bağlarım,
ilmeği boynuma geçirir
atlarım geceleyin rüyalarıma,
sadece
seninle
olabilmek
için
bil
i
yor
mu
s
u
n...

Sonu
bitmemiş senfonin
sonlanmamış
perdesi
üzerindeki
toz...

Çok acıtıyor
bu
yok)
sun
luk...

Popülerlik

Popülerlik: En kötü hastalıktır günümüzde, ve çağın en hızlı ilerleyen salgın hastalık vakasıdır popülerlik. İnsanı çok farklı noktalara taşıyabiliyor. İnsanı kimi zaman ne olduğunu unutturan bir yapısı var. Beğenilme ve anlaşılabilme teslimiyeti ile insan kendini geliştiremez bir birey haline geliyor. Sadelikten uzak herşeyi bu olgular etrafında yükselten birey, bir vampir halinde kaygılı bir halde yeni bir işe atılırken dişini tırnaklarını kemirerek kişiliğini kaybetmeye kadar gidiyor. Buna en iyi örnek temel ise- popülerlik kaygısıdır - .

Bu kaygıyı ne kadar yüceltirseniz hayatınızda, o kadar gelişim ve değişim devininiminden uzaklaşırsınız.

Kısacası kaygıları olan insanlar genelleme olarak değil ama, bir çoğu hayatlarında başarıyı elde edemeyip, ettiklerinde de onu koruyamayan bir birey olurlar. Ya da yaşamı bir soba olarak görürseniz, bu kişiler bu sobanın camında ki hayat is-idir.

Düzeltildi:Bazı hatalardan dolayı...


Türkiye'nin Kalbi Ankara (Zaman'ın yasaklanmış belgeseli)

1934 Sovyet Yapımı olan bu belgesel zamanında TRT' in özerk olduğu yıllarda yapılan baskın ile yayından kaldırılıp yasaklanmıştır. İçinde enternasyonal marşının söylendiği bir bölüm olduğu için zamanında Ülkemiz'de yasaklanmış bir belgesel. Yönetmenleri; Sergey Yutkoviç ve Lev Oskaroviç Arnstam olup, 1934 tarihinde çekilmiştir bu belgesel. Söylenene göre M.K.Atatürk istemiş yapılmasını.

Son zamanlarda birden arşivlerden çıkarılan bu belgesel hakkında daha fazla bilgiye burdan ve burdaki linklerden ulaşabilirsiniz.


Yaşayan bir kütüphane insan...


Yaşayan bir kütüphane insan...

Yaşadıklarınızın izdüşümlerini gözden geçirin ve ufak karalama kağıtlarına yazın. Sizce yaşam nedir.
  • Mutluluğunuzu paylaşabilecek kadar fedakar mısınız?
  • Yemeğinizi çok aç olsanız bile, karşınızdakine ikram edebilecek kadar nazik misiniz?
  • Acınızı anlatabilecek kadar cesurmusunuz?
  • Korkularınızı yenebilecek kadar üzerlerine gitmeyi göze alabilir misiniz?

Yoksa siz iş yaparken sadece belirli kurallara istinaden mi, eylemlerinizi gerçekleştiriyorsunuz. Bırakın birşeylerin gerçekleştiğinde ardıllarını. En güzel olanı hiç girftleşmemek. Sadece ne iseniz o sunuzdur. İnanmaya çalıştıklarınız sizi yanılgılara düşürebilir. Kitapların olduğu gibi, görünen derin raflara konulduklarında, toz tutsalar da seneler sonra yerlerinden çıkarıldıklarında zamanlarına hizmet edebilirler. İşte bu yüzdendir ki bizlerde olan bu paylaşımsızlık, karşılık güdüsü olmadan yapılmayan ikramların, derdini anlatamama, üzerine gitmeme yani mücadelesizlik yüzündendir ki bizler birer kütüphaneyiz.

Kütüphane: İçerisinde bulunan rafların oluşturduğu parmaklıkları ile hüküm sürer kitaplar için.

Sonuç olarak bizler aslında kütüphaneyiz. Bu tanımlama günümüzde kitap ve kütüphanelere yüklediğimiz tanımlamalara bağlı olarak söylemlenmiştir bu yazıda!

Bitirilmek istenmese de bu yazıda söylemler, dinleme körlüğüne bağlı olarak, okuduklarımızı irdelemekten korktuğumuz için, yaşadıklarımızı bile bu kütüphanelere benzeyen zihin kütüphanesi olan bilinç altında muhafaza ediyoruz. Bu yüzdendir ki bizler yaşadıklarımızı bilinç ve bilinç altımıza tıkarak birer parmaklığız yaşamımızda. Okuduklarımızın anlatmaya çalıştıklarını göz ardı edererek toz tutmalarına göz yumarakta birer kütüphane ve rafıyız.

Ve en acısı kabul etmesekte bizler kaba tabirle bencil götümüzün korkusundan, bu dünyayı yaşanmaz hale getirdik yarınlarımız için bugüne baktığımızda...

Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı - 3 -


29 Ağustos 2008 Cuma

Bağımlılık

Bağımlılık; iradenin düşünememe adına, yönetene karşı kayıtsız şartsız teslimiyetidir.

Wanted!


Dünyayı istiyoruz! Hemen şimdi istiyoruz. Onların silahları var. Biz ise daha kalabalığız. [ James D. Morrison]

28 Ağustos 2008 Perşembe

Savaşlara Hayır De!

Parşömenimin kenarını katladım yakıyorum...

Geceye düşen bir korku var havada. Herkes evine çekilmiş kapısını kilitleyerek birbirne gitmez olmuş. O eski sosyal alış-verişler yok olmaya başlamış. Tek mantık ise:
Bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın.
...eğer bir kafes olarak düşünürseniz bu dünyayı. Ve siz o kafes bir civciv iseniz. O yılan bir gün gelip sizide yemez mi diğerlerini yediği gibi?

Sorumsuzca bir davranış bu tepki-sizlik. Yoksullaşan insanlık git gide benliğinden oluyor. Savaşlara hayır diyemeyenlere acıyorum;

-acaba bir gün yılan sizi de yemeye geldiğinde ne diyeceksiniz.

İşte bu yüzden kağıdıma dökülen akrepler elimi soksa da, yazdıklarıma binayen. Tek söylemim:

Savaşlara Hayır De!

Sukut altın ise, yanlışa hayır demek paha biçilemez bişeydir. Yalnızca bir kemik yığını isen, çevrende olan biten bu katliamlar seni ilgilendirmiyorsa sende bir civcivsin. Büyüdüğünde unutma ki sende kesilip sofralarda diş kovuklarını dolduracaksın!

Savaşlara Hayır De!

Geleceklerini ödünç aldığımız çocuklarımız için diren. Silahları kaldırıp yak, kır, parçala. Engelle bu bloklaşma şeklinde olan savaşları. Yapabilirsin. Ya bu uğurda ilerleyen kanatlı bir kuş ol, ya da anüsten öğütülmüş olarak başkalarının miğdelerini doldurmak üzere basit bir civciv ol. Barış özgürlüğünde, özgürlük sende, sen yaşamında, yaşamın zihninde şekillenmeye mevcut. Ellerindeki yaşam iplerini sıkı tut, kaygan fikirlerin tek getireceği sana anı yaşamadır. Sadece tek düşüncen daha iyi bir yaşam için:

Savaşlara Hayır De!

Unutma sana dokunup yaralanan yılan, bir başkasına yaklaşırken daha temkinli olacak, ve büyüyen tepki yumruğu ile bir gün başı ezilmiş bir halde yok olacaktır.



Savaşlara Hayır De!


Dil{im}

Dil-im-leri, dil/im dil(im olmuş.

Tek parçalı söz ne?

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Dil(en)ci bağışını ruhuna ister....

Dil(en)ci bağışını ruhuna ister....

Kenarları oyalı hayaller pislenmesin diye, sürekli küplerinde saklanır.

Hiç(e inat, boşa gitmesin diye kalbinin berisinde, dudaklarında şahlanan sarhoş türküsüdür bu aşk:

-İnatla bağır ve sesin kısılıncaya kadar devam et, ki sesin kesildiğinde anlasın senin ne söylemlediğini.

Bir oyalı ruh bu işte dil sökümü, söz edimleri. Boşluğa sallanan sensizlik küfürleri arasından, koşup topla etrafına yayılanları, sarıp sarmala onları, kopar gökyüzünden saçlarına doğru çek, yakıp üzerlerine su serp ki etrafına savrulmasın yüreğindeki ben(im)ler...

...ardıllı bir gece, şarap gibi dudaklarında dilimin tatlanması, kiraz tatlısı, çilek ekşisi mayhoşluğum ardından. Dil(im)siz, iç içe geçmiş bedenlerimizin üzerinde akan terlerimi, çarşafları ıslatması ile; gelen hemoglobinler üzerlerinde katılaşınca-beliren acı- nasılda umutların kan soluyan bir nefese dönüşmesi ile acıtır seni değil mi?

..ruha bağışlanan acının nefs ile kirletemediği o ten.

Biliyormusun acının karada yüzen guruh üzerinde nasıl bir baskı oluşturduğunu.

Kayıp bir bedenin ardına düşen düşler ile yitip giden aşk-mıdır ki. Bunu tokatlayarak sev(iş)elim diyorsun birden bire?

Eğer birden gidersen yüreğimden sana edeceğim bedduam ise:

Yüreğimdeki ateşimde
kavrul,
gözlerimde
hapsol,
göz yaşlarımda
boğul,
saçlarıma dolanarak
kaybol....
Sadece bil beni,
bil dil(inde)n kopan
bensizlikler yok
eder beni
sen
siz
ce...

...ölç direncimi hayalsiz ne kadar yaşayabiliyorum, tut yüreğimi ve nüfuz ettir dil(im)lenmiş ruhunada gör beni. Ve unutma sen göz yaşlarımın altında kararan gümüşüm, yüreğimde hep parlayacaksın mesafen artsa da.

Son olarak kulağında titreyen ben olmazsam, yüreğine eğil ve dinle beni:

Göz yaşımda gizli, biçimsiz çevremi derlerken, iplerimi aya bağlarım, ilmeği boynuma geçirir atlarım geceleyin rüyalarıma, sadece seninle olabilmek için


biliyormusun...

Sonu bitmemiş senfonin sonlanmamış perdesi üzerindeki toz...

LiberterKedi


Kaybolmuş Cenneti' i Bulurken...


Kaybolmuş Cenneti' i Bulurken...

.... kaybolmuş cennetin mistisizmi içerisinde, kesin olmayanın peşine düştüğünüzde göz ardı ettikleriniz buharlaşıyor.

Farkında olamadığınız yaşam içerisindeki gerçekler, git gide küf tutuyor.

-Gerçekler küf tutar mı?

-Tutar hocam, şöyle tutar: Yalanlarımız ile maya tutar üzerleri, içleri kokuşmaya başlar, nefes alamaz hale gelirler. Çünkü çıkım kapılarını bile yalanları ile tabulaştırmışlardır. Ve artık gerçeğin yerini yalanlar almaya başlar bu raddeden sonra.(Bu durum kalıcı değildir.)

Değişim her zaman bireyin istediği düzeydedir; bireyin düzeysizliği ile, değişimin gideceği yol ise. Farklı sapaklara doğru yön alabilir, yanlış olan bir şekilde. İşte bu zamanlarda eski fotoğrafların anlattıklarını, iyi okumak gerekir zihnimizde. Yüzünü aydınlık bir ortama doğru çevirmesenizde gerçek görebilirseniz. Eski fotoğrafların anlatımlarını, sende uyanmaya hazır bir prenses gibi prensini beklemeden uyanacaktır o zaman.

Çünkü gerçek masal dinlemez...

... gece ve gündüz öyle bir eksende dönüyor ki. Korkutuyor beni artık rüyamı gerçek mi yaşattıkları bize anlamıyorum, televizyonlar ile, gazeteler ile, siyasi söylevleri ile bizleri halüsünojik bir bağımlı hale getirmişler. Bizler yalanı seviyoruz, ve onsuz yaşayamayacağımızı düşünüyoruz şimdiki zamanda. Bunun böyle olduğunu ise kaybolmuş cenneti ararken, bulduğumuz yalanları gerçek olarak sandığımızdan git gide benliklerimizden oluyoruz.

Farkındamısınız?

Beyinler yerlere serilmiş, nadasa yatırılıyor diğerleri tarafından...

{Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı(2)}

LiberterKedi

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Bitmemiş Safsatalar Sarımsağı - Paraf 1


Soluk bendenlerin, renksiz vücudları üzerine giydirdiğiniz kokuşmuş et kılıfları altında ki dünyanın, üzerinde kimse yaşamıyor!

Sizler neye dairsiniz yaşamda...

Aklınızda, zihin raflarınızda biriktirdiklerinizi döktüğünüz ucuz siyaset meydanında, seyisi olduklarınızı yeterince sömürmediniz mi?

Yeter?

...eliniz ile ovuşturduğunuz için üzerinize fışkıran meni sizden dahi olsa, üzerinize yapıştırır post-it gibi cünüplüğü. Ve sizler yok olmaya yüz tutmuş asırlık dedikoducu zihniyetiniz ile, yönetemediğiniz yaşamlarınızı soluklaştırmış, soğuk bir yayla gibi olan bedenlerinizi içerisinde ikame ettirmişsiniz. (Yaşamıyorsunuz Zevzekler...)

Renksiz düşüncelerinizin mürekkep sayfalarına zorla sahip olması ile kokuşan bir bünyenin, el altındaki bastonu olmuşsunuz bu kokuşmuş güdüleriniz ile.

Bitmemiş safsatalar sarımsağısınız siz...

...kaybolmuş cenneti arayanların tek ümidi olarak, düşünce kenelerisiniz siz..

- Kaybolmuş cenneti arayanlar:

-Ayın altına bakın bulmak için, güneşin dibini karıştırın biraz. ayaklarınızı kaldırdığınızda anlayacaksınız cennetin nerede olduğunuz....

(Bitmemiş Sasatalar Sarımsağı - Paraf 1[Devam Edecek])

LiberterKedi

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Gözlerinin Ardındayım Ben




Dedin ki
gideceğim,
Dedim ki
geleceksin yeni bir bahara.
Dedin ki
öleceğim,
Dedim ki
canlanacaksın başka bahara.
Dedin ki
bekleyecek misin,
Dedim ki
beklediğim gibi her mevsimde.

...her mevsim gibi kendine özgü sevdim seni, aynı şiir deki gibi. Her dediğine bişey söyledim ama, kulaklarını tıkadın sen. Açma gözlerini ardına bak beni bulacaksın.Çünkü gözlerinin ardında yaşıyorum ben, tıpkı ayaklarının altındaki kan damlasında olduğum gibi. Üzerine basıp geçtiğin her çimin içinde olduğum gibi(isteyerek, göze alarak ölümü)

Sevmek böyledir...

Geleceğine Tokat Atan Hümanite

Geleceğine tokat atan kadın...

Uzunca bir zaman camımın kenarına yanağımı yaslayıp düşünürken, birden bu kafamda şimşeklendi. Şiddet ne ise, insanlıkta bağımlı bir hal almış. İlişkilerde kimi zaman anlık sinirlenmeler ile, aşırı strese bağlı olarak karşısındakine uygulanan fiziksel darbeler sonucu kopma ve parçalanmalar gerçekleşiyor sıklıkla günümüzde. Bu sistemin getirdiği stres ve bunalımın toplum içerisine sindirdiği travmadır ve çok kötü.

Stres unsuru insanın beyini ile omurilik soğanı arasındaki uzaklık farkı ne kadar iyi olursa olsun, etkisiz kalabiliyor. Yani insanı düşünme yetisini kaybetmesine sebebiyet verebiliyor. Zekasını yeterince işletemiyor. Analiz etme becerisinden yoksun kalıyor, düşünemeyerek ileriye dönük hareket edemiyor ve toplum bu yüzden yoksunlaşıyor. Ve şiddetin artması ile bir genelleşme ile bireyin hırsı, kini, siniri ve duyguları git gide başka bir forma bürünerek, insalık kabını kurutuyor. Toplumun bu dinamik etkileşimi parçalanmaya ve dejenereleşmeye gidiyor.

Dejenereleşme ve getirisi asimile edilmiş çekirdek yapı...

Bir gerçek vardır ki bir toplumun en derinine inmek isterseniz çekirdek yapısını izleyin. Bu genellemeler aslında yapılacak en doğru genellemelerdir belki de. Bunun sebebi çekirdek oluşumlar aslında kendi öz kaynakları içerir. Oluşum evrelerini, ileride büyüyecek bir olayın belirtilerini ve dahasını gösteren önemli birer başvuru kaynağıdır bu çekirdek yapı. Dejenereleşme bu yapılar için ekonomik unsurların etkisi ile gerçekleşir. Sınıfsal farklar ile çekirdek yapı bölünür ve toplum bir bütün olarak incelenemez. Toplumu bir bütün olarak düşünmek tabi ki sağlıklı bir yol değildir. Ama teolojiye çok bağlı toplumlar her zaman tek bir noktada itiraz haklarını damaklarında kitlemeye göz yumarlar. Bu yüzden bunun siyasal getirisinden yararlanan keneler çekirdek yapıyı bir bütün gibi gösterip, çekirdek içine aynı kutuplaşmaların olmasını tercih ederek herkesin birbirini itmesini arzular. Bunun içinde değişim ve gelişimi engellerler, farklılıkları engelleyerek. Bu dejenereleşmeyi doğurur, ve kalıcı bir doğum yarası gibi bireyin bünyesine, daha doğduğu günden itibaren sanki bir bilgisayarmış gibi programlanarak yüklenir. Böylelikle dejenere kalıcı bir olgu olur toplumda. Bunun gibi olgulara bağlı olarak çekirdek yapı yıkılır, tek merkezci, dogma bir yapıya dayalı, düşünmeye, irdelemeye, özgün fikirlerin doğmasına engel bir hal ortaya çıkar ve ortada çekirdek bir yapı kalmaz. Kalan tek şey ise;

Tamamlanamayan, üretilemeyen, hayata geçirilemeyen, özgünlükten özgürlükten uzak bir iskelet üzerine giydirilen bir kılıftır.

Kabul gören olgular ise bireyler arası kin, nefret, şiddet, baskı, zulüm, savaş, asosyallik, popülizm yapma, bağımlılık, kopuk yaşamlar, parçalanan kısa süreli aile yaşamları ve birey ilişkileri gibi bir çok argümanı bol olguyu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak buna göz yuman insanlık geleceğine tokat atmıyor mu sizce....

22 Ağustos 2008 Cuma

Nietzsche'nin Parmaklığı


Nietzsche'nin Parmaklığı

Düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...

Sen olamayacağını sandıkça olacaklar üzerine...

Geçmişte kim olduğunu bilmek istiyorsan, şu an kim olduğuna bak. Kim olacağını bilmek istiyorsan, ne yaptığına bak.

-Gautama Buddha-

Çocukluk...

Bu dönemde daha birey bile değilsinizdir. Özgürlüğünüz aileniz tarafından belirlenir. Size genel bir ahlak çerçevesi belirler. Ve bunun üzerinde temellendirdikleri ile sizleri yönlendirilmiş vektörler gibi, hayatın içersine sürerler. Bu doğrultuda, istemedikleri bir hal aldıysanız, sizin yönünüzü kendinizin belirlemesini engeller, ve sizler başarısızlığa merhaba demiş olursunuz. İşte bu dikjtatörce görnümünde olmayan sevgi dolu yanlış bir alışkanlıktır. Bu olgu antropolojinin en eski davranış edimidir. Kendinin hayatını yönlendiremeyen bir çocuk bu davranışlar yüzünden; ya şizoid, ya obsesif kompulsif, ya şizofren ya da nevrotik oluyor. Bunlar tabulaşmış görüşlerdir...


Ergenlik ve birey olma...


Birey olabilmek; gözlemlerle, eylemlerin doğurduğu sorunsal sarmalı ile, belirgin bir kaç kişilik adımından sonra. Yolumuzun keskin çizgilerle oluşmasına sebebiyet verir. Özgürleşebilmek ya ruh sökümlerimizin ardından gelir ya da düşünerek mümkün kılınır.

Mücadele, isyan, düşünme, irdeleme gibi vb. olguları bu hayat edimlerimize bağlı olarak gerçekleştirdiğimiz eylemler sonrasında elde ederiz. Bunlar zor gibi görünen, içleri boşaltılmış yapısal hareketler gibi görünselerde, en doğru hareketlenmelerdir. Bireysel özgürlükler düşüncede başlayıp dilimizde zamanla ilerler. Bu yüzden kendimizi ergenlik dönemi olarak adlandırılan bu gelişim evresinde iyi tasarlamalıyız. Sonrasında düşündüklerimizi isyan gibi görünse de sonuna kadar mücadele ederek savunmalı ve yaptıklarımızı mantık çerçevesinde irdeleyerek bir forma sokmalıyız.

- Ama unutmayın bu form katı kurallara sahip olursa, çözülemez yanlışların gerçeklerin yerlerini almasına sebebiyet veririz...

Nitekim günümüzdede yanlışlar, yalanlar gerçeklerin yerini almışlardır. Fikirlerinde özgür olamayan bir insan hiç bir özgün mental tasarıma imza atamaz. Özgün olmayan bir görüşün beli daima bir başka özgün olmayan kişinin edimlerinin değişik bir form almasıdır. Ama bu form her zaman şematik olarak hiç değişmez! Hep aynı öngürüde ilerlemeye başlar. Başlangıçları farklı olsada, izlenilen yol hiç değişmediğinden gideceğiniz yer bellidir.

Özgün ve Özgür olamamaktır...

Ölüm ve Herşeyin rayına oturduğu an...

Ne denir ki özgür olamayan için en doğru olgu ölümdür. Unutlacaktır üç beş gün/ay/yıl sonra. Fakat özgürleşmiş kişiler için ne kadar toplumda yerilmiş kişiler, hasta ruhlu bireyler, ruhsal sorunlara sahip insanlar olsalarda kimilerine göre. Bu insanlar ÖZGÜRLÜKLERİNİN ARDINDAN GİTMİŞLERDİR KORKUSUZCA.

Bu özgürlüklerin savunucusu olmayı belirleyen koşullar maddi varlık değil maneviyattır. İşte bu doğrultuda maddi çıkarımlardan sıyrıldığınızda, elde edeceğiniz en temel olgu karşılıksız özgün, özgür ve manevi bir BİREY OLMAKTIR.

Sonuç olarak aldığımız her nefes bizi, sürekli etkisi altında olduğumuz ölüme doğru çeksede, nihai zafer ölümün olsa da hiçbir zaman pes etmemek gerekir. Hayatın en tiz sesi olmaktansa, insanları rahatsız edin pes bir ses olarak ki zamanı sabun köpüğü gibi yaşamalarından sıyırın onları.

Yaşasın düşüncede ki özgürlüğün, imgelerdeki eylemce zaferi...

Mental Mastürbasyon


Beyinleri sürekli mental
bir mastürbasyon halinde
olanların, içerisinde bulundukları
kişilik karmaşasıdır.

LiberterKedi

21 Ağustos 2008 Perşembe

Biliyor Musun?

Biliyor musun
Aşk şiiri yazmaktan bıktım.
Bir gün şöyle bir baktım,
yazdığım bütün şiirler öyle.
Bir sarsılma, nedir bu..
Bir otuz aşk şiiri daha,
kendimi hiç suçlamadım.

Peki o zaman ben neden
dereceler sokayım koltuğumun altına?
Ateşim varsa zaten.
Ey gözleri maden,
çünkü aşk bir suçlamadır.
Sonuna kadar yaşanmamışsa,
bir bardak birada yeni bir deniz
ve yağmur eski bir denizde
yeni bir ada yaşanmamışsa.

Sözgelimi Galata' dan
Afrika'ya gidiyordum.
Korsanları kralları ve bazı ülkeleri
ve bütün madenleri,
ve kendi sonumu,
iyi görmüyordum sonunda.
Her türlü madeni
elimde bir sürü kağıtla
hazırladım kendimi..

Turgut Uyar

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Ben Geçmişimin Ilık Günahlarını, Seninle Afaroz Ettim.


Ben geçmişimin ılık günahlarını seninle afaroz ettim.

Öldürülmüş bir yılan...

....geçmişte kalmışlarım, aramızda.

Aramızda yorulmuş hayallerim, sana vermeyi istediklerimin belirsizlikleriyle uyuşuk bir halde.

...dolanmıştı ayaklarımın diplerine. Dinç bir şekilde, kirli, asi ve sürekli tekrarlanır bir hal almış umutsuz geçmişim.

Kim suçlu...

zaman...

.
.
.


İçerisinde bulnduğu durumun verdiği o kasvetli durum ile yaşadıklarım; acılı, ürkek, korkak bir hal almış. Değiştiremiyorsan onların suçu ne. Oysa bilmediğin bişey var senin sevgilim.

Ben geçmişimin günahlarını seninle afaroz ettim.

Yaptıklarımın kasvetli, suçlu, acılı atmosferini: Senin gözlerindeki o sadelik ile temizledim bugünümde.

...davamın devamı sen, ben, biz o-labilme uğraşısı. Kork(ama susma. En azından mücadelen ile güne karşı dirayetli olmak gerekiyor.

Ben bunu yapıyorum.

Yaptığım en doğru şey ...

-Seni sevmek: Dile dökülmeyen tenha sözlerimde saklı geçmişim. Sana olan özlemlerim ile yoğrulmuş kelimelerim. İçlerinde giz)li ağlamaklı ruh hallerim, ruhumuzun yorganı altında gizli, izliyor bizi.

-Ya sen ne sanıyordun..

...geçmişi isli bir soba camı. İçerisinde ateşi harlandırırsan, inandıkların hep tüter. Değiştirmek için kork-ma, sıcaklığını muhafaza etmesine izin verme.

Ve unutma..

-Ben senin göz bebeklerinde büyüdüm.

Hayatıma renk oluşun ile yeniden seninle dünyaya gelerek...

Afaroz ettiklerim ile, hayallerimi yeniden temize çektim seninle.

Sadece

sıkı
c
a

sar
ı
l..

Ben geçmişimin ılık günahlarını seninle afaroz ettim. Şimdi kavurduğum

yüreğ(im)in ateşi olan seninle...

Teması belli olan, sonlandırılmamış tiyatro...

İmgelerin Eylemcesi Nedir?

İmgelerin Eylemcesi Nedir?

Eylemler toplumların içinde bulundukları durumlara karşı gösterdiği “fiziksel” tepkilerdir. Çoğu zaman, daha çok bunalım anlarında sıkça karşılaştığımız gibi....

Direniş ise; insanların eylemlerini kararlılıkla sürdürebilmeleri adına, sürekli bir şekilde yaşatabilmek adına gösterdikleri reaksiyonlardır.

Bu iki olgu hiçbir zaman başarı gösteremez, ayrı düşünüldükleri takdirde...

(...)

İnsanların ruhsal durumlarının çeşitli olayların etkisi ile yıkılması ardından, yeniden yapılanması sonrasında başkaldırı eylemleri sıklaşır. Tepkisizce olaylara izler gözle bakan kişiler, etraflarında daralan çemberin etkisi ile tepkisel bir biçimde. Direniş reaksiyolojisini aktifleştirirler olaylara karşı. İşte bu durumda eylem gerçekleşmeye başlar. Ve kaotik bir sürecin içerisinde yerlamaya başlarsınız.

Kaosun sesli ortamında düşünce boy göstermeye başlar. İşte bu zamanlarda ortaya gelen fikirler, gerçeğe en yakın halde bulunan tezatlarıyla girdiği çatışmaların ardından. Beyin süzgeçlerinden geçerek, zaman içerisinde kendisini temellendirir.

Zaman bünyesinde sıradanlaşmaların ardından; yalanlar asimile edilir ve oluşan sistemler, yeni dünyaya gelmiş bir bebek gibi, yüksek sesle çığırmaya başlar. İşte bu noktada cehaletin üzerine sıkıca, hiddetlice, şiddetlice gidilmelidir. Kafası gövdesinden ayırılmalı, sindirlmelidir düşünce ile bi daha ortaya çıkmaması adına...

(...)

Eylem her zaman toz pembe sonuçlandırılmamalıdır. Eylemler her zaman mavi bir deniz kıyısının kenarında, ayaklarımızı suya daldırır gibi ortalarına nüfuz ederek savunulmamalıdır. Eylemler korkusuzca, ardıllarına aldırış etmeden, kazanmanın yanında kaybetmeyide göze alarak işlevini gerçekleştirmelidir.

Gerçekleştirebilmesi adına...

Devam Edecek...
LiberterKedi

19 Ağustos 2008 Salı

Sağır Yarasa

Kalemi kırılmış umutlarım bugün öldü..

söz yitimsiz, kelime yetersiz...ne söylenir.

Konuşma ki duysun, gözlerinin bağırmak istediğini...

Yoksulluk ardılı, varlık görüntüsündeki fakirliğim ben. Şimdi lambamda gizliyorum umutlarımı.

Acaba ovalarsam çıkarsam içerisinden olmasını istediklerim, bilmiyorum? Ürkek ve çifterli bir ruh yapısı haline sahibim...

Rüzgarın yüreğime jiletlediği o eski serin, titrek sevgimi özlüyorum. En azından varlığımı onuyordum onunla. Yalansız bir kaç kelime bile yetiyordu anlaşmaya. Anlaşılmama güdüsünü taşımadan yoksulluğum zenginleşiyordu. Karşılıklı diyaloglarımızdan. Ama ya şimdi.

Suçlama ve gerisinde saklı tutma, umarsızlık:

Tamamiyle Yalan Olmuş Herşey!


Yalan bir ironi.

Sözlere işlese de, içerisinde barındırdığı terslikler bize gerçekleri üfürüyor.

Ama

gör
-e bil
e
n
e
....

Herkes sağır bir yarasa bugününde...

18 Ağustos 2008 Pazartesi

Y...S...

Yazar...

Kendisini özgürlük uğruna katletmeyi; diktatörce başaran kişidir.

Susmaz...

Nehirin akıntısı; sağnak yağmur altında, şiddetli gök gürültülerinden asla ürkmez...

O/labilme Aşkı

İnsan inandıklarıdır.

Neyin sevdasına düşmüşseniz, tutulduğunuzsunuzdur. Yeri geldiğinde olmak istediğinizi inkar etmeye kalksanızda. Siz kimi zaman;

bir zengin

bir patron,

bir yönetici,

bir mesih,

bir peygamber,

bir tanrı görünümde sıradan kişilik)lersiniz.

Sorununuz sadece yönetebilme aşkı.

17 Ağustos 2008 Pazar

... gibi

Çay
bardağındaki
dem gibi,
Damarından
çıkartılan
kan gibi,
Sabahı
göremeyecek
karanlığı
aydınlatan
mum gibi,
Seni bir daha
göremeyecek
olan kör
gözlerim gibi,

Yaşa
sa
m

n
e

olacak...


LiberterKedi

Kadının Kaleminden Aşk


Kalemi kırılmış yaşama benzer bu olgu.

İçi günümüzde boşaltılmış ve yerlerine menilerini doldurmuş, latent kişiliklerin tatminsizliklerinin kurbanı olmuştur, kadının kaleminden kopartılmış aşk.

Dallarında asılı duran üzüm taneleri gibi;

-Nereden bilecek kadın bir gün, aşkının ayaklar altına alınıp şarap yapılacağını.

Başarısızlıkların sonrasında tek gerçeklik var ki. Bu da içleri boşaltılmış kavramların, günümüzde baskıya maruz kaldıklarıdır. Eksenlerinden saptırıldıkları ve, ceset torbalarında üzerlerinin örtülmeye çalışılmalarıdır...

Kadının kalemi törpülenmemiş, uçları darbelere maruz kalmış tırnakları gibidir.

Yüzünüze sürtüldüğünde vereceği acı his ile hissettikleriniz, sizi nelerin içini boşalttığı konusunda uyaracaktır.

Umarım o zaman yeniden kalemler kırılmaz....

LiberterKedi

Elsa' nın Gözleri [Louis Aragon]

Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde

Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde

Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar

Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan' ım

Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
Gözleri Elsa' nın gözleri Elsa'nın gözleri.

Türkçesi: Orhan Veli Kanık

15 Ağustos 2008 Cuma

M.K.Atatürk - G.B.Shaw Ve Özgür(lükçü) Dil Üzerine

Kendi dilini bilmeyen başka bir dil öğrenemez.

Bu tümceyi George Bernard Shaw' dan okumuştum önce. Geçenlerde gerçekten bunun böyle olduğunu anladım.

Başka bir dili araştırırken ya da öğrenmeye çalışırken kendi dilimize hakim olmalıyız. Ve bunun üzerine birşeyler karıştırırken aklıma şu geldi:

Ne kadar dilimize hakimiz.

Aslında bu sorun günümüzde, toplumumuz içerisinde etrafımıza baktığımızda bize gerekli ön çalışmalara yardımcı olabilecek argümanları veriyor. Fakat daha da derine inmek gerektiğinden. "Toplumun bölündüğü sınıfların arasındaki dil çatışmalarını göz önüne alarak" incelemeliyiz diye düşünüyorum.

Düşünün gündelik yaşamınızda üst düzey bir yetkilisniz bir şirkette. Ve bir konu hakkında gerekli anlatımları yaparken, üç beş kelime ile yaparsanız ne kadar inandırıcı ve kabul edilir bir yapınız olur? İnsanlar sizin anlatımınızdan etkilenmeli ve onları yönetebilmelisinizdir. Kafalarında imgeleriniz ve betimlemeleriniz ile çizmelisinizdir anlatımlarınızı. Bu hem bulunduğunuz statüden de kaynaklanır, hem de yaşamınızı sürdürdüğünüz hiyerarşidende. Bu yüzden diliniz akıcı, üslubunuz çok perspektifli ve vurgularınızı mimikleriniz ile de ifade edebilmelisinizdir. Bunun sebebi dediğimiz gibi içerisinde yaşamınızı idame ettirdiğiniz, statünüzden kaynaklanmaktadır.

Bunun içinde dilinizi iyi kullanmanız, dilinizin bağımlısı olmalısınızdır.

Bunu yapmak için de gerekli yaptırımlar kitap okumak, çeşidi iyi kavramak, dilin labirentlerinde iyice kaybolup sonra çıkar yolu için savaşmak gereklidir. İşte bunları yaptığınız takdirde, sizde iyi bir yönetici, dilinizinde iyi bir savunucusu, hakimi olursunuz....

Bu yüzdendir ki inkar edilmez bir gerçek yönetim birimi içerisindeki birçok birey kendini iyi betimleyen bireylerdir. Fakat bu demek değildir "toplumda yönetilenler kendini anlatamaz, betimleyemez". Aksine daha iyi yapar, ama bunu öncelikle yaparken aydınlanma sürecini tamamlayarak gerçekleştirebilirler.

Buraya kadar anlattığımız imgelerin çokluğu, kendini ifade edebilme durumunun nasıl sağlandığı ve toplumsal düzeyinizin gerektirdiği yapısal durumunuzdu. Şimdi bu toplumsal düzeyi, toplumun geneline yayarsak ve sıradan bir dil yapısını inceleyecek olursak. Aydınlanma süreci içerisinde kendimizi nasıl ilerletebiliriz konusunu irdelersek, ve bunu nasıl yaparıza gelirsek?

Bunun örneğinide Türkiye Cumhuriyet' inin kurulduğu yıllardaki dil politikası oluşumuna bakarak ele alalım.

Osmanlı güdümünde çok uluslu bir yapı mevcuttu biliyorsunuz ki.

Bunun için saraya yakın kesimler Fransızca, Arapça, Farsça ve Türkçe konuşurken. Halk genelikle Türkçe konuşuyordu. Gelişimini ise hormonlu bir şekilde lehçelerden alan halk dili, yeri geldiğinde bugün ingilizceden dilimize empoze edilen kelimeleri o zamanlarda lehçelerden alıyordu. Bu şekilde düzensiz ilerliyordu türkçe. Ve yapısal çokluğu içerisinde barındırıyordu. Ama düzensizce.

Bunu gören Ulu önder M. K. Atatürk Eğitim devrimlerini ve dil devrimlerini bu yönde ilerletti.

Bunu yaparken öncelikle milletin genelinin konuştuğu dile bağlı olarak, bu dile uymayan arap dilinin alfabesi yerine latin alfabesinin getirildi harf devrimini getirdi. İmla ve harf devriminin sağlıklı bir şekilde yürümesi için, dilin düzensiz gelişmemesi için bir dil komisyonunu da oluşturmayı ihmal etmemiştir bu koşullar altında. Harf devrimini gerçekleştirirken Atatürk şu sözler ile duygularını ifade etmiştir.

Sevgili Kardeşlerim,

Huzurunuzla ne kadar bahtiyar olduğumu izah edemem. Duyduklarımı tek kelimelerle ifade edeceğim: Memnunum, mütehassisim, mesudum. Bu vaziyetin bana ilham ettiği hissiyatı huzurunuzda ufak notlar halinde tesbit ettim. Bunları içinizden bir vatandaşa okutacağım.


Atatürk ellerindeki küçük notları orada bulunan bir gence verdikten sonra, tekrar alarak şu sözleri söylemişti:

Yurttaşlarım, bu notlarım Türk harfleri ile yazılmıştır. Kardeşimiz bunu derhal okumaya teşebbüs etti ve okuyabilir de. Ancak henüz tamamen istinas etmemiş olduğu görülüyor. İsterim ki, bunu hepimiz beş, on gün içinde öğrenesiniz.

Arkadaşlar, bizim ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harflerile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, ve bu lüzumu anlamak mecburiyetindeyiz. Anladığımızın âsarına yakın zamanda bütün kâinat şahit olacaktır. Buna kat'iyetle eminim.

Yeni Türk harflerile yazdığım bu notları bir arkadaşa okutacağım, dinleyiniz..
Atatürk notlarını Bolu Mebusu Falih Rıfkı' ya vererek okutur ardından.

İşte burada Atanın yapmak istediği geneli muassırlaştırmak ve dilin gelişimini düzgün bir eksen içerisinde yürütmesini sağlamaktı. Herkesin yöneticiler gibi konuşmasını istemesindendi. Bunu yaparken dilin o özgür ve özgün yapısını: Sanat ile, bilim ile ilerlemesini istediğinden eğitim politikalarınıda ulusal bir eksende izleterek, toplumun geneline ulaşmak adına, kendisi bizzat yürütmüştür. Bunu yaparak ilk öğretmen ünvanını eline almıştır!

Buradan yola çıkarak iyi bir dile sahip olmak istiyor ve başka dillerede hakim olmak istiyorsanız öncelikle kendi dilinizin yapısını iyi kavramalısınız. Yıllardır bize öğretilen ve bizim göz ardı ettiğimiz edatlar, tümleçler, yüklemler, büyük ünlü, küçük ünlü uyumu bu yüzdendir.

İdeolojik kisvemizden sıyrılarak dilimizin boyundurğu altına girmeliyiz. İyi kavramalı ve içerisine iyi nüfuz etmeliyiz. Başka dillere ancak bu şekilde açılabilir ve hüküm edebiliriz. Yoksa aksi takdirde sömürü milleti olur çıkarız!

Toplumun her kesiminde diline hakim bireyler oluşturduğumuz takdirde, başka dilleride öğrenebilir, ve onların boyunduruğu altına girmek yerine, biz onları boyunduruğumuz altına alırız.

İşte bu yüzdendirki özgürlük dile hakimiyetle başlar. Aslında Shaw' da, M.K. Atatürk'te dilin iyi öğrenilmesi konusunda bunu savunuyor. Bu yüzden bizimde dediğimiz

Başka dilin dilencisi olacağına, kendi dilinin öğrencisi ol.
.. buna bağlı olarak anlatımımızın temelinde olan, dilin iyi bilinmesi gerektiğini, ve özünün iyi öğrenilmesini gerektiğini savunuyoruz. Çünkü özgürlük fikirde başlar, dilde şahlanır, bilim ile, sanat ile yol alır.


LiberterKedi

14 Ağustos 2008 Perşembe

Akılcı, empirist ve fütürist bir isyan

Matematiğin hiçbir tutunma dalı yoktur günümüzde...

Ne kadar soyut olursa olsun, hayatımızda herşeyin hesabını tutma güdümüz insanların somutlaştırdıkları fikirlerinden olsa gerek.

Çıkarcılık...

Bugün gerçek dünyada uygulama alanı fazlasıyla yayıldı bu anlayışın. Her tarafa yaydığımız bu hesap dürtüsü, bizi git gide soyutlaştırıp, görünürde hiç bişey elde etmemizi sağlıyor.

Ama bizler farkında değiliz....

Adeta yeni filizlenmiş bir kaos çiçeğinin habercisi bu sanrı. İnsanlar giderek çıkar elde etmeye aşık halde, bağımlılaşmış durumdalar. İlişkilerimizde, sevişmelerimizde, aşklarımızda, ve hatta hatta kimi ailelerin içerisinde bile...

Matematiksel hesaplaşmalar...

İnsanların birbirlerini, bir kaç bilinmeyenden oluşan ve çözüldükçe daha da çözümsüzlüğe doğru giden, bir denklem şekline götürmesi..Kötü ve acı bir trajik oyunun içerisinde piyon olarak, sürekli vezirlere yenilmemizi sağlamış. Gladyatörler gibi para için birbirmizi öldürüyoruz günümüzde. Hayvanlar bile aç kalmadığı takdirde avlarını öldürmezlerken. Biz neresinde yer alıyoruz bu ekoloji sarmalının, bilmiyorum....

Birbirlerine karşı olan yabancılaşmalarına olanak sağlamış insan oğlu böyle yaparak. Sürekli birşeylerin hesabını tutarak geldiğimiz nokta ise:

Asosyal üretimsiz bir toplum.

Böyle bir toplum olmaya doğru, hızlıca bizi ilerletenler, bizleri bıyık altından tebessüm ederek izliyorlar. Afyonları yüzünden realizmden uzak bir bünyede fikirlerini somutlaştırıyorlar bizim katalizörlüğümüzün sayesinde.

(...)

Bugün megafonun sesinin çığırdığı şey matematik....

Yapılan uğraşıların temeli, yani soyut görünürde somutu elde edebilmek adına. Matematik kullanılan bir değnektir hümanizma adına. Matematik bu yüzden hiçbir dala tutunmaz. Akılcı, empirist ve fütürist bir isyandır matematik gerçek anlamda. İnsanlık adına pragmatist bir olgudur...

Bir gün gerçek dünya da işleyemez olduğunda. Sosyolojik, psikolojik ve beşeri anlamda insanlık kendini tükettiğinde....

Bakalım elimizde ne kalacak...

LiberterKedi

12 Ağustos 2008 Salı

Sonu Bestelenmemiş Senfoni...

Ekmek kırıntıları gibi hayallerime dağılmış, ufak ve sertleşmiş umut kırıntıları, yarınlarda ki sanrılarıma işlemiş.

Belkilere dayalı bir belirsizlik.

Sürekli yanlış yaşama boyun eğmek oluyor cezalarım.

Fısıltılar kulağıma seni üflüyor ve ben ürküyorum.

Yastığıma sarılıyor ve kendimi gömüyorum ona. Hıçkırarak ağlıyor ve yarınıma sesizce haykırıyorum seni. Ama sesler duyuyorum, ruhumu ele geçirmek isteyen ve bunun için beynimde uğuldayan sesler. Ve sonra...

( - )

...sözler parçalanmış,
üzerleri aşınmış
ve klişeler içerisine
sığdırılmış hayat.

Benim düşlerim,
benim hayallerim,
benim umutlarım
nasılda param
parça,
ben(ci)lce..

...kim düşünebilirdi ki,
rüzgarın peşine
takılan tozun,
bedenimde
seni çizeceğini.
Ardıma seni
yükleyeceğini,
tıpkı geleceğimde
olduğu gibi..



Hiç şüphe etmedim,
kübünde bekllettiğim
şarabım olan sana
bestelediğim o
mistik ezgi ile,
aşkımızın senfonisini
birlikte besteledik
sevdiğim
unutma...

( - )

Ruhumuzun sürgüne gittiği yerde olan sensizlik, ve çarpık gelişen yaşamımız ardından buluştuğumuz o kasvetli karanlık mekan. Y(üre)ğ-imiz deki -iz- artarak devam ediyor sevdiğim.

Ben dilediğinin yerin ötesindeyim, benliğimin ilerisinde, gözlerinin berisindeyim. Unutma rüyalarında kulaklarına işleyen senfoninin içerisinde biryerdeyim. Notaların öbeğinde, hayallerinin göbeğindeyim..

Sonu gelmemiş senfoni...

LiberterKedi

Blogger Yenilendi?

Can sıkıntısından bugün günlüğüme bakarken, bir çok blogger eklentisi gördüm. Wordpress' in pabucunu dama atacağını düşündürtüyor blogger bu yenilikleri ile.

Kendini sürekli geliştiren blogger, daha hızlı bir şekilde diğer blog sistemlerini geçeceğe ve arkada bırakacağını gösteriyor bugün...

LiberterKedi

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Artık Gel!

Konuşurken sanki ruhumun notalara dökülmesine yol verirdin sen. Sensizliklerimin katiliyim bugün hayallerimle yaptığım iş birliği ile.

Konuşmak istesem de, bu büyüyü bozacağım korkusuyla. Perdenin ardında gizlerdim kendimi. Ardından sen, ürkek bir buse bırakırdın bana bakışın ile. Ve utanarak içimden sana "Seni Seviyorum"derdim kelimelerimin karnına gömdüğüm yasak çocuğumuz ile.

(...)

Dudaklarında kalan hayırlar, birer şüphe tohumu gibi, zihnine yerleşsede. Sen benim baharımın başlangıcıydın her daim. Dudaklarında canlandırdığın bana karşı söylemlerin ise, hayatıma kattığın oksijenimdi sen farkında olmasanda!

Sözlerin bu sıcak yaz akşamlarında, içimi ürperterek uçtu ve gitti uzaklara. Yokluğunun yüreğimi bitkisel hayata sokması ile, yoksul kaldım kendimde. Her buluşmamızın bitişi ile. Otobüsün camına yasladığım umutlarım ile, görüntünün uzaklaşması beni mezarlarıma gömdü diri diri...

Son baharımız olan bu günlerimde herşey kuru bir sarılıktan ibaret bilmesende...

...basamak basamak olmuş. Hayatımın daha başında olmama rağmen, ortasına gelmeden yaşlandım sensizlikle. Yüreğim kurumuş sonbahar yaprakları gibi kırılgan, yerlere serpilmiş sarımsı yapraklar gibi ölü halde. Etrafımda sıcaklığından yoksun oluşum ile üşüyorum bugünlerimde. Acaba sen notalarla çizdiğin ruhumu betimleyebilirmisin bu şekilde benim kadar...

"İnsan, insanın aynasıdır" derler ya.

Bu tam bize göre değil. Şaşırdın değil mi?

Yansıma yapamayan birbirimizin ruh sökümüyüz biz. Bedenlerimiz farklı, ruhlarımız aynı. Paramparça ruhların farklı şehirlerdeki acı, özlem, sevgisizlik, şüphe, kin, nefret, aşk ve dahası bunun gibi insani hisler bu ruh eşitliğindendir.

(...)


Kulaklarımda yaktığım sesinin küllerini. Daha sonra onları hafif bir şekilde topladım avuçlarıma.

Dört bir yanıma nüfuz ettirdim seni görmediğim zamanlarda. Söndürdüğümü düşünsende sen sevgimizin ateşini.

Ellerimi yakıyorum şimdi yüreğimde, sana kavuşmak adına....

Gözlerinin ince dokusunu imgelemek istiyorum şimdi. Yeterli kelimeleri gök yüzünden çekip koymak istiyorum. Elime aldığım ipimle kement yaparak, doluyorum urganımı bulutlara. Ve ardından ucunda idam sepham olan dünyadan ayaklarımı alıyorum sana kavuşmak, seni betimleyebilmek adına, göz kırpıyorum ölüme neşe ile...

(....)

Bakışlarının yüreğimde bıraktığı o narin mutluluk...

Umarsızca beklememi fısıldıyor, yüreğimdeki kulağıma. Oysa her şeyi unuttum ben şimdi. Hatırlamak adına kurduğum hayallerimi çaldıkları bugünümde bilmiyorum senin ne halde olduğunu. Korku-yorum-suz sızlıyorum hayallerimle baş başa...

Ya sen...

Ya sen, sevgili...

Sesini kimselerin bilmediği diyarlarda beni düşünüyormusun bu şekilde!

Gidişin ile yalnız bıraktığın bu denizcinin, yüreğinden kopan dalgaları kokluyormusun, mahkum düştüğün sahillerde.

Gözlerimden kopan tayfunları saçlarına doluyormusun sahte kavurucu mutluluklardan kurtulmak için...

Bilmiyorum, bilemiyor ve ürkmüyorum. Çünkü ben sana güveniyorum ölümüne...

Dilime doladığım türkümüzle, gelevera deresinde balıklara anlatıyorum seni şuan bilmesende...

Ve şüphelensende tek diyeceğimdir sana sevgili...

Bir deli gömleğini arzuluyor.

Artık gel!

LiberterKedi

10 Ağustos 2008 Pazar

Ürkünç Bir Körebe Oyunu

Günün öğleden sonrası
hep bitecek,

bir daha eskiyi değiştiremeyeceğiz
korkusuyla.

Tek bir düşünce hakimdi
beynimizde

Ne yazsak,
ne yazmasak...


Hayatımız içerisinde başarılı bir şekilde kurgulanıp, yazıya dökülecek onca olay varki. Bunları yazmaya kalksak özgün imgeleri bulmakta zorlanırız, yaşamımızın bütününde. Bu parçalanmışlıklar bilmem kaç parçalık puzzle gibidir.

Zihin tasarımlarımızdaki hayallerimizin bu kadar kolay parçalanması, umutlarımızın ufalanması, direnişimizin kırılması da işte bu özgün imgeleri bulamayışımızdan dolayıdır. Bunun sesli ispatı ise; bizi bu şekilde bir hayatı sürümeye iten çevresel olgulardır.
Kolayı vardır herşeyin.

Ya da alternatifi mevcutken bir çok yaşanımın, bizi bu yolda sekteye uğratan içinde bulunduğumuz ortamımızdır aslında. Değişime, devinime karşı olan zıtlığı ile tabucu savaşçılığı ile. Çünkü yeniliğe kapalı bir toplumun, göreceği yeniliklere alışabilmesi tabularından ötürüdür ki çok zor oluyor.

Bu olgunun yüzyıllar boyu böyle olduğunu, geçmişimizde defalarca gördük. Hep aynı tabuta gömülmeyi yeğledik. Yerildiğimizde vazgeçip o tabuların içlerimize nüfuz etmesine izin verdik. Kaba tabirle; günümüzde yaşadıklarımızda, fifti fifti bizlerde suçluyuz. Farkında olamadık: Dünyanın yeni olguları doğuranların, tartışanların, geliştirenlerin ve mücadele edenlerin etrafında döndüğünün. Ama biz hep onların dediklerini ya görmezden geldik, ya da anlamadan yerdik, sindirdik,. Bilmediğimiz ve üretemediğimiz halde asimile etme yolunda tabuların kontrgerillası olduk.

(...)

Biz bir sirkte yaşıyoruz şu an sadece.

İnsan kendi içerisinde, kendini eğlendiriyor. Benciliz ve bunu kabullenmiyoruz. Savaşların devamlılığı, vurdum duymazlığımız, yitirilen insanlar ve kaybolan geleceğimizi hızlıca tüketiliyoruz. Ruh abazaları tarafından bizlerin ceplerine yerleştirdiği, tecavüz paralarının gözlerimizi kör etmesi ile. Garip bir körebe oyunu oynuyoruz. Bu bir körebe oyunu... maddiyatın verdiği haz boşluklarımızı, anlık tatmin etmesi ile köreldiğimiz bir oyunun ta kendisi.

Ama bizi sömürüsü bittiğinde buruşturup çöpe atacak.

Bizler bu gerçeğin farkında değiliz.

Bizler ne yapıyoruz?

Sadece lavuklar gibi peçete tutuyoruz onlara. Önlerinde el pençe divan durararak, yaptıklarına boyun eğiyoruz / eğdiriliyoruz.

Yeri geliyor kardan adamlara sakso çeker gibi, dudaklarımızın uyuşması ile. Onların eriyeceklerini, isyanımızın şiddetli ateşi ile çok kısa bir süre içerisinde yok olacağının gerçeğini göz ardı ediyoruz. Ve bu gerçeğide yalanla değiştiriyoruz. Ama şunu unutmamalıyız ki;

yarın üzerinde yaşayabileceğimiz bir dünya kalmayacak. Eğer bu şekilde kardan adamların topluma tecavüz etmesini engelleyemezsek.

Dünya' yı bu ruh abazalıklarına tatmin için, libido noktasına erişmeleri adına kullananların, orospu etmelerine göz yumacağız, farkında olmadan.(Para karşılığında). Yaptıklarını görüpte tepki vermekten aciz duruma düşürülmüş, uyuşturulmuş bizleri ise, üzerini temizlememiz için arada bir parçaladıkları zenginliklerinin, varlık olgularını bulmamız için. Ruh kapılarının arkalarına asıyorlar.

Cebimize sıkıştırdıkları üç beş kuruş ile bizide infaale gömüyorlar(...)karmaşanın, kaosun ortasında bizi piçleştirip yalnız bırakıyorlar.

Sebebi nedir dediğimizde, bir tokat şahlanıyor yüzümüzün ortasında...ve ardılları gün yüzüne yansıyor...Maddeleştirdiğimiz tabuların kaynaklanma olgularını şunlara bağlayabiliriz:

* Ruh abazalarının arkalarında, sürüngen bir hayatı yaşamayı kabullenişimiz yüzünden...

*Yarasalaşıp gözlerimizden oluşumuza bağlı olarak, kulaklarımıza fısıldadıkları ile hayatımızın onların tasarımları etrafında dönen bir yörünge izlemesine, yol verişimizden...

* Bilgilerimiz ile şişinerek gelişmeye kapalı, eleştiri kabul etmeyen, parçalanmış tabuların biraraya getirilmesi için, ruh abazalarının savunucusu oluşumuzdan(...)

Bu saydılarımızın ardını arkasını sınırlamadan çoğaltabiliriz.

Genelinde ise bunun sorumluları, bu körebe oyununda maşa olupta, bizi tutan elleri gerçekler ile yakmayan bizleriz.

Bu iğrençlerin düşüncelerini bu kadar yaşanabilir olmasını olanaklı kılan. Fakat hala devam etmemiz ile oynadığımız bu körebe oyunu destekleyenlerin sürdürdüğü bu kontrgerilla savaşı beni ürkütüyor.

LiberterKedi